Tumgik
#abd başkanı franklin
tkh1283 · 7 months
Text
900) Kızılderili Şef Seattle'in Amerikan Başkanına Mektubu - Yeniden Ergenekon : Yeniden Ergenekon
0 notes
kendime-analizler · 2 years
Text
Reis Seatle 1854 de noktayı koymuş...
(Faceboook'tan alıntıdır)
1854 yılında ABD Başkanı Franklin Pierce yazdığı bir mektupla Amerika’ya gelen beyaz göçmenlere toprak bulmak amacıyla Kızılderililerden toprak istemiş ve bu isteği kabul edilecek olursa Kızılderililere rahatlıkla yaşayabilecekleri bir bölgenin ayrılacağını bildirmiştir.
Topraklarının büyük bir bölümü zaten beyazlar tarafından zorla ellerinden alınmış olan Duwarmish Kızılderililerinin Reisi Seattle, bir söylemiyle ABD Başkanına yanıt vermiş ve bu yanıt mektup olarak ABD başkanına gönderilmiştir. Mektubun aslı Amerika, Seattle, Squamish Müzesi’nde korunmaktadır.
İnsan ve doğa diyalektiğini en güzel dile getiren metinlerden biri olarak günümüzde değeri daha çok anlaşılmaktadır. Son zamanlarda UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Koruma Teşkilatı) tarafından da yayınlanan bu mektup, çevre üzerine şimdiye dek bilinen en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır.
REİS SEATTLE’IN MEKTUBU:
Washington’daki Büyük Şef topraklarımızı satın almak istediğini bildiren sözünü göndermiş!.. Büyük Şef aynı zamanda dostluk ve iyi niyet sözlerini de göndermiş!.. Bu çok nazik bir davranış… Çünkü karşılık olarak bizim dostluğumuza hiç gereksinimi yok. Ama biz onun önerisini düşüneceğiz. Çünkü iyi biliyoruz ki eğer topraklarımızı satmazsak, beyaz adam silahlarla gelip onu gene elimizden alabilir. Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz. Gökyüzünü, toprağı, kayaların ısısını, nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek, siz onları nasıl satın alabilirsiniz?
Biz bunları belki de vahşi olduğumuz için anlayamıyoruz!.. Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Her parlayan çam iğnesi, bütün o kumsallar ve sahiller, karanlık ormanlardaki sis, uçsuz bucaksız alanlar ve havada vızıldıyarak uçuşan her bir böcek, halkımızın anılarında kutsaldır. Ağaçların gövdelerinden sızan sular, Kızılderili’nin anılarını taşır. Beyaz adamın ölüleri, yıldızlar arasında yürümeye gittikleri vakit, doğdukları ülkeyi unuturlar. Halbuki bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin anasıdır. Nasıl biz dünyanın bir parçası isek, o da bizim bir parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler, bizim kızkardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan bularlaşan ısı ve insan; hepsi aynı ailedendir. Öyleyse, Washington’daki Büyük Şef, topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş oluyor.
Büyük Şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayırdığını söylemiş. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacakmışız!.. Öyleyse topraklarımızı alma önerisini düşüneceğiz. Ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için önemlidir. Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir. Onlar bizim atalarımızın kanıdır. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza da öğretiniz. Göllerin berrak sularındaki her bir yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir. Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir. Susuzluğumuzu giderirler, kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler.
Eğer toprağımızı size satarsak hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle herhangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de göstermelisiniz.
Kızılderili her zaman, ilerleyen beyaz adamın önünde geri çekilmiştir. Tıpkı dağlardaki sisin sabah güneşi önünden kaçması gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır. Bu tepeler, ağaçlar dünyanın bu parçaları, bize sunulmuştur. Beyaz adamın bizim yollarımızı anlamadığını biliyoruz. Beyaz adam için, toprağın bir parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip, topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. Aldıklarının kendinden parçalar olduğunun bilincinde değildir. Dünya onun anası değil düşmanıdır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve yolunda giderken babalarının mezarını geride bırakır. Buna da hiç aldırmaz. Dünyayı çocuklarından uzaklaştırır. Buna da aldırmaz. Babalarının mezarları, çocuklarının bu dünyadaki hakları unutulmuştur.
Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.
Bilmiyorum, bizim yollarımız sizinkilerden farklı. Sizin kentlerinizin gürültüsü bile Kızılderili’nin gözlerine acı verir. Beyaz adamın kentlerinde sakin yer yoktur. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer bulunmaz. Ama bu belki de benim vahşi olduğumdan ve anlamadığımdandır. Çünkü, takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir. İnsan eğer bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı kalır? Ben Kızılderiliyim… Bunlardan başkasını anlayamam…
Bir Kızılderili, su birikintisi üzerine vuran rüzgarın yumuşak sesini, yağmurun temizliğini, çam kokulu rüzgarı herşeye yeğler. Hayvanlar, ağaçlar, insanlar, hepsi aynı nefesi, aynı havayı paylaşır. Hava Kızılderililer için çok kutsaldır. Aldığı nefes, beyaz adamın dikkatini çekmiyor gibi. Beyaz adam, öleli uzun günler olmuş ve kötü kokuyla uyuşmuş gibidir. Ama eğer size toprağımızı satarsak, havanın bizim için çok değerli olduğunu hatırlamalısınız. Unutmamalısınız ki, hava sağladığı tüm yaşamla aynı ruhu taşır. Büyük babamıza ilk nefesi veren rüzgar, onun son soluğunu da kabul etmiştir ve aynı rüzgar çocuklarımıza yaşam ruhunu verir. Eğer size toprağımızı satarsak, çayırlardaki çiçeklerden tad alan rüzgarı koklamasını öğrenmelisiniz, onu korumalısınız ve kutsal tutmalısınız. Bu kokuya beyaz adamın bile gereksinmesi vardır.
Toprağımızı almak önerinizi düşüneceğiz. Eğer kabul etmeye karar verirsek, bir koşulumuz olacak: Beyaz adam bu toprağın hayvanlarına kardeşleri gibi davranacak… Kızılderililer sizin yollarınızı, sizin adetlerinizi anlamazlar. Çayırlarda çürüyen binlerce bufalo gördüm!.. Beyaz adamın, geçerken dumanlı demir attan vurup bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hala anlayamadığım binlerce bufalo.. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın bufalodan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum!.. Ve biz vahşi olduğumuzdan bufaloyu yalnız aç kalmamak için öldürürüz. Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü. Ayakları altındaki toprakların, büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağın, akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar.
Bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi, siz de kendi çocuklarınıza öğretin: Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz. Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır.
Halkım için ayrılan bölgeye gitme önerinizi düşüneceğiz. Ayrı ve barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz o kadar önemli değil artık. Çünkü çocuklarımız babalarının aşağılandığını görürler. Kalan günlerimiz çok olmayacaktır. Bir zamanlar sizin gibi güçlü olanların ve ormanlarda özgürce dolaşanların mezarları da kalmayacak. Onları anmak ve yaslarını tutmak için, bir zamanlar bu dünyada yaşamış olanların çocukları da kalmayacak… Bunun için neden yas tutalım?
Kabileleri insanlar yapar. İnsanlar gidince, kabileler de olmaz. Kızılderili de yok olur. Tıpkı denizin dalgaları gibi; insanlar gelir ve insanlar gider. Şimdi de sanki arkadaşıymış gibi kendisiyle konuşabilen Tanrısıyla birlikte beyaz adam gelmiştir. Bildiğim bir şey var ki, belki beyaz adam da bir gün bunu keşfedecektir. Siz nasıl şimdi bizim toprağımıza sahip çıkmak istiyorsanız ve sonunda sahip olduğunuza inanacaksanız, aynı şekilde Tanrınıza da sahip olduğunuza inanıyorsunuz. Ama hiçbir zaman olamayacaksınız!.. Eğer Tanrı sizin anlattığınız gibi gerçek Tanrı ise, sevecenliği yalnız beyaz adama olamaz.
Beyazlar da bir gün diğerleri gibi geçip gideceklerdir. Tıpkı denizin dalgaları gibi. Yatağına pislik yığmaya devam eden, bir gece kendi pisliğinde boğulacaktır.
Son, bize bir sırdır… Sizin getirdiğiniz gibi bir sonu biz anlayamıyoruz. Dipdiri tepelerin konuşan tellerle lekelendiğini, ormanın gizli köşelerini neden pek çok beyaz adamın kokusunun doldurduğunu, vahşi atların neden tutsak edildiğini, bufaloların neden katledildiğini biz anlamıyoruz. Böyle bir son bize bir şey anlatmıyor. Çalılıklar nereye gitmiş?.. Kartal nereye kaybolmuş?.. Hızlı koşan bir ata ve av avlamaya neden veda etmek gerecekmiş?.. Bütün bunlar ne demektir?.. Yaşamın sonu… Ve; herhalde yeniden yaşamaya çalışmanın başlangıcı…
Toprağımızı alma önerinizi düşüneceğiz. Kabul edersek, bu belki de bize vaat ettiğiniz bölge için olacaktır. Orada belki de kalan günlerimizi gönlümüzce yaşayabiliriz. Bu dünyada, son Kızılderili de yok olduğu zaman, yalnızca çayırlar üzerinde bulut gibi hareket eden bir anı kalacaktır. Bu kıyılar, bu ormanlar halkımın ruhunu koruyacaktır. Çünkü onlar bu dünyayı yeni doğan bir çocuk anasının yürek atışını nasıl severse, öyle severler… Öyle ise, toprağımızı alırsanız, onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Anılarını da aynen saklayınız.
Onu çocuklarınız için; bütün gücünüzle, bütün aklınızla ve bütün kalbinizle koruyunuz ve seviniz. Göreceksiniz… Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz.
Duwarmish Kızılderililerinin Reisi
Reis Seattle
( Faceboook'tan alıntıdır )
0 notes
photos-ok81 · 3 years
Photo
Tumblr media
ABD Başkanı Franklin Roosevelt, Demokrat Parti Kongresinde. 1938 #tarih #history #renklitarih #colorhistory #historylovers #historypictures #historyhd #foto #fotoğraf #fotografia #picture #franklinroosevelt #usspresident https://www.instagram.com/p/CUacfGDIf1q/?utm_medium=tumblr
0 notes
magazinevim · 3 years
Text
İsrail'in başarısız bir devlet olarak acımasız geleceği
İsrail’in başarısız bir devlet olarak acımasız geleceği
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price işinde yeni, ama hızlı öğreniyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı Cordell Hull, 32.ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt’in Şubat ayında Yalta konferansından dönmesinden sonra İsrail’in kurulması üzerinde çalışmaya başlamasından bu yana departmanında yazılı olmayan bir kural var gibi görünüyor. 12, 1945. Yorgundu ve artık parantezlerin desteğiyle bile ayakta…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kitaplifilmli · 6 years
Link
ASIRLARI AŞAN ADAM!
Geçtiğimiz günlerde Tesla Motor'un CEO'su Elon Musk, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüştükten sonra gerçekleştirdiği Anıtkabir ziyaretinden iki adet fotoğraf paylaştı ve bu fotoğraflar toplamda 1 milyon 500 binden fazla beğeni aldı. Ardından, Twitter hesabından Atatürk’ ün "Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin.“ sözünü içeren paylaşımı da 180 binden fazla beğeni aldı. Bu hareketleri ile Musk, bir bakıma hepimizin sempatisini kazandı. Atatürk sevgisi Türk halkında sempati uyandırdığından herhalde, malumunuz şu sıralar bu sevgiyi kullanmak pek revaçta!
Elon Musk’ ın Atatürk'e ilgisi ve hayranlığı aslında bizim için pek de şaşırtıcı bir durum değil. Belçika'dan Bangladeş'e, Pakistan'dan Dominik'e, Hindistan'a, ABD'ye kadar birçok ülkede adını taşıyan caddeler sokaklar parklar bulunan; Şili, Japonya, Macaristan, Romanya, Küba, Venezuela, Yeni Zelanda,  Meksika gibi dünyada birbirinden farklı birçok ülkede anıtı bulunan bir liderden söz ediyoruz.
UNESCO tarafından, "Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu” olarak sıfatlandırılan Atatürk, üye 156 ülkenin oybirliğiyle, 1981 yılını “Atatürk yılı” ilan etti ve Atatürk, adına yıl ilan edilen tek lider oldu.
Bizim “dünya liderimiz"den önce Atatürk'ün ne kadar önemli bir değer olduğunu kavrayan ve onu söylemlerine taşıyan pek çok dünya lideri var. Mesela, Winston Churchill Atatürk'ün vefatının ardından şu sözleri söylemişti: "Türkiye'yi  savaştan kurtaran, savaştan sonra da Türk Milletini yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de büyük kayıptır. Her sınıf halkın  onun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahraman ve modern Türkiye'nin Ata'sına değer bir görünümden başka bir şey değildir." Afgan Kralı Emanullah Han ise, "O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi." demişti. Bu iki liderin söylemi, Atatürk'ün dünya çapında ne denli önemli bir lider olduğunun göstergesidir.
Yalnız onlar değil, 19. ve 20. yüzyıl dünya liderlerinden Fransa Başbakanı Aristide Briand, ABD Başkanı Franklin Roosevelt, Rus İhtilali Lideri Vladimir İliç Lenin, Yunan Başbakanı Eleftherios Venizelos, Fransa Cumhurbaşkanı Albert Lebrun, Sovyet Başbakanı Mihail Kalinin de, Atatürk'ten hayranlıkla bahseden söylemlerde bulunmuşlardır.
İngiliz Generali Sir Charles Townshend, onun, sıradan bir liderden farkını şu sözlerle dile getirmiştir: "Ben şimdiye kadar on beş hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kudretinin esrarı var.”
Atatürk söylemlerinin samimiyet kazanabilmesi için bunları yazıyorum; Atatürkçü olmak için öncelikle onun ne kadar etkileyici bir karakteri olduğunun bilinmesi gerektiği için. Çok değil daha 2 ay öncesinde, yeni eğitim öğretim sisteminin başında, müfredattan Atatürk'ün çıkarılmasını tartışıyorduk hâlbuki ama şimdilerde herkesin dilinde bir Atatürk sevgisi.
Bunları yazıyorum ama her şeye rağmen, sebebi ne olursa olsun Atatürk sevgisi altında birleşmemizden memnunum. Hani bir taraftar sloganı vardır. Onu Atatürk'e uyarlayarak söylüyorum, yazın kenara: “Bir gün herkes Atatürkçü olacak!”
Fatma Çelik
2 notes · View notes
Photo
Tumblr media
The Longest Day (1962) EN UZUN GÜN IMDb Address: http://www.imdb.com/title/tt0056197/?ref_=nv_sr_1 Yapımı : 1962 - ABD Tür : Aksiyon * Dram * Savaş * Tarih Süre: 178 Dak. Yönetmenler : Ken Annakin, Bernhard Wicki, Andrew Marton Oyuncular : Sean Connery * Henry Fonda * John Wayne... Film Özeti 1962 yapımı bu epik savaş filmi, Cornelius Ryan'ın "Longest Day" isimli romanından uyarlanmıştır. İkinci Dünya Savaşının en önemli günlerinden biri olan, 6 Haziran 1944 tarihinde, Müttefiklerin Normandiya Çıkarmasını (D-Day) ve bu çıkarmadaki bazı askeri birliklerin hikâyelerini ve komutanların stratejilerini konu alan 3 saatlik filmde John Wayne başta olmak üzere birbirinden ünlü oyuncular boy gösteriyor. Tarihin çok büyük bir dönüm noktası olan Normandiya Çıkarması öylesine önemliydi ki; dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin D. Roosevelt'in akrabası olan Theodore Roosevelt III dahi bu savaşa katılmıştır ve filmde onu efsanevi oyuncu Henry Fonda canlandırmaktadır.
0 notes
tabutluktagorusuruz · 7 years
Photo
Tumblr media
Rus Çarı I. Petro’nun 1725 yılında yazdığı vasiyetinin Türklerle ve NATO ile olan ilgisi
“Türkiye ile İran arasına fitne ve fesat tohumları ekilmeli..” Bizler ne kadar da yardımcı olmuşuz!
Çar I. Petro, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı olan İstanbul’un mutlaka alınmasını, bunun için de Türkiye ile İran arasına fitne ve fesat tohumları ekilmesi gerektiğini ve Gürcistan ile Kafkasya’nın ele geçirilmesinin şart olduğunu tembihler… (1)
1738 Yılında Açıklanan Rus Çarı I. Petro’nun 1725 Yılında yazdığı vasiyetnamesi
Bütün evlatlarım, birbirini takiben, Avrupa ülkelerinde hükümran olacaktır., zira Avrupa’nın bütün devlet kuruluşları köhnemiş ve ihtiyarlamıştır.
Fakat Rus Saltanatı inkişaf halindedir, biz bu inkişafı aklımızla bulmuşuz. Gelecek nesillerimizin elinde bir “talimat” niteliğinde olsun diye, ben “Vasiyetnamemi” aşağıdaki vasiyet şeklinde yazdım.
1-Rus devleti daima dengeli savaş şartları hazırlamalı ve bu hazırlığın Rusya’nın terakkisine sebep olması için çalışılmalıdır.
2-Savaş dönemlerinde Avrupa’dan mümkün olduğu kadar harp sergerdelerini, sulh zamanında ise, ilim adamlarını Rusya’ya celbetmeli.
3-Avrupa ülkeleri arasında fitne-fesat türetmek, aralarında zıddiyet yaratmak ve bu işte onlardan biri ile işbirliği içinde olmak lazımdır. Özellikle Alman halkı arasındaki kaynaşma ve kargaşalıklarda faal bir yer tutmaya çalışmalı. Zira onlar bizimle hemhudut ve bize bitişiktir.
4-Polonya’da kargaşalık çıkarmalı, onların ileri gelenlerine cimrilik etmeden rüşvet verip güçlerini bozmalı, devlet işlerine darbe vurmalı, Moskova’dan asker götürüp orada yerleştirmeli. Eğer başka devletler bizim bu tedbirlerimize itiraz ederlerse “sus payı” olsun diye Polonya’dan bir parça koparıp onlara da vermeli, iş tamam olduktan sonra ise, o parçayı da geri almalı. Rus saltanatını muhkemleştirmeli.
5-İsveç ve Norveç ülkelerinde mümkün olduğu kadar bir dayanak mıntıkası elde etmeli. Çünkü onların Valileri elimizde olurlarsa, İsveç ve Norveç’in Danimarka’ya düşmanlık tohumu serpmelerini temin etmek daha kolay olacaktır.
6-Rusya asilzadeleri daima Alman asilzadelerinden, nüfuslu şahsiyetlerinden, valilerden, rütbe sahiplerinden kız almayı unutmamalıdırlar. Zira onların bu şekildeki akrabalığı bize daima fayda sağlar.
7-İngiliz hükümeti ile birlik olup temasları sıklaştırın. Çünkü ticarette ve devlet idaresinde bu bize faydalı olur. Gemi inşaatı için gerekli bütün malzeme onlardan alınacaktır. Bu temas hem silah, hem de gemicilik için çok faydalıdır.
8-Rusya devletinin hududu Avrupa’nın şimalinden Baltık denizine, güneyde ise Karadeniz’e kadar olmalıdır. Bu durumu korumak ve Rus serhaddini genişletmek evlatlarımın vazifeleridir.
9-Rusya devletini, dünya devleti yapabilmek için, onun başkentinin, Asya ve Avrupa hazinelerinin anahtarı olan İstanbul olması lazımdır.
Acele ve noksansız olarak çalışıp, İstanbul’un batı topraklarına sahip olmak gerekir. Şüphesiz ki İstanbul’a sahip olan Şah, dünyada ilahi şah olacaktır.
Bu maksadın hedefine ulaşabilmesi için, daima Türkiye ile İran arasına fitne-fesat tohumları ekmeli, kavga ve savaş çıkarılmalıdır.
Bu iş için Sünni ve şii mezhepleri arasındaki ihtilaflar en keskin silah ve yenilmez ordudur.
Rusya’nın nüfuzunu Asya’da yaymak için Sünni şii ihtilafları en iyi vasıtadır. Türkiye ile İran arasındaki muvazeneyi öyle bozmak lazımdır ki (fitne-fesatla) onlar birbirleri ile hiçbir zaman anlaşamasınlar.
Hem İran, hem de Türkiye’nin Avrupa halkları ile temas etmesine imkan vermemeli. Eğer bu ülkelerin Müslümanları gözlerini açıp hukuklarını anlayacak olurlarsa, o bize büyük bela olacaktır.
Hem Türkiye’nin hem de İran’ın din adamlarını elde etmek ve onlar vasıtası ile Sünni-şii ihtilaflarını kızıştırmak lazımdır.
İslam akidesini Asya’dan uzaklaştırmak, Hristiyan dini akidesini ve medeniyetini oralarda ciddi bir şekilde tebliğ etmek ve yaymak zaruridir.
Gizli tutulsun
Bizim alimlerimizin bugüne kadar devlet işlerine müdahale etmesi, Rusya devletinin terakkisine mani olmuştur. Ben kendi selahiyet ve istiklalimi kullanarak, onları devlet işlerinden uzaklaştırdım. Ruhanilerin devlet işlerine müdahale etmelerini reddettim, şimdi onlar sıradan birileri gibi elleri ve kolları bağlı kalmıştır.
Ben bunu çok büyük bir riski göze alarak yaptım. Ruhanilerin devlet ve millet işlerinden ellerini çekip, yetkilerini kiliselerde yalnız dini görev yapmakla sınırlandırdım.
Bunlara ilaveten, çeşitli tedbirler de almak lazımdır ki, İran ülkesi her geçen gün biraz daha parasız pulsuz ve ticaretsiz kalsın. Hülasa İran’ı daima gerilemeye sevk etmeli, bağlı durumda tutmalı ki Rusya devleti onu istediği zaman zahmetsiz bir şekilde öldürmeğe kadir olsun.
Ama Türkiye devleti mahvolmadan İran’ın canını almanız tavsiye edilmez.
Gürcistan ülkesi, Kafkasya hattının yani İran’ın şah damarıdır.Eğer Rusya’nın tesellüd neşteri o damara yetişecek olursa, o zaman kalbinden zayıf kanı akacak ve onu öyle halsiz edecektir ki bin Eflatun dirilip gelse dahi onu ıslah edip sağlığına kavuşturamaz.
O zaman İran ülkesi Rusya çarlarına deve gibi muti olacaktır. Ve Türkiye’nin son alevi de sönecektir.
Maddi ihtiyaçlar bölgesi olan Türkiye’nin işini bitirdikten sonra, İran’ı zorluk çekmeden mahvetmek ve başını kesmek mümkündür.
Bunun için de siz, zaman kayıp etmeden Gürcistan’ı ve Kafkasya’yı zaptedip, İran’ın içte hakem durumda olan şahsiyetlerini kendinize hadim ve muti edeceksiniz.
Ondan sonra Hindistan’a kastetmeli. O memleket çok büyük ve geniş bir ticaret bölgesidir. Orayı ele geçirdiğiniz taktirde, İngiltere vasıtası ile elde edilen gelir evvelkinden çok, Hindistan’dan ihraç olunacaktır.
Hindistan’ın anahtarı Türkiye’nin Payitahtıdır.
Gidebildiğiniz kadar Kırgız, Hive ve Buhara sahraları tarafından ilerleyin ki hedefiniz size yaklaşmış olsun. Zaman kayıp etmeyin, aynı zamanda telaş ve acele etmekten imtina edin.
Avusturya devleti ile zahiren dost olmalı. Fakat öyle bir tedbir almalı ki Alman ve Avusturya gitgide güçlerini kaybetsinler.
Türkiye’yi Avrupa’dan ayırmalı (uzaklaştırmalı) ve bu işbirliğinden Avusturya’ da fayda temin etmeli. Bu işte iki yol var : Biri Avusturya’yı başka bir yerde meşgul etmek, biri de
Avusturya’ya Türkiye topraklarından öyle bir parça vermeli ki bilahere onun Avusturya’dan geri alınması kolay olsun.
10-Yunanlılara sulh ve dostlukla muamele etmeli, savaş zamanı onlar size yardım ederler, zira Yunanlılar Türkiye’den daima zarar görmüşlerdir.
11-İsveç, Norveç, Türkiye, İran ve Polonya’yı istila ettikten sonra İtalya ve Fransa ile müttefik olup temas kurun. Eğer onlardan hiç birisi dostluğumuzu kabul etmezse, o zaman bir fırsatını bularak, o yer ve ülkeleri mahvediniz. Bu yerleri ele geçirdikten sonra dünya hakimi olursunuz.
12- Eğer yukarıda belirtilen ülkelerden herhangi birisi muharebeyi kabul etmezse, öyle bir tedbir almak gerekir ki bu iki hükümetin (İtalya ve Fransa) arasında fitne-fesat yaratabilsin. Bu suretle zamanla onlardan biri ortadan kalkarak harap olacaktır. Geri kalan hükümetleri talan edip zahmet çekmeden bütün Avrupa üzerinde hükümranlık kurarsınız. İşin sonunda diğer ülkelerin hepsini kendi memleketinize ilhak edip bütün dünyaya sahip olursunuz.(2)
Burada devletlerin ideallerini gerçekleştirmek için sürekli olarak nasıl fırsat kolladıklarına çarpıcı bir örnek olması için bir not düşülmesi gerekmektedir.
“Anadolu topraklarını Büyük Devletler arasında paylaşmaya yönelik ilk antlaşma, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 18 Mart 1915’de yapılan İstanbul Antlaşması oldu. Buna göre İtilaf Devletleri harbi kazanmaları halinde İstanbul ve Çanakkale boğazları ile hinterlantlarını Rusya’ya bırakacaklardı. (*)
Bu antlaşmayı Rusya istemiş, bu surette Çar I. Petro’dan beri takip ettiği “Sıcak Denizlere inme milli ideali”ni bu surette gerçekleştirmek istemişti..”(**)
* *
NATO’ya neden üye olduk?
“Türkiye’nin NATO’ya katılmaya çağrılmasının en önemli sebebi ABD’nin askerî stratejisindeki değişikliktir.
SSCB atom bombası yapınca…
1949’da SSCB’nin atom bombası yapması, ABD’yi endişelendirmişti. SSCB’ye yakın bölgelerde askerî üsler kurularak Sovyetlerin “gözetlenmesi” kararı alındı. NATO’ya üye olmak Türkiye’yi gerçekten de bir SSCB saldırısından korudu…
…İkinci Dünya Savaşı’na fiilen katılmayan Türkiye’nin, savaşın son yılından itibaren iliklerine kadar hissetmeye başladığı Sovyet işgali tehdidi, 1949’da NATO’nun kurulmasından sonra Ankara’nın bu örgüte üyelik için gösterdiği olağanüstü çabanın en önemli sebebini oluşturmaktaydı.
SSCB’nin bitmez talepleri
19 Mart 1945 tarihi Türk dış politikası açısından çarpıcı bir dönüm noktasını ifade etmektedir. Şubat 1945’te yapılan Yalta Konferansı’nda, ABD Başkanı Franklin Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in de tasvibini alan SSCB lideri Josef Stalin, Dışişleri Bakanı Vladislav Molotov yoluyla Türkiye’ye 19 Mart’ta diplomatik bir nota vererek, Türk Boğazları’nın savunulması için Sovyetler’e üs verilmesini istedi.
Molotov Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’le yaptığı görüşmede ayrıca, 1925 tarihli Türk-Sovyet Saldırmazlık Anlaşması’nın süresinin yıl sonunda dolacağını hatırlatarak, SSCB’nin bu anlaşmanın süresini uzatmayacağını net bir şekilde ifade etti.
7 Haziran 1945’te Sarper ile bir defa daha görüşen Molotov, Boğazlar rejiminin değiştirilmesini, Sovyetler’e üs verilmesini ve 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’nda yapılacak değişiklikle Kars ve Ardahan’ın SSCB’ye bırakılmasını istedi.
Sovyet saldırısına karşı
Sovyet istekleri Ankara’da derin bir şoka sebep olmuştu. Türkiye, ABD ve İngiltere’nin bütün ısrarlarına rağmen savaşa girmemiş olduğundan, bu iki ülke de Ankara’ya soğuk yaklaşmaktaydı.
Üstelik ABD ve İngiltere, SSCB ile müttefik olduklarından Stalin’in isteklerine açıkça karşı çıkmıyorlardı. Türkiye muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı askerî tedbirler almaya başladı. Sovyet sınırındaki askerî birlikler savunulması daha kolay olan Erzurum’a çekildi. Bölgedeki köy ve kasabalar boşaltılarak halkın daha Batı’daki yerleşim birimlerine gitmeleri sağlandı. Bunlar yapılırken, ABD ve İngiltere nezdindeki diplomatik girişimlere de hız verildi.
Soğuk savaş gerginliği
Türkiye’yi rahatlatan gelişmeler 1946’dan itibaren yaşanmaya başladı. ABD ile SSCB arasında savaş sırasında oluşan dostluk ortadan kalkmış, özellikle Polonya ve Almanya’nın durumuyla ilgili anlaşmazlıklar ileriki yıllarda “Soğuk Savaş” olarak adlandırılacak bir gerginliğin ortaya çıkmasına sebep olmuştu.
12 Mart 1947’de ABD Başkanı Harry Truman, bir Sovyet saldırısına karşı kullanılmak üzere Türkiye’ye ve Yunanistan’a askerî yardımda bulunacağını açıkladı. Truman Doktrini’nin ilan edilmesinin ardından Türkiye’ye gelen Amerikalı askerî uzmanlar, Türk ordusunun modernizasyonu için nelerin yapılması gerektiğini öngören bir çalışma hazırladılar.
12 Temmuz 1947’de Türkiye ile ABD arasında askerî yardım anlaşması imzalandı. ABD Türkiye’ye askerî malzeme vermeye başladı.
Bu arada Washington-Moskova hattındaki ilişkiler tamamen kopma noktasına gelmiş, 1948’deki Berlin bunalımından sonra her an “üçüncü dünya savaşı”nın çıkabileceği konuşulur olmuştu. ABD, Avrupa’daki çıkarlarını korumak ve SSCB’yi çevrelemek yönünde en somut adımını Nisan 1949’da attı. ABD ve Kanada ile 10 Avrupa devleti arasında Washington’da Kuzey Atlantik Antlaşması imzalanarak NATO kuruldu.
Hepimiz birimiz için
NATO, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. Maddesinde öngörülen “müşterek öz savunma” (meşru müdafaa) ilkesine uygun olarak meydana getirilmiş bir askerî pakttı. NATO Antlaşması’nın herhangi bir yerinde “SSCB” ya da “komünist devletler” tabiri geçmemekle birlikte, aslında örgütün bir SSCB saldırısına karşı müttefik ülkeleri korumak üzere kurulduğu açıktı.
Antlaşma’nın bugün de geçerli olan 5. Maddesine göre, NATO üyelerinden herhangi birine yapılacak bir saldırıya, diğer üyeler beraberce karşılık vereceklerdi. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” yaklaşımı olarak nitelendirilen bu madde Ankara tarafından ilgiyle karşılanmış, NATO’ya üye olmanın Türkiye’yi muhtemel bir SSCB işgalinden kurtaracağına olan inanç Hükümet üyeleri arasında yaygınlaşmıştı.
Kimse davet etmemişti
Bununla birlikte, ortada ciddi bir mesele bulunmaktaydı: Kimse Türkiye’yi NATO’ya üye olmaya davet etmemişti. NATO’nun kuruluşu esnasında Türk Hükümeti’nin yaptığı olumlu açıklamalara rağmen 1950’nin ortalarına kadar ne ABD ne de İngiltere Türkiye’yi NATO üyesi olmaya çağırdı.
Bir davet olmamasına rağmen daha fazla beklemeyen Hükümet, Türkiye’deki ilk gerçek demokratik seçimlerin yapılmasından dört gün önce 10 Mayıs 1950’de NATO’ya üyelik için başvurdu. Fakat bu başvuru dikkate alınmadı.
İngiltere, Türkiye’nin NATO’ya üye olması yerine, kendi öncülüğünde kurulacak bir Orta Doğu komutanlığına dâhil olmasından yanaydı.
Açıkçası, Stalin’in saldırma tehdidi hâlâ varlığını devam ettirmekteyken Türkiye’ye yapılacak bir Sovyet saldırısı sebebiyle ABD ve İngiltere, SSCB’yle savaşa girmek istemiyorlardı.
İkinci müracaat yapıldı
14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti Hükümeti de, kendisinden önceki hükümet gibi NATO üyeliği için çaba gösterdi. Hatta 25 Haziran 1950’de Kore Savaşı’nın patlak vermesi üzerine, BM’nin çağrısına uyarak 25 Temmuz 1950’de Türk askerinin Kore’ye gönderilmesi kararı alındı.
Hemen ardından da 1 Ağustos’ta NATO’ya ikinci defa üyelik müracaatı yapıldı. Bu müracaat da Eylül ayında yapılan NATO toplantısında reddedilirken, Türkiye’nin Akdeniz’in güvenliği için oluşturulacak bir mekanizmada yer alması önerildi.
Sadece bir yıl sonra 16-20 Eylül 1951’de yapılan NATO Zirvesi’nde Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya katılmaya davet edilmesinin en önemli sebebi ABD’nin askerî stratejisindeki değişikliktir.
Zannedildiği gibi, Türkiye’nin NATO’ya üye olmaya davet edilmesinin Türk askerinin Kore’de göstermiş olduğu kahramanlıklarla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. 1949’da SSCB’nin atom bombası yapması, o zamana kadar nükleer tekele sahip olan ABD’yi endişelendirmişti.
SSCB’ye yakın bölgelerde askerî üsler kurularak, hem Sovyetlerin “gözetlenmesi” hem de muhtemel bir saldırıya vakit kaybetmeden karşılık verilebilmesi kararı alındı. Bu noktada, Türkiye ve Yunanistan’da Amerikan üsleri kurulması hayati önem taşımaktaydı.
ABD Üs istedi fakat…
Ankara’da Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile görüşen Amerikalı yetkililer, Türkiye’nin ABD’ye üs vermesini istediler. Türk tarafının tavrı gayet netti: NATO üyeliği olmadan, böyle bir talep kabul edilemez.
ABD arşivlerinde yer alan bu görüşmelerin tutanaklarına göre, Bayar ve Menderes, Amerikalıların bütün ısrarlarına ve askerî yardımın artırılması tekliflerine rağmen, İttifak’a üyelik söz konusu olmadıkça Türkiye’nin SSCB karşısında yalnız kalacağı gerekçesiyle, Amerikan üslerine izin vermediler.
Batırılamaz bir gemi
SSCB’nin “çevrelenmesi” için Türkiye’nin “batırılamaz bir uçak gemisi” gibi kullanılmasına ihtiyaç duyan ABD, Türkiye’ye soğuk bakan İngiltere’yi de ikna ederek NATO üyeliğinin kapısını araladı. Türkiye ve Yunanistan 18 Şubat 1952’de NATO’ya üyelik antlaşmalarını imzaladılar.
Sadece iki yıl sonra İncirlik üssünün ABD hava kuvvetleri tarafından kullanılmasına başlandı.Türkiye’nin dört bir yanında onlarca üs ve tesis kuruldu. Sayıları 20.000’i bulan Amerikan askeri bu üs ve tesislere yerleşti…” (3)
*   *  
Bugünler dünlerden doğar…
Dünü öğrenmeden bugünün olaylarını anlamamız, kavramamız mümkün değildir.
Bir Cihan İmparatorluğu’ndan nasıl oldu da bir şemsiye altına girebildiğimiz süreci anlamamız için
-Sonuçları itibariyle 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasını,
-1853’de Osmanlı-İngiltere-Fransa ve Rusya arasında yaşanan Kırım Savaşını,
-Ve NATO’ya girişimizi vitrini ile değil mutfakta (ABD-İngiltere-Rusya tarafından) nasıl pişirildiğini…
www.canmehmet.com
Açıklama;
(*) Paul C. Helmreich, Sevr Entrikaları, Çev. S. Erol, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s. 3 (**) Alıntı; MUSTAFA KEMAL PAŞA’DAN KAMAL ATATÜRK’E GİZLİ – AÇIK PLANLARI VE TUTAN – TUTMAYAN İNKILAPLARI SÜLEYMAN KOCABAŞ. İstanbul, 2013
Kaynaklar;
(1) 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması, (oluşumu-tahlili-tatbikî), Dr. Osman KÖSE  Ve kitabın alıntı kaynağı;
(2) Vasiyetname hakkında daha geniş bilgi için bakınız; “ I. Petro’nun 1725 yılında Yazdığı “Vasiyetnamesi”, (Dirilik Dergisi 1916, sayfa 16’dan iktibas), Türk Kültürü, Ankaral990. 323,5.160-163.
(3) Diplomatik muhakeme, Prof. Dr. Çağrı Erhan, Türkiye Gazetesi, 10 Ocak 2012 Salı
2 notes · View notes
tarihzade-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
"Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır. " - Franklin Roosevelt, ABD Başkanı (Atatürk Hakkında Sözleri)
3 notes · View notes
alticizilen · 7 years
Text
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları – John Perkins - Alıntılar
Tumblr media
Savaşlardan ve seri silah üretiminden, akarsulara barajlar ile set çekilmesinden, yerel ortamların ve kültürlerin yok edilmesinden kimlerin yarar sağladığını merak ediyordum. Yüzbinlerce insanın yiyecek yokluğundan, pis sudan veya tedavi edilebilir hastalıkardan ölmesinin kimlere yarar sağladığını da incelemeye başladım. Yavaş yavaş, uzun vadede kimsenin yararına olmasa da, kısa vadede ben ve patronlarım gibi piramidin tepesinde olanların, en azından maddi açıdan, çıkar sağladıklarını anlamaya başladım.
Bu, birçok soruyu da beraberinde getirdi: Bu durum niye devam ediyordu? Bu kadar uzun bir zaman nasıl süregelebilmişti? Acaba cevap, o eski “Hak güçlünündür” deyişinde, sistemi güçlü olanların sürdürdüğünde mi yatıyordu?
Bu durumun devam etmesine sadece gücün izin verdiğini söylemek yetersiz görünüyordu. Güçlünün haklı olduğu önergesi birçok şeyi açıklasa da, burada daha elle tutulur bir sebep olması gerektiğini hissediyordum. İşletme okulu günlerimden, kısıtlı kaynaklar, insanın devamlı büyüme ihtiyacı ve köle işci ilkesi hakkında ders veren Kuzey Hindistanlı bir ekonomi profesörünü anımsadım. Bu profesöre göre, tüm başarılı kapitalist sistemler en tepede, aşağıya doğru inen katmanları kontrol eden bir avuç insan ve altta, ekonomik anlamda gerçekten birer köle olarak adlandırılabilecek devasa bir şçi ordusu dahil, katı komuta zincirlerine sahip hiyerarşiler içerirler. Sonuçta, şirketokrasi bizi Tanrı’nın bize bu kapitalist piramidin en tepesine birkaç adamımızı yerleştirmemize ve sistemimizi tğm dünyaya yaymamıza izin verdiği konusunda ikna ettiği için, bu sistemi desteklediğimize inanmaya başladım. (s93)
 Makale beni, ülkemin dünyaya olan tavrı hakkında düşünmeye zorladı. İlk defa 1823’te Başkan James Monroe tarafından dile getirilen Monroe Doktrini, Bariz Kader’i bir adım daha ileri götürerek, 1850’lerde ve 1860’larda, ABD’nin tüm yarımküre üzerinde, kendi politikalarını desteklemeyi reddeden herhangi bir Orta veya Güney Amerika ülkesini istila etme hakkı da dahil, özel haklara sahip olduğunu iddia etmek için kullanılmıştı. Teddy Roosevelt, ABD’nin Dominik Cumhuriyeti’ne ve Venezuela’ya müdahalelerini haklı göstermek için ve Panamanın Kolombiya’dan “kurtalışı” sırasında Monroe Doktrini’ne atıfta bulunmuştu. Onu izleyen bir dizi ABD başkanı – özellikle Taft, Wilson ve Franklin Roosevelt – 2. Dünya Savaşı’nın sonlarında Washington’un Pan-Amerikan faaliyetlerini yaymak için Monroe Doktrini’ne dayandılar. Son olarak, yirminci yüzyılın ikinci yarısında Birleşik Devletler, bu kavramı Vietnam ve Endonezya dahil, tüm dünya ülkelerine yaymayı haklı göstermek için komünizm tehdidini kullandı. (s99)
·         Monroe Doktrinine ve yeni yorumuna ilişkin: https://en.wikipedia.org/wiki/Monroe_Doctrine
Grahan Greene’in makalesi aklıma, 1972 yılında bir kahve masasında Torrijos’un karşısında oturduğum o gün ile ilgili bir soru getiriyordu. O zaman, bu dış yardım oyununun ülkesini  borç yükü ile zincirlerken, kendisini zengin etmek için varolan bir düzen olduğunu, Torrijos’un bildiğini varsaymıştım. Bu sürecin, iktidardaki tüm insanların rüşvete açık oldukları varsayımı üzerine kurulu olduğunu ve bir kişisel çıkar beklentisi içinde olmayıp, onun yerine dış yardımı gerçekten insanların yararı için kullanma kararının ileride tüm sistemin devrilmesine neden olabilecek bir tehdit olarak algılanacağını bildiğine emindim. Dünya bu adamı gözlüyordu; eylemlerinin Panama’nın çok ötesine uzanan sonuçları vardı ve bu yüzden hafife alınamazdı. (s156)
·         Politikacıların her birinin kendi çıkarlarını düşünen bireyler olduğu vebunun rasyonel teorinin doğal bir sonucu olduğu üzerine kurulmuş sosyal bilim dalı “Public Choice” üzerine: http://www.econlib.org/library/Enc/PublicChoice.html
Her iki belgedeki ifadelerin hiçbirisi açıkça yalan değildi – her ikisinin de arkasındaki bilgiler dosyamda kayıtlarda vardı; ama gerçeğin çarpıtılıp yumuşatılmış bir şeklini sunuyorlardı. Ve resmi belgelere tapan bir kültürde, yaptıkları çok daha kötüydü. Açık yalanlar çürütülebilir. Halbuki, açık aldatmacalara değil de gerçek kırıntılarına dayanan ve diğer kuruluşların, uluslarası bankaların ve hükümetlerin güvenni kazanmış olan bir kuruluşun ürünü olan bu ikisi gibi belgeleri çürütmek imkansızdır. (s194)
Kandırmca ve tehdidin daha belirsiz, yumuşak bir beyin yıkama şekline dönüştüğü bu noktaya gelmek için, on yıldan az bir süre gerekmişti. Şimdi ise, ofisimin dışında masalarında oturmuş, Boston’un Back Bay’ine bakan bu insanlar, küresel imparatorluğun amaçlarına hizmet etmek içiin dünyaya açılıyorlardı. Çok gerçek bir anlamda, Claudine’nin beni yaratmış olduğu gibi, ben de onları yaratmıştım. Ama, benden farklı olarak, onların olann bitenden haberleri yoktu. (s198)
Bu öngörülerin isimleri ve kullandıkları kelimeler, az da olsa, değişiktir. Değişik şekillerde Yeni Çağ’dan (New Age), Üçüncü  Binyıl’dan (Third Millennium), Koca Çağı’ndan (Age of Aquarius), Beşinci Güneşin Başlangıcı’ndan (Beginning of the Fifth Sun) ya da eski takvimlerin sonu ve yenilerinin başlangıcından bahsederler. Ancak, bu çeşitli adlandırmalara rağmen, ortak çok yönleri olup, “Akbaba ve Kartal Kehaneti” tipiktir. Bu öngörü, tarihin sisli geçmişlerinde insan topluluklarının bölünüp iki farklı yol izlediklerini söyler: Akbabanın yolu (yüreği, sezgiyi ve mistik olanı temsilen); ve kartalın yolu (aklı, mantığı ve maddesel olanı temsilen). 1490’larda, der öngörü, bu iki yol birleşecek ve kartal akbabayı yok olmanın eşiğine getirecektir. Bundan beşyüz yıl sonra ise, 1990’larda, akbaba ile kartalın yeniden birleşip, aynı gökyüzünde ve aynı yolda beraberce uçmalarına fırsat sağlayacak yeni bir çağ başlayacaktır. Eğer akbaba ve kartal bu fırsatı değerlendirirlerse, o ana kadar görülmemiş sıradışı bir kuşak yaratılacaktır.
“Akbaba ve Kartal Kehaneti” birçok seviyede anlaşılabilir – standart yorum, yerel bilginin bilimsel teknolojilerle paylaşımını, yin ve yang’ın dengelenmesini ve kuzey ile güney kültürlerinin birleşmelerini öngörür. Ancak, en güçlü olanı, bilinç hakkında verdiği mesajdır; kendimize ve dünyaya bakabileceğimiz çok çeşitli yollardan yararlanabileceğimiz bir döneme girdiğimizi ve daha yüksek bilinç düzeylerine çıkmak için bunları bir sıçrama tahtası olarak kullanabileceğimizi söyler. İnsanlar olarak, gerçekten uyanıp daha bilinçli bir türe dönüşebiliriz. (s292)
·         Kartal ve Akbaba Kehaneti’ne ilişkin: http://isyandan.org/haberler/kuzey-ve-guney-amerika-yerli-halklari-chevronla-mucadele-icin-birlesti/
·         Yazar John Perkins’in kendine ait internet sitesi: http://johnperkins.org/
·         Kitaba ve yazara ilişkin eleştiri için: Haluk Hepkon’un yazısı https://ismailhakkialtuntas.com/2013/02/06/zeitgeist-kova-cagi-muhalefeti-2/
1 note · View note
limonarti · 4 years
Text
2020 Grammy Ödülleri’ne: Billy Eilish damgasını vurdu
Müzik dünyasının en büyük ödülü kabul edilen Grammy Ödülleri, Los Angeles'ta sahiplerini buldu.
Tumblr media
62'inci Grammy Ödül Töreni'ne 18 yaşındaki Billy Eilish damgasını vurdu. En İyi Şarkı, En İyi Albüm, En İyi Kayıt, En İyi Yeni Sanatçı, En İyi Pop Vokal Albüm olmak üzere en büyük ödüllerin beşini aldı.
Los Angeles doğumlu şarkıcı, "When We All Fall Asleep, Where Do We Go?" isimli albümünü erkek kardeşiyle birlikte onun odasında kaydetti.
Amerikalı şarkıcı-söz yazarı Lizzo da evine üç Grammy ile döndü.
Gecenin sürprizi ise eski ABD Başkanı Barack Obama'nın eşi Michelle Obama'dan geldi. Michelle Obama, anılarını kaleme aldığı kitabı Becoming'in sesli kitabı ile En İyi Sözsel Albüm dalında Grammy Ödülü'ne layık görüldü.
Hollandalı, Türk ve İngiliz müzisyenlerden oluşan ve 1960 ile 70'li yıllarda Türkiye'de yapılan Anadolu Rock, saykodelik rock ve diğer halk şarkılarını yorumlayan 'Altın Gün' grubu, "En İyi Dünya Müziği" dalında aday gösterilmişti, ancak ödül kazanamadı.
LA Lakers'ın evi Staples Center'da düzenlenen geceye sanatçılar, ani bir şekilde hayatını kaybeden basketbol yıldızı Kobe Bryant'ı anarak başladı.
Grammy Ödülleri'ni kazananlardan bazıları şu şekilde:
Yılın Albümü: When We All Fall Asleep, Where Do We Go? - Billie Eilish
En İyi Yeni Şarkıcı: Billie Eilish
En İyi Kayıt: Billie Eilish
Yılın Şarkısı: Bad Guy - Billie Eilish
En İyi Rap Performans: Higher - DJ Khaled ft. Nipsey Hussle ve John Legend
En İyi Rap Albümü: Igor - Tyler, The Creator
En İyi Komedi Albümü: Sticks & Stones - Dave Chappelle
En İyi Country İkili ya da Grup Performansı: Speechless - Dan + Shay
En İyi Pop Solo Performans: Truth Hurts - Lizzo
Klasik Müzik Dışı Yılın En İyi Yapımcısı: Finneas
En İyi Pop Vokal Albüm: When We All Fall Asleep, Where Do We Go? - Billie Eilish
En İyi Geleneksel Pop Vokal Albüm: Look Now - Elvis Costello ve The Imposters
En İyi Pop İkili ya da Grup Performansı: Old Town Road - Lil Nas X ft. Billy Ray Cyrus
En İyi Dünya Müziği Albümü: Celia - Angelique Kidjo
En İyi R&B Albüm: Ventura - Anderson .Paak
En İyi Kentsel Çağdaş Albüm: Lizzo - Cuz I Love You (Deluxe)
En İyi R&B Şarkısı: Say so - PJ Morton Ft. JoJo
En İyi Geleneksel R&B Performansı: Jerome - Lizzo
En İyi R&B Performansı: Come Home - Anderson .Paak Ft. André 3000
En İyi Alternatif Müzik Albümü: Father of the Bride - Vampire Weekend
En İyi Rock Albümü: Social Cues - Cage The Elephant
En İyi Rock Şarkısı: This Land - Gary Clark Jr.
En İyi Metal Performansı: 7empest This Land - Tool
En İyi Rock Performansı: This Land - Gary Clark Jr.
En İyi Müzikal Albüm: Hadestown - Original Broadway Cast
En İyi Çağdaş Klasik Beste: Higdon: Harp Concerto - Yolanda Kondonassis, Ward Stare & The Rochester Philharmonic Orchestra
En İyi Klasik Solo Vokal Albüm: Songplay - Joyce DiDonato
En İyi Klasik Enstrümantal Solo: Marsalis: Violin Concerto; Fiddle Dance Suite - Nicola Benedetti
En İyi Oda Müziği ya da Küçük Topluluk Performansı: Shaw: Orange - Attacca Quartet
En İyi Koro Performansı: Duruflé: Complete Choral Works - Robert Simpson
En İyi Opera Kaydı: Picker: Fantastic Mr. Fox - Gil Rose, John Brancy, Krista River, Andrew Craig Brown, Edwin Vega ve Gabriel Preisser
En İyi Orkestra Performansı: Norman: Sustain - Gustavo Dudamel
Yılın Yapımcısı, Klasik Müzik: Blanton Alspaugh
En İyi Rap Şarkısı: A Lot - 21 Savage featuring J. Cole
En İyi Rap Performansı: Racks In The Middle - Nipsey Hussle featuring Roddy Ricch & Hit-Boy
En İyi Tropikal Latin Albüm: Opus - Marc Anthony ile - A Journey Through Cuban Music - Aymée Nuviola arasında paylaştırıldı.
En İyi Latin, Rock, Kentsel ya da Alternatif Albüm: El Mal Querer - Rosalia
En İyi Latin Pop Albümü: #Eldisco - Alejandro Sanz
En İyi Gospel Albümü: Long Live Love - Kirk Franklin
En İyi Gospel Performansı/Şarkısı: Long Live Love - Kirk Franklin
En İyi Country Albümü: While I'm Livin' - Tanya Tucker
En İyi Country Solo Performans: Ride Me Back Home - Willie Nelson
En İyi Latin Jazz Albümü: Antidote - Chick Corea & The Spanish Heart Band
En İyi Enstrümatal Jazz Albümü: Finding Gabriel - Brad Mehldau
En İyi Vokal Jazz Albümü: 12 Little Spells - Esperanza Spalding
En İyi İmprovize Jazz Solo: Sozinho - Randy Brecker
En İyi Enstrümantal Kompozisyon: Star Wars: Galaxy's Edge Symphonic Suite - John Williams
En İyi Çağdaş Enstrümantal Albüm: Mettavolution - Rodrigo y Gabriela
En İyi Dans, Elektronik Müzik: No Geography - The Chemical Brothers
En İyi Sözsel Albüm: Becoming, Michelle Obama
En İyi Çocuklar için Müzik Albümü: Ageless Songs for the Child Archetype - Jon Samson
En İyi Reggae Albümü: Rapture - Koffee
En İyi Müzik Videosu: Old Town Road - Lil Nas X ft. Billie Ray Cyr
En İyi Derleme Görsel Medya Müziği: A Star Is Born - Lady Gaga & Bradley Cooper
BBC
0 notes
Text
ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Türkiye’ye geliyor
ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Türkiye’ye geliyor
Habererk.com’un yayınladığı habere göre
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey James Franklin bugün Türkiye’ye geliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi ve eski AB Başkanı Bush’un özel güvenlik danışmanı, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey James Franklin’in 2 Mayıs’a kadar sürecek olan Türkiye ziyaretiyle ilgili açıklama yaptı. Açıklamada Jeffrey’nin, beraberindeki…
View On WordPress
0 notes
biviskiver · 5 years
Text
Görüntü Kalitesi Arttırılmış 2. Dünya Savaşından Fotoğraflar
Görüntü Kalitesi Arttırılmış 2. Dünya Savaşından Fotoğraflar
2. Dünya Savaşı sırasında ABD başkanı Franklin D. Roosevelt’in emriyle savaş sürecini ve arkaplanda verilen mücadalenin kayıtlarını tutmak üzere Savaş Bilgileri Ofisi isimli bir birim kurulmuş, işte bu fotoğraflar sözü geçen bu ofisin maharetiymiş.
Fotoğrafların renkli, yüksek çözünürlüklü ve görüntü kalitesinin arttırılmış olmasının günümüz teknolojisiyle dijital işlemden geçmiş olmalarıyla mı?…
View On WordPress
0 notes
haberoldu-blog · 5 years
Text
Evanjelistler ile İsrail lobisi işbaşında!
https://haberoldu.com/dunya/evanjelistler-ile-israil-lobisi-isbasinda-44584.html
Evanjelistler ile İsrail lobisi işbaşında!
Evanjelik liderler ABD Başkanı Trump’ı Suriye kararından vazgeçirmek ve Amerikan kamuoyunu etkilemek amacıyla Türkiye’yi de hedef alan kara propagandaya başvuruyor. Trump’ın Kudüs hamlesinde de etkili olan Evanjelikler, Suriye’den çekilme kararını etkilemek amacıyla her türlü yalanı, iftirayı ve karalamayı kullanıyor. Evanjelikler terör örgütü PKK için de “müttefik” diyor.
Amerikan dış politikasına yön veren Evanjelikler, Suriye’den çekilme kararı alan ABD Başkanı Donald Trump üzerinde baskı kurmaya başladı. Beyaz Saray üzerinde büyük etkisi bulunan ve ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının da mimarı olan Evanjelik liderlerin terör örgütü PKK’nın hamiliğine de soyundukları ortaya çıtı.
Evanjelik liderler Suriye’den çekilme kararının ardından Beyaz Saray’ı adeta kuşatmaya aldı. Evanjelik lider William Franklin Graham, Beyaz Saray’ı kuşatan bu lobinin bayraktarlığını yürütüyor. Franklin Graham, Trump’ın kararını açıklamasının ardından “Suriye’den çok hızlı çekilmemiz birçok insanı tehlikeye atar. Başkan Trump’ın yurt içi ve dışındaki birçok kişiyi etkileyecek zor kararlar almak zorunda olduğunu biliyorum. Ona(Trump) ve yönetimine dua etmeye devam etmemiz çok önemli” ifadeleriyle çekilme kararına karşı çıkmıştı.
SKANDAL MEKTUBU YAYINLADI
Graham çekilme kararına tepkisini kara propaganda boyutuna da tırmandırdı. Türkiye’nin olası harekatı durumunda Suriye’deki Hristiyanların hayatlarının tehlikeye gireceğine ilişkin PKK/PYD yandaşları tarafından gönderilen bir mektubu basınla paylaşan Graham, konuyu ABD gündemine taşıdı.
Graham’ın paylaştığı, terör örgütü PKK/PYD kontrolündeki Kamışlı bölgesinden gönderilen mektupta Türkiye’yi hedef alan, “Yılın başlarında Türk ordusu ve cihatçılar Afrin’e girdiğinde binlerce Hristiyan hayatlarını kurtarmak için kaçtılar. Türkler hepimizi yok etmek istiyor. Türk cihatçılar Afrin’de Yezidi ve Hristiyanların peşine düşmüştü ve 100 bin kişi öldürüldü ya da topraklarından sürüldü. Bunun yeniden olmasına izin vermeyin” skandal ifadeler yer aldı.
O PAPAZ DA KORODA
İsrail İçin Hristiyanlar Birliği Başkanı Evanjelik lider John Hagee de Türkiye’yi açık açık düşman ilan etti. Amerika’nın İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma töreninde açılış duasını yapan isim olarak bilinen Hagee, PKK/PYD’yi müttefik ilan etti. Hagee, “Bölgede gerçek müttefiklerimiz var. Sadece çıkarlarımızı paylaşan müttefiklerimiz değil, daha da önemlisi değerlerimizi. Ortadoğu Hristiyanlarını ancak bölgedeki gerçek müttefiklerimiz olan İsrailliler ve Kürtlere yardım ederek destekleyebiliriz” sözleriyle bir skandala imza attı.
TÜRKİYE’YE SALDIRDI
Evanjelik lider Hagee’nin provokatif açıklamasında terör örgütünü korumaya alması ve Türkiye’yi hedefe koyması dikkat çekti. Hagee’nin, Türkiye’ye ilişkin, “Suriye’deki Kürt güçleri ile birlikte çalışan Amerikan askerlerini geri çekme kararı beni çok rahatsız ediyor. Amerikan varlığı, bölgedeki tüm kötü güçlere karşı bir caydırıcıdır ki bunlar DEAŞ, İran ve Türkiye’dir. Amerikan varlığı olmadan, düşmanlarımız (İsrail’e saldırmak ve Ortadoğu Hristiyanlarına zulmetmek isteyen aynı gruplar ve ülkeler) bölgede varlıklarını güçlendirebilir. Bu durum Ortadoğu Hristiyanları ve Kürtler için bir felaket olabilir” skandal cümlelerini kullanması dikkat çekti.
Yeni Şafak
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
19mka23 · 5 years
Text
Franklin ROOSEVELT (ABD Başkanı)
Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
Tumblr media
0 notes
kimdirkimdircom · 6 years
Text
Franklin D. Roosevelt Kimdir
Franklin D. Roosevelt Kimdir
Franklin Delano Roosevelt (d. 30 Ocak 1882 – ö. 12 Nisan 1945), Amerika Birleşik Devletleri’nin 32. başkanı olup en uzun süreyle görevde kalmış olan başkanı (4 Mart 1933 – 12 Nisan 1945).
ABD halkı tarafından kısaca isminin baş harfleri olan FDR şeklinde anılır. ABD tarihinde ikiden çok seçilen tek başkan olan Roosevelt, bir demokrat olarak başkanlığa (o dönem ABD yasaları 2 defadan fazla başkan…
View On WordPress
0 notes
sonhaberkibris · 6 years
Photo
Tumblr media
ABD Bir Bomba İle Yarım Milyon Masum İnsanı Öldürmüştü
ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya 6 Ağustos 1945'te attığı atom bombası, 1,5 kilometre çapındaki alanı dümdüz ederken, ilk aşamada ABD'ye göre 80 bin ve 1945 sonuna dek ise 140 bin insanın ölümüne sebep oldu. Japonya ise yarım milyon insanın öldüğünü söylüyor.
ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nın Pasifik Muharebeleri esnasında, Japonya’nın Hiroşima şehrine 6 Ağustos 1945 sabahı attığı atom bombası on binlerce insanın ölümüne ve sakatlanmasına sebep oldu. Hiroşima'nın yüzde 70’ini yok eden uranyum katkılı ve yaklaşık 13 bin TNT (tri-nitro-toluen) kuvvetindeki bomba, merkezinde 3 bin santigrat derece ısı oluştururken, 1,5 kilometre çapındaki alanda her yeri dümdüz etti. Atom bombası, ilk aşamada 80 bin ve 1945 sonuna dek ise 140 bin insanın ölümüne yol açtı. Bombalamada yaralanan çok sayıda kişi tıbbi yardım alamadan ölürken, şehre yardım götürmeye gidenler de bomba sonrası oluşan radyoaktif yağmura maruz kalarak hayatını kaybetti. İKİ MUHTEMEL AMAÇ Dönemin ABD Başkanı Harry Truman’ın kararıyla atılan bombanın iki muhtemel amacı hedeflediği, bunların Japonya’ya karşı devam eden savaşın bir an önce bitirilerek ABD askerlerinin ölümlerinin önüne geçilmesi ile süregelen Sovyet tehdidine karşı ABD'nin gövde gösterisi olduğu kaydediliyor. Savaş esnasında Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa’nın kontrolünü ele geçirdiğini düşünen Truman, Doğu Asya’da da Rus kontrolünden endişe ediyordu. BOMBANIN PROJESİ, TESTİ VE GERÇEĞİ Fizikçi Albert Einstein, 1939’da zamanın ABD Başkanı Franklin Roosevelt’e yazdığı mektupta, Nazilerin bir atom bombası yapmaya çalıştığını haber verdi. ABD’liler 1941’de Tennessee eyaletinde “Manhattan Projesi” adı altında atom bombası geliştirmeye başladı. Proje liderliğine ABD’li Robert Oppenheimer getirilirken, projede çoğunlukla Nazilerden kaçan Alman bilim insanları yer aldı. New Mexico eyaletinde 1945’in Temmuz ayında yapılan test denemesi başarıyla sonuçlandı. 26 Temmuz 1945'de İngiltere, Çin ve ABD'nin “Potsdam Bildirisi” ile teslim olma çağrısında bulunduğu Japonya, 28 Temmuz’da “şartsız teslim olmayacağını” ilan etti. Japonya, 3 Ağustos’ta İttifak cephesine “anlaşmalı barış” teklifi yaptı ancak teklif kabul edilmedi. Bu gelişmenin ardından 6 Ağustos'ta atom bombası atıldı. Dönemin Japonya İmparatoru Hirohito, 15 Ağustos’ta ülkesinin teslim olduğunu ilan etti. Atom bombası sonrası, ABD’liler ölü sayısının 117 bin, Japonlar ise yarım milyona yakın olduğunu açıkladı. Ayrıca “ ” ismi verilen mağdurlarda korkunç yaralar açıldı. Hibakuşalar üzerindeki tıbbi araştırmalar, radyasyon zehirlenmeleri hakkında doktorları detaylı bilgilere ulaştırırken, nükleer güç sanayisine de emniyet seviyelerinde ölçü standardı sağladı. İKİ NÜKLEER GÜÇ BİR DAHA "DOĞRUDAN" SAVAŞA GİREMEDİ 2. Dünya Savaşı'nın kırılma noktası olan atom bombası, Japonya’nın teslim olmasını sebep oldu. Ortaya çıkan sonuç, uluslararası ilişkileri dönüştürdü. ABD ve Sovyetler Birliği, 1950’ye kadar geliştirdiği daha kuvvetli hidrojen bombalarını kıtalararası balistik füzelere (ICBM) nasıl monte edeceğini formüle etti ve dünya “aşırı güç kullanabilme” çağına adım attı. Dünya, 1960 ve 1990 arasını nükleer savaşın gölgesinde yaşarken, ikisi de nükleer güce sahip ABD ve Sovyetler Birliği birbirlerine “doğrudan” savaş açma cesaretini gösteremediği “Soğuk Savaş” dönemine girdi.
youtube
"BU ŞEKİLDE SAVAŞMAK BANA ÖĞRETİLMEDİ" ABD'nin 2. Dünya Savaşı sırasında en üst düzey deniz subayı Amiral William Daniel Leahy, atom bombası atılmadan önce Japonya'nın deniz ablukası altında olduğunu ve konvansiyonel bombalar kullanılarak mağlup edilmeye yaklaşıldığına dikkati çekti. Amiral Leahy, "Şahsi hissiyatım, atom bombası kullanarak karanlık çağların barbarlarının etik standartlarını benimsedik. Bu şekilde savaşmak bana öğretilmedi ve kadınlar ve çocukların öldürüldüğü savaşların kazanılması mümkün değildir." ifadelerini kullanmıştı. Leahy'nin düşüncelerine karşın ABD'nin atom bombası kullanması, savaş tarihine geçen karanlık lekenin izlerinin zihinlerde süreceğini gösteriyor. Kaynak: Ntv http://www.sonhaberkibris.com/abd-bir-bomba-ile-yarim-milyon-masum-insani-oldurmustu/.html #AtomBombası, #Hiroşima, #JAPONYA Son Haber Kıbrıs - Son Dakika Kıbrıs, KKTC Haberleri, Türkiye ve Dünya Haberleri - sonhaberkibris.com
0 notes