Tumgik
pop-click · 7 years
Photo
Tumblr media
Sadece işiyle, mesleğiyle anılan ve hayatı müzik olan isimlerden biri Cenk Eren.
Uzun yıllar gece hayatının en popüler sahne isimlerden biriydi. 14 yıllık bu gece hayatının akabinde kariyerinin ilk albümünü o dönem Yeşim Salkım'ın sahibi olduğu "Yeşil Müzik" firmasından "Ve Cenk Eren" ismiyle piyasaya sürdüğünde takvimler 1995 yılını gösteriyordu.
Bu albümü kendisine o dönem, tabiki Yeşim Salkım'ın Hakan Uzan ile evli olmasının da etkisiyle Kral TV Video Müzik Ödüllerinde "Yılın En İyi Çıkış" yapan şarkıcısı ünvanını getirdi. O ödülü aldığında şöyle bir konuşma yapmıştı Cenk Eren:
"14 yıldan beri müzikle ilgileniyorum, bu hayatımda aldığım ilk ödül"
Zaman içerisinde Cenk Eren, Nükhet Duru ile yaptığı müzikal birliktelik ile sahne dünyasının en aranan isimlerinden biri halini aldı.
Geçtiğimiz yıl Şafak Karaman'ın prodüksiyon firmasından koleksiyon niteliğinde "Tanju Okan Şarkıları" adını verdiği ilk proje albümünü çıkardığında yer yerinden oynadı. Her biri Tanju Okan yorumuyla belleklere kazınmış 10 şarkı, Cenk Eren'in zaman içerisinde şarap gibi eskiyen, eskidikçe tadını alan, demlenen sesiyle bir kez daha hayat buldu.
Bu albümün ardından iki gün önce, "devamını geleceğini" bildirdiği yepyeni ikinci proje albüm çalışmasında, bu sefer "Ferdi Özbeğen" şarkılarını topladığı albüm çalışmasını “Ferdi Özbeğen Şarkıları” ismiyle piyasaya sürdü..
Albüm yine bir önceki albüm olan "Tanju Okan Şarkıları" gibi büyük fırtına koparacağa benziyor.
"O Günler", "Kandil", "Dilek Taşı", "Büklüm Büklüm" gibi Ferdi Özbeğen ile bütünleşen 10 şarkının yer aldığı albümde Cenk Eren yine muazzam yorumculuğunu konuşturmuş.
Kısacası, yine çok özel bir çalışma ile karşı karşıyayız.
Tam bir arşiv niteliğinde olan bu albümlerin bizlere ulaşmasını sağlayan Şafak Karaman'a da ayrıca kocaman bir tebrik ve teşekkür dileklerini de unutmamalı.
0 notes
pop-click · 8 years
Text
Bir Müzisyen Ailenin Son Yeteneği: Utku Çelik
Tumblr media
Emel-Erdal ikilisi olarak müzik piyasasına 80'li yılların ortalarında giren Emel Müftüoğlu ve Erdal Çelik'ten oluşan grup, tek grup kariyer albümlerinin ardından ayrılmış ve 90'ların başlarında "bireysel" olarak çalışmalarına devam etme kararı almışlardı...
Erdal Çelik, Emel'den ayrıldıktan sonra profesyonel müzik kariyerine 3 albüm sığdırarak kapanışını yaptı...
Yıllar sonra aynı aileden bu sefer Utku Çelik, ilk kariyer albümü ile müzik piyasasına giriyor...
Utku Çelik'in albümünün ismi "Rüyalara Dal"... Albüm "Süper Müzik Yapım" prodüksiyonu ile recorde edilmiş, albümün dağıtımı için görebildiğim kadarıyla Avrupa Müzik ve Esen Müzik ile anlaşılmış....
Albüme bakınca çoğunluğu "Utku Çelik" imzası taşıyan şarkılardan oluşuyor...
Albümde bir de hem Erdal hem de Utku Çelik'in ağabeyleri 80'li ve 90'lı yılların önemli müzik adamlarından "Mete Çelik" in de şarkı sözü ve kimi bestelerde katkısı olduğu görülüyor...
Albüm totalde 12 şarkıdan oluşuyor...
Albümün açılışı, Mete Çelik'in "senfonik" aranjesinin bir ürünü olan "Ne Oldu İnsan" isimli şarkı ile açılıyor...
Bu şarkı acayip hoşuma gitti...Albümde ilk 4 şarkı kafadan banko şarkılar...
Bir bütün olarak albüm son derece hoşuma gitti...Ve bugün de siparişi verdim...
İlerleyen günlerde albüme dair çok şey yazacağım...
Albüm için paylaşılan resmi internet linkleri ise şöyle..
Türk Telekom Müzik: https://www.turktelekommuzik.com/sa/467283
Itunes: https://itunes.apple.com/tr/album/ruyalara-dal/id1117515130?l=tr
Albümü EsenShop’tan da “fiziki kopya” olarak temin edebilirsiniz.. 
http://www.esenshop.com/detail.aspx?id=106689
0 notes
pop-click · 8 years
Text
Spot ışıklarını söndüren adam: Arda Kural
Tumblr media
Aslında bu yazıma konu olarak, Enver Aysever’in twitter platformunda “İmam Hatiplilere” yönelik nefret ve aşağılama içeren twitini konu etmeyi ve bu küstah Atatürkçü, Sünni düşmanı adamı fena hırpalamayı düşünüyordum. Fakat Kartal İmam Hatip Lisesi adına, yanılmıyorsam lisenin bir oluşumunda da aktif rol alan bir kişinin, Enver Aysever’e yazdığı naif ama bir o kadar ağır cümelerle dolu mektubu okuyunca; işgüzar davranıp bu neyi, nerede ve nasıl konuşması konusunda özür sahibi insanı daha fazla önemseyip ciddiye alarak kendini önemli zannetmesini sağlamak istemediğimden, tamamen farklı bir konuya kendimi ayırmak istedim.
Hayat iyi veya kötü, kişiye özel “takdir edildiği” takviminde ilerken hepimizi kimi zaman zorlu, kimi zaman kolay imtihan duraklarında “bizim isteğimizi ve onayımızı” almadan indirebiliyor. Ve bizler hazırlıksız yakalandığımız ama kalbimize “her zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık vardır” direnç noktasıyla tutunduğumuz bu imtihanlarda türlü türlü denemeler geçirerek pişiyoruz, öğreniyoruz.
Bu hafta içinde beni çok etkileyen bir takım olaylarla, bir takım gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldım. Kendimi ne olduğu konusunda ufak ufak hazırlarken, geribildirimlerin hayli sarsıcı atmosferi beni iyiden iyiye gerdi. Kendisiyle iç trafiği yoğun bir kişiyimdir. Çocukluğumdan beri fazla sosyal olmayan bir yapıya sahip olduğumdan iç konuşmalarımla olan bağım hayli sağlamdır. Beni etkileyen bir olaya şahit olduğumda ya da duyduğumda önce onun kalbimde anlamlandırılmasını beklerim, kalbim olaya benim duygularımla tam oturan bir hissi giydirdiğinde bu sefer bu hissin bana düşündürdüklerini bir bir sıralar ve anlamlı bir bütüne ulaşmaya çalışırım.
İşte o olaylardan biri de, kendisini bir çok televizyon dizisinden tanıdığımız, “genç Leonardo di Caprio” olarak da ün salan Arda Kural’ın son hali oldu. Arda Kural’ı ben “Emret Komutanım” isimli, bugün bile bir çok kimsenin kâh gülerek kâh hafif hüzünlenerek hatırladığı dizi film ile tanıdım ve çok sevdim. Sonra bir kaç dizide daha gözüme çarptı, bu genç ve başarılı yetenek.
Ardından ilk olarak geçirdiği psikolojik rahatsızlık nedeniyle hastaneye yatırıldığını öğrendik. Haber o zamanlar taze olduğu için, haberin backgroundunda neler olduğunu bilmedik. Geçtiğimiz günlerde ise olayın derinine vakıf olacağımız bir video kaydı internet ortamına düştü. Aslında daha önce haber bültenlerinde yer aldı, fakat ben oradan olayı takip edemedim.
Video kaydı bende  bir “magazin” programı için çekildiği hissini uyandırsa da, bu hissi bir kenara bırakıp, Arda Kural’ı objektiften izlemeye başladım. O konuştukça ben şoke oluyordum. O anlattıkça, çok sevdiğim ve geleceği parlak olarak nitelendirdiğim bu genç oyuncunun bu hale nasıl geldiğine alelacele bir cevap bulması için sanki zorluyordum kendimi...
İlk olarak “şöhreti galiba kaldıramadım” ile ilgili cümleyle açılışı yapılan video, kayıt ilerledikçe Arda Kural’ın “imtihan durağı” hakkında bilgiler veriyordu. Büyük bir psikolojik yıkım yaşadığı her halinden belli olan “şöhret dünyasına” dair düşüncelerini açıklarken ağzım açık bir şekilde dinledim tüm söylediklerini.
Ve hala etkisinden çıkamadım. Nasıl oldu da bu çocuk bu hale geldi diye düşünüyorum.
İnsanoğlu kimi bünyelerde “kibre” kapıyı aralasa da son derece aciz bir varlık. Bunu insanın olgunlaşma yaşını dikkate aldığımızda çok net görebiliyoruz. İnsan çok geç, hatta en geç büyüyen bir varlık. Ve bu dünyada imtihan edilmesi için hayata gönderilen ve en iyilerin seçilerek, bizim aklımızın sınırlarıyla tasvir edilmesi mümkün olmayan bambaşka bir dünyada mükafatlandırılacak, taltif edilecek bu varlık. O nedenle bu onurlandırma törenine layık olanların özenle seçilmesi gerekiyor. Bunu açıkçası ben anlamıyorum ama şunu biliyorum, işimiz hiç de kolay değil...
Arda Kural da bu dünyada hızlı yaşayan, belki de yaşamı anlamak adına bir çok insana göre “erken” uyandırılan insanlardan sadece biri. O, bir çok insanın imrenerek baktığı ve oraya gelebilmek için her şeyi feda edebileceği bir şöhreti elinin tersiyle itti. “Bundan sonra ne yapacaksın?” sorusuna ise, “Küçük işler yapacağım” şeklinde yanıt vermesi, ihtiyaçlarını küçük işlerle de karşılayacağına inanmış bir kalbin, kendinden emin bir hali olarak okunsa gerek.
“Küçük işler yapacağım…” Halbuki ‘objektiflerden büyük olarak bize görünen’, gerçekte ise sadece ‘büyük paraların’ kazanıldığı bir mesleği yapıyordu. Büyük paraların, sahte ve büyülü dünyasının tadından tiksindiğini ise “Hayranlarınıza ne söylemek istersiniz” sorusuna “Hiçbir şey” diyerek cevaplaması ile bizlere anlatmış oldu..
Hala etkisinden çıkamadığım bu olayın, belli bir süre iç trafiğimde beni bir takım cevaplara götüreceğine inanıyorum. Arda Kural’a şifalar dilerken, bundan sonraki yaşamında duracağı  ‘tüm imtihan duraklarında’ Allah’ın kendisine yardımcı olmasını diliyorum ve can-ı gönülden istiyorum.
Son olarak, ne olursa olsun seçimlerimizin bize ne yaşatacağını bilmiyoruz.
O nedenle hayırlı olanı dilemek ve hayatı çok da zorlamamak gerektiğine inanıyorum.
/Arşivden/
0 notes
pop-click · 8 years
Text
Gözden "kaçırılan" bir Okan Bayülgen Vakası - 2
Tumblr media
Geçen yazımda Okan Bayülgen’in kariyerinin ikinci programı olan “Televizyon Çocuğu” isimli programın, yayınlandığı ikinci bölümünden sonra “apar topar” yayından kaldırıldığından bahsetmiş ve tafsilatı bir sonraki yazıma bıraktığıma dair bir kapanış metni düşmüştüm..
Bugün kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
“Televizyon Çocuğu” programının ikinci bölümünde günlerdir gelecek olan konuğun VTR’leri dönüyordu ATV’de... Gelecek olan konuk “Deniz Baykal”dı… Program öncesi “stüdyodan” görüntüler yapılıyor, seyircinin sıcak ilgisinin “taze” tutulması amaçlanıyordu.
Program canlı yayına girdiğinde ilk dikkati çeken “stüdyo dizaynıydı”. Stüdyoda tema olarak “yoğun bir “kırmızı fon” kullanılmıştı. Öyle ki her yerden “kırmızı” fışkırıyordu.
Konuk anonsuyla beraber Deniz Baykal stüdyoya her zamanki “karizmatik” edasıyla girdiğinde tuhaf bir durumun varlığı da yavaş yavaş hissedilmeye başlanmıştı.
Onun da stüdyodaki “yoğun kırmızılıktan” kaynaklandığı daha sonra farkedildi..
Stüdyoda Deniz Baykal’ın ağırlanması için özel olarak tasarlanan “tema” bir Türk Bayrağı motifinden ilham alınarak döşenmişti..Deniz Baykal’ın ağırlandığı köşenin tam üstünde “yer temasıyla” bütünleşik bir konseptle hazırlanan “Ay ve Yıldız” figürleri yerleştirilmişti..
Türk Bayrağı’nın “Ay ve Yıldız” öğeleri her ne kadar başın üzerinde yer alsa da “şehitlerin kanını” sembol ettiği okullarda sürekli bize öğretilen “bayrağın kırmızısı” Deniz Baykal ve Okan Bayülgen’in ayakları altındaydı. Zaten her reklam arasından sonra stüdyoda bir gerginlik olduğu hissediliyordu.Sonunda programın ikinci bölümü de “kazasız ve belasız (!)” bir şekilde sona ermişti.
Program nihayete erdikten sonra “Televizyon Çocuğu” isimli programa uzun süre ara verildi..Ertesi haftalarda da konu ile ilgili “tek” bir açıklama dahi yapılmadı. Sonradan format değişikliği ile ekranlara döndü…
O zaman için dikkatlerden kaçan bu ayrıntıyı bir konuşmamızda annemin söylediklerinin hatırıma getirdiğini söylemek isterim..
Söz konusu dönemde, medyanın “askeri karargâha” olan bağlılığının ve CHP “destekçiliğinin” bir telefonla programı sonlandırdığına inanıyorum... Ki, 28 Şubat döneminde dönemin 1. Ordu Komutanı Çevik Bir’in televizyon kanallarına bir telefon kadar yakın olması ve medya mühendisliğine soyunması da düşüncelerimi destekler nitelikte..
Bu konuya değinme amacıma gelince, Gezi isyanı döneminde Okan Bayülgen’in kalabalığı tahrik etmedeki engin girişimleri aşamasında, önce köşesinden ardından resmi web sitesinden  paylaştığı(ki gelen itirazlar üzerine söz konusu yazıyı web sitesinden kaldırmak zorunda kaldı) ve “hep söylemeye çalıştıklarımı ne güzel özetliyor” diye bahsettiği yazı, birden beni geçmişe, yukarıda yazdığım döneme götürdü..
Okan Bayülgen’in düşüncelerimi özetliyor dediği ve başkası tarafından kaleme alınan yazıda şu ifadeler yer alıyordu:
“Bu bir sivil direniş derken, PKK'nın ve tüm partilerin bayrakları dalgalanıyor; Abdullah Öcalan'ın, Hrant Dink'in posterleri asılıyor. Türk Bayrağı dışında dalgalanan her bayrak, Atatürk posteri dışında asılan her poster GEZİ PARKI direnişine ağır darbedir. Ben haklıyken haksız duruma düşmek istemiyorum. Benim de peşinde koştuğum davalarım var ama davamın simgesiyle var olmadım Taksim'de! Bu davada birey olarak varsak güçlüyüz, haklıyız dedik! Herkese aynı şekilde çağrıda bulunduk; 'kimliğinden arın öyle gel kardeşim.”
Gezi sosyolojisini, tüm katılımcılarını davet edip, cesaretlendirerek isyana dahil etme süreci, farklı kesimlerin kendi değerleri ile eyleme katılması durumuna dönüşünce Okan Bayülgen’i rahatsız etmiş demekki..
Peki  Gezi eyleminde Türk bayrakları dışında başka bayraklara tahammül edemeyen Okan Bayülgen’in, geçmiş dönem bir programında stüdyoyu boydan boya Türk Bayrağı motifli bir halı ile döşemesi ve “kan kırmızısı” olan bölgede salına salına Deniz Baykal ile dolaşmasını nereye oturtacağız?
Bayrak, Atatürk gibi bir tarafın “kutsallaştırdığı,putlaştırdığı” kavramları neden hep “o kesimin” istedikleri gibi kullanması lüksüne maruz kalmak zorunda kalacağız?
Acaba Okan Bayülgen bir Cumhuriyetçi-Atatürkçü olmasaydı 90’lardaki o programında ihlal ettiği ve bir başkası açısından “suç teşkil” eden olay, bu kadar kolay geçiştirilebilir miydi?
Keza Deniz Baykal için..
/Arşivden/
0 notes
pop-click · 8 years
Text
Gözden "kaçırılan" bir Okan Bayülgen Vakası - 1
Tumblr media
“Gezi” olayları konusunda bu zamana kadar olageleni tanımlamada bana göre en iyi tespiti iki yazar yaptı..Biri, Habertürk gazetesi yazarı “Nihal Bengisu Karaca” 13 Eylül’de kaleme aldığı yazısında “Gezi”yi bir “Nefret Devrimi” olarak tanımlamıştı.Diğeri ise Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ömer Lekesiz, katılanlarınca “Gezi Devrimi ya da Eylemi” olarak adlandırılan süreci “bir kalkışma, bir ayaklanma” olarak adlandırmanın doğru bir tanımlama olduğunu yazmıştı.
Sosyolojik açıdan farklı kesimleri birleştirdiği iddia edilen Gezi Olaylarında katılımın yüksek olmasında “Türk Sanat Dünyası” nın seçkinci-elit isimlerinin yadsınamaz bir emeği olduğunu biliyoruz. Süreç boyunca “sosyal medyayı” teşvik ve tahrik edici bir şekilde kullanarak, Gezi Parkı’nı “mobilize” etmede “tüm maharetlerini” eksiksiz bir şekilde yerine getirdiler..
İşte o isimlerden biri Okan Bayülgen..
Okan Bayülgen’in televizyon sektörüne girişi 90’lar dediğimiz ve çoğunlukla özlemle andığımız o döneme rastlıyor. ATV kanalının “Kral TV”ye rakip olarak yayın hayatına soktuğu “Satel” televizyonunda klipler sunan VJ’lerden biriydi Bayülgen..Bu arada radyoda da program yapıyordu..Ardından ilk ciddi girişimini ATV kanalında “Gece Kuşu” isimli gece kuşağı eğlence programı ile yaptı. Program ilk başlarda Bayülgen’in “hayli farklı” hatta “marjinal” denebilecek sunumuyla izleyicide soğuk duş etkisi yarattı.Programa canlı yayınla katılan seyircilerle onları umursamaz bir halde girdiği diyaloglar “itici” bir faktör oluştursa da zamanla izleyici kesimi açısından kanıksarak “gece programları” içinde onu en çok izlenen programlardan biri yaptı..
Gel zaman git zaman, seyircinin artarak devam eden rating desteği olmasına rağmen Okan Bayülgen’in içindeki “sürekli yenilenme” arzusu, programı zirve noktasında nihayete erdirdi..Yeni arayışlara yelken açtığı bir dönemde bu sefer seyircinin karşısına yine gece ama bu sefer daha farklı bir formatta “Televizyon Çocuğu” isimli bir programla çıktı..Program  ilk bölümüyle Gece Kuşu kadar izlenmese de Okan Bayülgen’in kemikleşmiş hayran kitlesi tarafından ilgiyle karşılandı..
Ha bu arada Okan Bayülgen’in kemikleşmiş o hayran kitlesinin içinde ben de yer alıyordum...Tabi ki o zamanlar..
Televizyon Çocuğu’nun formatı da Gece Kuşu ile hafif benzerlikler gösteriyordu...Onlardan biri de programa her bölüm farklı konukların alınmasıydı..Televizyon Çocuğu’nun ikinci bölümüydü galiba (bu bölümden sonra anlatacaklarım daha çok subjektif verilere dayanacaktır) programa günler öncesinden Deniz Baykal’ın çıkacağı haber verildiğinden konuk Deniz Baykal’dı.
Deniz Baykal’ın daha çok “halkla bütünleştirilmesi açısından” bir piar çalışmasının etaplarından biri de Okan’ın “Televizyon Çocuğu” programıydı kısaca..Zaten aile boyu CHP’li olduğunu bir röportajında okuduğum Okan Bayülgen’in Deniz Baykal ve CHP sevgisi beni şaşırtmamıştı.
Bir sonraki yazımda sizlere Deniz Baykal’ı konuk ettikten sonra Okan Bayülgen’in Televizyon Çocuğu isimli programının -programın ikinci bölümü olmasına rağmen- bir anda yayından kaldırılmasının ardındaki olası “yüksek” nedenleri yazmaya çalışarak Okan Bayülgen’in “gezide” abartılan rolü üzerinden bir durum değerlendirmesi sunacağım.
Bu vesileyle geçmiş Kurban Bayramınızı kutluyor,daha nice bayramlara tüm sevdiklerinizle erişmenizi diliyorum..
/Arşivden/
0 notes
pop-click · 9 years
Text
Terörün Ardından...
Tumblr media
"Vallahi ben sakindim. 'Allah'tan geldi' dedim. 'Takdiri ilahidir, kaderimizde bu vardı' dedim. Oğlum bunu hak etmemişti ama kaderde bu varsa boynumuz kıldan incedir. Biz inanan insanlarız. Hamdolsun gayrimeşru bir yolda değil, namusuyla alnının akıyla, şerefiyle, haysiyetiyle, onuruyla, görevinin başında takdiri ilahi oldu. Ben memnunum, şükrediyorum. Yüreğim de yanıyor ama şükrediyorum."
Yukarıdaki açıklamalar DHKP-C’li teröristlerin planladığı bir terör eylemi sonucunda hayatından olup dün toprağa verilen Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın babası Muhammed Hakkı Kiraz’a ait...
Türkiye üç gündür bu acı olayın ve onun artçı terör sarsıntılarının etkisi altında...
Berkin Elvan’ın “kahrolası” polis katillerinin kimliklerinin kamuoyuna açıklanması dahil bir kaç şartın koşulduğu bu terör eylemi sonunda, teröristler de rehin aldıkları savcı da hayatından oldu...Operasyonun özel timler tarafından gerçekleştirildiği ve 8 saat süren bir pazarlığın varlığı dışında orada ne olup bittiğini şimdilik bilmiyoruz...Farklı farklı açıklamalar gelse de ben şimdilik bunlara kulağımı kapatmış durumdayım..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “başarılı bir operasyon oldu” açıklamasına rağmen ortada esamesi okunmayan başarının çizdiği tabloya baktığımızda en büyük kaybın “devlete” ait olduğunu söyleyebiliriz...Çünkü hayat öyküsünü öğrendikçe önemli bir hukuk adamını kaybetti devlet..
Mehmet Selim Kiraz, 6 çocuklu bir ailenin oğlu..İmam Hatip Lisesi mezunu ve İstanbul hukuk çıkışlı 14 yıllık bir savcı...Eşi de kendisi gibi bir adalet personeli, bir hakim...
Mehmet Selim Kiraz, geçen yıl HSYK kararnamesi ile atanmış Çağlayan Adliyesi’ne...Ve Gezi Olayları denilen, ilk başlarda bir özgürlük hareketi olarak gelişen daha sonra “ulusalcılar, Atatürkçüler , Gülen Cemaati ve mezhepçi solcuların” katılımıyla faşist bir darbe girişimine evrilen olayların dosyaları getirilip önüne konmuştu...Bu eylemlerde polisin attığı bir gaz kapsülünün başına isabet etmesi sonucunda hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın davası da bu dosyalar arasındaydı...Savcı Kiraz’ın bu davaya ayrı bir önem verdiğini, üzerinde titizlikle çalıştığını ve devleti aklamak gibi bir niyetle yola çıkmamış olduğunu kısa zamanda öğrendik...İlaveten son sözleri olarak bize aktarılan "Devletin suçlu korumak gibi bir görevi olamaz. Biz de faillerin bulunmasını istiyoruz."  sözlerinden de şeriatın her kimin parmağını keserse kessin kararına bir etkisi olmadığını da....
Kısacası, katiller ve kuklaları “yanlış” bir kurbanı seçtiler ve onu öldürerek Berkin Elvan davası üzerindeki toplumsal desteğin “kendisini sorgulamasının” önünü açtılar..
Hiç öyle mırın kırın etmeyin, bir itibar kaybı yaşandığı çok açık olan Berkin Elvan davasında bu olay üzerine ilk adım, Berkin Elvan’ın ailesinden geldi..Son derece “profesyonelce” hazırlanmış bir metin ile ve “nihayet” Berkin Elvan mağduriyeti üzerinden kendine meşruiyet alanı açmak isteyenlere “Biz Artık Yokuz” mesajı verildi...Ben bu mesajın bu kadar büyük toplumsal gerilmelerin ve herkesin “kendince kullanılabilirlik” faydacılığının sürgit bir hal aldığı ilk başlarda alınmasını isterdim açıkçası...Berkin Elvan’ın ailesinden çok “Berkin Elvancı” görünen kesimlerin amacının aslında bu davanın bir adalete kavuşturulması olduğuna açıkçası hiç inanmıyordum...
İnancımda da haklı çıktım...Çünkü katledilen savcının davada tüm sorumluları ortaya çıkarmak üzere iken “keyfi” bir biçimde öldürülmesinin benim açımdan başka bir izahı olamaz...
Merhum savcının katledilmesi açıkçası beni ciddi manada derinden etkiledi...Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinin üzerine geldi ve onu da geçti bu olay benim nezdimde...
Yanlış bir kurbandı...
DHKP-C denilen “mezhepçi” terör örgütü baltayı fena taşa vurdu...
Daha önce DHKP-C’nin kimi eylemlerini medyalarında “silikleştirmeye” kalkan kimi merkez medya mensupları bile bu katliamın arkasında duramadılar...Duranlar da rezil rüsva oldu ve toplumsal baskıya maruz kalarak “aslında öyle demek istememiştim” komedilikleri eşliğinde “ezile ezile” özürler boca ediverdiler...
Olayın hemen akabinde kimi siyasi partilerin açıklamaları ise havlu atıldığının net bir göstergesi gibiydi...
Kısacası Gezi eylemlerinden beridir  “mağduriyet” avantajını elinde bulundurarak sürekli bu avantajı öne sürüp, muhatabını etkisizleştiren tarafın bu katliamla, siyasi arenadan umudunu kestiğini, bir şiddet sarmalına tutunarak “varlık mücadelesi” verme niyeti olduğunu net bir şekilde ortaya çıkmış oldu...
Hunharca bir saldırı neticesinde değerli ve onurlu hayatı elinden alınan Savcı Mehmet Selim Kiraz’a Allah’tan rahmet dilerken, yazının başında alıntıladığım sözlerin sahibi olan ve acısını “kendini düşürmeden” paylaşan babasına, cenazede güçlü bir şekilde duran oğluna ve katliamın üzerinden üç gün geçmesine rağmen yasını “medyatik” ürün olarak pazarlama sefaletine indirmeyen eşine başsağlığı ve sabırlar diliyorum...
Allah; iyi kullarının ruhlarını, “onlar, iyi halleri üzerindeyken” aldırsın...
0 notes
pop-click · 9 years
Photo
Tumblr media
Hey. I am an 18 year old student from Austria. I saw on facebook that P!nk has her own website for fan art and from that point on I was obsessed with drawing her. I hope you like it. I would be very proud.
Since my early days I just love to draw and be creative. And with the beginning of this year I started a youtube channel where I share my art :) 
Please let me know if you like it. I would be so proud. When you posted this picture on facebook I think I would go crazy. ;)
Thank you!
Gabriel Hintenaus
24 notes · View notes
pop-click · 9 years
Text
Bir Ego Mastürbatörü: Atilla Taş
Atilla Taş���
90'lar pop'un en büyük loserlerinden biri…
Öyle ki herkesin “küfesini” rahatça doldurabildiği bir dönemde eli boş dönme başarısı gösteren isimlerinden…
En çok dalga geçilen, en çok enseye tokat, malum yere parmak sokulan isimlerinin belki de ilk sırada yer alanlarından…
Bu eleman, şarkılar söyledi lay lay lom tadında ilkin…
Magazinlerde “olmayan” annesini aradı, ağlamalı gülmeli programlar içinde...
Muhalefetin muhteşem tadına alıştı..Daha doğrusu düzeysiz siyasetin yeşerdiği “niteliksiz muhalefet” tarlalarına tohumlar attı öncelikle…
Ardından Gezi Eylemlerinde “Erdoğan” nefretini taze tutmaya yönelik son derece aptalca söylemler saldı sosyal medyaya…
Yakışmıştı palyaçoluk…
Orta Sayfa denilen bir tuhaf haber sitesinde, köşe yazarı yapıldı….
Kısacası dalga geçilen “ham çökelek” ile başlayan yolculuğu, onu sonunda “muhalefetin” bir şeyler yazsa da karşı mahalleye nispet yapsak diye beklediği bir “umut” haline getirdi….
Sanatçı olamazsın, senden bir halt olmaz dediğimiz adam Erdoğan'a muhalefetin daha doğrusu “düzeysiz” muhalefetin ekran güllerinden biri oldu çıktı….
Şimdi de Twitter aleminde, “vay abi amma da fena sokmuşum” dediği lafları, epey zamandır şişirilmiş egosu eşliğinde “kitaplaştırarak” pazara sunuyor…
Tumblr media
Ülkede herkesin bir alıcısı var…
Ne diyelim alıcılarına duyurulur….
0 notes
pop-click · 9 years
Text
FATMAGÜL’ÜN DÜN SUÇU NEYDİ BUGÜN SUÇU NE?
Şimdi tam sırası...Bakın size ne hatırlatacağım...
Fatmagül'ün suçu ne?
Bu diziyi hatırlıyorsunuzdur...
Ben mi?
Sadece ismini ve onunla ilgili haberleri duydum hepsi bu...
Asla izlemedim o diziyi...
O dizi ile ilgili biliyorsunuz bir tartışma kopmuştu...
Aydın Doğan kanallarının bir misyonu vardır hep....Ülkede egemen zihniyetin alan kaybetmemesi adına devleti ve ona esas sahip "derin devleti" koruyup kollayacak haberler, filmler, diziler çekilmesinde hep öncü bir görev almıştır bu medya grubu…
Türkiye'de ne zaman mesela bir "muhafazakarlaşma" tehlikesi olsa, daima derin eller Doğan Medyası'nda bu yükselen trendi rahatsız etmek ve onu tahrik edip Türkiye halklarının önünde küçük düşürmek için plan ve projeler üretmek için harekete geçer..
Hatırlarsanız, Türkiye'de "muhafazakarlaşma" artıyor şeklinde sonuçlar veren anketlerin ifşa edildiği günlerde ilk olarak "Uşaklıgil" in romanı Aşk-ı Memnu dizisi gösterime sokulmuştu...
Hem de ne gösterim...Prime-time’da romanın en iç gıcıklayıcı sahnelerinin "RTÜK" refleksini harekete geçirmesi üzerine planlanmıştı her şey...
Ve beklendiği gibi olan da olmuştu…
RTÜK, o zaman için diziyi yayınlayan Kanal D'ye bir uyarı cezası vermişti...
Aydın Doğan kanalının istediği de zaten buydu...
Ardından tüm medya eline silah tutuşturulmuş gibi ateş etmeye başladılar RTÜK kararına....Bir limondan bile daha ekşi bir tada sahip olan ekşi sözlük denilen ikiyüzlü userlerin entry alanında da hayli gündem oluşturmuştu mezkur karar....
Hemen ardından Fatmagülün'ün suçu ne geldi....
Doğan medyası, zayıf bir bölge yakalamış ve ard arda nokta atışı yapmaya başlamıştı....
Amaç, AKP ile yükselen muhafazakarlığın ülkeyi tehlikeli sulara çektiğini hem içerdeki mahfillere hem de dışardaki Türkiye'nin kötü bir duruma düşmesinden memnun olacak çevrelere kanıtlamaktı...
Başarılı da oldular...
Çarşaflı kadınlarla sarılı ezik bir Ortadoğu ülkesinden, seks de dahil güya herşeyin çok çok rahat konuşabildiği Atatürkçü Cumhuriyet'e dönüşen ülkeyi bekleyen büyük tehlike gözler önüne güzelce seriliverdi...
Kadınların özgürlüğünü, kadınların özgürce çiftleşmesinden, tüm hatlarını sere serpe ortalığa dökerek gezinmesinden çıkarsayan ülkenin başına bela olmuş bu zihniyetin berdevam etmesine kendini adamış bir medya grubu olan Doğan Medyası, bu yeni psikolojik harekatında, işi biraz daha ileriye götürerek, bir kaç erkek tarafından ırzına geçilen bir kızın tecavüz sahnesi kurgusu üzerine gelecek tepkilere odaklamıştı kendisini...
Ve murat ettikleri yine RTÜK'ten geldi...
Tabi yine medya özgürlüğü, dizilere kadar karışan iktidar algısı, ahlak zabıtalığı, aha bu sefer İranlaştık, şeriatın ayak sesleri söylemleri de hemen arkasından...
Burada bir durayım....
Bana kalırsa her şey özgür olmalı...Çocukların da izleyeceği düşünülerek kimi önlemlerin de alınmasına karşıyım ben...İzletmeyen anne-baba eğer o bilince de sahipse kendisi de izlemez, çocuğuna da izletmez diye düşünüyorum...
Devam edelim...
O zamanlarda Fatmagül'ün suçu ne dizisine verilen cılız ve korkak tepkilere, dün yukarıdaki söylemleri sıralayanlar, bugün Özgecan Aslan'ı katleden insanların kendi facebook hesaplarından paylaştığı "Fatma Gülün Suçu ne?" dizisini izliyorlar etiketli fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıp "İzledikleri dizi de çok manidar" yorumları eşliğinde, dün o dizileri eleştirenlerle aynı noktaya gelmeye başladılar...
Tumblr media
Gelmeye başladılar da acaba farkındalar mı?
Peki ya medyanın ikiyüzlülüğü?
Bu canavarların yetişmesinde öncül rol oynayan ve onların cinayetlerini  kare kare anlatırken tarifsiz bir haz yaşayan bu medya organları bir sonraki sahnede de “esef” kartını kullanarak toplum vicdanını alaya alıyor.
Tüm kurgularını psikolojik harekat amaçlı şekillendiren medya, her bir sorumsuz adımında açtığı gediklerin neden olduğu bedelleri ne zaman ödeyecek? Ne zaman gerçekten “kamuoyu” hassasiyeti ile özgürlüğünün bileşkesinde “sorumluluk” bağıntısını da kuracak?
Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet dilerken, ailesine ve tüm sevdiklerine başsağlığı dileklerimi sunuyorum…
Allah hiç kimseye bir daha böyle bir acı yaşatmasın…
0 notes
pop-click · 9 years
Photo
Tumblr media
ARTIK YETER!
Türkiye kadına ve çocuğa yönelik şiddet eğilimlerinin "hep" artış gösterdiği bir ülke...
"Hep" sözcüğünü bilerek tırnak içine aldım...Çünkü, Türkiye'de bu iki kesime yönelik şiddet hep yükselen bir grafiğe sahip oldu...Bakmayın, şu dönem ya da bu dönem diye ayrımlara tabi tutarak, işi siyaset arenasını boks ringine çevirmek için uğraşanlara, eskiden de kadınlar ve çocuklar hep şiddet mağduruydu...Şimdi de öyle...
Bunun mutlaka ki sosyolojik bir çok sebebi vardır....Onları tartışmak bu sayfanın sahibinin işi değil açıkçası...
Fakat önümüzde ilk duyduğum andan itibaren "Allahım bu nasıl ölüm" diye içten içe haykırdığım bir vaka var...
Özgecan Aslan...
Mersin'in Tarsus ilçesinde bir üniversite öğrencisi olan Özgecan Aslan, kolektif bir vahşet sonunda önce tecavüz edilip ardından da tanınmasın diye yakılarak katledildi...
İlk aklıma hemen anne ve babası geldi...Ve onun için olaya ilk vakıf olduğumdan andan itibaren "Allahım bu nasıl ölüm" diye hayıflandım...
Olay kısa zamanda önce sosyal medyada ardından da tüm Türkiye'de büyük bir infial yarattı...Kimi infial sahiplerinin “siyasi” mal bulmuş mağribi gibi “muhalifi” hesabına ipe dizer gibi dizdiği karşıt söylemleri  de bir kenara bırakırsak, ortada üzerinde ciddiyetle durulması gereken ve mevcut iktidarı bu gibi suçlar karşısında kamuoyu hislerini de tatmin ettirecek bir takım yasal düzenlemeler yapmaya zorlamak zorunda olduğumuz çok ağır bir suç var…
Özgecan'ın katili evli ve bir kız babası..
Geçenlerde annemle konuşurken, eskiden akıl noksanlığı olan erkekleri o zamanın insanlarının evlendirme yoluna gittiklerini, "belki evlenir de akıllanır" denilerek el kızlarının kapısına bıraktıklarını anlattı bana...
Sonrasında da kimbilir kaç kızın böyle bir uygulama ile başını yaktıklarından bahsetti...
Evet...Eskiden delileri, akıllanır diye evlendirirlermiş...
Özgecan'ın katili olan "bozkurtçu" katilin evli ve üstelik bir kız çocuğu sahibi olması bu açıdan bir anlam ifade ediyor...
Biraz net olmakta fayda var...Tecavüz etmek gibi hisleri olan insanları adam etmenin, tedavi etmenin bir yolu olduğunu ben sanmıyorum...Ve inanmıyordum da..
Ve böylesi uyuyan niyetleri olan insanların "kız çocuğu" sahibi olsalar bile ilerleyen yaşlarda çocuklara ya da kadınlara yönelebileceğinin de sayısız örneklerini tecrübe ettik...
Onun için artık zırva geleneklerle kişisel tercihleri baskılamak yerine, tercihlerin olağan mecralarına akmasına izin vermek gibi bir misyonumuz olmalı…
Bir sapık katil olarak “mimlenen” bir adamın kızı olduğunuzu düşünün…Ne hissedersiniz?
0 notes
pop-click · 9 years
Photo
Tumblr media
Enbe Orkestrasının yepyeni 2015 çalışması "Enbe Orkestrası 2015" adıyla tüm müzik marketlerdeki yerini aldı...
17 şarkının yer aldığı albümde yine çok muhteşem şarkılar var...
Ajda Pekkan ve Ümit Besen düeti "Nikah Masası" oldukça farklı bir lezzet...
Aytekin Kurt'un o "jazz-blues" karışımı muhteşem sesinden bir Berkant şarkısı olan "Samanyolu"nu dinliyorsunuz ve bir kez daha Aytekin Kurt'un sesine "meftûn" oluyorsunuz...
Yepyeni seslere de biliyorsunuz bu albümlerde "premier" olarak yer veriliyor...
Eda Tuna Arslan onlardan biri...
Merhum Ayla Dikmen'in "Anlamazsın" isimli aranjman şarkısını "Una Calle Nos Separa" isimli İtalyanca sanıyorum sözleri ile harika yorumlamış...
Eksik şarkısı ile popüler olan "Elvan Günaydın" bu albümde Fransızca muhteşem bir şarkı seslendirmiş..."Et Tu Pars Et Tu Reviens"...
Albümün bana göre en büyük süprizi...Erdal Çelik....
Emel-Erdal ikilisi olarak tanıdığımız ardından 90'larda ayrılarak bireysel kariyerlerine devam eden  grubun erkek vokali....
Erdal Çelik, Türkiye'nin kıymeti bilinmemiş en güçlü erkek vokallerinden biridir...Muhteşem bir ses dokusu vardır...Pürüzsüz....
Onun tarafından söylenen ve 80'lerin sonunda tek kanallı TRT zamanlarından bildiğimiz ve ilk solo kariyer albümü "Cana Cansın" isimli albümünde de yer alan "Gittin Gideli" şarkısı modern sazlar eşliğinde ve Enbe düzenlemesiyle albümde yerini alıyor...
Veeee bana göre albümün en dikkat çekici şarkılarına geldi sıra...
Betül Demir'e "Ege" isimli Türk sanat musikisi sazlarıyla bir şarkı yorumlatılmış ki dehşet...Ben Betül Demir'e hep çok büyük haksızlık yapıldığına inanmışımdır...Repertuar açıdan zayıf albümlerle tüm enerjisi heba edildiği izlenimi bende uzun zamandır hakim bir fikir..Ben sesine hayranımdır ayrıca....
İzmirli genç bir vokal, ki daha önce paylamıştım...Cem Belevi...Onun ilk solo albümünde kendisine ait olan "Günaydın Sevgilim" şarkısı da yepyeni bir düzenleme ile albümde yer alıyor...Fakat ben Cem Belevi'nin bu şarkısını "Osman Taşdaş" aranjesi ile daha çok sevmiştim...
Çıkış şarkısı ise radyolarda sık sık duyulan "İncir" şarkısı...Bu şarkı İlyas Yalçıntaş vokali ile albümde...
Yılın albümlerinden biri...
0 notes
pop-click · 9 years
Photo
Tumblr media
Madonna'nın sıfır kilometre 2015 model yepyeni son kariyer albümü "Rebel Heart" ismiyle EMI Music etiketiyle piyasaya sürüldü...
Albüm tam bir bomba....
Albümde tam 25 şarkı yer alıyor..."Super Deluxe Edition" anlayacağınız...
Albüme sound olarak baktığımda, elektro-pop, r&b şarkılarla açılışı yapıldıktan sonra 80'lerin Madonna dönemine geçiş var...
Zaten albümü patlatan da o şarkılar....
Rebel Heart, Beautiful Scars, Quenn, Borrowed Time, Addicted....Uçurmuş albümü resmen....
Addicted kapanış şarkısı olduğu için açılırken elektro pop bir şarkı olan "Living For Live" ile açılışı yapılan albüm yine aynı sound ile donatılmış "Addicted" ile nihayete eriyor...
Tam bir "reborn" albümü diyebiliriz buna....
Kesinlikle bu yıl müzik adına çok ödül toplayacak...
Sürekli bir misyon yüklenen müziğine bu sefer haklılık payı çıkarak şarkılar da yer alıyor bu albümde...
"Messiah" onlardan biri
"İlluminati", "S.E.X.", "Holy Water", "Devil Pray", ve Sezar'ın ünlü sözü "Veni Vidi Vici" hayli dikkat çeken şarkılar....
1 note · View note