Tumgik
yesilbeykoz-blog · 7 years
Text
İçimden gelmiyor...
Bir zamandır içimden bir şey yapmak gelmiyor. Ne yazmak, ne okumak, ne konuşmak, ne dinlemek. Hiçbir şey... O kadar çok şey birbirine girmiş ve öyle bir 'başıboş' düzende ilerliyoruz ki, sormayın gitsin...
Hatırlarsınız: Charlie Hebdo diye bir dergi Hazreti Muhammed ile ilgili karikatürler paylaşmıştı. Ne oldu sonra? Cumhuriyet Gazetesi aldı-yayımladı. Altına da "Düşünce Özgürlüğü" diye yazdı. Peki, aynı Cumhuriyet Gazetesi, mesela Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir karikatür paylaşılsa, bunu yayımlar mıydı? Düşünce özgürlüğü der miydi?
Şimdi bu ve benzeri hareketler neye yol açıyor? Şuna yol açıyor: Gerçekten okunası yazılar, makaleler ve bilimsel araştırmalar yazılan Cumhuriyet Gazetesi'ni birisi kalkıp, sırf bu yüzden almıyor. "E, almasın kardeşim!". Almasın da o yazıların 'ambalajı' birine göre kötü olduğu için kimse 'ambalajı kaldırıp da içine' bakmıyor.
"E, bakmasın, ne olacak? Zaten bunu düşünen yürüsün gitsin, işine baksın"
Olmuyor...
Olmuyor, çünkü kitlelere ihtiyaç duyulduğunda 'bilim' ne yazık ki, yalnız kalıyor.
Cumhuriyet Gazetesi bir örnek sadece... Alın bunu basından çıkarın, siyasi partilere götürün, STK'lara götürün... Nice güzel işlerin yapıldığı canım kurum ve kuruluşlar, hep işte yukarıda örneğini verdiğim 'yanlışların' türevi sonrası yok olup gidiyor.
Toplumumuz kirleniyor. Ancak bu tespiti yapan kişiler de bu kirden nasibini alıyor. Hepimiz içindeyiz çünkü. Yanıbaşında bir çamur varsa; sen üzerine basmasan da oradan koşarak geçen birisi üzerine sıçratıyor. Sen de kirleniyorsun. Hepimiz kirleniyoruz.
Yaşamım boyunca toplumsal barıştan yana oldum. Ancak bunu öyle doğumgününde pastadaki mumu üflerken dilek tutan kişilerin 'ütopyası' gibi mucizevi bir noktada tutmadım. İnandım. İnandım, çünkü yapılacak iş çok basitti: Saygı duymak. Bilmeden konuşmamak. Maddi çıkarları, manevi hazzın önünde tutmamak. Kendini ve çevrendekileri satmamak. Yalan söylememek ve yalan söylemek zorunda kalacağın (inanmadığın) işlerin içine girmemek. Bu kadar yani... Çok fazlası değil. Bunlar olunca içindeki kin, nefret ve hırs senden yavaş yavaş uzaklaşacaktı. Herkes yapabilirdi bunu. Kişinin 'kendisi' elbette kendini bağlardı. Ancak toplum içine girince, evinden dışarı adım atınca, sosyal medyanın başına oturunca, kitlelere hitap edince; buna uygun davranılacaktı. Kendinden çok uzakta olmaacaktı bu toplum içindeki 'sen' ama en azından biraz düşünceli davranacaktı. Olmadı.
Ne dediysem hemen bir etiket yedim: Sağcı, solcu, dinci, ateist, şovmen, gözü yükseklerde, falancanın sözcüsü-filancanın avukatı... Oysa ben, bendim işte. Hepi-topu buydum. Bu kadardım. Öyle de mutluydum ki 'kendimle'. Hiçbir şeye ihtiyaç duymadan... Ancak ne zaman toplum içine girsem, ölülerin nefesini yüzümde hissettim. Kimileri hakikaten çoktan ölmüşler. Yalnızca 'beden' kalmış. Ruhlarını satmışlar, benliklerini satmışlar; içlerindeki çocuğu aldırmışlar. Yalnızca bir et yığını olup çıkmışlar. Hepsi, diğer ölülerden medet umuyor: Karşıt düşünceli bir kişiye iğne batırıp, attığı çığlıklardan zevk alıyor. İçlerindeki hırsı kusup, yaşama tutunmaya çalışıyor. Öldüklerinin farkında olanlar bu insanlar. Yaşamadıklarının farkındalar. İNSAN olmadıklarının... Bu nedenle bağırarak, çağırarak, nefretlerini ortaya kusarak; en azından yaşadıklarına KENDİLERİNİ inandırmaya çalışıyorlar. Başkalarını konuşup, dedikodu yapıp; en azından hayatta kalmaya çalışıyorlar.
Baktım ki, bu insanlar çoğunluk olmaya başladılar. Ben de tüm enerjimi içime çektim. Çünkü ben ölü bir insan değilim. Hiçbir şeyimi satmadım ve hiçbir şeyimi de kaybetmedim. Hırsımı da öfkemi de çoktan içimde erittim-gittim. Sakinliğin ve dinginliğin keyfini yaşıyorum. Hemen hiçbir şeye aşırı tepkiler vermiyorum. Uzaktan ölü insanlara bakıp bakıp, iç geçiriyorum.
O'cu bu'cu şu'cu falan olmadım; olamıyorum.
Anlatabiliyor muyum?
0 notes
yesilbeykoz-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
İhtiyacınız olmaması dileğiyle...
0 notes
yesilbeykoz-blog · 7 years
Text
Allah herkese Flash TV rahatlığı versin
0 notes