Tumgik
semizotukultur · 4 years
Text
GÖMÜLÜ DEV
Gömülü Dev, Öksüzlüğümüz'ün Britanya'da geçen, metaforlarla dolu bir versiyonu olarak görülebilir. Unutuşun üzerinden geçen onca yıldan sonra uzun sürecek bir arayışın başlaması, yolda karşılaşılan insanların anlatıyı derinleştirmesi, belirsizliklerin yavaş yavaş kaybolması ve hikâyenin finalde tamamlanması gibi ögeler Ishiguro'nun sevdiği işler zaten, bu metni farklı kılan şey, hikâyenin Romalıların geri çekilmelerinin az ertesinde, Britanya'nın efsanelerle dolu fantastik bir çağında geçmesi. Romanı bir fantazyaya çevirmiyor bu, günümüzde anlatılacak bir hikâyeyi söylencelerle besleyerek daha büyülü, heyecan verici bir hale getiriyor. Açıkçası şimdinin sönük insanlarının yerine Sir Gawain'in yaptıklarını okumak, Merlin'den bahsedilen bölümlerde heyecandan şöyle bir titremek çok daha keyifli. Çünkü Merlin -Taliesin olanı, bard- büyük bir büyücüdür, metinde de ara sıra bahsi geçecek Lord Arthur'un has hocasıdır. Yuvarlak Masa Şövalyeleri, Avalon ve bir iki yerde ortaya çıkan Kharonvari kayıkçı derken kaptırır giderdim ama bu bir fantastik metin değil, bir Ishiguro metni, Ishiguro da kurmacanın retoriği konusunda çok yetkili bir abi olduğu için şirazeyi kaydırmıyor, fantazyayla asıl meselesini tam dengede tutuyor. Dahi iddia edeceğim; Ishiguro okumaya başlamak için en uygun metin budur.
Tarih bilmek gerekiyor biraz, dönem hakkında biraz bilgi vereyim. Romalılar dev bir duvar örmelerine rağmen akınlara engel olamayınca, barbar kabileler de merkezlerini iyiden iyiye tehdit etmeye başlayınca adayı bırakıp geri dönüyorlar. Britonlar, efsanevi liderleri Kral Arthur'un da yardımıyla bir müddet egemen güç haline gelseler de Germenlerin adaya gelmesiyle işler değişiyor, Angllar ve Saksonlar doğu kıyılarında koloniler kuruyor, içerilere doğru ilerledikçe kurdukları köylerle yerlerini sağlamlaştırıyorlar. Sonrasında hakimiyet onlara geçiyor, Normanlar adaya akın üstüne akın yapana kadar mutlak üstünlük onlarda kalıyor. Saksonların giderek çoğalıp Britonları alt edecekleri zamanın biraz öncesinde kuruyor anlatısını Ishiguro, Norveçlilerin bahsi az çok geçiyor gerçi. Bu noktayı merak ettim; o zamanlar gerçekten de "Norveçliler" olarak mı adlandırılıyorlardı, yoksa çevirmenin tercihi mi acaba? Orijinal metne bakmak lazım, Ishiguro'nun sağlam bir araştırma yaptıktan sonra metnini yazmaya başladığını düşünüyorum. Söylencelere de hakim olduğunu sanıyorum, Keltlerin doğaüstü varlıkları pek ortalarda gözükmüyor ama elde bir ejderha var, insan yiyen devler var, dev köpekler var. Adanın folkloru çok zengin, Ishiguro bu zenginliği sislerin arasına müthiş gizlemiş. Sisi bir metafor olarak değerlendirirsek unutuşun izi olarak görürüz, gerçeklik olarak gördüğümüzde olağanüstünü saklamak için kusursuz bir perde olarak yayıldığını anlarız. Şöyle bir mekan, tek bir alıntıyla fikir vermeye çalışacağım: "Irmaklarla bataklıkların üzeri, bu topraklarda hâlâ varlığını sürdüren yamyam devlerin ekmeğine yağ süren dondurucu sislerle kaplıydı." (s. 7) Anlatının böyle bir atmosferde kurulacağını anlarız, sonrasında Axl ve Beatrice çıkar ortaya. Yaşlı bir çift. Yaşadıkları köyde pek rahat değiller, kullandıkları eşyaların mülkiyetleri topluluğa ait olduğu için geceleri mumsuz kalıyorlar, mum yakmalarına izin verilmiyor. Daha da kötüsü, geçmişi unutmaya başlıyorlar. Çocuk sahibi olup olmadıklarını bile unutacak noktaya geldikleri zaman tek oğullarını görmek üzere yola çıkmaya karar veriyorlar. Oğlan uzakta, bir iki günlük yolculuk kadar. Yaşlı olmalarına rağmen, yaşadıkları topluluğun da unutma salgınına yakalandığını gördükleri zaman vakit kaybetmeden yola düşüyorlar. Kendi tarihlerine de bir yolculuk bu; eğer Ishiguro'nun karanlık noktalarını yavaş yavaş aydınlatmasına aşinaysak başta anlamsız gelen bazı diyalogları, ayrıntıları aklımızda tutup parçalar yerine oturdukça yerli yerine koyuyoruz. Dolayısıyla yavaş yavaş belirmeye başlayan geçmiş, bahsettiğim bağımsız parçaları da içine alacak şekilde genişliyor, yolculuk boyunca bu genişlemenin gösterdiklerini iyi takip etmeliyiz.
Beatrice'in bildiği bir Saxon köyünde geceleyecekler, sonraki gün dağlardaki bir manastırda geceleyecekler, sonrasında oğullarına kavuşmak için bir kayığa binecekler. Plan bu, yolda karşılaştıkları insanlar ana hatları bozmasa da yolculuğu oldukça heyecanlı bir hale getiriyor. Öncelikle dişi ejderha Querig yüzünden unutuş dalgasının giderek yayıldığını öğreniyorlar, bir lanet gibi çökmüş bu mahluk. Sonrasında bir dev tarafından ısırılan Edwin ve onun koruyucusu, sıkı bir savaşçı olan Sakson Wistan çıkıyor ortaya. Bu iki karakterin belirmesiyle birlikte Briton-Sakson savaşı, sonradan edinilen kimliklerin değişimi gibi konular, Ishiguro'nun özellikle üzerinde durduğu düşünsel temeller çıkıyor ortaya. Wistan, Britonlar tarafından büyütülmüş olsa da geçmişteki katliamları bir türlü unutamıyor, ejderhaya rağmen. Sir Gawain dahil olmak üzere kendine yer bulan bütün ana karakterlerin geçmişte dost veya düşman olarak karşılaşmışlıkları var, yeri gelince birlikte kılıç sallayıp yeri gelince birbirlerine kılıç çeken bu insanlar, yolculuk boyunca yavaş yavaş anımsamanın büyüsü altına giriyorlar ve yoldaşlıkları kimliklerine yeniliyor, geçmişin savaşları bireysel olarak canlanıyor. "Ishiguro Belirsizliği" diye bir şey üfüreceğim; bu belirsizlik sırıtmaz. Gizlenmez de, sadece hemen anlam veremediğimiz bir anlatı parçasıdır. İyi bir okursak aydınlık halini sezdirir. Ve her zaman, istisnasız bir şekilde, çözüleceğini belli etmeden çözülür. Ishiguro'nun pek çok niteliğini sayabiliriz; o çağın karakterlerini müthiş bir gerçekçilikle konuşturur, son derece uygun sıfatlar ve hitaplar kullanır, uzamı son derece sade bir şekilde kurar, bir sürü şey söylenebilir ama bu belirsizlik olayı bence onun zirve noktasıdır. Diyeceğim ki pek az örnek vardır böylesi kusursuz çözülen ve etkileyen. Axl'la Beatrice'in çocuğu örneğin, okursanız anlarsınız, böylesi etkileyici bir hatırlama -okur için etkilenme diyebiliriz- zor bulunur.
Tanrı'nın işlevinin sorgulanması da önemli bir yer tutuyor, o zamanın mitleşmemiş dini konusunda soru işaretleri daha az olmasına rağmen daha vurgulu. Dönemin insanının daha materyalist olmasına bağlayabiliriz, özellikle savaşın içinden gelenlerin kötülüğü engelleyemeyen bir Tanrı'nın bir kenara atılmaya değer olduğunu söylemeleri son derece anlaşılır. Bir de şey, yine çeviriden kaynaklı olup olmadığını bilmiyorum ama anlatıcı ara sıra kendini gösteriyor, "Bizim köylüler" diyor mesela. Nasıl anlatıyorsun acaba, serbest dolaylı mısın? Sen bir köylü müsün, yoksa anlattığın için bize tanıdık geldikleri için, kendini de bizden/okurdan saydığın için mi öyle diyorsun? Bu bir, ikincisi de bir meyhaneden mi, kafeden mi ne bahsedilirken -kafe diyelim- mekanın "çağdaş" kafeler gibi olmadığı söyleniyor. Çağdaş kafe? Anlatıcıyı o zamanın insanı olarak görsem çağdaş kafeler gözümde canlanmayacak, çünkü o zamanın kafeleri hakkında hiçbir fikrim yok. Eh, günümüzün kafelerinden bahsettiğini hiç düşünmüyorum zaten.
Gevezelik bir yana, sanırım Ishiguro'nun en tuttuğum metni bu oldu. Birincisi, unutuşun hem bir nimet, hem bir lanet olarak farklı biçimlerde belirmesi. İkisi zaman zaman birbirine dönüşebiliyor. Bu dönüşümü Briton-Sakson mücadelesine uyarlarsak, bizdeki Doğu-Batı meselesine denk gelecek biçimde düşünebiliriz, aslında birbirine dönüşebilen, en azından anlaşılabilecek biçimde düşünülebilen ögelerin arasındaki mücadeleyi ortadan kaldırmanın ve tekrar ortaya çıkarmanın insana bağlı olduğunu görürüz. Ejderha gibi bir korku kaynağının sadece korktuğumuz için o şekilde algılandığını düşünebiliriz, bana bu anlatıda insanlara verilmiş bir hediye gibi geldi ejderha. İyileşmek için unutmak istiyoruz ama unutmanın sınırları kesin olmadığı için unutmak istediklerimizin yanında unutmak istemediklerimiz de gidiyor. Gitsinler. Bunlar elleriyse bunlar da gitsin. Cendrars en güzelini söylüyor; evini bırakıp yola düş, eşini bırak, çocuğunu bırak, sadece git.
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ
"Diploman var mı, okul diploman?" dedi. "Yok, dedim, okula gidemedim." "Hmmmm, demek diploman yok... Öyleyse sana yüksek bir iş vereceğiz..." dedi.
Öyle deme arkadaş, bizden beterleri de var. Hani herif idama götürülürken biri, " Üzülme arkadaş, beterin beteri var! " demiş de, idama giden de "Ulan bundan beteri olur mu?" deyince öbürü, "Olur," demiş, " seni asmaya götürüyorlar yine, senden önce birini kazığa oturtmuşlardı. " Beterin beteri vardır.
Hırsızlıkta, hırsızdan hırsızlanmak yoktu. Bu yüzden hırsızlar için en güvenilir yer hırsızların topluca bulundukları yerdi. Nasıl olurdu da, namuslu olan bir hırsız, başka bir hırsızın malını, parasını çalar! Olamaz! Dünya'nın sonumu geldi ne?
Hatta vali bile olmak için, hatta elçi bile olmak için diploma gerekmez de, mahalle bekçisi olmaya kalksan diploma ister.
''okula gideceksem, yaşamıyorum. askere alacaklarsa, yaşıyorum. nüfus kağıdı istersem, yaşamıyorum. vergi alacaklarsa, yaşıyorum. iş ararsam, yaşamıyorum. ceza keseceklerse, yaşıyorum. dava açarsam, yaşamıyorum. tımarhaneye kapatacaklarsa, yaşıyorum. evleneceksem, yaşamıyorum. ama şimdi bir casusla içli dışlı olduğum duyulursa, yaşıyorsun der de asarlar.''
Rahmetli babam, "Aman oğlum, bir şeyi bedava dediler mi aman alma sakın, oradan kaç... Bedeline almaktan çok daha pahalıya gelir!" derdi.
Dayanamayıp sövmek istedin de söveceğin yere sövmek suç olacaksa o zaman feleğe söveceksin. İşini bilen halkımız böyle yapar demişti. Çünkü feleğe sövmenin ceza kanununda maddesi yoktur.
1 note · View note
semizotukultur · 4 years
Text
AZİZ NESİN
Mehmet Nusret Nesin (20 Aralık 1915, Heybeliada - 6 Temmuz 1995, Alaçatı), bilinen adıyla Aziz Nesin, kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok yapıtı bulunan Türk mizah yazarı.
UNESCO'nun yayınladığı Index Translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasına göre Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlar arasında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nâzım Hikmet'in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazar konumundadır.[2] Yazar 59. Hükumeti tarafından hazırlanan 100 Türk Edebiyatçısı listesinde de yer almaktadır.
Çocukluğu
Aziz Nesin, 20 Aralık 1915'te Heybeliada'da doğdu. Babası Abdülaziz Bey Giresun'un Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ocaktaşı köyünden gelerek İstanbul'a yerleşti ve bahçıvanlık yaparak geçimini sağladı.[3]
Öğrenim hayatı
Aziz Nesin, 1924'te Süleymaniye'deki adı daha sonra İstanbul 7. İlkokulu olarak değiştirilecek olan "Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi'nin 3. sınıfına girdi. İki yıl Darüşşafaka Lisesi'nde okuduktan sonra, 1935'te Kuleli Askeri Lisesi'ni, 1937'de Ankara'da Harp Okulu'nu bitirip teğmen oldu. Son olarak 1939'da Askeri Fen Okulu'nu bitirdi. Bu dönemde bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Bölümü'ne devam etti. Bir röportajında ona bu eğitim hayatının "Fikri takip" dedikleri şeyi getirdiğini belirtmiştir.
Çalışma hayatı
Aziz Nesin, Kara Harp Okulu'nu bitirmesinin ardından asteğmen rütbesiyle orduya katıldı. 1941'den başlayarak II. Dünya Savaşı yıllarında 2 yıl Trakya'da çadırlı ordugâhta görev yaptı. 1942'de Erzurum Müstahkem Mevkii İstihkam Taburu Bölük Komutanlığı'na atandı ve bir bomba kazasında yaralandı. Erzincan'da depremde yıkılmış bir cephaneliğin boşaltılmasıyla görevlendirildi. 1944'te Ankara'da Harp Okulu'nda açılan ilk tank kursuna katıldı. Aynı yıl Zonguldak'ta uçaksavar top mevzileri yaptırmakla da görevlendirildikten sonra üsteğmen rütbesindeyken "görev ve yetkisini kötüye kullandığı" suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırıldı.
Özel hayatı
Aziz Nesin, iki kere evlenmiş, Vedia Nesin ile yaptığı ilk evliliğinden Oya (d. 1940) ve Ateş (d. 1942), Meral Çelen ile yaptığı ikinci evliliğinden ise Hüseyin Ali (d. 1956) ve Ahmet Aziz (d. 1957) adlarında toplam 4 çocuk sahibi olmuştur.
Mizah ve sanat anlayışı
Gazeteci Zeynep Oral'ın Milliyet Sanat Dergisi için yaptığı röportajda, Aziz Nesin; mizahı, sanatçıyı ve sanatını şu şekilde tanımlamaktadır.[4]
«
...Mizah deyince halk yararına işlevi olan görevci mizahı anladığımı baştan söylemeliyim...Beni mizah yazarlığına iten etken, o günkü ortamın koşullarıydı. Kısaca şunu söyleyeyim; genellikle yoksunluk ve yoksulluk, yaşamından gelen bir kızgınlık, öfke, bir hınç alma biçimidir mizah...Her zorluk, her acı çeken ille de mizahçı olmaz elbet, ama bu ağır koşullar kişinin mizahçı yeteneğini geliştirir...Mizahçının yetişmesi için gerekli bireysel koşuldan da anlaşılacağı üzere, mizah, bir yıkıcılıktır. Mizahçı kırgınlıklarını, nefretini, kinini, öfkesini, hıncını, bilinçli bir biçimde gerçekten yıkılması gereken hedefe yöneltebilir ve mizah silahını halk yararına kullanabilirse, bir olumlu yıkıcı olur...Sınıfsal bilinci olan her yazar, ister istemez güdümlü olduğunu, kendi kendini güdümlediğini bilir.Sınıfsal bilince sahip bir yazarı, bir sanatçıyı güdümlü kılmak hiçbir politikacının hiçbir yönetmenin haddi değildir... Sanatın işlevi?...Bu konuda başkalarınınkine uymayan düşünceler içindeyim...Sanatçının kendini, kendi sınıfıyla özdeşleştirmesi koşuluyla, sanatın işlevi, sanatçının kendini dışlaması, varlaması, ortaya koyması demektir. Sınıfıyla özdeşleşmiş olduğundan, kendini anlatırken sınıfını anlatmış olur.
»
Sanat hayatı
Askerlikten uzaklaştırılmasının ardından bir süre bakkallık, muhasiplik gibi işler yaptıktan sonra 1945 yılında Sedat Simavi’nin çıkardığı "Yedigün" dergisine girdi; daha sonra Karagöz gazetesinde de yapacağı gibi redaktörlük ve yazarlık yaptı. Aynı yıllarda profesyonel olarak oyun yazarlığı yaptı ve Tan gazetesinde köşe yazarlığına başladı. 4 Aralık 1946'da bir grup üniversite gencinin Tan gazetesini yakması üzerine, sekiz sayı süren, Cumartesi adlı haftalık magazin dergisini çıkarmaya girişti. Bu dergi denemesi de sonlanınca, Vatan' gazetesinde çalışmaya başladı. Aynı yıl, ilk bağımsız yapıtı olan Parti Kurmak ve Parti Vurmak adlı 16 sayfalık broşürü de yayınlanmıştı.
1946'da Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa mizah gazetesini çıkardı ve büyük ses getirdi. Dergi dönemin politikacılarını ve tiplemelerini sözünü esirgemeden eleştirmeyi bilmiş, tüm baskıların ve defalarca kapatılmasının getirdiği zor koşullara karşın hedeflediği satış rakamlarına ulaşmıştır. Ancak davalar ve suçlamalar dergi yazarlarına epeyi zor dönemler yaşatmıştır. Nitekim yeni adlarla sürdürmeye çalıştıkları "Markopaşa" ekolünün hararetle eleştirdiği Amerikan yardımının Türkiye üzerindeki emellerine değindiği henüz yayınlanmamış olan "Nereye Gidiyoruz?" adlı yazısı nedeniyle; 12 Ağustos 1947'de 10 ay ağır hapis ve 3 ay 10 gün de Bursa'da "emniyet-i umumiye nezareti" altında bulundurulma cezasına çarptırıldı. Yazılarının bulunduğu bazı gazete ve dergileri illegal ya da masraflı olduğu için meslektaşlarıyla birlikte sattı.
Bu yıllarda yazar Kerim Sadi ile ortak bir ev tutarlar.[5] Kerim Sadi'nin ismi Aziz Nesin'in Bir Sürgünün Anıları kitabında sık sık geçmektedir.[6] Aziz Nesin bu eserinde Sadi'nin entelektüel birikimini teslim etmekle birlikte kişiliğini fazlasıyla eleştirmiştir. Nesin'in trajikomik Bursa anılarına göre Kerim Sadi bencil ve kendini beğenmiş bir kişidir.
İkinci kitabı Azizname'yi 1948'de çıkardı. Taşlamalardan oluşan bu kitap için İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. 4 ay tutuklu olarak süren dava sonunda mahkûmiyet almadı; ancak 1949 yılında Birleşik Krallık Prensesi II. Elizabeth, İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı I. Faruk birlikte Ankara'daki elçilikleri aracılığıyla Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na resmen başvurarak, bir yazısında kendilerini aşağıladığı iddiasıyla aleyhine dava açınca 6 ay hapse mahkûm edildi.
1952'de İstanbul'da Levent'te bir dükkân kiraladı ve Oluş Kitabevi'ni açtı; Levent sakinlerine gazete dağıtma işini sürdürmekle beraber, iki küçük çocuğunun geçimini sağlayamayınca, 1953'te Beyoğlu'nda bir ortağıyla "Paradi Fotoğraf Stüdyosu"'nu kurdu. 1954'te Akbaba dergisinde takma adlarla öyküler yazmaya başladı. Zira edebiyat hayatında iki yüze yakın takma ad kullanmıştır.
1955'te 6-7 Eylül faciası olarak tarihimize gelen İstanbul'daki azınlıkların ev ve dükkânlarının korkunç yıkımına suçlu aranmaya başlanmıştı. Demokrat Parti iktidarı olayların bir "Komünist komplosu" olduğunu iddia ederek aralarında Aziz Nesin'in de olduğu, 100'e yakın solcuyu tutuklattı. Aziz Nesin hiçbir gerekçe olmaksızın 9 ay cezaevinde yattı.
Dolmuş”, (1955); “Yeni Gazete” (1957), Akşam (1958), “Tanin” (1960), "Günaydın" (1969), Aydınlık (1993) gibi dergi ve gazetelerde yayımlanan gülmece öyküleri, röportajlar ve fıkralarla Çağdaş Türk edebiyatının tanınmış ve en verimli kalemlerinden biri durumuna geldi.
1956'da Kemal Tahir ile birlikte Düşün Yayınevi'ni kurdu. 1958'de Dolmuş-Karikatür dergisi ile birleşerek 1963'e dek yayıncılığı tek başına sürdürdü. Bir yandan da Yeni Gazete, Akşam ve Tanin'de günlük köşe yazıları yazdı. 1962'de 42 sayı yaşayacak olan “Zübük” adlı mizah dergisini çıkardı.
1956 yılında İtalya'da (Bordighera'da) yapılan ve 22 ülkenin katıldığı Uluslararası Gülmece Yarışması'nda ilk ödül olan Altın Palmiye'yi "Kazan Töreni" adlı öyküsüyle kazandı. Ertesi yıl aynı ödülü "Fil Hamdi" adlı öyküsüyle ikinci kez kazandı. İlk ödülünü 1960 yılında devlet hazinesine bağışladı.
Düşün Yayınevi'nin Şubat 1963'te yanması üzerine, yazarlığı tek uğraş edindi. İlk kez 1965 yılında -ancak 50 yaşındayken bu hakkı elde edebilmişti- bir pasaport alabildi. Berlin ve Weimar'daki Antifaşist Yazarlar Toplantısı'na davetli olarak katıldı. Altı ay süren bu ilk yurtdışı gezisinde, Polonya, Sovyetler Birliği, Romanya ve Bulgaristan'a gitti.
Nesin, 1966'da Bulgaristan'da yapılan uluslararası gülmece yarışmasında birincilik ödülü olan Altın Kirpi'yi "Vatani Vazife" adlı öyküsüyle kazandı. 1968'de MilliyetGazetesi'nin açtığı Karagöz oyunu yarışmasında "Üç Karagöz" oyunuyla birincilik ödülü aldı.
1969'da Moskova'da yapılan uluslararası gülmece yarışmasında "İnsanlar Uyanıyor" adlı öyküsüyle Krokodil birincilik ödülü, 1970'te de Türk Dil Kurumu'nun oyun ödülünü "Çiçu" adlı oyunuyla kazandı.
Eşi Meral Çelen'in önerisiyle 1972'de Nesin Vakfı'nı kurdu[7]. Vakıf'ta, her yıl belirli sayıda alınan kimsesiz ve yoksul çocukların bakım ve eğitimlerini üstlendi. Kitaplarının tüm gelirini vakfa bıraktı.
1976-1980 arasında her yılın edebiyat ürünlerinden seçmelerin bulunduğu Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı'nı çıkardı. 1974'te Asya-Afrika Yazarlar Birliği'nin Lotus ödülünü kazanan Nesin, 1975 Lotus ödülünü almak için Filipinler'in başkenti Manila'da yapılan törene katıldı.
1976'da Bulgaristan'da Gabrovo kentinde düzenlenen gülmece kitabı uluslararası yarışmasında birinciliği elde ederek Hitar Petar ödülünü kazandı. 1977'de Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı seçilen Nesin, bu göreve uzun yıllar devam etti.
1978'de "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" adlı romanıyla Madaralı Roman Ödülü'nü kazanırken, 1982'de Vietnam'daki Asya-Afrika Yazarlar Birliği toplantısından dönüşte Moskova'da kalp hastalığından hastaneye kaldırılan Nesin, "Kalp Hastalıkları Araştırma Merkezi"nde bir ay kalarak tedavi gördü.
1983'te Amerika Birleşik Devletleri'nde Indiana Üniversitesi'nin düzenlediği uluslararası toplantıya çağrılan Nesin, pasaportu 12 Eylül idaresince geri alındığı için bu toplantıya katılamadı.
20 Aralık 1984'te Şan Sinema Salonu'nda 70. doğum günü töreni yapıldı. 1984'te Aydınlar Dilekçesi girişiminde bulundu. 1985'te Ekin A.Ş'nin kurulması girişiminde bulundu. Aynı yıl, Birleşik Krallık'ta PEN Kulüp onur üyeliğine seçildi ve TÜYAP'ın düzenlediği "Halkın Seçtiği Yılın Yazarı" ödülünü kazandı.
Nesin, 1989'da "Demokrasi Kurultayı"nın toplanmasında etkin görev aldı ve oluşturulan "Demokrasi İzleme Komitesi"nin iki başkanından biri oldu. Aynı yıl, Sovyet Çocuk Fonu'nun ilk kez verilen "Tolstoy Altın Madalyası"na değer görüldü.
1990'lar ve Sivas Katliamı
19 Mart 1990'da Ankara Sanat Kurumu'nda 75. yaşını kutlayan Nesin, 2 Temmuz 1993'te Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak üzere Sivas'a gitti. 37 kişinin yaşamını yitirdiği Madımak Oteli katliamından yaralı olarak sağ kurtuldu.
Türkiye Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu, 30 Mart 1994 tarihinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı kazanan RP'li Recep Tayyip Erdoğan'ın bazı gazetelerde yer alan “Aziz Nesin'in ismini İstanbul'dan sileceğiz” ifadesini kınayan bir bildiri yayınladı.
Ölümü ve vasiyeti
Yazar, söyleşi ve imza günü için gittiği Alaçatı’da 5 Temmuz'u 6 Temmuz'a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti. Cenazesi Çeşme Cumhuriyet Savcısı'nın isteğiyle otopsi yapılmak üzere 6 Temmuz'da İstanbul Çapa Tıp Fakültesi'ne getirildi. 7 Temmuz 1995'te vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmaksızın ve yeri belli olmayacak şekilde Çatalca'daki Nesin Vakfı'nın bahçesine gömüldü.
Ankara Uluslararası Film Festivali çerçevesinde verilen özel ödüllerin arasında "Aziz Nesin Emek Ödülü" verilmektedir.
Başlıca yazım biçimleri[değiştir | kaynağı değiştir]
Aşağıda, Aziz Nesin'e özgü başlıca yazım biçimleri verilmiştir.
-beri, -buçuk, aradabir, ara sıra, arayer, azbiraz, azçok, azkaldı, azkalsın, başüstüne, beribenzer, bibakıma, bibaşına, biçok, bidolu, bigün, bikaç, bikez, birara, bir arada, birdenbire, biriki, bisüre, bisürü, bişey, bitakım, bitane, bitek, bitürlü, biyana, biyer, buyüzden, candarma, cıgara, çokaz, enaz, ençok, epiy, fotograf, gülegüle, hangibir, herhangi biri, herneyse, herşey, hertürlü, heryan, heryer, herzaman, hiçbirşey, hiç kimse, hoşgeldin, hoşbulduk, Istanbul, ikidebir, işgören, kıravat, kimbilir, nağra, pek az, pek çok, sağol, Sıvas, tiren, ya da ve yazıyla gösterilen her sayı bitişik
Eserleri
Parti Kurmak ve Parti Vurmak (1946)
Geriye Kalan (1953)
İt Kuyruğu (1955)
Yedek Parça (1955)
Fil Hamdi (1956)
Damda Deli Var (1956)
Koltuk (1957)
Kazan Töreni (1957)
Deliler Boşandı (1957)
Mahallenin Kısmeti (1957)
Ölmüş Eşek (1957)
Hangi Parti Kazanacak? (1957)
Toros Canavarı (1957)
Bay Düdük (1958)
Memleketin Birinde (1958)
Havadan Sudan (1958)
Bay Düdük (1958)
Nazik Alet (1958)
Gıdıgıdı (1958)
Aferin (1959)
Kördöğüşü (1959)
Mahmut ile Nigar (1959)
Hoptirinam (1960)
Gözüne Gözlük (1960)
Ah Biz Eşekler (1960)
Yüz Liraya Bir Deli (1961)
Bir Koltuk Nasıl Devrilir (1961)
Biz Adam Olmayız (1962)
Yeşil Renkli Namus Gazı (1964)
Sosyalizm Geliyor Savulun (1965)
İhtilali Nasıl Yaptık (1965)
Rıfat Bey Neden Kaşınıyor (1965)
Vatan Sağolsun (1968)
İnsanlar Uyanıyor (1972)
Hayvan Deyip De Geçme (1973)
Seyyahatname (Duyduk Duymadık Demeyin) (1976)
Büyük Grev (1978)
Yetmiş Yaşım Merhaba (1984)
Kalpazanlık Bile Yapılamıyor (1984)
Maçinli Kız için Ev (1987)
Nah Kalkınırız (1988)
Rüyalarım Ziyan Olmasın (1990)
Aşkım Dinimdir (1991)
Gözünüz Aydın Efendim (1997)
Herkesin İşi Gücü Var (2005)
Romanları
Kadın Olan Erkek (1955)
Gol Kralı (1957)
Erkek Sabahat (1957)
Saçkıran (1959)
Zübük (1961)
Şimdiki Çocuklar Harika (1967)
Tatlı Betüş (1974)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977)
Surnâme (1976)
Tek Yol (1978)
Anıları
Bir Sürgünün Hatıraları (1957)
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez I - Yol (1966)
Poliste (1967)
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez II - Yokuşun Başı (1976)
Benim Delilerim (1984)
Salkım Salkım Asılacak Adamlar (1987)
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez II - Yokuş Yukarı (1996)
Bir Vicdan Davası (1998)
Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim (2006)
Mum Hala I (2009)
Mum Hala II (2010)
Unutulmayan Rüyalar (2010)
Mektupları
Canım Oğlum Canım Babacığım - 1, 1994.
Canım Oğlum Canım Babacığım - 2, 1994.
Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları III, Mektuplar 1994.
Aziz Nesin – Ali Nesin Mektuplaşmaları IV, Mektuplar 1995.
Aziz Nesin – Tahsin Saraç Mektuplaşmaları, Mektuplar, 1995.
Aziz Nesin – Meral Çelen Mektuplaşmaları, Mektuplar 1998.
Çocuk Kitapları
Okullar İçin Kısa Oyunlar (1949)
Uyusana Tosunum (1971)
Bu Yurdu Bize Verenler (1975)
Pırtlatan Bal (1976)
Borçlu Olduklarımız (1976)
Aziz Dede'den Masallar (1977)
Ben de Çocuktum (1979)
Nasrettin Hoca Gülütleri (1981)
Anıtı Dikilen Sinek (1982)
Çocuklara En Güzel Masallar (2009)
Hayvanlar Takımı (2009)
Arkadaşım Badem Ağacı (2010)
Çocuklara En Güzel Öyküler (2012)
Çizgi-roman
Bilmem Ne Adası (1956)
Berber Nonoş (1956)
Baba Mirası (1954)
Deniz Aslanı (1955)
Bayan Aynur ile Bay Buyur (1960)
Yazıları
Sora Sora Cennet Bulunur (1990)
Soruşturmada (1986)
Suçlanan ve Aklanan Yazılar (1982)
Ah Biz Ödlek Aydınlar (1985)
Korkudan Korkmak (1988)
Bulgaristan'da Türkler Türkiye'de Kürtler (1989)
Türkiye Şarkısı Nazım (1997)
Çuvala Doldurulmuş Kediler (1995)
Suçlanan Aklanan Yazılar (1982)
Sanat Yazıları (2011)
Sporcu Milletiz Vesselam (2012)
Okuma Güncesi (2014)
Gezi notları
Dünya Kazan Ben Kepçe (1977)
Yurt Gezileri (2013)
Oyunları
Karacan Yayınları 1982'de Aziz Nesin'in tüm kitaplarını önce fasiküller halinde yayımladı. Daha sonra bu fasiküller büyük boy 10 cilt halinde bir araya getirildi.
Biraz Gelir misiniz (1950)
Bir Şey Yap Met (1959)
Toros Canavarı (1963)
Düdükçülerle Fırçacıların Savaşı (1968)
Üç Karagöz Oyunu (1969)
Çiçu (1970)
Tut Elimden Rovni (1970)
Hadi Öldürsene Canikom (1970)
Pırtlatan Bal (1976)
Başarımı Karılarıma Borçluyum (1992)
Bir Zamanlar Memleketin Birinde (1992)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1992)
Hakkımı Ver Hakkı (1992)
Zat-ı Devletleri İbiş Hazretleri (1992)
Şiirleri
Sevgiye On Ölüme Beş kala
Azizname
On Dakika
Sondan Başa (1984)
Kendini Yakalamak (1988)
Hoşçakalın (1990)
Sivas Acısı (1995)
Söyleşileri
Bir Dokun Bir Dinle (1994)
Onursal Doktor Olamamanın Büyük Onuru (1993)
İnsanlar Konuşa Konuşa (1988)
Aziz Nesin üzerine yazılan kitaplar
Yetmiş Beşinci Yaşında Aziz Nesin, Alpay Kabacalı (1990)
Asılacak Adam, Demirtaş Ceyhun (1994)
"Ç" Arkadaşım Aziz Nesin, Müjdat Gezen (1995)
Aziz Nesin'li Fotoğraflar, Ataol Behramoğlu (1996)
Gömüyü Arayan Adam, Ali Nesin (1998)
Babam Aziz Nesin, Ateş Nesin (2006)
Gözyaşından Gülmeceye Aziz Nesin, Alpay Kabacalı (2007)
Aziz Nesin Ve İsveç Serüveni, Abdullah Gürgün
Aziz Nesin'li Yıllar, Meral Çelen
Yaz Babam Yaz, Ahmet Nesin
Tek Ciltte Aziz Nesin, Kalem Yapın Beni Kalem!..[8]
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
YAŞLI RİND’İN ÖLÜMÜ
"Kendi kökünden ve izinden, toprağından ve dilinden kopma. Onlar bu kötü, naçar hayatımızda mutluluğumuzun pınarlarıdır."
Gerçekten de kim olduğum, nereden geldiğim hiç o kadar mühim değil. Aynı şekilde senin kim olduğun da, nereden geldiğin de hiç mühim değil... İnsanız, anlıyor musun, insanız biz!
RİND: Kalender aynı zamanda Kürtçede “güzel,iyi” anlamına gelir.
Molla Ahmed-i Cezirî veya Molla-yı Ceziri (1570-1640), 15. yüzyılda yaşamış olan Osmanlı Kürt alim ve mutasavvıfı.  Asıl adı Ehmed olan alimin doğum tarihi hakkında kesin bilgiler mevcut değildir.
1 note · View note
semizotukultur · 4 years
Text
Mehmed Uzun
Mehmed Uzun, 1953 Siverek Şanlıurfa doğumludur. 1977 yılından beri İsveç'te yaşayan Uzun'un, Kurmanci, Türkçe ve İsveççe yazdığı kitapları yirmiye yakın dilde yayınlandı.
1985 yılından bu yana romanlarını kaleme alan Mehmed Uzun hakkında Türkiye'de çok sayıda dava açılmıştır. 1981 yılında Türk vatandaşlığından atılmış ve 1992 yılında kadar Türkiye'ye gelmemiştir.
Uzun yıllar İsveç Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyeliği yapmıştır. Ayrıca İsveç Pen Kulübü ve Uluslararası Pen Kulüp'te aktif olarak çalıştı. İsveç ve Dünya Gazeteciler Birliği'nin de üyesi olan Uzun'un bugüne kadar çok sayıda Kürtçe romanı bulunmaktadır.
Yakalandığı mide kanseri nedeni ile uzun süre tedavi gören ünlü edebiyatçı, 11 Ekim 2007 yılında Diyarbakır'da yaşamını yitirmiştir.
Mehmed Uzun, 13 Ekim günü Diyarbakır Ulucami'de kılınan cenaze namazı ardından, cami önündeki kalabalığa sırasıyla Yaşar Kemal, Şerafettin Elçi, Ahmet Türk ve Osman Baydemir'in yaptığı konuşmaların ardından Mardinkapı Mezarlığına defnedilmiştir.
Eserleri
Tu (Sen), Roman (1985)
Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Rind'in Ölümü) Roman, (1987)
Siya Evînê (Yitik Bir Aşkın Gölgesinde) Roman, (1989)
Rojek ji Rojên Evdalê Zeynikê (Abdalın Bir Günü), Roman (1991)
Destpêka Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyatına Giriş), İnceleme (1992)
Hêz û Bedewiya Pênûsê (Kalemin Gücü ve Görkemi), Denemeler (1993)
Mirina Egîdekî (Bir Yiğidin Destanı), Destan-Ağıt (1993)
Världen i Sverige (Tüm Dünya İsveç'te), Edebiyat Antolojisi, M. Grive ile birlikte (1995)
Antolojiya Edebiyata Kurdî (Kürt Edebiyat Antolojisi), Antoloji, iki cilt (1995)
Bîra Qederê (Kader Kuyusu), Roman, (1995)
Nar Çiçekleri, Deneme (1996)
Ziman û Roman (Dil ve Roman), Söyleşiler (1997)
Bir Dil Yaratmak, Söyleşiler (1997)
Dengbêjlerim, Deneme (1998)
Ronî Mîna Evîne - Tarî Mîna Mirinê (Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık), Roman (1998)
Zincirlenmiş Zamanlar Zincirlenmiş Sözcükler, Deneme (2002)
Dicle'nin Sesi I - Hawara Dîcleyê (Dicle'nin Yakarışı), Roman (2002)
Diclenin Sesi II - Dicle'nin Sürgünleri, Roman (2003)
Ruhun Gökkuşağı, Anlatı (2005)
Küllerinden Doğan Dil ve Roman, Söyleşiler (2005)
Bir Romanın Hatıra Defteri, Günlük (2007)
1 note · View note
semizotukultur · 4 years
Text
CİMRİ
Bütün erkeklerin sözleri birbirine benzer. Onları sadece yaptıkları birbirlerinden ayırır.
Borç lafı bile onu krize sokar. Ondan para almak onun kalbini sökmektir, bağırsaklarını deşmektir, onu en hayati yerinden vurmaktır.
İnsanları kazanmak için en iyi çare onların sevdiklerini sever görünmek, doğru dediklerine doğru demek, kusurlarını övmek, her yaptıklarını alkışlamak.
Siz erkekler, masum bir aşk kendini fazla dışa vurdu mu ilgisizleşirsiniz çoğu kez.
Yaptığınız bu pis işlerle mevkinizi alçaltmaktan siz utanmıyor musunuz? Doymaz şekilde para biriktireceğim diye namusu, itibarı ayaklar altına almaktan, en namlı tefecilerin akıl edemeyeceği türlü dolapla zengin olmaktan utanmıyor musunuz?
1 note · View note
semizotukultur · 4 years
Text
Moliere
Moliere 15 Ocak 1622 yılında Paris'de doğmuştur. Fransız oyun yazarıdır. Sarayın döşemelerini yapan mobilya ustasının oğluydu. Paris'in en iyi okulu olan College de Clermont'da eğitim aldı. Bir tiyatro topluluğu kurdu sahne ismi olarak Moliere'i seçti. Moliere ilk yapıtı olan ve Lyon'da sahnelenen Savruk, Şaşkın oyunları olmuştur
Moliere'nin topluluğu Kardinal Richelieu'nun tiyatro binası olarak yaptırdığı Kraliyet Sarayına taşındı. Paris ile ilgili oyunlar burada oynanacaktı.
1662 yılında sahnelenen Kadınlar Mektebi büyük bir skandal yarattı.Seyirciler ve kraliyet yetkilileri artık hiç bir değere saygısı kalmamış bir komedyen olduğunu düşündüler.
Moliere bu eleştirilere Kadınlar Mektebi Tenkidi ve Versailles Tuluatı oyunları işle karşılık verdi. Daha sonra Tartuffe isimli oyunu Kadınlar Mektebinden daha büyük bir gürültüye neden oldu. Kilisenin baskısı ile oyun yasaklandı ve daha sonra tekrar sahnelenme fırsatı buldu. Moliere klasik çağın günümüz ölçülerine göre oyun yazan bir edebiyatçı değildi. O oyunlarını yayımlanmak için değil hemen oynamak için kaleme alırdı. yazarın Türkçe'ye çevrilmiş bir çok eseri bulunmaktadır.
ESERLERİ
Kaçan Doktor
Lekelinin Kıskançlığı
Şaşkın yahut Beklenmedik Engeller
Kedi Sevmek
Aşık Doktor
Gülünç Kibarlar
Sganarelle veye Hayalde Aldatılmış  Koca
Navarre'li Don Garcie veya Kıskanç  Prens
Kocalar  Okulu
Talihsiz
Kadınlar Mektebi
Gros-Rene'nin Kıskançlığı
Kadınlar Mektebinin Tenkidi
(Versailles  Tulûatı
Zorla Evlenme
Elide Prensesi
Tartuffe
Dom Juan
Aşk Doktoru
İnsandan Kaçan
Melicerte
Komik Pastoral
Sicilyalı veya Ressamın Aşkı
Amphitryon
George  Dandin
Cimri
Mösyö de Pourceauggnac
Muhteşem Aşıklar
Kibarlık Budalası
Psyche
Scapin'in Dolapları
Escarbagnas Kontesi
Bilgiç Kadınlar
Hastalık Hastası
1 note · View note
semizotukultur · 4 years
Text
UÇURTMAYI VURMASINLAR
"Özgürlüğe çölde kalmış bitkiler gibi susamışız."
"Sen niye buradasın?" diye sordum Nevin'e. O da halkını sevdiği için buradaymış. Ben büyüyünce halkımı hiç sevmeyeceğim. Halkını sevenler hep kafese giriyor.
Sen Filiz'i tanımazsın. (...) Kitap okuduğu için getirmişler. Hani kitap okumak güzeldi. Ben buradan çıkınca kitap okursam beni yine getirirler mi?
Annesi olmadığı için ona uçmayı biz öğretecekmişiz. Uçmayı öğrenince beni bırakıp gidecek. Ona uçmayı öğretmesem olur mu İnci?
Düşünmek ciddi bir işmiş. Hatta Nuran'ı düşündüğü için atmışlar buraya.
Benim göğsümde bir şey çalınıyordu ben korkmuştum. Tencereler tıngırdıyor sanmıştım. Sen de gülmüştün bana. O çalan yüreğimmiş, şimdi biliyorum artık.
"Kabahat senin demeye de dilim varmıyor canım anacığım ama, bunca haksızlığa uğradığımız bu yüzdendir. Biz birlik olmadıkça bize daha çok şey ederler."
"Kuşlar tutsak yaşayamazlarmış. Ya çocuklar, İnci? Onlar tutsak yaşayabilirler mı?"
Gardiyanlar avlu merdivenlerini çıkıp idareye giden dış kapıyı da kapatırlar. Akşamı götürürler anahtarlarıyla birlikte. Yıldızları da...
Sen artık yıldızları görüyor musun İnci? Bizim göğümüzün bir tek gündüzü var, senin göğünde akşam oluyor mu?
“Vefa” ne demek İnci? İyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Gülsüm Ana vefalı olduğu için buradaymış. Bir komşusunu saklamış, o yüzden ceza vermişler. Vefa iyi bir şeyse Gülsüm Ana’ya neden ceza vermiş­ler?
Neden "gardiyan ana" diyorlar ona İnci? Annem bile öyle diyor. O herkesin anası mı? Ama bizi içeri kilitliyor. Anneler çocuklarını kilitler mi?
Cezaevine çocuk gözüyle bakmamı sağlayan çok naif bir kitap. Çocuğun tüm saflığıyla sorgulamaları içimi çok acıttı. Güzel bir kitaptı..
3 notes · View notes
semizotukultur · 4 years
Text
FERİDE ÇİÇEKOĞLU
1951 yılında Ankara'da doğdu. Maarif Koleji ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde okudu. Mimar olarak Fullbright bursu ile, Pennsylvania Üniversitesi'nde doktora tezini yazdı. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Çiçekoğlu, 12 Eylül askeri darbesinin ardından dört yıl cezaevinde kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra editörlük yaptığı Kalem yayınlarından ilk kitabı Caz Hüznün Müziği ni çıkartır. Cezaevinde tanıdığı bir çocuğun yaşamını anlattığı ikinci kitabı Uçurtmayı Vurmasınlar, filme alındı. Filmin çok beğenilmesi yeni kitapları yazmasına ve yeni filmlerin yolunu açtı. 1990 yılında senaryosunu yazdığı "Reise der Hoffnung (Umuda Yolculuk) filmi en iyi yabancı film dalında Oscar ödülüne layık görüldü.1980-90 dönemini kapsayan on bir öyküden oluşan kitabı Sizin Hiç Babanız Öldü mü ile 1992 yılında Lebon Kültür Merkezi / Edebiyat Ödülünü kazandı.Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Sinema ve Televizyon Bölümü'nde öğretim görevlisidir.
Kitapları
Şehrin İtirazı 
Vesikalı Şehir
100'lük Ülkeden Mektuplar
Uçurtmayı Vurmasınlar
Suyun Öte Yanı
Sizin Hiç Babanız Öldü mü?
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
İNSAN NEDİR?
Cesur insan cesaretini kendi yaratmaz. Ona sahip olduğu için üzerinde kişisel hak iddia edemez. Doğuştandır. Milyar dolarla doğmuş bir bebeği düşün. Kişisel değer bunun neresinde? Hiçbir şey olmadan doğmuş bir bebeği düşün. Kişisel kabahat bunun neresinde? Şakşakçılar ilkine yaltaklık edecek, hayranlık duyacak, tapacak. İkincisiyse hor görülecek, ihmal edilecek. Mantık bunun neresinde?
Yaradılışını söküp atamazsın ya da ciddiye almamazlık edemezsin. Yapabileceğin tek şey, ona baskı uygulayarak dipte sessiz sakin kalmasını sağlamaktır.
Vicdanımız başkalarına verilen acının hiç farkına varmaz, ta ki bize de acı verdiği bir noktaya ulaşana dek.
1 note · View note
semizotukultur · 4 years
Text
DOKUNMADAN Nermin Yıldırım
Sevgi, aşk, özlenmek bunlar talep edilmez. Sen talep ettiğin için değil, birileri vermek istediği için alırsın alacağın varsa. Kalbin arz-talep dengesi piyasalarınkine benzemiyor.
“Kimseden sevgi dilenme. Dilencilere kıymetli bir şeyini vermez hiç kimse.”
“Şu hayatta ne çok sorum, ne az cevabım vardı.”
Nermin Yıldırım kelimeleri kitaba öyle güzel yerleştirmiş ki aşırı zevk aldığım bir kitaptı. Kurgusundan değil ifade ediş tarzından çok etkilendiğim bir kitaptı.Nermin Yıldırımı sevdim gibi.Kitabın içinde çok kullanılmayan kelimeleri not aldığım bir not kağıdı var. 
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
TEMBELLİK HAKKI Paul Lafargue
Çalışın, çalışın, toplumsal serveti ve bireysel sefaletinizi büyütmek için çalışın; çalışın, çalışın ki yoksullaştıkça çalışmak ve sefilleşmek için daha çok nedeniniz olsun.
"Çağımız için çalışma asrı deniliyor; oysaki gerçekte acının, sefaletin ve kokuşmuşluğun çağıdır."
"Yoksul uluslarda halkın rahatı yerindedir, zengin uluslarda ise halk genellikle yoksuldur."
İnsan haklarından bin kat daha soylu Ve kutsal olan tembellikhaklarını ilan etmelidir günde üç saatten fazla çalışmamalı günün geri kalanında ve geceleri tembellik etmeli yiyip içip eğlenmelidir.
Emekçiler, üretici sermayelerin birikimine katkıda bulunarak, ücretlerinin bir kısmını er yada geç ellerinden alacak olaya katkıda bulunurlar.
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
PAUL LAFARGUE
Paul Lafargue 15 Ocak 1842 yılında Küba Santiago kentinde doğdu. 9 yaşında ailesi ile birlikte Fransa'ya göçtüler. Tıp akademisine kaydını yaptırdı. Üniversitede Kralcı hükümet sistemine karşı gelerek gençlik devrimine katıldı.
Paul Lafargue aynı dönemde yoğun bir okumaya daldı. Hegel, Feuerbach, Fourier Comte kadar bir çok düşünürün eserlerini okudu.  En çok Proudhon'dan etkilendi.
1865 yılında Marx ile tanıştı ve üzerindeki Proudhon'un etkisi kırıldı. Marx dinamik zeki olan bu gencin kızı Laura ile evlenerek ailesine katılmasına izin verdi.
Siyasal etkinlerinden dolayı akademiden uzaklaştırıldı. Öğrenimini Londra'da tamamladı. Ve karısı ile birlikte yeniden Marmaris'e döndü. Üç çocuğunu da arka arkaya kaybetmesinden dolayı Tıp biliminden soğudu.
Kendisini tümü ile sosyalist düşünce ve eyleme adadı. Fransız Sosyalist Partisinin kurucuları arasında yer aldı. işçi devrimlerinin örgütlenmesini yazıları ile katkı sağladı.
Yaşlılığının kendini kemirmesini görmek istemeyen büyük düşünür 1911 yılında karısı ile kendini öldürdü.
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
NERMİN YILDIRIM
 (d. 7 Mart 1980, Bursa) Türk yazar.
2002 yılında Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi'nin basın ve yayın bölümünden mezun oldu. Üniversite yıllarında "Alem-i Nisvan" başlıklı feminist bir fanzin çıkardı. Mezun olduktan sonra çeşitli gazete ve dergilerde muhabir, editör ve köşe yazarı olarak çalıştı, reklam ajanslarında metin yazarlığı yaptı.
"Manchester Letters", "Tramline Project" gibi uluslararası edebiyat faaliyetlerine katılarak, çeşitli ülkelerin yazarlarıyla ortak çalışmalar yaptı. 2013 yılında 3 ay boyunca dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıların ağırlandığı bir program kapsamında Köln'de kaldı. Aralık 2013’ten bu yana Ot Dergi’de Dış Hatlar adlı köşesinde öyküler yazıyor.
Nermin Yıldırım'ın romanları toplumsal ve kişisel bellek üzerine kurgulanmıştır. Unutma Beni Apartmanı’nda yıllar sonra annesinin sesini ilk kez telefonda duyan Süreyya’nın kişisel hikâyesi üzerinden, Türkiye’nin son yarım yüzyılının hikâyesi anlatılır. "Rüyalar Anlatılmaz"ın odağında ise bir âilenin tarihi var. "Saklı Bahçeler Haritası"nda okur, 1930’lardan 1960’lara kadar geçen süreçte yazılıp günümüze kadar ulaşan esrarengiz mektuplardan hareketle, mektupların sahiplerini olduğu kadar, 20'inci yüzyılın önemli gelişmelerini de takip eder.
2015 senesinde yayınlanan "Unutma Dersleri" romanında ise aşk, hayaller ve aklın cilvelerine dair psikolojik referanslar içeren sürükleyici bir serüven kurguladı.
2017 senesinde "Dokunmadan" başlıklı romanı, 2018'de de altıncı romanı "Misafir" yayınlandı.
Uluslararası PEN yazarlar birliği üyesi Nermin Yıldırım, hem Barselona'da, hem de İstanbul’da yaşıyor.
Romanları
Misafir 2018
Dokunmadan 2017
Unutma Dersleri 2015
Saklı Bahçeler Haritası 2013
Rüyalar Anlatılmaz 2012
Unutma Beni Apartmanı 2011
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
Mark Twain
1835 yılında Amerika’nın Florida eyaletinde dünyaya geldi. Babasını çok küçük yaşlarda kaybeden yazar okulunu yarıda bırakarak çalışmak zorunda kaldı.
18 yaşlarında iken dünyayı gezmek en büyük hayaliydi. Bu hayalini gerçekleştirmek için önce ülkesini gezmeye başladı. Kendi ülkesinde gezerken 4 yıl farklı işlerde çalıştı ve Florida’ya tekrar döndü.
Gemi kaptanı olma isteği arttı kaptanlık sınavına hazırlanmaya başladı. Bir gece uyurken rüyasında kardeşinin çalıştığı vapuru yanarken gördü bu rüyası gerçek oldu ve kardeşi hayatını aynı şekilde kaybetti. Bu olay Mark Twain’i derinden etkiledi ve bu dönemlerde parapsikolojiye ilgi duydu.
24 yaşına geldiğinde kaptanlık ehliyetini aldı. Amerika’nın iç savaşına kadar kaptanlık görevini yerine getirdi. Savaş sırasında orduya katıldı ve daha sonra ayrıldı.
Vali olan kardeşinin yanına gitti burada zengin olma ümidi ile maden işine girdi ve başarısız oldu.
Mark Twain ülkesinin çeşitli eyaletlerini gezerken yazı ve makale yazmaya devam etti. Mark Twain ismi ile yayınlandığı ilk makalesi Carson’dan Mektup isimli makalesiydi.
Gerçek ismi Samuel Langhorne Clemens’dir. Zıplayan Kurbağa Kutlaması isimli öyküsü ile edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırmayı başardı. Bu öyküsü ünü yakalamasına yardımcı olmuştu.
Bir gazete için Akdeniz’de gemi turuna çıktı, bu gezi yazılarını Saflar Yabancı Ülkede isimli kitabında topladı. Kaleme aldığı bu eseri ile ülkesinde artık ünlü bir yazardı. Ünlü bir komedi yazarı olmuştu.
Mark Twain’in en önemli eseri Tom Sawyer’dır. Büyük bir ilgi toplayan bu kitabı popülerliğini arttırdı. Arkasından çıkardığı Prens ve Dilenci kitabı ’da en az diğer kitabı kadar ilgi gördü.
1885 yılında yayınlamış olduğu kitabı Huckleberry Finn isimli eseri Amerika tarihinin önemli bir eseri olmuştur.
Ölümüne kadar yazarlığa devam etti, başladığı otobiyografi kitabını bitiremeden 1910 yılında hayatını kaybetti.
Mark Twain’in Eserleri
1867- Calaveras’ın Meşhur Zıplayan Kurbağası
1869- Yurtdışındaki Masumlar ya da Yeni Hac Yolculuğu
1872- Güçlüklere Katlanarak
1873- Altın Çağ
1876- Tom Sawyer’in Serüvenleri
1883- Mississipi’de Hayat
1884- Huckleberry Finn’in Serüvenleri
1889-Kral Arthur’un Sarayında Bir Amerikalı
1891- Şans
1906- İnsan Nedir?
1916- Esrarengiz Yabancı
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
UĞULTULU TEPELER
“Hiç kitabınız yok mu?” dedim. “Burada kitap olmadan nasıl yaşıyorsunuz, diye sorabilir miyim? Doğruyu söylemek gerekirse, kitaplarımı elimden alsalar çıldırırım.”
Ona olan aşkımı 'asla sözcüklere dökememiştim,' ama eğer bakışlarında bir dili varsa, dünyanın en aptal insanı bile onun için deli divane olduğumu anlayabilirdi.
"İnsanı insan yapan, yüzüne güzellik katan ve onu sevdiren tek şey kalbinin temizliğidir. Yoksa hepimiz aynıyız, etten ve kemikten oluşmuş bedenleriz.''  
Ruhlarımızın neyle yoğrulduğunu bilmiyorum ama onunkiyle benimki aynı hamurdan.
“Ama bana dokunmana fırsat kalmadan ruhum şu tepeyi tırmanmış olacak. Seni istemiyorum Edgar. Seni istediğim günler geçti… Kitaplarına dön… Bir avuntun olduğu için mutluyum,çünkü bende neyin varsa hepsini yitirdin.”
“Onu seviyorum çünkü o benim, benden öte bir parçam. İkimizin nasıl bir ruhu var bilmiyorum ama, onunkiyle benimki birbirinin aynı.”
“Gururlu kimseler kendileri için büyük üzüntüler yaratırlar.”
“Edgar’ı seviyorsun, çünkü; genç, yakışıklı, neşeli, zengin, üstelik o da seni seviyor. Bu sonuncu şıkkın hiç önemi yok, çünkü o sevmese de sen onu sevebilirdin. Buna karşılık bu dört niteliğe sahip olmasaydı, o istediği kadar seni sevsin, sen onu sevmezdin.”
“Ve yaşıyorsam eğer, ben onda yaşıyorum. Her şey yok olup yalnız o kalsa, benim varlığım gene devam ederdi; her şey yerinde kalıp da o ortadan kaybolsa, dünya bana büsbütün yabancı olurdu.”
“İnsanlar kalpleriyle hisseder… O benimkini yok ettiğine göre kendisine acımama imkan yok.”
Dingin gökyüzünün altında, bu mezarların yanında biraz oyalandım.. Fundalıklar ve sümbüller arasında uçuşan pervaneleri izledim, otları hışırdatan rüzgarı dinledim ve insan, bu dingin toprağın altında uyuyanların nasıl olur da huzursuz bir uyku içinde olduklarını düşünebilir, diye şaştım..
Edgar,o çelimsiz vücudunun bütün gücüyle seksen yıl sevse, benim bir günde sevdiğim kadar sevemez.
Kitabın aşk kitabı olduğunu çok sanmıyorum. Kendi açımdan en azından aşk olarak nitelendiremedim. Hastalıklı bir aşk olabilir tabi. Kitap boyunca kendimle ters köşe olmaktan bıktım. Emıly bir karakteri yansıtırken kendimi tutamayıp karaktere iyi anlamlar yükleyip 3 sayfa sonrasında çok da iyi değilmiş , 4 sayfa sonra ise kötüymüş demekten kendimi alıkoyamadım. Aceleciliğimden yoruldum. Belli ki tüm karakterlerin kötüye dönüştükleri sınavları farklıydı. Bazılarının para bazılarının aşk bazılarının intikam,hırs vs..
Üvey evlat olarak alınan çocuğun iki aileyi de -kan kusturara- bitireceğini hiç tahmin etmezdim. Mr. Heathcliff’in kitap sonuna kadar ölmesini bekledim. Ölürken pişman olmasını da beklemiştim. Ama kendine yakışan bir ölümle kitap sona erdi. 
Kitap biraz daha devam etse de Mr. Hareton ve Catherine’nin aşkını görsek diye umut etmiştim. Güzel bir kitap 
0 notes
semizotukultur · 4 years
Text
Emily Jane Brontë
 (d. 30 Temmuz 1818 - ö. 19 Aralık 1848), İngiliz roman yazarı ve şair. Kaleme almış olduğu tek roman, Uğultulu Tepeler (Wuthering Heights) bugün İngiliz edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak anılmaktadır. İlk ve son olmasının yanı sıra edebi bir başyapıttır. Bu Victoria Dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir.
Tumblr media
Emily Bronte 1818 yılında Thornton, Yorkshire'da doğdu. 6 çocuğun beşincisi olan Emily, Charlotte Brontë'nin küçük kız kardeşi idi. 1820'de aile Haworth'a taşındı. Çocukluk yıllarında, annelerinin ölümünün ardından, üç kız kardeş (Charlotte, Emily ve Anne) ve erkek kardeşleri Branwell Brontë hayalî yerler düşlemişlerdir ki bunların isimlerine hikâyelerinde rastlanmaktadır. Emily'nin o dönemde kaleme aldığı çalışmalarından çok azı bugüne ulaşabilmiştir. Emily 1838'de Halifaxyakınlarındaki Mis Patchett'in Kızlar Akademisinde (Miss Patchett's Ladies Academy) çalıştı. Daha sonra kardeşi Charlotte ile birlikte Brüksel'deki özel bir okula devam etmiştir.
Emily'nin şiirdeki yeteneğinin ailesi tarafından keşfedilmesiyle, kız kardeşleri Charlotte ve Anne ile birlikte, 1846'da ortak bir şiir kitabı yayımlamışlardır. Eseri, dönemin kadın yazarlara karşı önyargılı tavrından sıyrılabilmek amacıyla, hem erkek hem de kadın ismi olarak kullanılan mahlaslarla basmışlardır. Kullandıkları mahlaslar gerçek isimlerinin baş harfleriyle aynı baş harfe sahipti: Charlotte için Currer Bell, Emily için Ellis Bell ve Anne için Acton Bell.
1847'de tek romanı olan Uğultulu Tepeler'i yayımlamıştır ki bu roman üç ciltlik bir setin ilk iki cildini oluşturmaktaydı. Son cilt kız kardeşi Anne tarafından yazılan Agnes Grey isimli romandır. Romanın yenilikçi yapısı eleştirmenleri bir anlamda şaşırtmıştır. Her ne kadar ilk çıktığında hem iyi hem de kötü yorumlar alsa da, roman zamanla bir İngiliz edebiyatı klasiği haline gelmiştir. 1850'de Charlotte romanı yayına hazırlayıp, düzenlemiş ve Emily'nin gerçek ismiyle, tek başına bir eser olarak Uğultulu Tepeler ismiyle yayımlamıştır.
Kız kardeşleri gibi Emily'nin sağlığı da evde ve okuldaki zor şartlar sebebiyle zayıflamış, kötüleşmiştir. Erkek kardeşinin Eylül'deki cenazesi sırasında soğuk algınlığı kapmış, ve her türlü tıbbî müdahaleyi reddettikten sonra 19 Aralık 1848'de tüberküloz sebebiyle vefat etmiştir. Haworth, West Yorkshire ("Batı Yorkshire"), İngiltere'de defnedilmiştir.
ESERLERİ
1-UĞULTULU TEPELER
0 notes