Tumgik
#Doğu Batı Yayınları
dipnotski · 3 months
Text
Jean-François Pérouse – Angora’dan Ankara’ya (2023)
‘Angora’dan Ankara’ya, kendi içinde uzanan bir yolculuk… Hem zaman hem mekân bakımından başkentin hikâyesi bir bütünlük ve tutarlılık teşkil ediyor. Ankara’nın inşası, imarı ve şehirleşme süreci yüzüncü yılını geride bırakmış bir ülkeye dair çok fazla şey söylüyor. Ankara’yı okumak, onun başlangıç ve oluşumuna nüfuz etmek bir bakıma Türkiye’yi somut koşulları içinde anlamak demektir. Şehir tarihi…
Tumblr media
View On WordPress
3 notes · View notes
cagdasyatirim · 3 months
Text
BU YAZIYI OKUMADAN TÜRK MİLLETİNİN YAŞADIĞI BİRÇOK OLAYI ANLAYAMAZSINIZ.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbord raporu Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü büyük oranda kabullenmiş.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
Ah ATAM ahh! Senin vatan sevginin bir kısmına dahi sahip olmayanlar seni eleştiriyor ve Türk milleti sessizce izliyor. Gelde kahrolma!!!
Alıntıdır
4 notes · View notes
mizemediaagency · 2 years
Text
TikTok, ABD'de Canlı Akışlı Alışveriş Araçlarını Tanıtmaya Yeni Bir Yaklaşım Getiriyor
TikTok, ABD'de Canlı Akışlı Alışveriş Araçlarını Tanıtmaya Yeni Bir Yaklaşım Getiriyor
Tumblr media
Kullanıcı ilgisi şimdiye kadar nispeten düşük olsa da, TikTok, Çin’de gördüğü başarıyı dünyadaki diğer pazarlarda tekrarlayabileceği umuduyla canlı akış ticaret girişimlerini ilerletmeye devam ediyor.
Çeşitli diş çıkarma sorunları nedeniyle Avrupa’daki canlı ticaret baskısını azalttıktan sonra, TikTok şimdi ABD’de yeni bir yaklaşım benimsiyor ve burada alışveriş yayınlarının farkındalığını artırmak için yerleşik canlı alışveriş ağı TalkShopLive ile ortak olacağı bildiriliyor.
Tumblr media
TalkShopLive, çeşitli konuları ve ürün kategorilerini kapsayan genişleyen çeşitli canlı alışveriş akışlarına ev sahipliği yapıyor ve giderek popüler bir çevrimiçi ürün keşfi ve alışveriş merkezi haline geliyor. Platform belirli kullanıcı numaralarını paylaşmıyor, ancak geçen yıl TalkShopLive yayınları aracılığıyla yapılan satışların aya göre yaklaşık %85 ​​oranında arttığını belirtmişti.
Bu, büyük ölçüde, uygulama aracılığıyla mal satmak için imza atan bir dizi popüler ünlü tarafından yönetildi. Oprah Winfrey, Paul McCartney, Dolly Parton, Alicia Keys ve daha fazlası.
Tumblr media
TikTok, muhtemelen TalkShopLive ile kendi canlı alışveriş yayınlarının platforma çapraz gönderildiğini görecek ve bu da daha ilgili, aktif alışveriş yapanlara ulaşmasına yardımcı olacak ve canlı akış ticaret tekliflerini bu gruba daha fazla tanıtacak yeni bir ortaklık kurmaya çalışacak. .
Aynı zamanda TikTok, canlı alışveriş araçlarıyla daha popüler içerik oluşturucuları bir araya getirmek için çeşitli etkileyici ajanslarla ortaklık kuruyor.
Dünyanın Geri Kalanı tarafından bildirildiği gibi:
“TikTok, uygulamanın bir sonraki gelir akışı haline gelebilecek bir hediye kültürü ile sağlam bir canlı topluluk oluşturmayı umarak dünya çapında etkileyici ajanslarla ortaklık kuruyor. Dünyanın geri kalanı Çin, Orta Doğu, ABD ve İngiltere merkezli ajanlarla konuştu – hepsi, topluluklarını bir izleyici kazanmak ve hediyeler almak için en iyi şekilde eğitmek için TikTok ile çalıştıklarını doğruladı. “
Bu nedenle, bir yandan TikTok, uygulamasına eğlence için gelenlerin aksine alışveriş yapmak isteyen kişilere erişimi en üst düzeye çıkarmak isterken, diğer yandan canlı alışveriş yayınlarını nasıl kullanabileceklerini anlamalarına yardımcı olmak için etkileyicilerle birlikte çalışıyor. uygulamada daha fazla para kazanın.
Bu, TikTok’un Birleşik Krallık’ta canlı alışveriş ekibini kurmak için nasıl göründüğünden çok farklı bir yaklaşım ve seçeneği tanıtmaya yönelik agresif yaklaşımı, sonunda hem potansiyel ortakları hem de alışveriş yapanları geri çevirdi.
Ancak TikTok, Asya pazarlarında canlı alışverişle başarıyı yakaladı. Tayland, Malezya ve Vietnam’da büyüme gören canlı akış ticaret araçlarıyla.
Yakalanması gereken sadece batı pazarları – ancak canlı akış ticareti Asya dışındaki bölgelerde bir gün yakalanacak mı? Ve değilse, bazı izleyiciler için kitlesel hale geldiği, ancak diğerleri için başarısız olduğu görülen iki yaklaşım arasındaki fark nedir?
TikTok’un Douyin adlı yerel sürümünün, yayıncıları gelir fırsatlarına bağlamada önemli bir kanal haline geldiği Çin’de canlı yayın ticareti çok büyük.
Bu, sosyal uygulamalar için fırsat anlamına geliyor – ancak şimdiye kadar, TikTok, Facebook ve YouTube, ılık izleyici tepkisine dayanarak canlı akış ticaret çabalarını geri çevirmek zorunda kaldı.
Ancak TikTok’un bunu gerçekleştirmesi gerekiyor. TikTok için zorluk, kısa video kliplerine videodan önce ve videonun ortasında gösterilen reklamları ekleyememesidir, bu da her bir reklamı bir içerik oluşturucunun klibinin göreceli performansına doğrudan bağlayamayacağından, içerik oluşturucunun gelir paylaşımını daha zor hale getirir. .
Bu TikTok’un para kazanmadığı anlamına gelmiyor – TikTok getirdi Sadece Avrupa’da geçen yıl 990 milyon dolar gelir elde etti. Ancak bu gelirin ilgili bir yüzdesini içerik oluşturuculara iletecek bir sistem olmadan, sonunda sorular sorulacak ve ondan önceki Vine gibi, en iyi yıldızlar TikTok’un videolarının arkasında neden milyarlar kazandığını bilmek isteyecektir. Aynısından nispeten küçük miktarlarda beslenirler.
Yine, TikTok’un Çin’deki kurtarıcısı canlı yayın ticareti oldu.
Douyin ‘, 2021’de canlı yayınlar yoluyla 119 milyar dolar değerinde ürün satışı gerçekleştirerek, e-Ticaret canlı yayınlarına katılan kullanıcı sayısı bir önceki yıla göre 7 kat arttı. 384 milyonu aştıplatformun kullanıcı tabanının yarısına yakın.
Genel olarak, Çin canlı yayın ticaret sektörü 2021’de 300 milyar doların üzerinde gelir getirditüm ABD perakende e-ticaret pazarının neredeyse yarısı.
Öyleyse, TikTok’un batılı ülkelerde de ‘getirmeyi gerçekleştirme’ konusunda neden bu kadar istekli olduğu mantıklı – ancak giderek artan bir şekilde, batılı kullanıcılar sadece çevrimiçi yayıncılardan satın almakla ilgilenmiyor gibi görünüyor.
Ortadoğu umut veriyor. Bir rapora göre, bazı ajanslar Orta Doğu’daki popüler yayıncıların ilgisini çekiyor ve bu da bunun yalnızca Asya’ya özgü bir trend olmadığını gösteriyor. Bu, muhtemelen bu yeni girişimin bir parçası olabilecek TikTok’un umutlarını artırdı, ancak daha fazla bölgede yaygınlaşmayı sağlamak için hala çalışmaları var.
Elbette mümkündür ve bir aşamada hala daha büyük bir şey haline gelebilir. Ancak şu anda, TikTok’un ilk benimseme kamburluğunu nasıl aşacağını ve canlı yayın ticaret teklifleriyle nasıl ivme kazanacağını görmek zor.
Ancak bunun gibi girişimler yoluyla olabilir ve eğer yapabilirse, bu TikTok’un daha geniş genişleme planları için büyük bir destek olabilir. YouTube’un Shorts ile çekiş kazanması ve Shorts reklamlarıyla kendi para kazanma yolunu eklemesiyle, en iyi içerik oluşturucuların yaratıcılıklarından gerçek para kazanmanın bir yolu olarak YouTube’un yönüne baktıklarına bahse girebilirsiniz.
Özünde, TikTok’un aktarılabilir bir trend haline gelmesi için canlı ticarete ihtiyacı var – ancak bunu yapıp yapamayacağı kilit soru olmaya devam ediyor.
Ancak mümkünse, bu birçok marka için bir dizi yeni düşüncenin önünü açacak.
Kaynak, Siteyi Ziyaret Edin
0 notes
geldimgidiyorum · 2 years
Text
Kendimize Tanıklık Etmek
“Ancak şimdi anlıyorum insanoğlunu; yalnız ve ondan uzak yaşadığım için."*
Kendisini, kendi rızası ile bir kuleye hapsedip sadece yazmayı seçen Hölderlin, ömrünün kalan 36 yılında hemen hiç kullanmak zorunda kalmadığı, insanın en önemli iletişim aracı olan dil üzerine söyledikleriyle yalnızca bir şair değil, derinlikli bir düşünce insanı olarak da iz bırakmıştı felsefe dünyasında.
Konuşmamın bir anlamı kalmadığına kendimi ikna etmeye çalıştığım zamanların gittikçe fazlalaştığı bugünlerde, yeniden onun cümlelerinde dolaş��r oldum: "Dil pek gereksiz bir şey. Ne yaparsak yapalım, asıl söylemek istediklerimiz her zaman için denizin dibindeki inciler gibi kendi derinlerinde ilişilmeden kalır ve söylenemez."**
Biliyorum ki sonsuz bir kakafoni, pornografi, bir tık hızıyla eskide kalan haberler, hevesler, hisler arasında, vücudumun bir parçasıymış gibi bildiğime inansam da bir şeyleri, onları başkalarına anlatmakla ilgili motivasyonunu kaybeden bir tek ben değilim. Bu tuhaf yalnızlaşma halinde hiç de yalnız değiliz yani...
Efsaneye göre, insanlar tanrıya ulaşmak için Babil Kulesi’nin inşasına başlar. Öyle yüksek bir kule yapacaklardır ki, göğü delip o çok merak ettikleri tanrılarını göreceklerdir sonunda. Ancak tanrının cezası büyük olur. Kuleyi yapanların her birisine ayrı bir dil verir. Böylece kimse kimseyi anlamaz ve inşaat yedinci kata ulaştığında durur. Ve yine rivayet odur ki işçilerinin dünyanın dört bir yanına dağıldığı bu kule, sert rüzgârlarla birlikte yıkılır gider. 
Bugün, dünya üzerindeki yüzlerce dilin doğuşuna dair anlatılagelen bu tevatür, aynı zamanda başka bir mesajı da barındırıyordu içinde: Kibir. İnsanın kendisinden, yine kendisine bir tanrı yaratmasıdır kibir. Ve öyle bir tanrıdır ki o, gözleri kör, kulakları sağır bir ilaha kulluk ederken, kendi katlimizin fermanını da vermiş oluruz...
İşte tam bu nedenle, yüz yüze iletişim becerilerimizi, nezaketi, duyguyu, inceliklerimizi gittikçe kaybedip mangalda kül bırakmayan hoyrat cüretimizle var olduğumuz sosyal medya sayfalarını Babil’e benzetiyorum. Ve Hölderlin’i anıyorum yine: “Mülklerin en tehlikelisi dil bunun için verildi insana. Kendisinin ne olduğuna tanıklık edebilsin diye.”***
Bütün bunları, sezdiklerimizi, düşündüklerimizi sözcüklerle ifade edebilmesi ise en büyük çelişkisi belki insanın. Hem ödül hem ceza. Hem dert hem deva. 
Babil’den bu yana nice mit ve efsaneyi aktardık, nesiller boyu. Kimilerine inanmak çok işimize de geldi üstelik. Ama kendi sefil kulelerimizin inşası biteviye sürüyorsa hâlâ, o sert rüzgarları estiren tanrının da bir bildiği varmış demek ki...
Bütün derdimiz, nihayetinde “dilim kişiliğimdir” demeye varacaksa -ki ben burada apaçık niyet okuyorum- söylenen her sözcük bir dünya demektir. O dünyanın renklerinin giderek soluyor oluşu belki de en büyük derdimiz olmalıydı. Hepimiz bir ateşin etrafında halkalanmışız madem; harında ısınabilene ne mutlu. Ateş de bizden, odun da. Beşer de biziz, şaşar da…
*Deliliğin Arifesinde - Friedrich Hölderlin (Çeviri: Ahmet Cemal) YKY (1996)
** Hyperion-Yunanistan’da Bir Münzevi - Friedrich Hölderlin (Çeviri: Gürsel Aytaç) Doğu Batı Yayınları (2017)
***Hölderlin ve Şiirin Özü - Martin Heidegger (Çeviri: Turan Oflazoğlu) Kültür Bakanlığı Yayınları (1979)
1 note · View note
andreytarkosvky · 3 years
Text
Dilin biricik görevi nesneleri adlandırmak ya da göstermek veya düşünceleri tercüme etmek değildir ve bir cümleyi anlama edimi , genelde bir müzikal temayı anlamak dediğimiz olguya sanıldığından daha çok yakındır .
4 notes · View notes
hevalenroje · 4 years
Text
Tumblr media
Kaynak kurdistan kadın özgürlük partisi
#PAJK PJAK İLE karıştırmayın
Ama Rojhilata mucadele agirlikli alanı bu kürt özgülük hareketi mensubu kürd kadın partisi
Site burda, yasaklı fakat linkini sitenin bir şekilde isteyen arkadaşlar olursa iletirim bir yolunu bulurum
Bedirxan botanll 2020.
POSTED ON: PAJK 12 HAZİRAN 2020 ARAŞTIRMA-İNCELEMEHAKİKAT ARAYIŞÇILARININ SERÜVENİ – HERMES
Doğu eksenli felsefi çizgilerin hemen hepsi ışık eksenlidir. Evrenin ve varlığın kökeni ışık olarak yorumlanmaktadır. Bugün kuantumun geldiği düzey bunun doğruluğunu ispatlamaktadır. Yani hakikat arayışın bunca yıl ve yollardan sonra başlattığımız noktada evrenin sınırına ulaşıyoruz. Oysa batı felsefesinde evrenin ve varlığın kökeni ağırlıkta maddesel kökene dayandırılmıştır. Materyalizm ve idealizm olarak iki akım çatışsa da, batının idealist çizgisinde bile materyalist bir mantıkla yorum vardır. Doğu felsefesinin ışık kökenli olması kendisinden önce uzun bir süre canlı doğa anlayışına dayanan tanrıça kültürünün yaşanmış olmasıdır. Tanrıça kültüründe evren canlıdır, tanrıça yeryüzünün yıldızıdır, gökteki yıldızlar da tanrıça gibi canlı ve yaratıcıdır. Böylece tanrıça ve yıldız, yani ışık aynı özellikte buluşur, bu da yaratıcılıktır. Tanrıça kültürü ve canlı doğa anlayışı bu görüşe doğayı ve tanrıçayı izleyerek ulaşmışlardır. İlk doğa gözlemcileri bu neolitik toplum insanlarıdır. Işığın dokunulmaz, elle tutulmaz oluşuna rağmen yaşam için önemini bilmektedirler. Işıksız dünya öl,m, getirir, ışıkla doğa canlanır, hem gece gündüz farkı, hem yaz kış farkı bunu anlatır. Bir de ateşin kullanılmaya başlamasıyla ışığın yaşamı yaratma ve sürdürmedeki sırrı için şüphe götürmezdir. Kadın da aynı şekilde toplum içindeyken toplum mutlu ve güvendedir. Yokluğu karanlık gibi toplumu dağıtır, öldürür. Tanrıça önce yerin ve göğün yaratıcısıyken sonra yer gök erkek tarafından parçalanmış erkek kendisini gök ve havanın tanrısı yapmıştır. Hava soyut elle tutulmaz ama her şeyi yaratan düşünce ile özdeştir. Yani ışık evrenin enerjisi ise, düşünce de insanın enerjisidir ve artık bu enerjinin temsilcisi erkek olmuştur. Erkek egemenliği gelişse de tanrı kültürü unutulacak kadar eski bir mazi değildir. Onu arayanlar, onun kültürünü sürdürmek isteyenler uygarlığa karşı direnenler olarak tarihe çıkacaktır. Hakikati arayanların ulaşacağı yaşam anlayışı tanrıça kültürünün özgün komünal yaşamıdır. Bu nedenle hakikat arayışı tanrıça kültürünün kalıntıları etrafında dolaşacaktır. Yaşam insanlık için gece kadar karanlık olsa da yıldızlar parlamaya devam etmektedir. Ve onlara bakanlar tanrıçayı göreceklerdir. Karanlığı delen ışık, yaşamın sırrı olarak tekrar tekrar keşfedilecek, insanlığın tarihini araştıranlar özgür toplumun sadece tanrıça çağında yaşanmış olduğunu bulacaktır. Ve hakikat arayışçıları tanrıça kültürünün bir devamı olacaklardır. Tanrıçanın adı unutulduğu çağlarda bile tarihten kalan içsel bir hisle bu devamlılık sürecektir.
Hermes:
M.Ö 3500 yılına denk süreçlerde yaşadığı tahmin ediliyor. Bu dönem iktidarın ilk gelişimi ve kurumlaşmasına denk gelir. Hermes’i farklı halklar kendi kültürlerine ait olarak görmüşlerdir. Bu nedenle farklı farklı adları vardır. Aslen Mısırlı olarak kabul ediliyor. İdris adının ise Kürtçe’de dikiş fiilinden türetilmiş olması ihtimaliyle Kürt olabileceği de söylenmektedir. Ki ismi ‘terzi Hermes’ olarak ifade edilir. Kısacası tüm halklara mal olacak kadar tarihe ve insanlık hafızasına damgasını vurmuş bir kişiliktir. Hem mitolojik bir kahramandır hem tanrıdır. Düşünce tarzında ise dualite ve sezgisellik esastır. Bu nedenle de felsefeye temel olmuş bir hakikat arayışçısı olarak anılmayı hak etmektedir.
Işık desenli tüm felsefi yaklaşımların ona dayandığı yanları vardır. Doğuda Sühreverdi’den, batıda Bruno’ya, simyacılara kadar tüm ışık ve evrensel bütünlük eksenli felsefeler ondan etkilenmiştir. Hermes Mısır’da tanrıça İsin’in tapınağında rahiptir, yani tanrıça ışığıyla aydınlanmış, tanrıça kütürü içinde yetişmiş biridir.
Hermes’in gözlemi iç gözlemidir, sezgisel yöntemdir. Hermes’e göre insanın kendisi tüm bilmelerin kaynağıdır. İç gözlem yöntemiyle insan kendine bakarsa bütün bilgilere ulaşır. Bilgiye beş duyu ile (görmek, duymak, dokunmak, tatmak, dokunmakla) ulaşılmaz. İşte bugün algıcı pozitivist bilime göre algılarla somutluğu bilinen şey bilimin konusudur, sezgiler bilim dışıdır. Oysa beş dudyu varlık üzerine en dışsal yüzeysel veriler bize sağlar. İlk çağlarda insanlar şimdiki bilim insanlarından daha derinlikli yaşama bakabilmişlerdir.
Hermes’in terziliği de bu anlamda içsel bir oluşum, biçim vermedir. İnsanın içine doğan duygu, düşünceleri biçilmemiş, işlenmemiş bir kumaşa benzetirsek, terzi bunları biçer ve kullanışlı elbiseler çıkarır. Yani Hermes sadece içsel islerini dinlemez, onlardan faydalı düşünceler inşa eder. İçine doğan her görüşü doğru diye hemen kabul etmez. Ölçer, biçer ve faydalısını paylaşır, gerisini atar. Düşünceleri ‘ölçüp-biçme’ söylemi, dilimizde hala kullandığımız bir terim olarak Hermes’ten kalmış olmalı. Tabii ki Hermes’te ölçme ve biçme bir bakış açısına göre olur. Bu da dediğimiz gibi tanrıça kültürünün bir oğlu olarak toplumsal yaşam çıkarına olur.
Onun felsefesinde zuhal yıldızı ışığın, mutlak ışığın merkezidir. Yani zuhal yıldızı ışığın ana kaynağıdır, ışık oradan evrene yayılıyor. Böylece ışık dünyaya da düşüyor. Dünya karanlık olan yerdir, Zuhal yıldızı ise aydınlık merkezidir. Burada aydınlık karanlık dualitesi karşımıza çıkıyor. Işığın tekrar ana kaynağına dönmek istemesiyle aydınlık ve karanlık arası mücadele başlıyor. Işığın merkezi ideal iken dünyaya yansıması aydınlık. Aydınlık-karanlık dualitesi önce Zerdüşte tekrar karşımıza çıkar. Hermes’in bu aydınlık-karanlığa dayalı dualite yaklaşımı Platon’un idealar, fem-nomenler anlayışı ve tek tanrılı dinlerin cennet ve yalan dünya anlayışında olduğu gibi yansımasını bulur. Platon’da idea, biçimler dünyasına düşmüştür ve asil olana dönülmelidir. Dinde dünya bir yanılsamadır, cennete gidiş amaçtır. Aydınlık-karanlık, ruh-madde, biçimler-idealar dünyası, madde-enerji vb bunlar felsefenin temel konuları olarak hep tartışılacak ve felsefeye karakter vereceklerdir. Daha da önemlisi bunların çatışması olarak dile gelen dualite felsefenin temel yöntemi olacaktır.
Hermes’in hakikat arayışı hakikatin birliğidir. İnsan için bu birliğe ulaşmak esas olmalıdır. Onun anlayışında küçük, büyükk ayrımı yoktur, her şeyin kendine göre bir özelliği, farklılığı vardır. Varlıkları ayrıştırmaya karşıdır. Anlayışı dualiteye dayansa da ulaşılacak olan hakikatin birliğidir, bütünlüğüdür. Dualitenin tarafları birliği oluşturur.
Hermes İsis tapınağında rahiptir. Tapınakta rahip olmak isteyenleri 7 aşamalı bir sınavdan geçirir. Her aşama bir basamağı temsil eder. Rahip olabilmek için bu aşamalardan geçilmesi gerekir. Bu aşamalar şöyledir:
1. Ay: Ay’ın kendisi düşünce dehasıdır.
2. Utarit Yıldızı: Göğün ikinci katında Utarit vardır. Soyluluk dehasıdır. İnsanın temiz, arı olması anlamında soyluluk.
3. Zühre Yıldızı: Aşk dehasıdır.
4. Güneş: Güzellik dehasıdır.
5. Merih: Adalet dehasıdır.
6. Müşteri Yıldızı: Bilim dehasıdır.
7. Zuhal Yıldızı: Mutlak ışık merkezidir. Ölümsüzlük ssağlayan büyük aydınlık merkezi Zuhal Yıldızı’dır.
Yedinci kata ulaşmak, aşamaların hepsinin başarılya aşılması ile ulaşılan sonsuz bilgelik, ölümsüzlük derecesinde bir bilince ulaşmadır.
Hermes’e göre, insan eğitiminde terbiyenin üç ilkesi vardır. Beden eğitimi, hayvansal ruh eğitimi ve insani ruh eğitimi. Ona göre insanda bir hayvansal ruh bir de insani ruh vardır. Açlık, korku, fazla mülk, şatafatlı şeyleri sevme gibi alışkanlıklarlaa mücadele ederek buna karşı sürekli kendisini terbiye etmesi gerekir. Hermes’e göre güdüleri ile yaşayan insan olamaz. Bunlar Hermes’in ahlak anlayışıdır. Bilgelik ve ahlaklı kişilik bir bütünlük içindedir.
Hermes’in tanrı tanımı ‘insan ölümlü bir tanrı, tanrı ölümsüz bir insandır’ şeklindedir. Yani ikisi de birdir, aralarında sadece bir fark vardır o da ölümdür. Ölümsüzlük ise insanın kendi elindedir. İnsani ruh terbiyesi ve hakikatin yedi basamağını aşmak ölümsüzllüğe ulaşmaktır. Ölümsüzlükle Hermes’in ifade ettiği, manevi bir sonsuzlaşma, insanlığa mal olma ve kültürleşmedir.
Şehit Zilan-Zeynep Kınaci Özgür Kadın Akademisi Yayınları
Hakikat Ders Notları-Emine Erciyes
Devam Edecek: Hakikat Arayışçılarının Serüveni – Zerdüşt
6 notes · View notes
sevgiekicigil · 5 years
Text
EDİTÖRÜN SEÇİMİ: KASIM 2018 YENİ ÇIKAN KİTAPLAR
EDİTÖRÜN SEÇİMİ: KASIM 2018 YENİ ÇIKAN KİTAPLAR
İstanbul Tüyap Kitap Fuarı başlamadan önce hangi kitaplar piyasaya çıkıyor, diye merak ediyorsanız listemize göz atmanızı öneririz. Kasım 2018’de yeni çıkan kitaplar arasından farklı konu ve türlerdeki birbirinden değerli 17 kitabı sizin için derledik. Keyifli okumalar!
Kasım 2018’de Kitapçıların Raflarında Yer Alan 17 Yeni Kitap 1- Son Ayşe Kulin
Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 304
Ayşe Kulin’…
View On WordPress
0 notes
ensonhaberde · 6 years
Text
Bir Dostoyevski klasiği: Kumarbaz
Rusya ve Dünya Edebiyatı’nın tartışmasız en önemli yazarı: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski. İlk romanı İnsancıklar ile yazarlığa giriş yapan büyük yazarın adı edebiyat dünyasında altın harflerle yazılmıştır. Bireyin iç dünyasını derinlemesine işlemesiyle adeta psikolog gibi davranmıştır. Evrensel bir yazar olması onu edebiyatın yapı taşlarından biri haline getirmiştir. MÜHENDİSLİKTEN YAZARLIĞA…
View On WordPress
0 notes
izmirtv-blog · 6 years
Text
Bir Dostoyevski klasiği: Kumarbaz
Ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin kumar borcunu ödemek için 20 günde yazdığı ünlü kitabı.
Rusya ve Dünya Edebiyatı’nın tartışmasız en önemli yazarı: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski.
İlk romanı İnsancıklar ile yazarlığa giriş yapan büyük yazarın adı edebiyat dünyasında altın harflerle yazılmıştır. Bireyin iç dünyasını derinlemesine işlemesiyle adeta psikolog gibi davranmıştır. Evrensel bir yazar…
View On WordPress
0 notes
pdfekitaparsivi · 6 years
Photo
Tumblr media
Novalis – Fragmanlar
0 notes
hbedebiyatsanat · 5 years
Photo
Tumblr media
"Uzun yıllardır felsefeye reddiyeler diziliyor. Hatta üniversitelerde tarih ve sosyal bilimlerin alanı sınırlanıyor. Felsefi düşüncenin huzursuzluğa ve sosyal mücadelelere yol açtığı dillendiriliyor. Kaygılarında haksız da sayılmazlar. Felsefenin özü, düşüncenin varlıkla ilişkisi sorunudur. Felsefe maddenin hareket yasalarının bilinebileceğini ve maddenin değiştirilebileceğini öngörür. Maddeyi sorgulamanın yolu felsefeyle açılır. Sanat, edebiyat ve tarih de felsefeden beslenir.
Bugünkü konumuyla felsefenin durumu içler acısı. Felsefe bütünlüklü bir dünya anlayışından uzaklaştırıldı, bilimcilik düzeyine indirgenerek, siyaset felsefesi, din felsefesi gibi felsefe olmayan felsefelere bölünerek paramparça edildi. Eski Doğu ve Batı’da felsefe bir silahtı, yaşamak için düşünmekti. Bugün ise içine eleştirinin sızamadığı resmi ve dogmatik bir nitelik taşıyor. Felsefi düşünce uhrevi alanlara yönlendiriliyor. Günümüz felsefe eğitimi içinde, dünyanın yürüyüşüne bakıp bir fikri seçenek önermenin önü büyük ölçüde tıkandı. Felsefe işletme modeline, felsefeci memura benzetildi. Elimizdeki kitap Doğu ve Batı felsefelerinden İslam ve günümüz felsefelerine kadar, insanlığın fikri birikimlerine dayanarak, eleştirel düşünceyi, serbest araştırmayı ve sorgulayıcı tutkuyu öne çıkarmıştır. Kitap, her yeni bilimsel gelişmeyle felsefenin biçiminin değişeceğine vurgu yapıyor. Felsefe tarihinde, günümüz felsefesini geliştirecek ne varsa bulup çıkarıyor, açığı kapatıyor."
Ceylan Yayınları
3 notes · View notes
dipnotski · 25 days
Text
Nicolai Hartmann – Estetik (2024)
Bir sanat yapıtı nasıl tanımlanır? Edebî bir yapıta, şiire, müziğe, tiyatro oyununa veya mimari bir esere hemen herkesin üzerinde uzlaşabildiği estetik ölçütleri veren değerler nelerdir? Niçin bir çalışmayı değerli görürken diğerini estetiğin dışında sayarız? Yirminci yüzyılda estetik üzerine yapılan klasik çalışmalardan biri Nicolai Hartmann’a ait. Hartmann bu son yapıtında kapsamlı bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
panoptik · 6 years
Text
Burjuvazi-Demokrasi İş Birliği?
                Marx ve Engels eleştirel bir dille olsa da burjuvaziyi modern temsili devletin doğuşunun arkasındaki ana güç olarak tanımlamışlardır (Marx & Engels, s. 24). 
Öte yandan Moore ise diktatörlük ve demokrasinin toplumsal kökenlerini araştırdığı ünlü eserinde, zayıf bir burjuvazinin güçlü bir köylü sınıfı ile girdiği işbirliği Rusya ve Çin’deki gibi komünizme;  zayıf burjuvazi ile güçlü devlet kombinasyonun ise Almanya ve İtalya’da olduğu gibi faşizme yol açtığını dile getirmiştir. (Moore, 1989)  Her ne olursa olsun sanayi burjuvazisi “ulusçuluk” çerçevesinde tarımın ticarileşmesini desteklemiş böylece toprak soylularının ekonomik gücünü tahrip etmiştir.  
               Burjuvazinin tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığını Werner Sombart’ın bu linkteki Burjuva isimli kitabından ayrıca ulaşabilirsiniz.
               Lipset gibi isimlerin konuya ilişkin araştırmalarınca, demokrasi ile ekonomik gelişmişlik arasında yakın bir ilişki bulunmuştur. Ancak yine de bu durum demokratikleşmenin tek unsuru olmadığı vurgulanmakta söz konusu süreçte ulusal mizacın, tarihsel ve kültürel birikimlerin, ulusal güçlerin ve liderlerin davranışlarının da etkili olduğu kabul edilmektedir (Bulut, 2003). Aynı zamanda bu yaklaşım özü gereği oldukça uç ve keskin hatta hatalı noktalara gidebilmektedir.  Demokratikliği yalnızca ekonomik kalkınma ile açıklamaya kalktığınızda Batı’lı devletleri diğerlerinin önüne koymuş ve diğerlerini hiçe saymış olunur. Bu yaklaşım Batı’yı bir norm haline getirmekte, demokrasinin en uç noktası gibi göstermektedir. Ancak durumun böyle olmadığı pek çok kez tarih sayfasında yerini almıştır. Nitekim tartışmaya uluslararası ilişkiler bakımından bakıldığında kendilerinin en güçlü demokrasilere sahip olduklarını ileri süren devletlerin çıkarları için diğer devletlerin demokrasilerine müdahaleleri gayet açıktır.
               Kapitalizm ile demokrasi arasındaki bağ yalnızca tarihsel değil aynı zamanda ilk bakışta mantıksaldır. Her iki yaklaşımda esasında serbest rekabet  ilkesi temelinde yükselmektedir.  Kapitalizmde bireyler çıkarlarını rekabet içinde maksimize ederken, demokrasi de farklı gruplar iktidarı ele geçirmek için serbestçe rekabet etmektedir. Dolayısıyla ikisi arasında ilk bakışta serbestlik bazında bir benzerlik vardır. Fakat böyle bir benzerliği kurabilmek için demokrasi ciddi şekilde kısıtlanmalıdır. Demokrasi özünde halkın her konuda karar vermesidir öte yandan hep bahsettiğimiz burjuva kapitalizmi şeklinde örgütlenen -özellikle neo liberal- hareket ise siyasetin ekonomiye etkisinden hiç hoşlanmaz. Dolayısıyla “demos”tan çekinmesinin ve sınırsız halk egemenliği düşüncesine sıcak yaklaşmamasının  temel nedenlerinden biri budur. Sözün özü ilk bakışta iki kavram arasında mantıki bir bağ var gibi gözükse de özünde bu işbirliği oldukça sıkıntılıdır.
Serinin sonraki kısmı bu sefer demokrasinin kapitalizm üzerindeki gizemleri üzerine olacak.
Serinin önceki yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Agora Demokrasisi ve Diktatörler Demokrasi ve Kapitalizm
Ana Kaynak: BULUT, N. (2003, Haziran). Kapitalizm-demokrasi ilişkisi,(demokrasinin ekonomik temelleri üzerine bir inceleme), AÜEHFD, C.VII, ss. 73-75
MARX, K. ve ENGELS, F. (1998). Komünist parti manifestosu. Ankara: Sol Yayınları
MOORE, B.  (1989). Diktatörlüğün ve demokrasinin toplumsal kökenleri. (Ş. Tekeli ve A. Şenel, Çev.) Ankara: V Yayınları ss.9-328
SOMBART, W. (2008).Burjuva, modern ekonomi dönemine ait insanın ahlâki ve entelektüel tarihine katkı.  (O. Adanır, Çev.) Ankara: Doğu Batı Yayınları
9 notes · View notes
eserozetlerim · 3 years
Text
Kendi Gök Kubbemiz Kitap Özeti – Yahya Kemal Beyatlı
New Post has been published on https://eserozetleri.com/kendi-gok-kubbemiz-kitap-ozeti-yahya-kemal-beyatli/
Kendi Gök Kubbemiz Kitap Özeti – Yahya Kemal Beyatlı
Tumblr media
Kendi Gök Kubbemiz Kitap Özeti – Yahya Kemal Beyatlı
Kendi Gök Kubbemiz Şiir kitabıdır ve 1989 Tarihinde İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından yayımlanmıştır. Sayfa sayısı 102 olan bu kitap Yahya Kemal Beyatlı’nın fikirlerini de anlatmaktadır. Bu yazıda Kendi Gök Kubbemiz Özeti sizleri bekliyor.
Türü:
Şiir
Önemi:
Millî Eğitim Bakanlığı’nın okunması gereken kitaplar listesinde yer alan şiir kitabı.
Kendi Gök Kubbemiz Özeti
Kendi Gök Kubbemiz, Yahya Kemal Beyatlı’nın farklı yerlerde yayınlanan şiirlerinin bir araya getirilmesi ile kendisinin ölümünden sonra Yahya Kemal Enstitüsü tarafından hazırlanmıştır. 1961, 1963 ve 1969 yıllarında MEB yayınları tarafından bastırılmıştır. Yahya Kemal Beyatlı’nın nesir yazıları, Eğri Dağlar ve Aziz İstanbul adı altında derlenmiştir. Şiirleri ise Kendi Gök Kubbemiz eserinde toplanmıştır.
Beyatlı’nın yazdığı özgün ve çağdaş temalı şiirler, 1921-1957 yılları arasında çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmıştır. Şair hayatta iken bu yayınlanan şiirlerini bir kitap haline getirmeyi başaramamıştır. Şairin ölümünden sonra Yahya Kemal Beyatlı Enstitüsü kurulmuştur. Bu enstitü, şaire ait olan şiirleri bir araya getirerek bir kitap halinde toplama çalışmasında bulunmuştur. Bu çalışmalar sonucunda Kendi Gök Kubbemiz adlı şiir kitabı basıldı.
Üç bölüme ayrılmış olan kitabın “Kendi Gök Kubbemiz” bölümünde Türk tarihi ve kültürü ile ilgili şiirler “Yol Düşüncesi” bölümünde rintlik, ölümler ve ihtiyarlık konularında şiirler, “Vuslat” bölümünde ise aşk şiirleri bir araya getirilmiştir. Kitabın son kısmında ise bitirilmemiş bir şiir yer almaktadır. Bu “Ok” şiiri dışındaki diğer şiirler aruz ölçüsü ile yazılmıştır.
Yahya Kemal Beyatlı’nın Kendi Gök Kubbemiz adlı kitabında eski ve yeni dönemde yazdığı şiirlerde yer almaktadır. Şairin vatan ve İstanbul sevgisi, doğu ve batı kültürü, Türk tarihinin parlak günleri hakkında şiirler, manzara, doğa, mimari eserlere olan hayranlığını dile getiren şiir, aşk, özlem ve ölüm temaları bu kitapta toplanmıştır.
Yahya Kemal, bir şiiri dışında tüm şiirlerini aruz ölçüsü ile yazmıştır. Divan edebiyatı nazım şekillerinde olan gazel, mesnevi, şarkı ve nazım biçimlerinde şiirler de yazmayı başarmıştır. Yahya Kemal Beyatlı’nın bu eseri, MEB tarafından orta öğretim seviyesi için tavsiye edilen Yüz Temel Eser arasına alınmıştır. Eser, MEB tarafından şairin ölümünden sonra MEB yayınları tarafından 1961 yılında ilk kez basılmıştır. Eser içerisinde, Yahya Kemal Beyatlı’ya ait 81 adet şiir üç bölümde bulunmaktadır. Bunlar, Kendi Gök Kubbemiz, Vuslat ve Yol Düşüncesi’nden oluşmaktadır.
Kendi Gök Kubbemiz bölümünde, Anadolu ve Rumeli civarlarında yaşayan ve bir uygarlık oluşturan Türk’ün tarih içerisindeki önemi, kültürü ve oluşturduğu uygarlığı dile getiren şiirleri yer almaktadır. Yol Düşüncesi adlı bölümünde ise sonsuzluk, ölüm ve rintlik ile ilgili duygular işlenen şiirlere yer verilmiştir. Son bölüm olan Vuslat bölümünde, aşk ve sevda şiirleri bulunmaktadır.
0 notes
elazigsurmanset · 3 years
Text
İLGİSİZ BİLGİLİLER, BİLGİSİZ İLGİLİLER… 
Tumblr media
“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.” Yukarıdaki söz Celal Yalınız’a ait. Celal Yalınız nam ı diğer “Sakallı Celal” halk filozofu diye bilinir. Diyalektik tanığı insanlar bilir. Yaşamı boyunca hiç kitap yazmamıştır ancak birçok deyişi en duayen muhabbetlerin vazgeçilmez sözlerindendir. Benzetmek ne kadar doğru olur bilmem ama kinik filozof Diyojen’e (Diogenes) benzetirim ve her ikisini de çok severim. Araştırmacı Yazar Orhan Karaveli hakkında bir kitap yazmıştır: “Bir Bilinmeyen Ünlü’nün Yaşam Öyküsü: Sakallı Celal” … Yıllarca kentleşme konusunda da Mübeccel Kıray, Ruşen Keleş, İlhan Tekeli ve yabancı kaynakları (David Harvey, Henri Levebvre, Lewis Mumford vs.) okudum, okurum. Herhangi bir konuda kitap türünde belli referanslar dışında pek ayrım yapmıyorum. Bilgi hazneme değer katacak her şeyi okurum. Zaman zaman da kendi adıma kentleşme konusunu kaleme alıyorum. Limbus için (Cennet Cehennem arası, Cehennemin başı) şöyle der Dante Alighieri: “Ama şunu bilmelisin ki, bunlara gelinceye dek, hiçbir insan ruhu kurtarılmış değildir.” Dante Alighieri'nin bunlara gelinceye dekten kastı “ilahi Komedya”sında saydıkları bu güzel sözü söyleyen Sokrates’ten (Apology ya da Savunma’sındaki muhteşem sözü), öğrencilerinden Platon, Aristo ve sofistlerden bazıları, bunlardan sözederek, “Sen ki, bilime ve her sanata şeref veriyorsun, söyle bana diğerlerinden ayrı bulundurulacak kadar şan ve şeref sahibi olan bu ruhlar kimlerdir?” (Oda Yayınları, 7.Basım, s.18) demişti. Onların iyi birer yurttaş olmaları yanı sıra insanlık adına kattıkları büyük değerler vardı çünkü. Değil mi ki kentlilik bilinci ve iyi bir yurttaş olmanın gereği yaşadığınız çevreye değer vermektir. Ve bu konuda bilinçli birer yurttaş olarak hayatı, yaşadığımız çevreyi ve koşulları sorgulamak da gerekti. Hasan Ertürk ile Neslihan Sam’ın birlikte yayınladıkları “Kent Ekonomisi” kitabı bu alanda okuduğum en değerli kaynaklardan birisi. Yıllar önce bu kitabı alırken de uzun yıllar tanış olduğumuz kitabevi sahibi bayan ”o ders kitabı ama” demişti bana "olsun" demiştim. Kitapta Hasan Hoca kenti, sosyal, kültürel ve ticari faaliyetlerin yoğun olduğu yer diye tanımlamış. Kent adına yapılanları bu tür akademik kaynaklarla karşılaştırarak değerlendirmeye çalışıyorum. Bu pazar da özellikle havanın güzelliğini fırsat bilip annemin rahatsızlığına iyi gelir ümidiyle kendimizi dışarı attık. Bursa’da olduğumuz zaman Altıparmak’ta bir büfenin önüne konmuş banklarda oturuyoruz. Adı halk arasında “Arap Parkı” diye bilinir. Körfez ülkelerindeki savaştan önce gelip Bursa’da ev kiralayan Arapların sevdikleri bir yer olmasından dolayı adı böyle kalmıştı. (Yıllar yıllar önce ise burada şimdiki banka şubesinin olduğu yerde bir kahvehane ve bir akaryakıt istasyonu bulunuyordu.) Annem kalabalığı ve konuşmayı seven bir insandır. Oradan da Kültür Park'a geçmeye karar verdik. Pazar günü tahmin ettiğimiz gibi park hıncahınç kalabalıktı. Tatili ve güzel havayı fırsat bilen parka gelmişti. Süs erikleri, yalancı manolyalar çiçeklerini pembe pembe açmıştı. Kırmızı, eflatun, sarı, beyaz, fare kulakları, şeytan arabaları, hindibalar, ballıbabalarlarla beraber insanlar da yemyeşil çimenliklere yayılmışlardı. Güzellikler ve çirkinlikler aynı tabloda: Koşuşturan çocuklar fotoğraf çekilenler vs. Parkta dikkatimi çeken ilk şey kalabalık dışında araç yoğunluğu oldu. Bu kadar çocuk ve dolaştırılan sahipli hayvanlar arasında yadırgadım. Yayalara parkı ücretsiz yapan belediye girişlerde her araçtan ücret keserek bu dolaşımı teşvik etmiyor muydu?”. Park dışı trafik ise felaket. Her geçen gün kalabalık ve kentiçi trafik giderek yoğunlaşıyor. Park olma şansını yitirmiş AVM dolu meydanlar, gereksiz ya da boş yere kentsel dönüşüm adı altında yıkılarak yeniden inşa edilen ve gökyüzüne yükselen devasa yapılar... Bursa’da son yıllarda gereksiz gördüğüm projelerin yanı sıra bunu göç ile plansız kentleşme, sonuçta sosyal ve ekonomik koşulların tetiklediği bir manzara olarak görüyorum. Çocuklara, engellilere ve yaşlılara hitap etmeyen bir kentte “kentlilik bilinci’nden sözedilebilir mi?” Hani nerede oyun alanları, bisiklet parkurları, koşu pistleri vs. Yaşlı Anamın halini göze alarak yaşlı birinin yorulup oturabileceği banklar… Belediye o kadar ekstrem konularla ilgileniyor ki mesela “Süt Emzirme Kabinleri”. Sanırsınız belediyeler Avrupa’nın en çağdaş şehirlerinden biri yapmak için her şeyi yapıyor. Büyükşehir’in (Bursa’da) belli başlı icraatları; Olimpik Stadyum, Skypark, skatepark vs … Bursa’yı iyi bildiğini zanneden yıllarca Basın biriminde görev yapmış yazmış çizmiş ve bizzat açılışlarda Belediye Başkanına kurdele kesmek için tepside makas tutmuş bir karakter olarak (FSM Bulvarı, Doğu Batı Yakın Çevre Yolu, Zoo Park, Zafer Plaza, Şehir kütüphanesi anımsadıklarım ki FSM Bulvarı 1998’de ilk görev aldığım açılış töreni idi) Bursa’daki olumlu olumsuz değişmeleri yakından takip edip değerlendirebiliyorum da… Bursa’daki kitap fuarı düzenlenen yer misal görev aldığım dönemde yapılmıştır. Yeşil kuşak oluşturmak amacıyla yapılıp bugün Bursalıların nefes almasını sağlayan ender köşelerden Botanik park projesi de öyle… Sonra Bursa’ya yapılan gelmiş geçmiş en önemli yatırım (bana göre sosyal projedir) Bursaray adı verilen hafif raylı sistem de öyle. Ve bir sürü otopark… O günlerden bu güne bu anlamda ciddi yatırım yok. Saydığımız ekstrem yatırımlar dışında… Bana kalırsa hepsi “beyaz film sendromu” yani hastalığı ölü doğmuş kısır ve gereksiz yatırımlardır. Otopark sorunu bu trafik karmaşasında büyük sorun. Hasan Hoca da detaylarıyla benim hastalık dediğim diğer konularda da çözümler sunmuş. Dünya’dan örnekler göstererek (Örneğin Singapur’daki trafikte kart uygulaması, İngiltere’deki girişi yasaklı bölgeler uygulaması vergiler vs.) Ancak bizim belediyeler ne yapıyor yıllardır yasal olarak hukuk nezdinde mahkum edilmesine rağmen (Örneğin Mersin’de) Sokaklarda, caddelerde otopark yapan araçlardan para topluyor, Aynı şey mi? Araç kullanımını teşvik ediyor aslında: “Ayrıca yolların genişletilmesi, park yeri gibi tamamlayıcı yatırımlara talebi arttırırken, daha çok araç kullanımına da neden olabilmektedir.”diyor kitapta da (Güncellenmiş 3.Baskı, s. 239). Hatırlar mısınız bilmem eskiden tek plaka çift plaka vb uygulamalar yapılırdı trafikte. Bursa’ya ana arterlerden girişte büyük bir hava kirliliği ile karşılaşıyorsunuz. Kentin üstünde kabus gibi bir kirlilik, bir karanlık… 1950’lerden sonra Amerikancı liberal işbirlikçilerin siyasal karar alma süreçlerinde etkili olmasından bu yana Türkiye'de demiryollarının sökülerek karayollarının teşvik edilmesiyle birlikte reklamla da özendirilen otomobil sayısı ve akaryakıt bağımlılığı artmıştır. Oysa bunlar ülke ve toplum yararına kullanılması sınırlı ve planlı tutulması gereken araçlardı. Herkes köyüne sokağına yol istiyor diyerek bahane eden, topu topu o zamandan bu yana yapılan 30 km lik demiryolu ağıyla yetinen… Yapılanlar (sözde estetik adına) kaş yapayım derken göz çıkarmaktı. Günümüzde tarihi doğal güzellikleriyle her şeye rağmen en çok göç alan Bursa kaybedilmiş kentlerimizden birisidir. Ne yazık ki sorumlusu büyük ve metropol olmuş bir kentte hala kentlilik bilincine erişememiş yöneticilerle onları sorgulama niteliğine henüz erişememiş yapılanlarla yetinen bireylerdir. Uzun zamandır da izleyip görüyoruz. Ne demişti yine Sakallı Celal, başka bir sözünde o da yanlış mı? “Türkiye’de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar.” Tamer UYSAL Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ   Read the full article
0 notes
alperenreis44 · 4 years
Text
Tumblr media
Unutulan Türkler 2: Horasan Türkleri
Horasan adı Eski Farsçada hur (güneş) ve âsân (âyân “gelen, doğan”) kelimelerinden oluşarak “güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi; doğu bölgesi” anlamlarına gelmektedir (Çetin, 1998). Bu adın Sasaniler döneminde ortaya çıkıp yaygınlaştığı görüşü hâkimdir. Horasan tarihte, İran’ın kuzeydoğusunda bulunan çok geniş bir coğrafî bölgenin adıydı. Günümüzde bu coğrafî bölge üç parçaya ayrılarak Merv, Nesa ve Serahs yöresi Türkmenistan, Belh ve Herat yöresi Afganistan, kalan kısımlarda da İran sınırları içinde bulunmaktadır (Çetin, 1998).
Horasan coğrafyası göç ve istila yolları üzerinde bulunduğu için tarih boyunca çeşitli kavimlerin ve etnik grupların yaşadığı bir bölge olmuştur. İran ve Orta Asya arasında sınır bölgesi olmasından dolayı tarihte Büyük Roma, Asur, Med, Pers devletlerinin istilasına uğramış; Sasani, Bizans, Arap ve Türk hâkimiyeti altına girmiştir. Horasan bölgesi, İran ve Anadolu vb. ülkelerin fethi için önemli bir nokta olmuştur. Örneğin Gazneliler, Samanoğulları’nı yenmek için öncelikle Horasan’ı ele geçirdiler. Selçuklular da Gaznelilerden ilk önce Horasan’ı alıp daha sonra Anadolu’ya yöneldiler (Rahimi, 2013). İran coğrafyası ile Türklerin teması İskit dönemine dayandırılmaktadır. İran’a yapılan yoğun Türk göçleri Azerbaycan ve Horasan üzerinden gerçekleştirilmiştir. Horasan bölgesine yapılan Türk göçleri şu şekildedir (Rahimi, 2013):
War-Gunlar (Uar-Hunlar) – miladi 350 dolaylarında
Hiyonitler – miladi IV. yy
Ephtalitler (Akhunlar) – V-VI. yy
Halaçlar – VI. yy ve sonrası
Göktürkler – 550 yılı sonrası
Karluklar – VIII. yy ve özellikle Gazneliler döneminde
Oğuzlar – 1040 Dandanakan Savaşı ile birlikte.
X.yüzyılın sonlarına doğru Horasan bölgesi, Gaznelilerin hâkimiyetine girdi. Selçukluların, Ceyhun’u aşarak burayı ele geçirmesine kadar onların hâkimiyetinde kaldı. Dandanakan Savaşı ile Horasan bölgesine yoğun bir Türk göçü başladı ve burası tamamıyla bir Selçuklu toprağı hâline geldi. Günümüzde İran Horasan bölgesinde yaşayan Türkler de bu Oğuz Selçuklularının torunları olduğu düşünülmektedir.
Horasan Türkleri, İran’ın kuzeydoğusunda yoğun olarak bugünkü Kuzey Horasan ve Razavî Horasan eyaletlerinde yaşamaktadırlar. Bu şehirlerde yaşayan Türk nüfusu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Gerhard Doerfer 1977 yılında yaptığında çalışmasına göre 400.000 kişi olduğunu belirtmiştir. Cevat Heyat ise İran Horasan bölgesindeki üç milyon nüfusun toplam bir milyon ve daha fazlasının Türk olduğunu ifade etmiştir. Sultan Tulu ise Horasan Türkçesini 1,5 milyon insan tarafından konuşulduğunu söylemektedir. Gayriresmî kaynaklara göre Horasan bölgesinde yaşayan Türklerin nüfusunun 1,5 milyon üzerinde olduğunu belirtirler (Rahimi, 2013)
Bugüne kadar Horasan Türkçesi, bilim insanları tarafından incelenmiş olsa da dil özellikleri hakkında yeteri kadar bilgi elimizde yoktur. Horasan Türklerini ve onların dil ve kültürlerini bilim dünyasına ilk kez Ivanov (1926) tarafından tanıtılmıştır. Horasan Türkçesini ilk kez ayrıntılı olarak Gerhard Doerfer (1977) incelemiştir. Gerhard, Horasan Türkçesinin önemini şu şekilde açıklar (Rahimi, 2013):
 Dil coğrafyası bakımından ufkumuzu birçok yönde, örneğin Özbek ağızlarıyla bağlantılı olarak genişler.
Oğuz lehçelerinin çerçevesi kesinlikle genişleyecektir. Eskiden Batı, Orta ve Güney Oğuzca olarak bilinen üç Oğuz grubu bugün Batı, Orta, Güney, Doğu ve Kuzey Oğuzca olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca çok eski Harezm ve Çağatay Türkçeleri materyalleri Horasan Türkçesinin incelenmesi hâlinde daha iyi açıklanabilir.
Eski Osmanlı Türk edebiyatında görülen “olga – bolga” dilinin sırrı Horasan Türkçesinin yardımıyla çözülebilir.
Horasan Türkçesinin incelenmesiyle karşımıza eski ve sönmüş bir edebiyatın dolayısıyla bir kültürün izleri çıkacaktır.
Horasan Türkçesi, İran’ın Horasan bölgesinde oturan Oğuz Türkleri tarafından konuşulan ve Oğuzcanın kendine özgü özelliklerini taşıyan bir koludur. Horasan dışında, Türkmenistan’ın kuzeyinde dar bir bölgede de konuşulmaktadır (Korkmaz, 2013). Horasan halkı, Azerbaycan ve Türkmen Türkçesinden ayırmak için kendi lehçelerine “Türkî” adını vermişlerdir (Korkmaz, 2013).
Unesco tarafından hazırlanan dil atlasında Horasan Türkçesi ölü derecede olan dil kategorisine girmektedir. Etnik yapıdaki karışıklıklardan dolayı Horasan bölgesinde farklı diller konuşulmaktadır. İran’daki resmi dilin Farsça olması, toplumsal, ekonomik ve kültürel getirileri olduğu için Horasan Türkçesinin kullanımı giderek azalmaktadır. Bunun yanı sıra Türk dilinde eğitim olmaması, Türkçe basın-yayın hayatının çok az düzeyde olması ve bazı Türk ailelerinin Farsçayı ana dili olarak kabul etmesi Türklerin asimile olmasına sayılarının azalmasına sebep olmaktadır.
Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan bir olgu olmasının yanı sıra sosyal ve millî bir varlıktır. Bir milleti ayakta tutan, bireyleri birbirine bağlayan geçmiş ile gelecek arasında bir köprü olan dilin oynadığı rol çok büyüktür. Dil, bir milletin tarihini, kültürünü, dünya görüşünü, maddi ve manevi değerlerinin bütününü kendi içerisinde saklar. Bir dilin ölmesi o dili konuşan milletin ölmesi demektir.
Son yıllarda İran’da Horasan Türkleri ile ilgili yeni kitapların basılması, birçok yeni ağ sayfasının açılması ve aydın kesiminde millî şuurun yükselmesi ölü derece olan Horasan Türkçesinin en azından ölümünü geciktirmektedir ve asimilasyonunu azaltmıştır.
Kaynakça
Çetin, O. (1998). Horasan. Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (s. 234-241).
Korkmaz, Z. (2013). Türkiye Türkçesinin Temeli Oğuz Türkçesinin Gelişimi. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Rahimi, M. (2013). Dil Hayâtiyeti Bağlamında Horasan Türklerinin Bugünkü Durumu . Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 131-141.
Bunu seninle paylaşmak isterim. İşte bu uygulamayı PlayStoredan indirebilirsinizhttps://play.google.com/store/apps/details?id=com.enverk.UluTurkTarihi
#türk #islam #turan #vatan #devlet #bayrak #millet #tarih #türktarihi #islamtarihi
0 notes