6 EKİM 2022
"Melisa... Melisa...!"
Berk, Hato'yu kendi odasına koyduğu için içi rahat, hamster'ın kafesini açmak istiyordu. Öyle çok istiyordu ki! Sanki bu hareketi, küçük yaratığa sürekli koşup durmanın ama kendini o çarktan çıkaramamanın salaklığını gösterecek, ve özgürlüğün kıymetini anlatacaktı.
"Ben artık özgürüm, bence sen de öyle olmalısın," diye kafesin kapısını açtı, ama farecik beklediğinden hızlı çıktı kafesten. Berk, göz açıp kapayıncaya kadar süratle masadan geçti, "Melisa!" demesine kalmadan, kendini yere atmıştı farecik...
"Allah kahretsin ya, kafama tüküreyim! Ne bok yemeye açtım ki o kafesin kapısını!"
Ozan'dan sonra, o camı şipşak yeniletmeyi akıl etmişti, neyse ki farenin oradan kaçacak bir durumu yoktu. Aksi gibi, zil de çalmaya başladı; kapı aynı zamanda yumruklandığı için, Berk gözleri halen farenin üzerinde, "Patlama be!" diyerek kapıya yöneldi.
"Ne o, artık kapıyı bile sonuna kadar açmıyor musun yüzümü görünce?" diye soran Hazal'dı.
"Geç başımın belası, geç..." diye onu hızlıca içeri çekti Berk. Hazal, bu yaptığına anlam verememişti ama hoşuna da gitmişti. Fakat bu hoşnutluk, yerde dolanıp duran bir fareyi görünceye kadardı...
"Annecim!" diye bağırarak koltuklardan birine çıktı.
"Ya alt tarafı küçük bi' fare!" diyen Berk, dolaptan peynir almaya gitti. "Klasik yöntemler her zaman işe yarar."
"Oğlum, burayı hayvanat bahçesine mi dönüştürmek niyetin!"
"Sana ne! Yahu, ev benim, özgürlük benim, istediğimi yaparım, siz ne karışıyorsunuz!" diyen Berk, peyniri kafese koydu. Kafesi yere indirdikten sonra, Melisa kafesinden içeri girdi. Berk, Melisa'yı Kenan'ın odasına götürdükten sonra, kaşla göz arası bir fare sesi çıkararak Hazal'ı korkuttu.
"Şaka şaka...!" diye kızın karşısındaki koltuğa yayıldı. Hazal, kaşlarını çatarak kendi koltuğundan indi, tedirgin bir şekilde oturdu. "Tozluyaka'da gördüğüm o fare baskınından sonra bir daha asla düzeltemedim bu fobimi!"
Neler söylediğini dehşetle fark eden Hazal, ellerini ağzına götürdü ama, çoktan kaçmıştı kelimeler ağzından...
"Ne dedin ne dedin sen, bir dakika..." diyen Berk doğruldu. "Sen... bir zamanlar Tozluyaka'da mı oturuyordun? Ve evinizi fareler bastı, öyle mi?"
"Baban zaten biliyor... onun gibi tehdit edeceksen, et sen de..." dedi Hazal. "Sen beni ispiyonlasan da ben sana kızmam... Bak Berk, biz seninle aynıyız... sen, bir kızı en büyük sırrıyla tehdit edebilecek kadar kötüysen, ben de bana attığın tokadı affedecek kadar kötüyüm..."
"Birincisi..." dedi Berk. "Benim seni tehdit ettiğim falan yok... onu bırak, babamın seni tehdit ettiğinden haberim bile yok... Şerefsiz ya... ikincisi... saymaktan bıktım gerçi de, sana tek tek anlatıyorum ki, laflarım tek tek o kalın kafandan girsin... Sana son kez söylediğim gibi, bizden ne köy olur Hazalcım, ne de kasaba, ama sen illa kendine hakaret ettirtmek istiyorsun ya! Evimden de, hayatımdan da defol Hazal!"
"Son sözlerin bunlar mı?" diye sordu genç kız.
"Evet."
Hazal, çantasını alarak kapıya doğru yürüdü. Onu açmadan önce, son bir kez döndü, "Bu arada..." dedi. "Başın sağ olsun bir kez daha, Berk. Annenin ölüm yıldönümünü unutmadım."
"Hazal, bak..." diye hızla ayağa kalkan Berk, Hazal'a yetişememişti... yüzüne çarpıldı kapı. Genç kız çıkıp gittikten sonra, "Allah kahretsin!" diye bir tekme savurdu kapıya. "Allah seni kahretsin kayıp çocuk!"
Ve Berk'in bedduaları, hakikaten de tuttu.
Kendisine gelen bir telefon, V.N. adındaki bir kişinin, Vefa Akın'ın cinayetini üstlendiğini söylüyordu.
Berk, babası aleyhinde verdiği ifadeyi gözden geçirmeye çağrılıyordu...
*****
Aynı Gün
Ali, deniz kenarında zorla simidini kemirirken, "Benim yaptığım simitlerden daha güzel mi bari?" diye bir ses duyuldu.
"Hiç kimse senin kadar güzel simit pişiremez anne..."
Derya, oğlunun kafası atınca nereye gittiğini tahmin edebilecek kadar yakından tanıyordu Ali'yi... eh, Ali şanslı bir evlattı. "Yani bana kızgın değilsin?" diye oğlunu öptü Derya.
"Ben sana hiç kızmadım ki... ben, annemi bir kalemde silip atacak biri değilim. Ama ben sana çok, çok kırıldım anne..."
"Belki saçma sapan bir şeyden oldu... ama sonuçta sana ben söyledim Ali. Bu gerçeği, o katilden duymadığına seviniyorum..."
"Neye seviniyorsunuz Derya teyze, söyleyin de ben de sevineyim..." diye bir ses geldi.
"Cemre!" diye kıza sarıldı Derya. "Sen ner'den buldun bizi? Hayır, doğru soru: Daha iyisin ya?"
"Ne diyordu Arap..." diye sırıttı Cemre. "Zıpkın gibi, fişek gibi!"
"Bu kız da iyice Tozluyakalı oldu ha, Ali... Niye öyle dikiliyorsun yalı kazığı gibi oğlum, ben varım diye utanma, ha'di koklaşıverin gayri!"
Annesinin taklidi, nihayet güldürmeyi başarmıştı Ali'yi. Cemre'ye sarıldı. Derya'nın baş başa bıraktığı gençlerden, ilk adımı atan Cemre oldu. "Bu ilk kavgamızdı..."
"Valla, isterdim ki ellerimde çiçekler olsun ama... simit yer misin?"
"Simit mi..." dedi Cemre. "Simide bayılırım!"
Ve simidin çoğunu, gerçekten de büyük bir iştahla yedi. "Cemre..." dedi Ali. "Ne kadar zor hastalıklarla uğraştığını biliyorum. Ama hatırım için, Bulimia ilaçlarını da aksatma..."
"Ötekilerini de aksatmam, anladım Ali," dedi Cemre. "Ben de olan bunca şeyin arasında, bir de beni düşünmeni istemem... yani... Eğer anoreksik bir kızla, bir psikiyatrik ilaç bağımlısıyla falan birlikte olmak istemezsen, seni anlarım..."
"Nasıl yani?"
"Eğer şu anda ayrılırsak, ben hiç üzülmem," dedi. "Çünkü yolun çok başındayız. Arap'la Duru gibi yani... biz de 'toksikleşmeden' ayrılabiliriz... Yani... bu senin için köprüden önceki son çıkış... ama eğer 'Tamam' değil de 'Devam' dersen, işte o zaman ölene kadar benden kurtulamazsın, haberin olsun. Çünkü ben sana gün geçtikçe âşık oluyorum..."
"Yanılıyorsun Cemre..." dedi Ali. "Yolun başını falan çoktan geride bıraktık..." Ona üçüncü öpücüğünü verdi. "Ben de sana çok âşığım, ve bizi ancak ölüm ayırabilir."
*****
Kolejli gençler, sınıflarından içeri girdikten sonra sıralarında notlar buldular. Hazal, hemen gözlerini Ege'ye çevirdi. "Yine mi senin işin!"
"Hayır, kızım ya, saçmalama, ben bıraktım o işleri!"
Genç kız, elindeki kâğıdı açtı. "Seni çok seviyorum," yazıyordu.
"Böyle demiştin bana. Yani, ben sana zorla söyletmiştim... kimden geldiğinin önemi yoktu, sadece üç kelimeye ihtiyacım vardı, 'Seni çok seviyorum...' Ve sen söyledin onları bana Hazal. Bunun için teşekkür ediyorum. Ama sevmemelisin. Sana yaptığım her şey için özür diliyorum... Sırrın bende güvende... Eğer bir gün kim olduğunu kabul edip, bunu dürüstçe itiraf etmeye karar verirsen, seni kucaklayacak kayıp bir dostun olduğunu daima bil..."
Çağrı'ya, "Eğer geriye dönüp de, hayatımda bir günü değiştirme şansım olduğunu söyleseler, tek bir günü seçerdim..." diye yazıyordu. "O uyuşturucuları aldığımız günü. O uyuşturucular yüzünden Cemre'yi aldattım, o uyuşturucular yüzünden bütün bu boktan olaylar zinciri yaşandı, ama bana iyi bir ders oldu... sense o dersi alamadın Çağrı. Annenle babana kızdıkça esrara sarıldın, Leyla'ya kızdıkça kokaine sarıldın... ve daha neler neler... Leyla'nın da yardıma ihtiyacı var Çağrı. İkinizin de var. Onu bilmem ama, sen ailenle yüzleşebilirsin... dikil karşılarına. Tek bir evlatları olduğunu, onu da kaybetmemeleri gerektiğini söyle onlara, yoksa benim gibi kayıp bir çocuk olursun..."
Ege'ye, "Hayatında adrenalin istediğini biliyorum," deniyordu. "Sen gerçekten de bir dâhisin... ama zeki insanlar, çok çabuk sıkılırlar boş işlerden. Seni anlayabiliyorum, ama böyle olmaz... bundan sonra gizli-kapaklı işler çevirme. Sevdiklerini kandırma en azından... tabii bu kayıp çocuğu hiç sevdin mi, onu asla bilemeyeceğim."
"Eee, sana bir not yok mu?" diye sordu Cemre'ye Hazal. Berk ortalıklara görülmediği için, ilk defa ortalığı ayağa kaldırmaması, Cemre de dâhil bütün sınıf ahalisini şaşırtmıştı.
"Hayır, yok."
"Dolabına bakmayı denedin mi? Belki oraya bırakmıştır notunu..."
"Bıraksa da um'rumda olmaz, Cehennem'e kadar yolu var," dedi Cemre.
Fakat Berk'e Melisa'nın kafesini açtırtan merak, Cemre için de geçerliydi. Teneffüste, dayanamayarak dolapların oraya gitti.
"Burada bir şey yok..."
Ama öğrencilerin, bir dolapları daha vardı. Spor salonundaki... yeni yapılmıştı. Spor salonu tadilattan çıktığından beri, öğrenciler oraya kişisel eşyalarını koyabiliyorlardı.
İşte tam da bu dolabın içinden, piyanocuların kullandığı türden bir saat çıktı.
"Berk de piyano çalıyor..." diye fısıldadı Cemre. Korkutucu mesajı, büyük bir sakinlikle karşılamıştı. "O burada mıydı?"
*****
Önder, Nesrin'den duydukları üzerine okulda değildi. Tam bir haftalık izin vermişti kendisine, ne de olsa müdürden sonraki en yetkili kişi oydu. Nesrin, önce inkâra gitmiş, sonra Vefa'yla ilgili bildiklerini anlatmıştı eski kocasına.
"Vefa, zengin bir aileden bursunu alıyordu biliyorsun..." demişti. "Boşuna Vefa dememişler adına... tanışmak istemiş bağışçılarıyla. Adam bir psikologmuş... Vefa da, 'Fırsat bu fırsat,' diye düşünerek, onunla ölüm korkuları üzerine konuşmak istemiş olmalı... Adam, Vefa'yla görüşmelerini kaydetmiş, kendi sesinin asla kayıtlara yansımamasına dikkat ederek..."
"Peki, bu adam sana ner'den değdi?" diye sormuştu Önder. Nesrin'in açıklamalarını yeterli bulmamıştı. "Ege'yi dark web'de bulduğu gibi, seni de orada bulacak hali yok ya!?"
"Yok... elbette yok..." demişti Nesrin. "Önder ben... o psikologun müstakbel eşiyim."
"Ne, sen o adamı tanımakla kalmadığını... bir de onunla evleneceğini mi söylüyorsun?!"
"Önder, kıskançlığın sırası mı şimdi..."
"Asıl şakanın sırası değil Nesrin! Benim Derya'ya âşık olduğumu biliyorsun!"
"Vay, yüksek sesle itiraf edebilecek duruma gelmişsin yani!"
"Nesrinciğim, lütfen konuya dönelim..." dedi Önder. "Ne bu adamın adı? Vefa'nın bağışçısı olan psikolog kim!"
"Sen onu zaten tanıyorsun..." dedi Nesrin. "Tanıdığın en zengin psikolog olur kendisi ..."
Önder şok olmuştu.
Yakından tanıdığı tek bir psikolog vardı.
Çok yakından...
Çok zengin... ve de çok güçlü...
Kenan'dan bile...
"Efe..." diye kekeledi. "Ege'nin babasıyla evleniyorsun sen...!"
*****
Berk, o notların veda notları olup olmadığını anladıklarından emin değildi. Sadece üç kişiye göndermişti, diğerlerine veda etmiyordu.
"Pes ettim, kaçıyorum sanma kayıp çocuk..." dedi portmantodaki aynaya. "Cemre'yle Ali'nin senin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum, o yüzden, onlara 'Elveda' demedim... bir tek Hato'yu alıyorum yanıma..."
Ozan'ın emanetini, Önder hocaların kapısına bırakmayı uygun görmüştü.
Kafesi tutmayan eliyle, çantasını sırtlandı. Eli, kapının kulpuna uzandığında, avukatla karşılaşacağını bilmiyordu.
Bizzat Zeki Bey'di gelen.
"Zeki Bey...?" diye elindeki çantayı yere düşürdü. "Hangi rüzgâr attı sizi buraya?"
Berk için, düşmanının dostu düşmanıydı. Bu avukatı hiç sevmezdi. "Berk Bey, size bazı haberlerim var..." dedi Zeki Bey. "Babanızla ilgili..."
12. BÖLÜMÜN SONU...
1 note
·
View note