ya birinin eli sana çarptı, ya sen birinin çok sevdiği bir şeyi kırdın. ayağını burktun, kaldırıma oturdun, insanlar, insanlar, uzun, kısa, mutlu, buğulu, yan yana, el ele, karşıdan karşıya, alt geçitte, üst geçitte insanlar, hepsinin öleceğini düşündün. ama insanın kalbi çok garip değil mi? bir daha olmaz dedin ve bunun üstünden bir bıçak daha geçti sonra yine, ve bir daha. sonsuza katlanan kağıt kadar. ama bir şey oldu. hem birinin eli çarptı. hem birinin çok sevdiği bir şeyi kırdın. mümkün müydü. pazar. sekiz buçuk. bir şiir, arka arkaya bugün, bugün, “ama eminim tanrı var bugün”
bugün: “ben ölürsem mutsuza iyi bak!” diyen koca şair didem madak'ın ölümünün 7. yılı. yaşadığı sürede şiirleri bu kadar ilgi alaka görmüyordu. keşke bu günleri de görebilseydi.
Zamanın gündüze çaldığı bir şafak, ilkbaharı sonbahara çevirdi 6 Mayıs; dünyanın dönüşüyle ölüme aktı zaman. Güneş süsü verilmiş cellat, bembeyaz karanlığı alıp götürdü canlarım. Ve üç Deniz, üç Yusuf, üç Hüseyin, üç yürek, üç can, üç sonsuz yürüdüler darağacına korkusuz. Adımları hapsedilse de yargısız, asılır mı bu üç yürek, asılır mı bu üç heval sorgusuz!
“şu noktaya tekrar bakın. orası evimiz. o biziz. sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her "yüce önder”, her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı hüzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.”
ama gece, sen sana kurduğum her salıncaktan uçurum niyetine atlamadın mı kızım. yapmadın mı. kırk kez diz çöktüm sardım bileklerini, serdiğim yataklardan kalkıp yine en taşlı yolda koşmadın mı.
baya takıntılıyım. alakasız detaylar yüzünden yorgan yakarım. dağınıklıkta bile kendi düzenimi ararım. bazen sokakta yürürken yan yana duran iki evin rengi birbirine uymuyor diye huzursuzlanabiliyorum. ama sevdiğim insanların bulanık fotoğraflarını bile silemiyorum.
Arkadaşımın babası için kan gerekiyor, kendisi kan kanseri. Kan grubu önemli değil. Eğer olur da Ankara Tıp’a gidip kan verebilirseniz gerçekten çok güzel olur.
İletişim numaraları: 0553 554 01 08
0538 545 81 69
“Fotoğraftaki kişinin ismi Kadir,
Mersedes Kadir. Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mersedes'i zannederek yaşıyor.
Buraya kadar tamam. Anlatmaya bayıldığım kısmı bundan sonra başlıyor.. Koskoca bir şehir , Kadir'in Mersedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda.. Kadir trafik ışıklarında duruyor, arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre parkediyor. Bütün şehir o “Mersedes"in farkında! Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor..
Sıkı durun; trafik polisleri yanlış yere park ettiğinde ya da ‘çok hızlı gittiğinde’ Kadir'e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Malatya, Kadir'in hikayesini onunla birlikte yaşıyor.
Bir ‘deli'nin sopasına göre yaşayan şehirlerin, sopayla, sapanla, satırla birbirlerini kovalayan şehirlere dönüşmesini gördükçe bu hikaye çok hoş gelir insanın kulağına.. Anlarsınız umarım..
Kadir'in başka bir hikayesi de hayli komiktir.
Kadir bir gün arabasını servise götürmüş ve sorunlarını söylemiş. Usta almış arabasını ve “2 gün sonra gel” demiş. Kadir 2 gün sonra gelmiş. Usta arabanın daha olmadığını söylemiş. Kadir ertesi gün gitmiş. Usta yine olmadığını söylemiş. Kadir ertesi gün yine gitmiş. Usta arabanın hâlâ olmadığını söyleyince “YETER ARTIK YA VERİN ARABAMI KAÇ GÜNDÜR YÜRÜYEREK GİDİYORUM EVE” demiş…“
şu an bu evden çıkıp giderdim ama şu an bu evden çıkıp gitmek hiçbir işe yaramayacak. anlamıyor musun, ben nereye gidersem gideyim kendimden kaçamıyorum.
kırgınım diyemem.
kırılmak bana göre değil.
ben olsam olsam mahvolurum, yok olurum, hiçleşirim.
tüm organlarının iflas etmesi gibi bir şey olur bana.
tam olarak ölmek de denemez buna.
unutulmuş bir sigara gibi kül tablasında,
henüz sönmemiş ama bazen ateş düştüğü yeri bile yakmaz ya…