Tumgik
#bebeğe hazırlık
hamilelikte · 1 year
Text
Bu yazımızda, gebelikte son 3 ay kilo almamak için neler yapılmalı, hamilelik sürecinde son üç ayda kilo alımı, sağlıklı beslenme ipuçları, egzersizin önemi ve yararları ile doktorunuzla iletişim halinde olmanın önemini ele alacağız. Hamilelik, annenin ve bebeğin sağlıklı gelişimini desteklemek için dikkatli bir şekilde yönetilmesi gereken önemli bir süreçtir. Bu nedenle, gebeliğin son üç ayında neler yapmanız gerektiğine yönelik ipuçları vereceğiz ve doktorunuzla doğru iletişim kurmanın önemini vurgulayacağız. Dahası, bu yazı, hamilelik sürecinden geçen tüm kadınlar için faydalı olacaktır. Gebelikte son 3 ay, doğuma hazırlık aşamasıdır. Sağlıklı beslenme ve egzersiz, bu dönemde çok önemlidir. Doktorunuzla iletişim halinde olun ve gebeliğinizin son aylarını rahat geçirin. Gebeliğin Son 3 Ayında Kilo Alımı Gebelikte son 3 ay, annelerin doğum öncesi son hazırlıklarını yapması gereken bir dönemdir. Bu hazırlıklarda annelerin kilo alımı, bebeklerinin sağlığı ve doğum süreci için oldukça önemlidir. Gebeliğin son 3 ayında kilo alımını önlemek ise mükemmel bir seçenek olabilir. Hamilelikte neden kilo alınır? Gebelikte son 3 ayda tüm vücudun çalışma şekli değişir. Bebeğin büyümesi için gerekli olan tüm besinler, annenin aldığı gıdalar aracılığıyla bebeğe ulaşır. Bu nedenle, gebelikte az kilo almak annenin sağlığı ve bebeğinin sağlığı için faydalıdır. Gebelikte ay ay kilo alımı nasıl olmalıdır? Genellikle, gebelikte ilk 3 ayda 1-2 kilo alınabilir. İkinci 3 ay boyunca aylık ortalama 2-4 kilo arasında bir kilo alımı yaşanabilir. Ancak son 3 ay, gebelikte ay ay kilo alımının en çok olduğu dönemdir. Bu dönemde, sağlıklı bir hamilelikte ortalama 4-5 kilo alınabilir. Gebelikte hiç kilo almamak zararlı mıdır? Elbette, anne adayları kilo almamayı tercih edebilirler. Ancak, kişinin doktoruna danışmadan kilo almamaya karar vermesi dengesiz bir beslenme alışkanlığına ve bebeklerin doğum ağırlığının düşük olmasına neden olabilir. Gebelikte son 3 ay kilo almamak için annelerin nasıl beslenmesi gerektiği konusunda birkaç ipucu şunlardır: ÖğünlerBesinlerKahvaltıYulaf lapası, tam buğday ekmeği, taze meyve suyu,ÖğleIzgara tavuk, sebzeli salata, tam buğdaylı makarnaAra öğünBadem, ceviz, meyveAkşam yemeğiFırında yapılmış tavuk, sebzeli yemek, esmer pirinç, yoğurt Bu beslenme alışkanlıklarına ek olarak, gebelikte son 3 ayda aşırı egzersiz yapmak da zararlı olabilir. Ancak, yürüyüş gibi hafif egzersizler hem annenin hem de bebeğin sağlığı için faydalıdır. Sonuç olarak, gebelikte son 3 ay kilo almamak için bazı önlemler alınması gerekir. Çünkü gebelikte son 3 ay kilo alımının önemi oldukça büyüktür. Anne adayları, sağlıklı beslenme ve hafif egzersizlerle bu dönemde kontrollü bir şekilde kilo almaya çalışmalıdır. Unutmayın, doktor ile iletişim halinde olmak da bebeğin sağlığı için oldukça önemlidir. Hamileyken Sağlıklı Beslenme İpuçları Gebelik sürecinde anne ve bebeğin sağlığı için dengeli beslenme oldukça önemlidir. Hamilelikte ihtiyaç duyulan enerji, protein, vitamin ve mineral miktarı artar. Dolayısıyla, annenin sağlıklı ve düzenli bir beslenme planı takip etmesi gerekir. Hamilelikte neden kilo alındığı konusu da aynı şekilde önem arz etmektedir. Normal bir kiloda olan kadınların gebelik süresince 11-15 kilo arası, obez kadınların ise 7-11 kilo arası kilo almaları önerilmektedir. Gebelikte ay ay kilo alımı takip edilerek, gebeliğin son 3 ay kilo alımı da önemlidir. Gerekli Besin İçeriklerini Karşılayın Bir diyetisyenle konuşarak, gebelik sürecinde anne ve bebek için hangi besinlere ihtiyaç olacağı konusunda bilgi sahibi olabilirsiniz. Yeterli miktarda meyve, sebze, tam tahıllı gıdalar, protein ve süt ürünleri tüketmek, gebelikte az kilo almak için önemlidir. Küçük Porsiyonlarla Beslenin Gereğinden fazla yemek yemek yerine, küçük porsiyonlarla sık aralıklarla beslenmek metabolizmayı hızlandırarak sindirimi kolaylaştırır. Ayrıca aşırı yemek yeme durumunda yaşanabilecek şeker düşüşü ve mide yanmaları da azaltılmış olur.
Yağlı ve Tuzlu Besinlerden Uzak Durun Kızartma gibi yağlı yiyecekler ve tuzlu atıştırmalıklar hamilelik sırasında kilo almaya sebep olan besinlerdir. Bununla birlikte aşırı tuz tüketimi de ödem ve sıvı birikimine neden olabilir. Bu tip yiyecekler yerine, pişirme teknikleri ile tercih edeceğiniz besinleri yiyebilirsiniz. Hamileyken sağlıklı beslenmenin yanı sıra egzersiz yapmak da gebelik sürecinde önemlidir. Gebeliğin son 3 ayında egzersizin etkileri hakkında doktorunuzla iletişim halinde olmak ise daha güvenli ve sağlıklı bir gebelik için gereklidir. Gebelikte Son 3 Ayda Egzersizin Önemi ve Yararları Gebeligin Son Ayinda Egzersizin Onemi Gebelik döneminde annenin hem bedensel hem de zihinsel sağlığı bebek için oldukça önemlidir. Gebeliğin son 3 ayında egzersiz yapmak, annenin hem fiziksel sağlığını hem de bebeğin sağlığını korumak için oldukça faydalıdır. Ayrıca doğum sancılarına hazırlamanın yanı sıra, doğum sonrasındaki iyileşme sürecini hızlandırır. Gebelik döneminde anne adayları, bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için kilo almaları gerekmektedir. Ancak, bu dönemde aşırı kilo alımı da sağlık problemlerine sebep olabilir. Gebeliğin son 3 ayında kilo alımı daha hızlı bir şekilde gerçekleşir, bu nedenle anneler, gebeliğin ilk aylarında az kilo almaları için de özen göstermelidir. Gebelikte Ay Ay Kilo Alımı Gebelik döneminde bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için kilo alımı kaçınılmazdır. Ancak, bu kilo alımının hangi aylarda daha fazla olması gerektiği konusunda bir takım farklı görüşler bulunmaktadır. Genel olarak, gebeliğin ilk aylarında 1-2 kilo alınması, son 3 ayında ise 6-7 kilo alınması önerilmektedir. Gebelikte Son 3 Ay Kilo Almamak İçin Gebeliğin son 3 ayında kilo alımı bebek için oldukça önemlidir. Ancak, aşırı kilo alımı hem anne adayının hem de bebeğin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle anneler, gebeliğin son 3 ayında az kilo almak için düzenli egzersiz yapabilirler. Ancak, egzersiz sırasında aşırı zorlamalar yapılmaması gerektiği unutulmamalıdır. Bu nedenle, gebeliğin son 3 ayında egzersiz yapmak, bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişmesine katkı sağlayacak ve doğum sonrası iyileşme sürecini hızlandıracaktır. Ancak, her annenin gebeliğine özel bir egzersiz programı olması gerektiği unutulmamalıdır. Bu nedenle, doktor veya bir uzman tarafından hazırlanmış bir programla egzersiz yapmak oldukça faydalıdır. Gebeliğin Son 3 Ayında Doktorunuzla İletişim Halinde Olun Gebeliğin son 3 ayı, anne adaylarının bebeğin doğumuna hazırlandığı kritik bir dönemdir. Bu dönemde dikkat edilmesi gereken birkaç faktör vardır. Bunlardan biri, gebelikte son 3 ay kilo alımının kontrol altında tutulmasıdır. Gebeliğin son dönemi, bebeğin hızla kilo alması nedeniyle anne adaylarının aşırı kilo almasına neden olabilir. Ancak gebelikte son 3 ay kilo almamak için yapılacak bazı değişiklikler bu durumun önüne geçebilir. Gebelikte vücut, bebeğin sağlıklı büyümesini desteklemek için ekstra kilolara ihtiyaç duyar. Gebelikte ay ay kilo alımı, ikinci trimesterden itibaren artış gösterir. Bu dönemde, genellikle haftada ortalama 0.5-1 kilo alınır. Hamilelikte az kilo almak, bebeğin sağlıklı gelişimi için zararlıdır. Ancak aşırı kilo alımı da gebelik sürecini olumsuz etkileyebilir. Gebelikte Son Ay Kilo Almamak Icin Gebeliğin son 3 ayı, anne adaylarının doktorlarıyla sıkı bir iletişim halinde olması gereken bir dönemdir. Bu aşamada, doğum planı, gebelik komplikasyonları veya bebeğin sağlığı ile ilgili herhangi bir endişe doktorla paylaşılmalıdır. Doktorunuzla İletişimÖnemiYararlarıDoğum planı oluşturmaDoğum hakkında net bir plana sahip olmak, bebeğin doğumunu daha rahat kılabilir.Doğum öncesi kaygıları azaltır, anne adaylarının doğuma hazırlanmasına yardımcı olur.Gebelik komplikasyonlarıErken tanı ile komplikasyonların önüne geçilebilir.Komplikasyonların hızlıca çözülmesine yardımcı olur, bebeğin sağlığı için önemlidir.Bebeğin sağlığıDoğum öncesi bebeğin sağlığı ile ilgili bir endişe varsa, doktorla paylaşmak
önemlidir.Bebeğin sağlıklı doğumu için gereken önlemlerin alınmasına yardımcı olur. Gebeliğin son 3 ayında, anne adaylarına tavsiye edilen bir diğer önemli konu da doğru beslenmedir. Düzenli egzersiz yapmak, sağlıklı gıdalar tüketmek ve yeterli su içmek, bebeğin sağlıklı büyümesine yardımcı olur. Bu açıdan, hamileyken sağlıklı beslenme ipuçları da dikkate almak gerekir. Gebeliğin son dönemi, anne adayları için oldukça zorlayıcı olabilir. Ancak doğru bir yaklaşım, doktorla sıkı bir iletişim ve sağlıklı alışkanlıklar, bu dönemi daha rahat geçirmenizi sağlayacaktır.
0 notes
makyajveciltbakimi · 7 years
Text
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamilelik devresinini daha sıhhatli geçirmek, bebeğe kendini daha iyi hazırlamak isteyen anne adayları için en iyi hamilelik kitaplarını seçtik.
Hamilelik bir bayanın yaşamındaki en heyecan uyandırıcı ve merak duyulan devrelerden biri. Anne adayları, bebekleri karınlarında büyürken bu prosesi daha sıhhatli ve rahat geçirebilmek hatta kendilerini bebek bakımına hazırlayabilmek için kitap okuyarak geçiriyorlar. Kitaplar, gebelik süresi boyunca annelerin en iyi dostlarından biri oluyor resmen.
Bu haberimizde hamileliğiniz boyunca okuyabileceğiniz yararlı kitapları hazırladık ve sizin için bir seçki yarattık. Genellikle güncel kitapların bulunduğu hamilelik esnasında okuyabileceğiniz kitaplar listemiz, her anne adayı doğrulusunda basit anlaşılır ve verilendirici eserlerı içeriyor. Hamileyken okunacak kitaplar saglikdoping.com’da.
Anne Ben Nasıl Oldum?
Yazar: Aslı Bastıyalı Yayınevi: Okuyanus Yayınları
Aslı Bastıyalı’nın kitabı “mutlu gebelik” mitini yerle bir ediyor ve hamileliğin karanlık yönüne bakıyor. Arada sırada trajikomik, fazlalıkla komik ancak tamamı gerçek bu öykü, etrafınızdeki anne baba adaylarına bambaşka bir gözle bakmanıza yol açacak. Aslı Bastıyalı, kendi hamileliği boyunca hafta hafta yaşadığı iniş çıkışları, kıskançlıkları ve insanüstü mücadeleyi bütün içtenyetiyle anlatıyor.
A’dan Z’ye Sıhhatlı ve Bilinçli Hamilelik
Yazar: Dr. Irina Webster Yayınevi: Geoturka
Bu kitap hamilelik prosesiy ile ilgili bütün bilmeniz gerekli olanlari hafta hafta ve ay ay çeşitli bir biçimde anlatıyor. Hamileliğinizin daha rahat geçmesi için faydalanabileceğiniz mühim tüyolar içeriyor. Hafta hafta yapmanız gerekli olanlar, hamilelikte şahsi bakım, hamilelikte cinsel yaşam ve daha çok hususta mühim veriler sağlıyor.
Hamilelik Doğum ve Bebek
Yazar: Penny Simkin, April Bolding, Janelle Durham, Ann Keppler, Janet Wdurumlay Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Bir milyondan çok basılmış, tekrardan gözden geçirilerek yenilenmiş bu kapsamlı kitap hamilelik, doğum, doğum ardından devre ve yenidoğan bebek bakımıyla ile ilgili veriler sağlıyor. Hamilelik ve doğumda neler beklemeniz gerekliliğini, doğumu mutlu ve sıhhatli bir tecrübe durumuna getirmek için eksprlerinızla nasıl eş güdümlü çalışabileceğinizi anlatıyor. 60’tan çok tablo, 190’dan çok fotoğraf ve illüstrasyon, bulguyu netleştiriyor; doğum ile ilgili herhangi bir kitapta bulabileceğinizden fazlaca daha çok resim yardım içeriyor.
Bebeğinizin İlk Yılı Rehberi
Yazar: Mayo Clinic Yayınevi: Eksik Parça
Mayo Clinic doğrulusunda hazırlanan kitap hamileler ve yeni bebek içerenlar için varlıklı bir kaynak. Bebeğinizi sıhhatli ve doğru beslemeniz için tavsiyeleri, bebeğinizin sağlıklı ve dengeli uyku bağımlılıkları kazanması için neler yapabileceğinizi, bebeğinizi sık görülen hastalıklardan korumanın yollarını ve anne-babalik ile ilgili birçok meselesizun yanıtını bulabilirsiniz.
Madurumlanin En Mutlu Bebeği
Yazar: Harvey Karp Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Çocuk gelişimi eksperı ve çocuk hekimi Doktor Harvey Karp tüm anne-babalere en huysuz bebeği bile mahallenin en mutlu bebeğine nasıl dönüştüreceklerini anlatıyor. Mantıklı tavsiyeler yardımıyla anne-babaler, büyük anne-babaler, hemşireler ve dadılar bebeklerinin ağlamasını durdurabiliyor ve bebeklerinin daha fazla zaman uyumasını sağlıyor.
Gebe-loji
Yazar: Linda Geddes Yayınevi: Kuraldışı yayınları
Hamile kaldığını öğrendiği andan itibaren, her bayanın başsı içerisinde ilerlemeye başlayan yeni can hakkındaki sorularla doludur. Aynı hali yaşam sürdüren Linda Geddes, etrafıni saran bu hususta yayınlanmış yalan hatalı, kulaktan dolma verilerden kurtulup doğru cevapları bulmak üzere yola çıkıyor. “Gebe-loji”, hamileliğinizin ilk sendromlarınden gebelikte beslenmeye, doğum prosesinden bebeğinizin birinci yaşına; kafanızı kurcalayan yüzlerce problemin doğrultusız, bilimsel cevaplarıyla dolu. Ondan öğrendikleriniz, içinize su serpecek.
Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?
Yazar: Heidi E. Murkoff, Sharon Mazel Yayınevi: Epsilon Yayınları
Doktor seçiminden gebelik tespitine, egzersizden doğum katagorilerine, İkinci gebelikten İkizlere, gebelik esnasında cinsel temasa kadar birçok hususta faydalı veriler veren “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?”de, gebelik, doğum ve doğum ardındanna dair bütün adımları bulacaksınız. Kitapta, “En çok kaç kilo almam normal? En az kaç kilo almalıyım? Bebeğim pek tekmelemiyor, bu normal mi? 35 yaşından sonra bebek sahibi olmak güvenilir mi?” gibi çoğu problemin cevabını bulabilirsiniz.
9 ay 10 gün Hafta Hafta Hamilelik
Yazar: Kağan Kocatepe Yayınevi: İnkılap Kitabevi
“9 Ay 10 Gün Hafta Hafta Hamilelik” kitabı, hamile tüm kadınlar ve eşleri için mümkün oldukça bebek sahibi olmayı planlayan ebeveyn adayları için de yararlı bir rehber. Hamileliğin planlanmasından itibaren hafta hafta hamilelik prosesi, doğum, bebek bakımı, emzirme, sıhhat denetimleri, fazlasıl hamilelikler, hamilelikte sık rastlanan şikayetler ve daha birçok mevzu ile ilgili aklınıza takılan bütün soruların yanıtını bu kitapta bulacaksınız. Anne baba adayları kitabın bütününü okuyabilecekleri gibi, yalnızca Hafta Hafta Hamilelik kısmını de okuyabilirler.
Anneee! Anne oluyorum!
Yazar: Ayşe Aydın Yayınevi: Remzi Kitabevi
Vatan Gazetesi Anne-Çocuk yazarı Ayşe Aydın’ın bu ilk kitabı hem güldürüyor hatta düşündürüyor. Tüp bebek tedavisi esnasında yaşanan hadiselerla başlayan hikaye 36 hafta vakitn hamilelik macerai ve 36 haftanın sonucunda doğumu anlatıyor. Genellikle İkiz hamilelik yaşam sürdürenlara yol gösterecek bir kitap olarak öne çıkıyor.
Kaynak: Makyaj Önerileri, Cilt Bakımı Yöntemleri
0 notes
kadinsagligin · 7 years
Text
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamilelik devresinini daha sıhhatli geçirmek, bebeğe kendini daha iyi hazırlamak isteyen anne adayları için en iyi hamilelik kitaplarını seçtik.
Hamilelik bir bayanın yaşamındaki en heyecan uyandırıcı ve merak duyulan devrelerden biri. Anne adayları, bebekleri karınlarında büyürken bu prosesi daha sıhhatli ve rahat geçirebilmek hatta kendilerini bebek bakımına hazırlayabilmek için kitap okuyarak geçiriyorlar. Kitaplar, gebelik süresi boyunca annelerin en iyi dostlarından biri oluyor resmen.
Bu haberimizde hamileliğiniz boyunca okuyabileceğiniz yararlı kitapları hazırladık ve sizin için bir seçki yarattık. Genellikle güncel kitapların bulunduğu hamilelik esnasında okuyabileceğiniz kitaplar listemiz, her anne adayı doğrulusunda basit anlaşılır ve verilendirici eserlerı içeriyor. Hamileyken okunacak kitaplar saglikdoping.com’da.
Anne Ben Nasıl Oldum?
Yazar: Aslı Bastıyalı Yayınevi: Okuyanus Yayınları
Aslı Bastıyalı’nın kitabı “mutlu gebelik” mitini yerle bir ediyor ve hamileliğin karanlık yönüne bakıyor. Arada sırada trajikomik, fazlalıkla komik ancak tamamı gerçek bu öykü, etrafınızdeki anne baba adaylarına bambaşka bir gözle bakmanıza yol açacak. Aslı Bastıyalı, kendi hamileliği boyunca hafta hafta yaşadığı iniş çıkışları, kıskançlıkları ve insanüstü mücadeleyi bütün içtenyetiyle anlatıyor.
A’dan Z’ye Sıhhatlı ve Bilinçli Hamilelik
Yazar: Dr. Irina Webster Yayınevi: Geoturka
Bu kitap hamilelik prosesiy ile ilgili bütün bilmeniz gerekli olanlari hafta hafta ve ay ay çeşitli bir biçimde anlatıyor. Hamileliğinizin daha rahat geçmesi için faydalanabileceğiniz mühim tüyolar içeriyor. Hafta hafta yapmanız gerekli olanlar, hamilelikte şahsi bakım, hamilelikte cinsel yaşam ve daha çok hususta mühim veriler sağlıyor.
Hamilelik Doğum ve Bebek
Yazar: Penny Simkin, April Bolding, Janelle Durham, Ann Keppler, Janet Wdurumlay Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Bir milyondan çok basılmış, tekrardan gözden geçirilerek yenilenmiş bu kapsamlı kitap hamilelik, doğum, doğum ardından devre ve yenidoğan bebek bakımıyla ile ilgili veriler sağlıyor. Hamilelik ve doğumda neler beklemeniz gerekliliğini, doğumu mutlu ve sıhhatli bir tecrübe durumuna getirmek için eksprlerinızla nasıl eş güdümlü çalışabileceğinizi anlatıyor. 60’tan çok tablo, 190’dan çok fotoğraf ve illüstrasyon, bulguyu netleştiriyor; doğum ile ilgili herhangi bir kitapta bulabileceğinizden fazlaca daha çok resim yardım içeriyor.
Bebeğinizin İlk Yılı Rehberi
Yazar: Mayo Clinic Yayınevi: Eksik Parça
Mayo Clinic doğrulusunda hazırlanan kitap hamileler ve yeni bebek içerenlar için varlıklı bir kaynak. Bebeğinizi sıhhatli ve doğru beslemeniz için tavsiyeleri, bebeğinizin sağlıklı ve dengeli uyku bağımlılıkları kazanması için neler yapabileceğinizi, bebeğinizi sık görülen hastalıklardan korumanın yollarını ve anne-babalik ile ilgili birçok meselesizun yanıtını bulabilirsiniz.
Madurumlanin En Mutlu Bebeği
Yazar: Harvey Karp Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Çocuk gelişimi eksperı ve çocuk hekimi Doktor Harvey Karp tüm anne-babalere en huysuz bebeği bile mahallenin en mutlu bebeğine nasıl dönüştüreceklerini anlatıyor. Mantıklı tavsiyeler yardımıyla anne-babaler, büyük anne-babaler, hemşireler ve dadılar bebeklerinin ağlamasını durdurabiliyor ve bebeklerinin daha fazla zaman uyumasını sağlıyor.
Gebe-loji
Yazar: Linda Geddes Yayınevi: Kuraldışı yayınları
Hamile kaldığını öğrendiği andan itibaren, her bayanın başsı içerisinde ilerlemeye başlayan yeni can hakkındaki sorularla doludur. Aynı hali yaşam sürdüren Linda Geddes, etrafıni saran bu hususta yayınlanmış yalan hatalı, kulaktan dolma verilerden kurtulup doğru cevapları bulmak üzere yola çıkıyor. “Gebe-loji”, hamileliğinizin ilk sendromlarınden gebelikte beslenmeye, doğum prosesinden bebeğinizin birinci yaşına; kafanızı kurcalayan yüzlerce problemin doğrultusız, bilimsel cevaplarıyla dolu. Ondan öğrendikleriniz, içinize su serpecek.
Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?
Yazar: Heidi E. Murkoff, Sharon Mazel Yayınevi: Epsilon Yayınları
Doktor seçiminden gebelik tespitine, egzersizden doğum katagorilerine, İkinci gebelikten İkizlere, gebelik esnasında cinsel temasa kadar birçok hususta faydalı veriler veren “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?”de, gebelik, doğum ve doğum ardındanna dair bütün adımları bulacaksınız. Kitapta, “En çok kaç kilo almam normal? En az kaç kilo almalıyım? Bebeğim pek tekmelemiyor, bu normal mi? 35 yaşından sonra bebek sahibi olmak güvenilir mi?” gibi çoğu problemin cevabını bulabilirsiniz.
9 ay 10 gün Hafta Hafta Hamilelik
Yazar: Kağan Kocatepe Yayınevi: İnkılap Kitabevi
“9 Ay 10 Gün Hafta Hafta Hamilelik” kitabı, hamile tüm kadınlar ve eşleri için mümkün oldukça bebek sahibi olmayı planlayan ebeveyn adayları için de yararlı bir rehber. Hamileliğin planlanmasından itibaren hafta hafta hamilelik prosesi, doğum, bebek bakımı, emzirme, sıhhat denetimleri, fazlasıl hamilelikler, hamilelikte sık rastlanan şikayetler ve daha birçok mevzu ile ilgili aklınıza takılan bütün soruların yanıtını bu kitapta bulacaksınız. Anne baba adayları kitabın bütününü okuyabilecekleri gibi, yalnızca Hafta Hafta Hamilelik kısmını de okuyabilirler.
Anneee! Anne oluyorum!
Yazar: Ayşe Aydın Yayınevi: Remzi Kitabevi
Vatan Gazetesi Anne-Çocuk yazarı Ayşe Aydın’ın bu ilk kitabı hem güldürüyor hatta düşündürüyor. Tüp bebek tedavisi esnasında yaşanan hadiselerla başlayan hikaye 36 hafta vakitn hamilelik macerai ve 36 haftanın sonucunda doğumu anlatıyor. Genellikle İkiz hamilelik yaşam sürdürenlara yol gösterecek bir kitap olarak öne çıkıyor.
Kaynak: Kadın Sağlığı, Kadın Sağlık Rehberi
0 notes
kadinlarsacbakimi · 7 years
Text
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamilelik devresinini daha sıhhatli geçirmek, bebeğe kendini daha iyi hazırlamak isteyen anne adayları için en iyi hamilelik kitaplarını seçtik.
Hamilelik bir bayanın yaşamındaki en heyecan uyandırıcı ve merak duyulan devrelerden biri. Anne adayları, bebekleri karınlarında büyürken bu prosesi daha sıhhatli ve rahat geçirebilmek hatta kendilerini bebek bakımına hazırlayabilmek için kitap okuyarak geçiriyorlar. Kitaplar, gebelik süresi boyunca annelerin en iyi dostlarından biri oluyor resmen.
Bu haberimizde hamileliğiniz boyunca okuyabileceğiniz yararlı kitapları hazırladık ve sizin için bir seçki yarattık. Genellikle güncel kitapların bulunduğu hamilelik esnasında okuyabileceğiniz kitaplar listemiz, her anne adayı doğrulusunda basit anlaşılır ve verilendirici eserlerı içeriyor. Hamileyken okunacak kitaplar saglikdoping.com’da.
Anne Ben Nasıl Oldum?
Yazar: Aslı Bastıyalı Yayınevi: Okuyanus Yayınları
Aslı Bastıyalı’nın kitabı “mutlu gebelik” mitini yerle bir ediyor ve hamileliğin karanlık yönüne bakıyor. Arada sırada trajikomik, fazlalıkla komik ancak tamamı gerçek bu öykü, etrafınızdeki anne baba adaylarına bambaşka bir gözle bakmanıza yol açacak. Aslı Bastıyalı, kendi hamileliği boyunca hafta hafta yaşadığı iniş çıkışları, kıskançlıkları ve insanüstü mücadeleyi bütün içtenyetiyle anlatıyor.
A’dan Z’ye Sıhhatlı ve Bilinçli Hamilelik
Yazar: Dr. Irina Webster Yayınevi: Geoturka
Bu kitap hamilelik prosesiy ile ilgili bütün bilmeniz gerekli olanlari hafta hafta ve ay ay çeşitli bir biçimde anlatıyor. Hamileliğinizin daha rahat geçmesi için faydalanabileceğiniz mühim tüyolar içeriyor. Hafta hafta yapmanız gerekli olanlar, hamilelikte şahsi bakım, hamilelikte cinsel yaşam ve daha çok hususta mühim veriler sağlıyor.
Hamilelik Doğum ve Bebek
Yazar: Penny Simkin, April Bolding, Janelle Durham, Ann Keppler, Janet Wdurumlay Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Bir milyondan çok basılmış, tekrardan gözden geçirilerek yenilenmiş bu kapsamlı kitap hamilelik, doğum, doğum ardından devre ve yenidoğan bebek bakımıyla ile ilgili veriler sağlıyor. Hamilelik ve doğumda neler beklemeniz gerekliliğini, doğumu mutlu ve sıhhatli bir tecrübe durumuna getirmek için eksprlerinızla nasıl eş güdümlü çalışabileceğinizi anlatıyor. 60’tan çok tablo, 190’dan çok fotoğraf ve illüstrasyon, bulguyu netleştiriyor; doğum ile ilgili herhangi bir kitapta bulabileceğinizden fazlaca daha çok resim yardım içeriyor.
Bebeğinizin İlk Yılı Rehberi
Yazar: Mayo Clinic Yayınevi: Eksik Parça
Mayo Clinic doğrulusunda hazırlanan kitap hamileler ve yeni bebek içerenlar için varlıklı bir kaynak. Bebeğinizi sıhhatli ve doğru beslemeniz için tavsiyeleri, bebeğinizin sağlıklı ve dengeli uyku bağımlılıkları kazanması için neler yapabileceğinizi, bebeğinizi sık görülen hastalıklardan korumanın yollarını ve anne-babalik ile ilgili birçok meselesizun yanıtını bulabilirsiniz.
Madurumlanin En Mutlu Bebeği
Yazar: Harvey Karp Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Çocuk gelişimi eksperı ve çocuk hekimi Doktor Harvey Karp tüm anne-babalere en huysuz bebeği bile mahallenin en mutlu bebeğine nasıl dönüştüreceklerini anlatıyor. Mantıklı tavsiyeler yardımıyla anne-babaler, büyük anne-babaler, hemşireler ve dadılar bebeklerinin ağlamasını durdurabiliyor ve bebeklerinin daha fazla zaman uyumasını sağlıyor.
Gebe-loji
Yazar: Linda Geddes Yayınevi: Kuraldışı yayınları
Hamile kaldığını öğrendiği andan itibaren, her bayanın başsı içerisinde ilerlemeye başlayan yeni can hakkındaki sorularla doludur. Aynı hali yaşam sürdüren Linda Geddes, etrafıni saran bu hususta yayınlanmış yalan hatalı, kulaktan dolma verilerden kurtulup doğru cevapları bulmak üzere yola çıkıyor. “Gebe-loji”, hamileliğinizin ilk sendromlarınden gebelikte beslenmeye, doğum prosesinden bebeğinizin birinci yaşına; kafanızı kurcalayan yüzlerce problemin doğrultusız, bilimsel cevaplarıyla dolu. Ondan öğrendikleriniz, içinize su serpecek.
Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?
Yazar: Heidi E. Murkoff, Sharon Mazel Yayınevi: Epsilon Yayınları
Doktor seçiminden gebelik tespitine, egzersizden doğum katagorilerine, İkinci gebelikten İkizlere, gebelik esnasında cinsel temasa kadar birçok hususta faydalı veriler veren “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?”de, gebelik, doğum ve doğum ardındanna dair bütün adımları bulacaksınız. Kitapta, “En çok kaç kilo almam normal? En az kaç kilo almalıyım? Bebeğim pek tekmelemiyor, bu normal mi? 35 yaşından sonra bebek sahibi olmak güvenilir mi?” gibi çoğu problemin cevabını bulabilirsiniz.
9 ay 10 gün Hafta Hafta Hamilelik
Yazar: Kağan Kocatepe Yayınevi: İnkılap Kitabevi
“9 Ay 10 Gün Hafta Hafta Hamilelik” kitabı, hamile tüm kadınlar ve eşleri için mümkün oldukça bebek sahibi olmayı planlayan ebeveyn adayları için de yararlı bir rehber. Hamileliğin planlanmasından itibaren hafta hafta hamilelik prosesi, doğum, bebek bakımı, emzirme, sıhhat denetimleri, fazlasıl hamilelikler, hamilelikte sık rastlanan şikayetler ve daha birçok mevzu ile ilgili aklınıza takılan bütün soruların yanıtını bu kitapta bulacaksınız. Anne baba adayları kitabın bütününü okuyabilecekleri gibi, yalnızca Hafta Hafta Hamilelik kısmını de okuyabilirler.
Anneee! Anne oluyorum!
Yazar: Ayşe Aydın Yayınevi: Remzi Kitabevi
Vatan Gazetesi Anne-Çocuk yazarı Ayşe Aydın’ın bu ilk kitabı hem güldürüyor hatta düşündürüyor. Tüp bebek tedavisi esnasında yaşanan hadiselerla başlayan hikaye 36 hafta vakitn hamilelik macerai ve 36 haftanın sonucunda doğumu anlatıyor. Genellikle İkiz hamilelik yaşam sürdürenlara yol gösterecek bir kitap olarak öne çıkıyor.
Kaynak: Saç Bakımı, Saç Bakımı Önerileri
0 notes
Text
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamilelik devresinini daha sıhhatli geçirmek, bebeğe kendini daha iyi hazırlamak isteyen anne adayları için en iyi hamilelik kitaplarını seçtik.
Hamilelik bir bayanın yaşamındaki en heyecan uyandırıcı ve merak duyulan devrelerden biri. Anne adayları, bebekleri karınlarında büyürken bu prosesi daha sıhhatli ve rahat geçirebilmek hatta kendilerini bebek bakımına hazırlayabilmek için kitap okuyarak geçiriyorlar. Kitaplar, gebelik süresi boyunca annelerin en iyi dostlarından biri oluyor resmen.
Bu haberimizde hamileliğiniz boyunca okuyabileceğiniz yararlı kitapları hazırladık ve sizin için bir seçki yarattık. Genellikle güncel kitapların bulunduğu hamilelik esnasında okuyabileceğiniz kitaplar listemiz, her anne adayı doğrulusunda basit anlaşılır ve verilendirici eserlerı içeriyor. Hamileyken okunacak kitaplar saglikdoping.com’da.
Anne Ben Nasıl Oldum?
Yazar: Aslı Bastıyalı Yayınevi: Okuyanus Yayınları
Aslı Bastıyalı’nın kitabı “mutlu gebelik” mitini yerle bir ediyor ve hamileliğin karanlık yönüne bakıyor. Arada sırada trajikomik, fazlalıkla komik ancak tamamı gerçek bu öykü, etrafınızdeki anne baba adaylarına bambaşka bir gözle bakmanıza yol açacak. Aslı Bastıyalı, kendi hamileliği boyunca hafta hafta yaşadığı iniş çıkışları, kıskançlıkları ve insanüstü mücadeleyi bütün içtenyetiyle anlatıyor.
A’dan Z’ye Sıhhatlı ve Bilinçli Hamilelik
Yazar: Dr. Irina Webster Yayınevi: Geoturka
Bu kitap hamilelik prosesiy ile ilgili bütün bilmeniz gerekli olanlari hafta hafta ve ay ay çeşitli bir biçimde anlatıyor. Hamileliğinizin daha rahat geçmesi için faydalanabileceğiniz mühim tüyolar içeriyor. Hafta hafta yapmanız gerekli olanlar, hamilelikte şahsi bakım, hamilelikte cinsel yaşam ve daha çok hususta mühim veriler sağlıyor.
Hamilelik Doğum ve Bebek
Yazar: Penny Simkin, April Bolding, Janelle Durham, Ann Keppler, Janet Wdurumlay Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Bir milyondan çok basılmış, tekrardan gözden geçirilerek yenilenmiş bu kapsamlı kitap hamilelik, doğum, doğum ardından devre ve yenidoğan bebek bakımıyla ile ilgili veriler sağlıyor. Hamilelik ve doğumda neler beklemeniz gerekliliğini, doğumu mutlu ve sıhhatli bir tecrübe durumuna getirmek için eksprlerinızla nasıl eş güdümlü çalışabileceğinizi anlatıyor. 60’tan çok tablo, 190’dan çok fotoğraf ve illüstrasyon, bulguyu netleştiriyor; doğum ile ilgili herhangi bir kitapta bulabileceğinizden fazlaca daha çok resim yardım içeriyor.
Bebeğinizin İlk Yılı Rehberi
Yazar: Mayo Clinic Yayınevi: Eksik Parça
Mayo Clinic doğrulusunda hazırlanan kitap hamileler ve yeni bebek içerenlar için varlıklı bir kaynak. Bebeğinizi sıhhatli ve doğru beslemeniz için tavsiyeleri, bebeğinizin sağlıklı ve dengeli uyku bağımlılıkları kazanması için neler yapabileceğinizi, bebeğinizi sık görülen hastalıklardan korumanın yollarını ve anne-babalik ile ilgili birçok meselesizun yanıtını bulabilirsiniz.
Madurumlanin En Mutlu Bebeği
Yazar: Harvey Karp Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Çocuk gelişimi eksperı ve çocuk hekimi Doktor Harvey Karp tüm anne-babalere en huysuz bebeği bile mahallenin en mutlu bebeğine nasıl dönüştüreceklerini anlatıyor. Mantıklı tavsiyeler yardımıyla anne-babaler, büyük anne-babaler, hemşireler ve dadılar bebeklerinin ağlamasını durdurabiliyor ve bebeklerinin daha fazla zaman uyumasını sağlıyor.
Gebe-loji
Yazar: Linda Geddes Yayınevi: Kuraldışı yayınları
Hamile kaldığını öğrendiği andan itibaren, her bayanın başsı içerisinde ilerlemeye başlayan yeni can hakkındaki sorularla doludur. Aynı hali yaşam sürdüren Linda Geddes, etrafıni saran bu hususta yayınlanmış yalan hatalı, kulaktan dolma verilerden kurtulup doğru cevapları bulmak üzere yola çıkıyor. “Gebe-loji”, hamileliğinizin ilk sendromlarınden gebelikte beslenmeye, doğum prosesinden bebeğinizin birinci yaşına; kafanızı kurcalayan yüzlerce problemin doğrultusız, bilimsel cevaplarıyla dolu. Ondan öğrendikleriniz, içinize su serpecek.
Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?
Yazar: Heidi E. Murkoff, Sharon Mazel Yayınevi: Epsilon Yayınları
Doktor seçiminden gebelik tespitine, egzersizden doğum katagorilerine, İkinci gebelikten İkizlere, gebelik esnasında cinsel temasa kadar birçok hususta faydalı veriler veren “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?”de, gebelik, doğum ve doğum ardındanna dair bütün adımları bulacaksınız. Kitapta, “En çok kaç kilo almam normal? En az kaç kilo almalıyım? Bebeğim pek tekmelemiyor, bu normal mi? 35 yaşından sonra bebek sahibi olmak güvenilir mi?” gibi çoğu problemin cevabını bulabilirsiniz.
9 ay 10 gün Hafta Hafta Hamilelik
Yazar: Kağan Kocatepe Yayınevi: İnkılap Kitabevi
“9 Ay 10 Gün Hafta Hafta Hamilelik” kitabı, hamile tüm kadınlar ve eşleri için mümkün oldukça bebek sahibi olmayı planlayan ebeveyn adayları için de yararlı bir rehber. Hamileliğin planlanmasından itibaren hafta hafta hamilelik prosesi, doğum, bebek bakımı, emzirme, sıhhat denetimleri, fazlasıl hamilelikler, hamilelikte sık rastlanan şikayetler ve daha birçok mevzu ile ilgili aklınıza takılan bütün soruların yanıtını bu kitapta bulacaksınız. Anne baba adayları kitabın bütününü okuyabilecekleri gibi, yalnızca Hafta Hafta Hamilelik kısmını de okuyabilirler.
Anneee! Anne oluyorum!
Yazar: Ayşe Aydın Yayınevi: Remzi Kitabevi
Vatan Gazetesi Anne-Çocuk yazarı Ayşe Aydın’ın bu ilk kitabı hem güldürüyor hatta düşündürüyor. Tüp bebek tedavisi esnasında yaşanan hadiselerla başlayan hikaye 36 hafta vakitn hamilelik macerai ve 36 haftanın sonucunda doğumu anlatıyor. Genellikle İkiz hamilelik yaşam sürdürenlara yol gösterecek bir kitap olarak öne çıkıyor.
Kaynak: Güzellik Sırları, Kadın Güzellik Sırları
0 notes
cinselsaglikrehberi · 7 years
Text
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamileyken Okunabilecek En Güzel Kitaplar
Hamilelik devresinini daha sıhhatli geçirmek, bebeğe kendini daha iyi hazırlamak isteyen anne adayları için en iyi hamilelik kitaplarını seçtik.
Hamilelik bir bayanın yaşamındaki en heyecan uyandırıcı ve merak duyulan devrelerden biri. Anne adayları, bebekleri karınlarında büyürken bu prosesi daha sıhhatli ve rahat geçirebilmek hatta kendilerini bebek bakımına hazırlayabilmek için kitap okuyarak geçiriyorlar. Kitaplar, gebelik süresi boyunca annelerin en iyi dostlarından biri oluyor resmen.
Bu haberimizde hamileliğiniz boyunca okuyabileceğiniz yararlı kitapları hazırladık ve sizin için bir seçki yarattık. Genellikle güncel kitapların bulunduğu hamilelik esnasında okuyabileceğiniz kitaplar listemiz, her anne adayı doğrulusunda basit anlaşılır ve verilendirici eserlerı içeriyor. Hamileyken okunacak kitaplar saglikdoping.com’da.
Anne Ben Nasıl Oldum?
Yazar: Aslı Bastıyalı Yayınevi: Okuyanus Yayınları
Aslı Bastıyalı’nın kitabı “mutlu gebelik” mitini yerle bir ediyor ve hamileliğin karanlık yönüne bakıyor. Arada sırada trajikomik, fazlalıkla komik ancak tamamı gerçek bu öykü, etrafınızdeki anne baba adaylarına bambaşka bir gözle bakmanıza yol açacak. Aslı Bastıyalı, kendi hamileliği boyunca hafta hafta yaşadığı iniş çıkışları, kıskançlıkları ve insanüstü mücadeleyi bütün içtenyetiyle anlatıyor.
A’dan Z’ye Sıhhatlı ve Bilinçli Hamilelik
Yazar: Dr. Irina Webster Yayınevi: Geoturka
Bu kitap hamilelik prosesiy ile ilgili bütün bilmeniz gerekli olanlari hafta hafta ve ay ay çeşitli bir biçimde anlatıyor. Hamileliğinizin daha rahat geçmesi için faydalanabileceğiniz mühim tüyolar içeriyor. Hafta hafta yapmanız gerekli olanlar, hamilelikte şahsi bakım, hamilelikte cinsel yaşam ve daha çok hususta mühim veriler sağlıyor.
Hamilelik Doğum ve Bebek
Yazar: Penny Simkin, April Bolding, Janelle Durham, Ann Keppler, Janet Wdurumlay Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Bir milyondan çok basılmış, tekrardan gözden geçirilerek yenilenmiş bu kapsamlı kitap hamilelik, doğum, doğum ardından devre ve yenidoğan bebek bakımıyla ile ilgili veriler sağlıyor. Hamilelik ve doğumda neler beklemeniz gerekliliğini, doğumu mutlu ve sıhhatli bir tecrübe durumuna getirmek için eksprlerinızla nasıl eş güdümlü çalışabileceğinizi anlatıyor. 60’tan çok tablo, 190’dan çok fotoğraf ve illüstrasyon, bulguyu netleştiriyor; doğum ile ilgili herhangi bir kitapta bulabileceğinizden fazlaca daha çok resim yardım içeriyor.
Bebeğinizin İlk Yılı Rehberi
Yazar: Mayo Clinic Yayınevi: Eksik Parça
Mayo Clinic doğrulusunda hazırlanan kitap hamileler ve yeni bebek içerenlar için varlıklı bir kaynak. Bebeğinizi sıhhatli ve doğru beslemeniz için tavsiyeleri, bebeğinizin sağlıklı ve dengeli uyku bağımlılıkları kazanması için neler yapabileceğinizi, bebeğinizi sık görülen hastalıklardan korumanın yollarını ve anne-babalik ile ilgili birçok meselesizun yanıtını bulabilirsiniz.
Madurumlanin En Mutlu Bebeği
Yazar: Harvey Karp Yayınevi: Yakamoz Yayınları
Çocuk gelişimi eksperı ve çocuk hekimi Doktor Harvey Karp tüm anne-babalere en huysuz bebeği bile mahallenin en mutlu bebeğine nasıl dönüştüreceklerini anlatıyor. Mantıklı tavsiyeler yardımıyla anne-babaler, büyük anne-babaler, hemşireler ve dadılar bebeklerinin ağlamasını durdurabiliyor ve bebeklerinin daha fazla zaman uyumasını sağlıyor.
Gebe-loji
Yazar: Linda Geddes Yayınevi: Kuraldışı yayınları
Hamile kaldığını öğrendiği andan itibaren, her bayanın başsı içerisinde ilerlemeye başlayan yeni can hakkındaki sorularla doludur. Aynı hali yaşam sürdüren Linda Geddes, etrafıni saran bu hususta yayınlanmış yalan hatalı, kulaktan dolma verilerden kurtulup doğru cevapları bulmak üzere yola çıkıyor. “Gebe-loji”, hamileliğinizin ilk sendromlarınden gebelikte beslenmeye, doğum prosesinden bebeğinizin birinci yaşına; kafanızı kurcalayan yüzlerce problemin doğrultusız, bilimsel cevaplarıyla dolu. Ondan öğrendikleriniz, içinize su serpecek.
Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?
Yazar: Heidi E. Murkoff, Sharon Mazel Yayınevi: Epsilon Yayınları
Doktor seçiminden gebelik tespitine, egzersizden doğum katagorilerine, İkinci gebelikten İkizlere, gebelik esnasında cinsel temasa kadar birçok hususta faydalı veriler veren “Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler?”de, gebelik, doğum ve doğum ardındanna dair bütün adımları bulacaksınız. Kitapta, “En çok kaç kilo almam normal? En az kaç kilo almalıyım? Bebeğim pek tekmelemiyor, bu normal mi? 35 yaşından sonra bebek sahibi olmak güvenilir mi?” gibi çoğu problemin cevabını bulabilirsiniz.
9 ay 10 gün Hafta Hafta Hamilelik
Yazar: Kağan Kocatepe Yayınevi: İnkılap Kitabevi
“9 Ay 10 Gün Hafta Hafta Hamilelik” kitabı, hamile tüm kadınlar ve eşleri için mümkün oldukça bebek sahibi olmayı planlayan ebeveyn adayları için de yararlı bir rehber. Hamileliğin planlanmasından itibaren hafta hafta hamilelik prosesi, doğum, bebek bakımı, emzirme, sıhhat denetimleri, fazlasıl hamilelikler, hamilelikte sık rastlanan şikayetler ve daha birçok mevzu ile ilgili aklınıza takılan bütün soruların yanıtını bu kitapta bulacaksınız. Anne baba adayları kitabın bütününü okuyabilecekleri gibi, yalnızca Hafta Hafta Hamilelik kısmını de okuyabilirler.
Anneee! Anne oluyorum!
Yazar: Ayşe Aydın Yayınevi: Remzi Kitabevi
Vatan Gazetesi Anne-Çocuk yazarı Ayşe Aydın’ın bu ilk kitabı hem güldürüyor hatta düşündürüyor. Tüp bebek tedavisi esnasında yaşanan hadiselerla başlayan hikaye 36 hafta vakitn hamilelik macerai ve 36 haftanın sonucunda doğumu anlatıyor. Genellikle İkiz hamilelik yaşam sürdürenlara yol gösterecek bir kitap olarak öne çıkıyor.
Kaynak: Cinsel Sağlık Rehberi, Kadın Cinsel Sağlık
0 notes
guzelbilgiler1 · 3 years
Text
Baby Shower Partisi
Baby Shower Baby Shower partisi, genellikle anne adayının yakın bir arkadaşı ya da arkadaşları tarafından organize edilir. İngilizce’de “showering” deyiminden gelen ve “hediye yağdırmak / hediye yağmuruna tutmak” şeklinde kullanılan bu tabir, tam olarak Türkçe’ye çevrilemediğinden “Bebeğe Hazırlık Partisi” ya da kısaca “Bebek Partisi” olarakta adlandırılabilir. Burada önemli olan anne adayına…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cukurdizisiizleyin · 3 years
Text
Onemli bir nedendir Yukarıda bahsetmiş olduğumuz..
Bebeğinizin hangi ihtiyaçla ilgilenmenizi istediğini anlamak zordur. Ancak bebeğiniz büyüdükçe sizinle iletişim kurmanın başka yollarını da öğrenecekti. Örneğin, göz temasında daha iyi olacak, sesler çıkaracak ve gülümseyecektir. Fakat bebek tüm bunları öğrenmeden önce tüm isteklerini ağlayarak size anlatmaya çalışır. İşte bebekler neden ağlar? Sorusunun açık yanıtı da bundan kaynaklanmaktadır. Açlık bir bebeğin ağlamasının en önemli nedenlerinden biridir. Özellikle yenidoğan bebeğiniz ne kadar küçükse, aç olma olasılığı da o kadar yüksektir. Yeni doğan bebeklerin anneye yaşattığı durumlardan birisi de meme ucunu ısırmasıdır. Peki, bebekler anne memesini neden ısırır? Bu sorunun yanıtını verirken birkaç açıdan düşünmek gerekir. Örneğin bebeğin karnı ağrıyor olabilir, emmenin nasıl olması gerektiğini bilmiyor olabilir, sinirli olabilir? Tüm bunlar bebeğin annesini memesini ısırmasında önemli bir nedendir.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususların dışında bir de var olan çocuğa bebeği anlatabilme durumu söz konusudur. Yani bebek eve geldiğinde kardeş bu durumda psikolojik olarak etkilenecektir. Kardeş haberi nasıl verilir? Sorusunun yanıtını da iyi bilmek gerekir. Çünkü bu süreç en çok onun için sancılı geçecektir. Doğum öncesindeki hazırlık aşamasında kardeşe alıştırma yaparak başlamak gerekir. Örneğin bebeğe alınacak olan yeni eşyalar konusunda onun fikirlerini dikkat almak gerekir. Unutmamak gerekiyor ki çocuğun psikolojisini doğum öncesinde ne kadar hazır hale getirebilirseniz doğum sonrasında o kadar çok rahat edebilirsiniz.
0 notes
diyetzayiflayin · 3 years
Text
Nedendir Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususların dışında..
Bebeğinizin hangi ihtiyaçla ilgilenmenizi istediğini anlamak zordur. Ancak bebeğiniz büyüdükçe sizinle iletişim kurmanın başka yollarını da öğrenecekti. Örneğin, göz temasında daha iyi olacak, sesler çıkaracak ve gülümseyecektir. Fakat bebek tüm bunları öğrenmeden önce tüm isteklerini ağlayarak size anlatmaya çalışır. İşte bebekler neden ağlar? Sorusunun açık yanıtı da bundan kaynaklanmaktadır. Açlık bir bebeğin ağlamasının en önemli nedenlerinden biridir. Özellikle yenidoğan bebeğiniz ne kadar küçükse, aç olma olasılığı da o kadar yüksektir. Yeni doğan bebeklerin anneye yaşattığı durumlardan birisi de meme ucunu ısırmasıdır. Peki, bebekler anne memesini neden ısırır? Bu sorunun yanıtını verirken birkaç açıdan düşünmek gerekir. Örneğin bebeğin karnı ağrıyor olabilir, emmenin nasıl olması gerektiğini bilmiyor olabilir, sinirli olabilir? Tüm bunlar bebeğin annesini memesini ısırmasında önemli bir nedendir.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususların dışında bir de var olan çocuğa bebeği anlatabilme durumu söz konusudur. Yani bebek eve geldiğinde kardeş bu durumda psikolojik olarak etkilenecektir. Kardeş haberi nasıl verilir? Sorusunun yanıtını da iyi bilmek gerekir. Çünkü bu süreç en çok onun için sancılı geçecektir. Doğum öncesindeki hazırlık aşamasında kardeşe alıştırma yaparak başlamak gerekir. Örneğin bebeğe alınacak olan yeni eşyalar konusunda onun fikirlerini dikkat almak gerekir. Unutmamak gerekiyor ki çocuğun psikolojisini doğum öncesinde ne kadar hazır hale getirebilirseniz doğum sonrasında o kadar çok rahat edebilirsiniz.
0 notes
muzikgrubu2018 · 3 years
Text
Yaparak başlamak gerekir Orneğin bebeğe..
Bebeğinizin hangi ihtiyaçla ilgilenmenizi istediğini anlamak zordur. Ancak bebeğiniz büyüdükçe sizinle iletişim kurmanın başka yollarını da öğrenecekti. Örneğin, göz temasında daha iyi olacak, sesler çıkaracak ve gülümseyecektir. Fakat bebek tüm bunları öğrenmeden önce tüm isteklerini ağlayarak size anlatmaya çalışır. İşte bebekler neden ağlar? Sorusunun açık yanıtı da bundan kaynaklanmaktadır. Açlık bir bebeğin ağlamasının en önemli nedenlerinden biridir. Özellikle yenidoğan bebeğiniz ne kadar küçükse, aç olma olasılığı da o kadar yüksektir. Yeni doğan bebeklerin anneye yaşattığı durumlardan birisi de meme ucunu ısırmasıdır. Peki, bebekler anne memesini neden ısırır? Bu sorunun yanıtını verirken birkaç açıdan düşünmek gerekir. Örneğin bebeğin karnı ağrıyor olabilir, emmenin nasıl olması gerektiğini bilmiyor olabilir, sinirli olabilir? Tüm bunlar bebeğin annesini memesini ısırmasında önemli bir nedendir.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususların dışında bir de var olan çocuğa bebeği anlatabilme durumu söz konusudur. Yani bebek eve geldiğinde kardeş bu durumda psikolojik olarak etkilenecektir. Kardeş haberi nasıl verilir? Sorusunun yanıtını da iyi bilmek gerekir. Çünkü bu süreç en çok onun için sancılı geçecektir. Doğum öncesindeki hazırlık aşamasında kardeşe alıştırma yaparak başlamak gerekir. Örneğin bebeğe alınacak olan yeni eşyalar konusunda onun fikirlerini dikkat almak gerekir. Unutmamak gerekiyor ki çocuğun psikolojisini doğum öncesinde ne kadar hazır hale getirebilirseniz doğum sonrasında o kadar çok rahat edebilirsiniz.
0 notes
2018bilimhaberleri · 3 years
Text
Anlatmaya calışır İşte bebekler neden..
Bebeğinizin hangi ihtiyaçla ilgilenmenizi istediğini anlamak zordur. Ancak bebeğiniz büyüdükçe sizinle iletişim kurmanın başka yollarını da öğrenecekti. Örneğin, göz temasında daha iyi olacak, sesler çıkaracak ve gülümseyecektir. Fakat bebek tüm bunları öğrenmeden önce tüm isteklerini ağlayarak size anlatmaya çalışır. İşte bebekler neden ağlar? Sorusunun açık yanıtı da bundan kaynaklanmaktadır. Açlık bir bebeğin ağlamasının en önemli nedenlerinden biridir. Özellikle yenidoğan bebeğiniz ne kadar küçükse, aç olma olasılığı da o kadar yüksektir. Yeni doğan bebeklerin anneye yaşattığı durumlardan birisi de meme ucunu ısırmasıdır. Peki, bebekler anne memesini neden ısırır? Bu sorunun yanıtını verirken birkaç açıdan düşünmek gerekir. Örneğin bebeğin karnı ağrıyor olabilir, emmenin nasıl olması gerektiğini bilmiyor olabilir, sinirli olabilir? Tüm bunlar bebeğin annesini memesini ısırmasında önemli bir nedendir.
Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hususların dışında bir de var olan çocuğa bebeği anlatabilme durumu söz konusudur. Yani bebek eve geldiğinde kardeş bu durumda psikolojik olarak etkilenecektir. Kardeş haberi nasıl verilir? Sorusunun yanıtını da iyi bilmek gerekir. Çünkü bu süreç en çok onun için sancılı geçecektir. Doğum öncesindeki hazırlık aşamasında kardeşe alıştırma yaparak başlamak gerekir. Örneğin bebeğe alınacak olan yeni eşyalar konusunda onun fikirlerini dikkat almak gerekir. Unutmamak gerekiyor ki çocuğun psikolojisini doğum öncesinde ne kadar hazır hale getirebilirseniz doğum sonrasında o kadar çok rahat edebilirsiniz.
0 notes
sagliklitarim · 4 years
Link
Bugün dünyanın sahip olduğu en önemli sorunlardan biri gıda sorunudur. Dünya nüfusunun hızla artışına rağmen kullanılabilir tarım alanlarının günden güne azalması bu sorunun önemini her geçen gün daha da artarak hissettirmektedir. Verimi artırmak için yapılan ıslah ve gübreleme gibi çalışmaların yanı verim kaybını engellemek amacıyla çeşitli zararlılara karşı yapılan mücadele de önemli bir yer tutmaktadır. Verim kaybına neden olan zararlılar için yapılan fiziksel ve biyolojik mücadele uzun, zahmetli ve masraflıdır. Bu nedenle çabuk ve etkin bir yöntem olarak kimyasal mücadele, öncelikle uygulanmaktadır. Kimyasal mücadelede, pestisit adı verilen tarım ilaçlarının kullanımı önemli bir yer tutmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kullanıma sunulan tarım ilaçlarının bilinçsiz ve kontrolsüz olarak uygulanmaları insan ve çevre için büyük bir sağlık sorunu haline gelmiştir (Yazgan, 1997). Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda pestisitlerin tümör veya kanser yapıcı oldukları, kısırlık, zekâ geriliği gibi çeşitli sakıncalarının bulunduğu saptanmış ve kullanılmaları kısıtlanmış veya yasaklanmıştır (Öztürk,1990). Bu kısıtlamalara rağmen ülkemizde bazı bölgelerdeki pestisit kullanımının Avrupa birliği ülkelerine yaklaştığı ve aynı zamanda daha bilinçsiz olduğu görülmektedir (Aguilar ve ark.,1997, Turabi, 2004). Bazı makalelerde “Elimizde var olan ve geliştirebileceğimiz tekniklerle iki kat daha fazla gıda elde ederek iki kat nüfusun beslenme gereksinimini karşılayabilmemiz için şu anda kullanmakta olduğumuz suni gübre miktarının 6,5 katı suni gübreye, harcadığımız enerjinin 3 katı enerjiye ve tüketmekte olduğumuz tarım ilacının 6 katı tarım ilacına ihtiyacımız vardır.” denilmektedir. Dünyadaki artan nüfusu besleyebilmek için şu anki kullanımla bile doğal dengeyi bozucu nitelik taşıyan tarım ilaçlarının 6 kat daha bilinçsizce kullanımı beraberinde nice altı katlar daha getirecek ve doğal denge düzelmez bir şekilde bozulacaktır. Son yıllarda kanser oranlarındaki artış normal ölümlerde %25’lere çıkmış durumdadır (Gül, 2017). Dünya sağlık örgütünün (WHO) 1995 yılında yayınlanan raporuna göre, her yıl dünyada kabaca 1 milyon insan pestisit sebebiyle zehirlenmekte, 20.000 kadarı da ölmektedir (Tok, 1997). Sebze ve meyvelerde kullanılan kimyasal ilaçlar, ürün üzerinde bulaşık etki veya kalıntı bırakmaktadır. Bazı ilaçlar ise sistemik ilaçlar olup, bitkilerin genetik sistemine sirayet etmektedir. Bu ilaçlar oldukça tehlikelidir. İlaçların kullanılma sırasında insanlara verdiği zararlar çok çeşitlidir. Ancak en tehlikeli olanı ağız yolu ve deriye temas yolu ile verilen zararlardır. Sebze ve meyvelerdeki ilaç kalıntıları beslenme yolu ile insana geçtiği takdirde, süt ve yağ dokularında birikme yapar. Bu ilaçlar hamile kadınlarda bebeğe de geçer. Özellikle kadınlarda DDE oranının yükselmesi yumuşak doku kanserlerine neden olmaktadır. Kanında tarımsal ilaç kalıntısı tespit edilen kadınların meme kanserine yakalanma oranı diğerlerine göre 4 kat daha yüksek olduğu araştırmalarla tespit edilmiştir. Diğer taraftan tarımsal ilaç kalıntılarının kanda belli bir oranı aşması, hamile kadınlarda erken doğumlara ve bebeğe süt verme sürecinin kısalmasına sebep olmaktadır. Erkeklerde ise en fazla prostat kanserine yol açmaktadır. Son zamanlarda bazı doğum hastanelerinde prematüre doğum oranlarının arttığı görülmektedir. Bir araştırmaya göre Klorlandırılmış Hidro karbonlar yumurta kabuğunu inceltmekte ve yumurtaların çok çabuk kırılmaları sonucu popülasyonu düşürmektedir. Bakırlı fungusitler vücutta bakır dengesini bozar pek çok organ ve enzim aktivitesini engeller. Karaciğer, beyin ve böbreklerin normal çalışmasını engellerler. Karaciğerde siroz ortaya çıkar. Eklemlerde sistemik bozukluklar, romatizma ateşi, böbrek iltihabı ve lösemi oluşur. Kükürt sülfite dönüşerek bağırsak morarması oluşur. Cıvalı fungusitler diş eti iltihabı, karın ağrısı, kanlı ishal, kusma, böbrek hastalıkları, astım ve sonunda ölüme neden olurlar. Zirai ilaç kalıntılarının beslenme yolu ile çocuklara geçmesi halinde; çocuklarda deri bozuklukları, diş çürüklükleri, boy kısalığı ve zekâ geriliği gibi olumsuz etkiler bıraktığı tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalar, kadın ve çocukların tarımsal ilaç kalıntılarının beslenme yolu ile kana geçmesinden çok fazla zarar gördüklerini ortaya koymuştur. Erkekler üzerinde yapılan araştırmalar ise, yumuşak doku kanserinin artması ve sperm oluşumunun azalması gibi mahsurları ortaya koymuştur. Ayrıca bütün insanlarda gıda yolu ile bulaşan ilaç kalıntılarının karaciğerde birikme yaparak kansere neden olduğu da bilinmektedir Pestisitlerin insan sağlığına olan zararları genel olarak sıralanacak olursa;  •Cenin ve küçük çocukların beyin gelişimine zarar verebildiği ortaya çıkmıştır. İlaçların büyük bölümü böceklerin beyinlerinde zehirli etki yapacak şekilde üretildiği için, insan beynine de zarar vermesinin olası olduğu belirtilmiştir.  •Çocuklarda gelişimi engelliyor ve fizyolojik bozukluklara yol açıyor.  •Kanser, gen mutasyonu, üreme bozukluklarına yol açmaktadır.  • İnsanlarda akut ve kronik zehirlenmeye neden olabilir. Kronik zehirlenme belirli bir sürede düşük dozların devamlı olarak alınmasıyla ortaya çıkıyor.  •Böceği öldüren bir ilaç, insanın sinir, üreme ve hormon sistemiyle endokrin sistemini etkileyebilir. Pestisitlerin en genel olarak görülen yan etkileri şu şekilde sıralanabilir:  • Arılar, kuşlar ve balıklar, mikroorganizmalar ve omurgasızlar gibi hedef olmayan organizmalarda ölümler  • Kuş, balık ve diğer organizmalarda üreme potansiyelinin azalması  • Hedef olamayan organizmalarda dayanıklılık oluşması sonucu insanlara hastalık taşıyan böcek ve parazitlerin kontrolden çıkması  • Ekosistemin yapısının ve türlerinin sayılarının değişmesi gibi uzun dönemli etkiler. Pestisitler uygulandıkları alanlardan fizikokimyasal özelliklerine bağlı olarak rüzgâr, yağmur gibi etkenlerle başka yerlere sürüklenerek çevre sorunlarına neden olmaktadır. Bir kısmı buharlaşarak atmosferde kalıcı toksik madde birikimine sebep olurken bir kısmı da fotokimyasal yolla parçalanarak toksik veya toksik olmayan maddelere dönüşmektedir. Diğer bir bölümü de toprakta tutulmakta, toprağı kirletmekte ve toprak içinde kimyasal ve 15 mikrobiyolojik parçalanma tepkimeleri geçirmektedir. Bir kısmı ise yağmur, sel ve kar suları ile topraktan sürüklenmekte, nehir, göl ve deniz sularını kirletmektedir. Tarımda pestisitlerin kullanılması nedeniyle hava, toprak ve su zamanla kirletilmektedir. Bu sebeple pestisitler, doğal besin zincirinde yer alan tüm canlıların hayatını tehdit etmektedir. Dünya pestisit pazarının büyüklüğünün yaklaşık 45 milyar dolar, Türkiye pazarının ise yaklaşık 600 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir (Anonim, 2014b). Pestisit tüketim miktarları bakımından Latin Amerika ülkeleri başı çekerken, Japonya, Çin, Malezya ve Yeni Zelanda ise yüksek pestisit kullanımı ile dikkat çeken ülkeler arasındadır (Plumer, 2013). Avrupa ülkelerinden de Hollanda ve İtalya yüksek pestisit kullanımlarıyla öne çıkan ülkelerdir. Türkiye’de ise pestisit tüketiminin 1,3 kg/ha olduğu tahmin edilmektedir (Burçak, 2014). Türkiye’de pestisit (tarım ilacı) tüketimi 1980’lerden 2008’e kadar gerek aktif madde ve gerekse preparat olarak bazı istisnalar dışında her yıl az ya da çok artmıştır. Bu artışa karşın ülkemizde pestisit tüketimi gelişmiş ülkelere göre halen düşüktür. Fakat seracılığın yoğun olduğu Akdeniz ve Ege Bölgelerindeki pestisit tüketimi, ülke toplamının üçte ikisine yakındır. Diğer yandan tüketilen pestisitlerin özelliklerine bakıldığında, büyük çoğunluğunun insan ve çevre sağlığı açısından önemli riskler taşıdığı dikkat çekmektedir. Geçmişe oranla daha fazla sayıda gerçekleştirilen kalıntı analizleri, ürünlerimizdeki pestisit kontaminasyonunun azaldığını, ancak AB ülkelerine giden elit ürünlerimizde bile pestisit kalıntı limitlerine uygun olmayan partilere rastlanıldığı görülmektedir. Diğer yandan, az sayıdaki çalışmalardan elde edilen bulgular bile, ülkemizde zararlı, hastalık ve yabancı otların pestisitlere karşı artan oranda direnç gösterdiklerine işaret etmektedir. Tüm bu sorunlar yanında, pestisitlerden kaynaklanan sorunların çözülmesi için bir dizi yeni yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmiş olması, bazı riskli pestisitlerin yasaklanmış olması, reçeteli satış sistemine geçilmiş olması ve planlanan diğer bazı yasal düzenlemeler, umut verici gelişmeler olarak görülmektedir. Pestisitlerin çevresel etkilerini azaltmak amacıyla: İyi Tarım Uygulamaları: Bu uygulamalar çevresel kirliliği azaltıcı modern tarımsal sistemlerin önemli bir bileşenidir. Kullanıcıların Eğitimi: Birçok ülkede pestisit kullanıcılarının eğitimi yasal bir zorunluluktur. Planlama ve Hazırlık: Tarımsal savaş konusunda mutlaka yeterli birikime sahip bitki koruma uzmanlarından yardım almaları gerekmektedir Bütün bu bilgiler kapsamında, ülkemizde gıda ve çevre güvenirliğinin sağlanması, ekonomik kalkınma adına dış ticaretimizin artırılması, pestisit kullanımının gelişmiş ülkeler standardında bilinçli ve kontrollü bir şekilde yapılması gerektiği anlaşılmaktadır. Madde madde inceleyecek olursak; Kimyasal mücadele yönteminde yararlanılan kimyasal bileşiklere genel olarak Pestisit adı verilir. Zararlılar ile mücadele ve bitki koruma amacıyla kullanılan her türlü ilaç ve preparatlar ve bunların üretiminde kullanılan her türlü maddeye pestisit denir. 2012 yılı başından itibaren Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü ‘nün ruhsatlandırılmak için yurt dışından getirilen ilaçların ruhsatlandırılmasında, ilaç için yapılan analizlerden vazgeçilip, beyanın esas alınması, yeni bir sorun kaynağı olmaya adaydır. AB ‘de yasak olan aktif maddelerin gecikmeli de olsa Türkiye ‘de de yasaklanmış olması, olumlu gelişmedir. Ancak yasaklanan ilaçların stokların bitirilmesi için 2 yıllık tanınan geçiş süresi, bu istisnayı kötüye kullanmak isteyenler stoklarını artırmışlardır. Herbisitler (ot ilaçları) den fenol bileşiklerinin çözünürlükleri çok azdır. Hidrofobdur. Toprağa sürekli sulu atılırlar. Toprakta çok kuvvetli tutulurlar. Çabucak çözeltiden ayrılıp absorbe olurlar. Çok az mobildirler ve çok dayanıklıdırlar. İnsektisitlerden klorlandırılmış hidrokarbonlar toprakta 30 yıla kadar dayanabilirler. Besin zincirinde birikirler. Fungusitlerden hexachlor benzen gurubu suda çözünmez çok dayanıklıdır. Kuvvetli derecede sorbe olurlar. Kullanımları sakıncalıdır. Pestisitlerin yanı sıra, vücutta ve doğada parçalanma ürünleri olan metabolitleri de insanlara zehir etkili olabilmektedir. Bu maddelerin bir kısmı birikime uğradığı, bir kısmı da birikmediği halde sinir hücrelerinde tahribat yapar. Pestisitlerin çoğu kanserojenik, mutajenik, alerjik, tahriş edici etkiler gösterebilir. Pestisitler, çiftlik hayvanlar üzerinde de olumsuz etkilere sahiptir. Hayvanlarda da ani ve yavaş zehirlenmelere yol açar. Çiftlik hayvanlarının ürünlerinde birikebilir Sebze ve meyvelerde kullanılan kimyasal ilaçlar, ürün üzerinde bulaşık etki veya kalıntı bırakmaktadır. Bazı ilaçlar ise sistemik ilaçlar olup, bitkilerin genetik sistemine sirayet etmektedir. Bu ilaçlar oldukça tehlikelidir. Sebze ve meyvelerdeki ilaç kalıntıları beslenme yolu ile insana geçtiği takdirde, süt ve yağ dokularında birikme yapar. Bu ilaçlar hamile kadınlarda bebeğe de geçer. Elimizde var olan tekniklerle iki kat daha fazla gıda elde edebilmek için şu anda kullanmakta olduğumuz suni gübre miktarının 6,5 katı suni gübreye, enerjinin 3 katı enerjiye ve tüketmekte olduğumuz tarım ilacının 6 katı tarım ilacına ihtiyacımız vardır. Doğanın dengesini bozan ve insan sağlığına olumsuz etkileri bulunan pestisitlerin kullanımında oldukça sıkı tedbiler alınmalı ve dozaj ayarlamaları yapılmalıdır. Kalıntı kontrolü her ürün için zorunlu olmalıdır. Konu bir tivit zinciriyle hallolabilecek basitlikte değil. Kabaca belli başlıkları yazdık. Ayrıntılı bilgi edinmek için inceleyebileceğiniz bazı yayınların linki aşağıda yer alıyor; https://bahcebitkileri.org/tarim-ilaclarinin-insan-ve-cevre-uzerine-etkileri.html…https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/236259…http://zmo.org.tr/resimler/ekler/afd8346a677af9d_ek.doc?tipi=40&turu=X&sube=0
0 notes
enpatika · 4 years
Link
Bugün dünyanın sahip olduğu en önemli sorunlardan biri gıda sorunudur. Dünya nüfusunun hızla artışına rağmen kullanılabilir tarım alanlarının günden güne azalması bu sorunun önemini her geçen gün daha da artarak hissettirmektedir. Verimi artırmak için yapılan ıslah ve gübreleme gibi çalışmaların yanı verim kaybını engellemek amacıyla çeşitli zararlılara karşı yapılan mücadele de önemli bir yer tutmaktadır. Verim kaybına neden olan zararlılar için yapılan fiziksel ve biyolojik mücadele uzun, zahmetli ve masraflıdır. Bu nedenle çabuk ve etkin bir yöntem olarak kimyasal mücadele, öncelikle uygulanmaktadır. Kimyasal mücadelede, pestisit adı verilen tarım ilaçlarının kullanımı önemli bir yer tutmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kullanıma sunulan tarım ilaçlarının bilinçsiz ve kontrolsüz olarak uygulanmaları insan ve çevre için büyük bir sağlık sorunu haline gelmiştir (Yazgan, 1997). Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda pestisitlerin tümör veya kanser yapıcı oldukları, kısırlık, zekâ geriliği gibi çeşitli sakıncalarının bulunduğu saptanmış ve kullanılmaları kısıtlanmış veya yasaklanmıştır (Öztürk,1990). Bu kısıtlamalara rağmen ülkemizde bazı bölgelerdeki pestisit kullanımının Avrupa birliği ülkelerine yaklaştığı ve aynı zamanda daha bilinçsiz olduğu görülmektedir (Aguilar ve ark.,1997, Turabi, 2004). Bazı makalelerde “Elimizde var olan ve geliştirebileceğimiz tekniklerle iki kat daha fazla gıda elde ederek iki kat nüfusun beslenme gereksinimini karşılayabilmemiz için şu anda kullanmakta olduğumuz suni gübre miktarının 6,5 katı suni gübreye, harcadığımız enerjinin 3 katı enerjiye ve tüketmekte olduğumuz tarım ilacının 6 katı tarım ilacına ihtiyacımız vardır.” denilmektedir. Dünyadaki artan nüfusu besleyebilmek için şu anki kullanımla bile doğal dengeyi bozucu nitelik taşıyan tarım ilaçlarının 6 kat daha bilinçsizce kullanımı beraberinde nice altı katlar daha getirecek ve doğal denge düzelmez bir şekilde bozulacaktır. Son yıllarda kanser oranlarındaki artış normal ölümlerde %25’lere çıkmış durumdadır (Gül, 2017). Dünya sağlık örgütünün (WHO) 1995 yılında yayınlanan raporuna göre, her yıl dünyada kabaca 1 milyon insan pestisit sebebiyle zehirlenmekte, 20.000 kadarı da ölmektedir (Tok, 1997). Sebze ve meyvelerde kullanılan kimyasal ilaçlar, ürün üzerinde bulaşık etki veya kalıntı bırakmaktadır. Bazı ilaçlar ise sistemik ilaçlar olup, bitkilerin genetik sistemine sirayet etmektedir. Bu ilaçlar oldukça tehlikelidir. İlaçların kullanılma sırasında insanlara verdiği zararlar çok çeşitlidir. Ancak en tehlikeli olanı ağız yolu ve deriye temas yolu ile verilen zararlardır. Sebze ve meyvelerdeki ilaç kalıntıları beslenme yolu ile insana geçtiği takdirde, süt ve yağ dokularında birikme yapar. Bu ilaçlar hamile kadınlarda bebeğe de geçer. Özellikle kadınlarda DDE oranının yükselmesi yumuşak doku kanserlerine neden olmaktadır. Kanında tarımsal ilaç kalıntısı tespit edilen kadınların meme kanserine yakalanma oranı diğerlerine göre 4 kat daha yüksek olduğu araştırmalarla tespit edilmiştir. Diğer taraftan tarımsal ilaç kalıntılarının kanda belli bir oranı aşması, hamile kadınlarda erken doğumlara ve bebeğe süt verme sürecinin kısalmasına sebep olmaktadır. Erkeklerde ise en fazla prostat kanserine yol açmaktadır. Son zamanlarda bazı doğum hastanelerinde prematüre doğum oranlarının arttığı görülmektedir. Bir araştırmaya göre Klorlandırılmış Hidro karbonlar yumurta kabuğunu inceltmekte ve yumurtaların çok çabuk kırılmaları sonucu popülasyonu düşürmektedir. Bakırlı fungusitler vücutta bakır dengesini bozar pek çok organ ve enzim aktivitesini engeller. Karaciğer, beyin ve böbreklerin normal çalışmasını engellerler. Karaciğerde siroz ortaya çıkar. Eklemlerde sistemik bozukluklar, romatizma ateşi, böbrek iltihabı ve lösemi oluşur. Kükürt sülfite dönüşerek bağırsak morarması oluşur. Cıvalı fungusitler diş eti iltihabı, karın ağrısı, kanlı ishal, kusma, böbrek hastalıkları, astım ve sonunda ölüme neden olurlar. Zirai ilaç kalıntılarının beslenme yolu ile çocuklara geçmesi halinde; çocuklarda deri bozuklukları, diş çürüklükleri, boy kısalığı ve zekâ geriliği gibi olumsuz etkiler bıraktığı tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalar, kadın ve çocukların tarımsal ilaç kalıntılarının beslenme yolu ile kana geçmesinden çok fazla zarar gördüklerini ortaya koymuştur. Erkekler üzerinde yapılan araştırmalar ise, yumuşak doku kanserinin artması ve sperm oluşumunun azalması gibi mahsurları ortaya koymuştur. Ayrıca bütün insanlarda gıda yolu ile bulaşan ilaç kalıntılarının karaciğerde birikme yaparak kansere neden olduğu da bilinmektedir Pestisitlerin insan sağlığına olan zararları genel olarak sıralanacak olursa;  •Cenin ve küçük çocukların beyin gelişimine zarar verebildiği ortaya çıkmıştır. İlaçların büyük bölümü böceklerin beyinlerinde zehirli etki yapacak şekilde üretildiği için, insan beynine de zarar vermesinin olası olduğu belirtilmiştir.  •Çocuklarda gelişimi engelliyor ve fizyolojik bozukluklara yol açıyor.  •Kanser, gen mutasyonu, üreme bozukluklarına yol açmaktadır.  • İnsanlarda akut ve kronik zehirlenmeye neden olabilir. Kronik zehirlenme belirli bir sürede düşük dozların devamlı olarak alınmasıyla ortaya çıkıyor.  •Böceği öldüren bir ilaç, insanın sinir, üreme ve hormon sistemiyle endokrin sistemini etkileyebilir. Pestisitlerin en genel olarak görülen yan etkileri şu şekilde sıralanabilir:  • Arılar, kuşlar ve balıklar, mikroorganizmalar ve omurgasızlar gibi hedef olmayan organizmalarda ölümler  • Kuş, balık ve diğer organizmalarda üreme potansiyelinin azalması  • Hedef olamayan organizmalarda dayanıklılık oluşması sonucu insanlara hastalık taşıyan böcek ve parazitlerin kontrolden çıkması  • Ekosistemin yapısının ve türlerinin sayılarının değişmesi gibi uzun dönemli etkiler. Pestisitler uygulandıkları alanlardan fizikokimyasal özelliklerine bağlı olarak rüzgâr, yağmur gibi etkenlerle başka yerlere sürüklenerek çevre sorunlarına neden olmaktadır. Bir kısmı buharlaşarak atmosferde kalıcı toksik madde birikimine sebep olurken bir kısmı da fotokimyasal yolla parçalanarak toksik veya toksik olmayan maddelere dönüşmektedir. Diğer bir bölümü de toprakta tutulmakta, toprağı kirletmekte ve toprak içinde kimyasal ve 15 mikrobiyolojik parçalanma tepkimeleri geçirmektedir. Bir kısmı ise yağmur, sel ve kar suları ile topraktan sürüklenmekte, nehir, göl ve deniz sularını kirletmektedir. Tarımda pestisitlerin kullanılması nedeniyle hava, toprak ve su zamanla kirletilmektedir. Bu sebeple pestisitler, doğal besin zincirinde yer alan tüm canlıların hayatını tehdit etmektedir. Dünya pestisit pazarının büyüklüğünün yaklaşık 45 milyar dolar, Türkiye pazarının ise yaklaşık 600 milyon dolar olduğu tahmin edilmektedir (Anonim, 2014b). Pestisit tüketim miktarları bakımından Latin Amerika ülkeleri başı çekerken, Japonya, Çin, Malezya ve Yeni Zelanda ise yüksek pestisit kullanımı ile dikkat çeken ülkeler arasındadır (Plumer, 2013). Avrupa ülkelerinden de Hollanda ve İtalya yüksek pestisit kullanımlarıyla öne çıkan ülkelerdir. Türkiye’de ise pestisit tüketiminin 1,3 kg/ha olduğu tahmin edilmektedir (Burçak, 2014). Türkiye’de pestisit (tarım ilacı) tüketimi 1980’lerden 2008’e kadar gerek aktif madde ve gerekse preparat olarak bazı istisnalar dışında her yıl az ya da çok artmıştır. Bu artışa karşın ülkemizde pestisit tüketimi gelişmiş ülkelere göre halen düşüktür. Fakat seracılığın yoğun olduğu Akdeniz ve Ege Bölgelerindeki pestisit tüketimi, ülke toplamının üçte ikisine yakındır. Diğer yandan tüketilen pestisitlerin özelliklerine bakıldığında, büyük çoğunluğunun insan ve çevre sağlığı açısından önemli riskler taşıdığı dikkat çekmektedir. Geçmişe oranla daha fazla sayıda gerçekleştirilen kalıntı analizleri, ürünlerimizdeki pestisit kontaminasyonunun azaldığını, ancak AB ülkelerine giden elit ürünlerimizde bile pestisit kalıntı limitlerine uygun olmayan partilere rastlanıldığı görülmektedir. Diğer yandan, az sayıdaki çalışmalardan elde edilen bulgular bile, ülkemizde zararlı, hastalık ve yabancı otların pestisitlere karşı artan oranda direnç gösterdiklerine işaret etmektedir. Tüm bu sorunlar yanında, pestisitlerden kaynaklanan sorunların çözülmesi için bir dizi yeni yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmiş olması, bazı riskli pestisitlerin yasaklanmış olması, reçeteli satış sistemine geçilmiş olması ve planlanan diğer bazı yasal düzenlemeler, umut verici gelişmeler olarak görülmektedir. Pestisitlerin çevresel etkilerini azaltmak amacıyla: İyi Tarım Uygulamaları: Bu uygulamalar çevresel kirliliği azaltıcı modern tarımsal sistemlerin önemli bir bileşenidir. Kullanıcıların Eğitimi: Birçok ülkede pestisit kullanıcılarının eğitimi yasal bir zorunluluktur. Planlama ve Hazırlık: Tarımsal savaş konusunda mutlaka yeterli birikime sahip bitki koruma uzmanlarından yardım almaları gerekmektedir Bütün bu bilgiler kapsamında, ülkemizde gıda ve çevre güvenirliğinin sağlanması, ekonomik kalkınma adına dış ticaretimizin artırılması, pestisit kullanımının gelişmiş ülkeler standardında bilinçli ve kontrollü bir şekilde yapılması gerektiği anlaşılmaktadır. Madde madde inceleyecek olursak; Kimyasal mücadele yönteminde yararlanılan kimyasal bileşiklere genel olarak Pestisit adı verilir. Zararlılar ile mücadele ve bitki koruma amacıyla kullanılan her türlü ilaç ve preparatlar ve bunların üretiminde kullanılan her türlü maddeye pestisit denir. 2012 yılı başından itibaren Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü ‘nün ruhsatlandırılmak için yurt dışından getirilen ilaçların ruhsatlandırılmasında, ilaç için yapılan analizlerden vazgeçilip, beyanın esas alınması, yeni bir sorun kaynağı olmaya adaydır. AB ‘de yasak olan aktif maddelerin gecikmeli de olsa Türkiye ‘de de yasaklanmış olması, olumlu gelişmedir. Ancak yasaklanan ilaçların stokların bitirilmesi için 2 yıllık tanınan geçiş süresi, bu istisnayı kötüye kullanmak isteyenler stoklarını artırmışlardır. Herbisitler (ot ilaçları) den fenol bileşiklerinin çözünürlükleri çok azdır. Hidrofobdur. Toprağa sürekli sulu atılırlar. Toprakta çok kuvvetli tutulurlar. Çabucak çözeltiden ayrılıp absorbe olurlar. Çok az mobildirler ve çok dayanıklıdırlar. İnsektisitlerden klorlandırılmış hidrokarbonlar toprakta 30 yıla kadar dayanabilirler. Besin zincirinde birikirler. Fungusitlerden hexachlor benzen gurubu suda çözünmez çok dayanıklıdır. Kuvvetli derecede sorbe olurlar. Kullanımları sakıncalıdır. Pestisitlerin yanı sıra, vücutta ve doğada parçalanma ürünleri olan metabolitleri de insanlara zehir etkili olabilmektedir. Bu maddelerin bir kısmı birikime uğradığı, bir kısmı da birikmediği halde sinir hücrelerinde tahribat yapar. Pestisitlerin çoğu kanserojenik, mutajenik, alerjik, tahriş edici etkiler gösterebilir. Pestisitler, çiftlik hayvanlar üzerinde de olumsuz etkilere sahiptir. Hayvanlarda da ani ve yavaş zehirlenmelere yol açar. Çiftlik hayvanlarının ürünlerinde birikebilir Sebze ve meyvelerde kullanılan kimyasal ilaçlar, ürün üzerinde bulaşık etki veya kalıntı bırakmaktadır. Bazı ilaçlar ise sistemik ilaçlar olup, bitkilerin genetik sistemine sirayet etmektedir. Bu ilaçlar oldukça tehlikelidir. Sebze ve meyvelerdeki ilaç kalıntıları beslenme yolu ile insana geçtiği takdirde, süt ve yağ dokularında birikme yapar. Bu ilaçlar hamile kadınlarda bebeğe de geçer. Elimizde var olan tekniklerle iki kat daha fazla gıda elde edebilmek için şu anda kullanmakta olduğumuz suni gübre miktarının 6,5 katı suni gübreye, enerjinin 3 katı enerjiye ve tüketmekte olduğumuz tarım ilacının 6 katı tarım ilacına ihtiyacımız vardır. Doğanın dengesini bozan ve insan sağlığına olumsuz etkileri bulunan pestisitlerin kullanımında oldukça sıkı tedbiler alınmalı ve dozaj ayarlamaları yapılmalıdır. Kalıntı kontrolü her ürün için zorunlu olmalıdır. Konu bir tivit zinciriyle hallolabilecek basitlikte değil. Kabaca belli başlıkları yazdık. Ayrıntılı bilgi edinmek için inceleyebileceğiniz bazı yayınların linki aşağıda yer alıyor; https://bahcebitkileri.org/tarim-ilaclarinin-insan-ve-cevre-uzerine-etkileri.html…https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/236259…http://zmo.org.tr/resimler/ekler/afd8346a677af9d_ek.doc?tipi=40&turu=X&sube=0
0 notes
ateistlerecevaplar · 6 years
Text
Allah'ın Varlığına İnsandaki Deliller
Tumblr media Tumblr media
İNSANDAKİ VARLIK DELİLLERİ İNSANIN YARATILIŞI İnsan, hayatı boyunca sahip olduğu bedenle görür, işitir, nefes alır, yürür, koşar ve zevk alır. İnsan bedenini oluşturan kemikler, kaslar, damarlar, iç organlar mükemmel bir düzene sahiptir. Bu düzen incelendiğinde ise, daha da şaşırtıcı gerçeklerle karşılaşılır. Birbirinden farklı gibi görünen bu vücut parçalarının tamamı aynı malzemelerden oluşmaktadır. Bu malzeme hücredir.Hücre, bir organın örneğin kemiğin en küçük parçasıdır. Bir hücre o kadar küçüktür ki, bir milyon tane hücre biraraya gelse ancak bir iğne ucu kadar yer kaplar. İnsan bedenini oluşturan 60-70 kiloluk et ve kemik kütlesinin özü, insanın doğumundan 9 ay 10 gün önce tek bir hücrede toplanmıştır. Bu hücre, anneden gelen yumurta hücresiyle babadan gelen sperm hücresinin annenin bedeninde birleşmesiyle oluşur. Hedefe Kilitlenmiş Kusursuz Bir Ordu Sperm ve yumurta hücrelerinin anne bedeninde birleşmesi, yani annedeki bir yumurtanın döllenmesi için her seferinde yaklaşık 300 milyonluk bir sperm ordusu babanın vücudunda hazır hale getirilir. Bu sayının bu kadar yüksek olmasının nedeni, yumurtanın döllenmesini engelleyecek herhangi bir durumu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Döllenme işlemi için erkek bedeninden atılan spermlere çeşitli bezlerden salgılanan sıvıların oluşturduğu bir karışım eşlik eder. Meni denen bu salgılar ve sperm karışımında sadece spermlerin dölleme yeteneği vardır. Kuran'da meniden karmaşık bir su olarak şöyle söz edilir:"Şüphesiz, Biz insanı karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık." (İnsan Suresi, 2) Spermin yapısında döllenmeyi kolaylaştırıcı özellikler bulunur. Spermin baş, orta, kuyruk bölümleri vardır. Metrenin milyonda biri kadar olan baş bölümüne bir hücreyi bir insana dönüştüren babadan gelen tüm bilgi sığdırılmıştır. Spermin bir diğer önemli parçası da kuyruktur. Kuyruk sürekli bir kamçı hareketi yaparak yumurta hücresine ulaşmayı sağlar. Yeni Bir İnsanın Oluşumunda Rol Oynayan Yumurta Hücresi  Döllenmenin kolaylıkla gerçekleşebilmesi için kadın bedeninde de birçok sistem hazırlanmıştır. Yumurta, yumurtalık adı verilen ve her detayıyla bu iş için yaratılmış bir organda üretilir. Yumurtalıklar, rahimin sağında ve solunda yer alır ve rahme ince tüplerle bağlıdırlar. Yumurtalıkta üretilen yumurta daha sonra bu tüplerin özel yaratılışı sayesinde spermle buluşur. Bu tüplerin içindeki küçük tüycükler ileri geri hareket ederek hareketleriyle yumurtayı sperme doğru ilerletirken spermi de yumurtaya doğru ilerletirler. Döllenme bu tüpün içinde gerçekleşir. Yumurtanın dış kısmı içinde yağ, şeker ve protein bulunan bir zarla çevrilidir. Bu zar, yumurtaya sperme doğru yapacağı hareket için gereken enerjiyi sağlar. Peki küçücük hücre, daha yumurtalıkta üretildiği anda böyle bir yola çıkacağını ve bu yolculuk sırasında kendisine enerji gerekeceğini bilebilir mi? Bebeğin Büyümesi İçin Yaratılmış En Güvenli Yer: ANNE RAHMİ 
Tumblr media
Rahim, kaslardan yapılmış sağlam duvarlı içi boş bir organdır. Hamilelik boyunca rahimin hacmi 20-25 kat artar. Böylece kadının döllenmiş yumurtasının içinde büyüyüp gelişebileceği en uygun yer halini alır. Döllenmiş yumurta, yumurtalıktan rahme kadar olan tüpte bir yandan bölünerek çoğalırken, diğer yandan da ilerlemesine devam eder. Hücre topluluğu bu yolun herhangi bir yerinde yerleşmez. Gelişimi için en güvenli yer olan rahimi seçer ve buraya tutunur. Allah, Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirir:"Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı bir "alak"tan yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir." (Alak Suresi, 1-3) "Alak" kelimesinin Arapça'daki anlamı, "bir yere asılıp tutunan şey" demektir. Hatta alak kelimesi asıl olarak deriye yapışarak oradan kan emen sülükleri tanımlamak için kullanılır. Döllenmiş yumurta da tam olarak ayette bildirildiği gibi rahim duvarına asılıp tutunmaktadır. Bundan 1400 sene öncesinde indirilmiş olan Kuran'da, anne karnında gelişmekte olan hücreyi bu özelliğiyle tarif eden bir kelime kullanılması, Kuran'ın mucizelerinden biridir. O dönemin bilim düzeyi ile keşfedilmesi mümkün olmayan bu bilginin, asırlar önce Kuran'da bildirilmiş olması Kuran'ın Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirildiğini bir kez daha tasdik etmektedir. Sadece bir hücre topluluğu olan bu minik et parçası (alak), nasıl olur da gelişimi için en uygun yeri seçer? Bu şuurlu davranış, insan vücudunda gerçekleşen işlemlerin üstün bir aklın kontrolünde gerçekleştiğini gösterir: "Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir." (Al-i İmran Suresi, 6) Hücreler Farklı Gruplara Ayrılıyor! Rahime tutunan ve birbirinin aynı olan hücreler belli bir süre sonra bölünerek çoğalır. Her geçen gün bazı hücreler diğerlerinden farklı bir yapıya bürünmeye başlar. Bütün hücreler adeta görev yerine dağılan işçiler gibi bölük bölük hareket ederler. Bu yoğun faaliyet sonucunda bazı hücreler kemik, bazısı deri, bazısı da kas hücresi olacaklardır. Bu hazırlığın nasıl yapılacağı, hangi hücrenin hangi dokuyu, hangi organı meydana getireceği her hücre grubuna ayrı ayrı ilham edilmiştir. Başta birbirinin aynı olan hücrelerin çoğalmasıyla vücutta yaklaşık 200 tür hücre oluşur. Bu oluşumda hiçbir karışıklık olmaz; her hücre nerede nasıl davranacağını çok iyi bilir. Bu kusursuz düzeni sağlayan ve hücrelere neler yapacaklarını ilham eden, her şeyin hakimi olan yüce Allah'tır. İki Canlı Arasındaki Hayat Köprüsü: Plasenta
Tumblr media
Plasenta anneyle bebek arasındaki besin, oksijen ve diğer maddelerin alışverişini sağlayan yapıdır. Üstelik plasenta yeni hücre gruplarının yani dokuların oluşması için gerekli olan besinleri özenle seçerek, bebeğe taşır. Plasenta bu işlemin tam tersine yani bebekten anne karnına atık maddelerin taşınması işlemini de ustalıkla yerine getirir. Bu şekilde beslenen bebeğin gelişimi sonucunda son derece orantılı, uyumlu bir yapı ortaya çıkar. Bu uyumlu gelişmelerin bütün vücut parçalarında aynı şekilde gerçekleşmesi şarttır. Örneğin; sadece göze ait 40 farklı parça vardır. Gözün fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için orantılı bir büyümenin olması, parçalar arasındaki bağlantının sağlam olması, hepsinin kendi yerinde bulunması gerekir. Aksi halde göz, işlevlerini yerine getiremez. Kemiklerin Kasla Sarılması Çok yakın bir zamana kadar kemiklerle kasların birlikte ortaya çıkarak anne karnında geliştikleri sanılıyordu. Ancak yapılan son araştırmalar çok farklı ve insanların hiç farkında olmadıkları bir gerçeği ortaya koydu. Şöyle ki; anne karnındaki bebekte kıkırdak dokunun sertleşmesiyle önce kemik oluşur, daha sonra kas hücreleri kemiklerin etrafındaki dokulardan oluşup kemiği sararlar.Oysa bilimin yeni keşfettiği bu gerçek, Kuran'da 1400 sene önce insanlara bildirilmiştir: "Sonra o su damlasını bir alak (hücre topluluğu) olarak yarattık; ardından o alak'ı bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. " (Müminun Suresi, 14)
Tumblr media
Bebeğin Hayat Suyu: Amniyon Suyu Bebek, gelişimini tamamladığı 9 ayı anne karnında içi sıvı dolu bir kesede geçirir. Bu sıvı amniyon sıvısıdır. Bu sıvı pek çok özelliği ile bebeği dış dünyaya hazırlar. Bebek bu sıvı içinde dış dünyaya alışmak için hareket eder. Düzenli olarak bu sıvıyı içer, dili tat almaya, bağırsakları emilime, böbrekleri de süzme işine alıştırılır. Bu sıvı aynı zamanda dışarıdan gelecek darbelere karşı da bebeği korur. Çünkü, sıvılara herhangi bir yönden gelen basınç her tarafa eşit olarak dağıtılır. Amniyon sıvısı anne sağlığı için de önemlidir. Sıvı içinde yüzen bebek anne rahmine ağırlık yapmaz ve bu sayede normal gelişimini tamamlayabilir. Yeni Bir Dünyaya Doğru…
Tumblr media
Bebeğin, yeni bir dünya için tüm hazırlıkları tamamlandığında amniyon sıvısı da doğum için hazırlık yapmaya başlar. Rahim ağzını genişletecek su kesecikleri oluşturur. Bu keseler hem rahmin ağzını genişleterek, bebeğin doğum esnasında sıkışmasını engeller hem de doğum başlangıcında delinip içlerindeki sıvılarla bebeğin geçeceği yolu kayganlaştırıp mikropları öldürürler. Bu arada bebek de dışarı çıkış için en uygun hali yani başın rahim boynuna sokulduğu pozisyonu alır. Peki bebek doğum için en uygun pozisyonun bu olduğunu, daha önemlisi doğum zamanın geldiğini nasıl bilir? Henüz şuuru tam oluşmamış bir varlığın böylesine şuurlu davranışlar sergilemesi elbette onun, kendi iradesiyle değil, yaratıcısı olan Allah'ın ilhamıyla hareket ettiğinin apaçık göstergesidir. Allah, bunu Kuran'da şöyle bildirir:Ey insanlar, eğer dirilişten yana bir kuşku içindeyseniz, gerçek şu ki, biz sizi topraktan yarattık, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo), sonra yaratılış biçimi belli belirsiz bir çiğnem et parçasından; size (kudretimizi) açıkça göstermek için. Dilediğimizi, adı konulmuş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizi bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da erginlik çağına erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). Sizden kiminizin hayatına son verilmekte, kiminiz de, bildikten sonra hiçbir şey bilmeme durumuna gelmesi için ömrün en aşağı ucuna (yaşlılığa) geri çevrilmektedir. Yeryüzünü kupkuru ölü gibi görürsün, fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman titreşir, kabarır ve her güzel çiftten (ürünler) bitirir. (Hac Suresi, 5) SAVUNMA SİSTEMİ MUCİZESİ
Tumblr media
"Fagositoz" olarak adlandırılan bu olayda makrofaj çok sayıdaki bakteriyi yutmak için uzanıyor (üstte). Bakteriler makrofajın bir uzantısı tarafından sarılmış durumda (sağ üstte). Ve bir hücre tarafından yutuluyorlar (sağda). Daha sonra makrofaj içindeki güçlü kimyasal maddeler saldırganı parçalarına ayırıp yok etmektedirler. Bir diğer deyişle makrofaj düşmanı yutmakta, sindirmekte ve açığa çıkan maddeleri kullanmaktadır. 1 SAVAŞ BAŞLIYOR Virüsler bedende yayılırken bir kaç tanesi makrofajlar tarafından yutulur. Makrofajlar virüsün antijenlerini ayırarak kendi yüzeylerine yerleştirirler. Kan dolaşımında bulunan milyonlarca yardımcı T hücresinden çok azı bu özel antijeni 'okuma' yeteneğine sahiptir. Makrofaja bağlanan bu T hücreleri etkin hale geçerler. 2 SAVUNMA HÜCRELERİ ÇOĞALIYOR Yardımcı T hücreleri etkin hale geçince çoğalmaya başlarlar. Daha sonra az sayıdaki, düşman virüse duyarlı olan öldürücü T hücrelerini ve B hücrelerini uyarırlar B hücrelerinin sayısı artarken yardımcı T hücreleri onlara antikor yapmaları için işaret verir. 3 HASTALIĞIN YENİLMESİ Bu sırada virüslerin bir kısmı hücrelerin içine girmişlerdir. Virüsler sadece hücre içinde çoğalabilir. Öldürücü T hücreleri salgıladıkları kimyasal maddelerle bu hücrelerin zarlarını delerek ölümlerine neden olur, böylece hücre içindeki virüsün çoğalmasını önlerler. Antikorlar da doğrudan virüsün yüzeyine bağlanarak onu nötralize eder hücrelere girişini önler ve içine sızılan hücreleri yok edecek kimyasal tepkimeler başlatırlar. 4 SAVAŞ SONRASI Hastalık yenilgiye uğratılınca baskılayıcı T hücreleri tüm saldırı sistemini durdururlar. Bellek T ve B hücreleri, eğer tekrar aynı virüsle karşılaşılırsa hemen harekete geçmek üzere, kan ve lenf sisteminde kalırlar. GÖZDEKİ KUSURSUZ TASARIM
Tumblr media
Bu cümleyi siz okuyup bitirinceye kadar gözünüzde yaklaşık yüz milyar (100.000.000.000) işlem yapıldı. Dünyanın bu en ilginç, en hızlı ve en kusursuz bilgi transferi, her an kesintisiz devam ediyor. Gözleriniz olmasaydı bir rengin, bir şeklin, bir manzaranın, bir insan yüzünün, güzellik denen kavramın nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman hayalinizde canlandıramazdınız. Fakat, gözleriniz var ve bu sayede etrafınızı görüyor, şu anda da bu yazıyı okuyorsunuz. Bunun ne kadar büyük bir mucize olduğu, çoğu insan gibi belki bugüne kadar sizin de aklınıza gelmemişti. Dış dünyadaki ışık parçacıkları, gözünüzün önündeki şeffaf kornea tabakasından, sonra iris denen çember şeklindeki dokudan, daha sonra da odaklama yapan mercekten geçiyor ve gözün arka tarafındaki retinaya düşüyor. Retina, organik hücrelerden oluşmasına rağmen, üzerine düşen bu görüntüyü, dünyanın en hızlı bilgisayar işlemcisinden çok daha hızlı bir biçimde yorumlayarak "bilgi"ye yani elektrik sinyallerine dönüştürüyor. Elektrik sinyalleri haline gelen görüntü, sinirler aracılığıyla beyindeki görme merkezine iletiliyor. Bu merkezdeki hücreler ise, bu bilgiyi yeniden yorumlayarak tekrar görüntü haline getiriyor. Gözün mükemmel yapısı, elbette burada özetlediğimizden çok daha fazla detaya sahip. Örneğin mercek, ışınları retina üzerine odaklarken, sürekli olarak kalınlığını ayarlıyor. Bu "otomatik odaklama" sistemi sayesinde, 20 cm uzaktaki elinize baktıktan hemen sonra, 100 m uzaklıktaki bir ağaca bakabiliyor ve anında net bir görüntü elde edebiliyorsunuz. Eğer merceğin böyle bir özelliği (ve bu iş için etrafına yerleştirilmiş onlarca minik kas) olmasaydı, sadece belirli bir mesafedeki cisimleri net görebilecektiniz. Daha uzak ve daha yakındaki maddeler ise her zaman çok bulanık görünecekti. Kısacası, göz, "otomatik odaklama" özelliğine sahip olan -ve son 10 yıl içinde geliştirilen- modern kameraların yaptığı işi, milyonlarca yıldır yapıyor. Üstelik hiçbir kamera göz kadar kusursuz odaklama yapamıyor. Gözün parçalarından biri olan iris dokusu ise daha farklı bir ayarlamayı üstlenmiş durumda. İris, gözünüze rengini veren doku, ama asıl işlevi göze girecek ışık miktarını belirlemek. Biraz loş bir ortama girdiğinizde, iris hemen genişliyor ve ortasındaki "göz bebeği" büyüyerek retinaya daha fazla ışık girmesini sağlıyor. Güneşe çıktığınızda ise tam tersi gerçekleşiyor ve iris, kamaşmayı en aza indirmek için, çok hızlı bir biçimde daralıyor. Eğer iris böyle bir işleve sahip olmasıydı, sadece belirli bir ışıkta etrafı iyi görebilirdiniz. Biraz daha loş bir ortam zifiri karanlık haline gelir, biraz daha aydınlıkta gözleriniz tamamen kamaşırdı. Göz Kapakları Göz kapakları, gözün korunması için yaratılmış olan en önemli parçalardan birisidir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan damarlar, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını beslerler. Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. Bu işlemin hiçbir çaba sarf etmeden yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir. Göz Bebeği Göze giren ışık miktarı, göz bebeği açıklığının derecesine göre yaklaşık 30 kat değişebilir. Örneğin bir flaş patlaması ile 0.1 saniyede yapılacak değişim sonucunda göz bebeği hemen ayarlanıp ışığı kırar. Elbette tüm bu saydıklarımız gözde çok üstün bir "tasarım" olduğunu ispatlamaktadır. Bu öyle bir sistemdir ki, tek bir parçası, örneğin sadece gözyaşı bezleri ya da korneanın şeffaflığı olmasa, göz hiçbir işe yaramaz. Yani, gözün işlev görmesi için bütün temel parçalarının (yaklaşık 40 ayrı dokunun) aynı anda, gereken yerde, gereken işlev ve yapıda olması gerekir. Bu denli kompleks bir tasarımın "evrim"le, yani bir rastlantılar zinciriyle oluşması ise elbette ki imkansızdır. Açık olan gerçek, gözün üstün bir aklın eseri olduğudur. Bu Rabbimiz'in benzeri olmayan aklıdır. Allah, insanlara yol gösterici olarak indirdiği kitabında şöyle bildirir:"Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (duyularını) ve gönüller verdi." (Nahl Suresi, 78) En Mükemmel Göz Damlası:Gözyaşı
Tumblr media
Çoğu insanın, "yalnızca ağlandığında akan tuzlu su" zannettiği gözyaşı, durumdan duruma değişen yapısıyla son derece özel bir sıvıdır. Gözyaşının ilk görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan "lizozom" enzimi birçok bakteri türünü parçalayabilme ve mikrop öldürme özelliğine sahiptir. Lizozom sayesinde göz, enfeksiyonlardan korunur. Bu madde, binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli bir dezenfektan olan "fenik asit"ten bile daha etkilidir. Bu kadar güçlü olduğu halde bu enzimin göze hiçbir zarar vermemesi büyük bir mucizedir. İçinde böyle son derece güçlü bir dezenfektan bulunan gözyaşı, gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Bu yağlama-nemlendirme sistemi sayesinde gözünüz kurumaz. Eğer bu sistem var olmasa ya da eksik çalışsaydı, o zaman göz ile göz kapağı arasında sürekli bir sürtünme olur, gözünüz birkaç dakika içinde kurur, göz kapaklarınız yapışır ve oldukça acılı bir süreç sonucunda kör olurdunuz. İSKELETİN YARATILIŞI Gülme, koşma, yürüme, oturma, kalkma, ayakta durma, yatma, yazı yazma... Her insan bütün bu işlemleri kemikleri sayesinde yapar. Kemikleri sayesinde yürür, yine onlar sayesinde ayakta durur, yatar, güler, kemikleri sayesinde yemek yer. İnsan bedeninin çatısı 206 tane sert parçanın biraraya gelmesiyle oluşmuştur. İnsan vücudunda bulunan ve her biri farklı fonksiyonlara sahip olan kemikler, Allah'ın yaratma sanatının yüceliğini bize gösterirler. Kemik dokusu çoğu kimsenin zannettiği gibi cansız değildir. Kemik dokusu vücutta kalsiyum, fosfat gibi birçok önemli mineralin bankasıdır. Vücudun ihtiyacına göre bu mineralleri depo eder veya daha önceden depo ettiklerini vücuda verir. Bütün bunların yanı sıra kırmızı kan hücrelerinin üretimi de kemik iliği tarafından yapılır. İskeletin Mükemmel İşlevi İskelet bütün olarak mükemmel bir işleve sahip olmasının yanında, onu oluşturan kemikler de üstün bir yapıya sahiptir. Vücudun taşınması ve korunması gibi önemli bir görevi üstlenen kemiklerimiz, bu işi rahatlıkla yerine getirebilecek kapasite ve sağlamlıkla yaratılmıştır. Hatta bu yönde oldukça geniş bir güvenlik payı bırakılmış ve vücudun muhatap olacağı zor durumlar da hesaba katılmıştır. Örneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize vücut ağırlığımızın üç katı yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. O halde, kemik denen ve bir tek hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir? Kemiklerin iç yapısı , insanların binalarda ve köprülerde kullandığı kafes yapı sistemine benzer bir yapıda inşa edilmiştir. Önemli bir farkla; kemik içindeki sistem, insanın geliştirdiğinden çok daha üstün ve karmaşıktır. Bu sayede kemikler, hem son derece sağlam, hem de insanın rahatlıkla kullanabileceği hafiflikte olurlar. Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemiklerin ağırlığı insanın taşıyabileceğinin çok üzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı gevrek ve sert olup en küçük bir darbede çatlayabilir veya kırılabilirdi. Tasarım Harikası Kemiklerimiz Kemiklerimizin bu mükemmel tasarımı, bizim son derece rahat bir hayat sürmemizi, çok zor hareketleri kolaylıkla ve hiç acı duymadan yapabilmemizi sağlamaktadır. İnsana düşen kuşkusuz bu mükemmel bedeni onun için yaratmış ve emrine vermiş olan Allah'ı bilmesi ve O'na şükredici olmasıdır. İnsan vücudundaki kemiklerin esneklikleri ihtiyaca göre değişebilir. Örneğin kadınlarda leğen kuşağı kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirinden biraz ayrılırlar. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır, çünkü bu gevşeme sayesinde bebeğin başı doğum sırasında ezilmeden dışarı çıkabilir. Acaba leğen kemiği, dünyaya yeni gelecek bir canlının başının ezilmemesi için kendisini daha esnek bir hale getirmeye nasıl karar vermektedir? Böylesine önemli bir ayarlama, evrimin yani tesadüflerin bir hediyesi asla olamaz. Açık olan tek gerçek vardır. Tüm bunların cevabı kusursuz ve planlı bir yaratılıştır. Kemiklerin esnekliğine başka bir örnek olarak bebekleri verelim. Bebeklerin kafatası ve diğer kemikleri çok yumuşaktır ve birbirleri üzerinde az da olsa hareket edebilirler. Bu esneklik sayesinde bebeğin başı doğumda bir hasar görmeden çıkabilir. Eğer bu kafatası kemikleri doğum sırasında sert olsaydı, anne karnından çıkarken çatlayabilir hatta kırılarak bebeğin beyninde büyük hasarlara yol açabilirdi. Bu aşamada tekrar kaçınılmaz bazı sorularla karşılaşıyoruz. Acaba bebeğin kafatası kemiklerinin doğum sırasında karşılacakları tehlikeyi kim, nereden bilmekte, bu önlem nasıl alınmaktadır? Açıktır ki annenin de, çocuğun da böyle bir engelle karşılaşacaklarından haberleri yoktur. Üstelik haberleri de olsa herhangi bir şekilde müdahalede bulunamazlar. Bebeğe ve annesine hayat veren de, onlar için böyle bir sistemi yaratan da kuşkusuz üstün ilim sahibi olan Allah'tır. İskeletin Hareket Kabiliyeti İskeletlerin hareket kabiliyeti de üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntıdır. Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren omurlar birbiri üstünde hareket eder. Bu sürekli hareket ve sürtünme, omurların aşınmasına neden olabilir. Oysa bunu önlemek için her bir omur arasına disk denilen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Bu diskler amortisör görevi yapar. Dahası her adım atışta, vücut ağırlığı yüzünden yerden vücuda bir tepki kuvveti gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasaydı, ortaya çıkan kuvvet doğrudan kafatasına iletilirdi ve her adım attığımızda beynimiz sarsılırdı. Tüm bunlar insan bedeninin çok mükemmel bir tasarımın, daha doğrusu bir yaratılışın ürünü olduğunu göstermektedir. İnsan bu mükemmel tasarım sayesinde birbirinden çok farklı hareketleri büyük bir hız ve rahatlık içinde yerine getirir. Oysa böyle olmayabilirdi. Çok daha sert, çok daha kaba bir iskeletimiz olabilirdi. Örneğin tüm bacağımızın tek bir uzun kemikten meydana geldiğini düşünün. Böyle bir durumda yürümek büyük bir sorun haline gelecek, son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak bile güçleşecek, bu tür hareketler sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak kemiği kolaylıkla kırılabilir hale gelecekti. Oysa yapmak istediğimiz her harekete izin veren, dahası bunları kolaylaştıran ve güvenli hale getiren bir iskeletimiz vardır. Fakat biz ne iskeletimizin tasarımını yaptık, ne de kemiklerimizi meydana getirdik. Bunları herhangi bir tesadüfi güç ya da doğal bir süreç de meydana getirmedi. Bunları bizim için en mükemmel şekilde yaratan Allah'tır. Rabbimiz bizleri bu gerçek üzerinde düşünmeye şöyle davet eder:"... Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?" (Bakara Suresi, 259) KANIN HAYATİ FONKSİYONU
Tumblr media
Kan bedenimize canlılık vermek için yaratılmış bir yaşam sıvısıdır. Vücudumuzda dolaştığı sürece onu ısıtır, soğutur, besler, korur, enerji verir ve içindeki zehirli maddelerin atılmasını sağlar. Bedenimizdeki haberleşmenin neredeyse tamamını üstlenir. Ayrıca damarlarda oluşan her yırtığı anında kapatır. Sistem böylelikle kendini sürekli olarak yeniler. 60 kg ağırlığındaki bir insanın damarlarında ortalama 5 lt kan dolaşır. Kalp, bu miktarı bedende rahatlıkla bir dakikada dolaştırabilir. Hatta fiziksel bir zorlanma sırasında ya da spor yaparken, bir dakikada bu miktarın beş katını dolaştırabilir. Oksijen Taşıyıcısı Soluduğumuz hava, yaşamın en gerekli maddesidir. Ateşin, odunu yakabilmesi için nasıl oksijene gereksinimi varsa, hücrelerin de enerji üretimi sırasında şekeri parçalayabilmek için oksijene gereksinimleri vardır. Bunun için, oksijenin akciğerlerden kaslara ulaştırılması gereklidir. İşte, karmaşık bir boru hattına benzetebileceğimiz kan dolaşım sistemimiz de bu görevi üstlenir. Oksijeni taşıma görevini, alyuvarların içindeki hemoglobin molekülü yerine getirir. Yassı, yuvarlak ve her iki yanı basık bir yapıda olan alyuvarların yalnızca biri neredeyse 300 milyon hemoglobin taşır. Alyuvarların, kusursuz bir çalışma sistemi vardır. Oksijeni taşımakla kalmayıp, onu gerektiği yerde de bırakabilirler. Bunu da en gerekli yer ve zamanda, örneğin çok çalışan bir kas hücresinin yanından geçerken yaparlar. Alyuvarlar, oksijeni bu şekilde gerekli dokulara verirken, şekerin yakılması sonucunda açığa çıkan karbondioksiti de alarak akciğere taşır ve orada bırakırlar. Bunun ardından hemen yeniden oksijenle bağlanır ve onu yeniden gerekli dokulara taşırlar. İdeal Bir Tasarıma Sahip Olan Hücreler Alyuvarlar, miktar bakımından diğer kan hücrelerine göre çoğunluktadır. Yetişkin bir erkeğin damarlarında 30 milyar alyuvar yüzer. Bu sayıdaki alyuvarlarla bir futbol sahasının neredeyse yarısı kaplanabilir. Kanımıza, dolayısıyla tenimize renk veren hücreler alyuvarlardır. Alyuvarlar yassı disklere benzerler. Esneklikleri sayesinde de en dar kılcal damarlardan ya da en küçük gözeneklerden bile geçebilirler. Alyuvarların bu esneklik özelliği olmasaydı, vücudun pek çok noktasında takılı kalırlardı. Bunun sebebi kılcal damarların yalnızca 4-5 mikrometre kalınlığında olmasıdır. (1 mikrometre=milimetrenin binde biri). Oysa alyuvarların çapları 7.5 mikrometredir. Alyuvarlar böylesine büyük bir esneme özelliğinde yaratılmamış olsalardı ne olurdu? Bu sorunun cevabını şeker hastalığını araştıranlar bilir. Şeker hastalarının kan hücreleri genellikle esnekliklerini yitirir. Bu nedenle, hastaların gözlerindeki hassas dokular esnek olmayan kan hücreleri tarafından tıkanır. Bu tıkanma ise zaman içinde körlüğe yol açabilir. Mükemmel bir Ulaşım Sistemi Kandaki hücrelerin dışında, vücuda giren birçok madde de kanın plazma denen kısmında taşınır. Bu sıvı, kan hücreleri içermediği için sarı berrak bir renktedir. Plazma, beden ağırlığının %5'ni oluşturur ve bunun da %90'dan fazlası sudur. İçinde tuzlar, mineraller, karbonhidratlar, yağlar ve yüzlerce değişik türde protein yüzer. Kandaki proteinlerin bazıları taşıyıcı proteinlerdir. Bunlar yağları kendi üzerlerine bağlayıp onları gerekli dokulara ulaştırır. Eğer yağlar proteinler tarafından bu şekilde taşınmasaydı, birbirleriyle birleşir ve kanda, çorbadaki yağ öbekleri gibi, denetimsiz bir şekilde yüzerlerdi. Bu durum ise ölümcül sağlık sorunları meydana getirirdi. Bedendeki özel haberci görevini ise plazmada dolaşan hormonlar üstlenir. Hormonlar, organlar ve hücreler arasında kimyasal mesajlar taşıyarak haberleşmeyi sağlar. Albümin, sayıca en fazla olan plazma proteinidir ve bedende bir anlamda taşıyıcılık görevi yapar. Kolesterol gibi yağları, hormonları, zehirli bir safra kesesi maddesi olan sarı bilirubini ve penisilin gibi ilaçları kendine bağlar. Zehirleri karaciğerde bırakır, besin maddelerini ve hormonları ise gerekli oldukları yerlere götürür. Özel Denetim Mekanizmaları Besin maddelerinin, atardamarlardan gerekli oldukları dokulara ulaşabilmesi için, doku duvarını aşması gerekir. Doku duvarı, çok küçük gözeneklere sahip olsa da, hiçbir madde kendiliğinden bu duvardan geçemez. İşte bu sorunu çözen ve besinleri doku duvarından geçiren etken, kan basıncıdır. Ancak besin maddelerinin dokulara gerektiğinden fazla geçmesi durumunda ise, bu kez dokuda enfeksiyon oluşacaktır. Bu nedenle, kan basıncını dengelemek için, sıvıyı kana geri çeken bir mekanizma kurulmuştur. Bu görevi yine albümin üstlenir. Albümin, doku duvarlarındaki küçük gözeneklerden geçmek için fazla büyüktür ve kandaki yüksek yoğunluğu nedeniyle, suyu bir sünger gibi emer. Albümin olmasaydı beden, adeta suda beklemiş bir fasulye gibi şişerdi. Vücuttaki Termostat Kan; zehirler, gazlar, akyuvarlar ve vitaminler gibi maddelerin yanında, ısı da taşır. Isı, hücrelerdeki enerji kazanımı sırasında yan ürün olarak açığa çıkar. Isıyı bedenin geneline dağıtmanın ve beden sıcaklığını dış ortam sıcaklığına göre ayarlamanın yaşamsal önemi vardır. Eğer vücudumuzun ısı dağıtım sistemi olmasaydı, örneğin kol gücüyle yaptığımız bir iş sonucunda kollarımız aşırı derecede ısınır, diğer bölgelerimiz ise soğuk kalırdı. Böyle bir yapı ise metabolizmaya büyük zarar verirdi.İşte bu nedenle ısı bedene dağıtılır. Isının bedene dağılımı kan dolaşımı yoluyla olur. Beden geneline yayılan bu ısının düşürülmesi için de terleme mekanizması devreye girer Dahası, deri altındaki kan damarları genişler ve böylece kanın taşıdığı ısıyı havaya bırakması kolaylaştırılır. Bu nedenle koştuğumuz ya da yüksek tempolu başka bir fiziksel iş yaptığımız zaman, damarların genişlemesi sonucunda yüzümüz kızarır.Bütün canlı türlerine hayat veren bu madde Allah'ın yaratışının açık delillerinden bir tanesidir. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:"İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir." (Enam Suresi, 102) DAMARLARIMIZDAKİ MÜKEMMEL TASARIM
Tumblr media
Vücudumuzdaki damar sistemi, gelişmiş bir ülkenin, sahip olduğu kara yolu ağıyla kıyaslanmayacak kadar karmaşıktır. Damarlar, kalp ve kan ile birlikte dolaşım sistemini oluştururlar. Toplam 100 bin kilometreden fazla uzunluğuyla vücudumuzun her tarafına dağılan damarlarımız muazzam bir kara yolu ağına benzetilebilir. Ufak bir hesap yaparsak bu sayının önemini daha iyi anlayabiliriz: Bir insanın sahip olduğu damarlar uç uca eklendiğinde, dünyanın çevresini iki buçuk defa dolanacak bir uzunluğa erişir. Şunu da hatırlatalım ki, vücudumuzdaki damar sistemi, gelişmiş bir ülkenin, örneğin Amerika'nın sahip olduğu karayolu ağıyla kıyaslanmayacak kadar karmaşıktır. Karayolları belirli bir genişlikte yapılır; günün farklı saatlerindeki değişen trafik yoğunluğuna göre şerit sayısı artmaz veya azalmaz. Oysa damarlarımızın iç genişliği sabit değildir; yani damarlarımız bizim faaliyetlerimize uyumlu olarak daralır veya genişler, böylece kan basıncının düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. İşte bu mükemmel sistem sayesinde, vücudun farklı ortamlara göre değişen ihtiyaçları otomatik olarak sağlanır. Kan damarlarının, spor yaparken genişleyerek artan kan ihtiyacını temin etmesi veya yaralanma sonrasında daralarak kanamayı azaltması sözü edilen kusursuz sistemin bir sonucudur. Damarların genişlemesi ve daralması Peki damarlar nasıl oluyor da ne zaman genişlemeleri ya da ne zaman daralmaları gerektiğini anlıyorlar? Bu sorunun cevabının insan hayatı açısından çok önemli olduğu ortadadır. 100 bin kilometrelik damar şebekesinin herhangi bir noktasında meydana gelebilecek en ufak bir hatanın, telafisi mümkün olmayan olumsuzluklar doğuracağı açıktır. Bilim adamları on yıl öncesine kadar, damarın içinde çok karmaşık birtakım işlemler olduğunu tahmin ediyorlar; fakat yukarıdaki sorunun cevabını veremiyorlardı. Yapılan araştırmaların sonuçları kimyasal bir habercinin varlığını ortaya çıkardı. Bu haberci nitrik oksit (NO) molekülüydü. Damarlara genişlemeleri "talimatını veren" işte bu iki atomlu moleküldü. Damarlarımızın derinliklerinde nitrik oksit üreten muhteşem tesislerin sahip olduğu yapı mükemmelliklerle doludur. KOKU VE HAFIZA Kokuların, insan hafızasındaki anıları harekete geçirdiği herkesçe bilinir. İnsan, bir şeyi kokladığında, kokuya ait moleküller burna girer. Bitkilerin koku molekülleri uçucudur, bu yüzden çok düşük bir sıcaklıkta dahi gaz haline dönüşerek havada yayılırlar. Çok hafif bir rüzgar bu kokuları buruna taşır. Burnun arka kısmına ulaşan koku molekülleri nemli bir dokuyla karşılaşırlar. Bu doku nöron adı verilen ve koku algılayan 5 milyon adet hücreden oluşur. Bu 5 milyon hücreden her biri ucunda reseptörler olan püskülümsü uzantıları dalgalandırarak koku moleküllerini yakalar. Bu duyargaların diğer ucu hücrenin içine yapışıktır. Koku molekülü bu tuzağa yakalandığında seri bir sinyal hücre içinde dolaşarak beynin alt tarafındaki koklama merkezine gerekli mesajı ulaştırır. Bütün bu işlemler bir saniyeden çok daha kısa bir zamanda gerçekleşir. Daha sonra sinyaller buradan çıkarak beynin duygu ve motivasyonla ilgili olduğu sanılan bölümüne (limbik sistem) giderler. Bu sinyal sonucunda kokunun neye ait olduğu, güzel mi yoksa çirkin mi olduğu anlaşılır. Eğer tanıdık bir kokuyla karşılaşıldıysa, o kokunun kaynağıyla ile ilgili hafıza bilgileri yeniden canlanır. Mesela limon kokusu aldığımızda aklımıza bir limonata gelebilir, ya da baharat kokuları aldığımızda iştah açıcı yemekler düşünmeye başlayabiliriz. Çok açıktır ki her biri, tüm varlıkları birbiriyle mükemmel bir uyum içinde yaratan, üstün ilim ve sanat sahibi olan Allah'ın birer eseridir. Bütün kokuları ve onları algılayan organları yaratan Allah, insan ruhunu da bu kokulardan etkilenecek şekilde yaratmıştır. "Yere gelince, onu da (yaratılmış bütün) varlıklar için alçalttı-koydu. Onda meyveler ve salkımlı hurmalıklar var. Yapraklı taneler ve güzel kokulu bitkiler. Şu halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz?" (Rahman Suresi, 10-13) VÜCUDUMUZDAKİ ARITMA SİSTEMİ Böbrekler; sadece 5-7 cm boyunda olan, hiçbir bakım gerektirmeyen ve vücudumuzun ihtiyaçlarına tam olarak uygun bir filtre vazifesi gören, hayati öneme sahip organlardır. Son derece karmaşık laboratuvar işlemleri gerçekleştiren böbrekler, herşeyi kusursuz bir düzen içinde yaratan Allah'ın benzersiz eserlerinden biridir. 
Tumblr media
İnsan vücudunda sürekli faaliyet halinde olan 100 trilyon hücre bulunmaktadır. Hücrelerin bu faaliyetleri sonucunda ortaya atık maddeler çıkar. Üre, ürik asit ve keratin gibi maddelerden oluşan bu atık maddeler son derece zehirlidir. Eğer vücuttan uzaklaştırılmazlarsa vücut fonksiyonları kısa sürede bozulur, vücudumuz zehirlenir ve ölüm kaçınılmaz olur. İşte bu noktada insan vücudundaki kusursuz tasarım bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Nasıl motorlarda egzoz gazının tahliyesi için özel sistemler tasarlanmışsa, vücudun günlük çalışması sırasında ortaya çıkan zararlı maddelerin uzaklaştırılması için de çok özel bir sistem yaratılmıştır. Bu sistem, boşaltım sistemidir. Hücreler, tıpkı zehirli atıklarını arıtan fabrikalar gibi, bünyelerinde üretilen atık maddeleri kan plazmasına bırakırlar. Bu durum vücudu baştan başa kat eden kan nehrinin, 100 trilyon fabrikanın atığıyla kirlenmesi demektir. Bu kirlilik insan hayatı için oldukça zararlıdır. Bu nedenle hızla kirlenen kanın bir an önce temizlenmesi gerekir. Ancak ortada önemli bir problem vardır. Kirlenen kanın içinde üre, ürik asit gibi zehirli maddelerin yanı sıra, aminoasitler, vitaminler, su ve glikoz gibi vücudun ihtiyacı olan maddeler de vardır. Öyleyse kanı temizleyecek sistemin basit bir süzme işlemi yapması yeterli olmayacaktır. Bu sistemin faydalı maddeleri tanıyıp muhafaza etmesinin yanı sıra, yalnızca zararlı maddeleri diğerlerinden ayırarak uzaklaştıracak kompleks bir arıtma tesisi gibi çalışması da gerekmektedir. Kanın böbreklerde temizlenmesi Vücutta dolaşmakta olan kan, böbreklerde önce süzme işlemine tabi tutulur. Bu işlemin gerçekleşmesi için böbreklerin içine küçük küçük birçok süzgeç yerleştirilmiştir. Bu süzgeçlerin sayısı ve işlevleri düşünüldüğünde çok açık bir yaratılış mucizesiyle karşılaşılır. Tek bir böbreğin içinde 1.200.000 adet süzgeç vardır. Bu mikro süzgeçlere nefron adı verilir. Bir nefron, bowman kapsülü (nefronun ucunda bulunan, yarı küre şeklinde, kılcal damarlardan oluşan bir yapıdır), glomerulus, malpigi cisimciği ve böbrek damarlarından oluşur. 1.200.000 süzgecin her biri binlerce mikro deliği olan mükemmel bir tasarıma sahiptir. Kalpten çıkan kanın yaklaşık dörtte biri, böbrek atardamarları aracılığıyla böbreklere gelir. Bu, dakikada bir litreden fazla kan demektir. Kanı getiren damar, böbreğe girer girmez sayısız ince damara ayrılır. Bu ince damarlardan her biri, bir mikro süzgece bağlıdır. Kalbin yaptığı basınç sayesinde kan hızla süzgeç yüzeyine çarpar, zararlı maddeler ve su süzgecin diğer tarafına geçer. Proteinler ve kan hücreleri bu süzgeçten geçemeyecek kadar büyük oldukları için geride kalırlar. Böylece süzgecin diğer tarafına geçmeyen kan süzülmüş ve temizlenmiş olur. Yaklaşık yumruğumuz büyüklüğündeki bir et parçasının içine 1.200.000 adet süzgeç yerleştirilmiştir. Bu süzgeçlerin her birinde aynı detaylı tasarım eksiksiz olarak mevcuttur. NASIL NEFES ALIYORUZ?
Tumblr media
Nefes alıp verme düzeninizi hiçbir zaman kontrol etmiyorsunuz. Çünkü bazı hücreleriniz bu kontrolü sizin yerinize yapıyor. Eğer nefes alma düzeni bizim kontrol ve dikkatimize bırakılmış olsa, nefes almayı unuttuğumuzda, uykuya daldığımızda ya da başka bir işle meşgul olduğumuzda nefessizlikten ölebilirdik.Her insan için hayati bir öneme sahip olan nefes alma işlemi, solunum merkezi tarafından düzenlenir. Bu merkez bir mercimek tanesi büyüklüğünde olup beynimizin bir uzantısı olan "beyin sapı" denen yerdedir ve başlıça üç grup sinir hücresinden oluşur: Birinci grup hücreler solunumun temel ritmini belirlerler ve içimize hava çekmemiz için emir verirler. Böylece ihtiyacımız olan havayı içimize çekmiş oluruz. İkinci grup hücreler ise solunumun hızını ve gidişatını belirlerler. Ancak ikinci grup hücreler devreye girdiğinde, birinci grup hücrelerin faaliyetini bir sinyalle durdururlar. Böylece akciğerin hava dolum bölümü kontrol edilir ve nefes alıp vermemiz hızlanır. Üçüncü grup hücreler ise normal nefes düzeninde aktif değildirler. Ancak yüksek oranlarda soluk alıp vermek gerektiği zaman devreye girerler, karın kaslarımıza sinyal gönderip solunuma katılmalarını sağlarlar. Tüm bu anlatılanlar hayatta kalmamız için yeterli midir? Hayır. Solunum kimyasal olarak da kontrol edilir. Bizim nefes alıp vermemizin amacı kandaki oksijen ve karbondioksit miktarlarının belirli bir oranda kalması içindir. Bu orandaki değişiklikler ise solunum merkezindeki bir grup hücreyi harekete geçirir ve solunumdaki bozulan değerler, olması gereken düzeye çok hassas değişiklikler ile getirilir. Kandaki oksijen miktarının solunum merkezine doğrudan bir etkisi yoktur. Ancak beynin dışında, şah damarı gibi bazı büyük damarlarda bulunan çok hassas alıcılar, kandaki oksijen belli bir düzeyin altına indiğinde solunum merkezine sinyaller gönderirler böylece solunumda çok hassas değişikliklerle gerekli düzeltmeler yapılır. Bizim hayatta kalmak için ne kadar oksijene ihtiyacımız olduğunu bir grup hücre nasıl bilmektedir? Bilimin ancak son 20 yılda ortaya çıkardığı bu akıl almaz mekanizmayı hücreler ilk insandan bu yana nasıl bilmektedirler? Üstelik bu öylesine hassas bir mekanizmadır ki, hayatımız boyunca otururken, koşarken ya da uyurken hiç hata yapmaz. Vücudumuzdaki 100 trilyon hücreye her an tam ihtiyacı olan oksijen taşınır ve zararlı olan karbondioksit ve hidrojen iyonu gibi atıklar derhal uzaklaştırılır. BEYNİMİZ Anneden gelen yumurta ve babadan gelen sperm hücresinin birleşmesi ile yepyeni bir insanı oluşturacak ilk hücre meydana gelir. Bu mucivezi gelişimin ilk aşamasında hücreler bölünmeye başlar ve zamanla gelişir. Anne karnında başlangıçta bir et parçası görünümünde olan hücreler bölünmeye devam ederek ve gruplanarak, ışığa karşı hassas göz hücrelerini, acıyı, tatlıyı, ağrıyı, sıcağı, soğuğu algılayacak sinir hücrelerini, ses titreşimlerini hissedecek kulak hücrelerini ve gıdaları sindirecek sindirim sistemi hücrelerini ve daha birçoklarını oluşturmaya devam ederler. Embriyonun anne karnındaki gelişiminde 5. haftadan itibaren oluşan omurilikte çok süratli bir üretimle saniyede 5000 tane nöron adlı özel sinir hücresi üretilmeye başlanacaktır. Bu bölgede daha sonra beyin oluşacaktır. (Science Vie, Mart 1995, sayı: 190, s. 88) Beyin hücrelerinin büyük kısmı embriyonun ilk beş ayında oluşur ve hepsi doğumdan önce beyindeki gereken konumlarını almış olurlar. Büyük bir hızla oluşan hücreler bir süre sonra merkezi sinir sisteminin kollarını oluşturmak üzere, daha uzaklara göç etmeye başlarlar. Ancak bu aşamada her bir nöronun, sinir sistemi içinde kendisi için ayrılmış olan hedef yeri tam olarak bulması şarttır. Bu yüzden genç nöronların yollarını bulabilmeleri için mutlaka bir rehbere ihtiyaçları vardır. Bu rehberler, omuriliğin ve beynin gelişme alanı arasında bir tür kablo şeklinde uzanan özel hücrelerdir. Nöronlar üretildikleri yerden çıkıp bu rehberlere tutunarak göç ederler. Ve kendileri için ayrılmış olan yerleri anlar, oraya yerleşirler ve hemen ardından uzantılar meydana getirerek diğer nöronlarla bağlantı kurarlar. Bu hücreler oluşur oluşmaz bilmedikleri bir yere doğru sadece kendilerine ilham edilen bilgiler doğrultusunda programlanmışcasına hareket ederler. Açıktır ki, beynin ve sinir sisteminin oluşumu sırasında yaşanan hiçbir olayın tesadüflerle meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü tek bir aşamadaki farklılık zincirleme olarak tüm sistemi aksatır. Nöronların meydana gelmesi ve bir sinir ağına dönüşmeleri beynin ve ona bağlı çalışan sinir sisteminin oluşum aşamalarından yalnızca bir tanesidir. Değil evrimcilerin iddia ettiği gibi beynin tamamının tesadüfen oluşması, tek bir nöronun bile rastlantılarla meydana gelmesi mümkün değildir.Nöronları bu özelliklerle yaratan, gerektiği anda gerektiği şekle sokan, gidecekleri yerlere onları tek tek yerleştiren Allah'tır. Her insan kendisinin de bu aşamalardan geçirildiğini bilmeli ve Rabbimizin kendisine bir insan olarak yaratmasındaki ihtişamı görerek şükretmelidir. Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, göklerde ve yerde O'ndan başka bir güç sahibi olmadığını aklından bir an bile çıkarmamalıdır:"... Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkar mı ettin? Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam." (Kehf Suresi, 37-38) KONUŞMA MUCİZESİ Yaptığınız her konuşmanın, mucizevi bir sistem sayesinde gerçekleştiğini hiç düşündünüz mü? Birşeyler söylemek istediğiniz anda beyninizden gelen bir dizi emir ses tellerinize, dilinize ve oradan da çene kaslarınıza gider. Beynin konuşma merkezlerini içeren bölge, konuşma işleminizde rol alacak tüm kaslarınıza gerekli emirleri gönderir.İlk önce, akciğerleriniz "sıcak hava" sağlar. Sıcak hava, konuşmanın hammaddesidir. Hava burnunuzdan girer, burun boşluğu, boğaz, nefes borusundan sonra bronş tüplerine, oradan da akciğerlerinize geçer. Havadaki oksijen akciğerlerinizde kana karışır. Bu sırada karbondioksit de dışarı verilir. Ciğerlerinizden geri dönen hava, boğazınızdan geçerken, ses telleri denen iki doku kıvrımı arasından geçer. Bu teller, bir tür perdeye benzer ve bağlı oldukları küçük kıkırdakların etkisine göre hareket ederler. Siz konuşmadan önce ses telleriniz açık vaziyettedir. Konuşmanız sırasında teller biraraya getirilir ve soluk verdiğinizde çıkan hava ile titreştirilir. Ağız ve burun yapınız, sesinizin kendine özgü niteliklerini verir. Siz kelimeleri arka arkaya sıralayıp konuşurken diliniz damağınıza belirli miktarda yaklaşıp uzaklaşmakta, dudaklarınız da büzülüp yayılmaktadır. Bu işlemlerde birçok kasınız, büyük bir hızla hareket etmektedir.Konuşabilmeniz için bu işlemlerin her birinin eksiksiz gerçekleşmesi gerekir. Bu olağanüstü işlemler, akıl almaz bir hız içinde ve kusursuzca gerçekleşirken sizin bunlardan haberiniz bile olmaz. HAYAT BOYU SÜREN KOPYALAMA: DNA
Tumblr media
Bütün bir gün boyunca, siz hiç farkında değilken vücudunuzda sizin yaşamınızın problemsiz olarak devam etmesi için akıl almaz bir titizlik ve sorumluluk anlayışı içinde sayısız işlem yapılır, kusursuz bir denetim altında tedbirler alınır. Hücreler bölünerek çoğalırlar. Öyle ki, insan vücudu başlangıçta tek bir hücre iken bu hücre bölünür ve sonuçta 2-4-8-16-32... oranında bir katlanmayla çoğalmaya başlar. Peki bu bölünme işlemi sonucunda DNA'ya ne olur? Hücrede tek bir DNA zinciri vardır. Halbuki yeni doğan hücrenin de bir DNA'ya ihtiyacı olacağı açıktır. Bu açığı gidermek için DNA, her aşaması ayrı bir mucize olan ilginç bir seri işlem yapar. Sonuçta, hücrenin bölünmesinden kısa bir süre önce kendisinin bir kopyasını çıkarır ve bunu yeni hücreye aktarır!... Hücrenin bölünmesi ile ilgili yapılan gözlemlerin gösterdiğine göre hücre, bölünmeden önce belirli bir büyüklüğe ulaşmak zorundadır. Bu belirli büyüklük sınırını aştığı anda ise bölünme süreci kendiliğinden başlar. Hücrenin şekli bölünmeye uygun şekilde yayvanlaşmaya başlarken, DNA da az önce belirttiğimiz gibi kendini eşler. Bunun anlamı şudur: Hücre bir bütün olarak bölünmeye "karar vermekte" ve hücrenin içindeki farklı parçalar bu bölünme kararına uygun olarak davranmaya başlamaktadırlar. Hücrenin böylesine kollektif bir işi başaracak bilince sahip olmadığı açıktır. Bölünme işlemi, gizli bir emir ile başlar ve başta DNA olmak üzere hücrenin tümü buna göre hareket eder. DNA, kendini çoğaltmak için önce karşılıklı iki parçaya ayrılır. Bu olay oldukça ilginç bir şekilde gerçekleşir. Yapısı sarmal bir merdivene benzeyen DNA molekülü, bu merdivenin basamaklarının ortasından fermuar gibi ikiye ayrılır. Artık DNA iki yarım parçaya bölünmüştür. Her iki parçanın da eksik olan yarıları ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır. Böylece iki yeni DNA molekülü üretilmiş olur. Operasyonun her kademesinde enzim denilen ve adeta gelişmiş robotlar gibi çalışan uzman proteinler görev yapar. Kopyalama sırasında ortaya çıkan yeni DNA molekülleri denetleyici enzimler tarafından defalarca kontrol edilir. Yapılmış bir hata varsa -ki bu hatalar son derece hayati olabilir- derhal tespit edilir ve düzeltilir. Hatalı şifre kopartılıp yerine doğrusu getirilir ve monte edilir. Bütün bu işlemler öyle baş döndürücü bir hızla yapılır ki, dakikada 3.000 basamak nükleotid üretilirken bir yandan da tüm bu basamaklar görevli enzimler tarafından defalarca kontrol edilir ve gereken düzeltmeler yapılır. Büyük bir hızla üretilen yeni DNA molekülünde, dış etkiler sonucunda normale göre daha fazla hatalar yapılabilir. Bu sefer hücredeki ribozomlar, DNA'dan gelen emir doğrultusunda DNA onarım enzimleri üretmeye başlarlar. Böylece DNA kendi kendini korur ve hem kendisini hem soyun devamını güvence altına alır. İşin en ilginç yönü de, DNA'nın hem üretimini sağlayan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine DNA'da kayıtlı olan bilgilere göre ve DNA'nın emir ve kontrolünde üretilmiş proteinler olmasıdır. Ortada içiçe geçmiş öyle muhteşem bir sistem vardır ki, böyle bir sistemin kademe kademe oluşan tesadüflerle bu hale gelmesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü enzimin olması için DNA'nın olması, DNA'nın olması için de enzimin olması, her ikisinin olması içinse hücrenin de, zarından diğer bütün kompleks organellerine kadar eksiksiz olarak var olması gerekir. KARACİĞER;VÜCUDUMUZDAKİ BAĞIMSIZ FABRİKA Karaciğerinizin tek bir hücresinde 500 farklı kimyasal işlem gerçekleştirilir. Milisaniyeler (saniyenin binde biri) içinde kusursuz aşamalarla gerçekleşen bu işlemlerin çoğu laboratuvar koşullarında hala taklit edilememektedir. Karaciğer hücresi, yediğimiz besinlerin hepsini hücrelerimizin kullanabileceği enerji olan şekere, yani glikoza çevirir. Kullanılmayan şekeri yağa çevirip depolar. Şekerin yokluğunda ise proteinleri ve yağları şekere çevirip hücrelere sunar. Biz, canımızın istediği her türde yiyeceği yerken, karaciğer bu yiyecekleri vücudumuzun gereksinimine göre harcar, dönüştürür veya depolar. Üstelik ilk insandan bu yana trilyonlarca karaciğer hücresi aynı şuurla ve şaşırmadan hareket etmektedir. Karaciğerin Kendini Yenileme Yeteneği Karaciğer insan vücudundaki kendi kendini yenileme yeteneğine sahip tek organdır. Karaciğerin %70 kadarı alınsa bile bir-iki hafta içinde tekrar işlevlerini yerine getirecek büyüklüğüne ulaşır. Karaciğer hücreleri herhangi bir zarar veya hasar gördükleri zaman hiç beklenmedik bir faaliyete girerek birdenbire çoğalmaya başlarlar. Bu olayda hayranlık uyandıran nokta, hücrelerin inanılmaz bir hızda bölünmesi ve bu sırada normal görevlerini de aksatmadan yerine getirmeleridir. Görev yerine getirildikten sonra hücre bölünmesinin ne zaman duracağına ortak bir kararla aniden son verilmesi ise daha da şaşırtıcıdır. DİLDEKİ KOMPLEKS SİSTEMLER
Tumblr media
Profesör Joseph Brand tat duyusu üzerinde yaptığı çalışmalarla tanınmış bir bilim adamıdır. Brand'a göre, dilimizin üzerine konulan bir şeyin tadını algılamamız sadece 0.2-0.5 saniye sürmektedir. Gözümüzü kapayıp açmamızdan daha kısa olan bu zaman zarfında nelerin gerçekleştiği yüzyıllardır araştırılmaktadır. Günümüzde ise tat alma işleminin yalnızca ana hatları anlaşılabilmiş durumdadır.Tat alma, yediğimiz besinlere ait tat bileşiklerinin tükürük içinde erimeleriyle başlar. Tuzlu gıdaların tadının daha hızlı alınmasının nedeni, tuzun tükürük içinde diğerlerine göre daha çabuk erimesidir. Hatta besinlerin kokusunun alınmasıyla tükürük bezleri salgılanmaya başlar ve dil tat almaya hazır hale gelir. Tat almadaki her detay gibi, bu aşama da önemlidir. Düşünün ki bu salgı olmasaydı, kuru besinlerin tadını alamayacaktık. Bu salgı, sindirim ve savunma sistemlerine yardımcı olan protein ve enzimler içermektedir. Bu salgının üzerinde yapılan tüm araştırmalar bu sıvının yapısının oldukça kompleks olduğunu ortaya koymaktadır. Yiyeceklerden gelen tat molekülleri ile dildeki tat hücreleri arasındaki haberleşme, hücrenin tepesindeki mikrovillus denilen tüy benzeri yapılarda kurulur. Mikrovilluslar (tat tüycükleri) tat gözeneği olarak isimlendirilen minik açıklıklardan dilin üzerini kaplayan mukoza zarına çıkarlar. Tat hücrelerinin reseptörleri, tat tüycüklerinin üzerinde yer alırlar. Dikkat edin, tat gözeneğinin çapı ortalama olarak milimetrenin binde dördü kadardır. Tat bileşikleri, aynı zamanda haberci moleküllerdir; görevleri, taşıdıkları mesajı, tat hücresinin zarının üzerindeki reseptörlere veya iyon kanallarına iletmektir. Bu aşamada, hücresel ve moleküler seviyede gelişen olaylar, Miami Üniversitesi'nden Profesör Stephen Roper'in ifadelerindeki gibi henüz araştırma safhasındadır. Pek çok farklı tat bileşiğine karşılık, farklı haberleşme yolları mevcuttur. Yani tatlı, ekşi, acı, tuzlu gibi farklı tatlar için değişik iletişim ağları kurulur. Diğer bir ifadeyle, tat hücreleri birden çok sayıda haberleşme yöntemine sahiptirler ve günümüzde bunların sadece bir kısmı kaba hatlarıyla anlaşılabilmiştir. VÜCUDUMUZDAKİ SU MİKTARINI AYARLAYAN GİZLİ İŞLEMCİ Eğer terleme ya da su içmeme nedeniyle bir miktar su kaybına uğrarsak, kandaki su yoğunluğu düşecektir. Eğer vücudunuza özel bir sistem kurulmamış olsa, kanınızdaki su yoğunluğu ne kadar düşerse düşsün, sizin bundan haberiniz olmayacak ve bir süre sonra farkında olmadan susuzluktan ölecektiniz. Peki kanınızdaki su miktarının düştüğü nasıl anlaşılır ve gerekli tedbirler nasıl alınır? Beynin hipotalamus bölgesine çok özel algılayıcılar yerleştirilmiştir. Bu algılayıcılar her saniye, hatta siz bu yazıyı okurken dahi, kanınızda bulunan su miktarını ölçerler. Eğer kanda bulunan su miktarının düştüğünü tespit ederlerse hemen alarma geçerler.Hipotalamusta bulunan algılayıcı hücreler, kandaki su miktarının düştüğünü tespit ettikleri anda, dahiyane bir yola başvururlar. Hipofiz bezinde saklı tutulan antidiüretik hormon (ADH) çok özel bir mesajcı molekülü kullanmaya karar verir. Bu mesaj, böbrekteki milyonlarca mikro kanalcığın etrafında bulunan hücreler için yazılmıştır. Ve bu hücrelere "idrar sıvısında bulunan su moleküllerini yakalayın" emrini vermektedir. Bu haberleşme sistemi sayesinde idrarda bulunan su moleküllerinin büyük bir bölümü arıtılır ve tekrar kana karıştırılır. Sonuçta idrar miktarı azaltılmış ve vücuda belli ölçüde su kazandırılmış olur. Eğer gereğinden fazla su içmişsek bu sefer mekanizma tam tersine işler. Kandaki su yoğunluğu yükselir. Bu yükselme sonucu hipotalamusta bulunan algılayıcılar, ADH hormonunun salgılanması işlemini yavaşlatırlar. ADH hormonu azalınca böbreklerde suyun geri emilimi de azalır. İdrar sıvısı artar ve kandaki su miktarı dengede tutulmuş olur. ADH hormonunun bir özelliği de kan damarlarını kasabilmesi ve böylece kan basıncını artırabilmesidir. Bu da çok özel tasarlanmış bir güvenlik -sigorta sistemidir ve insanın özel bir yaratılışla var edildiğinin bir başka delilidir. Bu güvenlik-sigorta sisteminin de çalışabilmesi için yine geniş çaplı bir planlama yapılmıştır. Kalbin kulakçık bölgesinin içine ve kalbe gelen damarların içine kan basıncını ölçen çok özel alıcılar yerleştirilmiştir. Bu alıcılardan çıkan kablolar yani sinirler de hipofiz bezine bağlanmışlardır. Normal kan basıncı altında bu alıcılar sürekli olarak uyarılmakta ve hipofiz bezine durmaksızın bir elektrik akımı göndermektedirler. Bu elektrik sinyallerinin hipofize ulaşması, ADH hormonunun salgılanmasını engellemektedir. Bu sistemi, kızıl ötesi ışınlar kullanarak yapılan alarm sistemlerine benzetebiliriz. Eğer hırsız farkında olmadan bu ışın demetlerinden birine temas ederse ışık kaynağı ve alıcı arasındaki bağlantı kesilir ve alarm çalmaya başlar.Ciddi bir kanama durumunda insan çok kan kaybeder ve damarlarında bulunan kan miktarı azalır. Bu da kan basıncının düşmesi anlamına gelir ki, düşük kan basıncı hasta açısından çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Kan basıncı düştüğü anda damarların ve kalbin içinde bulunan reseptörlerin hipofize gönderdikleri sinyal de kesilir. Bu da hipofizin alarm durumuna geçmesine ve ADH hormonu salgılamasına neden olur. ADH hormonu derhal kan damarlarının etrafında bulunan kasların kasılmasına neden olur ve bu işlem kan basıncının yükselmesini sağlar. Bu çok kompleks, birbirine bağımlı çalışan ve birçok parçadan oluşan sistemin, üzerinde düşünülmesi gereken birçok detayı vardır. KOD ADI:ŞİFRE ÇÖZÜCÜ Vücudumuzdaki sindirim işleminin başladığını anlayan pankreas, aynı zamanda yediğimiz yiyeceklerin çeşitlerini de ayırt edebilir. Sindirim işlemi başladığı anda ise yediğiniz farklı yiyeceklere göre, farklı sindirim enzimleri üretebilir. Örneğin makarna, ekmek gibi karbonhidratlı besinler yediğiniz zaman pankreasın salgıladığı enzim, karbonhidrat parçalayıcı özelliğe sahiptir. Bu besinler on iki parmak bağırsağına ulaştığında, pankreas karbonhidrat parçalayıcı özellikteki "amilaz" isimli enzimi üretir.Eğer kırmızı et, balık ve tavuk gibi besinler yerseniz, pankreas, proteinli yiyecek yediğinizi hemen anlar. Yine bu besinler on iki parmak bağırsağına ulaştığında bu sefer proteinleri parçalayacak farklı enzimler olarak "tripsin, kimotripsin, karboksipeptidaz, ribonükleaz ve deoksiribonükleaz" üretir ve bu enzimler protein moleküllerine saldırır. Eğer yemeğinizin yağ oranı fazlaysa bu enzimlerle beraber "lipaz" isimli, yağları sindiren bir enzim daha devreye girer. Görüldüğü gibi bir organ, yediğiniz yemeğin nelerden oluştuğunu anlayıp, daha sonra bu besinlerin sindirilmesi için gerekli olan kimyasal sıvıları ayrı ayrı üretmekte ve bunları sadece gerektiği anlarda salgılamaktadır. Pankreas, karbonhidrat molekülü için protein parçalayıcı veya yağ molekülü için karbonhidrat parçalayıcı sıvı salgılamaz. Ürettiği karmaşık sıvıların kimyasal formüllerini unutmaz. Karışımı oluşturan herhangi bir maddeyi kazara eksik tutmaz. Sağlıklı insanlarda, pankreas ömür boyu doğru şekilde hizmet eder durur. Şimdi gerçekleşen bu olayı mikro düzeyde tekrar inceleyerek karşımızdaki mucizenin boyutlarını daha iyi görelim. Hücrelerin Mektuplaşması Midede sindirim devam ederken mide hücreleri boş durmazlar. Bu hücrelerden bazıları midede sindirilen besinin bir süre sonra onikiparmak bağırsağına ulaşacağını bilmektedirler. Bu hücreler hayatlarını besinlerin insan için en iyi şekilde sindirilmesine adamışlardır. İçlerindeki sorumluluk duygusu ile harekete geçen mide hücreleri pankreas hücrelerine mektup yazmaya (hormon salgılamaya) ve bu hücreleri yardıma çağırmaya karar verirler. Ardından yazdıkları mektupları kan yolu ile pankreasa gönderirler. Kana bırakılan mektup vücut içinde yolculuk eder. Bu yolculuk sırasında pankreasa gelindiği zaman, pankreas hücreleri mektubu tanır ve hemen açarlar. Burada ilginç bir nokta kan yoluyla hemen hemen bütün vücudu dolaştığı halde- mektubun diğer organların hücreleri tarafından açılmaması ve özellikle okunmamasıdır. Bütün hücreler bu mektubun pankreas için yazıldığını, kendilerini muhatap almadığını bilirler. Çünkü mektubun üzerinde pankreasın adresi vardır. Mucize yalnızca adresin doğru yazılması ile sınırlı değildir. Mide hücresinin gönderdiği mektubun içinde bir de mesaj vardır. İnsan vücudunun derinliklerinde, birbirlerinden çok uzakta bulunan iki küçük canlı (hücre) mektuplaşmakta ve haberleşmektedir. Birbirlerini hiç görmedikleri halde birbirlerinin hangi dilden anladıklarını bilmektedirler. Dahası bu haberleşme bir amaç uğrunadır. İki hücre birlik olmuş ve yediğiniz besinlerin sindirilmesi için plan yapmaktadırlar. Şüphesiz bu gerçek bir mucizedir. Kendisine ulaşan mektubu (kolesistokinin hormonunu) okuyan pankreas hiç beklemeden bu mektuptaki emre itaat eder. Hemen besinlerin sindirilmesi için gerekli enzimleri salgılamaya başlar. Eğer on iki parmak bağırsağına ulaşan besin protein ise protein parçalayan bir enzim üretir. Eğer besin karbonhidrat ağırlıklı ise bu sefer karbonhidrat parçalayan bir enzim üretir ve bu enzimi onikiparmak bağırsağına gönderir. ZAMAN AYARLAMASI VE CİNSİYET AYRIMI YAPABİLEN HORMONLAR Beynin hipotalamus bölgesi doğumdan itibaren çok özel bir işlemi yerine getirmek için yıllarca bekler. En doğru zaman, yani çocukluktan ergenlik çağına geçme zamanı geldiğinde hipotalamusun içinde adeta bir saat alarmı çalar. Bu, hipotalamusun yeni bir göreve başlama alarmıdır. Aslında bu saat benzetmesi, bilim adamlarının mevcut bir olayı açıklamak ve anlaşılır bir hale getirmek için kullandıkları bir açıklamadır. Hipotalamus içinde elbette bir saat yoktur. Ancak bir et parçası yıllarca bekleyip, en doğru an geldiğinde harekete geçiyorsa, bunun için en uygun benzetme hipotalamusun içinde bir saat olduğudur. Söz konusu alarmın çalışmasıyla birlikte hipotalamus özel bir hormon (GnRH) salgılar. Bu hormon da hipofiz bezine iki hormonun salgılanması emrini verir. Hormonların salgılanması için en ideal zaman gelmiştir. Salgılanan hormonlar Folikül Uyarıcı Hormon (FSH) ve Luteinleştirici Hormon (LH)' dur.Bu iki hormonun çok önemli görevleri ve mucizevi yetenekleri vardır. Her ikisi de erkek ve kadın bedeninin farklılaşma ve fiziksel olgunlaşma sürecini başlatırlar. Bu çok önemli bir ayrıntıdır; çünkü FSH ve LH hormonları bu değişimi sağlayacak bölgelere uygun olarak tasarlanmışlardır. Ve iki hormon da ne yapmaları gerektiğini çok iyi bilircesine hareket ederler. FSH hormonu kadın bedeninde, yumurtalığın içinde bulunan yumurta hücrelerinin olgunlaşmalarını ve gelişmelerini sağlar. Bir başka görevi de, bu bölgeden çok önemli bir başka hormonun, östrojen hormonunun salgılanmasını sağlamaktır. Ve yine aynı formülle erkek bedeninde de salgılanır. Ancak bu sefer bambaşka etkilere yol açar. Testis hücrelerini uyarır ve sperm üretimini başlatır. LH hormonunun kadın bedenindeki görevi, olgunlaşan yumurtanın serbest bırakılmasını sağlamaktır. Ayrıca kadınlarda progesteron isimli bir başka hormonun salgılanmasını sağlar. Bu hormonunun erkek bedeninde farklı bir görevi vardır. Testislerde bulunan bir grup özel hücreyi uyarır ve testosteron isimli hormonun salgılanmasını sağlar. Bu hormonların farklı cinslerin bedenlerinde aynı formül ile üretilmeleri ve her cinste birbirlerinden tamamen farklı etkilere sahip olmaları elbette çok düşündürücüdür. TASARIM HARİKASI BURUN Koku havada molekül olarak dolaşır. Nefes alırken havadaki oksijenin yanı sıra bu moleküller de burna girer. Havayla taşınan "koku molekülleri" koku epitelindeki alıcılara ulaştığında burada bulunan hücreler uyarılır. Uyarılan hücre beyne bir elektrik sinyali gönderir. Beyin koku molekülü ile değil yalnızca kendisine ulaşan elektrik sinyali ile muhatap olur. Elektrik sinyali için beynin yaptığı yorumu insan koku olarak algılar. Burun güzel kokulu çiçeklerin ya da iştah açıcı yemeklerin kokularını algılamamızı sağlamanın ötesinde de, çok önemli işlevleri olan bir organımızdır. Soluduğumuz hava ile birlikte havadan aldığı oksijeni, vücudumuzun bütün hücrelerine taşıyan kan arasındaki temel bağlantı yollarından biridir. Kısacası burun hem koklama organı, hem de solunum yollarının başlangıcı olarak büyük önem taşır. İki bölümden oluşan burnun içinde "silya" denen tüycükler ve "mukus" adı verilen bir salgı vardır. Hava burundan içeri girdiğinde bunlarla karşılaşır ve hemen analize tabi tutulur. Havadaki moleküller ayrıştırılarak incelenir ve beyne iletilerek kokunun ne olduğu belirlenir ve ona göre tepki verilir. Bu işlemlerin hepsi sadece 30 saniye gibi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşir. Burnun içinde aerodinamik açıdan da kusursuz bir tasarım söz konusudur. Hava içeri girdiğinde doğrudan nefes borusuna gitmez. Burun, adeta bir klima gibi çok özel filtre sistemleriyle dışarıdan gelen kirli, sıcak, soğuk ya da nemli havayı akciğerler için hazır hale getirir. Burundaki özel kıvrımlı yapı sayesinde hava burada bir tur dönüş yapar. Böylece burun çeperinde bulunan tüycüklere ve damar ağına daha fazla temas etmiş olur. İşte bu kıvrımlı sistem sayesinde burun günde 15 m3 havayı süzer, temizler, nemlendirir ve ısıtır. Bu miktar yaklaşık olarak bir odanın içindeki havaya eşittir.Fakat burada kirli hava denince akla sadece tozlu hava gelmemelidir. Havayla birlikte gelen tozun yanı sıra bakteri, polenler vs. gibi yaklaşık 20 milyar yabancı maddenin vücuda girmesi burundaki özel sistem sayesinde engellenmiş olur. Tozlarını ve her t��rlü zararlı bakterilerini burundaki klima sisteminde bırakan hava, bu işlemden sonra her burun deliğinde üçer tane bulunan kıvrımlı yapıların üstünden geçer. Burundaki tüycüklere takılan yabancı maddeler bu defa da buradaki mukusun antibakteriyel etkisiyle zararsız hale getirilir. Hava bu kıvrımlara çarpınca yön değiştirir ve burun boşluğunun duvarına çarpar. Buraya çarptığında mukus sıvısı içinde tutulur. Solunum havasının yabancı cisimlerden temizlenmesi çok kapsamlı ve çok hassas işlemlerdir. En ufak bir hataya, unutmaya ve atlamaya izin verilmez. Çünkü bir bakterinin ya da zararlı bir cismin akciğer gibi hassas bir organa geçebilmesi, insanın sağlığında olumsuz etkiler oluşturabilir. Ancak herşeye rağmen zararlı cisimlerin burundan geçmeyi başarması ihtimaline karşı, ikinci bir koruma mekanizması daha vardır. Şayet burun boşluğunu geçebilen cisimler olursa, bunlar da solunum yollarında tutulurlar.  ------------------------------------------------------------------------ Anahtar Kelime Alanımız: allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri allah'ın varlığının akli delilleri allah'ın varlığının delilleri allah'ın varlığının delilleri nelerdir allah'ın varlığının mantıksal delilleri allah'ın varlığının delilleri slayt allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri slayt allah'ın varlığının bilimsel kanıtları allah'ın varlığının delilleri ayet allah'ın varlığının akli ve nakli delilleri allah'ın varlığının akılla ispatı allah'ın varlığının ayetlerle delilleri allah'ın varlığının akıl yoluyla ispatı allah'ın varlığını aklımızla nasıl anlayabiliriz allah'ın varlığını aklımızla anlayabilir misiniz allah'ın varlığını aklımızla anlayabilir miyiz allah'ın varlığının bir delili allah'ın varlığının birliğinin delilleri allah'ın varlığının bilimsel ispatı allah'ın varlığının belirtileri allah'ın varlığı bilimsel olarak kanıtlandı allah'ın varlığına inanmayanlara cevap allah'ın varlığını kanıtlayan cümleler allah'ın varlığının delilleri pdf allah'ın varlığının delilleri kelam allah'ın varlığının delilleri özet allah'ın varlığının delilleri nizam delili allah'ın varlığının en büyük kanıtı allah'ın varlığının evrendeki delilleri allah'ın varlığının en büyük ispatı allah'ın varlığının en büyük delili allah'ın varlığının en büyük delilleri allah'ın varlığına en güzel cevap allah'ın varlığının felsefi delilleri allah'ın varlığının delilleri felsefe allah'ın varlığını gösteren deliller allah'ın varlığını gösteren örnekler allah'ın varlığını gösteren kanıtlar allah'ın varlığını gösteren akli deliller allah'ın varlığını gösteren mucizeler allah'ın varlığı hakkında deliller allah'ın varlığının ispatı allah'ın varlığını ıspatlayan deliller allah'ın varlığının ispatlayan örnekler allah'ın varlığının kanıtları allah'ın varlığının delilleri caner allah'ın varlığının delili allah'ın varlığının delilleri kısaca allah'ın varlığı ve birliğini gösteren örnekler allah'ın varlığının delilleri maddeler halinde allah'ın varlığına 3 delil allah'ın varlığının delilleri ppt allah'ın varlığına 5 kanıt allah'ın varlığının delilleri resimli allah'ın varlığına matematiksel kanıt allah'ın varlığının delilleri slayt allah'ın varlığının delilleri temanü allah'ın varlığını aklımızla nasıl anlayabiliriz allah'ın varlığının delilleri yazı allah'ın varlığının delilleri youtube allah'ın varlığının en büyük delili Read the full article
2 notes · View notes
muhammedalibayram · 4 years
Photo
Tumblr media
DAVET Invitation دعوت 2008, İran Filmi 📹 Film hakkındaki fikrim 👍🤐🤔 Sosyal mesaj içeren ama sıkmayan bir film. Yetişkinlere tavsiye olunur. * 📽 Kısaca konusu: Hamile olduklarını ümitsizlik ve acı içerisinde öğrenen ve kürtaj kararı veren beş kadının öyküsü. Bunlardan birisi Şeyda Sofi isminde ünlü bir aktristir. Hamileliği aylarca hazırlık yaptığı başrol oyunculuğuna engel teşkil eder. İstenmeyen gebelik çıkmazındaki diğer bir kadın ise Sudabe’dir. Memleketlerinden uzak, gurbetteki bu çiftte, koca işçilik, kadın ise hizmetçilik yapmaktadır. Bebeğe bakacak maddi durumları yoktur ve kürtaj istemektedirler. Yaşı hayli ilerlemiş Seyyide Hanım, kızı ile birlikte aynı zamanda hamile kalır. Yaşlı ve torun sahibi bir büyükannenin hamileliği utandırıcı bir durum olur. Bu yüzden kürtaja karar verirler. Diğer taraftan ise bir radyolog olan Efsane kısırdır. Bir çocuk sahip olmayı o kadar çok istemektedir ki tüp bebek tedavisi görür. Hastalarından birinin yumurtasını ister. Lakin sonra kocasının kendisini aldattığından şüphe eder. Çıkmazda olan bir diğer kadın ise Bahar’dır. Kısır olduğu için boşanmıştır. Ama şimdi eski patronu olan Mansur’un ikinci karısıdır. Mansur zaten evli ve çocuk babasıdır ve Bahar ise Mansur’un mut’a/muvakkat nikahlı karısıdır. Mansur, Bahar’ın hamile kaldığını öğrenince sinirlenir ve ilk evliliğinin huzurunu bozacak diye düşünür. Bu yüzden Mansur, Bahar’ın kürtaj yapmasını ister. [Alıntı] * ℹ YouTube'dan izlenebilir. #davetfilmi #فيلم_دعوت #فيلم_ايرانى #سينما_ى_ايرانى #iranfilmi #iranianmovie #iranfilmleri #filmtavsiye #filmönerisi #cinema #sinema #izledim #muhammedalibayram_film (Konya, Turkey) https://www.instagram.com/p/CDHSmUmDPSa/?igshid=1e0f4ccaemvq
0 notes
nuvem-cigana · 4 years
Text
Hafta Hafta Gebelik Süreci
Tumblr media
Hafta Hafta Gebelik Süreci
1. Hafta
Hafta hafta gebelik sürecinin ilk aşaması; Aslında bu haftada henüz bir gebelik oluşumu söz konusu değildir. Ancak gebeliğe hazırlığın başladığından söz edilebilir. Bu hazırlık, adetin birinci günü itibariyle başlamaktadır. Bu dönemde oluşan yumurtalardan bir tanesi gelişerek gebelik için hazırlık yapar. 1 hafta içerisinde gebelik için başlangıç adım atılır. Gebeliğin ilk haftası olarak adlandırılan bu dönemde gebelik yoktur ancak buna rağmen gebelik kadının son adet döneminin ilk gününden itibaren gebelik hesaplama başlar. Kısacası 40 hafta sürecek olan gebelik periyodunun 1. haftasında gebelik değil gebeliğe hazırlık süreci başlamıştır.
2. Hafta
Hafta hafta gebelik sürecinde 2 . haftada yumurtalar daha da gelişir. Ancak bu dönemde de herhangi bir gebelik gözlenmez.
3. Hafta
Yumurtanın span tarafından dönemde dönemdir. Yumurta döllendikten sonra rahim içerisine düşer ve tutunma aşamasında geçer. Bahsini ettiğimiz tutunma aşaması, embriyonun tutunması ve gebeliğin devam etmesi açısından son derece önemli bir aşamadır. Erkek üreme hücresi olan XY'den, kadın üreme hücresi olan yumurta ise XX şeklindedir. Spermdeki X ya da Y  hücreli sitemin yumurtayı döllemesi halinde bebek için ilk adım atılmış ve oluşan rahmi içerisine girmiş olacaktır.
4. Hafta
Gebeliğin 4. haftasında gelindiğinde dölüt anne rahmine yerleşmiş durumdadır. Bu hafta öncesinde gebelik henüz görülememektedir. 4. haftaya gelindiğinde de boyut henüz çok küçük olduğundan (yaklaşık 1 mm kadar) ultrasonda henüz görünmeyecektir. Daha sonraki haftalarda bebeğin beslenmesinden sorumlu olacak plasenta, bu ilk haftalarda gelişmeye başlamaktadır.
5. Hafta
Kilosundan bahsetmenin henüz mümkün olmadığı bu haftada bebeğin boyu 1-3 mm civarındadır. Hafta hafta gebelik sürecinde artık ultrason ile görülebilmekte hatta bazen de kalp atışları duyulabilmektedir. Bu hafta bebeğin beyin, sinir, kalp damar ve diğer organ sistemlerinin gelişmeye başladığı dönemdir.
6. Hafta
Bu haftaya gelindiğinde ultrason muayenesinde bebeğin kalp atışları artık rahatlıkla görülebilmekte ve duyulabilmektedir. Boyu yaklaşık 4-6 mm kadardır. Bu hafta içerisinde köpeğin sindirim ve solunum sistemini oluşturacak ilk yapılar belirginleşmektedir. 6. Hafta aynı zamanda bebeğin göbek kordonunun oluştuğu dönemdir. Gözler, ağız boşluğu ve kulaklar yavaş yavaş bilir belirmeye başlamaktadır. Bebeğin beyni gelişme ve aktivite gösterme sürecine girmiştir. Ayrıca bu dönemde ileride kol ve bacaklarını oluşturacak tomurcuklar belirginleşmeye başlamaktadır.
7. Hafta
7. haftaya gelindiğinde bebeğin boyu yaklaşık 7-8 mm kadar ve bir pirinç tanesi boyundadır. Bu dönemde kol ve bacakları gelişmeye devam etmekle birlikte henüz vücuttan ayrı bir oluşum söz konusu değildir. Yine bu dönemde beyin, omurga, karaciğer, böbrek, barsak, damarlar ve göz gibi organlar gelişmeye başlamaktadır. Göz kapakları, kalp ve
8. Hafta
8.  haftaya gelindiğinde  bebeğin boyu yaklaşık bir buçuk santimetre, kilosu ise 1 gram kadardır. 8. haftada bebeğin dirsekleri,  kol ve parmakları, şeklini almaya başlamıştır.. Bebeğin bacak tomurcuklarında büyüme ve ayak çentiklerinde gelişme gözlenir. Parmak araları ise henüz birbirine yapışık vaziyettedir. Burum, yüz, göz ve kulaklardaki şekillenme süreci devam etmektedir. Damakların altında ilerleyen zamanlarda dişleri oluşturacak olan tomurcuklar da bu dönemde oluşum göstermektedir. İç genital yapılar olan testis ya da overler de gelişmeye başlamaktadır. sırt kasları, omurga etrafında belirginleşme göstermeye başlar.. Kemikler yavaş yavaş sertleşmeye başlar. Ve yine bu hafta bebeği ve anneyi birbirine bağlayan göbek kordunu ve içerisindeki damarlar işleve başlar.
9. Hafta
9. haftaya ulaşıldığında bebeğin boyu yaklaşık 2 cm, ağırlığı ise henüz 2 gramdır.. Embriyonik dönemin son haftası olan bu haftadan sonra artık fetal dönem başlayacak ve embriyo 10. haftadan itibaren fetus adı ile adlandırılacaktır. 9. haftada itibari ile bebeğin kemik ve kıkırdak dokularının oluşmaya başladığı gözlenmektedir. Gözler artık gelişmeye, dil oluşmaya başlamaktadır.. Bebeğin el parmakları artık görülebilir düzeyde gelişmiştir ancak henüz çok kısadır ve parmaklar henüz birbirinden ayrılmamıştır. Bebeğin cinsiyetini söylemek henüz mümkün olmamakla birlikte iç genital organlar erkekte testis, kızda ise yumurtalık olacak şekilde oluşmuştur. Daha önceki haftalarda ilk oluşum aşamasında bebeğin göbek kordonu etrafından dışarı doğru çıkmış olan barsaklar bu hafta itibariyle karın içerisine göç etmeye başlamaktadır. Bebek ilk kez bu haftada içme işlemini gerçekleştirir ve içtiği ilk içecek, içerisinde bulunduğu sıvı olan amnion sıvısıdır. Yine bu haftayla birlikte bebeğin refleksleri gelişmeye başlar. Örnek olarak bu haftalarda yapıkan ultrason muayenesinde, rahim duvarına dokunulması halinde bebek hareket etmeye başlayacaktır.. 9. haftada oluşmaya başlayan diğer yapılar ise kalp kapakları, retina ve burun ucudur.
Hafta hafta gebelik sürecinde 10. Hafta
Gebeliğin 10. haftasına bebeğin boyu yaklaşık 3 cm, ağırlığı ise 4 gramdır. 10. haftaya kadar olan süreçte bebek, embriyo adını alıken bu haftadan sonra artık fetus olarak adlandırılır, 10. haftadan sonraki dönem de  fetal dönem olarak nitelendirilir. 10. hafta itibariyle bebek rahim içerisinde hareket etmeye başlar ancak daha çok küçük olduğundan dolyı anne henüz  bebeğin harketlerini hissedemez. Bununla birlikte ultrason ile hareketlerin görülmesi mümkündür. Bu hafta ile birlikte el ve ayak eklemleri, diz, dirsek, parmaklar da artıkşekillenmiştir. Bebek bu  haftada bile bebek eline dokunan bir cismi tutma refleksini edinmiş durumdadır. Bebeğin üst dudak ve dış kulağı şekillenmiştir. Bu haftada gerçekleşen en ilginç olay ise bebeğin kuyruk kısmının düzleşerek görünmez hale gelmiş olmasıdır. Yine bebekte gözlenen bir diğer özellik, nefes alıp verme hareketleri yapmasıdır. Bebek bu nefes alıp verme hareketini hava ile değil amnion suyu yutarak yapmaktadır ve bu hafta itibariyle ilk kez idrar yapmaya başlamaktadır.
11. Hafta
Gebeliğin 11. haftasına gelindiğinde bebeğin BOYU YAKLAŞIK OLARAK yaklaşık 4 cm kadardır, ağırlığı 7 gramdır. Bebeğin kafasının büyüklüğü boyunun yarısı kadardır. Bu dönem itibariyle bebeğin organ ve dokularının gelişimindeki en kritik süreç sona ermiştir çünkü ilk 10 hafta, anne karnındaki  bebeğin gelişiminde en kritik ve en hassas dönem olarak kabul edili. Yine bu dönem bebeğim ilaç ve toksik maddelere karşı en hassas ve duyarlı olduğu dönemdir. Bu haftaya kadar geçen süreçte bebeğe embriyo adı veriliken bu haftadan sonra artık artık fetus olarak isimlendirilir ve 11. haftadan doğuma kadar olan döneme fetal dönem adı verilir.
12. Hafta
Gebeliğin 12. haftasında bebeğin boyu yaklaşık 5 cm, ağırlığı ise yaklaşık olarak 15 gram civarındadır. Bu haftada bebeğin tüm organları oluşmuş ve şekillenmiştir.. Tüm bu organlar doğum  gerçekleşene dek büyümeye devam edecektir. Bu hafta itibariyle artık daha önce ördeknl ayağı gibi birbirine yapışık olan el ve ayak parmakları birbirinden ayrılmıştır. Tırnaklar ise oluşmaya devam etmektedir ancak halen tam anlamıyla oluşmamıştır. Bebeğin cinsiyetine bağlı olarak oluşan dış genital organları şekillenmeye başlar, hatta yaklaşık iki hafta içerisinde de  ultrason ile ayırt edilebilecek düzeye gelir. Bu haftada düşük gibi nedenlerle çıplak gözle görülebilen bebeklerin cinsiyetinin anlaşılması mümkün olmakla birlikte ultrason ile henüz anlaşılaması söz konusu değildir. Gebelikte sürecindeki her 3 aylık dönem, trimester adını alır. Gebelik dönemi 3 trimester'dan meydana gelmektedir. 12. hafta bittiğinde gebeliğin ilk trimesteri geride kalmıştır.
13. Hafta
13. haftaya gelindiğinde  bebeğin boyu ortalama olarak 7 cm, ağırlığı ise 20 gram civarındadır. Daha önceki haftalarda bebeğin gözleri  birbirinden uzakken bu haftada birbirine yaklaşmaya başlamış, kulaklar normal yerlerine doğru ilerlemiş ve bebeğin yüzü de  artık normal insan yüzüne benzemeye başlar. Bebeğin ses telleri oluşmaya başlamıştır. 13. haftada bebeğe yakından bakılabilmesi halinde  cinsiyeti dış genital organlarına bakarak cinsiyetinin söylenebilmesi mümkündür. Ancak bu haftada cinsiyet tespiti, çok gelişmiş ultrason cihazları ile mümkün olabilmekte, daha net anlaşılabilmesi için bir kaç hafta daha büyümesi gerekmektedir. 13. hafta itibariyle bebeğin karaciğerinden safra sıvısı salgılanabilir. Ayrıca pankreas bezinden insülin üretimi de başlamış durumdadır. Bebeğin damaklarının aştında 20 adet dişi meydana gelmiştir. Bebek içerisinde bulunduğu amnion sıvısını yutmakta ve daha sinra tekrar idrar olarak çıkartır, bebeğin yaptığı idrar da yine amnion sıvısına karışır.
14. Hafta
14. haftayabulaşıldığında bebeğin boyu ortalama 9 cm, ağırlığı ise 45 gramdır. Bu haftaya gelindiğinde bebek, nefes alıp verme hareketlerine başlamıştır. Ancak soluk alıp vermesi hava yolu ile değil amnion suyu ile gerçekleşir. Bebek amnion sıvısını akciğerlerine alır ve sonra tekrar ağzından dışarı atarak solunum egzersizleri yapmaktadır. Yine bu dönemde bebeğin boynu uzamakta ve çenesi göğsünden uzaklaşmaya başlamaktadır. Bebek bu hafta el ve kollarını hareket ettirmeye başlamıştır. Bebeğin kalp atışlarını dopler cihazı ile duymak mümkündür. Bebeğin sindirim sistemi de gelişme göstermiştir ve adeta yediği yiyecekleri sindirir gibi hareket etmeye başlar. Cok ince olsa da bebeğin tırnakları vardır. Bebek yaklaşık haftalarda baş parmağını emmeye başlar. Yune bu hafta itibariyle bebeğin kemik iliği kan hücreleri üretmeye başlar.
Hafta hafta gebelik sürecinde 15. Hafta
Gebeliğin 15. haftasında bebeğin boyu 10 cm, ağırlığı ise 70 gram civarındadır. 15. gebelik haftasında lanugo denen ince tüyler, bebeğin tüm cildini kaplamaya başlar ve bunların gelişmesi 26. haftaya kadar devam eder. Lanugo adı verilen bu ince tüyler bazı yeni doğanların yüz ve kulaklarında görülebilmektedir. Bu haftalarda bebek, parmağını emme hareketi yapar. Bebeğin kemik yapısı sağlamlaşır.. Henüz bebeğin cildi son derece incedir. Bebeğin dilindeki tat tomurcukları bu hafta itibariyle gelişmiş durumdadır. Annenin tükettiği gıdalardaki çeşitli tatlar rahimdeki amnion sıvısına geçebilir ve bebek bu tatları çok az dahi olsa alabilmektedir. Bu haftalarda bebeğin göz kapakları  sıkıca kapalıdır, gebeliğin son 3 ayına kadar kapalı durumda olacaktır.
16. Hafta
16. gebelik haftasına ulaşıldığında bebeğin boyu ortalama 11 cm, ağırlığı ise yaklaşık olarak 100 gram kadardır. 16. haftada anne bebek hareketlerini çok hafif de olsa  hissetmeye başlayabilmektedir ancak özellikle ilk gebeliği ise bu daha geç olabilmekte ve 20. haftaya kadar uzayabilmektedir. O nedenle bebeğinizin hareketlerini henüz hissetmiyorsanız panik yapmamalısınız. Artık bebeğin bacakları kollarından daha uzun hale gelmiştir ve sık sık hareket eder ve artık hareketleri daha güçlü ve koordinelidir. Bebeğin rahim içerisinde gmhareket edebileceği alan artık daha geniştir. Bebeğin tırnakları artık gelişmiş durumdadır. Bebek artık kafasını artık dik tutabilmekte, kız ya da erkek olduğu bu haftalarda genel olarak ultrason ile tespit edilebilmektedir.
17. Hafta
Gebeliğin 17. haftasında bebeğin boyu yaklaşık 13 cm, ağırlığı ise140 gramdır. 17.  hafta itibariyle bebeğin cilt altı dokusunda yağ depolanması artmaya başlar ve bebek nu haftadan daha hızlı kilo alır. Oluşmaya başlayan bu yağ depolanması bebeğin ısı regülasyonu açısından son derece önemlidir. Bebek artık gözünü açma ve kapama, yutkunma,  emme gibi refleksleri gerçekleştirebilir. Dışarıdan ani ve yüksek seslerin gelmesi bebeğin hareket etmesine sebep olabilir.
18. Hafta
Gebeliğin 18. haftasında bebeğin boyu ortalama 14 cm, ağırlığı ise yaklaşık 200 gramdır. 18. haftaya gelundiğinde bebeğin el ve ayaklarında parmak izleri ve katlantılar meydana gelmeye başlamaktadır. Mekonyum adı verilen bebeğin ilk dışkısı barsaklarında birikmeye başlar. Bebek mekonyumu doğumdan sonra dışarı atacaktır. Bu hafta itubariyle erkek bebeklerde prostat bezi gelişmeye başlamaktadır. Yine bebek yaklaşık bu haftalarda hıçkırma, tekme atma, yutma gibi faaliyetler gösterebilir. Genel olarak bebek haraeketleri ebek bu haftada anne tarafından hissedilir.
19. Hafta
Gebeliğin 19. haftasına gelindiğinde bebeğin boyu yaklaşık 15 cm, ağırlığı 250 grama ulaşmıştır. Bebeğin cildinini kaplayan lanugo tüylerine verniks kazeoza adı verilen kayganımsı bir madde eklenir. Verniks kazeo adı verilen bu madde bebeğin bütün cildini kaplar ve bebeğin cildini içerisinde yer aldığı sudan korur. Bebekler dünyaya geldikleri anda bu beyaz maddesi üzerlerinde görülmektedir. Bir insan bir kaç saat bile su içerisinde kalması halunde cildi buruşmaya başlarken, Verniks kazeo maddesi sayesinde 9 ay su içerisinde kalan bebeğin cildinde hiçbir buruşma oluşmamaktadır. Lanugo adı verilen ince tüyler yeni doğan bebeklerin bazılarında yüz ve kulaklarda gözlenebilir.   Bebeğin beslenmesini sağlayan plasenta büyümeye devam etmektedir. Eğer bebeğin cinsiyeti kız ise yumurtalıklarında primitif yumurta hücreleri bu hafta itibariyle oluşmaya başlamaktadır. Bebek REM uykusuna geçer ve bundan dolayı kimi uzmanlar tarafından uyurken rüya gördüğü ileri s��rülmektedir.
20. Hafta
20. haftaya ulaşıldığında bebeğin boyu yaklaşık 25 cm, ağırlığı ise ortalama 300 gramdır. 20. hafta ile gebelik sürecinin yarısına gelinmiş olur. Bu haftadab itibaten bebeğin saçları uzamaya başlamakta, lanugo bebegin tüm vücudunu kaplamakyadır. Yine bu hafta itubariyle kız bebeklerde rahim oluşumu başlar. Bebek nefes alıp verme hareketleri yapar. Bebeğin kulakları artık tamamiyle gelişmiştir ve rahim içerisinde annesinin damarlarından ve barsaklarından gelen sesleri duyabilir, dışarıdan gelen yüksek sesleri de işitebilir.
21. Hafta
Gebeliğin 21. haftasında bebeğin boyu ortalama 27 cm, ağırlığı 350 gramdır. 21. haftaya gelindiğinde  bebekteki hızlı büyüme ve uzama dönemi yavaşlama göstermekte, bundan sonra bebeğin kilosu artış gözlenecektir. Bu dönemde, bebeğin bacakları vücuduna göre normal bir orana gelmiştir. Bu haftalara dek amnion sıvısı içinde daha rahat ve geniş bir pozisyonda duran bebek artık oturma pozisyonuna benzer şekilde dizlerini kırarak durmakta ve genelmolarak baş aşağı şekilde dönecektir. Bu hafta bebeğin kaş ve kirpikleri henüz belirmeye saçları belirginleşmeye başlar. Bebek ara sıra uyur ve uyanır, anne bebeğinin bu uyanışlarını hareketlerinden anlayabilir.
22. Hafta
22. haftaya gelindiğinde bebeğin boyu  28-30 cm, ağırlığı ise yaklaşık 430 gram civarındadır. Bu hafta bebeğin göz kapakları ve burun delikleri büyük ölçüde şekillenmiştir. Kaş ve kirpikler, oluşmuşumunu tamamlamış,. parmak izleri de tam anlamıyla oluşmutur. Dışarıdan gelen ani ve yüksek sesler bebeğin uyanmasına neden olabilir. Bebek annesine atabilir ve anne bunu rahatlıkla hisseder. Bebek kendi çevresinde dönme eyleminde bulunabilir. Bu hafta bebeğin burun şekli daha çok belirginleşmektedir. Ayrıca cinsiyeti erkek olan bebeklerin testisleri karın boşluğundan dışarıya torbaların içerisine doğru inmeye başlamaktadır.
23. Hafta
Gebeliğin 23. haftasında bebeğin boyu  29 cm, ağırlığı ise 500 gramdır. Her geçen gün bebeğin vücudu normal oranlara daha çok yaklaşır, giderek büyür ve tombullaşır. Böylece gün geçtikçe daha çok yeni doğan bir bebeğe benzemeye başlar. Yine bubdönemde orta kulak kemikleri bu dönemde sertleşmekte, pankreas bezi gelişmektedir. Bebeğin tüm vücudu  lanugo adı verilentüylerle kaplanmıştır.
24. Hafta
Gebeliğin 24. haftasına gelindiğinde bebeğin boyu ortalama olarak 30 cm, ağırlığı ise 600 gram civarındadır. Bebeğin kas dokusu ve yağ dokusundaki artışa bağlı olarak kilo almı devam edecektir. Yağ dokusunun artması, vücut ısısını ayarlamaya yardımcı olmaktadır. Bu durum, özellikle erken doğan bebekler için son derece mühimdir. Bu dönemde, akciğer gelişimi de  hızlanır ve bundan dolayı bu haftalar itibariyle doğan bebeklerin zayıf da olsa yaşama şansı vardır ancak 24 haftadan önce akciğer gelişimi ninçok az olmadından dolayı bebeklerin yaşama şansı yok denecek kadar azdır.
25. Hafta
Gebeliğin 25. haftasına ulaşıldığında bebeğin boyu yaklaşık 34 cm, ağırlığı ise 650 gram civarındadır. 25. haftaya gelindiginde bebeğin omurilik  yapıları kemik, eklem ve bağlarıyla şekillenmeye ve aynı zamanda kciğerlerdeki kan damarları gelişmeye başlamaktadır. Yine bu hafta bebeğinurun delikleri açık hale gelir. Kemiklerin şekillenmesi devam etmektedir.
26. Hafta
26. gebelik haftasına ulaşıldığında bebeğin boyu ortalama 35 cm, ağırlığı ise yaklaşık 760 gram kadardır. Bu hafta akciğerlerde alveol adı verilen hava kesecikleri gelişmeye başlamaktadır. Yine akciğerlerde sürfaktan adı verilen bir madde salgılanır. Bu madde, akciğerlerdeki hava keseciklerinin iç yüzeyini kaplar ve bebeğin nefes alıp vermesine yardımcı olur. Bu haftalarda erken doğan bebeklerin solunum faaliyetlerini gerçekleştirebilmesi açısından bu gelişmeler son derece faydalıdır. Yine bu hafta itibariyle bebeğin cildindeki yağ ve ter bezleri aktif hale gelir. Tırnaklar, kaş ve kirpikler halen uzamaktadır. Bebek, çevredeki sesleri ve sizin sesinizi duyabilir, ani seslere hareket ederek tepki gösterebilir. Dışarıdaki yoğun ışığın az bir kısmı rahim içerisine geçebilir ve bebek bunu farkedebilir. Aynı zamanfa bebek dışarısının aydınlık veya karanlık olduğunun ayrımına varabilir. Bu haftaya kadar bebeğin cildi hala incedir.
27. Hafta
Gebeliğin haftasına gelindiğinde bebeğin boyu yaklaşık 37 cm, ağırlığı ise 875 gram civarındadır. Bu hafta itibariyle gebeliğin son terimesteri (yani gebeligin son 3 ayı) başlamıştır. Yine bu hafta haftada beyin ve akciğerlerin gelişimi hızla devam etmektedir. Göz kapakları yavaş yavaş açılmaya başlar. Yine bu dönemde gözün retina tabakası gelişmekte ve ışığın algılanarak beyine iletilmesini sağlamaktadır.
Hafta hafta gebelik 28. Hafta
28. haftaya ulaşıldığında bebeğin boyu ortalama olarak 37 cm, ağırlığı ise yaklaşık 1000 gram civarındadır. Bu hafta bebeğin kaş ve kirpik tamamen oluşmu tamamlanıştır. Ancak saçlar uzamaya devam etmektedir. Bebeğin göz kapakları bir önceki haftaya oranla artık daha fazla açılır. Bebekteki kas ve yağ dokusu artmakta, vücudu tombullaşmaya ve yuvarlaklaşmaya devam etmektedir. Bebek dünyaya gelse bile akciğerleri soluk alıp verme yetisine  erişmiştir ancak yine de bu haftalarda doğan bebeklerin bir kısmında solunum sıkıntısı meydana gelebilir. Bebeğiniz artık sizin sesinizi tamamen tanıyabilecek düzeye gelmiştir.
Hafta hafta gebelik 29. Hafta
29. gebelik haftasına gelindiginde  bebeğin boyu ortalama 39 cm, ağırlığı yaklaşık olarak 1150 gram civarındadır. Bu hafta itibariyle beyin artık solunum, vücut ısısı gibi yaşamsal olayları kontrol edebilecek düzeye ulaşmıştır. Cilt altında yağ dokusunun artma süreci devam eder. Bebek artık gözlerini sağa sola hareket ettirebilmektedir. Bebek artık ışık, ses, koku ve tat gibi duyguları daha iyi algılayabilecek düzeye ulaşmıştır. Ancak bebek  sıvı içerisinde olduğundan dolayı ses ve ışığı dışarıdaki bir bebek kadar güçlü algılayamayacaktır. Kafasını ışığın geldiği yöne doğru çevirebilir. Kemik iliği kan hücreleri üretimini tamamiyle gerçekleştirebilecek düzeye erişmiştir. Bebek günde yaklasık yarım litre kadar idrar yapmakta ve yaptığı bu idrar amnion sıvısına karışmaktadır.
30. Hafta
Gebeliğin 30.haftasına ulaşıldıgında bebeğin boyu ortalama 40 cm, ağırlığı ise yaklaşık olarak 1300 gram kadardır. Bu hafta bebeğin kemik iliği kan hücreleri üretebilecek yetiye ulaşmıştır. Bebeğin tırnakları hala uzamaya devam etmektedir. Bebek önceki haftalara oranla daha sık gözlerini açıp kapama hareketleri yapmaktadır. Yine bu hafta itibariyke bebeğin kalıcı dişleri gelişmiştir ve damakların altında yer almaktadır. Bebek artık etrafındaki pek çok uyaranın farkındadır. Etrafına bakabilir ve ışığın geldiği tarafa  doğru rahatlıkla yönelebilir. Bebeğin akciğerler de bu bundönemde son derece gelişmiştir. Nefes alıp verme yedisi de oldukca yüksektir.
31. Hafta
Gebeligin 31. haftasıyla birlikte bebeğin boyu ortalama olarak 41 cm, ağırlığı ise yaklaşıl 1500 gramdır. Bu haftalar itibariyle bebeğin boy uzamasına oranla kilo alımı daha hızlı gerçekleşmektedir. Ayrıca bu hafta bebeğin sindirim sistemi ve akciğerleri  tamamen gelişmiş sayılır. Bebeğin göz bebeği ışık sayesinde genişleme  ve daralmaya uğrayabilir. Yine bebeğin deri altına beyaz yağ depolanmasından dolayı ciltteki kırmızı renk artık yeni doğan bebeklerde olduğu gibi pembe renge dönüşmüştür.
32. Hafta
Gebeliğin 32. haftası itibariyle bebeğin boyu ortalama 42 cm, ağırlığı da yaklaşık olarak 1700 gram civarındadır. Bebek günün büyük bir kısmını uyuyarak geçirmektedi. Saçları da artık büyük ölçüde uzamış, ayak tırnakları tam.anlamıyla gelişmiştir. Yine bu hafta beneğinit dokusu iyice kalınlaşmış ve pembemsi bir renk almış, yüz kırışıklıkları azalmıştır.
33. Hafta
33. gebelik haftasına ulaşıldığında  bebeğin boyu ortalama 43 cm, ağırlığı ise 1900 gramdır. Bu hafta bebeğin içerisinde yer aldığı amnion sıvısı en yüksek miktara ulaşmıştır. Ancak bu haftadan sonra amnion sıvının hafif azalması son derece normaldir.  Yine bu hafta bebeğin beyin gelişimi ve kafa çapında artış meydana gelir. Cildin pembe renk almasına sebebiyet veren yağ depolanması devam etmektedir.
34. Hafta
Gebeliğin 34. haftasına ulaşıldığında bebeğin boyu ortalama 45 cm, ağırlığı ise yaklaşık olarak 2150 gramdır. Bu hafta itibariyle artık bebek tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi uyurken göz kapaklarını kapatır ve uyandığında açar. Enfeksiyonla mücadele edebilmesi açısından bebeğin bağışıklık sistemi gelişmektedir. Ellerdeki tırnaklar oldukça uzamıştır. Bu hafta itibariyle bebek artık eliyle cisimleri sıkıca tutabilecek düzeye ulaşmıştır. Aynı zamanda bu dönemde bebeğin tüm organları organları oldukça olgunlaşmıştır ve bu nedenle bu hafta itibariyle yeni doğan bebeklerde solunum sıkıntısı ve diğer problemlere nadiren rastlanmaktadır.
35. Hafta
Gebeliğin 35. haftasında bebeğin boyu ortalama 46 cm, ağırlığı ise yaklaşık 2400 gramdır. Bu hafta, bebegin yağ dokusundaki artış devam ederken bebeğin el ve ayakları tombullaşmaya başlamaktadır. Erkek bebeklerde testisler dışarı doğru çıkar. 35. haftadan  itibaren bebek rahim içinde oldukça fazla yer kaplar ve bundan dolayı hareket edecek çok fazla alan kalmaz ve bu nedenle anne, bebeğinin hareletlerinde azalma hisseder. Bu haftada akciğer ve diğer iç organlar hemen hemen tamamiyle olgunlaştığından dolayı bu haftadan sonra erken doğum sonucu doğan bebeklerde solunum sıkıntısı ve diğer sorunkarın yaşanma olasılığı son derece düşüktür.
36. Hafta
Gebeliğin 36. haftasında bebeğin boyu ortalama 47 cm, ağırlığı ise 2600 gramdır. Bu dönemlerde bebek doğum kanalına inmeye başlar. Bu durumu anne, karnının biraz küçülmesiyle anlayabilir. Yağ birikimine bağlı olarak bebeğin diz, dirsek, boyun, bilek bölgelerinde katlanmalar meydana gelir. 36. haftaya ulaşıldığında bebek gelişimini büyük ölçüde tamamladığından dolayı bu andan itibaren dünyaya gelen  bebekler genel itibariyle yoğun bakıma gerek kalmadan yaşarlar ve genellikle zamanında doğan bebekler gibi  herhangibi bir sıkıntı yaşamaya deveam edebilirler.
37. Hafta
37. haftaya ulaşıldığında  bebeğin boyu ortalama olarak 48 cm, ağırlığı ise 2800 gramdır Bubhafta itibariyle doğum yaklaşmaktadır ve bebek artık solunum alıştırmaları yapabilmektedir. Beneğin artık bu duruma alışması gerekmektedir. Bebek artık eli ile sıkıca tutma hareketini tam anlamıyla gerçekleştirebilmektedir. Bebek çevreden gelen ışık ya da ses hareketlerine doğru yönelebilir. Bebeğin kilo alımı ve tombullaşması devam etmektedir.
38. Hafta
Gebeliğin 38. haftasında bebeğin boyu ortalama 50 cm, ağırlığı ise yaklaşık olarak 3000 gram civarındadır. Bu dönemlerde bebek artık olabildiğince büyümüş ve doğumanhazır hale gelmiştir. 38. haftada bebeğin kafa ve karın çevresi oranı birbirine eşittir. (Daha önceki haftalarda bebegin kafası karnından daha büyüktür.) Bu son dönemlerde bebekte kilo alımı haricinde pek bir değişiklik gözlenmez; bebeğin anne, babası  ve aile doğum hazırlıkları ve planlamaları telaşı içerisindedirler.
39. Hafta
Gebeliğin 39. haftasına erişildiğinde bebeğin boyu ortalama olarak 51 cm, ağırlığı ise 3200 gramdır. 39. hafta itibariyle doğuma cok yaklaşılmıştır ve bebek artık her an doğumun gerçekleşebileceği günlerdedir. Bu hafta itibariyle bebeğin vücudunu saran ince lanugo tüyleri yok olmaktadır. Bebek artık doğum öncesi gelişimini tamamlamış ve doğuma hazır hale gelmiştir. Bebek, büyime ve kilo alımına bağlı olarak rahim içerisinde sıkışmıştır  ve hareketleri de bir o kadar kısıtlanmıştır. Bu son dönemlerde bebekte kilo alımı haricinde pek bir değişiklik gözlenmez; bebeğin anne, babası ve tüm aile doğum hazırlıkları ve telaşı içerisindedirler.
40. Hafta
Bu haftaya ulaşıldığında bebeğin boyu ortalama 52 cm, ağırlığı ise 3400 gram civarındadır.. 40. hafta normal koşullarda normal doğumun gerçekleşmesi beklenen  haftadır. Bebeklerin bir bölümü 40. haftayı doldurmadan dünyaya gelse bile bir bölümü bu haftayı da anne karnında geçirebilmektedir. Sık gözlenen bir durum olmasa da  bebeklerin bir kısmı bu haftada doğmaz ve 41. haftaya kadar ulaşır. Bu son dönemlerde bebekte kilo alımı haricinde pek bir değişiklik gözlenmez; bebeğin anne, babası ve tüm aile doğum hazırlığı ve telaşı içerisindedirler.
41. Hafta
Hafta hafta gebelik sürecinin son haftasında yani 41. haftasında bebeğin boyu ortalama 52 cm, ağırlığı ise yaklaşık 3500 gram civarındadır. Bebeklerin büyük bir kısmı bu haftaya ulaşmadan dünyaya gelmektedir. Gebeliklerin çok az bir kısmında doğum 41. haftada olmaktadır. 41 hafta dolduğu halde gerçekleşmeyen  doğumlar geç doğum (gün geçmesi, gün aşımı) olarak adlandırılır. Read the full article
0 notes