Tumgik
#kanser belirtileri nasıl olur
guzelbilgiler1 · 2 years
Text
Kanser Nedir? Nasıl Anlaşılır? Çeşitleri Nelerdir?
Kanser Nedir? Nasıl Anlaşılır? Çeşitleri Nelerdir?
Vücudumuz hücrelerden oluşmaktadır. Bu hücreler dengeli bir şekilde çoğalarak vücudumuzun büyümesine ve gelişmesine organlarında dengeli çalışmasına neden olur. Fakat bazen doğadan kaynaklanan ya da insan bünyesinde bulunan etkenlerden dolayı bu dengeler bozularak hücreler hızlı bir şekilde büyümeye ve çoğalmaya başlar. Normalin dışında meydana gelen bu oluşumlar tümör ya da kitle olarak…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
karaca2508-blog · 6 months
Text
Asbest Nasıl Anlaşılır?
Tumblr media
Asbest göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile belirti verir. Olguların yüzde 95’inde başlangıçta akciğer zarında sıvı mevcuttur. Öksürük, kilo kaybı ve ateş görülebilir Asbest silikat kristallerinden oluşan bir mineraldir. Isıya, sürtünmeye, asit ve bazik ajanlara karşı dirençlidir, lifsel yapıda olduğundan kolayca örülebilir ve şekil verilebilir. Kanserojen bir madde olan asbest, solunum yoluyla vücuda girdiğinde başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara yol açıyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünyada 125 milyon kişi çalışma ortamlarında asbeste maruz kalıyor. Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre de asbestin neden olduğu hastalıklara bağlı her yıl yüz binin üzerinde işçi ölümü meydana geliyor.
Asbest Nasıl Anlaşılır?
Akciğer zarı tümörleri; göğüs ağrısı ve nefes darlığı ile belirti verir. Olguların yüzde 95’inde başlangıçta akciğer zarında sıvı mevcuttur. Öksürük, kilo kaybı ve ateş görülebilir. Tümörün büyümesi ile plevral zar arasındaki boşluk tamamen kaybolur. Akciğer tamamen tümöral doku ile çevrelenir ve çalışamaz duruma gelir. Yutma güçlüğü, tümörün sinirler üzerine baskı yapması nedeniyle ses kısıklığı, kalp zarında sıvı toplanması, kafada ödem ve ağır nefes darlığı oluşması durumunda acil müdahale gerekir. Hastalık belirtileri dayanılmaz ağrılara neden olur. Tümörün ilerlemesi ile nefes darlığı ve ağrının dozu artar. Akciğer zarını zırh gibi saran tümör, akciğerin hareketlerini sınırlar.   Asbest Vücuda Nasıl Alınır ? Asbest, solunum yolu ile vücuda alınır. Akciğer için örnek olarak; nefes yolu ile alınan asbeste bağlı olarak, önce yıllarca süren uzun süreli bir tür iltihap meydana gelir. Bu tahriş nedenli reaksiyon, akciğer dokusunda kalıcı hasarlar oluşur. Asbestten Korunma Yöntemleri Asbest Maruziyetiyle Gelişen Hastalıklar - Benign hastalıklar - Plevral plaklar - Benign asbest plörezisi - Diffüz plevral kalınlaşma - Rounded atelektazi - Malign hastalıklar - Malignmezotelyoma - Diğer tümörler (GİS, Böbrek, Faringolaringeal) Asbeste Bağlı Hastalıkların Oluşum Süresi Plak : 20-30 Yıl Selim asbest plörezisi : 1 – 60 Yıl Malign mezotelyoma : 20 – 40 Yıl Bronş karsinomu: 20 – 30 Yıl Asbestozis : Maruziyet süresi ve dozuna bağlı olarak değişir. Asbest Tedavisini Destekleyen Gıdalar - Günde bir tatlı kaşığı zerdeçal tüketilmesi ve hastanın beyaz şeker, beyaz un ile esmer şekerden tam olarak uzak durması gerekmektedir. - Günde dört-beş fincan şekersiz kahve içilmesinin de tedaviyi desteklediği bilinmektedir - Boswelia Serrata adlı bitkinin akciğer yapışıklığını azalttığı, astragalus bitkisinin ise hayvan deneylerinde faydalı olduğu bilinmektedir.. - İdrar söktürücü olarak maydanoz, kiraz sapı, mısır püskülü, avokado, defne yaprağı gibi çaylar tavsiye edilir. - Yeşil çay, ısırgan yaprağı ve kökünün faydaları da görülmüştür - Akciğer zarı kanseri hastalarına destek için önerilen en önemli gıda karaturptur. Bayır turpu da tercih edilebilir. - Betakaroten yönünden zengin olan havuç, kara turp, böğürtlen, kara üzüm, çilek, ahududu ve yaban mersini de hastalara tavsiye edilir. - Bıldırcın yumurtası ve süt yerine bol miktarda yoğurt yenmesi, hastaların kendini iyi hissetmesine yardımcı olur.   Asbest Sınır Değeri Asbest Sınır Değeri asbestle çalışmalarda çalışanların maruz kaldığı havadaki asbest konsantrasyonunun, sekiz saatlik zaman ağırlıklı ortalama değeri (ZAOD-TWA), 0,1 lif/cm3 ‘dür Asbestin yapı malzemelerinden fren balatalarına, tencere kulplarından askeri ekipmanlara kadar çok değişik sektörlerde kullanımı sözkonusu olduğundan birçok endüstriyel üründe karşımıza çıkmaktadır. Yapılarda yapılan söküm, yıkım, tamir, bakım ve uzaklaştırma çalışmalarında ve gemi söküm sırasında çalışanlar, asbest ile temasa geçebilir. Bu tür çalışmalar, dikkatsiz ve uygunsuz uygulamalarda, yüksek lif yayılımlarına neden olabilir ve çalışanlara ve üçüncü şahıslara zarar verebilir.   Mevzuatımıza göre, asbestle çalışmalarda çalışanların maruz kaldığı havadaki asbest konsantrasyonunun, sekiz saatlik zaman ağırlıklı ortalama değeri (ZAOD-TWA), 0,1 lif/cm3 ‘dür. Her ne kadar bu sınır değer konsantrasyon cinsinden ifade ediliyor olsa da, aslında çalışanın maruz kaldığı lif konsantrasyonunun 8 saat zaman ağırlıklı ortalaması olduğuna dikkat edilmelidir. Lif konsantrasyonu 0,8 lif/cm3 olan bir çalışma ortamında, eğer konsantrasyon mühendislik önlemleri ile düşürülemiyorsa, maruziyet değeri çalışma süresinin 1 saate çekilmesi yoluyla düşürülebilir. Diğer bir deyişle, 0,8 lif/cm3 konsantrasyon bulunan bir çalışma ortamında kişinin en fazla 1 saat çalışmasına izin verilebilir. Ayrıca, sınır değerle karşılaştırma yapmak için bakanlıkça yetkilendirilmiş bir laboratuvar tarafından gerçekleştirilen ölçümün sonucunun o günün çalışma şartlarını yansıttığını göz önüne almak gerekir. Dolayısıyla, sınır değerin yarısını aşan bir sonuç elde edildiğinde, çalışmanın ilerleyen safhalarında sınır değeri aşma ihtimalinin yüksek olduğu değerlendirmesi yapılmalı ve maruziyeti düşürücü tedbirler tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. Elde edilen maruziyet değerinin sadece çalışma ortamı koşullarına ve teknik önlemlere değil, çalışan kişilerin iş uygulama biçimlerine de bağlı olduğu unutulmamalıdır. Dolaysıyla, maruziyetin artmasını engelleyecek tedbirlerin uygulanması ve çalışma alanının temiz ve düzenli tutulması konuları çalışanlara mümkün olduğunca sık bir şekilde hatırlatılmalıdır.   Read the full article
0 notes
sagliksihhat · 7 months
Text
Beyin tümörü nedir ?
Beyin tümörü, beyinde anormal hücrelerin büyüyüp çoğalarak bir kitle oluşturmasıdır. Santral sinir sisteminde meydana gelen tümörlerin %85-90’ını beyin tümörleri oluşturur. Beyin tümörleri çeşitli tiplerde olabilir. Bazı beyin tümörleri “iyi huylu” iken bazıları ise kötü huylu tümörlerdir. İyi huylu tümörler kansere sebep olmasalar da kafatası gibi kapalı bir bölgede yer aldıklarından büyümeleri durumunda çeşitli belirtilere yol açabilirler. Kötü huylu tümörler ise beyinde kansere sebep olan tümörlerdir. Tüm yaş gruplarında görülebilen beyin tümörleri yerleşim yeri, kişide ortaya koyduğu belirtiler ve büyüklüğüne göre farklı şekillerde tedavi edilirler.
Tumblr media
Birincil (primer) veya ikincil (sekonder) beyin tümörü ne demektir ?
Beyinde görülen tümörler beyin hücrelerinden köken alabileceği gibi, vücudun farklı yerlerinde meydana gelen kanserlerin beyine yerleşmesi ile de gelişebilirler.
Beyindeki hücrelerden ortaya çıkan beyin tümörleri birincil beyin tümörleri olarak adlandırılırken, vücudun diğer yelerinden gelen hücrelerin meydana getirdiği beyin tümörleri ikincil veya metastatik beyin tümörleri adını alır.
Birincil beyin tümörlerinin geliştiği hücreler nelerdir ?
Bu tip beyin tümörleri, beyin hücrelerinden veya beyin zarı hücrelerinden gelişebilir.
Birincil beyin tümörleri nasıl gelişir ?
Normal beyin hücrelerinin genetik yapısında çeşitli sebeplerle meydana gelen değişiklikler bu hücrelerin yapısının bozularak kontrolsuz bir şekilde büyümelerine sebep olur. Bu şekilde değişim göstererek hızla çoğalan hücreler bir kitle oluşturarak çevresine baskı yapmaya başlar.
İyi huylu tümörlerin özellikleri nelerdir ?
Adından da anlaşılacağı gibi, iyi huylu tümörlerin özellikleri de iyidir. Bu tip beyin tümörlerinin gelişim hızları genellikle yavaştır. Ayrıca beyin ameliyatları ile bulundukları yerden genellikle daha kolay çıkarılabilirler. Fakat beyindeki yerleşim yerine bağlı olarak iyi huylu tümörler de kötü sonuçlara yol açabilirler. Yukarıda da belirtildiği gibi, iyi huylu da olsalar, kafatası içinde sınırları belirli bir ortamda yer aldıklarından, beyine yaptıkları baskı ve kafa içi basıncını artırma gibi sonuçlara yol açarlar.
Kötü huylu tümörlerin özellikleri nelerdir ?
İyi huylu tümörlere göre hızlı bir şekilde üreyip büyürler. Bu tip tümörlerin ameliyatla çıkarılma ve tedavi şansları iyi huylu beyin tümörlerine göre daha düşüktür. Bu tip tümörler ameliyatla çıkarılmalarına rağmen genellikle tekrar etme eğilimindedir.
Beyin tümörleri ne sıklıkta görülür ?
Ülkemizde beyin tümörü sayısı ile ilgili net bir bilgi vermek zordur. Amerika Birleşik Devletlerinde ise her sene 24.000’e yakın yeni beyin tümörü vakası görülmekte ve yılda yaklaşık 15.000 kişi beyin tümörü sebebiyle yaşamını kaybetmektedir. Bu sayıların ülkemiz için de geçerli olabileceği düşünülmektedir.
Önceki içeriğimiz için: Beyin tümörü belirtileri nelerdir ?
0 notes
saglikvehastalik · 9 months
Text
AIDS Nasıl Bulaşır? (Belirtileri Nelerdir?)
Tumblr media
AIDS, yüzyılımızın en ölümcül hastalıklarından biridir. AIDS, HIV (İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü) adlı virüsün neden olduğu bir enfeksiyondur. HIV, vücudun bağışıklık sistemini zayıflatır ve vücudu çeşitli enfeksiyonlara ve kanserlere karşı savunmasız bırakır. AIDS ise, HIV enfeksiyonunun son aşamasıdır. AIDS’li kişilerde ciddi ve ölümcül hastalıklar görülür. AIDS’in bulaşma yolları nelerdir? AIDS nasıl bulaşır? AIDS’in tedavisi var mı? Bu soruların cevaplarını bu makalede bulacaksınız. AIDS’in Bulaşma Yolları: AIDS, HIV virüsünün bulaştığı kişilerin vücut sıvılarının, virüs ile temas etmemiş kişilerin vücuduna girmesi ile yayılır. Virüsün yayılmasında etkili olan vücut sıvıları kan, sperm, vajina salgısı ve anne sütü şeklinde sıralanabilir. Bu sıvılar aracılığıyla AIDS nasıl bulaşır? Şöyle ki: - Kan yoluyla: HIV pozitif kişinin kanının, virüs negatif kişiye nakledilmesi ile bulaşma olur. Bu durum kan transfüzyonu, organ nakli, doku nakli gibi işlemler sırasında veya ortak iğne kullanımı gibi durumlarda görülebilir. - Cinsel ilişki ile: HIV pozitif kişiyle korunmasız cinsel ilişki yaşayan kişiye bulaşma olur. Bu durum hem heteroseks��el hem de homoseksüel ilişkilerde geçerlidir. Cinsel ilişki sırasında kullanılan prezervatif veya diğer koruyucu yöntemler bulaşma riskini azaltabilir. - Anne-çocuk arasında: Hamilelik, doğum veya emzirme sırasında HIV pozitif anneden çocuğuna bulaşma olur. Bu durum annenin tedavi alması veya emzirmeyi bırakması ile önlenebilir. AIDS’in bulaşma yollarını öğrendikten sonra, AIDS’in nasıl bulaşmadığını da bilmek önemlidir. Çünkü bazen yanlış bilgiler veya ön yargılar nedeniyle AIDS’li kişilere karşı ayrımcılık yapılabilir. Oysa AIDS’in şu yollarla bulaştığı kesinlikle doğru değildir: - Tokalaşmak, sarılmak, öpüşmek gibi temaslarla - Öksürmek, hapşırmak gibi solunum yoluyla - Sinek veya böcek ısırmasıyla - Ortak kullanım eşyalarıyla (bardak, tabak, çatal, kaşık vb.) - Ortak tuvalet veya havuz kullanımıyla - Terlemeyle Bu yollarla AIDS’in bulaşmadığını bilerek, AIDS’li kişilere karşı daha anlayışlı ve saygılı olmalıyız. AIDS’in Belirtileri: AIDS, HIV virüsünün vücutta çoğalması ve bağışıklık sistemini baskılaması sonucunda ortaya çıkan bir hastalık durumudur. AIDS’in belirtileri, kişiden kişiye değişebilir. Bazı kişilerde belirtiler çok erken görülebilirken, bazılarında yıllar sonra ortaya çıkabilir. AIDS’in belirtileri şunlardır: - Ateş, terleme, halsizlik, kilo kaybı gibi genel belirtiler - Lenf bezlerinde şişme ve ağrı - Deride döküntü, kaşıntı, yara veya leke - Ağızda pamukçuk veya yara - Öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi solunum sistemi belirtileri - İshal, bulantı, kusma, karın ağrısı gibi sindirim sistemi belirtileri - Baş ağrısı, nöbetler, felç, unutkanlık gibi sinir sistemi belirtileri - Kansızlık, kanama eğilimi, morarma gibi kan hastalığı belirtileri - Bazı kanser türleri (Kaposi sarkomu, lenfoma vb.) AIDS’in belirtilerini fark ettiğinizde vakit kaybetmeden bir doktora başvurmalısınız. Erken tanı ve tedavi ile yaşam kalitenizi ve sürenizi artırabilirsiniz. AIDS’in Tanısı: AIDS’in tanısı için HIV testi yapılması gerekir. HIV testi, kan veya tükürük örneğinde HIV antikorlarının veya antijenlerinin varlığını araştırır. HIV testi yapılması için kişinin rızası alınmalıdır. HIV testi sonucu pozitif çıkarsa, bu kişiye HIV pozitif denir. Bu durumda kişi AIDS hastası değildir, ancak virüsü taşıdığı için başkalarına bulaştırabilir. HIV pozitif kişilerin AIDS olup olmadığını anlamak için ise CD4 hücre sayısı ve viral yük ölçümü yapılır. CD4 hücreleri bağışıklık sistemini oluşturan beyaz kan hücreleridir. Viral yük ise kanda bulunan HIV virüsünün miktarıdır. CD4 hücre sayısı azaldıkça ve viral yük arttıkça AIDS riski artar. AIDS tanısı için şu kriterler aranır: - CD4 hücre sayısının 200/mm3’ün altında olması - Viral yükün 100.000 kopya/ml’nin üzerinde olması - Fırsatçı enfeksiyon veya kanserlerden birinin varlığı Bu kriterlerden herhangi birine sahip olan kişiye AIDS tanısı konur. AIDS’in Tedavisi AIDS’in kesin bir tedavisi yoktur. Ancak günümüzde geliştirilen antiretroviral ilaçlar sayesinde HIV virüsünün çoğalması engellenebilir ve bağışıklık sistemi korunabilir. Antiretroviral ilaçlar farklı sınıflara ayrılır ve genellikle birlikte kullanılır. Bu ilaçların etkili olabilmesi için düzenli olarak alınması gerekir. Antiretroviral ilaçların yanında AIDS’li kişilerin fırsatçı enfeksiyon veya kanserlere karşı da tedavi alması gerekir. Bu tedaviler enfeksiyonun veya kanserin türüne göre değişebilir. Antibiyotikler, antifungal ilaçlar, antiviral ilaçlar, kemoterapi gibi yöntemler kullanılabilir. - Yaşam tarzı değişiklikleri hakkında bilgi vereceğim. AIDS’li kişilerin sağlıklı beslenme, egzersiz, sigara ve alkol bırakma, stres yönetimi gibi yaşam tarzı değişiklikleri yapması gerektiğini anlatacağım. - AIDS’in önlenmesi hakkında bilgi vereceğim. AIDS’in bulaşma yollarını tekrar hatırlatacağım ve bulaşma riskini azaltmak için alınması gereken önlemleri sıralayacağım. Örneğin, korunmalı cinsel ilişki, ortak iğne kullanmama, kan ürünlerinin test edilmesi, hamilelik öncesi ve sonrası test yaptırma gibi önlemlerden bahsedeceğim. Bu makalede, AIDS nasıl bulaşır sorusunun cevabını aradık. AIDS’in, HIV virüsünün neden olduğu bir enfeksiyon olduğunu, virüsün vücut sıvıları aracılığıyla bulaştığını, cinsel ilişki, kan yolu ve anne-çocuk arasında yayıldığını öğrendik. AIDS’in bulaşma yollarını önlemek için korunmalı cinsel ilişki, ortak iğne kullanmama, kan ürünlerinin test edilmesi, hamilelik öncesi ve sonrası test yaptırma gibi önlemler alınması gerektiğini vurguladık. AIDS’in belirtilerini, tanısını ve tedavisini de anlattık. AIDS’in belirtilerinin kişiden kişiye değişebildiğini, ateş, terleme, kilo kaybı, lenf bezlerinde şişme, deride döküntü, ağızda pamukçuk gibi genel belirtiler olduğunu söyledik. AIDS’in tanısının HIV testi ile konulduğunu, CD4 hücre sayısı ve viral yük ölçümü ile takip edildiğini belirttik. AIDS’in kesin bir tedavisi olmadığını, ancak antiretroviral ilaçlar ile HIV virüsünün çoğalmasının engellenebildiğini ve bağışıklık sisteminin korunabildiğini ifade ettik. AIDS hakkında bilgi sahibi olmak, hem kendimizi hem de başkalarını korumak için önemlidir. AIDS’li kişilere karşı ayrımcılık yapmamalı, onlara destek olmalıyız. AIDS ile mücadele etmek için bilinçli ve sorumlu davranmalıyız. - HIV, İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü’nün kısaltmasıdır. HIV, kan, sperm, vajina salgısı ve anne sütü gibi vücut sıvıları aracılığıyla bulaşan ve bağışıklık sistemini zayıflatan bir virüstür. HIV enfeksiyonu olan kişiye HIV pozitif denir. HIV pozitif olan kişi AIDS hastası değildir, ancak virüsü taşıdığı için başkalarına bulaştırabilir. - AIDS, Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu’nun kısaltmasıdır. AIDS, HIV virüsünün neden olduğu enfeksiyonun son aşamasıdır. AIDS’li kişilerde bağışıklık sistemi çok zayıflar ve vücut çeşitli enfeksiyonlara ve kanserlere karşı savunmasız kalır. AIDS tanısı için kişinin CD4 hücre sayısının 200/mm3’ün altında olması, viral yükün 100.000 kopya/ml’nin üzerinde olması veya fırsatçı enfeksiyon veya kanserlerden birinin varlığı gereklidir. Read the full article
0 notes
hamilelikte · 1 year
Text
Hamilelikte genital siğillerle ilgili en büyük endişelerden biri olası komplikasyonlardır. Genital siğiller başta hijyen ve bebek ile anne arasındaki ilişki açısından çok can sıkıcı durumlara neden olabiliyor. HPV, birçok kanser türüne ve genital siğillere neden olabilen cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır. Genital siğiller olarak da bilinen insan papilloma virüsü (HPV), cinsel olarak aktif kişiler arasında çok yaygın bir virüstür. Bunun nedeni, bir partnerin cinsel organlarıyla temas yoluyla bulaşan bir enfeksiyon olmasıdır. Cinsel olarak aktif insanların tahminen %75-80'i hayatlarının bir noktasında bu virüse maruz kalmıştır. Genital siğil ve enfeksiyonlardan kaynaklanan sonuçlar (hastalıklar) nedeniyle bu çok zordur. Yaklaşık 120 HPV tipi vardır ve bunların 40'ı öncelikle cinsel organları (vulva, vajinal bölge, serviks ve anüs) etkiler. Genital siğil nedir ve nasıl bulaşır? İnsan papilloma virüsü hem erkekleri hem de kadınları etkiler. Genital siğiller herhangi bir cinsel temas yoluyla geçebilir. Cilt veya mukoza zarlarıyla doğrudan temas yoluyla veya doğumda elde edilebilir. Genital siğillerin oral-genital temas yoluyla (bir kişinin ağzı ile başka bir kişinin genital bölgesi arasındaki temas) bulaştığına dair bazı vakalara dair kanıtlar da vardır. Genital siğiller oldukça bulaşıcı olduğundan, cinsel olmayan kızları ve 10 yaşın altındaki erkek çocukları HPV'den koruyan aşılar vardır. Genital siğillerin belirtileri nelerdir? Çoğu durumda, hamilelikte genital siğiller asemptomatiktir. En belirgin semptom, enfeksiyonun çeşitli kanser türleri gibi komorbiditelere dönüşmesidir. Şu anda HPV enfeksiyonu için bir tedavi yoktur. Ancak çoğu insanın bağışıklık sistemi vücuttaki enfeksiyonu yok edebilmektedir. HPV enfeksiyonları genellikle bir ila iki yıl içinde kaybolur. Ancak genital siğiller bu süre içinde geçmezse enfeksiyon gelişebilir. HPV, sigaradan sonra ikinci en önemli kanserojen olarak kabul edilir ve tipik olarak erkeklerin %5'inde ve kadınların %10'unda kansere neden olur. İlerlemiş enfeksiyonlar jinekolojik kanser (rahim ağzı kanseri, vulva kanseri), anal kanser, genital siğil ve siğiller (cinsel temas bölgesinde oluşan lezyonlar) gibi hastalıklara yol açabilir. HPV, genital siğil kremi gibi belirli ürünlerle tedavi edilebilir. Kriyoterapi, elektrokoter, lazer ve cerrahi eksizyon gibi teknikler de kullanılabilir. Ancak bu kesin bir tedavi değildir. Genital siğiller tedaviden sonra tekrarlayabilir. Genital siğiller için risk faktörleri Genital siğillere yakalanma ve ilerleme riskini artıran birkaç faktör vardır: HPV 16 ve HPV 18 virüsleri ile enfeksiyon; immün yetmezlik ile enfeksiyon; Cinsel aktivitenin erken başlangıcı; Farklı cinsel partnerler; Çoklu hamilelik; Genetik eğilim; Sigara içme alışkanlığı; Herpes simpleks tip 2 veya klamidya gibi diğer cinsel yolla bulaşan patojenlerle birlikte enfeksiyon; Oral kontraseptiflerin uzun süreli kullanımı. Genital siğil hamileliği engeller mi? Genital siğil hamileliği engeller mi Cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında en sık görülen viral hastalıklardan biri genital siğillerdir. Papilloma virüsünün neden olduğu deri lezyonları hem kadınlarda hem de erkeklerde görülebilmekte ve özellikle hamilelik döneminde artabilmektedir. Papilloma virüsü (HPV), cinsel yolla bulaşan yaygın bir virüstür. Son araştırmalar, HPV ile doğurganlığın azalması arasında bir ilişki olduğunu ve ayrıca yardımcı üreme tedavilerinde olumsuz sonuçlarını göstermiştir. Hamilelikte genital siğili pozitif olan hastalarda düşük oranının arttığı bulunmuştur. HPV ile enfekte olmuş spermden türetilen blastosistlerin, trofoblast hücrelerinin enfeksiyonu nedeniyle düşük implantasyon potansiyeline ve artan düşük yapma riskine sahip olduğu düşünülmektedir. Yani özet olarak, genital siğil olan erkek veya kadının çocuk sahibi olma oranı düşmektedir. Ancak kadınlarda hamileliği tam olarak engellemez. Hamilelikte genital siğil neden daha sık görülür?
Hamilelikte genital siğil sayısında artış gözlenmiştir. Araştırmalar, hamilelikte genital siğillerin artmasına katkıda bulunan birçok olası faktör olduğu sonucuna varmıştır. Hamileyken genital siğilleri artıran faktörlerden birinin de hamilelikte östrojen hormonunun fazlalığı olabileceği kanısındayız. Başka bir bakış açısı, hamilelik sırasında vajinal akıntının artmasının, genital siğil mantarları için mükemmel bir ortam oluşturduğu için siğil olasılığını artırdığı gerçeğiyle tutarlıdır. Benzer şekilde, papilloma virüsünün neden olduğu genital siğillerin ortaya çıkmasının, bireysel fiziksel dirençle ilişkili olduğu bilinmektedir. Hamilelik sırasında doğal fizyoloji bağışıklık sistemini düşürür ve bu da genital siğillerin artmasına neden olabilir. Hamilelikte genital siğillere hangi komplikasyonlar neden olur? Hamilelik döneminde kolayca büyüyen ve çoğalan siğiller, zamanla kanamaya neden olabilir ve bu da takibi zorlaştırabilir. Genital siğillerin gebelikte yol açabileceği en ciddi komplikasyonlardan biri, HPV virüsünün anneden bebeğe doğum sırasında bulaşmasıdır. Normal doğumda enfekte olma olasılığı daha yüksektir, ancak sezaryen olan bazı anneler enfeksiyonu bebeklerine geçirebilir. Ancak genital siğillerin yol açtığı en ciddi komplikasyon, çocuğun boğazında “larenks” adı verilen bölgede çıkan siğillerdir. HPV virüsü, doğumda solunum yolu yoluyla çocuklara bulaşabilir ve tekrarlayan laringeal papillomatoz olarak bilinen bir duruma neden olabilir. Araştırma sonucunda hastalığa yakalanma şansı son derece düşük olsa da olası riskler ve doğum yöntemleri konusunda ailelerin ve doktorların birlikte çalışması çok önemlidir. Hamilelikte genital siğillerden korunmanın yolları nelerdir? Son yıllarda en yaygın hastalıklardan biri genital siğiller, cinsel yolla bulaşan HPV virüsünün neden olduğu cilt lezyonlarıdır. Genital siğillerin ortaya çıkması için virüs bulaşmış olmaları gerekir. Ancak virüs vücuda girdikten sonra genital siğillerin ne zaman ortaya çıkacağı kesin değildir. Dolayısıyla virüsün vücuda ne zaman girdiğine dair bilgi edinmek mümkün değil. Hamilelikte genital siğillere daha önce vücuda girmiş olan HPV virüsü neden olur. Genital siğillere karşı korunmak için kendinizi bu lezyona neden olan papilloma virüsünden korumalısınız. Genital siğil olan hamileler nasıl doğum yapmalı? Genital siğil olan hamileler nasıl doğum yapmalı Cinsel yolla bulaşan bir bakteri türü olan HPV virüsü de doğumda anneden çocuğa geçebilir. Bu nedenle bir annenin genital siğil belirtileri varsa ilk korkusu HPV virüsü ve genital siğillerin bebeğe geçip geçmeyeceği sorusudur. İnsan papilloma virüsü ve genital siğil, korkulanın aksine bebeklerde genetik bozukluklara neden olabilen hastalıklar değildir. Hamilelikte genital siğil virüsünün doğum kanalı yoluyla bebeklere bulaştığı bilinmektedir. Ancak bu rakam oldukça düşük. Ayrıca sezaryenin virüs bulaşma riskini azalttığı bilinmesine rağmen yine de vakalar gözlemlenebilmektedir. Doğumda anneden çocuğa geçen papilloma virüsü bebeğin ses tellerinde siğillere neden olabilir, bu nedenle hamilelik öncesinde ve sırasında olası tüm riskler anne ve eşi ile tartışılmalıdır. Hamilelikte anneden sürüntü alınması ve siğil tedavisi uygulanması da riski en aza indirmek açısından oldukça önemlidir ve hangisini seçeceğinize birlikte karar vermek gerekir. Gebe kadınlarda genital siğillerin tedavi yöntemleri nelerdir? Genital siğiller, fark edilmeyen ve hamilelik sırasında veya başka bir zamanda tedavi edilmesi gereken cilt lezyonlarıdır. Genital siğillerin tedavisinde çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Medikal ve cerrahi yöntemlerin kullanıldığı tedavi süreci hastanın siğillerinin boyutuna ve yaygınlığına göre değişiklik gösterebilmektedir. Gebelikte genital siğiller için en çok tercih edilen tedaviler arasında trikloroasetik asit ve kriyokotelin yer alır. Hamilelikte genital siğillerin diğer bir yaygın tedavisi elektrokoagülasyon ve lazer tedavisidir. Elektrokoagülasyon, esas olarak yaygın siğilleri veya düşük ağrı eşiği olan hamile kadınlar için kullanılır.
Burada kullanılan yöntem hekimin önerisi ve hastanın onayı ile belirlenir. Bazı durumlarda mevcut siğillerde herhangi bir büyüme ya da büyüme yoksa hastalar rutin olarak takip edilerek gebelikte sürüntü alınabilir ve genital siğillerin mevcut durumuna göre doğum kararı verilebilir.
0 notes
curefindingmedical · 2 years
Text
Mide Kanseri Nedir? 2022
Tüm kanserler arasında en sık görülen dördüncü kanser olan mide kanseri, midenin herhangi bir bölgesine ve genel olarak lenf bezleri, karaciğer ve akciğerler gibi organlara yayılabilir. Kanser, mide mukozasında kötü huylu tümörlerin gelişmesi sonucu çeşitli nedenlerle ortaya çıkar. Ülkemizde en sık görülen kanserlerden biri olan mide kanseri, her yıl dünya çapında pek çok ölüme neden olmaktadır. Erkeklerde kadınlara göre daha sık görülen mide kanseri, son yıllarda teknolojik gelişmeler sayesinde erken teşhis edilebilmekte ve uygun tedavi uygulamaları ile kontrol altına alınabilmektedir. Uzman kontrolü ve doğru beslenme ile kanseri önlemek ve ortadan kaldırmak mümkündür.
Mide Kanserinin Belirtileri Nelerdir?
Erken evrelerde herhangi bir belirti göstermeyebilir. Kanser belirtileri arasında hazımsızlık ve şişkinlik ilk fark edilenlerdir. Etli yiyeceklere karşı isteksizlik de kanserin belirtilerinden biridir. Kanserin ileri evrelerinde; Karın ağrısı, bulantı, kusma, yemek yedikten sonra şişkinlik, kilo kaybı görülür. Özellikle 40 yaş üstü ve daha önce benzer şikayetleri olmayan hastaların sindirim bozukluklarına ve kilo vermeye dikkat etmesi gerekmektedir. Kanserin belirtileri, hastalığın erken evrede saptanması için çok önemlidir. Kanserin erken teşhisi için sindirim sisteminde çeşitli rahatsızlıklar, mide ağrısı ve hazımsızlık fark ettiğiniz anda uzman bir doktora görünmeniz çok önemlidir. Kanserin belirtilerini kısaca şu şekilde sıralayabiliriz: Mide ekşimesi ve geğirme: Artan mide ekşimesi ve geğirme mide kanserinde çok yaygın belirtilerdir. Ancak bu, bu semptomları olan herkesin kansere yakalanacağı anlamına gelmez. Şişkinlik: Kanserin bariz belirtilerinden biri yemek yerken tok hissetmektir. Kalıcı tokluk hissi kilo kaybına neden olabilir. Kanama ve Yorgunluk: Kanserin erken evrelerinde midede kanamaya neden olabilir. Kalıcı kanama da anemiye neden olabilir. Kırmızı kan hücresi sayınız azaldıkça solgun görünmeye başlayabilir ve nefes darlığı hissedebilirsiniz. Bazı durumlarda kan da kusabilirsiniz. Kan pıhtıları: Kanser olan kişilerin kan pıhtılaşması olasılığı daha yüksektir. Bu nedenle ani başlayan göğüs ağrısı, nefes darlığı ve bacaklarda şişme ile kan pıhtılarının önlenmesi zorunludur. Bu durumda vakit kaybetmeden uzman bir doktora başvurmak gerekir. Bulantı ve Yutma Zorluğu: Kanserin belirtileri arasında mide bulantısı hissi ve yutma güçlüğü çok önemlidir. Kanser olan kişilerin yarısından fazlasında görülen en belirgin semptomlardan ikisidir. Bu semptomlara ayrıca midede veya göğüs kemiğinin altında ağrı eşlik eder. İlerlemiş mide kanseri belirtileri: Mide kanseri ilerledikçe dışkıda kan, karında sıvı, iştahsızlık, kilo kaybı gibi belirtiler fark edilebilir. Kanser bazen hiçbir belirti göstermeden sinsi ilerleyebilir. Daha sonraki aşamalarda semptomlar görülürse hasta cerrahi müdahale fırsatını kaçırmış olabilir. Bu nedenle mide kanserinin erken teşhisi çok önemlidir.
Mide Kanserine Ne Neden Olur?
 Mide kanserinin birçok nedeni olabilir. Mide kanseri gelişebilir ve sindirim sistemi organlarının herhangi bir yerine yayılabilir. Sindirim sürecine dahil olan tüm organları etkileyen davranışlar ve risk faktörleri de kanser tetikleyebilir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir; Diyet: Mide kanserinin ana nedenlerinden biri kötü beslenme alışkanlıklarıdır. Özellikle kavurma ve benzeri yiyecekler, fazla tuzlu ve salamura sebzeler, işlenmiş gıdalar kansere zemin hazırlıyor. Kanserden korunmanın en iyi yolu Akdeniz diyetidir. Organik ve taze meyve ve sebzeler kansere karşı koruma sağlar. Enfeksiyonlar: Mide kanserine neden olan bir diğer önemli faktör de H. plori enfeksiyonudur. Sigara ve alkol: Sigara içmek mide kanserinin önlenebilir bir nedenidir. Özellikle alkol ile birleştiğinde kanser riskini artırır. Kanserin riski sigara ve alkol kullanılmayarak azaltılabilir.  Genetik: Diğer tüm kanserlerde olduğu gibi bu kanserde de genetik faktörler önemlidir. Vakaların %1'inde genetik faktörler baskındır.
Tumblr media
Mide Kanseri Nasıl Belirlenir? Nasıl Teşhis Edilir?
 Mide kanserinin başarılı tedavisi için erken teşhis çok önemlidir. Bu nedenle mide problemi olan kişilerin erken dönemde uzman kontrolünde endoskopik olarak takip edilmesi çok önemlidir. Endoskopi kullanımı ile doktorunuz ışıklı bir kamera ile uzun bir tüp kullanarak yemek borunuzu, midenizi ve ince bağırsağın ilk kısımlarını görebilir. Anormal görünen kısımlar varsa kesin tanı için biyopsi yapılacaktır. Endoskopinin doğru kullanımı ile hastalığı erken evrede tespit etmek mümkündür. Endoskopinin yanı sıra kontrastlı röntgen ve bilgisayarlı tomografi de kanser teşhisini mümkün kılan diğer önemli tanı yöntemleridir. Kanserin evresini ve diğer organlara yayılıp yayılmadığını belirlemek için ileri testler gereklidir. Bu testler ayrıca hasta için en uygun tedavinin belirlenmesi için gereklidir. Mide kanserinin boyutunu ve yerini tespit eden bilgisayarlı tomografi (BT), kanserin yayılıp yayılmadığını kontrol etmek için laparoskopi ve MRI, PETCT, böbrek ultrasonu ve göğüs röntgeni gibi testler kullanılabilir.
 Mide Kanseri Türleri
Tanısı ve kanserin türü bilindikten sonra uygulanacak tedaviye karar verilir. Kanserin en yaygın türü adenokarsinomdur. Türlerini şu şekilde açıklayabiliriz;  Adenokarsinom: 100 mide kanserinden 95'i adenokarsinomdur. kanserin en yaygın türü olan adenokarsinom, mideyi kaplayan hücrelerde başlar.  Skuamöz Hücreli Karsinom: Skuamöz hücreli karsinomlar, adenokarsinomlar gibi tedavi edilir ve mideyi oluşturan bezlerin hücreleri arasındaki deri benzeri hücrelerdir. Gastrik Lenfoma: Mide lenfoması çok nadir görülmesine rağmen mide kanseri diğer türlerden farklıdır.  Gastrointestinal Stromal Tümörler (GIST): Nadir gastrointestinal stromal tümörler (GIST) iyi huylu veya kötü huylu olabilir. Bu kanser türü başta mide olmak üzere sindirim (mide-bağırsak) sisteminin organlarını destekleyen bağ dokusu hücrelerinde ortaya çıkar.  Nöroendokrin Tümörler (NET): Nöroendokrin tümörler (NET) iyi huylu veya kötü huylu (kanserli) olabilir. Bu nadir kanser türü genellikle sindirim sisteminin hormon üreten dokularında büyür.
Mide Kanseri Nasıl Tedavi Edilir?
 Tanısı ve kanser türü belirlendikten sonra kullanılacak tedaviye karar verilir. Kanserin tedavisi multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Uzman ekip çalışması ve tam donanımlı bir hastane ile başarı sağlanabilir. Kansere neden olan tümörün uygun şekilde çıkarılması, kanser tedavisinin en önemli parçasıdır. Erken dönemde başarılı cerrahi işlemler hastanın yaşam beklentisi için çok önemlidir. Hastanın midesi cerrahi olarak kısmen veya tamamen alınabilir. Tüm midesi alınan hastalarda bağırsaktan yeni bir mide yapılır ve hasta normal yaşamına devam edebilir. Bu şekilde yaşayan hastalara, onları az yemeye ve sık yemeye teşvik eden beslenme önerileri verilir. Bazı hastalar kanserin tipine göre doktorun belirleyeceği şekilde mide çıkarıldıktan sonra radyasyon tedavisi veya ilaç tedavisi görebilir.
Mide Kanserinde Hipertermi Tedavisi
Evresine göre değişen tedaviler sırasında tümör lenf bezlerine sıçramışsa mutlaka kemoterapi uygulanır. Ameliyat öncesi kemoterapi, özellikle ikinci evreden itibaren mide kanserinde ameliyat sonrası etkinliğin artması için çok önemlidir. Ayrıca "hipertermi" adı verilen sıcak kemoterapi uygun hastalarda kanserin tedavisinde başarılı sonuçlar vermektedir. Hipertermi adı verilen sıcak kemoterapisi aslında 20-30 yıldır uygulanan bir tedavi yöntemidir. İlk olarak kadın kanserlerinde kullanılan yöntem, günümüzde mide ve kolon kanserinde de yaygın olarak kullanılmaktadır.
Mide Kanseri Ameliyatı
Uzun saatler süren mide ameliyatı, midenin büyük bir kısmını veya tamamını çıkarır. Mide ameliyatından sonra hastanın kısa aralıklarla küçük porsiyonlarda beslenmesi ve yemeklerin çok iyi çiğnenerek yutulması önerilir. Mide kanseri ameliyatı ve tedavisi sonrasında düzenli kontrollere devam edilmelidir. Ameliyat fiyatları için curefinding.com üzerinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. Read the full article
0 notes
backlinkci · 2 years
Text
Lejyoner Hastalığı Nedir?
Lejyoner Hastalığı Nedir? Klima Hastalığının Belirtileri Nelerdir? Halk arasında klima hastalığı olarak bilinen lejyoner hastalığı, bir çeşit akciğer enfeksiyonudur (pnömoni). Hastalığa legionella pneumophila isimli bakteri sebep olur. Özellikle kapalı ortak kullanım alanlarda bulunan iklimlendirme sistemleri (klima gibi) aracılığı ile yayılır.
Lejyoner hastalığı belirtileri Şikayetler genellikle bakteri vücuda inhale edildikten 2-10 gün içinde ortaya çıkar. Zatürre ile benzer şikayetler verse de tipik zatüre bulguları olmayabilir. En sık görülen belirtiler şu şekildedir:
Ateş Üşüme-titreme Halsizlik Baş ağrısı Kas ağrısı Kuru ya da balgamlı öksürük Nefes darlığı Göğüs ağrısı
Daha az sıklıkla görülen ve hekimleri lejyoner hastalığı açısından uyaran belirtiler ise ishal, kusma, dikkat eksikliği ve duygu durum bozukluğudur.
Lejyoner hastalığı tanısı nasıl konulur? Hastalığın teşhisinde kan testleri (diğer zatürrelerden farklı olarak hiponatremi, hipofosfatemi), göğüs röntgeni, akciğer doku testi (bronkoskopi) ve idrar testi (antijen testi) kullanılır.
Lejyoner hastalığı komplikasyonları nelerdir? Hastalığın teşhis ve tedavisinde geç kalındığı durumlarda ölümle sonuçlanabilen bazı ciddi komplikasyonlar olabilir. En sık karşılaşılan komplikasyonlar sepsis, septik şok, akut böbrek yetmezliği ve akciğer yetmezliğidir.
Lejyoner hastalığı tedavisi Tedavide 15-21 gün antibiyotikler kullanılır. Hastalığın şiddetine göre hastanede yatış planlanabilir. Damar yoluyla antibiyotik, sıvı destek ve gerekirse oksijen desteği sağlanır. Klinik daha hafifse tedavi evde planlanabilir. Düzenli ve dengeli beslenme, istirahat sağlanmalıdır. Zamanında teşhis edilen edilen ve tedavisi başlanılan lejyoner hastalığının komplikasyonsuz, son derece başarılı tedavisi mümkündür.
Lejyoner hastalığı için risk faktörleri nelerdir? Hastalık klima kullanımına bağlı olarak en sık yaz ve kış döneminde görülür. Aşırı ve uzun süre kullanıldığında hastalık riski artar. Solunum yoluyla bulaşan bu hastalığın en yaygın görüldüğü yerlerin arasında oteller, büyük toplantı salonları, jakuziler, termal alanlar, dekoratif su alanları, bankalar ve ofisler yer alır.
Bakteri, göller ve akarsular gibi sulak ortamlarda doğal olarak bulunmaktadır. Bakteri inhale edildiğinde ve insan içerisinde gelişip yayıldığında insan sağlığını tehdit eder bir hal alır. Hastalık, özellikle su buharının içerisindeki bakterilerin solunmasıyla bulaşır. Bakteriye maruz kalan herkesin hasta olmadığı gibi, insandan insana aktarım (bulaş) söz konusu değildir.
Ev ve araba içi iklimlendirme sistemlerinde ise su kullanılmadığı için bu hastalığa yakalanma riski son derece düşüktür.
Bu hastalık bebek, yaşlı, bağışıklık sistemi bozulmuş, ek hastalığı (diyabet, KOAH, kalp-damar hastalıkları, bronşektazi, kanser, böbrek yetmezliği, dializ hastaları, obezite, sigara kullanımı, kemoterapi, steroid kullanımı gibi…) olanlarda daha sıklıkla görülür.
Klimanın sebep olduğu hastalıklar nelerdir? Yanlış klima kullanımı ile davetiye çıkardığımız solunum sistemi hastalıkları basit öksürükten ciddi akciğer hastalıklarına kadar geniş spektrumda görülebilir. Tedavi edilebilir olsa da tekrar etme riski her zaman vardır.
Klimanın üflediği soğuk hava ile burun içinde konka adı verilen yapılar şişer (inflamasyon) ve burun tıkanıklığına yol açar. Sağlık için ideal olan burun solunumu yerine, ağız solunumu yapmak, çeşitli boğaz ve alt solunum yolu problemlerine yol açabilir. Örneğin kronik sinüziti olan hastalarda burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve baş ağrısı şikayetleri artar. Alerjik kişilerde sürekli klimaya maruziyet, ısı ve nem değişimine sebep olur ve buna bağlı olarak alerjiyiyi tetikler. Bunu sonucunda alerjik rinit, alerjik sinüzit, alerjik bronşit, alerjik astımda görülen benzeri yakınmaları artırabilir.
0 notes
dvitaminieksikligi · 3 years
Text
D Vitamini Eksikliği Belirtileri, Nedenleri ve Tedavisi
Tumblr media
D vitamini diğer vitaminlerin çoğundan tamamen farklıdır.
Aslında, cildiniz güneşe maruz kaldığında kolesterolden üretilen bir steroid hormondur.
Bu nedenle D vitaminine genellikle “güneş ışığı vitamini” denir.
Bununla birlikte, güneşe maruz kalma nadiren yeterli D vitamini sağlar, bu da onu takviyelerden veya diyetinizden almayı gerekli kılar.
Ancak sadece bir avuç gıda bu önemli vitaminden önemli miktarda içerir ve eksiklik çok yaygındır
Aslında, ABD nüfusunun yaklaşık %41.6'sı yetersizdir
Bu makale, D vitamini hakkında bilmeniz gereken her şeyi açıklamaktadır.
D Vitamini Nedir? D vitamini yağda çözünen bir vitamindir, yani yağlarda çözünür ve vücudunuzda uzun süre saklanabilir.
İki ana diyet formu mevcuttur
D3 Vitamini (kolekalsiferol). Yağlı balık ve yumurta sarısı gibi bazı hayvansal gıdalarda bulunur. D2 vitamini (ergokalsiferol). Bazı bitkilerde, mantarlarda ve mayalarda bulunur. İkisinden D3 (kolekalsiferol), D vitamininin kan düzeylerini artırmada D2'den (ergokalsiferol) neredeyse iki kat daha etkili görünüyor 
D vitamini, vücudunuzun uzun süre saklayabileceği yağda çözünen bir vitamindir. İki ana formdan - D2 ve D3 - ikincisi, kanınızdaki D vitamini düzeylerini yükseltmede daha etkilidir.
Vücudunuzda Ne Yapar? D vitamininin aktif hale gelmesi için iki dönüşüm aşamasından geçmesi gerekir.
İlk olarak, karaciğerinizde kalsidiol veya 25(OH)D'ye dönüştürülür. Bu vitaminin depolanma şeklidir.
İkincisi, çoğunlukla böbreklerinizde kalsitriol veya 1,25(OH)2D'ye dönüştürülür. Bu, D vitamininin aktif, steroid hormon formudur.
Kalsitriol, vücudunuzdaki hemen hemen her hücrede bulunan D vitamini reseptörü (VDR) ile etkileşime girer.
D vitamininin aktif formu bu reseptöre bağlandığında, genleri açıp kapatarak hücrelerinizde değişikliklere yol açar. Bu, diğer steroid hormonlarının çoğunun nasıl çalıştığına benzer.
D vitamini, kemik sağlığı ile ilgili çeşitli hücreleri etkiler. Örneğin, bağırsaklarınızdan kalsiyum ve fosfor emilimini arttırır.
Ancak bilim adamları son zamanlarda, bağışıklık fonksiyonu ve kansere karşı koruma gibi diğer sağlık alanlarında da rol oynadığını keşfettiler.
D vitamini, vitaminin depolama formu olan kalsidiol'e dönüştürülür ve daha sonra aktif steroid formu olan kalsitriol'e dönüştürülür. Kalsitriol, hücrelerinizdeki D vitamini reseptörüne bağlanarak genleri açar veya kapatır.
Güneş Işığı D Vitamini Almanın Etkili Bir Yoludur D vitamini, güneşten gelen ultraviyole B (UVB) ışınlarına maruz kaldığında cildinizdeki kolesterolden üretilebilir.
Bol güneş alan bir bölgede yaşıyorsanız, muhtemelen ihtiyacınız olan tüm D vitaminini haftada birkaç kez güneşlenerek alabilirsiniz.
Vücudunuzun büyük bir bölümünü açığa çıkarmanız gerektiğini unutmayın. Sadece yüzünüzü ve ellerinizi açığa çıkarırsanız, çok daha az D vitamini üreteceksiniz.
Ayrıca, camın arkasında kalırsanız veya güneş kremi kullanırsanız, daha az D vitamini üretirsiniz veya hiç üretmezsiniz.
Ancak güneşte uzun süre kaldığınızda mutlaka güneş kremi kullanmalısınız. Güneş sağlıklıdır, ancak güneş yanıkları erken cilt yaşlanmasına neden olabilir ve cilt kanseri riskinizi artırabilir.
Güneşte uzun süre kalıyorsanız, güneş ışığına duyarlılığınıza bağlı olarak ilk 10-30 dakika güneş kremi kullanmadan gitmeyi düşünün, ardından yanmaya başlamadan önce uygulayın.
D vitamini vücudunuzda haftalarca veya aylarca depolandığından, kan seviyenizi yeterli seviyede tutmak için yalnızca ara sıra güneş ışığına ihtiyacınız olabilir.
Bununla birlikte, yeterli güneş ışığı almayan bir bölgede yaşıyorsanız, özellikle kış aylarında gıdalardan veya takviyelerden D vitamini almak kesinlikle gereklidir.
ÖZET Güneş ışığı D vitamini almanın etkili bir yoludur, ancak güneş kremi üretimini engeller. Güvenli bir şekilde güneşlenmek yeterli seviyelere ulaşmanıza yardımcı olabilirken, birçok insan yılın büyük bir bölümünde güneş ışığına erişemez.
En İyi Gıda Kaynakları İşte en iyi gıda kaynaklarından birkaçının D3 vitamini içeriği
Somon, uskumru, kılıç balığı, alabalık, ton balığı ve sardalye gibi yağlı balıklar iyi kaynaklar olsa da, yeterince almak için neredeyse her gün onları yemeniz gerekir.
D vitamininin tek mükemmel besin kaynağı, tek bir çorba kaşığında (15 ml) Referans Günlük Alımının (RDI) iki katından fazla içeren balık karaciğeri yağıdır - morina karaciğeri yağı gibi).
Süt ürünleri ve tahılların genellikle D vitamini ile güçlendirildiğini unutmayın.
Bazı nadir mantarlar da D vitamini içerir ve yumurta sarısı az miktarda içerir.
ÖZET Morina karaciğeri yağı, D3 vitamininin tek en iyi kaynağıdır. Yağlı balıklar da iyi bir kaynaktır, ancak yeterince almak için sık sık yemelisiniz.
Eksiklik Belirtileri D vitamini eksikliği en yaygın besin eksikliklerinden biridir.
Bazı insanlar diğerlerinden daha büyük risk altındadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde, azınlıkların durumu daha kötü olsa da toplam nüfusun %41,6'sı yetersizdir - siyahların ve Hispaniklerin sırasıyla %82,1 ve %69,2'si yetersizdir.
Ek olarak, yaşlı yetişkinlerin yetersiz olma riski çok daha yüksektir.
Bazı hastalıkları olanların da eksik olma olasılığı çok yüksektir. Bir çalışma, kalp krizi geçiren kişilerin %96'sının D vitamini açısından düşük olduğunu gösterdi.
Genel olarak, D vitamini eksikliği sessiz bir salgındır. Semptomlar genellikle belirsizdir ve yüzeye çıkması yıllar veya on yıllar alabilir.
D vitamini eksikliğinin en iyi bilinen semptomu, gelişmekte olan ülkelerde çocuklarda sık görülen bir kemik hastalığı olan raşitizmdir.
Bazı gıdaların D vitamini ile takviye edilmesi nedeniyle raşitizm Batı ülkelerinden çoğunlukla elimine edilmiştir.
Eksiklik ayrıca yaşlı erişkinlerde osteoporoz, düşük mineral yoğunluğu ve düşme ve kırık riskinin artmasıyla da bağlantılıdır.
Dahası, araştırmalar düşük D vitamini düzeyine sahip kişilerin kalp hastalığı, diyabet (tip 1 ve 2), kanser, bunama ve multipl skleroz gibi otoimmün hastalıklara yakalanma riskinin çok daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Son olarak, D vitamini eksikliği, yaşam beklentisinin azalmasıyla bağlantılıdır.
Bununla birlikte, eksikliğin bu hastalıklara katkıda bulunup bulunmadığı veya düşük seviyeli kişilerin onları alma olasılığının daha yüksek olup olmadığı belirsizdir.
ÖZET D vitamini eksikliği, çeşitli sağlık sorunlarının yanı sıra düşük yaşam beklentisi ile ilişkilidir.
Potansiyel Sağlık Faydaları İşte D vitamininin bazı potansiyel faydaları:
Osteoporoz, düşme ve kırık riskinde azalma. Daha yüksek dozlarda D vitamini, yaşlı erişkinlerde osteoporoz, düşme ve kırıkların önlenmesine yardımcı olabilir. Daha iyi güç. D vitamini hem üst hem de alt ekstremitelerde fiziksel gücü artırabilir Kanser önleme. D vitamini kanseri önlemeye yardımcı olabilir. Bir çalışma, günde 1.100 IU'nun - kalsiyumun yanı sıra - kanser riskini % 60 oranında azalttığını kaydetti. Depresyon yönetimi. Araştırmalar, D vitamininin klinik depresyonu olan kişilerde semptomları hafifletebileceğini gösteriyor. Tip 1 diyabet riskinin azalması. Bebeklerde yapılan bir çalışma, günde 2.000 IU D vitamini alımını tip 1 diyabet riskini %78 oranında azalttı. İyileştirilmiş ölüm oranı. Bazı araştırmalar, D vitamininin çalışma süreleri boyunca insanların ölme riskini azalttığını ve bu da daha uzun yaşamanıza yardımcı olabileceğini gösteriyor. Ancak, bu sonuçların çoğu ön hazırlık niteliğindedir. Yakın tarihli bir incelemeye göre, bu faydaların çoğunu doğrulamak için daha fazla kanıt gerekiyor
ÖZET Araştırmalar, D vitamininin kanser, kemik sağlığı, zihinsel sağlık ve otoimmün hastalıklarla ilgili sayısız faydası olabileceğini düşündürmektedir. Ancak, daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Ne Kadar Almalısın? Eksik olup olmadığınızı bilmenin tek yolu — ve bu nedenle takviye etmeniz gerekiyor — kan seviyenizi ölçmektir.
Sağlık uzmanınız, kalsifediol olarak bilinen D vitamini depolama formunu ölçecektir. 12 ng/ml'nin altındaki herhangi bir şey eksik olarak kabul edilir ve 20 ng/ml'nin üzerindeki herhangi bir şey yeterli kabul edilir.
D vitamini için RDI aşağıdaki gibidir (39güvenilir kaynak):
400 IU (10 mcg): bebekler, 0-12 ay 600 IU (15 mcg): çocuklar ve yetişkinler, 1-70 yaşında 800 IU( 20 mcg): yaşlı yetişkinler ve hamile veya emziren kadınlar Yeterlilik 20 ng/ml olarak ölçülse de, birçok sağlık uzmanı, insanların optimal sağlık ve hastalık önleme için 30 ng/ml'den daha yüksek kan seviyelerini hedeflemesi gerektiğine inanmaktadır (40 güvenilir kaynak).
Ek olarak, birçoğu önerilen alımın çok düşük olduğuna ve insanların optimal kan seviyelerine ulaşmak için çok daha fazlasına ihtiyaç duyduğuna inanmaktadır (41güvenilir kaynak).
ABD Ulusal Tıp Akademisi'ne göre, güvenli üst sınır günde 4.000 IU (100 mcg) (42 güvenilir kaynak).
D3 vitamini takviyeleri, D2 takviyelerine göre D vitamini seviyelerini yükseltmede daha etkili görünmektedir. D3 kapsülleri çoğu süpermarkette ve sağlıklı gıda Mağazasında ve çevrimiçi olarak mevcuttur.
ÖZET D vitamini için RDI, bebekler için 400 IU (10 mcg), çocuklar ve yetişkinler için 600 IU (15 mcg) ve yaşlı yetişkinler ve hamile veya emziren kadınlar için 800 IU (20 mcg) ' dir.
Diğer Besinlerinizi Optimize Edin Besinlerin genellikle izolasyonda çalışmadığını akılda tutmak önemlidir.
Birçoğu birbirine bağlıdır ve bir besin maddesinin artan alımı diğerine olan ihtiyacınızı artırabilir.
Bazı araştırmacılar, yağda çözünen vitaminlerin birlikte çalıştığını ve D3 vitamini (43 güvenilir kaynak, 44 güvenilir kaynak) ile takviye ederken A ve K vitamini alımınızı optimize etmenin çok önemli olduğunu iddia ediyorlar.
Bu, çoğu insanın yeterince almadığı başka bir yağda çözünen vitamin olan K2 vitamini için özellikle önemlidir (45 güvenilir kaynak).
Magnezyum-modern diyette sıklıkla eksik olan bir diğer önemli mineral-D vitamini fonksiyonu için de önemli olabilir (46, 47güvenilir kaynak).
ÖZET Kanıtlar, D vitamininin sağlığı teşvik etmek için magnezyum ve A ve K vitaminleri ile çalıştığını göstermektedir.
Çok fazla alırsan ne olur? D vitamini üzerinde aşırı doz almanın kolay olduğu bir efsanedir.
D vitamini toksisitesi çok nadirdir ve sadece uzun süre çok yüksek dozlar alırsanız olur (48güvenilir kaynak).
Toksisitenin ana semptomları konfüzyon, konsantrasyon eksikliği, uyuşukluk, depresyon, kusma, karın ağrısı, kabızlık ve yüksek tansiyondur (49güvenilir kaynak).
ÖZET D vitamini toksisitesi çok nadirdir. Semptomlar konfüzyon, uyuşukluk, depresyon, kabızlık ve yüksek tansiyonu içerir.
netice D vitamini, kemik sağlığı için önemli olan yağda çözünen bir vitamindir.
Bu besin maddesindeki düşük olanlar için, artan alım da depresyonu azaltabilir ve gücü artırabilir.
Cildiniz güneş ışığına maruz kaldığında D vitamini üretir. Yağlı balık, balık yağı ve karaciğer gibi yiyecekler de D vitamini içerir — ayrıca bazı takviye edilmiş gıdalar ve Takviyeler.
Eksiklik, sınırlı güneş ışığına maruz kalma ve zengin diyet kaynaklarının küçük bir seçimi nedeniyle oldukça yaygındır.
Güneşte çok fazla zaman geçirmiyorsanız ve nadiren yağlı balık yerseniz, takviye etmeyi düşünün.
Yeterli D vitamini almak sağlığınızı artırmak için uzun bir yol kat edebilir. Detaylı bilgi için:
https://technogezgin.com/d-vitamini-eksikligi-belirtileri-nedenleri-tedavisi/
1 note · View note
elabozca-blog · 5 years
Text
Genital Siğil
Genital siğil nedir?
Human Papilloma Virüs (HPV)’ün genital bölgede neden olduğu siğile (verrükaya) verilen isimdir. Dünyada cinsel ilişki ile en sık bulaşan enfeksiyon olan HPV enfeksiyonu, ilk cinsel deneyimini erken yaşta yaşayan ve cinsel partner sayısı fazla olan bireylerde daha sık görülmektedir.
HPV nasıl bulaşır?
Genital siğillerin enfeksiyon yapma potansiyeli oldukça yüksektir. Genital siğil çoğunlukla oral, anal ve vajinal cinsel temasla bulaşır. Partnerler arasında bulaşma oranı yaklaşık %60’dır. Yüksek bulaşma oranı nedeniyle cinsel aktif bireylerde hayat boyu genital siğil görülme oranı %50’ye yaklaşmıştır.
HPV bulaşmasındaki risk faktörleri;
Erken yaşta cinsel ilişki
Cinsel partner sayısının fazlalığı
Korunmasız cinsel ilişki
Cinsel ilişki ile bulaşan enfeksiyon geçmişi
Bağışıklık sistemi
HPV cinsel ilişki haricinde bulaşabilir mi?
HPV cinsel temas dışında da bulaşabilmektedir. En sık yaşanan bulaşma şekli cinsel temas ile olmakla birlikte;
Kişinin vücudunda farklı bölgelerde bulunan siğil ya da siğillerden temas yoluyla ve HPV bulunan kişi ya da kişilerle temas ile de bulaşabilmektedir.
HPV çocuklarda görülebilir mi?
HPV çocuklarda da görülebilmektedir. 2 yaş altındaki çocuklarda görülen anogenital siğillerde annenin anogenital kanalından bulaş olduğu düşünülmektedir.2 yaş üstünde gözlenen siğiller de ise cinsel istismar önemli bir nedendir.
Ancak çocuklarda gözlenen anogenital siğillerin, HPV virüslü kişiler ile aynı banyoyu paylaşmaları gibi farklı temas yolları ile de oluşabileceği bilinmektedir.
HPV enfeksiyonu vücudun hangi bölgelerinde görülür?
Kadınlarda;
Dış genital bölge
Vajina
Serviks (rahim ağzı)
Perianal bölge (makat çevresi)
Erkeklerde;
Dış genital bölge
Perianal bölge(makat çevresinde) görülebilir.
Bununla birlikte genital siğilleri olan bireylerde oral yani ağız bölgesi, göz, solunum yolu ve burun bölgesinde de siğiller görülebilir.
Genital iğil belirtileri nelerdir?
HPV’nin neden olduğu genital siğiller hiçbir belirti vermeden ilerleyebilmektedir. Deriden kabarık ya da yassı, deri renginde-pembe-kahve tonlarında et beni benzeri kabartılar şeklinde görülen genital siğiller genellikle milimetrik olarak başlar ancak nadiren birkaç cm’lik siğiller de görülebilir. Büyük, birleşmiş veya nodül olarak görülen genital siğiller daha çok immunsupresif yani bağışıklık sistemi baskılanan ve diyabet hastalarında görülür. Lezyonların oluşmasından ardından siğillerin sayısı ve boyutu artabilir ya da kendiliğinden gerileyebilir.
Genital siğiller sıklıkla semptom vermemekle birlikte; kanama ve kaşıntı şikayetleri bulunabilir.
Kadınlarda belirtiler; Genel belirtilerin haricinde kadınlarda iç genital bölgedeki siğile bağlı olarak cinsel ilişki veya gebelikte kanama görülebilmektedir. Dış genital bölgede kaşıntılar yaşanabilir.
Erkeklerde belirtiler;Genital siğiller erkeklerde penis, testis, kasık ve makatta görülebilmektedir. Genital siğiller, nadir de olsa anüs veya idrar yolunda oluştuğu zaman tuvalete çıkma zorluğuna neden olabilmektedir.
Genital siğil ne zaman ortaya çıkar?
HPV bulaştıktan sonra uzun yıllar vücutta sessiz kalabilmektedir. HPV bulunan herkeste genital siğil ortaya çıkmayabilmektedir. Aslında birçok kişide HPV savunma sistemi tarafından etkisiz hale getirilmektedir.
HPV ile bulaşma sonrasında lezyonun görülme süresi 3 hafta ile 24 ay arasındadır. Genital siğilin ortaya çıkması;
Kişinin bağışıklık sistemi
Yüksek riskli HPV varlığı
Uzun süreli siğil varlığı
Başka enfeksiyon varlığı
Yaşa göre değişebilmektedir.
Genital siğil hangi yaşlarda daha sık görülür?
HPV enfeksiyonlarının neredeyse yarısına 15-24 yaşları arasında rastlanmaktadır. Kadınlarda en sık 20-24 yaş, erkeklerde ise 25-29 yaşları arasında daha sık görülmektedir. İleri yaşlarda görülme sıklığı azalan genital siğil yetmiş yaş üzeri kadınlarda %5 oranında ortaya çıkmaktadır.
HPV tipleri nelerdir?
HPV’ün 200’e yakın farklı tipi bulunmaktadır. Bu tiplerden 40 kadarı genital bölgede siğile neden olmaktadır. HPV’ün kansere yol açma potansiyeline göre düşük ve yüksek riskli olmak üzere iki gruba ayrılır.
Anogenital verrükalar arasında en sık görülen HPV tip 6 ve 11 kanser gelişimi açısından düşük riske sahiptirler.
Düşük riskli HPV tipleri;     HPV tip 6, 11, 40, 42, 43, 44, 54, 61, 70, 72 ve 81
Yüksek riskli HPV tipleri;    HPV tip 16 ve 18 başta olmak üzere 31, 33, 35, 39, 45, 51, 52, 56, 58, 59, 68, 73, 82 yüksek riskli tiplerdir.
HPV hangi hastalıklara neden olabilir?
HPV’nin hastalık yapmadan vücutta mevcut olması durumu latent, subklinik enfeksiyon veya sessiz enfeksiyon olarak tanımlanır. Genital bölgelerdeki siğillerin haricinde oral (ağız bölgesi), respiratuar –nasal ( solunum yolu ve burun), gözde (konjuktivada)  siğiller görülebilir.
HPV’ün yüksek riskli tipleri (sıklıkla HPV16-18) kanser öncüsü lezyonlara ve kansere yol açabilir. Başta servikal kanser yani rahim ağzı kanseri olmak üzere, anogenital bölge, penis ve baş- boyun kanserleri de görülebilir.
Rahim ağzı kanseri özellikle kendisi veya partnerinde HPV olan, erken yaşta cinsel aktiviteye başlayan, çok sayıda cinsel partneri olan ve cinsel yolla bulaşan farklı hastalıkları bulunan kişilerde daha fazla görülmektedir.
Bowenoid papülozis, Buschke-Löwenstein tümörü, Skuamoz Hücreli Karsinoma, Bowen Hastalığı da HPVile ilişkili olarak görülebilir.
HPV mutlaka kansere neden olur mu?
HPV her durumda kansere neden olmamaktadır. Kişinin immünitesi yani bağışıklık sistemi ile eşlik eden AİDS gibi farklı hastalıkların varlığı önemlidir.
HPV testi nedir?
Anogenital siğil varlığı olguların çoğunda klinik muayene ile tespit edilir. Ancak atipik yani normal dışı görünümü olan vakalarda tanı için histopatolojik inceleme yapılır. Cerrahi olarak alınan doku örneği patoloji bölümü tarafından değerlendirilerek siğil tanısı histopatolojik olarak netleştirilebilir.  Alınan bu doku örneğinden eş zamanlı olarak HPV tipi değerlendirilebilir. Klinik olarak siğil görülmeyen kadın hastalarda smear testi incelemesi ve PCR ile HPV –DNA varlığına bakılabilir. Multiplex PCR test ile de erkek hastalarda üretral sürüntüden HPV varlığı değerlendirilebilir.
HPV’den korunmak için ne yapılmalıdır?
HPV’den korunmak için en önemli basamak aşı uygulamasıdır.
Bulaşmayı azaltan faktörler;
Aşılanma
Sünnet olma
Prezervatif kullanımı
HPV aşısı nedir?
HPV aşısının FDA tarafından onaylanan 3 tipi bulunmaktadır.
HPV aşıları 9-26 arasındaki çocuklar ve erişkinler için onay almıştır. Ancak daha önce HPV ile enfekte olmamış 24-45 yaş arasındaki kadınlarda da aşı uygulanabilir. HPV aşısının içerdiği HPV tiplerine bağlı olarak siğillerden ve kanser gelişiminden koruyucu etkisi vardır. Aşılar 0, 1 veya 2 ve 6. ayda kas içerisine enjektör vasıtasıyla yapılmalıdır.
Genital siğil tedavisinde hangi yollar izlenir?
Medikal krem tedavisi günaşırı, gece uygulanır ve 16 haftaya kadar tedavi sürdürülebilir. Etkinliği kriyoterapi ve koter tedavisine göre daha sınırlıdır. Kriyoterapi veya koter tedavisi sonrasında hızlı yenileme görülen vakalarda hastalığın tekrarlamasını önlemek amacı ile kullanılabilir.
Podofilin uygulanması hasta veya doktor tarafından yapılır ve ilaç siğil üzerine uygulandıktan 4-6 saat sonra yıkanması istenir.
Biklorik asit veya tca 35–85% siğillere hafta bir veya 2 kez uygulanabilir. Gebelerde kullanımları da güvenlidir. Ancak kriyoterapi ile karşılaştırıldığında etkinlik daha azdır.
Kriyoterapi (sıvı nitrojen) ve elektrokoter uygulaması krem uygulamalarından daha etkili olup, hamilelerde de kullanılabilir.
Büyük siğillerde ise cerrahi yönteme başvurulması gerekebilir.
Doğum sırasında bebeğe HPV bulaşabilir mi?
HPV doğumla anneden çocuğa geçebilmektedir. 2 yaş altındaki çocuklarda görülen genital siğiller annenin genital kanalından çocuğa bulaşabilmektedir.
HPV tedavi olduktan sonra bulaşıcı olabilir mi?
Latent yani tipik hastalık belirtileri göstermeyen, genel tekniklerle izlenmesi zor bakteri enfeksiyonu var ise bulaştırıcı olabilir.
4 notes · View notes
dentdirbu123 · 5 years
Text
Dişler düzgün temizlenmediğinde, üzerlerinde ve aralarında biriken yiyecek artıkları bakteriler üretirler. Bakteri plağı dediğimiz bu püremsi birikintiler,diş çürüklerinin ve diş eti irinlerinin baş sorumlusu olup, giderek tükürüğün çökelmesi sonucu diş taşlarını oluştururlar.
Bakteri plağının içinde üreyen mikroorganizmalar, şekerli gıdaları parçalayarak asit üretirler. Ve bu asit, dişi küçük bir bölgeden başlayıp gittikçe büyüyen bir şekilde çürütür. Daha ileri evrelerde çekim kaçınılmaz olabilir.
Diş İrininin ilk belirtisi diş etindeki kanamalardır. Diş etlerinde renk, şekil bozuklukları ve ağız kokusu ile kendini daha da belli eder. Diş eti irininin kapı araladığı diş kayıpları,çürüklerin kapı araladığı diş kayıplarından çok daha fazladır. Evvela şunu belirtmek gerekir ki , Sağlıklı diş eti açık pembe renktedir. Dişe ve kemiğe sıkıca yapışmış olup, portakal kabuğuna benzer parlak - pütürlü bir görünümü vardır.
Diş eti Hastalığının Belirtileri :
1. Diş eti hastalıklarının ilk ve en ehemmiyetli belirtisi diş eti kanamasıdır. Sıhhatli diş eti kanamaz
2. Diş etlerinde şişmeler, kızarmalar oluyorsa,
3. Diş etlerinde çekilmeler ve açığa çıkan kök yüzeylerinde oluşan hassasiyet oluşuyorsa,
4. Diş eti kenarlarında veya dişler arasında,diş taşlarına bağlı olarak oluşan siyah alanlar görülüyorsa,
5. Diş ile diş eti arasından irin geliyorsa,
6. Dişlerde sallanmalar, uzamalar ve dişler arasında açılmalar oluyorsa,
7. Ağızda daimi bir kötü koku ve kötü tat hissi var ise,geç kalmadan bir diş hekimine kontrol olunması gerekir.
Neler Dişeti Hastalığına neden olur?
Dişeti hastalığının temel nedeni bakteri plağı tecrübe et dişe sıkıca tutunan, yapışkan saydam bir tabakadır. Tırnağınızla dişinizin üzerini kazıyarak plağı fark edebilirsiniz.Plağın bir miligramında 200 ile 500 milyon arasında bakteri bulunur. Bunun yanı sıra aşağıdaki etmenler de diş eti sıhhatinizi etkilemektedir.
GENETİK ETMENLER
Yapılan araştırmalara göre %30 oranında genetik bir yatkınlık vardır. Ayrı olarak ağız bakımının kötü olması ile diş eti hastalığının gelişme ihtimali 6 kat daha artar. Ailede diş eti problemi olan bir kişi var ise kesinlikle bir diş eti uzmanına siz de muayene olun.
SİGARA
Hepimizin bildiği gibi sigara kanser, akciğer, kalp hastalıkları gibi bir çok ehemmiyetli rahatsızlıklara neden olur. Tüm bunların dışında ağız içi mukozası ve diş etleri için de çok zararlıdır. Diş etlerinin yumuşamasına ve diş eti hastalıklarının gelişmesine kapı aralar.
İLAÇ KULLANIMI
Doğum kontrol hapları, anti-depresanlar, kalp ilaçları ağız sıhhatinizi etkiler. Bu yüzden bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız lütfen diş hekiminizi ikazınız ve ağız hijyeninize ayrı olarak ehemmiyet veriniz.
HORMONAL FARKLIKLAR
Gebelik, puberte, menapoz, mensturasyon gibi hormonal farklıkların yoğun olduğu dönemlerde ağız hijyeninize ayrıca önem vermeniz gerekmektedir. Diş etleriniz bu dönemlerde daha hassas olur. Diş eti hastalığına yatkınlık artar.
STRES
Hipertansiyon, kanser gibi pek çok rahatsızlığın nedenlerinden biri olmasının yanında dişeti hastalıklarının da riziko etmenlerindendir. Araştırmalar göstermiştir ki periodontal hastalıklarda dahil olmak üzere stres vücudun enfeksiyonla mücadelesini zorlaştırmaktadır.
DİŞ SIKMAK VEYA GICIRDATMAK
Diş ve diş eti arasındaki kuvvetin azalmasına kapı aralayarak periodontal doku felaketine kapı aralarlar. Diş etlerindeki çekilmenin bir sebebi de diş sıkmaktır. Mutlaka gece plağı takılarak bu sıkmanın durdurulması gerekir.
KÖTÜ BESLENME
Vücudun, immun (bağışıklık) sisteminin zayıflamasına ve buna bağlı olarak, diş eti enfeksiyonu da dahil olmak üzere enfeksiyonlarla mücadelesinin zorlaşmasına kapı aralar.
DİABET-ŞEKER HASTALIĞI
Diabet hastaları periodontal (diş eti) enfeksiyon açısından yüksek risk grubuna girerler. Kesinlikle rutin diş eti kontrollerini bir diş eti uzmanına (periodontolog)yaptırarak ağız hijyenlerine ayrı olarak önem vermelidirler.
KÖTÜ YAPILMIŞ KURON KÖPRÜ VE DOLGULAR
Dişetine basan ve taşkın yapılmış dolgu, kuron ve köprüler diş etlerinde problem oluşturur.
Sağlıklı Diş ve Diş etleri
Bakteri plağı kaldırılmazsa sertleşir ve diş taşı veyahut tartar olarak isimlendirilen birikintiler oluşur. Plaktaki bakteriler tarafından üretilen zehirli maddeler (zarar veren maddeler) diş etlerine zarar verir. Zehirli maddeler diş etlerinin çevrenindeki destek dokularını yıkar, dişlerden uzaklaşır, oluşan periodontal ceplerde daha fazla bakteri plağı birikir. Periodontal hastalık geliştikçe cepler daha da derinleşir. Bakteri plağı dişlerin açığa çıkmış kök yüzeylerine yapışır. Dişlerin kemik desteği yok olur ve rehabilitasyon edilmeyen dişler sallanmaya başlar ve nihayetinde çekilir.
Sağlıklı Diş Eti Nasıl Olur?
1. Portakal kabuğu görüntüsünde, açık pembe renk,
2. Dişleri kök başlangıçlarında saran ve konturlarını takip eden muntazam bir diş eti hududu,
3. Kırmızılık, şişkinlik ya da enfeksiyonun olmaması,
4. Normal fırçalama ve ip kullanımıyla kanamama,
5. Rastgele bir rahatsızlık hissinin olmaması,
6. Sağlam ve sert görüntülü diş etleri.
İrinli Diş Eti Nasıl Olur?
1. Kendi kendine veyahut fırça-diş ipi kullanırken diş etinde kanama,
2. Diş etlerinde kırmızılık, şişlik ve gayri muntazam bir görünüm,
3. Diş etlerine bastırılınca hafif bir ağrı, diş etinden sızan irin ve/veya o bölgedeki dişte hassasiyet,
4. Diş etlerinde çekilme ve açığa çıkan kök yüzeylerinde hassasiyet,
5. Diş eti kenarlarında diş taşları sebebiyle oluşan siyah alanlar,
6.Dişlerde sallanma, uzama ve dişler arasında açılmalar,
7. Ağzınızı kapattığınızda farklık hissi,
8. İltihaba bağlı ağızda koku ve kötü tat,
9. Kaşınma hissi (diş etlerinde)
[url=https://dentindiyarbakir.com]Diyarbakır Diş[/url], [url=https://dentindiyarbakir.com]Diyarbakır Diş Hekimi[/url], [url=https://dentindiyarbakir.com/tedavi-implant-tedavisi-14]Diyarbakır İmplant[/url], [url=https://dentindiyarbakir.com/doktorlarimiz.php]Diyarbakır Dişçi[/url]
1 note · View note
hpvnedir-blog · 5 years
Text
HPV
HPV, cinsel yolla bulaşan en yaygın enfeksiyondur. HPV, HIV ve HSV'den (herpes) farklı bir virüstür. Gençlerin çoğu ve 20'li yaşların başında olan 79 milyon Amerikalı, HPV ile enfekte olmuştur. Çok çeşitli HPV türleri vardır. Bazı tipler genital siğiller ve kanserler dahil olmak üzere sağlık sorunlarına neden olabilir. Ancak bu sağlık sorunlarının gerçekleşmesini durdurabilecek aşılar var. Yazımda hpv nedir, belirtileri nelerdir, bulaşıcı mıdır, hpv nasıl tedavi edilir gibi sorulara cevaplar aradım.
Tumblr media
HPV Neden Bulaşır
HPV, cilde ciltle temas yoluyla iletilir. HPV virüsüne sahip biriyle vajinal, anal veya oral seks yaparak HPV'yi kapabilirsiniz. En sık vajinal veya anal seks sırasında yayılır. HPV o kadar yaygın ki, hemen hemen tüm erkekler ve kadınlar, hayatlarının bir noktasında bu problemle karşılaşıyor. HPV, enfekte bir kişinin belirti veya semptomu olmasa bile geçebilir. Enfekte olduktan yıllar sonra semptomlar geliştirebilir, ilk ne zaman enfekte olduğunuzu bilmek zorlaşır.
Çoğu durumda, HPV kendiliğinden geçer ve sağlık sorunlarına neden olmaz. Ancak HPV ortadan kalkmadığında, genital siğiller ve kanser gibi sağlık sorunlarına neden olabilir.
HPV Kansere Neden Olur Mu
HPV vulva, vajina, penis veya anüs kanseri dahil olmak üzere rahim ağzı ve diğer kanserlere yol açabilir. Ayrıca, dilin tabanı ve bademcikler ( orofaringeal kanser olarak adlandırılır ) dahil olmak üzere boğazın arkasında kansere neden olabilir .
Kanser, bir kişinin HPV'sini aldıktan sonra gelişmesi yıllar, hatta on yıllar boyunca sürebilir. Genital siğile yol açabilecek HPV tipleri, kansere neden olabilecek HPV tipleri ile aynı değildir.
Hangi HPV'li kişilerin kanser veya başka sağlık problemleri geliştireceğini bilmenin bir yolu yoktur. Bağışıklık sistemi zayıf olan insanlar (HIV / AIDS'li olanlar dahil), HPV ile daha az savaşabilirler. Ayrıca HPV'den sağlık problemleri geliştirme olasılığı daha yüksektir.
HPV Teşhisi
Bir kişinin HPV olup-olmadığını belirleyecek bir test yoktur. Rahim ağzı kanserini taramak için kullanılabilecek HPV testleri bulunyor. Bu testler sadece 30 yaş ve üstü kadınlarda tarama için önerilmektedir. HPV testlerinin erkekleri, ergenleri veya 30 yaşın altındaki kadınları taraması önerilmez.
HPV'si olan çoğu kişi, enfekte olduklarını bilmez ve bundan hiçbir zaman semptom veya sağlık problemi yaşamaz. Bazı insanlar genital siğillere yakalandıklarında HPV olduğunu öğrenirler. Kadınlar anormal Pap testi sonucu aldıklarında (rahim ağzı kanseri taraması sırasında) HPV olduğunu öğrenebilirler. Diğerleri sadece kanser gibi HPV'den daha ciddi problemler geliştirdikten sonra HPV olduklarını anlarlar.
HPV Tedavisi
Çoğu HPV vakası kendiliğinden geçer, bu nedenle enfeksiyonun kendisi için bir tedavisi bulunmamaktadır. Bunun yerine, doktorunuz HPV enfeksiyonunun devam edip etmediğini ve daha fazla takip gerektiren herhangi bir hücre değişikliği geliştiğini görmek için altı ay veya bir yıl içinde tekrar test için gelmenizi isteyecektir.
Siğiller veya kanser gibi HPV ile ilgili sağlık sorunları için, tedavi belirli konuya yönelik olacaktır.
Genital siğilleri tedavi etmek için doktorunuza danışın. Fiziksel siğillerden kurtulmanın virüsün kendisini tedavi etmediğini ve siğillerin geri dönme ihtimalinin yüksek olduğunu unutmayın.
1 note · View note
saglikvehastalik · 9 months
Text
Bitkisel Çaylar ve Faydaları (Hastalıklardan Kurtulun)
Tumblr media
Bitkisel çaylar, sağlık, güzellik ve zindelik için doğanın sunduğu mucizevi içeceklerdir. Çeşitli bitkilerin yaprak, çiçek, kök, meyve veya tohum gibi kısımlarının sıcak suda demlenmesiyle elde edilen bitkisel çaylar, hem lezzetli hem de şifalıdır. Bitkisel çaylar, binlerce yıldır farklı kültürlerde tedavi edici, koruyucu ve destekleyici olarak kullanılmaktadır. Bitkisel çayların faydaları saymakla bitmez. Bu yazımızda, en popüler bitkisel çayların neler olduğunu, nasıl hazırlandığını ve hangi rahatsızlıklara iyi geldiğini öğreneceksiniz.
Bitkisel Çayların Genel Faydaları
Bitkisel çaylar, vücudun ihtiyacı olan vitamin, mineral, antioksidan ve fitokimyasalları sağlayarak sağlığımızı korur ve iyileştirir. Bitkisel çayların genel faydaları şunlardır: - Bağışıklık sistemini güçlendirir ve enfeksiyonlara karşı korur. - Sindirim sisteminin düzenli çalışmasına yardımcı olur ve kabızlık, gaz, şişkinlik gibi sorunları giderir. - Kan şekerini ve kolesterolü dengeler ve diyabet, kalp hastalığı ve obezite riskini azaltır. - Kan basıncını düşürür ve damar sağlığını korur. - Stresi azaltır ve ruh halini iyileştirir. - Uykusuzluk, kaygı ve depresyon gibi psikolojik sorunlara iyi gelir. - Ağrıyı hafifletir ve iltihabı azaltır. - Cilt sağlığını destekler ve cilt problemlerini önler. - Zayıflamaya yardımcı olur ve metabolizmayı hızlandırır. - Detoks etkisi yapar ve vücuttaki toksinleri atar.
En Popüler Bitkisel Çaylar ve Faydaları
Piyasada çok sayıda bitkisel çay bulunmaktadır. Her bitki çayının kendine özgü bir tadı, kokusu ve etkisi vardır. Bazı bitki çayları tek başına veya karıştırarak tüketilebilir. Bitki çaylarının demleme süresi ve miktarına dikkat etmek gerekir. Aşırı tüketim bazen yan etkilere neden olabilir. İşte en popüler bitkisel çaylar ve faydaları: Papatya Çayı Papatya çayı, papatya bitkisinin kurutulmuş çiçeklerinin demlenmesiyle elde edilen sarı renkli bir çaydır. Papatya çayının faydaları şunlardır: - Yatıştırıcı etkisi vardır ve uykuya dalma süresini kısaltır. - Sindirim sistemi için faydalıdır ve mide ağrısı, hazımsızlık, ishal gibi sorunları giderir. - Adet ağrısı, kas spazmı ve baş ağrısı gibi ağrılı durumlarda rahatlama sağlar. - Bağışıklık sistemini güçlendirir ve soğuk algınlığına karşı korur. - Cilt sağlığı için iyidir ve cilt iltihabı, egzama, sivilce gibi problemleri önler. - Saç sağlığı için de faydalıdır ve saç dökülmesini azaltır, saç rengini korur ve saçı parlaklaştırır. Papatya çayı yapmak için bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş papatya çiçeği ekleyin ve 5 dakika demleyin. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak papatya çayı içebilirsiniz. Nane Çayı Nane çayı, nane bitkisinin kurutulmuş yapraklarının demlenmesiyle elde edilen ferahlatıcı bir çaydır. Nane çayının faydaları şunlardır: - Sindirim sistemi için faydalıdır ve mide bulantısı, kusma, gaz, şişkinlik gibi sorunları giderir. - Hafızayı güçlendirir ve konsantrasyonu arttırır. - Baş ağrısı, migren ve diş ağrısı gibi ağrılı durumlarda rahatlama sağlar. - Soğuk algınlığına karşı etkilidir ve boğaz ağrısı, öksürük, burun akıntısı gibi belirtileri hafifletir. - Ağız sağlığı için iyidir ve ağız kokusunu giderir, diş eti iltihabını önler. - Zayıflamaya yardımcı olur ve iştahı azaltır, metabolizmayı hızlandırır. Nane çayı yapmak için bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş nane yaprağı ekleyin ve 10 dakika demleyin. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak nane çayı içebilirsiniz.
Tumblr media
Bitkisel Çaylar Zencefil Çayı Zencefil çayı, zencefil bitkisinin kurutulmuş veya taze kökünün rendelenmesi veya dilimlenmesiyle elde edilen acı-tatlı bir çaydır. Zencefil çayının faydaları şunlardır: - Sindirim sistemi için faydalıdır ve mide bulantısı, hazımsızlık, ishal gibi sorunları giderir. - Bağışıklık sistemini güçlendirir ve enfeksiyonlara karşı korur. - Antioksidan özelliği vardır ve kanser riskini azaltabilir. - Kan şekerini ve kolesterolü dengeler ve diyabet, kalp hastalığı ve obezite riskini azaltır. - Kan basıncını düşürür ve damar sağlığını korur. - Ağrıyı hafifletir ve iltihabı azaltır. - Adet ağrısı, kas spazmı ve baş ağrısı gibi ağrılı durumlarda rahatlama sağlar. Zencefil çayı yapmak için bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş zencefil veya bir parmak kadar taze zencefil ekleyin ve 10 dakika demleyin. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak zencefil çayı içebilirsiniz. - Kuşburnu çayı: Kuşburnu meyvesinin kurutulmuş halinin demlenmesiyle elde edilen bu çay, C vitamini bakımından zengindir ve bağışıklık sistemini güçlendirir, soğuk algınlığına karşı korur, cilt sağlığını destekler ve idrar söktürücü etkisi vardır. Kuşburnu çayı yapmak için bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş kuşburnu ekleyin ve 10 dakika demleyin. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak kuşburnu çayı içebilirsiniz. - Ekinezya çayı: Ekinezya bitkisinin kurutulmuş kök, yaprak veya çiçeklerinin demlenmesiyle elde edilen bu çay, antioksidan ve antienflamatuar özellikleriyle bilinir ve enfeksiyonlara karşı korur, yaraların iyileşmesini hızlandırır, alerji ve iltihaplanmayı azaltır. Ekinezya çayı yapmak için bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş ekinezya ekleyin ve 15 dakika demleyin. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak ekinezya çayı içebilirsiniz. - Ihlamur çayı: Ihlamur ağacının kurutulmuş yaprak ve çiçeklerinin demlenmesiyle elde edilen bu çay, yatıştırıcı ve rahatlatıcı etkisi vardır ve uykusuzluk, stres, kaygı ve depresyon gibi psikolojik sorunlara iyi gelir. Ayrıca boğaz ağrısı, öksürük, burun akıntısı gibi soğuk algınlığı belirtilerini hafifletir, ateşi düşürür ve terletir. Ihlamur çayı yapmak için bir bardak kaynar suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş ıhlamur ekleyin ve 5 dakika demleyin. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak ıhlamur çayı içebilirsiniz
Uykusuzluğa iyi Gelen Bitki Çayları Hangileridir?
Uykusuzluğa iyi gelen bitki çayları arasında papatya, nane, zencefil, lavanta, melisa, şerbetçi otu, çarkıfelek, limon otu, manolya kabuğu, rezene ve anason sayılabilir. Bu bitki çayları, sakinleştirici, gevşetici ve rahatlatıcı etkileriyle uykuya geçişi kolaylaştırabilir ve stresi azaltabilir. Uykusuzluk için bitki çayı içmek istiyorsanız, uyumadan önce bir bardak sıcak suya bir tatlı kaşığı kurutulmuş bitki ekleyip 5-15 dakika arasında demleyebilirsiniz. Süzdükten sonra bal veya limon ile tatlandırarak içebilirsiniz. Günde 2-3 bardak bitki çayı içmeniz yeterli olacaktır. Bitki çayı bebeklere verilebilir mi sorusunun yanıtı da yine bitkinin türüne ve miktarına bağlıdır. Bazı bitki çayları bebekler için faydalı olabilirken, bazıları zararlı olabilir veya alerjiye neden olabilir. Bebeklere verilebilecek bitki çayları arasında rezene, anason, kimyon ve ıhlamur sayılabilir. Bebeklere verilmemesi gereken bitki çayları arasında adaçayı, kekik, nane, zencefil ve lavanta sayılabilir. Bebeklere bitki çayı vermeden önce doktorunuza danışmanız tavsiye edilir. Bitki çayının yan etkileri, bitkinin türüne ve özelliğine göre değişir. Ancak genel olarak bitki çaylarının aşırı tüketimi bazen yan etkilere neden olabilir. Bitki çaylarının yan etkileri arasında alerji, mide rahatsızlığı, baş dönmesi, uykusuzluk, kalp ritim bozukluğu, kanama riski ve ilaç etkileşimi sayılabilir. Bu nedenle bitki çaylarını doktorunuza danışarak ve önerilen dozda kullanmanız gerekir. Bitki çayını nasıl saklamalısınız sorusunun yanıtı ise oldukça basittir. Bitki çaylarını kuru ve serin bir yerde, hava almayan kaplarda saklamalısınız. Bitki çaylarının ışık, nem ve oksijenden uzak tutulması gerekir. Aksi takdirde bitkilerin aroması ve özelliği kaybolabilir. Bitki çaylarının raf ömrü genellikle 1-2 yıl arasındadır. Ancak bitki çaylarını taze olarak tüketmeniz daha faydalı olacaktır. Read the full article
0 notes
hamilelikte · 1 year
Text
Birçok kadın gebelikte memelerde hassasiyet yaşar. Hastalık, hamilelik sırasında memelerde değişikliklere neden olan bir hormon olan progesteron seviyesi ile ilişkilidir. Bazı kadınlar hamileliğin ikinci üç aylık döneminde meme hassasiyetinden kurtulur, ancak diğerleri için bu geçicidir. Göğüs hassasiyeti genellikle hamileliğin erken döneminde hissedilir ve hamilelik ilerledikçe azalır. Meme hassasiyeti 16. Gebelik haftasında yaklaşık %50 oranında azalır. Göğüs Hassasiyeti Nedir ve Hamile Kadınları Nasıl Etkiler? Göğüs şişmesi olarak da adlandırılan meme hassasiyeti, göğüste ağrı hissidir. Gebelikte memelerde hassasiyet ve ağrı genellikle gebeliğin ilk birkaç haftasında başlar ve ikinci trimesterde devam eder. Meme hassasiyeti prolaktin hormonu ile ilişkilidir. Bir kadın hamile kaldığında, bu hormonun seviyesi önemli ölçüde yükselir. Prolaktin memede sıvı tutulmasına neden olarak şişlik ve hassasiyete neden olur. Yaklaşık 4 kadından 1'i hamileliğin ilk üç ayında meme hassasiyeti yaşar. Kadınlar hamile kaldığında, kadınlık hormonu seviyeleri artarak suyun memelerde birikmesini kolaylaştırır. Bu olduğunda, göğüsler ağrılı ve hassas olabilir. Bazı durumlarda dokunmaya karşı hassas olabilir. Hamilelik sırasında meme hassasiyeti, göğüs ağrısı ve göğüs rahatsızlığı çok yaygındır. Hamilelik sırasında göğüs ağrısının belirtileri ağrı, kramp ve yanmayı içerir. Bu semptomlar genellikle ikinci trimesterde kötüleşir ve üçüncü trimesterde devam eder, ancak bebek erken doğarsa düzelebilir. Gebelikte Memelerde Hassasiyet Neden Olur? Göğüs hassasiyeti hamilelik sırasında en sık görülen semptomlardan biridir. Bunun nedeni vücuttaki hormonal değişikliklerdir. Hamilelik sırasında meme hassasiyetinin nedenleri iki kategoriye ayrılabilir. Hormonal ve hormonal olmayan. Meme hassasiyeti hamilelik sırasında yaygın bir şikayettir. Gebelikte memelerde hassasiyetinin olası nedenleri şunlardır: Hormonal değişiklikler Gebelik hormonları (progesteron, östradiol vb.) Ve laktik asit bakterileri Sutyen sıkması (göğüslerin büyümesine bağlı olarak) Göğüs şişmesi Progesteron gibi gebelik hormonları süt kanallarını genişletip gevşeterek süt üretimine neden olur. Gebelikte Memelerde Hassasiyet Neden Olur Göğüs hassasiyeti hamilelik sırasında sık görülen bir semptomdur, ancak başka nedenleri de olabilir. Gebelikte memelerde hassasiyetinin diğer bazı nedenleri şunlardır: Mastit, Meme enfeksiyonları, Paget hastalığı, bir tür radyasyon nekrozu; Vücudun diğer bölgelerine yayılmış meme kanseri (kanser meme dışında ağrı ve hassasiyete neden olur). Göğüs uçlarında mantar enfeksiyonu Gebelikte Memelerde Hassasiyet Nasıl Önlenir? Hamilelik döneminde meme hassasiyetini önlemek için kadınların göğüslerine baskı uygulamaktan kaçınmaları, dar giysiler giymekten kaçınmaları ve destekleyici sutyenler kullanmaları gerekir. Ayrıca kafein alımınızı da azaltmalısınız. Gebeliğin ilk birkaç haftasındaki hassasiyet, genellikle son aylarda hissettiğiniz ağrıdan çok farklıdır. Bunun nedeni, vücudunuzun hamilelik sırasında esneme, büyüme ve değişme eğiliminde olmasıdır. Bu süre zarfında göğsünüze baskı yapmamaya çalışın. Bu hassasiyete ve ülserlere neden olabilir. Ayrıca dar giysiler veya sutyenler giymemeye de dikkat etmelisiniz. Hamilelikte göğüs hassasiyeti doğumdan sonra geçmeyebilir, bu da ilk birkaç hafta emzirmeyi zorlaştırır, ancak bebeğinize bol miktarda anne sütü vermeniz önemlidir. Hamilelikte Meme Hassasiyetini Azaltmak İçin Ne Yapılmalı? Hamilelik sırasında meme hassasiyeti yaygın ve genellikle rahatsız edici bir semptomdur. Bu, hamilelik sırasında meydana gelen hormonal değişikliklerden kaynaklanabilir. Hamilelikte göğüs hassasiyetini azaltmanın birçok yolu vardır. Bunlar arasında bol giysiler giymek, sol tarafınıza yatmak, masaj terapisi ve soğutma pedleri kullanmak, bol sıvı tüketmek ve kafein ve alkolden kaçınmak sayılabilir. Hamilelik sırasında göğüs hassasiyeti, annenin vücudundaki
artan östrojen seviyeleri gibi hamilelik sırasında meydana gelen hormonal değişikliklerden kaynaklanır. Bu çoğu gebe kadında ilk gebelik belirtisi olarak görülür ve olağan bir durumdur. Gebelikte Memede Hassasiyet Ne Zaman Geçer? gebelikte memede hassasiyet ne zaman geçer Gebelikte memelerde hassasiyet hamileliğin ilk günlerinde başlayıp, dokuzuncu ayın sonuna kaybolmaz, ancak ilk trimesterin sonuna doğru azalır. Hamilelik sırasında meme ağrıları genellikle üçüncü trimesterin ortasında tamamen kaybolur. Göğüslerde yanma ve ağrı gün boyunca veya sadece günün belirli saatlerinde olabilir. Gebeliğin ikinci üç ayında, özellikle daha sonra meme hassasiyeti azalabilir. Sürecin bu noktasında çoğu kadın daha az ağrı ve genellikle farklı semptomlar bildirir. Sonuç olarak, hamilelik acı verici bir deneyim olabileceği gibi harika bir duygu da olabilir. Hamilelik sırasında rahatsızlığı önlemenin veya azaltmanın birçok yolu olduğunu hatırlamak önemlidir. Bunlardan bazıları, belirli ilaçları almak, destekleyici sutyen takmak ve ısıtma yastıkları kullanmaktır. Hormonal değişiklikler ruh hali değişimlerine ve diğer semptomlara yol açabileceğinden, hamile kadınların zihinsel sağlıklarına odaklanmaları da önemlidir. Göğüs hassasiyeti hamilelik sırasında sık görülen bir semptomdur, ancak bazı kadınlar bunu bebek doğmadan önce yaşarlar. Doğumdan sonra gebelik öncesi figürün ve bebekle kurulan emzirme ilişkisinin yeniden kazanılması zaman alabilir.
0 notes
liderbeslenme-blog · 3 years
Link
Kolesterol nedir?..hayvansal gıda kaynaklı steroid ve alkol bileşenlerinin halk arasında bilinen adıdır. Kolesterol belirtileri müzmin baş dönmesi,çabuk yorulma,halsizlik,nefes darlığı,açık yaralarda bariz geç kapanma,göz çevresinde oluşan yağ bezeleri ve en önemlisi günlük hayatın tamamı ile değişmesi kötü hissetmek. Kolestrol yüksekliği genelde çoklu doymamış yağlardan,hazır yiyeceklerden,vitamin yoksunu gıdalardan,şeker ve mısır şurubu gibi gıdalardan kaynaklanır.Lezzet mi sağlık mı diye sormadan edemiyoruz. Kolestrol nasıl düşürülür?.Uygun beslenme,zeytinyağı,ayçiçek,mısır,gibi yağlar.Deniz balığı ve omega 3 kaynaklarından,yağı azaltılmış süt ve süt ürünlerinden,tam buğday ekmeği,renkli ve çeşitli meyve ve sebzelerden,yeşil çay ve su tüketimi de sayılabilir.Hareket en son aşamada imdada yetişebilir. Kolestrol ilaçları kullananlara bunu ye şunu içi diyemeyiz elbet doktor önerilerini takip edebilirler. Kolesterol neden olur?Örnek verecek olursak yüksek yağlı etler,sucuk,aşırı işlenmiş köfteler,Facefood yiyecekler,sakatat ve koruyucular ve baharat ile tadı değiştirilen sakatat olabilir. Kolesterol Düşürmek için birçok farklı yöntemi kullanmak gerekebilir Mesela daha az yağlı etleri tercih edebiliriz eti pişirme şeklini değiştirebiliriz Bu arada renkli sebzeler meyveler ve lif oranı yüksek gıdalar tercihleriniz arasında sıralayabiliriz. Farklı kronik rahatsızlık da insanları kolesterol düşüren gıdalara yönelmesi gayet normal ancak süreç yavaş ve doğal akışında takip edilmelidir.Mesela keten tohumu,kalp-kanser-felç tedbiri gıdasıdır. Kolesterolü düşürmenin yolları her zaman olduğu gibi Can boğazdan gelir mantığının dışında ilerliyor.Bu insani tercihimiz kendimize verdiğimiz değer ölçüsünü gösterecektir.herbalifeline max Muhteşem bir omega-3 kaynağıdır Hani hep söylenen kötü ve Lanetli kolesterol adıyla bilinen LDL ve dost yanı olan HDL üzerinde olumlu etkilere sahiptir. Yani şimdi saydıklarımızı  Uygulamak bize zor geliyor diyen var mı?..Açıkçası bu yöntemin haricinde kolesterolden kurtulmanın yolları var mıdır bilemeyeceğim.beslenme kaynaklı Sıkıntılar Aynen beslenme ile düzeltilebilir geriye kalan kısmı ise hareket bütün içerisinde çözülebilir. Toparlamış olalım kolesterole ne iyi gelir?..Kolesterole ne yemeli ne yememeli dersek;yağlı işlenmiş gıdalardan,rafine şeker ve aşırı alkol-sigaradan uzak durmak gerekir.Beslenmenizde yüksek lifli gıdalar yemeli,suyu kararında içmeli,sebze meyvelerden faydalanmalı eti tavada yağlı değil de haşlama ve ızgara yağsız olarak tercih etmeliyiz.
0 notes
backlinkci · 2 years
Text
Erkeklerde Cinsel İsteksizlik Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi
Erkeklerde Cinsel İsteksizlik Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi Cinsel isteksizlik nedir? Erkekte cinsel isteksizlik, en az altı ay süre ile cinsel fantezilerin olmaması ile birlikte tüm cinsel ilişki ve mastürbasyon gibi cinsel aktiviteden uzaklaşma şeklinde tanımlanabilir. Yaşam koşulların ağırlığı, iş hayatındaki stres ve sağlık sorunları, aşırı alkol ve tütün tüketimi cinsel hayatımızı olumsuz yönde etkileyebilir. Kısa süreli cinsel isteksizlik normal kabul edilebilir, uzun süre devam eden cinsel isteksizlik ciddi sağlık sorunları ile birlikte olabilir. Erkeklerde cinsel isteksizlik genel olarak az görüldüğü düşünülür ama aslında sık görülen bir sağlık problemidir ve erkeklerde %20 oranında görüldüğü tahmin edilmektedir. Cinsel isteksizliği olan erkeklerin yaşam beklentisinin daha az olduğu gösterilmiştir.
Cinsel isteksizlik belirtileri Erkekte yaşanan cinsel isteksizlik; cinsel istek azalması, cinsel soğukluk, azalmış cinsel dürtü, azalmış cinsel arzu ve isteksizlik, yetersiz ereksiyon, gece ereksiyonlarının kaybolması şeklinde ortaya çıkar. Ayrıca vücut kıllarında ve sakal çıkmasında azalma, sürekli aşırı yorgunluk ve halsizlik hissi, vücut kas kitlesinde azalma, depresyon belirtilerinin görülmesi duygudurum değişiklikleri, uyku bozuklukları, unutkanlık, hafızada azalma, konsantrasyonda bozulma, düşük enerji, çabuk yorulma, iş performansında azalma buna eşlik eder. Kişinin yaşam kalitesinde azalma belirgin olur.
Cinsel isteksizlik yüksek oranda psikolojik nedenlerle de ortaya çıkabilir. Depresyon, evlilik sorunları, aldatma/aldatılma, performans anksiyetesi, eşini mutlu edememe korkusu, eşle olan uyumsuzluk ve çatışmalar, çocukluk döneminde yaşanan cinsel travmalar, ilişkiye gerekli özenin gösterilmemesi bu nedenler arasındadır.
Organik nedene bağlı cinsel isteksizlikte; cinsel ilişkiye girme isteğinde ve sıklığında azalma olur. Cinsel içerikli söz, görüntü ve dokunma bile cinsel istek bakımından uyarıcı olmayabilir. Cinsel düşünce fantazilerde azalma olur. Cinsel isteksizlik durumunun uzun süreli olması kişide ve partnerinde rahatsızlık hissi yaratır.
Erkekte cinsel isteksizlik nedenleri Depresyon, kronik alkol ve tütün kullanımı, madde bağımlılığı, hareketsiz yaşam ve stres, fazla kilo, tiroid fonksiyon bozukluğu, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp rahatsızlıkları, böbrek ve karaciğer yetmezliği, bazı tansiyon ilaçları, prostat rahatsızlıkları, testis fonksiyon bozuklukları, hipofiz hastalıkları cinsel istekte azalmaya neden olur.
Antidepresanlar, kolesterol ilaçları, kellik ilaçları, anti androjenler, kanser ilaçları, prostat kanserinde kullanılan ilaçlar, tansiyon ilaçları ve bazı kalp ilaçları da cinsel istekte azalmaya neden olabilirler.
Çiftler arası iletişim bozukluğu ve sık tartışma yaşanması, güven problemleri cinsel isteksizliğe neden olabilir. Cinsel ilişkide soruna yol açabilecek yetersiz ereksiyon, erken boşalma, peniste eğrilik, vajinal kuruluk gibi nedenler cinsel isteksizliğe neden olabilir.
Cinsel isteksizlik nasıl teşhis edilir? Genellikle hastalar cinsel isteksizlikten yakınma şikayeti ile müracaat ederler. Cinsel isteksizlik tanısı için hastanın cinsel durumunun sorgulanması gerekir. Ayrıca geçirmiş olduğu hastalıklar, kullandığı ilaçlar, alışkanlıkları, kilo durumu, psikolojik durumları ve ilişki durumları ayrıntılı şekilde sorgulanır.
Ayrıntılı ürogenital muayene yapılması gerekir. Fizik muayene ile prostat hastalıkları ve testosteron eksiklik belirtileri saptanabilir. İleri derecede varikosel testis boyutlarında küçülme ve testiküler fonksiyon bozukluğuna neden olabilir. Varikosel testosteron sentezini azaltarak cinsel isteksizliğe neden olabilir. Prostat büyümesi ile ilgili şikayetleri olan kişilerde gece uyku düzeni bozulur. BPH şikayetleri olan hastalarda cinsel isteksizlik gelişebilir. Şeker hastalığı kronik bir hastalık olması ve prostat üzerine etkileri nedeni ile cinsel isteksizliğe neden olabilir. Hasta metabolik olarak değerlendirilmeli, kanda böbrek fonksiyon testleri, PSA, testosteron, prolaktin, kan şekeri profili ile lipit profili, D vitamini düzeyleri tamkan sayımı araştırılmalıdır.
Testosteron düzeyi 22-25 yaşında en üst düzeydeyken daha sonraları tedricen azalmaya başlaması fizyolojik bir durumdur. Testosteron hormonu seviyesi genellikle sabah 7-11 arası aç karına olarak bakılmalıdır. Tek ölçüm yeterli olmayabilir. Çoğunlukla iki kez ölçüm yapılması tercih edilir. Tespit edilen değerin 280 nanogram/dl altında olması, kişide testosteron hormon seviyesinin normalin altında olduğunu gösterir
Erkekte cinsel isteksizlik tedavisi Tedavi cinsel isteksizliğe neden olan sorun tespitine göre yapılır. Hastalarda detaylı metabolik değerlendirme sonucu saptanan sebebe yönelik tedavi yapılır. Genellikle prostata yönelik sebepler gözden kaçar ve detaylı bir muayene gerektirir. Prostatitler önemli derecede cinsel istekte azalmaya neden olabilirler. BPH nedeni ile kullanılan 5-alfa redüktaz inhibitörü kullanımı cinsel istekte azalmaya neden olabilir. Yaşam tarzı değişiklikleri tedavide önemli yer tutar.
Hastalara sigara ve alkol kullanımının azaltılması, kilo verilmesi, diyet uygulanması, egzersiz yapılması, düzenli uyku ve dengeli beslenme önerilir.
Düzenli uyku en önemli cinsel uyarıcılardan biridir.
Cinsel gücü artırmak için sporun yaşamın bir parçası yapılması önerilir. Egzersiz yaparak cinsel isteğinizi artırabilirsiniz. Vücudunuzu çok fazla zorlayan sporlardan kaçınmalısınız.
Kilo vererek kandaki testosteron düzeyini artırabilirsiniz.
Ginseng, rezene, karanfil, polen, zencefil, tarçın, hardal, meyan kökü, vanilya, roka, maydanoz, kekik, arı sütü gibi bitkilerle, çilek, istridye, muz, çikolata, fındık, keçiboynuzu, kakao yağı gibi yiyecekler hormon ve öncü maddelerini tetikleyerek cinsel isteği artırmaktadır. Bu yiyeceklerin dengeli ve düzenli olarak tüketilmesi cinsel isteği artırmakta önemli rol oynamaktadır.
Stres, cinsel isteğinizi azaltabilir. Yaşanılan güçlü stresler cinsel isteksizliğe neden olabilir. Stresi azaltmaya ya da kontrol etmeye yardımcı davranışlar cinsel istekte artışa neden olabilir.
Sauna, hamam, buhar banyosu kan dolaşımını hızlandırarak vücutta ısı artışına neden olarak cinsel enerjinin ve cinsel isteğin artmasına neden olur.
Antidepresan gibi cinsel isteksizlik yaratacak ilaç kullananlarda, ilaç dozunun azaltılması ya da ilaç değişimi planlanabilir.
BPH nedeni ile 5-alfa redüktaz kullananlarda ilaç değiştirilebilir.
Hastanın psikolojik problemleri varsa psikiyatrik yardımı, ilişki problemleri ya da eş problemi varsa çift terapisi yararlı olabilir.
Cinsel isteksizlik tedavisi nedeni ile afrodizyak ilaçlar da kullanılmaktadır. Bunlar cinsel gücü ve cinsel isteği artırma özellikleri nedeni ile tercih edilen ilaçlardır. Çeşitli bitki ve kimyasalların karışımı ile elde edilen afrodizyaklar sürekli kullanımda uykusuzluk, baş ağrısı, çarpıntı gibi yan etkilere neden olabilirler. Doktor önerisi olmadan kullanılmamalıdır.
Cinsel isteksizliğin en sık nedeni testosteron eksikliğidir. Testosteron eksikliğinin nedeni araştırıldıktan sonra hastalara testosteron eksikliği için tedavi önerilebilinir. Testosteron eksikliğinin yanı sıra prolaktin, TSH ve estradiol düzeyleri araştırılmalı gerekli tedavi uygulanmalıdır. Ancak genç erişkin ve çocuk sahibi olmak isteyenlere testosteron tedavisi hemen başlanmamalıdır. Testosteron tedavisine başlanmadan önce prostat kanseri ve eritrositozis yönünden araştırma yapılmalıdır. Testosteron kısa etkili ve uzun etkili enjeksiyon şeklinde uygulanabildiği gibi kılsız bölge cildine sürülecek jel formları da mevcuttur. Testosteron tedavisinin izlenmesi ve oluşabilecek yan etkilerinin takibi çok önemlidir. Uygulanan hormon tedavisi karaciğer fonksiyon bozukluğuna, kan tablosunda değişikliklere, kalp sorunlarına, prostat şikayetlerinin artmasına neden olabilir. Yakından takip edilmelidir.
Doç. Dr. İzak Dalva Bayındır Söğütözü Hastanesi Üroloji Bölüm Başkanı
16.07.2021
0 notes