Tumgik
#hurma dünyası
enatech · 1 year
Text
Aktar Hurma Sepeti
http://www.hurmasepeti.net.tr
0 notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Kökeni Sümer Mitolojisine Dayanan Eski Bir Hikaye: Habil ile Kabil
BÖLÜM 1-)
kökeni sümer mitolojisi'ne dayanan eski bir hikayedir habil ile kabil. lakin kökeni dumuzi, enkimdu ve inanna'nın hikayesinde değildir. tevrat, incil ve kuran'daki habil ile kabil hikayesinin bilinen en yakın karşılığı, sümer geleneğinde emeş ile enten'in hikayesidir. bu mit samuel noah kramer tarafından bulunmuş, çevrilmiş ve yayımlanmıştır. emeş ile enten mitinde bu iki kardeş, insan olarak değil, yarı tanrı yarı insan hizmetkar varlıklar olarak anılır. sümerler'in baş tanrılarından biri olan hava tanrısı enlil, her tür ağaç ve bitkiyi filizlendirmeyi, her tür hayvanı beslemeyi, yer yüzünde bolluğu ve bereketi sağlamayı aklına koyar. bu amaçla iki kültürel varlık olan emeş ile enten'i yaratır. bu sırada bildiğimiz manada insan henüz yaratılmamıştır. enlil bu iki canlıyı, yarı tanrı yarı insan diyebileceğimiz bir nitelikte, yer yüzünde bitki ve hayvanların ıslah edilmesi için yaratmıştır. enlil iki kardeşe görevler verir. enten hayvancılık, emeş ise çiftçilik yapacaktır.enten hayvanclılığın altından başarıyla kalkar, hatta kardeşinin yapamadığı, yapmakta zorlandığı ve yarım yamalak yaptığı çiftçiliğe de el atar. hurma ağaçlarını, üzümü, tahılı ıslah eder. kardeşlerin arasında bir rekabet doğmaya başlayınca, emeş enten'in "tanrıların çiftçisi" olma iddiasına meydan okur. çünkü enten emeş'in işlerini bile ondan daha iyi yapar hale gelmiş ve tanrıların gözünde yükselmiştir. aralarında anlaşmazlık yaşayan iki kardeş, nippur'a, tanrı babaları enlil'in huzuruna giderler. enten emeş'ten şikayetçi olur. ve enlil konuşur:"bütün ülkelere yaşam veren kutsal sular enten'den sorulur. tanrıların kutsal çiftçisi olarak, her şeyi o üretir. emeş, oğlum, kendini kardeşin enten'le neden bir tutuyorsun?"iki kardeş, sami mitlerinde gördüğümüz sonucun aksine sümer'deki anlatıda kavgalarına devam etmezler ve barışırlar. bu da sümer edebiyatının ve uygarlığının pozitif yönünü yansıtmaktadır. bu sonuç mitin son satırlarında da açıkça görülür. iki kardeş, yer yüzünün yararı ve refahı için akıllıca davranmaya karar vermiştir.işte bu sonuç, sümer kültürünün, halefi sami kültürlerine kıyasla ne kadar pragmatist bir yapı teşkil ettiğinin en güzel kanıtlarından biridir
Tumblr media
sümer mitolojisi bu özelliğiyle, mistik ve sorgulamadan uzak sami mitolojisiyle değil, tamamen insani ve akılcı olan hellen ve roma mitolojileriyle bağdaşır. nitekim sami mitlerinde olduğu gibi hellen ve roma'ya da kaynaklık etmiştir. hikayemiz şöyle güzel bir sonla biter ekleme: bazı noktaları eklemek istiyorum. sümeroloji'nin ilk yıllarından itibaren, tüm yönleriyle bilinen dumuzi ve enkimdu hikayesi, bir çok araştırmacı tarafından habil ile kabil hikayesinin kökeni olarak yorumlanıyordu. samuel noah kramer, philadelphia üniversitesi tablet arşivleri'nde ve istanbul eski şark eserleri müzesi'nde emeş ile enten mitinin parçalarını bulup birleştirmiş, ve bir anda, yıllardır enkimdu ve dumuzi ile bağdaştırılan habil ile kabil hikayesi hakkındaki bütün bilinenleri alt üst etmiştir. bunu yaptığı tarih 1972. keşif dolayısıyla dumuzi ve enkimdu hikayesi tamamen bir yanlış anlamadır ve habil ile kabil hikayesinin asıl kökeni bulunmuştur. sümeroloji dünyası da bu yanlış anlamadan geri dönmüştür. ama tabi bu kramer'in keşfinden hemen sonra olmamıştır. zira keşif sümerolojinin gelişimine kıyasla oldukça geç bir tarihte. zamanla bilim camiasında kabul görmeye başlamıştır ancak hala bazı akademik olmayan kaynaklarda dumuzi ve enkimdu hikayesinin habil ile kabil hikayesiyle bağdaştırılması, bu kaynakların kendilerinin güncellememelerinden ve ciddi bilgi kaynakları olmamalarından kaynaklanır.kramer, sümer mitolojisi adlı eserinin 1962 baskısında "düşük ihtimalle de olsa" dumuzi ve enkimdu'nun habil ile kabil hikayesinin kaynağı olduğunu söylemiştir. ancak 1972'deki keşiflerden sonra yapılan ikinci baskıda emeş ile enten hikayesi vardır ve kramer, dumuzi ve enkimdu için "habil ve kabil hikayesinin başka ve uzak bir motifi, gerçi artık bu ikisinin onlar olmadığını biliyoruz." demiştir.
6 notes · View notes
ruyatabiricomtr · 5 months
Link
Rüyada Hurma Görmek - https://ruyatabiri.com.tr/ruyada-hurma-gormek/?feed_id=9977&_unique_id=657ac3eeddd91
0 notes
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media
Peygamberimiz (s.a.v) bir gün ashabına, “Size cennetlik kadınların kimler olduğunu haber vereyim mi?” buyurdu.Ashap, “Buyrun, haber verin yâ Resûlallah” dediler.Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu saadeti hak eden kadınları şöyle tanıttı:“Onlar kocalarını çok severler. Onlara çocuk verirler.Bir kızgınlık anında veya kendisine kötü davranıldığında ya da kocası ona kızdığında elini kocasının elinin üzerine koyar ve ona, işte elim elinde; sen benden razı olmadıkça uyku uyumayacağım��� der.”Böyle bir kadın karşısında eriyip yumuşamayacak ve kusurun biraz da kendisinde olduğunu söylemeyecek erkek çok azdır.Kocasına karşı tevazu gösterip sabırla bu formülü uygulayan kadın dünyası da âhireti de cennet olur.Böyle özür dileyen bir kadının özrünü kabul etmeyen ve ona hâlâ sert davranan erkeğin de hesabını Allah görür.Kaynak: Taberânî, et-Kebîr, 19/140; el-Evsat, nr. 1764; Heysemî, Mecmau’z-#Nisa 150-151;
"Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkar ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kafirlerdir. Biz de kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.""
PEYGAMBERİMİZ SORDU ŞEYTAN CEVAPLADI
- Ya mel"un! Beraber oturduğun arkadaşın kimlerdir?
- Faiz yiyenler.
- Dostların kimlerdir?
- Zina edenler, yalan söyleyenler.
- Yatak arkadaşların ve hizmetçilerin kimlerdir?
- İçki içenler, sarhoşlar.
- Misafirlerin kimlerdir?
- Hırsızlar.
- Elçîn ve habercilerin kimlerdir?
- Sihirbazlar. .
- Gözünün nuru nedir?
- Talak"a (Karısını boşamak için) yemin edenler.
- Sevgililerin kimlerdir?
- Cuma namazını terkedenler.
- Hazinedarın?
- Zekat vermeyenler.
- Peki, ya lain, senin kalbini ne kırar?
- Allah rızası için cihada giden atların kişnemesi.
- Senin cismim ne eritir?
- Günahlarına tövbe edenlerin tövbesi.
- Ciğerini parçalayan nedir?
- Gece ve gündüz Allah"a çokça yapılan istiğfar.
- Peki, yüzünü ne kara eder?
- Gizlice verilen sadaka.
- Gözünü kör eden?
- Teheccüd (gece) namazı.
- Başım eğdiren?
- Çokça cemaatle kılınan namaz ve sana devamlı getirilen salavat.
- Sana göre insanların en sevimli-si kimdir?
- Namazlarım bilerek kasden bırakanlar.
- Sana göre insanların en şakîsi kimdir?
- Cömertler.
- Seni işinden ne alıkoyar?
- Alimlerin meclisleri.
- Ebu Bekir için ne dersin?
- Cahiliyyet devrinde bile bana itaat etmeyen O. İslam"a girdikten sonra mı itaat edip yalan söyleyecek?
- Peki Ömer için ne dersin?
- Her gördüğüm yerde ondan kaçarım.
- Peki Osman için?
- O"ndan pek çok utanırım.
- Peki ya Ali için ne dersin?
- O"nunla başa çıkamam! Beni kendi başıma bıraksa. Ben de O"nu bıraksam. Ama O beni bırakmaz.
KAYNAK;Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin SECERET ' ÜL KEVN eserinden özetlenerek alınmıştır.
Huzurlu Evlilik için Kadının Gözden Kaçırdıkları
Âile yuvasında huzur ve saâdeti temin etmek için bir kadının dikkat edeceği hususlar nelerdir? Bir hanım evinde, günlük hayatında nelere dikkat etmelidir? İşte cevabı…Her şeyden önce hanımlar, yaratılışımızın bir îcâbı olarak Allah’a kulluğa ve takvâya riâyet etmelidir. Bu hususta ibadete, namaz ve niyaza dikkat etmenin yanında helâl ve harama da îtinâ göstermelidirler.Âile içinde hanımın takvâ ve istikâmeti; kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hattâ komşularını hayır ve hasenâta teşvik edecek mâhiyette olmalıdır. Sâliha bir hanım, etrafına saâdet saçan, cennet kokulu bir çiçektir.Hanımlar için Allah’a kulluktan sonra gelen en mühim vazife; kocalarını ve âile fertlerini mesut etmektir. Kocalarını memnun etmek ve âile saâdetine gölge düşürmemek kadınlara Rabbimizin rızâsını kazandırır. Nitekim Peygamber Efendimiz:“Sâliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhafaza eder.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857) buyurmuştur.O hâlde bir kadın, kocasının memnuniyetinin yollarını arayıp bulmalı, onun rızâsını kollamalıdır.
HANIMIN EVDE VE GÜNLÜK HAYATTA DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR Evin içindeyken, kendine îtinâ göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması onun gözünden düşmesi için yeterlidir. Kocasının yanında, göze hoş gelmeyecek her türlü görüntüden uzak olmalıdır. Evde aradığını bulamayan kimsenin gönlü, dışarıda yanlış yerlere doğru kayar ve nihayet âile saâdeti zaafa uğrar. Bu yüzden ev içinde kadın, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı; eşine saâdet ve huzur tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam eve dönmekten nefret etmemelidir.Sâliha bir hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.Aşırı alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu kaçırmamaya çalışmalıdırlar. Bu konuda ashâb-ı kirâmdan Ümmü Süleym’in kocasına karşı tavrı ne güzeldir. Çocuğu vefat etmiş olduğu hâlde bu, onu kocasına hizmet ve fedâkârlıktan alıkoymamıştır. Rivâyet edilir ki, Ebû Talhâ’nın ağır hasta olan oğlu, kendisi evde yokken vefat etmişti. Ümmü Süleym, çocuğun vefat ettiğini görünce onu gasledip kefenledi. Ebû Talhâ gelince:“–Oğlan nasıldır?” diye sordu. Ümmü Süleym:“–Çocuğun ıstırabı sakinleşti, istirahat ettiğini zannediyorum.” dedi. Ümmü Süleym, ev halkına:“–Sakın Ebû Talhâ’ya oğlunun öldüğünü söylemeyin, tâ ki ben söyleyinceye kadar!..” diyerek sıkı tenbihatta bulundu. Sonra kocasının yemeğini getirdi. Ebu Talhâ yemeğini yedi. Ümmü Süleym süslenip zevcesine göründü. Beraberce istirahate çekildiler. Sabah olunca, Ebû Talhâ evden çıkmak istediği sırada, zeki ve takvâ sahibi bir hanım olan Ümmü Süleym:“–Ey Ebû Talhâ, şu komşumuzun yaptığına bak, kullanmak üzere aldığı emâneti istediğim zaman vermek istemediler.” dedi. Ebû Talhâ:“–Hiç olur mu, iyi etmemişler!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym:“–Ey Ebû Talhâ, oğlun senin yanında Allah’ın bir emânetiydi, onu geri aldı.” deyiverdi. Ebû Talhâ birden şaşırdı, sustu ve sonra: ِانّا للهِ وَ اِنّاَ اِلَيْهِ رَاجِعُون “–Biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyebildi. Namaz için mescide gittiğinde olan biteni Hazret-i Peygambere anlattı. Allah Rasûlü:“–Cenâb-ı Hak, bu gecenizi mübârek kılsın.” diye duâ etti. Bu duâ üzerine daha bir yıl geçmeden Allah, bu âileye bir erkek evlât daha ihsan buyurdu. Peygamber Efendimiz bu yeni doğan çocuğa hurma yedirerek duâda bulundu ve ismini “Abdullah” koydu. Yine bu duânın bereketiyle Abdullah’ın dokuz veya yedi çocuğu olduğu ve hepsinin kurrâ hâfız oldukları rivâyet edilmiştir. (Buhâri, Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s-sahâbe 107)Soru: Kimileri Kuranda kaza namazı geçmiyor kaza namazı yoktur diyor! Kaza namazı var mıdır ve kaza namazının delili nedir? Peygamber efendimiz kaza namazı kılmış mıdır? Kısa Cevap: Kasten namazı terk etme günahının, kaza ile telâfisinin mümkün olmayacağı, esasen Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bu konudaki söz ve uygulamalarının hep mazeret sebebiyle vakti geçirilmiş namazlarla ilgili olduğu düşüncesinden hareketle, bazı kimseler kasten, bile bile terk edilmiş olan namazların kaza edilemeyeceği görüşünde iseler de, başta dört mezhep müctehid ve fakihleri olmak üzere İslâm âlimlerinin cumhuruna (çoğunluğuna) göre, edası farz olan namazların, mazeretsiz, kasten terk edilmiş de olsa, kazası da farzdır.
Detaylı Cevap:Kur’an’da vaktinde kılınamayan namazların kaza edilmesi ile ilgili olarak açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi vaktinde kılamadığı namazları kaza etmiş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir.Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)“Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın. Onun kefareti ancak budur.” buyurmuştur.| Buhari, Mevakitü’s-Salati, No: 572; Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 56 H. No: 1592
Yine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hendek savaşı sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını kılamamışlar; bunun üzerine“Bizi ikindi namazından alıkoydular. Allah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun” diye beddua etmiş ve ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kaza etmiştir.| Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 36, H. No: 1450
Ayrıca Hayber Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında uyuya kalmışlar ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza etmişlerdir (Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 56, H. No: 1592).Beş vakit namazın farzı ve vitir namazı kaza edilir. Kazaya kalan sabah namazı, o günün öğle vaktinden önce kaza edilecekse sünneti de kaza edilir.Ayrıca öğle namazının dört rekatlık ilk sünneti de, vakit çıkmadıkça öğlenin farzından sonra kılınır. Öte yandan geçmiş namazlar, kazaya nasıl kaldıysa öyle kılınırlar, yani seferi olarak kaldıysa seferi, mukim olarak kaldıysa mukim gibi kaza edilir| Mevsili, İhtiyar, İstanbul, I, 63-65Unutma ve uyuma gibi bir mazeret olmaksızın, kasıtlı olarak terk edilen namazların kazası ile ilgili herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat bu, kasıtlı olarak terk edilen namazların kazasının gerekmediği anlamına gelmez.Zira, örneğin, Ramazan’da kasıtlı olarak cinsel ilişkiye girerek orucunu bozan kimseye Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hem keffareti hem de o günkü orucun kazasını emretmesi (Beyhaki, Sünen, Daru’l-Fikr, ts. , IV, 226), bir farz ibadetin kasıtlı olarak terk edilmesi durumunda da kazasının gerektiğine delildir. Öte yandan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bir mazerete dayalı olarak vaktinde kılamadığı namazları kaza etmesi ve sahabeye de bu yönde emir buyurmasına bakılacak olursa, mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilmesinin evleviyetle gerekli olacağı sonucuna ulaşılır (Nevevi, el-Mecmu’, Daru’l-Fikr, ts. , III, 71)Hz.Cebrail Cehennemi Ziyaret Eder ve Ümmetin Halini Anlatır.Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emreder: – Ya Cibril, git Malik’ten ümmet-i Muhammedin halini öğren! Cebrail aleyhisselam, Cehennem kapısına gidip sorar: – Ya Malik, ümmet-i Muhammedin hali nicedir? – Pek fenadır. – Onları görebilir miyim? – Tabii, der.Ve Cehennem perdesini aralar.O anda azap çeken müminleri görür. Müminler de onu görürler. Güzelliğine hayran kalıp Malike seslenirler: – Ey Malik, kimdir bu zat? Malik; – O, Cebrail’dir ki, Muhammed aleyhisselama vahiy getirmiştir, der. Onlar, Muhammed aleyhisselam ismini işitince, hep birden bağırırlar: – Ey Cebrail, ne olur, Peygamber efendimize bizden selam ilet ve şu halimizi bildir ona.Cebrail aleyhisselam; – Hayhay, söylerim, der. Ve üzüntüyle ayrılıp, huzur-u ilahiye varır. Hak teâlâ, sorar: – Ya Cibril! Ümmet-i Muhammedin hali nicedir? – Çok fenadır ya Rabbi.Hak teâlâ; – Bunu, Habibime de haber ver! buyurur. Cebrail aleyhisselam; – Başüstüne ya Rabbi, der. Ve emri getirir yerine.Efendimiz aleyhisselam işitince, çok üzülür bu habere. Arş-ı alâya varıp secdeye kapanır:Rabbimiz “celle celalüh” buyurur ki: – Ey Habibim, secdeden kalk ve iste! Tek dileğim, ümmetim Efendimiz aleyhisselam secdeden doğrulup arzeder: – Ya Rabbi, tek dileğim, günahkâr ümmetimin ateşten kurtulmasıdır.Hak teâlâ buyurur ki: – Ey Resulüm! Git çıkar onları ateşten! O Server, oradan ayrılıp Cehennem önüne gelir.
Ve Malike selam verir. Malik, ona tazim edip ayağa kalkar: – Ve aleyküm selam.Efendimiz aleyhisselam rica eder: – Ümmetimi görebilir miyim? – Tabii, emredersin, der. Ve aralar perdeyi. Günahkâr müminler, Efendimiz aleyhisselamı görür görmez, hep birden; – Kurtar bizi ya Resulallah! diye feryat ederler.Efendimiz aleyhisselam çıkarır hepsini Cehennemden. Kâfirler, bu çıkanları görünce hayıflanır; – “Aah! Keşke biz de ehl-i iman olsaydık da, şunlar gibi biz de ateşten kurtulsaydık” derler.Ancak heyhat! Onlar sonsuz kalırlar o ateşte.Yetimlerin veliler tarafından mal veya güzelliğine tamah edilerek başkaları ile evlenmelerine engel olunup, uygun olmayan bir mehir ile kendilerine zorla nikah ve can ve mal açısından zarara uğratılmaları ve bu şekilde mal ve güzelliği az olan yetimlere hiç rağbet edilmeyerek tamamen sefilliğe düşürülmeleri âyetin inmesinin esas sebebi olmuş ve bunun için âyet, emirden önce yasağı kapsamış ve bütün kadınlara adaletle davranma gayesi de inmesinin hikmeti olmuştur.
Ve işte birden fazla kadınla evlenmeyi sınırlandırma, bu hikmetlerin ve faydaların bazıları olduğu gibi, birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmek de kadınların sefaletine meydan vermemek ve tarlayı (çocuk verecek anaları) artırma hikmet ve faydasını kapsamıştır.
Yukarıda dul kadınlara bile yetim denildiğini açıklamıştık. Âyetin inme sebebi gerek yalnızca küçük yetimler olsun ve gerekse kayıtsız olarak kendileri ile evlenilmiş kadınlarla da ilgili bulunsun, her şekilde âyetin mutlak surette kadınlara adaletli davranma hikmet ve gayesi ile ilgili bulunduğu da açıkça bellidir. Bundan dolayı âyetin iniş sebebinin özel oluşu, mânâ ve hükmünün de özel olmasını gerektirmeyeceğinden, (VE İN HIFTUM...) da yetimler, delalet yolu ile olsa bile, dul kadınları da kapsayan genel bir mânâ ile ele alınırsa, âyetin hükmü ve hikmeti daha fazla bir açıklık ile düşünülebilecektir.
Demek ki, âyetin iniş sebebi bakımından velilerle ve kocalarla ve bir dereceye kadar özel menfaatlerle ilgili olan bu âyet, hüküm ve hikmet ve iniş gayesi açısından onlarla beraber kamuyu ve kamu yararını ilgilendiriyor. Ve bunun için evlenme ile ilgili meseleler, kul haklarından başka bir de Allah hakkını ve kamu hakkını kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki, evlenme, bir bakımdan hak ve bir bakımdan vazifedir. Hem muamele, hem de ibadettir.
Allah Teâlâ, en açık şekilde acıma ve şefkata müstahak olan yakınlara ve yetimlere dikkati çektikten sonra, her iki ince duygunun heyecanının etkisi altında adalet duygusunu tahrik ederek hayat ve insanlığın mutluluğunun gelişme kanunu olan ve malî meseleler ile de ilgisi bulunan evlenme işinin, hem hak ve hem vazife yönlerine sahip, bir bakımdan genişlemeyi ve bir bakımdan sınırlamayı kapsayan ve kadınla erkek arasındaki yaratılışta var olan ilişkinin bütün inceliklerini içerecek bir şekilde tesbit etmiş ve genel olarak erkekleri teşvik ile kadınları korumaya sevketmiş ve cefa ve haksızlıktan, ahlâksızlıktan, fuhuştan men etmiş ve iğrendirmiştir.
Yetimlerin ve kadınların haklarının ve bu hakları korumanın genel vazifeler arasında bulunduğunu ve bu konuda evlenmenin önemli bir esas meydana getirdiğini ve akla uygun olan birden fazla kadınla evlenmenin, kadınların hakları ve kadın cinsinin şerefinin gereklerinden olduğunu ve fakat bunun kadınlara adaletle davranma gayesini bozmayacak bir adalet ve nöbet taksimi ile tatbik edilmesinin gerektiğini ve bu şekilde birden fazla kadınla evlenmenin erkeklere ağır yük ve vazifeler yüklediğinden dolayı hakka riâyet edemeyip adaletsizlikten korkanların bir kadınla veya cariyelerle yetinmeleri lazım geleceğini anlatmış ve siz Allah'ın sakındırma emirlerine karşı yetimlerin ve kadınların haklarını gözetmemekten korkan insanlarsınız, durumunuza göre bu etraflı açıklama çerçevesinde hareket etmeniz gerekir, buyurmuştur ki, işte (VE İN HIFTUM...) "Yetimler hakkında adalet yapmamaktan korkarsanız." şartının mânâsı bu oluyor.
Burada önce şu soru akla gelebilir: Bu şart bulunmazsa ne olacak? Burada korkunun gerçek mânâsına göre böyle bir soru mümkün değildir. Çünkü yetimler hakkında adaletsizlikten korkmamak bir küfür demek olur. Bundan dolayı herhangi bir mümin için bu, (VE İN HIFTUM) şartının bulunmamasını düşünmek bir çelişki meydana getirir. Bu şart bulunmayınca cezasının küfür olacağı bellidir. Bu açıdan bu şart, emrini kayıt ve şarta bağlamaz, onu destekleme mânâsındadır.
Fakat "korkarsanız" demek (VE İN HIFTUM...) de olduğu gibi mecaz olarak "bilirseniz, bir haksızlık olacağını zannederseniz," mânâsına olduğu takdirde durum böyle değildir. Bu şartın bulunmadığını farzetmek mümkündür. Bu şekilde yetimler hakkında haksızlık olmayacağı, onların ne mallarına, ne canlarına, ne ırzlarına bir tecavüz edilmeyeceği bilinir. Haksızlık düşünülmezse ne olacağını belirlemek âyetin mefhüm-ı muhalifine ait bir hüküm olacağından dolayı bunu belirtmek bir ictihad meselesi olur. Hz. Âişe de iniş sebebine göre bunun bir çözüm şeklini göstermiştir. Mantığa göre bir şart önermesinde önde bulunan cümlenin gerçekleşmemesinden, sonra gelen cümlenin gerçekleşmemesi lazım gelmeyeceğinden dolayı yukarıda zikredilen korku bulunmadığı takdirde de gerek bir ve gerek birden fazla kadınla evlenme akdi yapılamayacağı anlaşılmaz. Bunun için müctehid imamlardan ve tefsircilerden hiç biri, bu şartın Hz. Âişe'nin söylediği küçük kızların mehrinden başka yargı açısından bir hükmü anlattığını söylememiştir. Her iki mânâ ile korku şartı, kalble ilgili işlerden olduğu için yargı açısından değil, ancak dindarlık açısından bir hüküm ifade eder. ÇünküÇünkü adalet yapamayacağını bilen bir adam, birden fazla kadınla evlenirse haksızlıktan sakınmadığı için günahkar olur. Fakat evlenmede, dörtten fazla kadınla evlenmiş gibi bu evlenme hükümsüz ve bozulmuş olmaz. Nafaka, soy gibi yargı ile ilgili hükümler gerçekleşir. Ve evlenmeden sonra haksızlıktan sakınabilirse yine sevab kazanmış olur.
Şu halde (fenkihû) emrinin anlamı nedir? Emir zahiren vacib mânâsına geldiği için, Zahiriyye (mezhebine mensup olanlar), bu emrin vacib mânâsına geldiğini ve bundan dolayı birleşmeye ve harcama yapmaya gücü yeten her kişi için evlenmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu da nefsin coşması ve zina yapma korkusu durumunda, aile için harcama yapmaya gücü yetenler için farz-ı ayn olduğunda görüş birliği halinde iseler de genel olarak evlenmenin vacib olduğunu söylemiyorlar. Hanefîlere göre kişisel açıdan cinsel arzunun coşması halinde vacib, normal durumda
"Nikah benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5)
hadisi şerifi gereğince müekked bir sünnettir. Kadına haksızlık etme korkusu durumunda ise mekruhtur. Bundan başka yine Hanefilere göre farz-ı kifaye olduğunu açıkça belirtenler de vardır ki, her kişiye değil ise de ümmetin hepsine göre farzdır. Bütün ümmet, evlenmeyi terkederse günahkar olurlar, demek olur. Biz de âyetten bunu anlıyoruz. Gerçekten bütün ümmetin birden evlenmeyi terkettiği varsayımı karşısında hepsinin ibadetle meşgul olduğu bile düşünülse bütün ümmetin yok olacağı bir gerçektir. Ve hiç birinin İslâm'ın devam etmesine karşı kötü niyette bulunma cezasından kurtulamıyacağı apaçıktır. Bundan dolayı evlenenlere her yönden yardım etmek de bir vazifedir. Evlenme muameleleri de güçleştirilmeyip daima kolaylaştırılmalıdır. Çünkü evlenmeyi güçleştirmek, zinayı kolaylaştırmak demektir.
Sözün özü (fenkihû) emri bağlı olduğu şartlara göre bazı durumlarda vaciblik, bazı durumlarda mendubluk delillerine yakın olduğundan en genel mânâsı mendub olmasıdır. Evlenme, nafile ibadet ile meşgul olmak için bekar kalmaktan daha iyidir. İmam Şafiî hazretleri ise nikahın mübah olduğunu söylemiş. İbadet için bekar kalmanın nikahtan daha faziletli ve hayırlı olduğuna hükmetmiştir ki, bunların uzun uzadıya açıklaması fıkıh ilmine aittir.
BİRDEN FAZLA KADINLA EVLENMEYE GELİNCE:
Bu esas itibariyle yalnız bir müsade ve mübah kılmak olduğunda ve haksızlık etme endişesi bulunduğu takdirde mekruh olduğu hususunda söylenecek bir söz yoktur. Bununla beraber âyet, birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda mendub olduğunu ve hatta vacib olduğunu bildirmekten de uzak değildir ki, bunu da en fazla gerek erkekler ve gerek kadınlar için fuhuş ve zina tehlikesinin yüz göstereceği durumlarda aramak gerekir. (MESNA, VE SÜLASE VE RUBA'E) ifadesi gereğince bu müsadenin en fazlası dört (kadın) olmuştur. Çünkü dile göre, "Şu elmaları şu cemaate ikişer ve üçer ve dörder paylaştır." denildiği zaman bir kısmına yalnız iki, bir kısmına yalnız üç ve bir kısmına yalnız dört elma düşeceği anlaşılır.
Fakat Zahiriyye mezhebinden bazıları bu sayıların üleştirme sayıları olduğunu "EL" i düşünmeyerek aradaki "VE"ye bakıp bundan bu sayıların bir şahısta toplanması gerektiği hayaline kapılmış ve toplamını iki, artı üç, artı dört gibi dokuz saymıştır. Bunlar (zahiriler), fikir yürütmeyi kabul etmedikleri gibi, icmaı da kabul etmediklerinden Hz. Peygamberin asrından beri gelen İslâm geleneğine, din imamlarına ve bütün müçtehid fakihlerin icmalarına (görüş birliğine) aykırı hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber âyetin hitabına girmemekle beraber buradaki dokuz (kadın) kuruntusunu Hz. Peygamberin kendine ait bir özelliğine yorumlasalardı belki doğru bir görüş olurdu. Yoksa iki defa iki, iki defa üç, iki defa dört demek olduğundan bu hesaba göre dokuza değil, on sekize çıkmaları gerekirdi.
Diğer taraftan Râfızî Şiîlerden bir kısmı bu sayıların hiçbir sınırlandırma anlatmadığını ve ifadesinin genel mânâsı üzere kaldığını, bu sayıların ikişer, üçer, dörder, vd. gibi bu genel mânâyı pekiştirmiş olduğunu iddia etmeye kadar varmışlar. Ve sırf nefsanî arzu ve heveslerine uymuşlardır. "Allah korusun."
Selam ve dua ile...Siz ey iman edenler! Meşru bir biçimde sahip olduğunuz kimseler ve içinizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar (dahi), günün şu üç (vaktinde) yanınıza girmeden önce sizden izin istesinler: sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkarıp istirahata çekildiğiniz vakit ve yatsı namazından sonra. Bu üç vakit sizin için mahremiyet vakitleridir. Bu vakitler dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda, sizler için de onlar için de herhangi bir beis yoktur. Bu mesajları Allah size işte böyle açıklamaktadır: zira her hükmünde tam isabet sahibi olan Allah, (yarattığı insanı) çok iyi bilmektedir. (Nûr 24:58)
NAMAZ VAKİTLERİ KUR'ANDA YOK DİYEN RİVAYETÇİLERE DUYURULURMelekler ölmek üzere olan Kur'an tanımaz bir adamın canını bakın nasıl alıyorlarmış iyi öğrenelim. Şimdi kur'andan ölüm anı sahneleri yok mu ibret alan!!!
Nefislerine zulmederlerken meleklerin, canlarını aldığı kimseler; "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!" diye teslim olurlar. "Hayır, Allâh sizin yaptıklarınızı biliyor."16:28.kur'an
Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: "Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)?" dediler. (Bunlar): "Biz yeryüzünde âciz düşürülmüştük." diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: "Allâh'ın yeri geniş değil miydi ki onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz?" İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! NİSÂ 4:97.kur'an
Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak? Muhammed 47:27.kur'an
6 / EN'ÂM - 93 Allah'a karşı yalan yere iftira düzenden veya kendisine hiç bir şey vahyolunmamışken bana da: «Vahy geldi» diyen ve «Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim» diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: «Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz» (dediklerinde) bir görsen 6:93.En'am
8 / ENFÂL - 50 Görseydin o inkâr edenleri: Melekler, onların canlarını alırken yüzlerine ve sırtlarına vuruyorlar: "Haydi, yangın azâbını tadın!"
(diyorlardı).
Peki ya Allah'a şirk koşmadan imanının gereğini yerine getirenler nasıl olacak?
16 / NAHL - 32 Onlar ki melekler canlarını tatlılıkla alırlar: "Selâm size! Yaptığınız işlerden dolayı buyurun cennete!" derler.
56 / VÂKIA
83. Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!
84. Oysa siz o zaman bakıp durursunuz.
85. Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.
86, 87. Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!
88, 89. Fakat (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.
90, 91. Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selam sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir.
92, 93. Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.
94. Bir de cehenneme atılma vardır.
95. Şüphesiz bu, kesin gerçektir.
96. Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.Bu ayette "Eğer yetim kızların haklarını (kendileriyle evlendiğiniz zaman) gözetemeyeceğinizden korkarsanız, hoşunuza giden kadınlardan iki, üç veya dört tanesiyle nikahlanın."deniliyor. Bu seçilen üç dört tane kadın yetim kızlardan mı oluyor, kim oluyor? Hem evlendikten sonra yetimlik kalıyor mu?
CEVAP
"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."(Nisa, 4/3)
AYETİN TEFSİRİ:
Ey veliler veya vasiler! Elinizde bulunan yetimin temiz, hoş bir malını kendinizin aşağılık kötü bir malınızla değişmeye kalkışmayınız.
Yetim malı size haram ve pistir. Kendi malınız ise helal ve hoştur. Bundan dolayı kendi helal olan malınızla, yetimin haram olan malından bir değiştirme, bir alışveriş yapmaya kalkmayınız. Yetimin mallarını olduğu gibi koruyunuz. Korunması için satılması gerekli olanları bile değerlerine satınız ki töhmet (suç) altında kalmayasınız, bu noktada yetimin taşınmaz malları ile taşınır malları ve taşınır mallarından çabuk bozulan ve çabuk bozulmayan malları hakkındaki hükümler içinde bulunmaktadır.
Kendi mallarınıza güzel güzel bakıp da yetimin malını kötü bir durumda bırakmayın, ona kendi malınıza bakar gibi ve hatta ondan daha fazla bir özenle bakın.
Yetimin malına saldırarak almayınız ki, elinizde güzel mallarınızın ona karşılık yok olmasına sebep olup da felakete düşmeyin.
Nihâyet kendi helal rızkınızı beklemeyerek sabırsızlanıp yetimin malını haram haram yemek için pis boğazlığa kalkışmayınız.
Gerçekten bu mânâlardan her birini müfessirler anlatmışlardır. Kısacası her şekilde yetimlerin mallarını koruyunuz. Ve onların mallarını kendi mallarınıza katıp ekleyerek yemeyiniz, yani boş yere harcamayınız ve ondan faydalanmayınız. Çünkü bunların her biri büyük bir günah olmuştur.
YETÂMÂ: "Nedîm ve nedâmâ" gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. "Yetîm" yalnız kalma mânâsına "yetem" den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye "dürr-i yetim" (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile "yütm" denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden "yetim" kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgilidir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir. Nitekim Resulullah bu mânâda
"Yetim kadın (dul kadın)dan kendi nefsi için izin istenir." (Ebu Davud, Nikah 23, 25)
buyurmuştur ki, bu izin istemenin küçük çocuğa ait olamıyacağı bellidir. Diğer bir hadis-i şerifte de
"Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah'dan korkunuz." (Münavi, Feyzü'l-Kadir, I/128)
buyurulmakla yetimin zayıflık mânâsı gösterilmiştir. Bununla beraber yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, aklı zayıf ve noksan fikirli dahi olsa ona yetim denilmediği de bilindiğinden dolayı erkeğe yetim denilmesi, ancak çocukluk durumunda veya henüz ona yakın bir çağda bulunması itibarıyla olduğu halde, kadına babasından ayrılması itibarıyla aynı mânâda ve kocasından ayrılması itibarıyla büyük iken bile kendisine yetim denilmiştir.
"İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik yoktur." (Ebu Davud, Vasaya 9)
hadis-i şerifiyle de yetimin sözlük ve örfteki mânâsının değil, şer'î hükmün, yani ergenlikten itibaren yetimlik hükmünün kalkabildiğinin açıklandığı anlaşılıyor ki, bununla da yetimin şer'î mânâsı yerleşmiş olur.
Şu halde sözlük örfü bakımından (YETÂMÂ) ve (EYTÂMUN) yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir. Ve bunların hepsi acımaya değer ve haklarında Allah'tan korkulmalıdır.
Genellikle yetimlerin mallarından başka, nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki mânâdan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir.
Bunun için (...) ve eğer yetimler hakkında onların haklarını gözetmeyeceğinizden korkarsanız, yani gerek canları, gerek ırzları ve gerek malları itibarıyla her yönden adalete ve doğruluğa riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız ki böyle büyük günahtan elbette korkarsınız ve korkmanız gerekir o halde (...) durumunuza göre kadınlardan ikişer, üçer, dörder size helal ve hoşunuza gidenler ile evleniniz.
Hem onları zarar ve tehlikeden korumada, hem de kendinizi zulüm ve tecavüzden korumaya vesile olur. Genellikle kadınlar kimsesizlikten ve ortaya düşmekten kurtulur. Siz de zina ve diğer günahlara, haksızlıklara düşmezsiniz.
BİSMİLLAHİRAHMANİRAHİM (NÛR-31 AYET MEALI: İnanan kadınlara da söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffet ve namuslarını korusunlar, süslerini göstermesinler, elde olmayarak açığa çıkan ve görünen kısımları hariç, cazibe ve güzelliklerini açığa vurarak dikkat çekmesinler ve bunun için başörtülerini, göğüsleri üzerine sarkıtsınlar ki, boyun ve gerdanlarından birşey görünmesin. Allah'ın açılmasını haram kıldığı, gizli zinet yerlerini yani cazibe ve güzelliklerini kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, oğullarından, üvey oğullarından, kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğulları ya da kız kardeşlerinin oğullarından veya müslüman kadınlardan veya yasal olarak sahip oldukları köle, cariye gibi kimselerden veya erkeklikten kesilmiş yemek isteyip karın doyurmaktan başka birşey düşünemeyen kadınlara meyil ve şehvet ihtiyacı olmayan erkeklerden veya kadınların mahrem yerlerine henüz ilgi duymayan çocuklardan başka kimselere açıp göstermesin.
Mü´min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zâhir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak kendi kocalarına yâhud kendi babalarına kocalarının babalarına yâhud kendi oğullarına, yâhud kendi biraderlerine, yâhud kendi biraderlerinin oğullarına, yâhud hemşirelerinin oğullarına yâhud kendi kadınlarına yâhud kendi ellerindeki memlûklerine, yâhud ihtiyacı olmıyan erkeklerden uyuntulara, yahud henüz kadınların avretlerine muttali´ olmıyan çocuklara, müstesna, gizledikleri ziynetleri bilin diye ayaklarını da vurmasınlar, hepiniz Allaha tevbe edin ey mü´minler ki felâh bulabilesiniz- Bak Oğlum..! O koluna taktığın Kız benide severdi. Her sabah ben uyanmadan uyanır 'Günaydın' mesajı atardı ve yine günü 'iyi geceler 'mesajıyla bitirirdi. Ben onu şekil giyinip dudağından öpüp , koynuma Alarak kendime aşık etmedim. Ben onu o güzeL gözlerine bakmaya kıyamaz , elini tutmaya çekinirdim. Belki de bu yüzden bitti bu aşk. Varsın bitsin. Aşk dokunmak , öpmek , birini koynuna almak değil. Aşk gúven , cesaret ister. Ben aşkı sokaklarda yada birini koynuma alarak öğrenmedim. Gece başımı yastığa koyduğumda akan her bir damlada ögrendim. Eğer sizin aşk dediğiniz kalbe değil Ten'e dokunmaksa istemem uzak olsun Aşk dediğiniz İllet.
2 notes · View notes
horozmehmetemin · 3 years
Text
Tumblr media
PEYGAMBER EFENDİMİZ HAZRETI MUHAMMET S.A.V. KAÇ YAŞINDA VEFAT ETTİ?
20 NİSAN 571,
Miladi Takvime göre,Fahr-î Kâinat Efendimiz'in (s.a.v) Dünya'yı şereflendirdiği gün. Peygamber Efendimiz hakkında pek çok şey biliriz bilmesine de, bilmediklerimiz bildiklerimizden çok çok fazladır.
Bilgilerimizin çoğu da "kulaktan dolma"dır.
Belki çok önemli değil ama
MESELA,PEYGAMBER EFENDİMİZ S.A.V. KAÇ YAŞINDA VEFAT ETMIŞTIR?
Adım gibi eminim ki, 63 demişsinizdir.
Peki ilk Vahiy ne zaman ve kaç yaşında geldi diye sorsam?
Ona da,40 yaşındayken 610'da, 26 Ramazan'ı 27’sine bağlayan gece (Kadir gecesi) geldi,dersiniz.
Zaten bütün Siyer kitapları da böyle yazar.
Peki madem öyle bu sorular da nereden çıktı diyebillirsiniz?
Bu soru benim kafamda şimdi değil,20 yaşların başında oluştu ve çözüme kavuştu.
Peygamber Efendimiz,bizim bugün kullandığımız takvime göre, sandığınız gibi 63 yaşında vefat etmedi.
61 yaşında vefat etti.
Ayrıca Hira Mağarası'nda Cebrail'den ilk emri aldığında 39 yaşındaydı.
Peygamberlik 40 değil,39 yaşında kendisine tebliğ edildi.
İnanmadınız mı?Buyrun hesaplıyalım.
Peygamber Efendimiz ne zaman doğdu?
20 Nisan 571
Ne zaman vefat etti ?
8 Haziran 632
632'den,571'ı çıkarırsak ne kalır ?
61
Peki ilk Vahiy ne zaman geldi?
Hicretten 12 yıl önce.
Hicret ne zaman oldu?
622
O zaman ilk vahiy 610'da gelmiş oluyor.
610'dan 571 çıkarsa kaç kalır?
39
Kafanız karıştı değil mi?
Aslında bu rakamların hepsi doğru ama Siyer kitaplarında yazılanlar da yanlış değil.
Yani Peygamber Efendimiz'e ilk Vahiy 40 yaşında geldiği gibi,63 yaşında da vefat etmiştir.Peki bu nasıl oluyor?
Bilindiği üzere,Hz. Peygamber'in Hicreti 12 Rebiulevvel, Miladi 622’de gerçekleşmiştir.İslam Dünyası bu tarihi Hicri takvimin başlangıcı sayar. Ancak Araplar Muharrem ayını yıl başı kabul edegeldiklerinden,Hz. Ömer zamanında toplanan şûra ile, aradaki yaklaşık iki buçuk aylık zaman farkı dikkate alınmadan 1 Muharrem Hicri Yılbaşı kabul edilmiştir. Bu takvim,Türkler tarafından da 8 asır kullanılmıştır.
Hicri Takvim "Ay Yılı"nı, Miladi Takvim ise "Güneş Yılı"nı esas alır. Bu yüzden ikisi arasında 11 gün fark vardır.
"Ay Yılı" her yıl 11 gün eksik olduğundan,33 yılda güneş yılına göre 1 yıl fazla yaşanmış olunur.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), "Güneş Yılı"na göre 61 yıl yaşadığına göre ,"Ay Yılı"nda ortalama 2 yıl kazanmış oluyor ve bu yüzden 63 yıl yaşadı denmektedir ki bu hesaba göre bu rakam doğrudur.
Güneş yılına göre 39 yaşında,"Ay Yılı"na göre 40 yaşında Peygamber olma sebebi de bundandır.
Butün bunlara rağmen hâlâ Peygamber Efendimiz için 571'de doğdu, 632'de, 63 yaşında vefat etti denmektedir. Maalesef Diyanet'in kaynaklarında bile böyle yazılmaktadır.
Dinde ezberciliğimizin en bariz delili olan bu durumu düzeltmenin çaresi nedir?
8 asır kullanageldiğimiz bir takvimi bırakıp,Cumhuriyetle birlikte Miladî takvime geçtiğimizden bu kargaşa yaşanmaktır.
Eğer Peygamber Efendimiz'e 63 yıl yaşadı diyeceksek çözüm şudur:
Hicreti "0" saydığımızda,geriye doğru,Hz.Muhammet (s.a.v), Hicret'ten Önce (H:Ö) 52 de doğdu,Hicret'ten Sonra (H.S) 11'de vefat etti denmelidir.O zaman Peygamberliği de H.Ö 12 yılında tebliğ edilmiş olur ki,bu da 40 yaşına denk gelir.
Pek itibar edilmese de bazı kaynaklar, 63 yaşını Miladi olarak doğrulamak için olacak,Peygamber Efendimiz'in doğumunu geri çekerek 569 diye yazmaktadır.Bu tarih 63 yaşını doğrulasa bile 40 yaşında peygamber olmasıyla çelişiyor.O zaman 610 tarihinde 41 yaşında olmuş oluyor.
Kısaca demek istiyoruz ki,Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v),Hicri Takvim'e göre 63,şu an kullandığımız Miladi Takvim'e göre 61 yıl yaşamıştır.
Müslümana " Muhammedî " demek neden doğru değil ?
Meşhur Fransız Tabip Prof.Dr.Maurice Bucaılle, " La Bible,leCoron et la science" adını verdiği ve Prof.Dr.Suat Yıldırım tarafından Türkçe'ye "Kitab-ı Mukaddes Kur'an ve Bilim" ismiyle kazandırılan muhteşem eserinin giriş bölümünde şöyle der:
"...İslam hakkındaki bu son bilgilerin,bizim Batı ülkelerinde genellikle bilinmediği görülmektedir.Nesiller boyunca onların,insanlığın dini meselelerini öğrenme tarzları ve İslam'a ait her hususta bilgisiz bırakıldıkları hatırlanırsa,buna şaşmamak gerekir."Muhammedî din" veya "Muhammedîler" şeklinde adlandırmaların -hem de günümüze varıncaya dek- kullanılışı,zihinler de şu yanlış kanaatı yerleştirmek için değil midir: ''İslam demek,Hristiyanların kabul ettiği Tanrı'nın kendisiyle hiç bir ilgisi olmadığı bir kimse tarafından yayılmış olan bir takım inançlar demektir".Kültürlü çağdaşlarımızın bir çoğu,kelimenin tam anlamıyla İslam vahyi üzerinde gerektiği gibi düşünmeksizin,İslamın Felsefi,Sosyal ve Siyasi yönleriyle ilgilenmektedir.Bizatihi Kur'anı incelemeyi bir tarafa bırakmak gayesiyle,Hz. Muhammed'in kendisinden önceki peygamberlerin kitaplarından faydalandığı iddiası,kesin bir gerçekmişcesine kabul ettirilmek isteniyor...." ( T.Ö:V. Yayınları,Sayfa 3,Paragraf 1 )
Muhammedî,kelime anlamıyla, Muhammed'e tabi olanlar manasına gelir.Bu manasından dolayı kullanılması ilk başta yanlış gelmeyebilir.Zira bütün Müslümanlar Peygamber Efendimiz'e yani Hz.Muhammet'e (s.a.v) tabîdir.Fakat Batılı kaynaklarca kastedilen anlamın Vahiy'le değil de,diğer kutsal kitaplardan -haşa- aşırma yolu ile, hiç bir ilahî vasfı olmayan bir şahıs tarafından kurulan, -haşa- bir dinin mensuplarını ifade etmek ve zihinlere bu şekilde yerleştirilmek maksadıyla kullanıldığından,uzak durulması lazım gelen bir tabirdir.
İslâm Dini'ni "Budizm" gibi -haşa- beşeri bir varlığın ortaya koyduğu kurallar manzumesi şeklinde telakki eden bu sapık düşünce, bir müminin kabul edeceği zillet olmamalıdır.
İslâm mensuplarının kendilerini ifede ederken kullandıkları terim,"müslüman"dır.
"Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah"
Tapılacak tanrı, mabut, put yoktur sadece Allah vardır ve Hz.Muhammed( s.a.v) O'nun elçisidir.
HAKİKAT
KUR ANA VE SÜNNETE SIMSIKI SARILALIM HAKİKATLER GERÇEKLER ORADA GERİSİ Nİ BOŞVERİN O KONULARI İLİM VE DİN ADAMLARINA BIRAKIN HERKESİN YORUMLARINI DİKKATE ALMAYINIZ ESSELAMU ALEYKUM
Menzil Hilal
Hepiniz yanılıyorsunuz. GERÇEK 12 rebiu evvel hicretten önce 53, (ba`zılar 9u dese de) 12 rebiuevvel h.ö.53e denk gelen 20 Nisan 571 değil 17 EYLÜL 568 PAZARTESİ ve 12 recep h.ö.56dır. 15/16 değil 13 Temmuz Salı 622, 1 Muharrem H.K.1dir. Hicretin bitişi, 12 şevval h.ö.1 ve 26 Nisan 622 pazartesidir. Bunu, günü gelince (Mart 2056ya ?=H.K.1477ye ? kadar) herkes öğrenicek. Siz, şimdiden doğrusunu bilin yeter. Hazret-i Allah, nesi' ve kebise denen ay/şehr/yerh ve eyyam/yevm eklemelerinin her 2 yılda 1 yapıldığını (13üncü ay), Tevbe suresi 9/36 ayetinde vahy etmiştir. Yine 105/1 Fil suresinde GÖRMEDİN mi Fil Olayını diye MUHAMMED peygambere hitap u sual var. Hal böyle olunca nasıl olur da KUTLU DOĞUM, Fil Olayından [50] gün SONRA olur. İsa Mesih Peygamberin doğumu kışta kutlanıyor. Meryem Suresinde miladın taze ve olgun hurma zamanında (mucizeten kış mevsimi diyorlar, illa da mucize dersek hurmaların olgunlaşmasına engel olan yaz yağmurları olamaz mı). Hattâ kutlu doğumdan 540 yıl önceydiyse (440tan bin küsura kadar değişen rivayetler var) her 2 yıl nesisine göre Zulqı`de h.ö.619da doğmuş ve h.ö. rabia sani/rebiu ahir 584te ilahi kata yükseltilmiş diyebiliriz. 1 zilkade h.ö.619=12 ekim miladi 22 pazartesi, 1 rebiu ahir h.ö.584=
63 yas !
Peygamber Efendimiz (sav) miladi 571 yılında doğdu ve 632 tarihinde vefat etti. Bu noktadan hesap edildiği zaman, 61 yaş Mumsema Peygamber Efendimiz (sav) miladi 571 yılında doğdu ve 632 tarihinde vefat etti. Bu noktadan hesap edildiği zaman, 61 yaşında olduğu ortaya çıkıyor. Doğrusu nasıldır?
Cevap: 571-632 yılları, miladi sene olup, güneş yılı esasına göredir. Peygamber Efendimiz'in yaşının ise, gök ayı hesabına ve (kameri yıla) göre hesaplanması gerekir. Kameri yıl, şemsi yıla kıyaslanacak olursa, 36 senede bir yıl fark meydana gelmektedir. Zira kameri yıl, şemsi seneden on gün ek------. Aradaki bu farkları dikkate alacak olursanız, Efendimiz Hazretleri'nin yaşı, 63'ü bulur ve hesap doğru çıkar.
Milattan çok önceleri yaşayan Yunan filozoflarının bile doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinirken, Allah'ın(C.C) Habib'inin adına (S.A.V) miladi 571-632 tarihlerini verilerek, bir de bunun yanına 63 ifadesini kullanmamız elbette yanlış. Bunu vatandaşın biri dile getirmiş, üstelik çok da güzel bir üslupla dile getirmiş, bu durumu taktirle karşılayacakken çok enteresan yorumlar gelmiş. Bunun hesabını yapmak çok zor bir şey değil arkadaşlar. Bu gibi bilgileri illa ki birilerinden duymamıza da gerek yoktur. Söz gelimi, yemek yaparken, yolda yürürken, metroda giderken de... bu gibi hesapları gayet rahat yapmamız mümkündür. Tatlı zamanımızdan, özellikle vakit harcamıza da gerek yoktur!.. Elalem eften püften olayların, inciğini cinciğini bilirken, insanlığın EN DEĞERLİSİ'NİN Miladi ve Hicri ayrımını bilmemek ayıptır herşeyden önce. Vatandaşın biri sormuş, ne bilelim ya senin hesabın yanlışsa diye, güzel kardeşim şaka mı yapıyorsun Allah aşkına? Sağlamasını yapacak kadarda mı matematiğiniz yok?.. Bir başkası fesat çıkarmayın demiş. Subhanallaaah!.. Sen (ben, o) çocuğumuzun doğum tarihini, hatta saatini, hatta dakikasıni bilirken ve bundan yükselen burç hesaplamaları yaparken!.. Peygamber Efendimiz'e gelince mi, böylesi hesabı basit ötesi olan bir bilgi fitne fesat çıkarmak oluyor?!.. Bir başkası 10 ve 11 olayına takmış. Merak ettim, googleye yazdım ve ilk aramamda çıktı, yazayım da hep beraber rahatlayalım efendim, miladi- hicri yıl arasında 10 gün mü 11 gün mü fark var diye. Hani tencere dibin kara, seninki benden kara hesabı olan bu yorum üzerine yazıyorum; '''Hicri yıl miladi yıldan (365.2422 - 354.367 10.8752 gündür.''' Tam 11 olmamakla birlikte 10'dan da epey fazla olduğu bariz biçimde ortadadır. Neden 365 deği de, 365.2422 diye de sorarız şimdi. Önce yazmayayım dedim de bu diğerlerine göre!!! daha bir karışık göründüğü için, hadi bunu da açıklayayım; miladi bir yıl süren 365.2422 günü 4 ile çaparsak 366 'ya yakın bir gün sayısı çıkar ki bu da 4 sene de bir 366 gün olduğunu gösterir. O yıl da Şubat ayı 29 gündür. Hasılı kelam acizane fikrim; hazır bilgilerin peşinden körükörüne gideceğimize bir parça düşünelim efendim. Rabbimizin defalarca sorduğu üzre; Düşünmez misiniz? Akletmez misiniz? Ayet-i Kerimesine kendimizi muhatap kabul ederek düşünelim. Hiç olmazsa düşünme tembelliği gösterdiğimiz yer ve zamanlarda bize sunulan bilgilere önyargı, hasetlik gibi duygularla yaklaşmayalım da en fazla yapacağımız teşekkür etmek ve ben bunu niye düşünemedim diye bi parça da olsa hayıflanmak olsun. Kırdıysam, incittiysem affola...Selametle...10 Mart 2013 10:46
emre yiğit
Allah razı olsun hocam. bu araştırman çok makbule geçti. merak ediyordum. bir kişi de soruyordu bana bilemiyordum. ona da açıklamaya yapacağım. çok saolun.21 Şubat 2013 21:14
cengiz aydemir
Sağolun
Yaptığınız açıklamalar için sağolun ,kardeşim!!Eleştirenler haksızlık etmesin en azından arkadaşımız birşeyler yazmış çizmiş hesaplamış,siz ne yaptınız sorun bakayım bir kendinize23 Aralık 2012 11:45
müslüman ...
Arkadaşlar...
özür dileyerek başlamak istiyorum... yapılan yorumları gördüm şaşırdım bende kendimce daha önce böyle bir hesap yapmıştım... bu fark hicri ve miladi takvim arsındaki 10 günlük farktan kaynaklı evet yorumu yapan arkadaşta onu belirtmiş, tamam belki kimine göre çok profesyonel olmayabilir ama değindiği konu ve şeyler hem çok güzel hemde niyet itibari ile doğru bir davranış... biz müslüman olarak neden okumadan aczi kaldık kendim içinde diyorum arkadaş diyor ki yazık 10 gün fark olduğunu bilmiyorsun arkadaşım dikkatle okursan yada tam okuduktan sonra yorum yaparsan daha iyi olur kastın 11 değilde 10 ise bu kadar araştırma yapmış bu dil ile eleştirme bari ... çabalarınız için Allah razı olsun...
4 Aralık 2012 15:16
Hicri Hesaplama
yanlış düşünüyosun
o hesaplamalar tamamen yanlış hicri takvimde Tolga arkadaşımın dediği gibi miladiye göre yaklaşık 10 gün eksik 33 senede 1 sene sapiyo o yüzden Peygamber Efendimiz(s.a.v.) 63 yaşında vefat etmiştir16 Kasım 2012 07:20
Tolgahanhasanoglu
Yazık
Yazık ki bu hesapları yapıpta hicri takvimin miladi takvimden 10 gün eksik olduğunu bilmiyorsun . Miladi takvim Papa Gregory takvimidir , İsanın doğumunu temsil eder . Hicri takvim ise Hz.Muhammed'i temsil eder . Bu yüzden hicri takvime göre hesap yapılmalıdır . Miladi takvim hicri takvimden 10 gün fazla olduğuna göre . 61'yılı 10 ile çarpmalıyız . Bu da 610 gün eder . bu da ortalama 2 seneye tekabül eder . Yani hesapları hicri takvime göre yapacak olursak 61 yıla 2 yıl daha eklememiz gerekir ki bu da Peygamber efendimizin 63 yaşında öldüğünü gösterir ....(EDİTOR'UN NOTU: ya yazıyı bütünüyle okumadınız ya da anlamadınız çünkü not düştüğünüz konular yazının içinde mevcut.)
1 note · View note
brieffarmnerdhoagie · 5 years
Text
Tumblr media
Peygamberimiz (s.a.v) bir gün ashabına, “Size cennetlik kadınların kimler olduğunu haber vereyim mi?” buyurdu.Ashap, “Buyrun, haber verin yâ Resûlallah” dediler.Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu saadeti hak eden kadınları şöyle tanıttı:“Onlar kocalarını çok severler. Onlara çocuk verirler.Bir kızgınlık anında veya kendisine kötü davranıldığında ya da kocası ona kızdığında elini kocasının elinin üzerine koyar ve ona, işte elim elinde; sen benden razı olmadıkça uyku uyumayacağım’ der.”Böyle bir kadın karşısında eriyip yumuşamayacak ve kusurun biraz da kendisinde olduğunu söylemeyecek erkek çok azdır.Kocasına karşı tevazu gösterip sabırla bu formülü uygulayan kadın dünyası da âhireti de cennet olur.Böyle özür dileyen bir kadının özrünü kabul etmeyen ve ona hâlâ sert davranan erkeğin de hesabını Allah görür.Kaynak: Taberânî, et-Kebîr, 19/140; el-Evsat, nr. 1764; Heysemî, Mecmau’z-#Nisa 150-151;
"Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, “(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkar ederiz” diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kafirlerdir. Biz de kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.""
PEYGAMBERİMİZ SORDU ŞEYTAN CEVAPLADI
- Ya mel"un! Beraber oturduğun arkadaşın kimlerdir?
- Faiz yiyenler.
- Dostların kimlerdir?
- Zina edenler, yalan söyleyenler.
- Yatak arkadaşların ve hizmetçilerin kimlerdir?
- İçki içenler, sarhoşlar.
- Misafirlerin kimlerdir?
- Hırsızlar.
- Elçîn ve habercilerin kimlerdir?
- Sihirbazlar. .
- Gözünün nuru nedir?
- Talak"a (Karısını boşamak için) yemin edenler.
- Sevgililerin kimlerdir?
- Cuma namazını terkedenler.
- Hazinedarın?
- Zekat vermeyenler.
- Peki, ya lain, senin kalbini ne kırar?
- Allah rızası için cihada giden atların kişnemesi.
- Senin cismim ne eritir?
- Günahlarına tövbe edenlerin tövbesi.
- Ciğerini parçalayan nedir?
- Gece ve gündüz Allah"a çokça yapılan istiğfar.
- Peki, yüzünü ne kara eder?
- Gizlice verilen sadaka.
- Gözünü kör eden?
- Teheccüd (gece) namazı.
- Başım eğdiren?
- Çokça cemaatle kılınan namaz ve sana devamlı getirilen salavat.
- Sana göre insanların en sevimli-si kimdir?
- Namazlarım bilerek kasden bırakanlar.
- Sana göre insanların en şakîsi kimdir?
- Cömertler.
- Seni işinden ne alıkoyar?
- Alimlerin meclisleri.
- Ebu Bekir için ne dersin?
- Cahiliyyet devrinde bile bana itaat etmeyen O. İslam"a girdikten sonra mı itaat edip yalan söyleyecek?
- Peki Ömer için ne dersin?
- Her gördüğüm yerde ondan kaçarım.
- Peki Osman için?
- O"ndan pek çok utanırım.
- Peki ya Ali için ne dersin?
- O"nunla başa çıkamam! Beni kendi başıma bıraksa. Ben de O"nu bıraksam. Ama O beni bırakmaz.
KAYNAK;Muhyiddin-i Arabi Hazretlerinin SECERET ' ÜL KEVN eserinden özetlenerek alınmıştır.
Huzurlu Evlilik için Kadının Gözden Kaçırdıkları
Âile yuvasında huzur ve saâdeti temin etmek için bir kadının dikkat edeceği hususlar nelerdir? Bir hanım evinde, günlük hayatında nelere dikkat etmelidir? İşte cevabı…Her şeyden önce hanımlar, yaratılışımızın bir îcâbı olarak Allah’a kulluğa ve takvâya riâyet etmelidir. Bu hususta ibadete, namaz ve niyaza dikkat etmenin yanında helâl ve harama da îtinâ göstermelidirler.Âile içinde hanımın takvâ ve istikâmeti; kocasını, çocuklarını, akrabalarını ve hattâ komşularını hayır ve hasenâta teşvik edecek mâhiyette olmalıdır. Sâliha bir hanım, etrafına saâdet saçan, cennet kokulu bir çiçektir.Hanımlar için Allah’a kulluktan sonra gelen en mühim vazife; kocalarını ve âile fertlerini mesut etmektir. Kocalarını memnun etmek ve âile saâdetine gölge düşürmemek kadınlara Rabbimizin rızâsını kazandırır. Nitekim Peygamber Efendimiz:“Sâliha kadın, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindirir, kocasının meşrû isteklerini yerine getirir ve onun olmadığı yerde hem malını, hem de nâmusunu muhafaza eder.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5/1857) buyurmuştur.O hâlde bir kadın, kocasının memnuniyetinin yollarını arayıp bulmalı, onun rızâsını kollamalıdır.
HANIMIN EVDE VE GÜNLÜK HAYATTA DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR Evin içindeyken, kendine îtinâ göstermeli, temiz ve bakımlı olmalıdır. Sıradan bir erkeğin nazarında bile kadının pasaklı ve derbeder olması onun gözünden düşmesi için yeterlidir. Kocasının yanında, göze hoş gelmeyecek her türlü görüntüden uzak olmalıdır. Evde aradığını bulamayan kimsenin gönlü, dışarıda yanlış yerlere doğru kayar ve nihayet âile saâdeti zaafa uğrar. Bu yüzden ev içinde kadın, renk ve kokusu muhtelif çiçeklerden derlenmiş bir buket gibi olmalı; eşine saâdet ve huzur tevzî etmelidir. Beyi akşam saatlerini özlemeli, akşam eve dönmekten nefret etmemelidir.Sâliha bir hanım, kocasını güleryüzle ve kapıda karşılamalı, evden çıkarken de güzel söz ve duâlarla yolcu etmelidir. O gün kendisi çok yorulmuş olsa bile bunu belli etmemeli ve onun yanında yüzünü ekşitmemelidir. Kocasının sıkıntılarını paylaşmalı, yorgunluğunu atmasına yardımcı olmalıdır.Aşırı alınganlık, gerekli-gereksiz şikâyetler sebebiyle birbirlerinin huzurunu kaçırmamaya çalışmalıdırlar. Bu konuda ashâb-ı kirâmdan Ümmü Süleym’in kocasına karşı tavrı ne güzeldir. Çocuğu vefat etmiş olduğu hâlde bu, onu kocasına hizmet ve fedâkârlıktan alıkoymamıştır. Rivâyet edilir ki, Ebû Talhâ’nın ağır hasta olan oğlu, kendisi evde yokken vefat etmişti. Ümmü Süleym, çocuğun vefat ettiğini görünce onu gasledip kefenledi. Ebû Talhâ gelince:“–Oğlan nasıldır?” diye sordu. Ümmü Süleym:“–Çocuğun ıstırabı sakinleşti, istirahat ettiğini zannediyorum.” dedi. Ümmü Süleym, ev halkına:“–Sakın Ebû Talhâ’ya oğlunun öldüğünü söylemeyin, tâ ki ben söyleyinceye kadar!..” diyerek sıkı tenbihatta bulundu. Sonra kocasının yemeğini getirdi. Ebu Talhâ yemeğini yedi. Ümmü Süleym süslenip zevcesine göründü. Beraberce istirahate çekildiler. Sabah olunca, Ebû Talhâ evden çıkmak istediği sırada, zeki ve takvâ sahibi bir hanım olan Ümmü Süleym:“–Ey Ebû Talhâ, şu komşumuzun yaptığına bak, kullanmak üzere aldığı emâneti istediğim zaman vermek istemediler.” dedi. Ebû Talhâ:“–Hiç olur mu, iyi etmemişler!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Süleym:“–Ey Ebû Talhâ, oğlun senin yanında Allah’ın bir emânetiydi, onu geri aldı.” deyiverdi. Ebû Talhâ birden şaşırdı, sustu ve sonra: ِانّا للهِ وَ اِنّاَ اِلَيْهِ رَاجِعُون “–Biz Allah içiniz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyebildi. Namaz için mescide gittiğinde olan biteni Hazret-i Peygambere anlattı. Allah Rasûlü:“–Cenâb-ı Hak, bu gecenizi mübârek kılsın.” diye duâ etti. Bu duâ üzerine daha bir yıl geçmeden Allah, bu âileye bir erkek evlât daha ihsan buyurdu. Peygamber Efendimiz bu yeni doğan çocuğa hurma yedirerek duâda bulundu ve ismini “Abdullah” koydu. Yine bu duânın bereketiyle Abdullah’ın dokuz veya yedi çocuğu olduğu ve hepsinin kurrâ hâfız oldukları rivâyet edilmiştir. (Buhâri, Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s-sahâbe 107)Soru: Kimileri Kuranda kaza namazı geçmiyor kaza namazı yoktur diyor! Kaza namazı var mıdır ve kaza namazının delili nedir? Peygamber efendimiz kaza namazı kılmış mıdır? Kısa Cevap: Kasten namazı terk etme günahının, kaza ile telâfisinin mümkün olmayacağı, esasen Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in bu konudaki söz ve uygulamalarının hep mazeret sebebiyle vakti geçirilmiş namazlarla ilgili olduğu düşüncesinden hareketle, bazı kimseler kasten, bile bile terk edilmiş olan namazların kaza edilemeyeceği görüşünde iseler de, başta dört mezhep müctehid ve fakihleri olmak üzere İslâm âlimlerinin cumhuruna (çoğunluğuna) göre, edası farz olan namazların, mazeretsiz, kasten terk edilmiş de olsa, kazası da farzdır.
Detaylı Cevap:Kur’an’da vaktinde kılınamayan namazların kaza edilmesi ile ilgili olarak açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) bizzat kendisi vaktinde kılamadığı namazları kaza etmiş ve ashabına da bunu tavsiye etmiştir.Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)“Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın. Onun kefareti ancak budur.” buyurmuştur.| Buhari, Mevakitü’s-Salati, No: 572; Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 56 H. No: 1592
Yine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hendek savaşı sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını kılamamışlar; bunun üzerine“Bizi ikindi namazından alıkoydular. Allah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun” diye beddua etmiş ve ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kaza etmiştir.| Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 36, H. No: 1450
Ayrıca Hayber Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında uyuya kalmışlar ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza etmişlerdir (Müslim, Mesacid ve Mevadi’u’s-Salat, 56, H. No: 1592).Beş vakit namazın farzı ve vitir namazı kaza edilir. Kazaya kalan sabah namazı, o günün öğle vaktinden önce kaza edilecekse sünneti de kaza edilir.Ayrıca öğle namazının dört rekatlık ilk sünneti de, vakit çıkmadıkça öğlenin farzından sonra kılınır. Öte yandan geçmiş namazlar, kazaya nasıl kaldıysa öyle kılınırlar, yani seferi olarak kaldıysa seferi, mukim olarak kaldıysa mukim gibi kaza edilir| Mevsili, İhtiyar, İstanbul, I, 63-65Unutma ve uyuma gibi bir mazeret olmaksızın, kasıtlı olarak terk edilen namazların kazası ile ilgili herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat bu, kasıtlı olarak terk edilen namazların kazasının gerekmediği anlamına gelmez.Zira, örneğin, Ramazan’da kasıtlı olarak cinsel ilişkiye girerek orucunu bozan kimseye Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hem keffareti hem de o günkü orucun kazasını emretmesi (Beyhaki, Sünen, Daru’l-Fikr, ts. , IV, 226), bir farz ibadetin kasıtlı olarak terk edilmesi durumunda da kazasının gerektiğine delildir. Öte yandan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bir mazerete dayalı olarak vaktinde kılamadığı namazları kaza etmesi ve sahabeye de bu yönde emir buyurmasına bakılacak olursa, mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilmesinin evleviyetle gerekli olacağı sonucuna ulaşılır (Nevevi, el-Mecmu’, Daru’l-Fikr, ts. , III, 71)Hz.Cebrail Cehennemi Ziyaret Eder ve Ümmetin Halini Anlatır.Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emreder: – Ya Cibril, git Malik’ten ümmet-i Muhammedin halini öğren! Cebrail aleyhisselam, Cehennem kapısına gidip sorar: – Ya Malik, ümmet-i Muhammedin hali nicedir? – Pek fenadır. – Onları görebilir miyim? – Tabii, der.Ve Cehennem perdesini aralar.O anda azap çeken müminleri görür. Müminler de onu görürler. Güzelliğine hayran kalıp Malike seslenirler: – Ey Malik, kimdir bu zat? Malik; – O, Cebrail’dir ki, Muhammed aleyhisselama vahiy getirmiştir, der. Onlar, Muhammed aleyhisselam ismini işitince, hep birden bağırırlar: – Ey Cebrail, ne olur, Peygamber efendimize bizden selam ilet ve şu halimizi bildir ona.Cebrail aleyhisselam; – Hayhay, söylerim, der. Ve üzüntüyle ayrılıp, huzur-u ilahiye varır. Hak teâlâ, sorar: – Ya Cibril! Ümmet-i Muhammedin hali nicedir? – Çok fenadır ya Rabbi.Hak teâlâ; – Bunu, Habibime de haber ver! buyurur. Cebrail aleyhisselam; – Başüstüne ya Rabbi, der. Ve emri getirir yerine.Efendimiz aleyhisselam işitince, çok üzülür bu habere. Arş-ı alâya varıp secdeye kapanır:Rabbimiz “celle celalüh” buyurur ki: – Ey Habibim, secdeden kalk ve iste! Tek dileğim, ümmetim Efendimiz aleyhisselam secdeden doğrulup arzeder: – Ya Rabbi, tek dileğim, günahkâr ümmetimin ateşten kurtulmasıdır.Hak teâlâ buyurur ki: – Ey Resulüm! Git çıkar onları ateşten! O Server, oradan ayrılıp Cehennem önüne gelir.
Ve Malike selam verir. Malik, ona tazim edip ayağa kalkar: – Ve aleyküm selam.Efendimiz aleyhisselam rica eder: – Ümmetimi görebilir miyim? – Tabii, emredersin, der. Ve aralar perdeyi. Günahkâr müminler, Efendimiz aleyhisselamı görür görmez, hep birden; – Kurtar bizi ya Resulallah! diye feryat ederler.Efendimiz aleyhisselam çıkarır hepsini Cehennemden. Kâfirler, bu çıkanları görünce hayıflanır; – “Aah! Keşke biz de ehl-i iman olsaydık da, şunlar gibi biz de ateşten kurtulsaydık” derler.Ancak heyhat! Onlar sonsuz kalırlar o ateşte.Yetimlerin veliler tarafından mal veya güzelliğine tamah edilerek başkaları ile evlenmelerine engel olunup, uygun olmayan bir mehir ile kendilerine zorla nikah ve can ve mal açısından zarara uğratılmaları ve bu şekilde mal ve güzelliği az olan yetimlere hiç rağbet edilmeyerek tamamen sefilliğe düşürülmeleri âyetin inmesinin esas sebebi olmuş ve bunun için âyet, emirden önce yasağı kapsamış ve bütün kadınlara adaletle davranma gayesi de inmesinin hikmeti olmuştur.
Ve işte birden fazla kadınla evlenmeyi sınırlandırma, bu hikmetlerin ve faydaların bazıları olduğu gibi, birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmek de kadınların sefaletine meydan vermemek ve tarlayı (çocuk verecek anaları) artırma hikmet ve faydasını kapsamıştır.
Yukarıda dul kadınlara bile yetim denildiğini açıklamıştık. Âyetin inme sebebi gerek yalnızca küçük yetimler olsun ve gerekse kayıtsız olarak kendileri ile evlenilmiş kadınlarla da ilgili bulunsun, her şekilde âyetin mutlak surette kadınlara adaletli davranma hikmet ve gayesi ile ilgili bulunduğu da açıkça bellidir. Bundan dolayı âyetin iniş sebebinin özel oluşu, mânâ ve hükmünün de özel olmasını gerektirmeyeceğinden, (VE İN HIFTUM...) da yetimler, delalet yolu ile olsa bile, dul kadınları da kapsayan genel bir mânâ ile ele alınırsa, âyetin hükmü ve hikmeti daha fazla bir açıklık ile düşünülebilecektir.
Demek ki, âyetin iniş sebebi bakımından velilerle ve kocalarla ve bir dereceye kadar özel menfaatlerle ilgili olan bu âyet, hüküm ve hikmet ve iniş gayesi açısından onlarla beraber kamuyu ve kamu yararını ilgilendiriyor. Ve bunun için evlenme ile ilgili meseleler, kul haklarından başka bir de Allah hakkını ve kamu hakkını kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki, evlenme, bir bakımdan hak ve bir bakımdan vazifedir. Hem muamele, hem de ibadettir.
Allah Teâlâ, en açık şekilde acıma ve şefkata müstahak olan yakınlara ve yetimlere dikkati çektikten sonra, her iki ince duygunun heyecanının etkisi altında adalet duygusunu tahrik ederek hayat ve insanlığın mutluluğunun gelişme kanunu olan ve malî meseleler ile de ilgisi bulunan evlenme işinin, hem hak ve hem vazife yönlerine sahip, bir bakımdan genişlemeyi ve bir bakımdan sınırlamayı kapsayan ve kadınla erkek arasındaki yaratılışta var olan ilişkinin bütün inceliklerini içerecek bir şekilde tesbit etmiş ve genel olarak erkekleri teşvik ile kadınları korumaya sevketmiş ve cefa ve haksızlıktan, ahlâksızlıktan, fuhuştan men etmiş ve iğrendirmiştir.
Yetimlerin ve kadınların haklarının ve bu hakları korumanın genel vazifeler arasında bulunduğunu ve bu konuda evlenmenin önemli bir esas meydana getirdiğini ve akla uygun olan birden fazla kadınla evlenmenin, kadınların hakları ve kadın cinsinin şerefinin gereklerinden olduğunu ve fakat bunun kadınlara adaletle davranma gayesini bozmayacak bir adalet ve nöbet taksimi ile tatbik edilmesinin gerektiğini ve bu şekilde birden fazla kadınla evlenmenin erkeklere ağır yük ve vazifeler yüklediğinden dolayı hakka riâyet edemeyip adaletsizlikten korkanların bir kadınla veya cariyelerle yetinmeleri lazım geleceğini anlatmış ve siz Allah'ın sakındırma emirlerine karşı yetimlerin ve kadınların haklarını gözetmemekten korkan insanlarsınız, durumunuza göre bu etraflı açıklama çerçevesinde hareket etmeniz gerekir, buyurmuştur ki, işte (VE İN HIFTUM...) "Yetimler hakkında adalet yapmamaktan korkarsanız." şartının mânâsı bu oluyor.
Burada önce şu soru akla gelebilir: Bu şart bulunmazsa ne olacak? Burada korkunun gerçek mânâsına göre böyle bir soru mümkün değildir. Çünkü yetimler hakkında adaletsizlikten korkmamak bir küfür demek olur. Bundan dolayı herhangi bir mümin için bu, (VE İN HIFTUM) şartının bulunmamasını düşünmek bir çelişki meydana getirir. Bu şart bulunmayınca cezasının küfür olacağı bellidir. Bu açıdan bu şart, emrini kayıt ve şarta bağlamaz, onu destekleme mânâsındadır.
Fakat "korkarsanız" demek (VE İN HIFTUM...) de olduğu gibi mecaz olarak "bilirseniz, bir haksızlık olacağını zannederseniz," mânâsına olduğu takdirde durum böyle değildir. Bu şartın bulunmadığını farzetmek mümkündür. Bu şekilde yetimler hakkında haksızlık olmayacağı, onların ne mallarına, ne canlarına, ne ırzlarına bir tecavüz edilmeyeceği bilinir. Haksızlık düşünülmezse ne olacağını belirlemek âyetin mefhüm-ı muhalifine ait bir hüküm olacağından dolayı bunu belirtmek bir ictihad meselesi olur. Hz. Âişe de iniş sebebine göre bunun bir çözüm şeklini göstermiştir. Mantığa göre bir şart önermesinde önde bulunan cümlenin gerçekleşmemesinden, sonra gelen cümlenin gerçekleşmemesi lazım gelmeyeceğinden dolayı yukarıda zikredilen korku bulunmadığı takdirde de gerek bir ve gerek birden fazla kadınla evlenme akdi yapılamayacağı anlaşılmaz. Bunun için müctehid imamlardan ve tefsircilerden hiç biri, bu şartın Hz. Âişe'nin söylediği küçük kızların mehrinden başka yargı açısından bir hükmü anlattığını söylememiştir. Her iki mânâ ile korku şartı, kalble ilgili işlerden olduğu için yargı açısından değil, ancak dindarlık açısından bir hüküm ifade eder. ÇünküÇünkü adalet yapamayacağını bilen bir adam, birden fazla kadınla evlenirse haksızlıktan sakınmadığı için günahkar olur. Fakat evlenmede, dörtten fazla kadınla evlenmiş gibi bu evlenme hükümsüz ve bozulmuş olmaz. Nafaka, soy gibi yargı ile ilgili hükümler gerçekleşir. Ve evlenmeden sonra haksızlıktan sakınabilirse yine sevab kazanmış olur.
Şu halde (fenkihû) emrinin anlamı nedir? Emir zahiren vacib mânâsına geldiği için, Zahiriyye (mezhebine mensup olanlar), bu emrin vacib mânâsına geldiğini ve bundan dolayı birleşmeye ve harcama yapmaya gücü yeten her kişi için evlenmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu da nefsin coşması ve zina yapma korkusu durumunda, aile için harcama yapmaya gücü yetenler için farz-ı ayn olduğunda görüş birliği halinde iseler de genel olarak evlenmenin vacib olduğunu söylemiyorlar. Hanefîlere göre kişisel açıdan cinsel arzunun coşması halinde vacib, normal durumda
"Nikah benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5)
hadisi şerifi gereğince müekked bir sünnettir. Kadına haksızlık etme korkusu durumunda ise mekruhtur. Bundan başka yine Hanefilere göre farz-ı kifaye olduğunu açıkça belirtenler de vardır ki, her kişiye değil ise de ümmetin hepsine göre farzdır. Bütün ümmet, evlenmeyi terkederse günahkar olurlar, demek olur. Biz de âyetten bunu anlıyoruz. Gerçekten bütün ümmetin birden evlenmeyi terkettiği varsayımı karşısında hepsinin ibadetle meşgul olduğu bile düşünülse bütün ümmetin yok olacağı bir gerçektir. Ve hiç birinin İslâm'ın devam etmesine karşı kötü niyette bulunma cezasından kurtulamıyacağı apaçıktır. Bundan dolayı evlenenlere her yönden yardım etmek de bir vazifedir. Evlenme muameleleri de güçleştirilmeyip daima kolaylaştırılmalıdır. Çünkü evlenmeyi güçleştirmek, zinayı kolaylaştırmak demektir.
Sözün özü (fenkihû) emri bağlı olduğu şartlara göre bazı durumlarda vaciblik, bazı durumlarda mendubluk delillerine yakın olduğundan en genel mânâsı mendub olmasıdır. Evlenme, nafile ibadet ile meşgul olmak için bekar kalmaktan daha iyidir. İmam Şafiî hazretleri ise nikahın mübah olduğunu söylemiş. İbadet için bekar kalmanın nikahtan daha faziletli ve hayırlı olduğuna hükmetmiştir ki, bunların uzun uzadıya açıklaması fıkıh ilmine aittir.
BİRDEN FAZLA KADINLA EVLENMEYE GELİNCE:
Bu esas itibariyle yalnız bir müsade ve mübah kılmak olduğunda ve haksızlık etme endişesi bulunduğu takdirde mekruh olduğu hususunda söylenecek bir söz yoktur. Bununla beraber âyet, birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda mendub olduğunu ve hatta vacib olduğunu bildirmekten de uzak değildir ki, bunu da en fazla gerek erkekler ve gerek kadınlar için fuhuş ve zina tehlikesinin yüz göstereceği durumlarda aramak gerekir. (MESNA, VE SÜLASE VE RUBA'E) ifadesi gereğince bu müsadenin en fazlası dört (kadın) olmuştur. Çünkü dile göre, "Şu elmaları şu cemaate ikişer ve üçer ve dörder paylaştır." denildiği zaman bir kısmına yalnız iki, bir kısmına yalnız üç ve bir kısmına yalnız dört elma düşeceği anlaşılır.
Fakat Zahiriyye mezhebinden bazıları bu sayıların üleştirme sayıları olduğunu "EL" i düşünmeyerek aradaki "VE"ye bakıp bundan bu sayıların bir şahısta toplanması gerektiği hayaline kapılmış ve toplamını iki, artı üç, artı dört gibi dokuz saymıştır. Bunlar (zahiriler), fikir yürütmeyi kabul etmedikleri gibi, icmaı da kabul etmediklerinden Hz. Peygamberin asrından beri gelen İslâm geleneğine, din imamlarına ve bütün müçtehid fakihlerin icmalarına (görüş birliğine) aykırı hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber âyetin hitabına girmemekle beraber buradaki dokuz (kadın) kuruntusunu Hz. Peygamberin kendine ait bir özelliğine yorumlasalardı belki doğru bir görüş olurdu. Yoksa iki defa iki, iki defa üç, iki defa dört demek olduğundan bu hesaba göre dokuza değil, on sekize çıkmaları gerekirdi.
Diğer taraftan Râfızî Şiîlerden bir kısmı bu sayıların hiçbir sınırlandırma anlatmadığını ve ifadesinin genel mânâsı üzere kaldığını, bu sayıların ikişer, üçer, dörder, vd. gibi bu genel mânâyı pekiştirmiş olduğunu iddia etmeye kadar varmışlar. Ve sırf nefsanî arzu ve heveslerine uymuşlardır. "Allah korusun."
Selam ve dua ile...Siz ey iman edenler! Meşru bir biçimde sahip olduğunuz kimseler ve içinizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar (dahi), günün şu üç (vaktinde) yanınıza girmeden önce sizden izin istesinler: sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkarıp istirahata çekildiğiniz vakit ve yatsı namazından sonra. Bu üç vakit sizin için mahremiyet vakitleridir. Bu vakitler dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda, sizler için de onlar için de herhangi bir beis yoktur. Bu mesajları Allah size işte böyle açıklamaktadır: zira her hükmünde tam isabet sahibi olan Allah, (yarattığı insanı) çok iyi bilmektedir. (Nûr 24:58)
NAMAZ VAKİTLERİ KUR'ANDA YOK DİYEN RİVAYETÇİLERE DUYURULURMelekler ölmek üzere olan Kur'an tanımaz bir adamın canını bakın nasıl alıyorlarmış iyi öğrenelim. Şimdi kur'andan ölüm anı sahneleri yok mu ibret alan!!!
Nefislerine zulmederlerken meleklerin, canlarını aldığı kimseler; "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!" diye teslim olurlar. "Hayır, Allâh sizin yaptıklarınızı biliyor."16:28.kur'an
Nefislerine yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: "Ne işte idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)?" dediler. (Bunlar): "Biz yeryüzünde âciz düşürülmüştük." diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: "Allâh'ın yeri geniş değil miydi ki onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz?" İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! NİSÂ 4:97.kur'an
Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak? Muhammed 47:27.kur'an
6 / EN'ÂM - 93 Allah'a karşı yalan yere iftira düzenden veya kendisine hiç bir şey vahyolunmamışken bana da: «Vahy geldi» diyen ve «Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim» diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: «Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz» (dediklerinde) bir görsen 6:93.En'am
8 / ENFÂL - 50 Görseydin o inkâr edenleri: Melekler, onların canlarını alırken yüzlerine ve sırtlarına vuruyorlar: "Haydi, yangın azâbını tadın!"
(diyorlardı).
Peki ya Allah'a şirk koşmadan imanının gereğini yerine getirenler nasıl olacak?
16 / NAHL - 32 Onlar ki melekler canlarını tatlılıkla alırlar: "Selâm size! Yaptığınız işlerden dolayı buyurun cennete!" derler.
56 / VÂKIA
83. Can boğaza geldiğinde, onu geri döndürsenize!
84. Oysa siz o zaman bakıp durursunuz.
85. Biz ise ona sizden daha yakınız. Fakat siz göremezsiniz.
86, 87. Eğer hesaba çekilmeyecekseniz ve doğru söyleyenler iseniz, onu geri döndürsenize!
88, 89. Fakat (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.
90, 91. Eğer Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selam sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir.
92, 93. Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır.
94. Bir de cehenneme atılma vardır.
95. Şüphesiz bu, kesin gerçektir.
96. Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.Bu ayette "Eğer yetim kızların haklarını (kendileriyle evlendiğiniz zaman) gözetemeyeceğinizden korkarsanız, hoşunuza giden kadınlardan iki, üç veya dört tanesiyle nikahlanın."deniliyor. Bu seçilen üç dört tane kadın yetim kızlardan mı oluyor, kim oluyor? Hem evlendikten sonra yetimlik kalıyor mu?
CEVAP
"Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."(Nisa, 4/3)
AYETİN TEFSİRİ:
Ey veliler veya vasiler! Elinizde bulunan yetimin temiz, hoş bir malını kendinizin aşağılık kötü bir malınızla değişmeye kalkışmayınız.
Yetim malı size haram ve pistir. Kendi malınız ise helal ve hoştur. Bundan dolayı kendi helal olan malınızla, yetimin haram olan malından bir değiştirme, bir alışveriş yapmaya kalkmayınız. Yetimin mallarını olduğu gibi koruyunuz. Korunması için satılması gerekli olanları bile değerlerine satınız ki töhmet (suç) altında kalmayasınız, bu noktada yetimin taşınmaz malları ile taşınır malları ve taşınır mallarından çabuk bozulan ve çabuk bozulmayan malları hakkındaki hükümler içinde bulunmaktadır.
Kendi mallarınıza güzel güzel bakıp da yetimin malını kötü bir durumda bırakmayın, ona kendi malınıza bakar gibi ve hatta ondan daha fazla bir özenle bakın.
Yetimin malına saldırarak almayınız ki, elinizde güzel mallarınızın ona karşılık yok olmasına sebep olup da felakete düşmeyin.
Nihâyet kendi helal rızkınızı beklemeyerek sabırsızlanıp yetimin malını haram haram yemek için pis boğazlığa kalkışmayınız.
Gerçekten bu mânâlardan her birini müfessirler anlatmışlardır. Kısacası her şekilde yetimlerin mallarını koruyunuz. Ve onların mallarını kendi mallarınıza katıp ekleyerek yemeyiniz, yani boş yere harcamayınız ve ondan faydalanmayınız. Çünkü bunların her biri büyük bir günah olmuştur.
YETÂMÂ: "Nedîm ve nedâmâ" gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. "Yetîm" yalnız kalma mânâsına "yetem" den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye "dürr-i yetim" (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile "yütm" denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden "yetim" kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgilidir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir. Nitekim Resulullah bu mânâda
"Yetim kadın (dul kadın)dan kendi nefsi için izin istenir." (Ebu Davud, Nikah 23, 25)
buyurmuştur ki, bu izin istemenin küçük çocuğa ait olamıyacağı bellidir. Diğer bir hadis-i şerifte de
"Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah'dan korkunuz." (Münavi, Feyzü'l-Kadir, I/128)
buyurulmakla yetimin zayıflık mânâsı gösterilmiştir. Bununla beraber yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, aklı zayıf ve noksan fikirli dahi olsa ona yetim denilmediği de bilindiğinden dolayı erkeğe yetim denilmesi, ancak çocukluk durumunda veya henüz ona yakın bir çağda bulunması itibarıyla olduğu halde, kadına babasından ayrılması itibarıyla aynı mânâda ve kocasından ayrılması itibarıyla büyük iken bile kendisine yetim denilmiştir.
"İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik yoktur." (Ebu Davud, Vasaya 9)
hadis-i şerifiyle de yetimin sözlük ve örfteki mânâsının değil, şer'î hükmün, yani ergenlikten itibaren yetimlik hükmünün kalkabildiğinin açıklandığı anlaşılıyor ki, bununla da yetimin şer'î mânâsı yerleşmiş olur.
Şu halde sözlük örfü bakımından (YETÂMÂ) ve (EYTÂMUN) yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir. Ve bunların hepsi acımaya değer ve haklarında Allah'tan korkulmalıdır.
Genellikle yetimlerin mallarından başka, nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki mânâdan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir.
Bunun için (...) ve eğer yetimler hakkında onların haklarını gözetmeyeceğinizden korkarsanız, yani gerek canları, gerek ırzları ve gerek malları itibarıyla her yönden adalete ve doğruluğa riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız ki böyle büyük günahtan elbette korkarsınız ve korkmanız gerekir o halde (...) durumunuza göre kadınlardan ikişer, üçer, dörder size helal ve hoşunuza gidenler ile evleniniz.
Hem onları zarar ve tehlikeden korumada, hem de kendinizi zulüm ve tecavüzden korumaya vesile olur. Genellikle kadınlar kimsesizlikten ve ortaya düşmekten kurtulur. Siz de zina ve diğer günahlara, haksızlıklara düşmezsiniz.
BİSMİLLAHİRAHMANİRAHİM (NÛR-31 AYET MEALI: İnanan kadınlara da söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffet ve namuslarını korusunlar, süslerini göstermesinler, elde olmayarak açığa çıkan ve görünen kısımları hariç, cazibe ve güzelliklerini açığa vurarak dikkat çekmesinler ve bunun için başörtülerini, göğüsleri üzerine sarkıtsınlar ki, boyun ve gerdanlarından birşey görünmesin. Allah'ın açılmasını haram kıldığı, gizli zinet yerlerini yani cazibe ve güzelliklerini kocalarından, babalarından, kayınpederlerinden, oğullarından, üvey oğullarından, kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğulları ya da kız kardeşlerinin oğullarından veya müslüman kadınlardan veya yasal olarak sahip oldukları köle, cariye gibi kimselerden veya erkeklikten kesilmiş yemek isteyip karın doyurmaktan başka birşey düşünemeyen kadınlara meyil ve şehvet ihtiyacı olmayan erkeklerden veya kadınların mahrem yerlerine henüz ilgi duymayan çocuklardan başka kimselere açıp göstermesin.
Mü´min kadınlara da söyle: gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zâhir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar, ancak kendi kocalarına yâhud kendi babalarına kocalarının babalarına yâhud kendi oğullarına, yâhud kendi biraderlerine, yâhud kendi biraderlerinin oğullarına, yâhud hemşirelerinin oğullarına yâhud kendi kadınlarına yâhud kendi ellerindeki memlûklerine, yâhud ihtiyacı olmıyan erkeklerden uyuntulara, yahud henüz kadınların avretlerine muttali´ olmıyan çocuklara, müstesna, gizledikleri ziynetleri bilin diye ayaklarını da vurmasınlar, hepiniz Allaha tevbe edin ey mü´minler ki felâh bulabilesiniz- Bak Oğlum..! O koluna taktığın Kız benide severdi. Her sabah ben uyanmadan uyanır 'Günaydın' mesajı atardı ve yine günü 'iyi geceler 'mesajıyla bitirirdi. Ben onu şekil giyinip dudağından öpüp , koynuma Alarak kendime aşık etmedim. Ben onu o güzeL gözlerine bakmaya kıyamaz , elini tutmaya çekinirdim. Belki de bu yüzden bitti bu aşk. Varsın bitsin. Aşk dokunmak , öpmek , birini koynuna almak değil. Aşk gúven , cesaret ister. Ben aşkı sokaklarda yada birini koynuma alarak öğrenmedim. Gece başımı yastığa koyduğumda akan her bir damlada ögrendim. Eğer sizin aşk dediğiniz kalbe değil Ten'e dokunmaksa istemem uzak olsun Aşk dediğiniz İllet.
0 notes
yenicagri · 5 years
Text
DİNÇER KARACALAR'LA VİTRİN NOTLARI
DİNÇER KARACALAR’LA VİTRİN NOTLARI
ORGANİK ALIŞVERİŞ NOKTALARI
Mersin kuvai milliye caddesinde hizmet veren Çerez Dünyası özellikle mersin yöresinin vazgeçilmezleri arasında olan Kerebiç ,  Cezerye , Cevizli Sucuk , Kuru üzüm ,hurma ve Kuru yemiş   çeşitlerini  , en organik hali ile doğrudan müşterilerine ulaştırıyor.   Çerez Dünyası’nın  kurucusu Erkan bey şehir  dışına gönderdikleri ürünleri taze bir şekilde müşterilerine…
View On WordPress
0 notes
kitapindiroku · 7 years
Text
İslam'ın Batı Cephesi & Mağrip, Endülüs, Sicilya ve Mısır Kitabı pdf indir pdf indir
İslam’ın Batı Cephesi & Mağrip, Endülüs, Sicilya ve Mısır Eski İslam coğrafyasına göre Mekke merkez sayılır, onun doğusunda kalan ülkeler “Maşrık”, batısında kalan ülkeler ise “Mağrip” diye anılırdı. İslam, başından itibaren mimaride, bilimde, sanatta, edebiyatta, astronomi ve felsefede Mağrip’te kutup oluşturmuş, her alanda Avrupa kültürünü etkilemiştir. Teknik bilgilerin ve sanatsal uyarımların yanı sıra, geniş boyutlu bir dizi ruhsal-düşünsel bilgilenmeler, felsefî eserler, tıp ve matematik, edebiyat ve teoloji bilgileri de aktarılmış ve İspanya’da İbranice, Kastilyaca ve Latinceye çevrilerek Avrupa düşünce dünyasını beslemiştir. Prof. Zeki Tez, İslam’ın Batı Cephesi’nde bu kültür etkileşiminin izlerini sürüyor.
711 yılında Berberî savaşçı Tarık bin Ziyad, emrindeki 12 bin kişilik bir Arap ordusu ile sonradan onun adını alarak “Cebelitarık” (“Tarık Dağı”) diye anılacak boğazdan Avrupa anakarasına geçti. İspanya topraklarına ayak basınca, Tarık bin Ziyad, geri dönüş umudunu kırıp askerlerini ölümüne savaştırabilmek için tüm gemilerini yaktırmış ve askerlerine, “Önünüzde düşman, arkanızda deniz…” diye hitap ederek, savaşıp Vizigot Kralı Roderik’in 70-100 bin kişilik kalabalık ordusunu yenmiştir. Yaklaşık 715 yılında İspanya tümüyle Müslümanların eline geçmiştir.
Endülüs uygarlığı, Arap kültürünün Avrupa kıtasını derinden etkilemesinin en önemli zemini olmuştur. Sicilya ise, İtalya’ya ve Kuzey Afrika’ya yakın olan coğrafî konumu nedeniyle Doğu-Batı dünyası arasında önemli bir köprü görevini üstlenmiştir.
Müslümanlar Sicilya’ya pamuk, keten, hurma, şekerkamışı, dut ve turunçgilleri tanıttılar, yeni sulama teknikleri getirdiler. Sonunda burada tekstil, şeker, ip yapımı, hasırcılık, ipekçilik, kâğıtçılık, ayrıca cam, seramik, mozaik, savaş makineleri ve silah yapımı, gemi inşası ve çeşitli madencilik etkinlikleri doğdu.
Prof. Dr. Zeki Tez’in kitabı, İslam’ın Batı’da bıraktığı silinmez izleri takip etmeniz için harika bir rehber. “Her şeyi Batı’dan öğrendik” diyenlere de güzel bir yanıt.
İslam'ın Batı Cephesi & Mağrip, Endülüs, Sicilya ve Mısır Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
Text
Dut pekmezi kilosu ne kadar
Dut pekmezi kilosu ne kadar
1 kğ 27 TL dir kargo bize aittir.
1 kğ Dut pekmezi 27 Türk lirasıdır
.
Tut Pekmezi
Her ne kadar bir çok kişi tarafından kış aylarında tüketildiği düşünülse de pekmez eski tarihlerden günümüze kadar devam eden yolculuğunda pek de hak ettiği değeri bulamamış gibi görülüyor. Ancak son yıllarda uzman hekimler tıp dünyası tarafından sık sık pekmezden bahsedilmesi pekmeze olan ilgiyi de artırmaya başladı. Bu da  Üzüm pekmezi, dut pekmezi ve hurma pekmezi gibi pek çok çeşidi bulunan pekmezin yararları da kendisi gibi çoktur.
Dut pekmezi içinde Protein, mineraller, magnezyum, fosfor ve demir ihtiva etmektedir.
Pekmez tüketimi kadar pekmezin hazırlanışı da çok önem arz etmektedir. Hatta en önemli süreç pekmezin hazırlanışıdır diye dile getirebiliriz. Aşırı şekilde kaynatılarak üretilen pekmezler, sağlığa faydadan çok zarar getirir. Bu yüzden pekmez seçimi çok çok değerlidir.
Dut pekmezinin faydaları;
Dut pekmezi Kansızlık için kesinlikle tavsiye edilir ve kullanmak gerçekten çok faydasını gösterecek bir besindir.Mide hastalıklarında özellikle, ülser hastalığına karşı dut pekmezi çok iyi gelir.Astım ve bronşit hastalıklarında çok güzel fayda sağlar.Soğuğa ve soğuk algınlığına karşı dut pekmezi, vücut direncini arttırıcı özelliği vardır.Sporcular için enerji deposudur.Bebeklerin büyümesine ve gelişmesine yardımcı besin olarak kullanılır.Çocukların zeka gelişimi için dut pekmezi önerilir.Dut pekmezi ile gargara yapılırsa, ağız ve boğaz hastalıklarına karşı etkili olur.Çocuklarda sıklıkla rastlanan ve çocuk hastalığı olan pamukçuk hastalığına karşı yaygın olarak kullanıldığı görülür.Dut Pekmez'i, yüksek şeker içeriği nedeniyle iyi bir karbonhidrat ve enerji kaynağıdır. Bu sebep ile açlık soruna güzel bir cözüm sunar.Ayrıca, mineralleri yoğun olarak içerisinde barındırmaktadır.Pekmez özellikle günlük kalsiyum, demir, potasyum ve magnezyum gereksiniminin büyük bir kısmını karşılar.Mineral miktarının fazla ve emilim oranlarının yüksek olması nedeniyle hamile ve emziklilerin, tüberkilozlu hastaların,iyileşme dönemindeki kişilerin diyetinde yer alması önerilmektedir.Pekmez'in çok iyi kaynak olduğu besin öğelerinden biri de kromdur.Dokuların krom içeriği hamilelikte, ve yaşlanmayla büyük ölçüde azalmaktadır.Rafinasyon işlemi sonucunda gıdalardaki krom miktarının büyük ölçüde azaldığını göz önüne alırsak pekmezdeki kromun önemi daha da belirginleşmektedir.?
pekmezin daha etkili olabilmesi için şu şekilde tüketmenizi tavsiye ediyoruz.Sabah aç karnına bir çay bardağı ılık suyun içine, 2 tatlı kaşığı
Dut pekmezi
koyup, üzerine limon sıkarak içerseniz, bu kansızlık ve demir eksikliğine çare olacaktır.  http://goldberrydutpekmezi.com/Duyuru/Dut-pekmezi-kilosu-ne-kadar/27
0 notes
s360blog · 7 years
Text
Sürdürülebilirlik Raporlaması Değişiyor!
The Corporate Leadership Group (CLG) on Reporting 2025 (Kurumsal Liderlik Grubu Raporlama 2025)sürdürülebilirlik raporlaması ve iletişiminin geleceği hakkında yapılan küresel tartışmaları desteklemek ve raporlama uygulamasının nasıl geliştiğini incelemek amacıyla GRI (Küresel Raporlama Girişimi) tarafından bir araya getirildi. Bu kapsamda Grup’ta yer alan ve uzun vadeli hedefler koyan içinde Avrupa Yatırım Bankası, Ferrero ve Pepsico'nun da bulunduğu 13 şirket, gelecekte ön plana çıkacaklarını ön gördükleri 17 trendi belirledi ve 4’ünü seçerek kendi şirketlerine ve sürdürülebilirlik raporlarına olan etkilerini derinlemesine araştırarak raporda paylaştı. İklim değişikliği, insan hakları, gelir eşitsizliği ve veri & teknoloji trendlerini seçen CLG’nin raporunda ele alınan trendlerin gelecek projeksiyonlarını sizler için derledik.
İklim Değişikliği:
İklim değişikliği küresel gündem ve sürdürülebilirlik ve kurumsal raporların üzerine en çok durduğu konu olmasına rağmen halen gelişen trendlerden biri. 2016 yılında Dünya Ekonomik Forumu (WEF), iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmamasının en büyük küresel risk olduğunu açıkladı. Büyük ilgi toplayan ve erken eylem için ön plana çıkan 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SDG) içinde de iklim değişikliğiyle ilgili hedefler göze çarpıyor. CLG üyeleri, iklim değişikliği üzerine yapılan raporlama kalitesini iyileştirmek için öncelikli olarak şu alanlarda adımları öneriyor;
İklim değişikliğini mücadelesini daha fazla içselleştirmek gerekiyor: Kurumlar, iklim değişikliğinin sektörleriyle en alakalı yönlerini göz önünde bulundurarak önceliklendirme yapmalı ve kullanılan veri ve metriklerin kalitesi iyileştirilmeli. 
Örneğin;
Eğer tedarik zincirine vurgu yapılıyorsa, tedarik zincirindeki riskler kapsamında emisyon hesaplaması önceliklendirilebilir.
Ürün ve hizmetler, farklı kurumların enerji kullanımını ve emisyonlarını etkiliyorsa, bu kurumların enerji verimliliği ve emisyon azaltımı öncelikli konu olmalıdır.
İklim değişikliğinin başka alanlara dolaylı etkisi belirlenmelidir.
Şirketleri farklılaştıran, 2020 ve ötesini hedef alan uzun vadeli, bilimsel verilere dayalı hedefler konmalıdır.  
Raporlama yapan kurumların faaliyetlerine bağlı hedeflerinin, devletlerin iklim değişikliği ile mücadele yolunda koyduğu hedeflerle nasıl örtüştüğü hesaplanmalı.
İklim değişikliğinin nasıl bir risk oluşturduğunun ve iklim değişikliğiyle mücadelede yapılan çalışmaların kamuoyu ile paylaşılması yüksek önem taşıyor. 
Enerji tüketimi ve emisyonla mücadelede bireylere ve kurumlara düşen roller tanımlanmalı.
İnsan Hakları:
Her zaman gündemde olan insan hakları, özellikle hali hazırda devam eden iç savaşlar (örneğin Suriye'de) ve buna bağlı göçmen ve mülteci dalgalarıyla 2016'nın en önemli toplumsal sorunlarından biri oldu. İnsan hakları alanında yapılan tüm ilerlemelere rağmen hak ihlalleri daha da korkunç bir boyutla artıyor. Birçok şirket, tedarik zincirindeki yaşanan sorunlarla zor zamanlar geçiriyor; Asya'daki hurma yağı veya deniz ürünleri tedarik zincirlerinde çalışan korumasız göçmen emekçiler, Türkiye'deki konfeksiyon fabrikalarında çalışan Suriyeli mülteci çocuklar ve İngiltere'de görülen modern kölelik vakaları bu alanda verilebilecek birçok örnekten sadece birkaçı.
CLG üyeleri, insan hakları konusundaki şeffaflık ve raporlamaları iyileştirmek için öncelikli olarak şu alanlarda adımlar atılabileceğini belirtiyor;
Kurumların insan haklarını, sadece sosyal sorumluluk faaliyetlerinde değil, genel olarak öncelikli mesele olarak genel anlamda içselleştirmesi gerekiyor.
İş Dünyası ve İnsan Hakları üzerine Birleşmiş Milletler'in Yol Gösterici İlkelerinin benimsemesi önemli bir adım olarak ön plana çıkıyor.
Şirket genelinde ve tedarik zincirinde insan hakları konusunda farkındalık yaratmak gerekiyor.
İnsan hakları konusunda ilerleme kaydetmek için şirketler tarafından tedarik zinciri risk analizi çalışmasının ve denetiminin gerçekleştirilmesi, insan haklarına ilişkin riskleri belirlemek atılan ilk adım olabilir.
Tedarikçilerin tek bir organizasyon tarafından etkin bir şekilde izlenmesi neredeyse imkansızdır. Bu sebeple şirketlerin bilgi paylaşımı yapabilecekleri ve aynı zamanda tedarikçiler hakkında bilgi alabilecekleri ortak platformlara ihtiyaçları var.
Gelir Eşitsizliği:
Oxfam'a göre, dünya üzerindeki en zengin %1, dünyanın geri kalanından çok daha fazla servete sahip. Örneğin küçük ölçekli çiftçiler dünya gıda ihtiyacının %80'ini üretirken, tarım işçileriyle birlikte açlık sınırında yaşayanların çoğunluğunu oluşturuyor ve tarım işçilerinin %60'ı yoksulluk içinde yaşıyor.
CLG üyeleri, gelir eşitsizliği konusundaki raporlamaları iyileştirmek için öncelikli olarak şu alanlarda adımlar atılabileceğini ön görüyor;
Çalışanların hakları ve tedarik zincirindeki koşullar sosyal haklar da düşünülerek geliştirmeler yapılabilir.
Şirketin ürün ve hizmetlerinin, faaliyet gösterilen bölgelerdeki toplulukların temel ürün ve hizmetlere (ör. yiyecek, su, enerji) erişimi nasıl etkilediği araştırılmalıdır.
Gelir eşitsizliği ile ilgili şirketinizin maddi etkisinin en fazla olabileceği alanlar değerlendirilip, anahtar performans göstergeleri geliştirilebilir.
Data ve Teknoloji:
Giderek daha da büyüyen ve gelişen veri ve teknoloji, hem yaşamın hem de iş dünyasının birçok alanının önemli bir parçasıdır. Mevcut veri miktarının son yıllarda müthiş bir şekilde arttığı, insanlığın tüm geçmişinden çok daha fazla veri geçtiğimiz iki yılda yaratıldığı gözlemlenmektedir.
CLG üyeleri, data ve teknoloji konusundaki yapılan raporlamaları iyileştirmek için öncelikli olarak şu alanlarda adımların önemine vurgu yapıyor;
Paydaşlara farklı şekillerde yaklaşmak için veri ve teknolojiyi kullanmak ve verilerin toplanması için teknolojiyi kullanmak büyük önem taşımaktadır.
Farklı paydaşların ihtiyaçlarını keşfedilmelidir.
Verilerin tek seferde toplanması ve birden fazla amaçla kullanılabilmesi için daha gelişmiş yaklaşımlar ve veri toplama yöntemleri kullanılmalıdır.
0 notes