Tumgik
#4. saat derslerim bitti
bozusuruz · 10 months
Text
Bayılmak üzereyim
1 note · View note
beniunutmaa · 4 years
Text
Benim Hikayem
Burayı hep günlüğümmüş gibi kullandım. Kimsenin okumasına gerek yoktu sadece içimi dökmek isteyipte konuşacak kimse bulamayınca buraya yazıp rahatlamaktı amacım. Şimdi de içimden uzun zamandır söküp atamadığım o koca ağırlık belki biraz olsun hafifler diye yazmak istiyorum kendi hikayemi. Belki de sıradan bir aşk hikayesi. Ama beni yerle bir etmeye yetti. 
11. sınıfım daha. Her şey toz pembe. Klasik lise aşklarından birini yaşayıp şerefsizin birinden ayrılmışım. Ergenlik çağları tabi dünyanın sonu  sanıyorum. Neyse atlattık bitti gitti. 11. sınıfta sınıflar değişmiş.Sınıfta yeni bir arkadaş grubu edinmişim ama ortam nasıl güzel. Böyle başladı zaten onunla hikayemiz. Wp grubumuzu kurmuşuz 5 6 kişi. Geç saatlere kadar mesajlaşıyoruz. Bir kaç ay sonra özelden yazmaya başladı bana. Anlıyorum tabi ben de hoşuma da gidiyor. Bir gün kafeye gittik çay kahve içiyoruz ben  Zeynepin yanına oturucam dedi oturdu yanıma. Sohbet muhabbet derken tabi şarkı da çalıyor bir yandan. 3 4 şarkı sonra Gülayın Cesaretin var mı aşka şarkısı çalmaya başladı. Döndü baktı bana. Sonra kulağıma eğildi ‘’Cesaretin var mı aşka ? ‘’ dedi. Sustum cevap veremedim. Nefesim kesildi o an sadece gülümsemekle yetindim. Neyse bir gün yine böyle gruptan ayrı mesajlaşıyoruz Zeynep dedi benim içimde çok kötü bir his var sonra konuşuruz. İki saat boyunca  girmedi. Kafayı yedim meraktan dua ediyorum. Ama ne yaptığımı da bilmez bir haldeyim. Bildiğim ne kadar dua varsa yazdım bir kağıda muska dikiyorum kendi ellerimle. Düşünemiyorum da tabi bu ne işe yarayacakki diye aklıma sadece o gelmiş onu korusun istemişim. 2 saatin sonunda geldiğinde o kadar etkilenmişiz ki ikimizde. Zeynep dedi hani kendini hiçbir yere ait hissetmediğini söylemiştin ya. Bana ait hisset çünkü ben öyle hissediyorum. O geceyi hiç unutamadım. Unutamadım çünkü kalbim öyle yerinden çıkarcasına atıyordu ki. Ertesi sabah okul var biz sevgiliyiz ama öyle utangacız ki ikimizde birbirimizden kaçıyoruz. Ama aynı sınıftasın nereye kadar kaçabilirsin ki. Neyse bir hafta sürdü bu tatlı kovalamaca. Bir haftanın sonunda yapamıyorum dedi. Ulan neyi yapamıyorsun hiçbir şey yaşanmadıki. Ayrıldık ama arkadaş ortamımızda bozulsun istemedi. Arkadaş kaldık. Bir insana nasıl 1 haftada bağlanılabilirdi ki ? Ama ben salağım bağlanmışım. Farklı geldi bana, herkesten farklı. Bir defter aldım elime her gün onu yazdım o deftere. Bana verdiği ilk çiçekten sakız çöpüne kadar her şeyini sakladım. 12. sınıfın 2. dönemine kadar her gün katlanarak artan sevgimi yazdım. Bu sırada o beni arkadaşı olarak görmekle yetindi sadece hatta şansını başkalarıyla bile denemek istedi ama ben bekledim. Tek dert ortağım günlüğümdü. Adını kullanmak istemediğim için bir isim de taktım ona. ‘’Abis’’ dedim. Anlamı deniz ve okyanuslarda ışığın ulaşamadığı kör nokta demek. Ben de ona ulaşamıyordum ki. Biliyordu, hiç saklamadım duygularımı, herkese karşı lanet bir gururum vardı ama ona bir kez bile gurur yapmadım çünkü dedim ya farklıydı herkesten ya da bendim ona bu kadar anlam yükleyen. Ama o hiç görmek istemedi. Kasım ayı geldi. Okulumuzda üniversite için yapılacak bir 10 kasım gösterisi için hummalı bir hazırlık var o da zeybek oynamak için seçilmiş. Ama o kadar güzel oynuyor ki. Geniş omuzlarıyla her kollarını kaldırışında o kadar heybetli duruyorduki. Gösteri günü geldi. İzlemeye gidicez arkadaşlarla. Özenle hazırlanmışım. Gittik salona oturduk. Sahnede bir şeyler oluyor ama benim umrumda değil ben onu bekliyorum heyecanla. Anons yapıldı o girdi sahneye. Yöresel kıyafetlerle öyle güzel zeybek oynadı ki orda bir kez daha  aşık oldum ben ona. Gösteri bitiminde sinemaya gittik hep beraber. Yanındaki koltuğa oturttu beni. Müslüm yeni girmişti vizyona. Kolu koluma yapışık nefesini hissede hissede içim yerinden çıkarcasına izledim filmi. Bir ara dayanamadım başımı omzuna yaslayabilir miyim dedim. Önce duymamazlıktan geldi sonra fikrini değiştirmiş olmalı ki tamam dedi. 1 yıldan sonra ilk kez  o kadar mutlu olduğumu hissetmiştim. Kanatlanıp uçacaktım sanki. Filmin sonunda yüzüme bile bakmadan gitti. Rahatsız olmuş gibiydi. Sonraki 2 gün okulda benimle hiç konuşmadı. ‘ günün sonunda karşıma geçip ben seni kardeşim gibi görüyorum sana umut vermek istemiyorum bunun için ne yapmalıyım dedi. Gözlerimi diktim gözlerine bağıra bağıra ben seni seviyorum dedim. Beklermiyordu bu ani çıkışımı tabi. İlk defa o an gururuma yenik düşüp bundan sonra konuşmayalım dedim. Ardından geçen 4 gün boyunca ne yüzüne baktım ne de bulunduğu ortama girdim. Ama benim küçük dünyamı ilk başıma yıkışıydı. Dengesizdi ne istediğini bilmezdi ve hep ikinci plana attı beni. Öncelikleri vardı ve bu öncelikler arasında ben yoktum. 4 günün sonunda karşıma geçti seni bu kadar sevdiğimi bilmiyordum, yüzüme bile bakmadığın her an seni ne kadar sevdiğimi anladım dedi. İlk defa  orda bana sevdiğim dedi ben de bir yıl boyunca beni görmezden gelişini, onu daha çok sevmeme ona daha çok bağlanmama sebep olan sözlerine hareketlerine rağmen beni reddedişini unuttum. Aptallıktı ama yaptım işte. 7 ay sürdü beraberliğimiz. Bu 7 ayda  o kadar yordu ki beni. Çok mutlu ettiği zamanlarda oldu. Zaten çok seviyordum ve yaptığı ufacık bir şey bile beni dünyalar kadar mutlu etmeye yetiyordu. Günlüğümü okuttum ona. Çok şaşırdı yazdıklarımı okuyunca. Bu sevgi değil bu başka bir şey ben seni bu kadar çok sevemem dedi. Olsun dedim çok sevme sadece sev. Ben benim sevgim ikimize de  yeter sandım. Yetmezmiş, yetmedi. Sınav senemizdi. Çalışıyorum derdi sürekli. Anlayışla karşılıyordum. Ama sadece bana ayıracak vakti yoktu yada bana gelince sınava çalışıyordu. Dedim ya öncelikleri arasında ben yoktum. Normal sevgililer gibi hiç vakit geçirmedik biz onunla. Tenefüste yanyana yürüyüp bahçeyi turlamaktan öteye gitmedi yani. Oysa ne çok isterdim saatlerce el ele yürüyüp kahkahalarla sohbet etmeyi. Ne çok isterdim dizlerine uzanmayı, saçımı okşamasını. Yaşayamadığım bir çok şey gibi buda içimde ukdedir. Mezuniyet törenimiz oldu. Alakalı alakasız herkesle fotoğraf çekmiştir de bir sevgilisiyle fotoğrafı yoktur. O kadar üzgünümki yaşama ihtimalimiz olup da yaşayamadığımız her şey için, o kadar kırgınım ki. Okul bitti sınava girdik, çalışmamıştım mezundum biliyordum. Onunla zaten olmayan sohbetlerimiz mesajlaşmalarımız günde iki üç cümleye kadar indi ve ben en sonunda kafayı yiyecek duruma geldim. Sanki çok değersizdim onun için ve bu beni  okadar yaraladıki. Kendi düşüncelerimle kendime zarar veriyordum ve bir gün dayanamayacak noktaya gelip ayrılmak istediğimi söyledim. Ama o kadar aptalım ki kafamdaki düşünce bir  kaç gün sonra beni özleyip barışacağımız yönündeydi. O ne yaptı peki. Ertesi gün beni her yerden engelledi. İstediği mesleği kazandı ve üniversiteye gitti. Dünyamın bu kez daha sarsıcı 2. kez başıma yıkılışıydı. Derslerime odaklandım. Silemedim fotoğraflarımızı ama girip bakmadım da hiç. Ama öyle bir his vardı ki içimde sanki bir gün karşıma çıkacaktı. Sanki yeniden dahil olacaktı hayatıma. 8 ay gibi bir süre boyunca kalbimdeki yerine hiç ihanet etmedim. 8 ay sonra bir kış günü bir film sahnesi gibi bir şey yaşandı. Arkadaşla yemek yiyecektik ama o kadar aksilik oldu ki sanki evren başka bir yerde yememi istiyordu gitiğim 2 3 yerde bir sürü aksilik yaşadım. En son girdiğimiz yerde  yemeğimizi yedik  kapıdan çıktık kafamı kaldırmamla göz göze geldik. Dünya dönmeyi bıraktı benim için desem yeridir. Arkadaşım bir şeyler söylüyordu ama ben duymuyordum. Sadece ona odaklanmıştım o da bana. Biz sustuk gözlerimiz konuştu sadece. 5 saniye sürdü bu bakışma ama benim için sonsuzlukla eşdeğerdi. 8 ay sonra kaldırdı engelimi ama yazamadım. O kadar kırgındım ki ona. Sonra bir gün tumblra girdim anonim olmuş biri ilk defa olan bir şey ve sadece bir soru işareti. Anladım o olduğunu ya da hissettim diyelim. Benim için tumblr açması o kadar şaşırtmıştı ki beni. Böyle şeyler yapmazdı hiç. Yani hiç uğraşmamıştı. Buruk bir sevinçti o an yaşadığım. Sonra takibe aldı beni. Girdim bloğuna. İlk postu şuydu; ‘’Hayat durdu, kalbim durdu, nefesim kesildi, o durmadı.’’ altında da beni gördüğü tarih. Yine o tanıdık kalp çarpmasını hissettim. O günden sonra 3 kez daha karşılaştık ve her karşılaşmamızda başka bir post paylaştı. Hiçbirine cevap vermedim. O mesaj attı. Adres saat ve cep telefonu numarası. Buluşalım dedi ben de sorgusuz sualsiz gittim. Gittim ve sarıldım ona. Özlemim ağır bastı kırgınlığıma. Afettim  onu bilmem kaçıncı kez. Seviyordum hem de çok. Bir gül, bir ayıcık bıraktı üniversiteye dönmeden önce bana. Johny koydum ayıcığın adını çünkü lisede onu Johny Bravoya benzetmiştim. Komik. Her gece Johny ye sarılıp uyudum. onunla konuştum. Değişti sandım ve iki ay konuştuktan sonra yeniden hayatıma aldım onu. Bu sefer farklı olur sandım. Öyle hissettirdi bana ben de yine yeniden kabul ettim onu. Sadece 2 ay sürdü. 2 ayın sonunda yine konuşmalarımız azaldı yine yabancılaştık ve yine koptuk birbirimizden hem de elle tutulur hiçbir sebep yokken. Bu kez daha çok değersizleştim daha çok önemsizleştim. Ama beni yaralamasına izin vermedim. Ve farkettim sonunda. İhmal edilen, öenmsenmeyen her şey ölürmüş. Onu sonsuza kadar seveceğimi zannederdim. Hİçbir şey sonsuza kadar sürmüyormuş.Ona ait olan her şeyi bir kutuya koydum ve zamanı geldiğinde yakacağım hepsini. Onu özlemiyorum artık. Johnyyi özlüyorum biraz ama alışırım. Onu unutacağım belki evet ama onu nasıl sevdiğimi asla.
6 notes · View notes
muhalefetlideri · 6 years
Text
bu bir filmleri aratmayan upuzun bir onkoloji anı yazısıdır!
beni tanıyan çoğu kişinin yaklaşık 2.5 sene önce annemin bir kanser savaşı verdiğini bilir. atlattı, çok şükür, 3 ayda 1 kere ankara onkoloji'de kontrollere gider, gelir, o kadar. işte o kontrollerden sonuncusu geçen perşembe günüydü. benim de salı ve perşembe günleri 10'ar dakikalık aralarla 8 saat ders ile okuldaki en yoğun günüm. annemle arada konuştuk işte sonuçları, "kanı biraz geç verdiğim için çıkmadı, yarına kaldı işim, akşam da arkadaşım bilmemkim'de kalıcam, haberin olsun" dedi. ben de tamam dedim, ne diyeyim, koca kadın. benim de dersler bitti, odaya geldim, yemek yap/ye, maç izle, yorumları izle falan derken saat oldu 12 neredeyse. tam yatacağım, dedim "annemin şu sonuçlarına bir bakayım. (burada bir parantez açmalıyım, annem bazen ben üzülüyorum, derslerim çok etkileniyor diye bazı yaşadığı hastalıkları söylemez. mesela ben istanbul'dayken annem bir kez daha sağ memeden parça aldırmış ve ben bunu neredeyse 6 ay sonra öğrenmiştim. bunun için kimlik numarasıyla kontrol zamanlarında hastane laboratuvarını kontrol ederim. ) neyse işte, sonuçlara bir baktım ki ne göreyim; tüm sonuçları yerlerde. yani o kadar yerlerde ki, kemoterapi alırken bile bu kadar kötü değildi. erkek arkadaşımı arıyorum, beni sakinleştiremiyor, "sabahı bekle" diyor. hayır doktor da değilim ki yorumlayayım, tek bildiğim sonuçlar çok kötü. sonra son çare gittim sözlükte uyanık doktor arıyorum. allahtan biri yazdı, (çok teşekkürler 'söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil' ) gönderdim sonuçları. dedi "bu sonuçlar çok kötü, hemen tedaviye başlamalı." dünyam başıma yıkıldı. sakinleşemeyen ben kafayı iyice sıyırdım. komşumuzu arıyorum, açmıyor. aha dedim, gerçekten bir şey var ve bana söylemiyorlar. sonra annemin 35 senelik arkadaşını aradım, canım ablam o da ben bilmiyorum sonuçları diye önce bir şey söylemedi, sonra benim bildiğimi anlayınca o da döküldü bir bir. ay durum gerçekten çok ciddi ve annem yalniz! saat gece 1 ve ben beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan ilkokul arkadaşlarımı aradım, dedim "benim acil ankara'ya gitmem lazım, bu saatte taksicilere güvenemem, n'olur beni gelin alın, otogara bırakın." sağ olsunlar okulum dağın başında olmasına rağmen karşıdan beni aldılar, sakinleştirmeye çalıştılar ve otogara bıraktılar. ve ben 2 otobüsüyle ankara'ya yol aldım. istanbul ankara arasının bu kadar uzun olduğunu hiç bilmiyordum, ay yol bitmiyor. ben salya sümük ağlıyorum, muavin tip tip bakıyor, arkamdaki çocuk sürekli ağlıyor, benim selpağım bitiyor falan felaket bir durumdayım. uyku zaten yok, canım sevgilim de ertesi gün işe gidecek 4'e kadar beni sakinleştirmeye çalışıyor. o uyudu, bu sefer canımın diğer yarısı 'hayvangibiarı' yı uyandırdım, konuştum, azıcık sakinleştim falan ama bu durum öyle bir durum ki, lösemi şüphesiyle karşı karşıya olan annemin uzağındayım, uzun zamandır da yanında olamadım, böyle bir vicdan azapları, pişmanlıklar, kızgınlıklar falan, kabir azabını bu yolculukta yaşadım resmen. sürekli planlar yapıyorum: okulu bırakırım, tüh arabamı da sattım, neyse 6 aylık falan araba kiralarım, olmadı hastaneye yakın diye şuraya taşınırız, tedavi şöyle olur, böyle biter falan... anlatamam yazıyorum da yazıyorum kafamda. neyse, ben ankara'ya indim. indiğimde de annemi aradım hemen. dedim "günaydın sultanım n'apıyorsun?" saat de sabah 7. kadın anam da bana belli etmeyecek ya durumu, dedi "yeni kalktım hazırlanıp hastaneye gidicem kızım, sen napıyorsun?" ne hazırlanması ayol annemin 7:30'da hastanede randevusu var. dedim "anne ben ankara'dayım hastaneye geliyorum, orada görüşürüz." aa nasıl olur, sen nereden biliyorsun falan filan derken ben hastanedeyim. normalde annemin kontrolleri onkolojide oluyor, ama sonuçlar kötü çıkınca hematolojiye yönlendirmişler. kanlarını vermiş bekliyoruz, ay burada da zaman geçmiyor. derken bir bakayım dedim şu sonuçlara çıkmış mı. bir baktım ki ne göreyim, sonuçların hepsi normal. haydaaa! bu nasıl oluyor anlamadım gitti. annem oturuyorken bir ara çaktırmadan doktorun yanına gidip 2 sonuç arasındaki farkı sordum. bana, yüzüme bile bakmadan "olabiliyor bazen farklar, sıranız gelsin inceleriz" dedi, kovdu. sıramız geldiğinde de eski sonuçlara bakıp, "sizin kan almanız lazım, aldınız mı kan acilde?" dedi. ben de farklılıkları söyleyince "1-2 puan tamam da bunlar çok farklı" dedi. yayma kan sonucunu inceleyip, "ben bir sıkıntı görmüyorum ama yeniden kan alıp baktıralım." dedi. aldık, verdik derken annemim kan değerleri normal ve hiçbir şüphe taşımadığını öğrendik. sonuç laboratuvarda yaşanan bir sorundan dolayı böyleymiş sanırım ve yanlışmış. şimdi koskoca onkoloji hastanesinde sonuçların yanlış çıkmasına mı sinirleneyim yoksa annemin sağlıklı olmasına mı sevineyim bilemedim. ama 5 karış suratla girdiğimiz odadan gülerek çıktık, bunu biliyoruz. ama durun, daha bitmedi. önümüzdeki kontrol tarihi için onkoloji doktoruna gittik. kadın annemi görünce "sen neredesin, dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum, senin için hastaneyi birbirine katıp oda ayarladım ben, çocuğu anneme bıraktırttım, sana telefonla ulaşamadım, yakınına ulaşamadım. yatış işlemlerini yaptın mı, kan aldın mı, ne yaptın sen?" diye hararetle sordu. perşembe günü annemin işleri uzun olunca nedense yatış işlemi yapmamışlar, annem de geri dönmüş nasılsa yarın yeniden geliceğim diye. biz de doktora yaşanan yanlışlığı anlattık ve hep beraber derin bir nefes aldık. ben perşembe günü dersteyken beni bir özel numara aramıştı. hem dersteydim diye açamadım, hem de zaten özel numaraları açmıyorum. işte meğerse o özel numara bu doktormuş! eğer ben telefonu açsaydım annemin bu yanlış tahlil sonuçlarından erken haberim olacak ve ortalığı birbirine katıp annemi bir şekilde o hastaneye geri göndererek, annemi yanlış teşhis konan bir hastalığın tedavisinin başına sürükleyecektim. yani demem o ki; ne olursa olsun sonuçlarınızı mutlaka ikinci bir doktora da gösterin ve hayatınızdaki insanları sevdiğinizi anlamak ya da hayatınızın ne kadar değerli olduğunun farkına varmak için böyle filmleri aratmayan bir saçma sapanlığın yaşanmasını beklemeyin. ütopyaları bilmem ama bu yaşadığımız hayat güzeldir!
1 note · View note