Tumgik
#konunun üstüne
yakazakalb · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
“Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil.”
.
18 notes · View notes
yurekbali · 1 year
Text
Tumblr media
Öfkeden ve acıdan yanarak bir yandan adım adım olup bitenleri izliyor bir yandan da uzaktan neler yapabiliriz, yediğimizden uyuduğumuzdan daha az nasıl utanabiliriz diye uğraşıyoruz. Üç gündür çok yazıldı çizildi. Tarihsel bir felaketle karşı karşıyayız. Art arda iki büyük deprem ve on farklı bölgeye yayılmış, şehirleri yok etmiş bir yıkım. Akıldan, bilimden, teknolojiden, erdemli siyasetçilerden ve her ne yapıyorsa etiğe uygun yapan insanlardan yoksun olmanın bedelini ödüyoruz. Yozlaşma ve çürüme öyle büyük, öyle uzun zamandır var ki üstüne bir de devletin ve kurumların çöküşü ile gelen organizasyon sorunları eklenince afetlerde görmeye alışkın olduğumuz hizmetler bile aksadı. Masum insanlar, büyük mağduriyet içindeki bu halk böyle terk edilmeyi hak etmemişti. Kendi yaramızı kendimiz sarıyoruz yine. İmam Hatip ve İlahiyat mezunu, tasavvuf yüksek lisansı yapmış afetlere müdahale müdürümüz afetlerle çok da ilgili olmadığından organizasyonu yine deneyimli, bildik isimler ve STK’lar yapıyor. Herkes tek yürek olmuş çabalıyor. Büyük kısmı fay hatları üzerinde olan bu şehirlerde bir daha asla benzer bir yapı stoku yükselmemeli. Yatay mimari, çelik konstrüksiyon, sekiz dokuz şiddetinde depreme dayanıklı özel teknolojiler kullanılmalı. Konunun uzmanı değilim, uzmanları bilir. Bu ülkeye, bizim ekonomik koşullarımıza uygun bir depreme göre yapı rejimi ortaya çıkarılmak zorunda. Aynı rant çevrelerine asla yol verilmemeli buralarda. Yoksulluğun sonuçlarını görüyoruz. Hepimizi yeniden politize etmesi gerek bu depremin. İşçi hareketine/partisine, yeşiller hareketine/partisine destek verebilir, üye olabiliriz. Siyasetin iyiden doğrudan yana bir şekle, kıvama girmesi için daha politik yaşamaya odaklanmamız gerektiğini derinden hissediyorum. Nitelikli eğitim ve siyasi katılım için çabalamalı. Geleneksel siyasetin bize asla sağlıklı kaliteli barınma hizmeti vermeyeceğini, asla çağdaş akılcı ve barışçıl bir dünya kurmayacağını idrak etme vakti. Yeni binalar, güya deprem sözleşmesine göre yapılmış binalar çöktü. Bazıları sahtekârlık nedeniyle bazıları zemin çürük olduğu için. Ölümden sonra yaşam olabilir olmayabilir ama doğumdan sonra iyi bir yaşam olmalı. O bebekler, çocuklar, o çaresiz insanlar bunu hak etmiyor. Değerliyiz ve değerli olduğumuz bir dünyayı kurmak zorundayız. - Nilay Özer (8 Şubat 2023) - Fotoğraf: Khalil Hamra (Nurdağı, Gaziantep, 7 Şubat 2023)
51 notes · View notes
mlkay1453 · 6 months
Text
Belki de hepimizin seçtiği bir rol vardı başkalarının seçtiği roller ama en çokta kendimize yazık ettiğimiz zamanlarda fark edilen ne hale gelmişiz dediğimiz roller benimkisi ise başkaları tarafından seçilen günah keçisi olma haliydi suçlanma hali suçlu olma hali ama onların atladığı tek bir gerçeklik vardı hissiyatlarımın ve duygularımın beni etkileyebilme hali çok uzun bir süre bu konunun üstüne durdum tez bile yazabilirdim içinde bulunduğum durum için ama bunu yapabilecek kadar kendimi hazır ve kabulenmiş bir duruma düşüremeyecek kadar bilinçsizdim bu yoklukla sarsıntı arasında bir uçurumdu yazdığım bu tezden sonra kendimi düşündüm ben kendime layık görüp kabullendiğimi neyle mücadele ettiğimi neye evrildiğimi içime sinmesini bekledim uzun bir süre sindiremedim kendime yapıştırdığım şeyleri çok zordu anlatamayacak bahsedemeyecek kadar zordu umursamaz gamsız bazen de faişe gibi tavırlar sergilemek evet bu zordu kim kendine bunu yakıştırmak isterdi ki muhtemelen hiç kimse işte ben bunu yaptım başta o kişi olduğuma inandım sonrasında ise kendimi o kişi olmadığıma inandırmaya çalıştım olay bazen benim için buydu zordu kabullenmesi sancılıydı afallattırıcıydı korkutucuydu saptırıcıydı ama içinde bulunduğum durum tam olarak buydu ama caydırıcı bir yanı da vardı denedim olması gerekenin kırk katı kadar denedim olmak istemediğim kişiden kendime evrilmeyi denedim ama üstüme yapıştı kaldı işte o zaman farkına vardım ben çoktan o kişi olmuştum bu konuda yanılmıştım her şey üstüme yapışmıştı ve işte bu hepsinden daha kırıcı bir şekilde yakama yapıştı ben artık istesem de istemesem de o kişiydim o şeydim o varlıktım o ben bile değildim tanımadığım başka bir mahlukattı anlam veremedim olanlara ama benim işte bu hikayede kendime seçtiğim rol tam olarak buydu sonrasında hiç kendime gelemedim yapamadım beceremedim denedim olmadı tekrar denedim yine olmadı beceremedim yapamadım işte ne kendime gelebildim ne içinde bulunduğum durumdan çıkabildim ne üstüme yapıştırdığım şeylerden kendimi bertaraf edebildim kurtulamadım işte kaldı öyle üstümde kaldı ve bir daha gitmedi gitmesini istemedim aslında ama gitmesinin gerektiğinin farkındaydım bazen farkında olup yapamadıklarımızda hayatımızda çok büyük etkisi olduğu gibi bu gerçekte beni kendimden geçiren beni mahveden tek şeydi o yüzden bir gün kendime yapıştırdığım rolleri bir gün geride bırakırsam eğer ilk önce kendime gelmeyi deniycem sonra sevmeye başlıycam kendimi en çok kırdığım yerden en çok üzdüğüm yerden en çok haksızlık ettiğim yerden ve insanlara bana bunu demesini izinn verdiğim için kendimden bir kez daha özür diliycem kendime olan saygımdan kendimden ve en çokta kendimden
3 notes · View notes
bihiwip · 8 months
Text
gülle yatağımın üstüne oturduk uzunca konuştuk ben demesem de anlamış zaten ben de saklama derdinde değildim kendimi farklı hissediyorum beni anlamasına sevindim ama bu konunun açılması da beni hüzünlendirir o yüzden garip bi burukluk ve mutlulukla karışık dolan gözlerim var
3 notes · View notes
doriangray1789 · 9 months
Text
SEKS VE ŞÜREKÂ:
kısmetse olur.. sesli düşünce...
Yine yüzümün bir yarısı karıncalanıyor. Yine şakaklarımda boktan bir ağrı var. Ve yine yazmaktan başka çare bulamıyorum. Biraz yazmak, paylaşmak, anlaşılma derdi olmaksızın bir çeşit beyin mastürbasyonu yapmak iyi gelecek..
Geçtiğimiz günlerde yakın bir arkadaşımdan mailime bir link düştü. Ardından şaşkınlığını ifade eden bazı cümleler. Neymiş diye tıkladım ve karşıma amatör çekim +18 video çıktı. Anlam veremeyip aradım ve akabinde öğrendim ki;
Filmdeki çocuk, kısmetse olur programında yer alan biriymiş. İsmini arattırdım filan. Sonra yazacağım yazı için konu ilgimi çekti ve kısmetse olur programını bir kaç bölüm izlemeye başladım. Belli aralıklarla, sansasyonel anların yayınlandığı videoları izledim. İzledikçe kafamda bazı kavramlar canlandı.
Sordum kendime; Neden insanlar kurgu olduğu bilinen bir reality şovun bu kadar izleyicisi olurlar? Çünkü daha önce ana akım medyada yer alan bir programken, evlilik programlarının yasaklanması furyası ile program yayından kaldırılmış. Şimdi Youtube üzerinden yayımlanıyor.
Üstüne biraz düşündüm. Programın en etkin işlediği motif, Statü! Yakışıklı adamlar. Güzel kadınlar. Birçoğu iş insanı. Turizm, tekstil veya hizmet sektöründe patronlar. Aynı zamanda mankenlikle uğraşılıyor. Aynı zamanda sosyal medya yayıncılığı ve vs vs..
İzleyicilerin çok büyük kısmı, bu etiketlerin çok altında sosyal yaşantıları olan kişiler. Bu statülerin doğru olup olmaması önemli değil! İşlenen tema sayesinde, çok fazla kişi sosyal yaşantısında iletişim kuramayacağı kişilerle, fanlık müessesesi üzerinden iletişim kuruyor.
En çok izlenen videolar, kavga ve tartışmaların işlendiği sahneler. Muazzam bir intikam ve saldırı dürtüsüyle ateşlenmiş adamlar ve kadınlar, izleyicinin önemsediği stratejilerle birbirlerine giriyorlar. Bu sırada, ne için tartıştıkları önemli değil! Konunun hiç önemi yok!
Tüm mesele öç almak duygusunun izleyiciye geçmesi! Konu yerlerde ama muharebe pek şaşalı! Ve tabi ki pek seksi kadınların ve çekici erkeklerin aşk teması üzerindeki rolü. Kişilerin gerçekliği, kavgaların gerçekliği, aşkın gerçekliği, sahnelerin gerçekliği hiç önemli değil!
Önemli olan işlenen ''aşk'' ütopyasının izleyicinin kabul mekanizmasından geçmesi! Sanki porno videolarla aynı düzlemde gibi.. Tema'nın önemi, işlenen konunun mesajından müteşekkil. O mesajı kim vermiş, ne kadar ahlaklıymış, ne kadar samimiymiş... Önemli olan aşk..
Ve bu aşk ütopyasını pek çok şekilde izleyiciye yükleme çalışması. Dizilerdeki gibi. Bir esas oğlan. Bir esas kız. Nice ihtiras ve kavgadan sonra nihayet baş başalar. Romantik bir ortam.
Müzik ver. Yakınlaşırlar. Öpüştü öpüşecekler. 200 bölüm sonra nihayeeet.. Reklamlar.. hassiktir ya filan dersin. İşte mesaj oy'du zaten. Andan ve pozdan ibaretti. Bir çeşit ınsragram efekt gibi düşün.. Kısmetse Olur programında da, benzer ilişki yumakları örülmüş.
Şimdi buradan hareketle, işte toplum böyle zehirlenir mesajı vermeyeceğim. Toplum böyle zehirlenir! evet ama ben bu sloganı atmak için yazmadım bu yazıyı. Ama şunu söylemeliyim;
Önemsemeyip geçtiğimiz pek çok projenin ardında, perde arkasında durmasından hicap duyacağımız ekipler vardır. Bu ekipler, işlerini yaparlar. Sen de o projelerin verisi olursun. Senin etinden sana bir kebap yaparlar. Sende afiyetle yer, inorganik dışkılarsın.. hepsi bu..
Andy Warhol'a atfedilen bir söz vardır. "Herkes bir gün on beş dakikalığına ünlü olacaktır." oldukça yuvarlak bir söz.. Peki ya nasıl? Sağlıcakla..
Tumblr media
5 notes · View notes
cagdasyatirim · 1 year
Text
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde Türkiye, 146 ülke içinde 124.sırada!
Meclis’te kadınların temsiliyet oranı %17! (Avrupa’da sondan 3.sıra)
İstihdama kadınların katılım oranı %32! (Avrupa ortamalası %64)
Kadınların zaten yaşadığı yeterince zorluk var; bir de kendilerine yapıştırılan etiketlerle uğraşıyorlar…
Yıllardır eğitimlerimde kullandığım bu videoyu yeniden paylaşmak istedim…
Erkek iddialı bir yönetici olunca “lider”; kadın ise “hırslı” oluyor…
Erkek pek çok şeyi bir kenara bırakıp bir konunun üstüne gidince “adanmış”; kadın ise “bencil” oluyor…
Erkek hakimiyet kurduğunda “güçlü”; kadın ise “dominant” oluyor…
#toplumsalcinsiyeteşitliği #meclisinyarısıkadınolmalı #güçlükadınlar #güçlükadınliderler
2 notes · View notes
aysarabis · 2 years
Text
kafamın içinde o kadar çok düşünce var ki hangi birini sıraya koyup yazacağımı kestiremiyorum. Nereden başlasam neyi anlatsam sanki eksik olacak gibi. Hangi söz kurtarır şimdi bu halimi? Kurduğum binlerce cümle toz olup uçmuş gibi. Hitabım sana mı olsa yoksa seni mi anlatsam karar veremiyorum. Ama kafamın içinde dolandığı bildiğim tek şey var. Neden?
2 yıl önce başladım bunu sormaya 'Neden yaptı' diye. Bak kaç ömrüm tükendi hala değişmedi sorum. Neden yaptın? dedim. Beni neden bıraktın, yıktın, öldürdün? Şimdi aradan bunca yıl geçmişken neden engelimi kaldırdın? Hatta kafamda dolanan diğer bir tilki soruyor; engeli kaldırıp mı numaramı sildin yoksa silinik olan numaram engellenenlerden kaldırınca yok olacağını mı bilemedin? Neydi sana bunu yaptıran? Annem hiç anlamadı. O sandı ki ben bunu fark edince kötü hissetim. Hayır tek o değil kimse anlamadı. Ben benimle alakalı bir davranışta bulunduğun için kötü hissettim. Çünkü bu demek oluyor ki beni bir yerlerde tutuyorsun. Engeli kaldırma tenezzülünde bulunman benimle alakalı davranman, işte tüm mesele bu. Neden?
Ben bunca yıl, söz verdiğin her şeyi tek başıma yaptım. O kahveyi tek içtim. O seriyi tek izledim. O şarkıyı sen hiç dinlemedin. O yolu yalnız yürüdüm. Sen yoktun. Kendimi ararken kayboldum ama bir şekilde hayatıma baktım. Açıkçası artık yokluğuna beynimi uyuşturmuştum. Ben kendimi tam toparladım derken sen sistemimle yeniden oynadın. Amacın ne? 2 yıl önce o gün öldürdüğün kıza bunu neden yaptın? Ben o sabah hıçkırıklar arasında boğulurken seni unutacağım ama eğer bir gün affedecek olursam bugünü hiç unutmayacağım, sana da unutturmayacağım diye haykırırken sen neredeydin? Bana bir vedayı çok gören sana, yukarı haykıra haykıra hakkımı, anneme anne ben ölüyorum diye ciğerim parçalanırcasına haykırırken helal etmedim. Gözyaşlarım boynumdan göğsüme sel olurken, bunca yıl dedim, bunca yıl onun için akıttığım her gözyaşı tanesi kadar ahım var dedim.
Şimdi seni her özlediğimde aklıma bunlardan daha fazlası gelirken, azap içinde yandığım o yangının o kıvılcımları üstüne savrulsun. Yürek yangınlarıyla uyan demiştim sana, beni acımasızca bir kenara atan sana, bana bir peçeteden farkım yok gibi davranan sana, yaşattıklarını anlatsam anlar mısın ? Sen bende bıraktığın o enkazın altında kalmayı anlar mısın? Kalbinin taşa dönüşmesini, berbat, acımasız, duygusuz bir hain olmayı, ve birilerinin kırılmasını umursamamayı, elini attığı her şeyde birilerini yıkmayı, tahammülsüz, umursamaz bir insan olmayı anlar mısın?
Her yerde sana rastlarken, seni unutmaya çalışmanın ne demek olduğunu anlar mısın? Ben ateşler içinde yanarken dibimde olmanın, seni iyi gördüğümde içimde ettiğim o ahların, vicdansızlığın karşısında bu kadar rahat davranmanın bende nasıl bir öfkeye yol açtığını anlar mısın?
Beni bıraktığın yıl, gitmek için her sebebim vardı. Biraz daha dayanıp gideceğim dedim. Ölsem burada duramam dedim. Evim, artık evim değildi. Senin yüzünden ailemden bile uzaklaştım. Senin yüzünden yanımda kimse yoktu. Kimseyi görmeye tahammülüm yoktu. Adımı her duyduğumda sinirleniyordum. Biri benimle konuşunca boğazlamak istiyordum. Odamda duran o aynayı tuzla buz etmek istiyordum, varlığımın varolmasından rahatsız oluyordum, her gece çekilip karanlığa put gibi durup, her saniyenin işkenceye dönüştüğü anlarda sen bir insanın bu denli yollardan geçtiği anlar mısın?
Sen şuursuz, sen vicdansız, sen kendini beğenmiş acımasız bir insansın, senden nefret edişim, sana dönüşüyor olmamdandı. Ama inanıyor musun, o kadar alıştım ki bu duruma, bir an mutlu olduğumda alerji yapıyor. kaç kişinin kalbini kırdım belli değil. Ve inan umrumda değil. Öyle güzel sevildim, saçımın teline zarar gelse dünyayı yakacak o insanları sırf bana aşıklar diye reddettim. Senden dolayı değil, konunun seninle alakası yoktu. Ben o güzel sevgiyi hak ediyordum ama sevginin bir gramını içinde barındırmayan ben bundan rahatsız oluyordum, oysa çoktan mutlu olurdum ben, duygularımı öldürmeseydin sen.
Aradan biraz daha zaman geçmişti. Artık gitmiştim. Bu sefer aramıza dağlar, denizler ve sayısız şehirler girmişti. Tam 908 kilometre öteye gittim, ben balkanlardan uçan Turna, sen ise hercai olmuştun. Oraya gittiğimde seni unutuyordum. Adını çok az anımsıyor yavaş yavaş varlığını benliğimden yok ediyordum. Bu sefer iyileştim dediğim her an, kendimi vadinin ardında uçan kuşa bakarken, git benim diyarıma, selam söyle ona derken buluyordum. Yine bir yerlerde seni yaşıyordum.
İnsan, araya zaman ve mesafe girdiğinde, bir yere oturup sessiz sakin düşündüğünde, her şeyi baştan sona süzdüğünde biraz daha aşmış oluyor. Artık ağlamıyordum. Daha doğrusu ağlayamıyor. Sen her aklıma düştüğünde öylesine derin bir iç çekmek geliyordu ki içimden, istemsizce hissediyordum yüreğimde bir yerlerde bir damla kanın yok olduğunu. Sessizliğin benim için artık uyuşukluktu. Oturan dengemi bu gece yeniden bozdun. Şimdi o hep aşırı düşündüğüm ızdırap dolu, saatlerin geçmek bilmediği gecelere beni geri döndürdün.
Bir gün anneme, konu sevgi değil demiştim. Sadece artık eski öfkem yok, hayal kırıklığı anne. Hayal kırıklığı. İnsan insana bunu nasıl yapar demiştim. İnsan olarak ya dedim yere bakarken. İnsan olarak bir kez özür dilesin, pişman olsun ben bunu göreyim, vallahi insan olarak affedeceğim. Demiştim. Giden kafasında her şeyi aşıp gidiyor, olan her zaman kalana oluyordu. Cevapsız sorular ardında yitip gidiyordum. Annem anlamıyordu, zaten bende anlatmıyordum.
Yarım kalan, tamamlanabilme ihtimali olup ta tamamlanmayan ne varsa kırgınlık duyuyorum. Hiç beğenmediğim bir kitabı bile sırf bu yüzden bitiriyorum. Ben bir kitaba bile ihanet edemiyorum.
Ortak arkadaşımız vardı, köyden benim de akrabam. Yaşça büyük bir abimdi benim yaşadıklarımı yaşamıştı. Sözleri dün gibi aklımda.
'' Biz dört kişilik bir ateş kurduk. M''' kendini çıkardı. Seninki hiç atlamadı. Ben de kendimi çıkardım o ateşten. Bi sen kaldın, kendini kurtar.''
'' Yaşadıkların çok ağır şeyler, sen güçlüsün.''
'' Çiçek gibisin, şu fotoğrafa bak nasıl gülüyorsun, kendini soldurma.''
ve daha nicesi...
En büyük destekçimdi, Beraber ağladık, beraber destek oldum, ben unutsam, hakkını bırakmam. Tırnağı bile olamazsın. Merhametin yakıştığı en güzel insandı, şimdi eski dostluğumuz yok, o yepyeni hayatında mutlu olsun başka bir şey istemem...
Bunları yazarak bir nebze içim rahatladı. Ama ömrümün sonuna dek, hatılarımda kötü bir insan olarak kalacaksın. Kimseden nefret edemeyen ben, senden ettim. Kimseye ah etmeyen ben, ardımda binlerce ah ettim. Bu yüzden sen bana geçmişimi, duygularımı, eski beni, bana geri veremezsin. Sen beni anlayamazsın. Ne kadar söz sözlersem söyleyim bu yüreğim soğumayacak. Sen böyle bir adamsın, ben ise sana ah ederken bile allah'a yakarırken, '' dilerim evlenirse eşinden ve çocuklarından çıkmaz, evlenmeden önce çıksın ettiğim ah'' diyecek kadarım. Ben de böyle bir kadınım. Senden daha delikanlıyım.
sonsuz bir boşluktayım, diyecek çok şeyim var. Bir gün gelir her şeyin hesabı sorulur, şimdilik mutluluklar...
4 notes · View notes
blancodreams · 1 month
Note
Abi yazılan şeyler çok korkunç ya nasıl bu hale geldik biz aklım almıyo
Evet nerden baksan bak elinde kalıyo maalesef kaldı ki karabükte 11 bin yabancı öğrenci ne arıyo hangi şartlarla geldi o ayrı bir soru tabi umarım bir kaç günlük gündem olmasıyla kalmaz da konunun üstüne gidilir
0 notes
mezardakicicekk · 2 months
Text
KAFAMIZ NASIL GÜZEL #2
11/03/2024
Yeni görenler için not: Lütfen önceki yazımdan başlayarak okuyunuz.
"Senin göz yapın çok değişik." dedi aniden. Ona doğru dönüp başka ne diyecek diye bekledim. "Daha önce böyle göz yapısı görmemiştim." diye devam etti. "Evet, doğduğumda japon bebeklere benziyormuşum. Rahmetli babaannem öyle söylerdi." dedim. "Dimi ya. Ama tam japonlarınki gibi çekik değil, çok farklı." "Aynen. Büyüdükçe eski çekikliğini kaybetti. Hafif bir çekiklik var. Japonçe kızım derdi bana yarım yamalak türkçesiyle." "Sen yabancıydın dimi?" "Melezim. Soyadımdan nasıl anlamadın? Gerçi onu uydurdum zanneden çok oluyor." "Bende başta öyle sanmıştım. Kimlikteki ismini kullanmayıp kendine isim seçtiğin için bunuda kendin uydurdun sanıyordum."
Böyle konuşurken saçlarımla oynamaya başlamıştı. O an öyle güzel bir duygu doldu ki içime anlatamam. Üstelik çok kötü zamanlar geçirirken değer verdiğim birinden bu davranışı görmek çok hoş bir his. Yavaş yavaş saçlarımı okşadığından hem rahatlıyordum hem uykum geliyordu. Bir şey anlamasın diye çok uğraşıp sürekli konuştum. Konuşurken uykumun kaçacağına inandım o an. "Bu arada üniversite kazanırsam belki halamın çatı katını kiralayabilirim." dedim. "Ay ne güzel bira içilir orada he." dedi. "Senle eve çıkalım çok istiyorsan." "Olur ama dolabı baştan aşağı birayla donatırım." "Annem bize gelirse yok etmen lazım ama." "Bir gece önceden hepsini içerim." "Annem gelincede kraliçem hasta sen gitme yanına derim. Mazallah o kafayla allah bilir neler dersin sen." "Beni tutamazsın ki"
Gerçekten ev tutsak nasıl ev arkadaşı olurduk diye düşünmeye başladık. Annem kraliçemi sarhoşken görse nasıl olurdu diye düşündük. Kraliçem gözlerini şaşı yaparak dibime girdi ve "Ay Pei'nin annesi teyzeciğim hoşgeldiniz. Ha benim gözlerim böyle. Bu arada ikiziniz mi var maşallah ne kadarda benziyorsunuz." dediğinde kahkaha attım. Yaşanması çok olası bir senaryoydu bu. "İkimizde yemek yapmayı bilmiyoruz. Aç kaldık. Neyse ben senin için öğrenirim." dedim ve "Bi zahmet. Ben çalışıp eve ekmek getiricem. Sen dersine çalışıp yemek yaparsın." dedi. Kısa bir an hepsini hayal ettim. Kraliçemle gerçekten çok iyi ev arkadaşı olabilirdim. "Harbiden soyadın ne güzel senin." dediğinde şaşkınca ona doğru döndüm. Konunun üstüne bi ton cümle kurduktan sonra mı söylemişti bunu? "Sana frekanslar geç ulaşıyor galiba. Eski konuya dönüp duruyorsun." dediğimde gülmeye başladı. "Değişik bir kafa geldi bana. Kendimi anlayamıyorum şuan."
İçeceklerimiz bitince telefonunu şarj etmek için şarj yerleri aradık. Bir mağazada eski bir şarj etme bölümü varmış ve çalışıp çalışmadığını bilmiyorlarmış. Her ihtimale karşı denemek için orada oturup kablosuz şarj bölümüne telefonunu yerleştirdik ve sessizce oturmaya başladık. Aklıma o an ona söylemeyi unuttuğum bir konu geldi. "Sana bir şey söyleyeceğim. Bunu Papatyayla çok konuştuk ve sana bir türlü söyleme fırsatım olmadı. Hani sen bana ortama ayak uyduran bir tip olduğunu söylemiştin ya. İşte bu konuda ben farklı düşünüyorum. Gerçekte öyle birisi olduğuna inanmıyorum. Ben ayak uydurulması aşırı zor biriyim. Çok ciddi bir yapım var ve eğlenmenin dozunuda çok iyi ayarlıyorum. Yaptığım şakalar bile çok yerinde ve cıvıtmayan şakalar oluyor. Kendi halinde takılan ev kuşuyum. Bana ayak uydurmayı deneyenler bir süre sonra benden nefret etmeye başladılar çünkü onlar gibi değildim. Ama bu sende olmadı, aksine çok kolay adapte oldun. Eğer kalbindeki gerçek kişi benim gibi biri olmasaydı bana ayak uyduramazdın. Özünde aslında benim gibi biri olduğunu düşünüyorum." dedim ve kraliçeme baktım. O an aydınlanma yaşamış gibi mi desem nasıl tarif etsem bilmiyorum ama donup kaldı.
Bir süre elindeki notlara baktı. Duygu geçişini göstermemeye çalışıyordu ama ben görebilmiştim. Sabırla konuşmasını bekledim. Neden bunu söylemem onu bu kadar etkilemişti bilmiyorum. Bir anlığına yanlış bir şey söylediğimi sanmıştım. "Aslında Pei, haklısın. Ben böyle biri değildim. Eskiden sevgili olduğum biri yüzünden bu hale geldim. Beni çok yaraladı, derinden yaraladı. Bende intikam almak için her türlü ortama girdim ve herkese ayak uydurmaya çalıştım. Artık bundan geri dönemiyorum. Kişiliğim böyle oluştu." dedi. Hâlâ elindeki notlara aynı ifadeyle bakıyordu. "Karakterinin oturmaya başladığı dönem bunu yaşaman üzücü olmuş. İster istemez kişiliğinin böyle oturmuş olması çok normal. Şuan kişiliğimizin hemen hemen tamamen oturduğu yaşlardayız. Değişmek istesen bile ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorum." dedim. Sadece başını salladı. Hâlâ neden bu kadar durgun olduğuna anlam veremiyordum. "Senin özünü fark eden tek ben miyim? Yani o kadar arkadaşın var, tek ben fark etmiş olamam herhalde ama sorasım geldi." dedim. Yine sessizlik oluştu. Niye bu konu bu kadar gerici ortam oluşturmuştu şimdi? "Evet, sadece sen fark ettin." dedi. O an ne diyeceğimi bilememiştim. Yıllardır nasıl bir kişi bile bunu fark edememişti? Ben yalnızca 2 yıldır tanıyorum ve toplasak en fazla 7-8 kez buluşmuşuzdur. Sadece geçen hafta ve bugün adam akıllı sohbet etmiştik. Bu kadar kısa sürede onu anlayabilmişken diğerleri nasıl anlayamamıştı? Neden kimse ona yardım etmemişti?
Bu konuda hiçbir şey söylemedim. Telefonu şarj olmayınca hemen oradan kalkıp en alt kattaki telefonculardan birine gittik ve birkaç dakikalığına telefpnu şarja bıraktık. Vakit geçsin diye birlikte oyuncakçıya gittik. Gördüğüm şirin peluşları gösterip "sana benziyor" demeye başladım. Reyonlar arasında gezerken küçük barbie evine rastladık. "Ben bunlardan hep istiyordum ama alamamıştık." dedi. "Bende vardı bunlardan ama çok güzel değildi. İçi küçücüktü, eşyaları sığdıramıyordum." dedim. Oyuncaklara bakmaya devam ederkene bir kasa oyuncağı gördüm ve espiri yaptım. "İlk kasiyerlik deneyimim." Kraliçem söylediğim cümleye gülmeye başladı. "Bundan da hep istiyordum ama almamışlardı." dedi. "Bende vardı bundan da." dedim. "Ya bi susar mısın?" dedi gülerek. Başka bir oyuncağı gösterdi ve "Bende bundan vardı." dedi. Gösterdiği oyuncağa bakıp "Bende bundan yoktu." dedim. "Sen ben üzülüyorum diye sende yokmuş numarası yapıyorsun. İnanmıyorum." dedi şakaya vurarak. "Yok lan, cidden yoktu bende." dedim. "İnanmıyorum banane banane." demeye başlayınca gülüp kollarımı iki yana açtım. "Kıyamam ben sana, gel." dedim. Hemen yanıma gelip sarıldı ve bende saçlarını okşamaya başladım. "Söz ben alcam sana hepsinden. Oy benim kuzum. Benim güzel kızım." demeye başladım. Gülerek benden ayrılıp diğer oyuncaklara bakmaya başladı. Temizlik sepeti temalı bir oyuncak bulduk ve "Bizim bu ekonomide evimize alabileceğimiz maks temizlik malzemesi." dedi. Sepeti elime alıp fiyat etiketine baktım. Kısa bir an birbirimize bakıp hızlıca yerine yerleştirdik. "Onu bile alamıyoruz, şaka gibi." dedi.
Bu kez çamaşır ve bulaşık makinası oyuncağına denk geldik. "Ben evimizin beyaz eşyalarını aldım. Sende evimizi al." diye espiri yaptım ve gülmeye başladık. O bile aşırı pahalıydı. Oradan çıkıp telefonunu aldık ve avmden ayrıldık. Ne kadar beklesekte dolmuş bir türlü gelmiyordu. "Taksiye mi binsek." dedi. "Saçmalama be, allah bilir ne kadar kitlerler bize." dedim. Bir süre daha bekledik ama dolmuş gelmiyordu. "Aslında ben burdan yürüme dönerdim ama sen yürümek ister misin bilmiyorum." dedim. "Sen yürümeyi seviyor musun?" dedi. Büyük bir şaşkınlıkla ona doğru döndüm ve "Ben her yere yürüyerek gidiyorum zaten." dedim. "O zaman yürüyelim. Ne bileyim, çevremdeki herkes yürümekten nefret ediyor diye taksiye binmeye alışmışım." dedi.
Yürümeye başladık. Ben farklı bir yolu kraliçem ise başka yolu biliyordu. Kraliçemin bildiği yoldan yürümeye başladık. Yürürken yine saçma sapan şeylerden bahsedip duruyorduk. "Yakında yine resim sergim olacak. Avmde yapmayı planlıyoruz ama ne zaman olduğu belli değil." dedim. "Ben davetli miyim?" diye sordu ve o an öyle tatlı bakıyordu ki yanaklarını ısırasım gelmişti. "Tabiki. Herkesi davet edicem zaten. Zaman belli olunca sana davetiye yollarım." dedim. Kısa bir süre sonra bana doğru döndü ve "Fark ettiysen biz baya açıldık bugün. Normalde bu kadar çok konuşmazdık. Devamı gelir bence bunun. Sence?" dedi. "Evet, fark ettim. Baya eğlendim ama. Bence de devamı gelir." dedim. "Aslında seni ilk tanıdığımda pick me olduğunu düşünmüştüm ama o bildiğimiz pick melerden değil. Çok çıtkırıldım, en ufak şeye ağlayıp abartan biri olduğunu düşünüyordum. Asla anlaşamayız diye düşünmüştüm. O yüzden ilk zamanlar konuşacak bir şey bulamıyordum çünkü nasıl tepki vereceğini kestiremiyordum." dedi. Buna benzer cümleleri çok duyduğum için şaşırmamıştım. "Hep öyle söylerler. Başta beni sevmeyip zamanla çok seven arkadaşlarım oldu. Rudra mesela, başlarda benden nefret ediyormuş." dedim. "Niye ki?" "Sebebini o da bilmiyor. Ya da şey çok oldu. Lisedeyken saçımdan dolayı herkes beni havalı biri zannediyordu. Herkes beni çok sevdiğini söylüyordu. Birkaç ay sonra hepsi benden nefret etmeye başladı çünkü bekledikleri gibi çıkmadım. Bana ayak uyduramayınca problemi bende bulup beni dışladılar ve sınıfa yeni biri gelince ona beni kötülediler. Arkadaşım olmasın, hep yalnız kalayım istediler. En son başardılar zaten." dedim. "Of çok sinir oluyorum öylelerine. Aşırı saçma ya. Aşağılık insanlar." dedi.
Yol boyu farklı konulardan konuşmaya devam ettik. Onu otobüse bindirdikten sonra eve geçtim. Daha önce kraliçemle bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Mükemmel bir gün geçirdik.
0 notes
gundemarsivi · 2 months
Text
Tumblr media
Vourla “Öteki Kıyı” – Figen Koşar
✍🏻 M Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/vourla-oteki-kiyi-figen-kosar/
Bir kitap yazısını belki de ilk kez müzik eşliğinde yazıyorum. Nedeni az önce bitirdiğim bu romanın son birkaç satırında daha önce sözü edilen bir şiirin sonradan bestelendiğini öğrenmiş olmam… Romanı bitirir bitirmez hemen bilgisayarımın başına geçtim, önce adını yazımın sonunda yazacağım müziği açtım, tekrar tekrar dinlerken klavyemin tuşlarına basıyorum. Eskiden olsa kalemimden söz ederdim, artık kalemler tarih olunca…
Bugünlerde elime gelen romanlar nasıl olduysa İzmir Yarımada’da geçiyor. Elimdeki romanı Emine Bekdemir arkadaşım önerip armağan edince başlamamak olmazdı. Belki hatır için başlamış gibi oldum ama okudukça elimden bırakamadım. Elbette siz dostlarımla paylaşmayı gerçekten çok istedim. Kendi kitaplarım için Şeyh Bedrettin araştırması yaptığım günlerden Vourla adına aşinayım. Urla’nın geçen yüzyıla değin söylenegelen adı…
Roman zaman zaman karşılaştığımız 2022 yılı ve 1912 yılları arasında gidip gelen anlatımlarla şekillenmiş. Her iki dönemde de kahramanımızın adının Eleni olması elbette romanın sonraki bölümlerinde ilginç gelişmelerle karşılaşılacağının habercisi. Konunun çok ayrıntısına girmeden Yunanistan’dan Urla’da Klazomenai kazıları için gelen Eleni ve çevresindeki kişilerle gelişiyor. 21. Yüzyıl’ın Eleni’si kendisine bırakıldığı düşünülen bir emaneti açınca 110 yıl önce aynı yerde yaşayan adaşı Eleni ile mektuplar aracılığıyla tanışıyor. Arada bir asır olmasına karşın iki Eleni’nin yaşadıkları okuru sarıp sarmalıyor.
Roman ilerledikçe bir dostun adıyla da sıkça karşılaşıyoruz. Sedef Tunçağ’ın “Belge ve Anılarla Urla” kitabı ciddi bir kaynak olmuş yazar için. Belgesel sayılabilecek olan bu kitabı geçen yıl ilgi alanıma uzak diye almamıştım, çok pişman oldum. En kısa zamanda edineceğim. Özellikle yaşam biçimleri anlatılırken okur keyifli betimlemelere tanık oluyor:
“Üzüme balın, zeytine yağın düştüğü bir 15 Ağustos’taki bağ bozumu şenliklerinde ‘Her şarap kadehinin bir anlamı olduğunu söyler Dionysos’ diye bitirmişti sözlerini Tamara. Birincisi sağlık, ikincisi aşk ve zevk, üçüncüsü uyku, dörtten fazlası kızgınlık ve şiddete yol açabilecek duygu karmaşasını simgelermiş. Biz aşka kalalım diyerek kadehindeki şarabı bir yudumda içmiş ve dudaklarını Yusuf’un dudaklarına örtmüştü.” Anlatımı ne denli içten ne denli sahici…
Savaşlar, kavgalar yüz yıllardır bir arada yaşayan insanları nasıl da birbirine düşürmüşler. Her şeye karşın dost kalabilmeyi başaran insanların gücü yetmemiş bu dışarılardan kaşınan, yaraların kabuklarının kaldırılmasına. İyi insanlar hep olmuş. Bizim bildiğimiz tahaffuzhanede Vourlalı Rumlar’ın Aziz Ioannis Adası’nda çalışan çoğu Türk, az sayıda da Rum görevlinin romanda söyledikleri bunu ne güzel anlatıyor:
“Dışarıdaki gerginliğe rağmen burada Türk Rum ayrımı yok. Personelin bazılarının ailesinde asker olduğunu biliyorum. Bazı cephelerde birbirimize karşı savaşıyoruz üstelik. İnsan olmak, insan kalmak, insanca yaşamak; dil, din, ırk bunların çok ötesinde bir şey olmalı. Hastasın ya da değilsin. Öleceksin ya da yaşayacaksın. İncecik bir ip, incecik bir sınır bu. “Sırat köprüsü burada işte” diyor Doktor Hayrullah Bey. Ya geçeceksin ya düşeceksin. Bu kıldan köprünün üzerindeyken; toprak kimin, kim gitmeli, kim kalmalı kavgası çok basit geliyor insana.”
Ben bu satırları yazmaya devam ederken Mikis Teodorakis’in “Sto Perigiali” şarkısı çalmaya devam ediyor. Birçok bölümün başında Yorgo Seferis’in bir şiiri zaman zaman da Süreyya Berfe şiiri yer alıyor. Ayrıntıyı okura bırakmak üzere kısaca söz edeyim, romanın gizli kahramanı Yorgo Seferis. Bağlantıları çok ortaya sermeden sözünü ettiğim şarkının sözlerinin de Seferis’e ait olduğunu belirteyim.
Cevat Çapan çevirisiyle Yorgos Seferis’in “Yadsıma” şiiri
Bir güvercin gibi ak
O gizli kıyıda
Susadık öğle üzeri:
Ama tuzluydu sular.
Sarı kumların üstüne
Adını yazdık onun,
Ama bir rüzgâr esti denizden
Ve silindi yazılar.
Nasıl bir ruh, bir yürek,
Nasıl bir istek ve tutkuyla
Yaşadık: yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.
Romanda hem 2022 yılındaki Eleni’nin hem de 1912 yılındaki Eleni’nin aşkları, çoğunlukla Rum, kısmen de Türk ailelerin dönemdeki yaşam biçimi, arkeolojik bilgiler, tarihsel gelişmeler de ustaca harmanlanarak verilmiş. Elbette günümüz kadınının özgürlüğü 110 yılı öncesinde kesinlikle yok. Yine de mutluluğu duyumsamak hangi yılda olursa olsun insanın içini ısıtıyor. “Hem çılgın gibi hissediyordum mutluluktan, göğsümün içinde on değirmenlerin beyaz kanatları uçuşuyordu hem de ölesiye korkuyordum” duygusunun elbette günümüzde yaşanmadığını tahmin edebilirsiniz.
Romanın bitişi duygulu, oldukça da hüzünlü… Ve bu hüzün bir şiirle son satırlar haline gelmiş.
Levent Belin’den Prangalı Yolcu
Şimdi Güneş
Yavaş yavaş terk etse de beni
Aynı denizin iki yakası, benim
Binlerce yıllık sahilde
Bir gel gitlik ömrü olan
Bu ayak izi, benim
Her denizin ortasındaki
O boş kayık
Yelkenleri dolu
Bilinmeyene demirli
Şu ışıklı gemi, benim
Ayakları gitmek
Yüzü kalmak istediği yere dönük
Bu prangalı Yolcu, benim
Figen Koşar’ı daha önceden tanımadım, bu okuduğum ilk romanı. Umuyorum uzun bir yazın yaşamı olur. Yeni kitaplarını izleyeceğim…
M Osman Akbaşak
#MOsmanAkbasak #GundemArsivi #FigenKosar #VourlaÖtekiKıyı #Edebiyat #Roman #Müzik #Şiir #KitapAlıntısı #Kitapİncelemesi #Rum #NeOkumalıyım #YeniBirKitap
0 notes
trcoffeebyefe · 3 months
Text
Dijital Kitaplar Basılı Kitaplara Karşı
youtube
Herkese merhabalar, yeni bir yayına daha hoş geldiniz. Artık pek çoğumuz bilgiye ulaşmak ve kendimizi eğitmek için dijital araçlara başvuruyoruz. Fakat bilgiye ulaşırken kullandığımız elektronik içerikler, basılı yayınlara göre daha mı faydalı yoksa daha mı zararlı? İsterseniz daha fazla beklemeden buyrun hemen konunun detaylarına geçelim.
Şahsen ben çok fazla elektronik kitap okuyan biri değilim sadece aradığım kitabın fiziksel kopyası yok ise veya fiyatı çok gereksiz yere yüksek ise dijital kitapları okuyorum.
Daha önceki yayınlarda bahsetmiştim; ben amatör bir klarnetçiyim ve türk müziği bilgimi arttırmaya çalışıyorum. Tamda bu yayını hazırlamadan bir ay önce İsmail Hakkı Özkan’nın Türk Mûsıkîsi ve Nazariyatı kitabını dijital olarak satın aldım. Müzik üzerine eğitici bir kitabı iPad üzerinden okumak açıkcası benim oldukça hoşuma gitti. Çünkü bu kitabın üzerine dijital olarak notlar almak ve istediğim bölümlerin altını çizmek ve hata yapınca dönüp bunları kolaylıkla düzeltmeyi faydalı buldum.
Gerçi fiziksel olarakta bu kitabın üstüne notlar alabilirsiniz ama sanırım ilk defa iPad satın aldığım için iPad’ten en fazla oranda fayda sağlama isteğide dijital kitaplara beni yöneltti.
Bunun üzerine bir adet daha kitabı dijital olarak satın aldım ama ben normalde her akşam uykuya dalmadan önce ki bir saat boyunca basılı yayınlar üzerinden kitap okuyan biriyim. Bir anda dijital yayınlara geçince bazı değişimlerin meydana geldiğini fark ettim. Durum böyle olunca bu konuyu araştırmaya karar verdim ve bu araştırma benim doğru bildiğim pek çok yanlışı ortaya çıkardı.
Algılama
Yapılan araştırmalara göre, insanlar ekrandan bir şeyler okuduklarında, yazılı basından okudukları kadar konuyu anlamıyorlarmış. İşin ilginç yanı ise bu araştırmalara katılan pek çok kişi bunun farkında dahi değilmiş.
Bu araştırmalardan birinde, İspanya ve İsrail’deki araştırmacılar dijital ve basılı yayınları okuyanları karşılaştıran 54 çalışmayı yakından incelemişler. 2018’de yapılan bu araştırmaya 171.000’den fazla okuyucuyu katılmış. İnsanlar, dijital metinleri okuduklarında bundan daha fazla yarar gördüklerini düşünmüşler ama araştırmanın sonucu bunun tam tersi bir sonuca varmış.
Dijital İçerikleri Anlamak Daha mı Zor?
Ben bu araştırmayı okuyunca ilk olarak şunu sordum; nasıl olurda aynı metinleri ekrandan okumak ve kitaplardan okumak farklı olabilir? University of California’da çalışan sinir bilim uzmanı Maryanne Wolf beynimizin bir ekrandan bir metni okumaya çalıştığında kitaptan o metni okurken aynı tepkiyi vermediğini söylüyor.
Örneğin konuşmayı öğrenirken çevremizdeki sesler sayesinde bunu öğreniyoruz fakat okumayı öğrenmek için ekstra bir çaba göstermemiz gerekiyor. Araştırmacı Wolf; beynimiz sadece okumak için özel bir hücre ağına sahip olmadığını söylüyor. Bir metni okuyacağımız zaman beynimiz yüzleri tanımak için geliştirdiğimiz ağı, harfleri tanımak için kullanıyor.
Dijital içerikleri okurkende yazı dışında başka bir içerik ekranda belirdiği an beynimiz ilk olarak o nesnenin ne olduğunu çözmeye odaklanıyormuş. Bundan dolayıda da algımız çok hızlı biçimde düşüyormuş.
Buna ekstra olarak bir ekrandan bir metin okuduğumuzda pek çok insan yazılı yayınlara göre bu içerikleri daha hızlı okuyor. Telefonda yaptığımız pek çok işlemi hızlı yapma alışkanlığı bizde hızlı okuma alışkanlığının oluşmasınada sebep olmuş. Farkında olmadan sahip olduğumuz daha hızlı okuma alışkanlığıda konuyu daha yüzeysel geçmemize sebep oluyor.
Nerede Kaldığını Hatırlamama
Araştırmayı buraya kadar okuduğumda, belki sadece dijital kitap okumak için bir araç alırsam bu sorunlar ortadan kalkar diye düşünürken bunun da bu sorunu ortadan kaldırmayacağını gördüm.
Basılı bir kitaptan bir şeyler okurken, beynimiz kitabın içerisinde otomatik olarak bir haritalama yapıyormuş. Örneğin; son okuduğunuz sayfada köpeğin öldüğü bölüm sayfanın sol üst kısmında yer alıyorsa, kitaba bir kaç gün sonra yeniden döndüğünüzde otomatik olarak beyniniz o bölümü size hatırlatabiliyormuş.
Bu işlem dijital içeriklerde neden olmuyor derseniz; dijital bir içerik okurken kitabın sayfasını değiştirme eylemi yerine, aşağı veya sağa kaydırma işlemini yapıyoruz. Her ne kadar bazı uygulamalar, sayfa değiştirme animasyonunu da kullanıyor olsalar, beynimiz ekranda kayan yazılar arasında nerede kaldığımızın haritasını oluşturamıyormuş.
Sayfa duygusu neden önemli?
Peki bu sayfa duygusu neden bu kadar önemli? Yani kaldığımız yeri hatırlamasak ne olur ki?
Dünya hafıza şampiyonasına katılanlara bu soruyu sorarsak herhalde bize güleceklerdir. Çünkü, bir şeyi hafızada tutmanın en etkili yolu; onu görsel olarak haritalayabilmekten geçiyor. Yani bu yarışmaya katılanların her biri metinleri veya rakamları kafalarında oluşturdukları bir hikayeye çevirerek bu işi başarıyorlar.
Beynimiz, yazıları kaydırma eylemi ile okumaya çalıştığımızda kayan yazılar arasında arada hiç bir bağ kuramıyor ve buda kelimelerin iletmesi gereken fikirlerin arasında ki bağların çok daha hızlı kopmasına ve pek çoğununun daha anlamsız hale gelmesine sebep oluyormuş. Özellikle okuduğumuz metin daha uzun olmaya başladıkça algımızda giderek azalıyor; özellikle 500 kelimeden daha uzun olan içerikleri dijital platformlarda okuduğumuzda algımız yüksek oranda azalıyor.
Okuduğunuz tür önemli mi?
Araştırmacılar okunan türe göre algı miktarınında değiştiğini keşfetmişler. Örneğin; bilim kurgu içerikleri, diğer içeriklere göre dijital platformlarda daha az anlama kaybı yaşanarak okunuyormuş. Harry Potter gibi kurgu romanları okuyanlar, diğer türlere göre okuduğunu daha iyi anlayabiliyormuş. Kurgusal romanların dışına çıkıldığında ise insanlar basılı yayınlardan okumalar yaptıklarında okudukları konuya daha fazla hakim oluyorlarmış.
Dikkatimizi Dağıtan Diğer Unsurlar
Sacramento’da California State üniversitesinde araştırmacı olan Dr.Jenae Cohn eğitimde teknolojinin kullanması üzerine yıllardır çalışıyormuş ve kendisi dijital okumayla ilgili bir kitap yayınlamış.
Dr. Cohn’a göre en büyük sorun sadece ekrandaki kelimeler değil, okuma yapıldığı sırada gelen bildirimler ve diğer dikkat dağıtıcı unsurların okumayı çok fazla böldüğü ve dikkatimizin çok kolay kaybolduğunu savunuyor. Keza, haksızda sayılmaz ben ne zamanki iPad’den bir kitap okumaya kalksam rahatsız etme moduna geçmeyi unutup sürekli olarak gelen bildirimlere maruz kalıyorum. Bildirime tıklamasam dahi bunları görmek dikkatimi dağıtıyor.
Tabi birde mavi ışınlar gözlerimizi çok daha fazla miktarda yoruyor ve uykuya dalmamızı sağlayan hormonların salgılanmasını geciktiriyorlar. Bazı elektronik kitap okuyucularda sadece kitap okuma işini yapabiliyor ve ekran parlaklığı gözü en alt seviyede rahatsız edecek şekilde ayarlanabiliyor.
Eğer bu cihazları kullanırsanız belki bu tarz dikkat dağınıklıklarının önüne belki geçebilir ve mavi ışınlara daha az maruz kalabilirsiniz. Hatta 2023 senesinde en çok satan ilk 10 adet elektronik kitap okuyucunun listesini de sizler için ekledim. Aşağıdaki linkten bu cihazlarada ulaşabilirsiniz.
Dijital okumanın hiç bir yararı yok mu?
İster istemez bende dijital okuma yapmanın hiç bir faydası yok mu diye sorgulamaya başladım. Tarafsız bilgiye ulaşmak için dijital okuma yapmanın yararlarını da araştırdım. Çünkü internette bir konuyu araştırırken sorduğunuz sorunun olumsuz veya olumlu durumuna göre değerlendirilmiş cevaplar alıyorsunuz.
Kolay Ulaşım ve Filtreleme
Dijital okumayı bu kadar çok yermeye de gerek olmadığını o zaman gördüm. İlk olarak hastalık veya bazı diğer özel koşullardan dolayı kitaplara ulaşamayan insanlar, bir cihazlar sayesinde bütün bir kütüphaneyi yanlarında taşıyabiliyorlar. Üniversiteler ve eğitim sürecinde olan öğrenciler yüzlerce sayfalık bir kitapta anahtar kelimeleri filtreleyip anında istenilen bilgiye ulaşabiliyorlar.
Ayrıca kitaplardaki metinlere websitelerinin linkleri kolaylıkla eklenebiliyor ve linkler sayesinde görsel içeriklere ve daha derin açıklamalarada ulaşılabiliyor.
Fiyat Farkı
Dijital yayınların pek çoğu basılı yayınlara göre çok daha ucuz ve buda kitaplara ulaşabilmeyi oldukça kolaylaştırıyor. Keza bende türk musikisi kitabının dijital versiyonunu bu yüzden tercih ettim, fiyatı neredeyse %70 daha ucuzdu.
Özel Yazı Tipleri
Birde dyslexia (disleksi) denilen hastalığa sahip olan kişiler, (disleksi öğrenme sürecinde zorluk yaşanmasına sebep olan bir hastalık) yazı tiplerini ve arka plan rengini değiştirdiklerinde daha rahat okuma ve algılama yapabiliyorlarmış. Birde görme engelli olan kişilerde bu kitapları bu cihazlardan dinleyebiliyor, okuyucu seçebiliyor, okuma hızınıda belirleyebiliyorlar.
Son Söz
Konuyu toparlayacak olursak, dijital yayınlar hayatımızda her zaman yer alacaklar ve teknolojik gelişmelerdende fayda sağlayamaya devam edecekler. Yazılı basınların için de aynı şeyi söylemek şu an için oldukça zor gibi gözüküyor. Dijital yayınlardan daha fazla miktarda fayda görmek içinse araştırmacı Naomi Baron’a göre daha yavaş okuma yapmamız, dikkat dağıtıcı unsurlardan uzak durmamız bu içeriklerden daha fazla yarar görmemizi sağlayacaktır.
Bu bölümde dijital yayınların basılı yayınlara göre ne gibi avantaj ve dezavantajları olduğunu konuştuk. Umarım sizlere faydalı bilgiler sunabilmişimdir. En kısa sürede yeni yayınlarda görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın hoşçakalın.
Referanslar
Lavoie, M. (2021, March 3). Reading online vs offline: What’s best for learning? Oxford Learning. https://bit.ly/48GlEjv
Hurt, A. E. (2023, September 5). Will you learn better from reading on screen or on paper?. Science News Explores. https://www.snexplores.org/article/learn-comprehension-reading-digital-screen-paper
Turkish Coffee Podcast Youtube Sayfası:
Turkish Coffee Podcast Haftalık Blog Sayfası:
0 notes
karanlikben · 4 months
Text
Seninle alakalı her şeyi bu kadar önemsemem, zihnime kazınması ve orada tekrarlanması hoş değil..
Umrumda olmaması lazım. “Bana ne?” demem gerekiyor. Sana karşı bu kadar duyarlı olmaktan nefret ediyorum.
Konuyu konuşmak istememen ayrı bir durum, hak verilebilir bir durum. Ancak konuyu üstüne basa basa “benimle” konuşmak istemediğini söylemen, bence hakaret!..
Her neyse bunu da unuturum zaten, öncekiler gibi. Sıradan hale gelmesi acı. Önemsememen çok acı. Haberinin dahi olmaması, olmayacak olması çok çok acı.
Her zaman senden yana olduğumu biliyor olman gerekiyordu. Her ne olursa olsun içten, pür dikkat dinleyeceğimi, en ufak bir çıtlatmandan dahi, çözümlük bir durum var ise, anında çözüm arayacağımı hissetmen gerekiyordu.
Hoş ortada bir problem de yok bana göre. Sadece sohbet etmek kıymetliydi benim için. Üstüne üstük bu olayın, konuşmamayı gerektirmeyecek bir durumu da yoktu.
Aslında olay benimle konuşmak istememen. Akabinde de, galiba, azarlaman..
Sevmiyorum kendimi..
Halbuki bir hamburger siparişi sırasında yerime her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlayıp, isteyen, kokumu içine çekip üstüme titreyen kişiydin..
Şimdi ise veda busesini; oradaki varlığımı bile bile, gözlerimin önünde bir başkasından alan birisin. Belki de bana köpek dercesine nispetmiş gibi yaptığın bir şeydir, bilmiyorum..
Seni sevmemeyi o kadar çok isterdim ki..
Alıştım derken ne oluyor da böyle oluyor anlamıyorum..
Her şey aniden tepe taklak oluveriyor..
Neyse ya.. Salakça bir olay.. Her zamanki gibi salakça içime attığım bir başka konu..
Abartılacak bir şey yok özetle..
Konunun nihayetinde hiçim!..
O kadar..
0 notes
mumkunlerinkiyisinda · 7 months
Note
Sinirlen, ayrıca fotoğraftaki sen olabilirsin lakin benimdi onlar ve atmadım, sen de atamazsın
attım çöpteler :) senin olsaydı sende olurlardı bu konunun üstüne konuşmaya lüzum yok
0 notes
antalyamemurlarcom · 10 months
Text
Türk Eğitim-Sen: Kurban Bayramımız Mübarek Olsun
Tumblr media
Bayramların yardımlaşmanın, kardeşliğin, kavuşmanın, saygının, sevginin doruklara çıktığı en anlamlı günler olduğuna dikkat çeken Genel Başkan Geylan, nitekim Nisa Suresi’nin 36. ayetinin de ‘Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin’ şeklinde buyurduğunu anımsattı.   İslam dininin mensupları olarak elimizdeki imkânları paylaşmak ile sorumlu olduğumuzu söyleyen Geylan, “Geçmişten günümüze kadar her daim Türk milletinin her bir ferdi elindeki imkânları seferber ederek bir ve beraber olarak bugünlere gelmiştir. Bu noktada ‘paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil’ anlayışı ile değerlerimiz hatırlanmalı ve yüce dinimizin emanetlerine sahip çıkmalıyız” dedi.   Kurban Bayramı’nda yaşanan ekonomik sorunlara da dikkat çeken Geylan, “Bilindiği gibi ülkemizde ve dünyada ekonomik olarak dar boğaz yaşanmaktadır. Çalışanların alım gücü yıldan yıla azalmaktadır. Öyle ki, bir ay önce alabildiğimizi, diğer ay alamaz hale geldik. Başta kamu çalışanları olmak üzere tüm sabit, dar ve orta gelirliler büyük zorluklar içindedir.   Zira Cumhurbaşkanımızın en düşük memur maaşının 22 bin TL’ye yükseltileceği yönündeki açıklaması da bu durumun yetkililer tarafından da görüldüğünün bir gerçeğidir. Temennimiz; maaşların düzenleyici, toparlayıcı ve tatmin edici bir niteliğe kavuşmasıdır.”   Ağustos ayında başlayacak 7. Dönem Toplu Sözleşme sürecinin kamu görevlilerimize, emeklilerimize, milletimize ve devletimize şimdiden hayırlı olmasını dileyen Genel Başkan Geylan, “Toplu sözleşme Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk görüşmesi olacaktır. Ağustos ayında 2024 ve 2025 yılına ait memur ve memur emeklimizi doğrudan etkileyecek bir toplu sözleşme süreci yaşanacaktır. Türkiye Kamu-Sen olarak bundan önce olduğu gibi bundan sonraki süreçte de sorunları tespit edecek, çözüm önerileri sunacak ve kamu çalışanlarının lehine olacak her bir duruma müdahil olacaktır. Bunun için ise masanın en geniş katılımla ve demokratik ilkeler doğrultusunda oluşturulması son derece önemlidir. Türkiye Kamu-Sen olarak sürece çok titizlikle hazırlanıyoruz.” diye konuştu.   Görevi başındaki kamu çalışanlarına da bayram ikramiyesi verilmesi hususunun kırmızı çizgileri olduğunu hatırlatan Genel Başkan,“ Görevi başındaki kamu çalışanlarına bayram ikramiyesi verilmesini ısrarla söylüyoruz. Ama ne yazık ki yetkililer kulağının üstüne yatıyor. Bu konunun daha fazla göz ardı edilmesini istemiyoruz. 12 milyon çalışan ve emekliye bayram ikramiyesi verebilen hükümet, görevi başındaki kamu çalışanlarına da verebilecek kudrete sahiptir. Devletimizin bütçesi bunu kaldırabilecek güçtedir.” şeklinde konuştu.   Genel Başkan sözlerini, “Bu duygu ve düşüncelerle bizi biz yapan, en kutsal değerlerimizi barındıran bayramlarımıza, geleneklerimize, göreneklerimize daha sıkı sarılmalıyız. Rabbim birliğimizi, dirliğimizi bozmasın, Ülkemizi, devletimizi her türlü felaketten korusun. Kurban Bayramımız mübarek olsun” dedi. Read the full article
0 notes
meselaayani · 1 year
Text
günlerim tuhaf geçiyor. kendimi hataya ve karşılaşacağım tabloya hazırlamaya çalışıyorum sürekli. travma ve travma sonrası stres bozukluğu karşılaşacağım problemlerden en temeli olacak belli. yasla baş etme ve yas süreci de buna eşlik eder, ki yas sürecinin ne kadar ağır olduğunu iliklerime kadar hissettiğim bir dönemin üstüne bununla çalışacak olmam beni biraz korkutuyor. kendimi bunlara hazırlamaya çalışıyorum. yaşanan kayıp çok büyük. yaşam koşulları çok zor. ben kendimi çok büyük bir görevle görevlendirilmiş gibi hissediyorum. hatta dün babala tvde deprem özel programını izleyince iyice arttı bu düşüncem. evet Allah beni çok seviyor ve oradaki insanlara iyi gelmem için bana bir fırsat verdi gibi. umarım çok iyi gelirim karşılaştığım herkese, amin.
süreç içerisinde benim de büyük bir risk altında olacağımı biliyorum, bu açıdan kendime de yatırım yapmaya çalışıyorum. psikolojik olarak koruyucu faktörleri artırmak gibi. karşılaştığım şeyin duygusal yükünün ağırlığı bir yana özlemek, kocaman özlemek, gibi duygusal faktörler de girecek işin içine biliyorum. üstelik ilk defa bu kadar büyüğüyle karşılaşıyorum. özlemenin büyüğü yani. bir de kendimi şimdiden bir yere ait hissetmemeye başladım. sanki ne burası benim ne hatay benim. şehirdeki herkes yabancıymış gibi geliyor tıpkı hataydaki herkes gibi. tamam biliyorum şimdi çok erken gereksiz yere böyle yabancılaşma yaşıyorum ama geliyor işte napayım. bir yandan çok güçlü bir yandan çok güçsüz hissediyorum.
ha bir de kimseye, çok kimseye, bahsetmediğim bir mevzu var ve ben konunun sürekli buralara çıkmasına deli oluyorum. kurtulamıyorum, kurtulmak istediğime bile emin olamıyorum. sanki yollarımız sürekli kesişiyor ve ben bunu düşünmekten kendimi alamıyorum. evet şu an durum çok tuhaf bir yerde, aklıma böyle ihtimalleri aldığım için kendimden çok utandığım bir yerde, ama insan olmanın getirdiği midir nedir bir türlü aklımdan çıkartamıyorum. belki konuşulmamış şeyler, belki yaşanan olayların hayatımda yaşadığım büyük bir kayıpla kesişmesi, belki o zaman yaşadığım hislere sebep olanı da kaybetmiş olmam bir şekilde buna sebep oluyor bilmiyorum. bildiğim tek bir şey var geçtiğimiz sene boyunca en büyük öfkelerimden, özlemlerimden biri, şimdi hayatımın 'acaba mı ya'sına dönüşüyor. farklı olabilirdi. farklı olabilirdi. farklı olabilirdi ve olmaması için hiçbir sebep yoktu ya da vardı, bilmiyorum. belki ben suçluyum. belki suç yok. neyse. kaçmayı, düşünmekten kaçmayı, da bırakıyorum. insan bazı şeyleri kontrol edemiyor aydo, sal gitsin. olacak olan olur. olmayası varsa da olmayıversin, napalım.
0 notes
lilithsscream · 1 year
Note
O geri zekalı anonim. Benim açtığım konunun üstüne soru yöneltmek senin ne haddine bre pezevenk
Ufak beyin yanmaları
0 notes