Tumgik
#şarap güzeli
delfua · 3 months
Text
ben ölsem belki sen ağlardın ama sen ağlasan ben ölürdüm.
79 notes · View notes
thewinebeauty · 6 months
Text
Şarap güzeli sordu
-Neden beni sevmiyor?
+Çünkü kalbi artık başkasına ait...
-Ama özlediğini söyledi...
+Sadece anıları idi özlediği...
O an şarap güzeli anladı. Anılar ondan daha değerliydi...
Önemsiz olduğu halde, canı yandığı halde gitmeyecekti, aklı git dese de kalbi kalmasını ve döneceğine inanmasını sağladı... Kalbinde kırık cam parçalarıyla, yolun tam ortasında oturmuş sevdiğinin geleceğine inanıyordu...
Ama yanılıyordu...
2 notes · View notes
onderdenizcavuslar · 7 months
Text
Tumblr media
YARAMIZDA KALSIN
Uçsuz bucaksız bir sahilde yosun kokusunun burnumuzun direğini sızlatan bir anlamı var. O his, özgürlük. Hayal kırıklığına uğramak kadar sahici duygulardan geçmiş biri iyi anlar. Unutmuş gibi yapıyoruz. Yetişmesi gereken işler, görülmesi gereken insanlar, görmesi elzem ama imkansız şehirler, onca hengamede nefes almaya çalışmak. İnsan sayısız telaş yumağı. Acı aklından uçacak kadar dağınık bir organizma. Herkesin konuştuğu kimsenin dişe dokunur bir şey anlatamadığı zamanlarda, unutan değil yaşayan ve hatırlamayan olmaya çabası bu yüzden.
El ele şehirler, kıyılar dolaşıp istediği yaşam tarzıyla hür zamanlar düşlemek ve bu anları teneffüs etmek doğası gereği. İçindeki vitrin devrilse de ayağının altından bütün yollar çekilse de, olanları hatırlamasa da kendine yapılanı unutmuyor insan.
Unutuluşun zamandan haberi yok.
Kim hatırlar Çanakkale feribotundan boş vodka şişelerini güverteden denize niçin attığımı? Küçükkuyu'da sabah vakti ziyaret ettiğim köy insanının misafirperverlikle masayı donatmasını! Masada rakı, peynir ve kavun varken sabahken üstelik. Kazdağları tepelerinde villaların olduğu yere çıkarken yolda durup yol ortasındaki kaplumbağayı kenara bırakmanın vicdanı hükmü peki? Bozcaada'da şarap şişelerini günbatarken uçurumun kıyısından aşağı yuvarlamam peki? Bodrum'da pırıl pırıl sulara girerken anlayabilirdiniz derinliğinde kaybolmanın bu hayatın.
Deniz beyaz evlerin tam karşısından daha güzel görünür. Neden diye soran var, neden Ege, neden Bodrum?
Dünya hepimizi ardında bırakarak ilerlese de, rüzgarın üfürdüğü perdeleri aralayınca var olan her şeyin kıyısında durmanın ağırlığını taşımanın ne zor olduğunu anlıyorsun.
Belki insanın başka bir hayatta yaşadığı bütün hayaller benliğine işliyor ve bu evrene sirayet etmekten geçiyor yaşamın sırrı. Yaşanacaktır ölünecek anıların en güzeli.
Yaramızı kimseye göstermemeli tembihiyle büyüyen kuşağın temsilcilerindeniz. Annemiz, babamız, yakınlarımız söyledi. Yaranı belli edersen dediler. Üzülürsün. Ama aramızda kalsın, dikişe muhtaç yaram var kanıyor diye avaz avaz atmalıyız kendimizi insanların içine.
Bilmem bana bu duygular neden gelir?
Yaza gelirken ılık bir Mayıs sonu gecesi. Uzayın boşluğuna fırlatıyorum düşüncelerimdeki belirsizlikleri.
Var olan her şeyin yokluğunun kıyısında biri için normal olmalı. Gülseren Budayıcıoĝlu ne derdi kim bilir bu gelgitlere?
Anılardan öteye gidilmiyor. Bir yanım hayata dönükken bir yanım hep başka diyarlar. Bu garip duygular neden benim aklım, beynim ve hafızamda? Bilmiyorum cevabının dayanılmaz hafifliği bu gece uyutacak belki. Duyulmak ve yaşadığını hatırlamak yaşamın bir kıyağı olurdu. Düzelmeyecek senin rutinini bükecek her şeyi yıkmalı. Yıkar ve yeniden yaparsın ama belki de yapamazsın.
Şimdi bir kadeh rakı koyup bardağın icinde dans eden buzlar kadar umarsızca söylemek gerek. Yaşadın ve ölüyorsun. Sen hayal kırıklığı ile öleceksin belki ama seni bunu düşündüren onu kalbinde nereye koyacağını bilmemendi. Sen bilemediğin için boşuna sevmiş gibisin. Unutmamalı, hayatın boşu boşuna olacak hiçbir şeye zamanı yok.
Üstelik yitirmek her zaman yeniden başlangıç artık hiç var olmayacak birinin yokluğuna alışmaya çalışmak ölümmüş…
Bak, bu yaramızda kalsın.
Çünkü hafızanın kötü anları sildiği ve iyi anıları öncelik aldığını duymuştum bir yerde. Kendini dahi unutuyor insan. Eşin dostların, yakınların, eski sevgililerin, arkadaşların, çalıştığın işlerden tanıdıklar, işvereninden mahalle esnafına her yüz unutuluyor zihninin en ücra köşelerinde. Bu hayatın aklınla sana meydan okuması. Alış diyor, alışacaksın.
Yeryüzünün en acımasız alışkanlıklarından sıyrılıp bu yaşamın yaşayanı olmak elinde insanın, izleyicisi değil. Yüksek sesle şarkı söyleyecek başka dünyalar var, ardında bırakıp seni, ilerleyen dünyaya inat.
Dolunayda yürüdüğün, güneşi iliklerine dek hissettiğin, denize karışan kulaçların, kumsalda ayağını yakan kum taneleri, yağmurlarda sokak sokak dolaştığın zamanlar veya gülüşünü mıh gibi tarihe damgalayan bir fotoğraf. Senin kanıtın, mutlu olduğun ve gerçekten yaşadığını hatırlatan yegâne anlar.
Var olan her şey bir simülasyon değilse hayat bir çağrışımlar hatıralar merkezi. Şimdide olmak hissi ruhuna verilmiş bir armağan. Yoksa neden geçmişine dönmek isteyesin? Anılar. Hep düne ait olmak düşüncesinin ağırlığını bilir misiniz?
Mutluluk iki kişi acıda tek başına. Özlem, bir nehrin sonuna vardığında bitecek.
Ve yolu yarıladık…
2 notes · View notes
biredebi · 1 year
Text
Vazgeçtim
Kulağımda fısıltılar; yaşama diyorlar bana. Yaşama ki bilme, öğrenme. 
Bu hayatın çilesini, derdini, yalnızlığını görme diyorlar. 
Yağlı bir urganın ucunda sadece sallan. Sallan ki çıksın ruhun bu fani bedenden. 
Bu fani beden ki 30 yılda en kötüsünü gördü hep. Yeter diyorlar bana. 
Sürekli en kötü, en çirkin, en sevilmez, en yüzüne bakılmaz olma artık diyorlar. 
Hayallerin de yaşama artık; tek gerçek çürüyen bedenin olsun diyorlar. Hiç ama hiç sevilmeden öl diyorlar bana.
Nasıl olsa başına daha güzeli gelmeyecek, gelemeyecek; kurtul diyorlar bana.
Hayatının bu noktasından sonra daha da kötüsü olmayacak. Öl, geber, arkandan ağlayacak insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez diyorlar.
Susturamıyorum kulağımda ki fısıltıları. Durduramıyorum içimde ki yangınları. 
Ağlamanın bile rahatlatıcı bir etkisi kalmadı artık. O kadar çok ağladım ki utanmıyorum bile artık. Gözyaşlarımın akışına mani olamıyorum. Yerçekimi bile ağlıyor gözyaşlarımı aşağı indirmekten. 
Bu kadar da kötü bir insan değilim aslında. Bu kadar yalnız kalmamın başka bir sebebi olmalı. Bu kadar nefret edilmemin, bu kadar çaresizliğin bir adı, bir anlamı olmalı. 
Olur ya bu gece belki de cesaret ederim yağlı urganı geçirmeye boynuma. Ölür gidersem dersiniz; 
Bir edebi vardı. Yalnızlığını yazılarında, yalın olamayışını şarap şişlerinin, kadehlerinin dibinde aradı durdu. Sonunda geçirdi urganı boynuna. Yumdu gözlerini hayata. Üzülmüyorum bu zavallı fani için. Ancak gülerim bu kadar kolay bir vazgeçişe...
2 notes · View notes
fikirless · 2 years
Video
youtube
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz. Ne varsa hesabı öder gideriz. Yalanı doğruyu sezer gideriz. Kalacak bir türkü söyler gideriz. Anlamlı güzeli sever gideriz.
2 notes · View notes
menemennpastirma · 2 months
Video
youtube
Pera - Gecenin En Güzeli (Lyric Video)
Sözleri: Işıltılı bir gece gibi geldin bana Ay tepemde yıldızım sen Bir bilebilsen bir görebilsen İçimdeki tutkuyla yakarım ateşi
Bir zehirdi aşk ve dolaşırdı tüm damarlarımda Öpsen sana da geçer kaynağı bak dudakların Kırmızı elbisenle ve ben birazcık müsadenle Affet beni sevgilim öldüm senin o gözlerinde
Sen gecenin en güzeli Ben ödedim her bedeli Dudağına şarap olurum Yudum yudum iç beni
Biz senle ben ikimiz Bu gecenin rengiyiz Teslimim sana aşk bunun adı ve sevişmeliyiz
Işıltılı bir gece gibi geldin bana Ay tepemde yıldızım sen Bir bilebilsen bir görebilsen İçimdeki tutkuyla yakarım ateşi
Dans eder gece teninde gizlice bir elbise Bense hep seni izlerim dudağımda izlerin Düşmanım saatlere çünkü zaman dursun isterim Affet beni sevgilim ipi koptu tüm hislerin
Sen gecenin en güzeli Ben ödedim her bedeli Dudağına şarap olurum Yudum yudum iç beni
Biz senle ben ikimiz Gecenin rengiyiz Teslimim sana aşk bunun adı ve sevişmeliyiz
Söz-Müzik: Gökhan Mandır
#müzik #şarkı #rock #türkçerock #Pera #GeceninEnGüzeli
Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=Jkx3Tp8GpL4
0 notes
srdnm · 1 year
Text
Aydın Boysan’dan
Neymiş efendim.. Atatürk rakı içiyormuş. Aslandı o, aslan… Aslan sütü içecek tabii. Hadi siz “dönülmez akşamın ufkundayız” diye ince ince başlayın, ben de size yıllar önce yazdığım yazıyı anlatayım… İçki yasaklanabilir. Bence mahzuru yok. Ama rakı asla… Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında “içki” değildir rakı. Yurt sevgisidir örneğin… İki tek attın mı, “n’olacak bu memleketin hali?” diye endişelenmezsin aksi olsa! Tıp bazen çaresizdir… O ilaçtır. Gurbete bile iyi gelir. Kontörsüz muhabbettir. Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir. Kahkahadır. Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden hard disk’tir. Botoks’tur bir nevi. En kaknemi bile bir başka görünür gözüne… Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır. İçilir, güzelleşilir. Herkesin gençlik hatası olabilir… Bira içersin.Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin . Amerika’da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler’de TIR parası ödersin, ayrı… Kürkçü dükkánıdır. Döner dolaşır, gelirsin. Orhan Gencebay’dır. Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın… Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin… İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır. Tatlıses’tir. Realite’dir. Çocuktur, ağlarsın. Hele beyaz peynir ve kavun olursa sağında solunda… Örgüttür. PRK… Ama bölücü değil, birleştirici örgüt. Türk’ü de içer, Kürt’ü de, Laz’ı da, Çerkez’i de. Sor bak, Ermeni’si de, Rum’u da, Yahudi’si de. AB’cidir… Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs’ı veresin gelir! Madem gıcıksın rakıya… Neden balık avlıyorsun o zaman kardeşim? Şerbetle mi yiyeceksin lüferi? Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin… İnek miyiz biz? Yanlış şiir okuyorsun… Hapse giriyorsun. (Üstüne, yanlış şair okuyorsun…) Oku bak… Ne diyor dünya güzeli Orhan Veli: Şiir yazıyorum Şiir yazıp eskiler alıyorum Eskiler verip musikiler alıyorum Bir de rakı şişesinde balık olsam… Aydın Boysan
0 notes
 Kediler bazen şarap ısmarlar mı? Kesinlikle evet.. Haziran ayının başları, klasik yürüyüşlerimden bir tanesi, garip de yürüyor olabilirim tabii o sıralar. Etrafıma bakarak yürümeyi severim, bu daha çok çevredeki insan dışındaki varlıkları gözlemlemekle alakalı olur. Bazen karşıdan karşıya geçen bir kediye gözlerimle refakat ederim, ona bir şey olmasın diye, bazen bir köpeğin patilerinin ritmine bakarım, korkuyor mu, kaçıyor mu, anlayabilmek için. Hatta karanlıktaki büyük bir taşı köpek sanıp yanımdakini bile buna inandırabilirim.  Bu yürüyüşün devamında güzeller güzeli bir kedi, gümüşten bir perde giymiş gibi tüyleri, yorgun ama sıcaklık içeren bakışları, yazın gelmesi nedeniyle incelmiş bir kuyruğuyla orada duruyor. Sanki beni tanıyormuş da miyavlayarak selamlıyor, yanına gidiyorum. Biraz daha peşinden yürütüyor beni, gel güzelim mama bırakayım sana diye yaklaştıkça, beni bir yere çekiyor. O da nesi, yerde duran bir banknot! Kediye teşekkür ediyorum, bir kısmıyla şarap alıyorum, bir kısmıyla da görüşmeyi çok istediğim biri var, yanına cebimde parasız gitmeyeyim bari diye saklıyorum. 
Devamındaki günlerde dünyanın en kısa korku hikayesine nazire yapan bir aşk hikayesi başlıyor. Çok güzelsin diyorum, tutkumu, hissimi, onu nasıl da sevmeye başladığımı söylüyorum, adeta sorgulanan bir şüpheli olduğumu o sırada unutarak. İri ve güzel dişleriyle birkaç kez olumlanıyor bu hislerim ama zihninin tepesinde beliren karikatür balonunda yazanları okuyabiliyorum. " öfff yavşak ya, entel ...cı, tam meriç abi adam yeaaa" havada uçuşuyor. Trajikomik bir karikatürün içindeki sorgulanmam biterek, trajedi hissinin içine düşüveriyorum tekrardan.
Gümüş perdeli kediyi tekrar görüyorum, ona korkularımdan bahsediyorum, bugüne dek böyle hissettiğim hiçbir kadını fiziken  başkasıyla yanyana görmediğimi, sadece duyduğumu, bildiğimi, şehrin gürültüsünün beni ucuz bir kır pidesi gibi kemirdiğini, korkumun yarattığı terlemenin zift gibi bir çaya dönüştüğünü. Göğüs kafesimde perçinlenen bir beden küçük ayakkabı giymiş hissini.... Zavallım da oturmuş beni dinliyor, belki insafa gelir diye, kedi yürümesiyle ona çok uzaktaki bir parkta karnı tıraşlanmış sarışın bir kediden bahsedip,  " bi şarap parası versene be abla " diyorum. " bırak aslanım içkiyi, abla da neymiş, erkeğim lan ben" diyor . Gülüşmeye başlıyoruz, olan her şeyin saçmalığına, anlamsızlığına, karikatürden fırlama tutku karşılıksızlıklarına. Şaka yapmıştır değil mi, diye soruyorum, gidiyor kuyruğunun ahengiyle.
Kediler bazen sana gerçekten şarap ısmarlar, şaka yapmıyorum, ya da şaka yapıyorum ya....
1 note · View note
denizeyuruyen · 2 years
Text
Tumblr media
"Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden" ................
"İster istemez aşkları hatırlatır Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş Şimdi de var biliyorum Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli"
Hiçbir şey umurumda değil diyorum Aşktan ve umuttan başka Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.
Biliyorum gemiler götüremez Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini Örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi Geyikli gecenin karanlığında" ................ "Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında Büyük otellerin önünde garipsiyorduk Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte..."
- Turgut Uyar - Geyikli Gece
13 notes · View notes
delfua · 4 months
Text
Doğru hikayedeki yalnış belkide bizdik? Belki biz yalnışızdır.
58 notes · View notes
enderinlere · 3 years
Photo
Tumblr media
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta Her şey naylondandı o kadar Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı. Ama geyikli geceyi bulmadan önce Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz Yeşil ve yabani uzak ormanlarda Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan Hepimizi vakitten kurtaracak               Bir yandan, toprağı sürdük               Bir yandan kaybolduk               Gladyatörlerden ve dişlilerden               Ve büyük şehirlerden               Gizleyerek yahut döğüşerek Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
              Geyikli gecenin arkası ağaç               Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü               Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı
İster istemez aşkları hatırlatır Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş Şimdi de var biliyorum Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum Aşktan ve umuttan başka Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.
Biliyorum gemiler götüremez Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini Örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak Gümüş semaverleri ve eski şeyleri Salt yadsımak için sevmiyorduk Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz Ne iyiydik ne kötüydük Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi Bir bilseniz avuçlarmız terlerdi heyecandan Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında Büyük otellerin önünde garipsiyorduk Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk Yahut bir adam bıçaklasak Yahut sokaklara tükürsek Ama en iyisi çeker giderdik Gider geyikli gecede uyurduk
              Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede               İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı               Sultan hançerIeri gibi ayışığında               Bir yanında üstüste üstüste kayalar               Öbür yanında ben
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım Eskimiş şeylerle avunamıyoruz Domino taşları ve soğuk ikindiler Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık Gölgemiz tortop ayakucumuzda Sevinsek de sonunu biliyoruz Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum İyice kurulamıyorum saçlarını Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
              Halbuki geyikli gece ormanda               Keskin mavi ve hışırtılı               Geyikli geceye geçiyorum
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
25 notes · View notes
menekse12340 · 3 years
Text
Tumblr media
Saman Sarısı / Nazım Hikmet
ı
Seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
kar içindeydi
ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
peronda benden başka da kimseler yoktu
durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
perdesi aralıktı
genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
kırmızı dolgun duduklarıysa şımarık ve somurtkandı
üst ranzada uyuyanı göremedim
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
baktım arkasından
üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Biristol Oteli'nde
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
oysa karyolam tahtaydı dardı
genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ak boynu uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
oysa karyolası tahtaydı dardı
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
oysa karyolalar tahtaydı dardı
iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
asansör bozulmuş yine
aynaların içinde iniyorum merdivenleri
belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde
kederli bir gül açıldı ağır ağır
Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti
yudum yudum şehirlerimizin hasretini
iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
çıktılar önüme ansızın
oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören
olmadı
bir mangaydılar
kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
kolları kollarında gamalı haç işaretleri
elleri ellerinde otomatikleri vardı
omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
hatta yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
yürüdük
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
gözlerinden belli diyemem
başları yok ki gözleri olsun
korktukları hem de hayvanca korktukları belli
belli çizmelerinden
korku belli olur mu çizmelerden
oluyordu onlarınki
korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar
hatta Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun
saçlarından sicim
ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin
içinde sıcak bir fırancala gibi
vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
girdim büyük salona genç bir kadınla
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler
bebekevlerindeki gibi
ve sen bundan dolayı
bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
ak boynun uzundu yuvarlaktı
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın
arasında
onu oraya sen koydun
bir taş kuyunun dibindeki suydu
bakıyorum eğilip
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi
diyemem tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama
kendisi vardı
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakıt hızla akıyordu geriye doğru
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
ardımızdan koşuyordu önümüze
Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra
batıra dolaşıyor
bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında
rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle
vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan
borazan gece yarısını çaldı.
Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
borazan iç rahatlığıyla öldü
ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden
öldürülmenin acısını düşündüm
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir
vapur iskelesi gibi arkada kaldı
seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
yağmurlar içindeydi Pırağ
Bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
kapağını açtım
içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
yağmurlar içindeydi Pırağ
sen yoksun
uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
üst ranza bomboş
sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yal-
nızlıkta on kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için
Lejyonerler Köprüsü'nden martılara ekmek atıyor
gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
her lokmayı
vakıtları yakalamak istiyorum
parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
üst ranzada uyuyanı göremedim
ben değilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza boş
Moskova'ydı üst ranzadaki belki
duman basmış Leh toprağını
Birest'i de basmış
iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden
geçiyorlar
Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
garson kız tanıdı beni
iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
garda genç bir kadın beni karşıladı
beli karınca belinden ince
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
tuttum elinden yürüdük
yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
o yıl erken gelmişti bahar
o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın
seni oysa ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda eli-
nin sıcaklığını senin sonra elinin yumuşak ağırlığını yitir-
dim avucumda sonra elini
ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı
çoktan
ama yine de ansızın yitirdim seni
asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine
yoksun
bulvarlar karlı
seninkiler yok ayak izleri arasında
botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini bir de tanırım
milisyonerlere sordum
görmediniz mi
eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
elleri gümü�� şamdanlarda mumlardır
milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyorlar
görmedik
İstanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında
üç mavna
gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına
seslenemedim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki se-
simi duyamazdı yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri
de kopuktu
seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
görmedik
girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün
kuyruklara
ve yalnız kadınlara soruyorum
yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var
ama onlardan bana ne
güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
görmediniz mi
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
11 notes · View notes
nichstp · 3 years
Text
hey, bu ortamın ilk Türk roleplay ortamına özel bir tanıtım yapmasam içimde kalırdı.
Tumblr media Tumblr media
tam ismim nicholas vicente giovanni, otuz altı yaşındayım ve iki bücür abisiyim. yaklaşık on yıldır aynı şirkette elektrik elektronik mühendisi olarak çalışıyorum, baş mühendis sayılabilecek bir konuma geleli de üç yıl oluyor. profesyonel yüzücüyüm aynı zamanda, paten kaymayı da epey severim. üçüncü bir hobi olarak victoria ve victor aka #2 ve #3'ü sıklıkla rahatsız eder ve bulaşırım. babamın ikinci evliliğinin en güzel yanı olan bu ikiliyi sevsem de söyleyemiyorum, iki sevgiye tepeme çıkıyorlar.
Tumblr media Tumblr media
#2 ve #3 demişken, huzurlarınızda giovanni ailesinin kalan üyeleri. lawrence victor giovanni ve lilitu victoria giovanni. genetik olarak hiçbir benzerliğimiz yok denilebilir, sadece uzun boy, karizmatik güzellik genlerimiz ortak. kendileri gibi sarı-mavi annelerine çekmiş bu ikisi, ben de kendi siyahi güzeli anneme çektiğim için tuhaf bir uyumumuz var. victor'la 12 victoria'yla 13,5 yaş olduğu için aramızda beni dede ve eski kafa görüyorlar ama unuttukları bir şey var ki şarap gibi adamım, yıllandıkça güzelleşiyorum. [ @viceovanni ve @lil.ill.lili ]
────────────
Tumblr media Tumblr media
gördüğünüz fotoğraflar hayatımın iki buçuk yılını en güzel şekilde yaşamamı sağlayan ve her anını güzelleştiren kadına ait. benimle ilgili en çok bilinmesini istediğim şey de onunla olan ilişkim. hayatımın boka battı dediğim döneminde tanıştığım ezra'yla şimdi evlilik yoluna doğru sağlam adımlarla ilerliyoruz; teklifi ettim bile. 😌😉
şaka maka bir yana, yaşadığımız ilişkinin her bir zorluğu, atlattığımız sıkıntılı onca günün ardından oturup düşününce birbirimizden vazgeçmeyerek en doğrusunu yaptığımıza kanaat getiriyorum. şimdilerde en büyük sıkıntımız sürekli ev alışverişi. -aslında bu benim sıkıntım çünkü yaklaşık 10 saatlik yoğun iş temposunun ardından saatlerce mağaza gezmek beni bitiriyor.- bunun sonunda eğer ev güzel olmazsa evi terk etmeyi ve çöp konteynerine yerleşmeyi düşünüyorum. şaka, ezra'nın olduğu bir yerin kötü olma şansı yok. [ @vetitumcara ]
öyle böyle derken kendimizi tanıtmış olduk, buradan arkadaşlarıma selam -halka sesleniş- yeni gelenlere merhaba, hoş geldin karşılaması gönderiyorum. kendinize iyi bakın.
not: hayatım boyunca şu intromsu yazı işlerini yapamadım, introda bahsedecek şey aklıma gelmiyor. tanıtımın da kurgusu olmadığı için mecbur kaldık, rezilliğinin kusuruna bakmayın.
16 notes · View notes
ardor-mohr · 3 years
Text
“İyi bir şarapla alelade bir şarap arasındaki farkı [yani güzeli, hazzı] bomboş bir mideyle hissedemezsiniz.”
— John Berger, Zamanımızın Bir Ressamı (1958)
9 notes · View notes
muteriz · 3 years
Note
Geyikli Gece
Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.
Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
Yeşil ve yabanî uzak ormanlarda
Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
Hepimizi vakitten kurtaracak
Bir yandan toprağı sürdük
Bir yandan kaybolduk
Glâdyatörlerden ve dişlilerden
Ve büyük şehirlerden
Gizleyerek yahut döğüşerek
Geyikli geceyi kurtardık
Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
        "Geyikli gecenin arkası ağaç
          Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
          Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı"
İster istemez aşkları hatırlatır
Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
Şimdi de var biliyorum
Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.
Biliyorum gemiler götüremez
Neonlar ve teoriler ısıtamaz yanını yöresini
Örneğin Manastır'da oturur içerdik iki kişi
Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
Geyikli gecenin karanlığında
Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
Salt yadsımak için sevmiyorduk
Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
Ne iyiydik ne kötüydük
Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı
Ama ne varsa geyikli gecede idi
Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
Yahut bir adam bıçaklasak
Yahut sokaklara tükürsek
Ama en iyisi çeker giderdik
Gider geyikli gecede uyurduk
        "Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
          İmdat ateşleri gibi ürkek telâşlı
          Sultan hançerleri gibi ayışığında
          Bir yanında üstüste üstüste kayalar
          Öbür yanında ben"
Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
Domino taşları ve soğuk ikindiler
Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
Gölgemiz tortop ayakucumuzda
Sevinsek de sonunu biliyoruz
Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
İyice kurulamıyorum saçlarını
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
        "Halbuki geyikli gece ormanda
          Keskin mavi ve hışırtılı
          Geyikli geceye geçiyorum"
Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. #arkadaşına ve sana armağan ediyorum #sahir
Çok teşekkür ederim, ederiz. Atilla İlhan bırakıyorum ben de o zaman :
Attila İlhan – Ben Seni Neden mi Sevdim
Ben Seni Neden Mi Sevdim?
Ben seni bir okyanusun derinliğinde buldum da sevdim
Parlak bir inciydin benim için
Paha biçilmez bir inci
Ben seni soğuk ve yağmurlu bir günde
Seni düşünürken gülüşündeki sıcaklığın içime dolup ta
Beni sardığı bir anda sevdim
Seni sadece selvi boyun, siyah saçların ya da kara gözlerin
Güzel bir yüzün var diye değil
Fikirlerinle, konuşmandaki güzelliğin ve benim o kor halde yanan yüreğimle sevdim
Ben seni derinden ve hissederek sevdim
Her kalp atışımda vücudumun dört bir köşesine yayıldığını
Beni sardığını her nefes alışımda ciğerlerime işlediğini bilerek sevdim
Seni kış gecelerinin o soğuk yatağında birlikte uyuyup beni ısıttığın
Yaz sıcağında uyuyamayıp sıkıntılarım olduğun
Ve rüyalarımda buluştuğumuz gecelerde sevdim
Seni ellerinden tutup kanımın kaynadığı
Kalbimin yerinden fırlayacağını hissettiğim anlarda
O ıslak dudaklarınla beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim
Ben seni o sensiz anlardaki boş ve değersiz geçen dakikalarda
Kayıp zamanlarımızda, seni arayıp bulamadığım
Çaresizlik içinde olduğum, içki sofralarını dost bildiğim anlarda sevdim
Sen ne kadar uzak olsan da,
Aramızdaki kilometreler nasıl çoksa
Ben de seni o kadar yoğun ve o denli çok sevdim
Seni kalbimde yanan ateşin ile
Zihnimde oluşan hayallerin o ay parçası çehrenle
Bana derinden bakan o gözlerindeki ışıltıyı göreceğim anları beklerken
Kalbimin yanıp tutuştuğu anlarda
Gelip bu ateşi alevlendirerek
Bana sarılarak beni sevdiğini söyleyeceğin anları düşünerek sevdim
Korkuyorum!
Hak ettiğin mutluluğu sana verememekten korkuyorum.
Seni beni sevdiğinden fazla sevememekten korkuyorum.
Senin sevgine layık olduktan sonra başkaları tarafından o sevgiyi kaybetmekten korkuyorum.
Seni kazanayım derken kaybetmekten korkuyorum.
Aramızdaki maneviyat haricindeki uçurumlardan korkuyorum.
Senin kalbini daha fazla kırmaktan korkuyorum.
O temiz ve masum göz yaşlarını daha fazla akıtmaktan korkuyorum.
Evet korkuyorum;
seni kaybetmekten, seni daha fazla üzmekten …
Sana kendimi ifade edememekten korkuyorum.
Ya da yanlış anlaşılmaktan korkuyorum.
Uçurumun kenarında yalnız kalmaktan korkuyorum.
Dostluğuna doyamadan ulu orta yalnız kalmaktan korkuyorum.
Yüreğimdeki o ince sızının bir gün çoğalmasından ve beni sarmasından korkuyorum.
Sevgi denen güzelliğinin bir gün beni terk etmesinden korkuyorum.
Dostluğun ölüp yerine nefretin yeşermesinden korkuyorum.
Korkuyorum evet;
seni kaybetmekten ve seni daha fazla üzmekten…
Bir çiçek misali ne ellemeye ne de koparmaya kıyamıyorum uzaktan seyrediyorum çünkü;
Seni daha fazla incitmekten korkuyorum.
Ömründe yaşadığın mutluluğu huzuru sana yaşatamamaktan korkuyorum.
Sana kalbimden fazlasını verememekten korkuyorum.
Sonunda sana gözyaşından başka bir şey bırakamamaktan korkuyorum.
Seni sevmekten değil;
dostluğunu suistimal etmekten,
Seni kaybetmekten ve değerini bilememekten ve Yüce Rabbime hesap verememekten korkuyorum.
Belki de çok fazla korkuyorum …
ÇÜNKÜ; BEN İLK DEFA SEVİYORUM…
5 notes · View notes
wubih · 3 years
Text
Yaş atmışı geçti,
Beyazlar baskın çıktı siyahlara saçlarımda.
Gözler de seçemiyor eskisi gibi güzeli çirkini.
Yani kısacası cancağızım,
Yolculuğa çıkma vaktidir şimdi.
Eski dostları, eski aşkları ziyaret etme vakti...
Atlayıp gideceksin şimdi mesela Agora meyhanesine...
Ya da ne bileyim Yedikule'deki Safa'nın yerine...
Açtıracaksın bir Klüp rakısı.
İlla ki vardır haydarisi, barbunyası, salatası...
Kalmadıysa da söylersin Ruhi bey'e...
Yaptırır mezeci Ekrem'e bir İzmir fava'sı...
Eee, dedim ya yaş atmışı geçti.
Vedalaşma vaktidir şimdi,
Ufak ufak toplanma vakti...
Ne diyeyim; selam olsun sevenlere sevilenlere...
Helâl olsun kalanlara, gelenlere...
Hatta, aşkolsun siktirip gidenlere...
Yapmadıklarını yapacaksın bu saatten sonra...
Bir kedi alacaksın damdan meselâ,
Ya da ne bileyim, sokaktan çelimsiz bir köpek...
Mutlu olacaksın işte onlarla...
Birinin adını Limon koyarsın...
Diğerininkini Tutku...
Ha, en önemlisi ne biliyormusun ihtiyar...?
Olacak o gönlün hem şen, hem bahtiyar...
Hatta açacaksın her gece bir şişe şarap...
Kalmayacak kalbinde zerre gam zerre keder...
Dedim ya, yaş atmışı geçti,
At vitesi boşa, sal arabayı yokuşa...
Bak bir nasihatım var hem sana, hem bana...
Dinlermisin, artık bu senin bileceğin mesele...
Ama kulak ver şu serseri abine...
Hayat hoş gerisi boş, hiç bir şeyi atma içine...
Gömüldü o yaşananlar kavak ağacının dibine...
Sakın kahretme!..
Nerde sevdiklerim, hani sevenler deme kendi kendine...
Yaş atmışı geçti,
Yolculuğa çıkma vaktidir şimdi...
Yapamadıklarını yapma vakti...
Hadi koy çantana pişmanlıklarını, hatalarını...
Yap yeniden aynı aptallıklarını...
Dert değil, benzemesin hiç biri birbirine...
Ama öyle bir yaşa ki...
İnadına yaşa ki...
Vazgeç meselâ paradan puldan...
Vazgeç, şöhretten şandan...
Yani kimse demesin giderayak arkandan...
Yahu bu ne kibirli, bu ne mal bir adam...
Adnan Sökmen
6 notes · View notes