Tumgik
raslihanturkmen · 3 years
Text
AZERBAYCAN SİYASİ TARİHİNDE AYDIN BİR TÜRK KADINI: LİDER HURŞİD BANU NATEVAN
Rabia Aslıhan TÜRKMEN
Taçlı Hanım, Mehinbanu Hanım, Mehdi-Ülya Hanım, Sara Hanım, Peri Hanım, Efsanevi Tuti Bike Hatun ve nicelerine nicelerine…
Mazinin otantik güzergâhlarından bugünlere, güzel bir fikir ve hareket mirası bırakmış Azerbaycan’lı Türk Kadınlarının hepsine minnetle…​
Dünya tarihinde kadınlarla ilgili hususlara dair bilgiler çok kısıtlı olarak bugünlere intikal etmiştir. 18. Yüzyıl’da gelişmeye başlayan kadın hareketlerinin nihayet 19. Yüzyıl’da gelişerek yayılmaya başlaması, akabinde kadın konusundaki çalışmaların artması, kadınlarla ilgili bilgilerin gün yüzüne çıkması sağlamıştır. Bu çalışmalarla tarihin derinliklerinde kalmış, pek çok toplumda siyasi, sosyal, kültürel hayatta aktif, görünür ve muhtelif alanlarda rol oynayabilen kadınların olduğu görülmüştür.
Siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik konularda kadınların görünürlüğü bağlamında Azerbaycan’ın hem Türk ve hem de Müslüman devletlerarasında önemli bir tarihi vardır. Azerbaycan tarihine bakıldığında kültürel, sanatsal ve askeri alanlarda kadınların önemli bir rol ve konumda oldukları görülmektedir. Amazon Kadınlar olarak da adlandırılan Azerbaycan’ın kadınları özellikle kahramanlık ve vatanseverlik konularında erkeklerle yarışır büyük başarılar elde etmişlerdir. Tomris’ten başlayarak Perixan Hanım, Sara Hatun, Tuti Bike, Gövhar Ağa ve Hurşid Banu Natevan gibi Azerbaycan siyasi ve edebi yaşamında liderlik, yöneticilik, sanatçılık kimlikleriyle öne çıkmış, öncü olmuş pek çok önemli Türk kadını vardır ve bu kadınlar Azerbaycan’ın siyasetine, sosyal ve kültürel yaşamına önemli izler bırakmışlardır ( Sipahi, Özsoy, Khashimov, 2018: 19). Bu önemli Azerbaycanlı Türk kadınları ülkelerinin siyasal, sosyal ve kültürel yapılarını hayli etkilemiş ve pek çok toplumun kadınlarına da örnek ve önder olmayı başarmışlardır.
Azerbaycan tarihinde pek çok önemli kadına dair başarılara rastlanmaktadır. Bu bağlamda Aga Beyim Aga, Agabacı Gencebeyim, Fatma Hanım Kemine, Şehnikar Hanım, Kemerbeyi Şeyda Karabağı ve başka pek çok isim minnettarlıkla zikredilmektedir. Büyük kahramanlıklarla anılan bu kadınların içerisinde Hurşid Banu Natevan’ın yeri ise oldukça önemlidir ( Zengin, vd,. 2011:33).
Hurşid Banu Netevan’nın Yaşamı ​
Azerbaycan tarihinin sosyal ve kültürel hayatında derin izler bırakmış aydın bir Türk kadını, güçlü bir lider tipolojisidir Hurşid Banu Natevan. Azerbaycan’daki Oğuz Türklerinden olan Hurşid Banu Natevan’a sarayda “tek inci” anlamına gelen “Dürr-i Yekta” ve halk arasında da bir han torunu ve kızı olması dolayısıyla “Han Kızı” denilmektedir. Hurşid Banu Natevan, 15 Ağustos 1830 tarihinde Karabağ’ın Şuşa şehrinde dünyaya gelmiştir. Baba tarafından Karabağ’ın çok tanınmış hâkimi İbrahim Halil Han’ın, anne tarafından ise Gence hâkimi Cevad Han’ın torunu olduğu bilinmektedir. Hurşid Banu ailesinin yönlendirmeleriyle özel hocalardan dini ve edebi alanlarda ilim tahsil etmiş, Arapça ve Farsça dersleri almıştır. Halası Gevher Hanım’ın yanında yetişen Hurşid Banu kendini pek çok alanda iyi yetiştirmiştir. Hurşid Banu Babası Mehdigulu’nun hayatını kaybetmesi üzerine Azerbaycan’ın en büyük hanlıklarından biri olan Karabağ Hanlığı’nın varisi olarak hanlığı yönetmeye başlamıştır (1845). Karabağ Hanlığı’nı yönettiği sırada çeşitli devlet meseleleri için gittiği Tiflis’te Rusların tertibiyle Rusların hizmetinde bulunan General Dağıstanlı Hasay Han Üsmiyev ile evlendirilmiştir (1850). Oldukça kısa süren bu evliliğin ardında eşinden ayrılan Hurşid Banu daha sonra Karabağlı bir seyyid ile hayatını birleştirmiştir (1960) ( Yavuz, 2018: 396-397). İlk evliliğinden bir kız bir de erkek evladı vardır. İkinci evliliğinden ise üç oğlu iki kızı dünyaya gelmiştir. Birinci eşinden olan oğlu Mehdigulu Han Vefa ve kızı Hanbike ile ikinci eşinden olan oğlu Mirhesen Mir de Hurşid Banu gibi şairdir. Mehdigulu Han Kafkasya ‘da ün yapmış şairlerden bir tanesidir (Cebeci, 2019:35). Yaşamının büyük bir kısmını Şuşa’da geçiren Hurşid Banu 2 Ekim 1897 tarihinde yaşamını yitirmiş Şuşa’da İmaret ismi verilen bir yere defnedilmiştir( Yavuz, 2018: 396-397).​
Hurşid Banu Natevan’ın Siyasi Kişiliği​
Hurşid Banu Natevan’ın doğup büyüdüğü dönemler Karabağ Hanedanlığı’nın zor günlerden geçtiği zamanlara tekabül eder. Karabağ Hanlığı’nın hâkimi olan Mehdigulu Han’ın ölümü üzerine Karabağ Hanlığı’nın varisi olarak başa geçen Hurşid Banu, bir taraftan ekonomik mücadeleler verirken bir taraftan da diğer hanlıkların aralarında geçen siyasi çekişmeler dolayısıyla zorlu bir süreç yaşamıştır. Hurşid Banu’nun hanlığı yönetmesi, halkı için vermiş olduğu uğraşlar her ne kadar şartlar olumsuz olsa da başarılı ve önemlidir. Hurşid Banu yaşamı boyunca ve liderliği süresince de özellikle maarif hayatına önem vermiş, kültürün yayılmasına yardımcı olmuş, sosyo-kültürel faaliyetleri desteklemiş ve kendisi de bizzat katılmıştır. Bununla birlikte halkı için yol- köprü, okul gibi yapıların yapımı için özel çaba sarfetmiştir. Uzak şehirlerde okuyan Azerbaycanlı öğrencilerin maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına yardım etmiş, akademisyen, şair, zanaatkâr gibi meslek erbaplarını da bizzat desteklemiştir. Hatta onun bu yardım severliği Karabağ sınırlarını da aşarak Azerbaycan’ın ve Kafkaslar’ın pek çok bölgesine yayılmıştır. Hurşid Banu, önemli bütçeler harcayarak Şuşa şehrine içme suyu getirilmesine katkı sunmuştur. Bunun yanında, çeşme, hamam, su ambarları, soğutucu gibi şehrin ihtiyacı olan konuları da gidermeye çalışmıştır. Su kanalı planı için uğraşlar vermiştir. Hurşid Banu, Hanlığı yönettiği süre boyunca halkın refahını önemsemiş ve özellikle kadın ve insan haklarının korunması üzerine mücadeleler vermiştir. Hurşid Banu oldukça saygı duyulan bir yönetici olarak dönemin liderleri ile de sık sık bir araya gelmiş, siyasi görüşmelerde bulunmuş, dostluk ilişkileri kurmuştur(Sipahi, Özsoy, Khashimov, 2018: 27-28).
Hurşid Banu Netevan’nın Edebi Kişiliği
Hurşid Banu yaşamı boyunca şairleri ve sanatçıları himaye etmiş, konağını onlara açmıştır. Karabağ’da kurulmuş olan Meclis-i Üns isimli şairler cemiyetinin başına geçmiştir. Söz konusu meclis yaklaşık otuz şairden oluşmaktadır ve bu şairler Azerbaycan’ın diğer şair topluluklarıyla da görüşüp karşılıklı şiir okumalarında bulunmuşlardır. Farklı şehirlere, bölgelere yayılan bu durum sayesinde Azerbaycan’da şiirler yayılmış ve yeni şairlerin yetişmesine olanak verilmiştir. Hurşid Banu bu şiir geleneğine dâhil olmuş bununla birlikte hat, tezhip ve resimle de meşgul olmuştur. Hurşid Banu’nun el emeği olan bu eserleri Gül Defteri adıyla oluşturulmuş bir albümle Azerbaycan El Yazmaları Enstitüsü’nde muhafaza edilmektedir. Bununla birlikte yapmış olduğu iğne işleri ise Azerbaycan Devlet İnce- senet (Güzel Sanatlar) Müzesi’nde bulunmaktadır( Yavuz, 2018: 397)
Hurşid Banu’nun içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal şartlar, kötü geçen ilk evliliği, ardından oğlunun ve ikinci kocasının da ani ölümleri onun hayatında derin izler bırakmıştır. Bunlar onun eserlerine büyük bir hüzün, keder, hasret ve şikâyetle aksetmiştir. Hurşid Banu 19. YY Azerbaycan’ının Fuzuli mektebinin en tanınmış temsilcisi, şairi olarak kabul edilmiştir. Yazmış olduğu gazellerde lirizm dikkat çekerken oldukça güzel bir samimiyet ve tabilik de işlenmiştir. Eserleri Azerbaycan edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Şiirlerine Azerbaycan şairleri tarafından nazireler yazılmıştır. Hurşid Banu’nun 1850 yılından itibaren şiirler yazdığı bilinmektedir. Fakat bunları bir divanda toplamamıştır. Bundan dolayı şiirleri bir bütün halde günümüze ulaşamamış, pek çoğu kaybolmuştur. Bulunabilen eserleri ise hem Arap hem de Kiril harfleriyle pek çok kez yayınlanmıştır. Hatta şiirlerinin pek çoğu bazı sanatçılar tarafından bestelenmiş, Azerbaycan musikisinin de en güzide örneklerini teşkil etmiştir( Yavuz, 2018:397).
Sonuç Yerine
Hurşid Banu Natevan hem yaşadığı dönemde hem de kendinden sonraki nesillere ilham kaynağı olmuş, güçlü, aydın bir Türk kadınıdır. Hurşid Banu, pek çok zorluğa rağmen başarılı bir yönetici, siyasi ve edebi kişilik olarak özgün bir liderlik göstermiştir. Sarayda yetişmiş, bir han torunu, han kızı, bir hanlık lideri olmasına rağmen halkın yanında durmuş ve halk ile birlikte hareket etmiştir. Hurşid Banu’nun özellikle maarif alanındaki çalışmaları ve yürüttüğü politikalar çok önemlidir. Liderliği dönemi boyunca sosyal politika, sosyal adalet gibi konular üzerinde özenle durmuş, liderliğini sanatsal kişiliğiyle beslemiş ve bu bağlamda hizmetler vermiştir. Lider aydın bir Türk kadını, imgesini içinde bulunduğu çağın şartlarına rağmen oldukça güzel çizmiş olan Hurşid Banu Natevan kadın tarihinin de sembol isimlerinden biri olmuştur.
Kahraman bir duruşla, ince ve yüce bir gönülle, kendini pek çok alanda donanımlı yetiştirmiş, konağından dışarı çıkarak halka karışmış, konağını da halka açmış, sosyal adaleti sağlamak adına uğraşlar vermiş, eğitimin, sanatın önemi ve değeri üzerinde durmuş, bir lider olmanın pek çok vasfını hakkıyla taşımış Hurşid Banu Natevan kendinden sonraki nesillere de düşünceleri ve hareketleriyle önemli mesajlar vermektedir. Türk kadınlarına örnek ve rehber olacak bu değerli kadını andığımız, anlattığımız yazıyı onun dizleriyle noktalayalım.
(BAŞKANIM BU ŞİİRLERİ AZERBAYCAN TÜRKÇESİ VE TÜRKİYE TÜRKÇESİ DİYE YANYANA KOYABİLİRSİNİZ.
Bilin, yvran bu dünyada here bir kâr ilen oynar,
Kimi xanenişm olmuş, kimi bazar ilen oynar.
Kimi text-i müressede, başında tâc-i şahane,
Kimi zindan içinde el-ayağı dâr ilen oynar.
Kimi tabidi dünyâye, kimi âşiqdi ügbâye,
Kimi sâze, kimi nâze, kimi tek târ ilen oynar.
Kimi Mecnûn sorağmda, kimi Leylî ferağında
Kimi yârın üzerinde yatan şahmar ilen oynar.
Kimisi şâdü xürremdir, kimi leyi ü nâhar ağlar,
Felek de sergiran olmuş xurşid-i zâr ilen oynar.
***
Dostlar, bilin ki, bu dünyada herkes bir iş ile meş- gul olur,
Bazıları evinde oturur (evine bağlı olur), bazıları da ticaretle meşgul olur.
Bazıları, başlarında şahane taçlarıyla, kıymetli taş- larla süslenmiş taht üzerinde oturur,
Bazılarının da, zindandaki darağacında eh ayağı oynar.
Bazıları dünyaya bağlıdır (düşkündür), bazıları ahirete âşıktır;
Bazıları saz, bazıları naz, bazıları da tar ile oynar.
Bazıları Mecnun gibi arayış], bazıları Leyla(nm) aynlığıyla;
Bazıları da sevgilinin üzerinde yatan yılanla oynar (meşguldür).
Bazıları şen ve mutludur, bazıları gece gündüz ağlar;
Gökyüzü de sarhoş olmuş ağlayan güneşle oynar.
Dipnotlar ​
1) 1960'ta Bakü’de Hurşid Bânû adına bir heykel dikilmiştir. Hakkında pek çok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan en önemlisi İlyas Efendiyev'in Hurşîd Bânû Nâtevan (1978) adlı dramıdır. Eser pek çok kez sahnelenmiştir. 2006 yılı yapımı "Xarı Bülbüllər" filmi Hurşidbanu Natevan'nın hayatını anlatan önemli bir yapımdır.
2) – (2015), Hurşit Banu Netavan, s. 8
Kaynakça
– (2015), Hurşit Banu Netavan, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Ansiklopedisi (e-kitap), Kültür ve Turizm Bakanlığı, s.1-8, http://ekitap.kulturturizm.gov.t/, Erişim Tarihi: 09.09.2020
Akpınar Yavuz( 2018), Hurşid Bânû Nâtevan, TDV İslam Ansiklopedisi, 18. Cilt, s. 396-397
Cebeci, Rumeysa, (2019), Azerbaycan Kadın Şairlerinden Hurşidbanu Natevan’ın Şiirlerinin Dil, Üslup Ve Muhteva Yönünden İncelenmesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Karabük Üniversitesi, Sosyal Bilimler Üniversitesi
Sipahi, E.B., Özsoy, Bahar., Khashimov.,M,. (2018), Azerbaycan’da Öncü Bir Kadın: Xurşidbanu Natevan’ın Yaşamı, Sanatsal Kişiliği ve Liderlik Özelliği Üzerine Bir Değerlendirme. Bitlis Eren Üniversitesi Akademik İzdüşüm Dergisi, s. 19-33, S:3
Zengi̇n, E, Eynalov, D , Bölek, Ö , Bölek, Ö . (2011). Azerbaycan'da Kadın ve İş Hayatı.Istanbul Journal of Sociological Studies , 0 (34) , 29-65 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/iusoskon/issue/9518/118916​
Tumblr media
2 notes · View notes
raslihanturkmen · 4 years
Text
Tumblr media
AYDIN TÜRK KADINLARININ TÜRK SİYASİ DÜŞÜNCESİNE, DEVLET YÖNETİMİNE VE TÜRK TOPLUMUNA ETKİLERİ VE KATKILARI: SELMA RIZA FERACELİ ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME
Rabia Aslıhan Türkmen [1]
Türk kadınlarının, tarihi süreç itibariyle, fikri, siyasi ve toplumsal alanlardaki değişimlerden çokça etkilendiği, bu bağlamda da statülerinin her dönem değişiklikler gösterdiği tarihi kaynaklarda sıkça rastladığımız bir konudur. Oysa Türk kadınlarının, düşünce, yönetim ve toplum yapısındaki değişimlerde oynadıkları rolün söz konusu olması kaynaklarda çok az söz edilinen bir husustur . Türk kadınlarının, tarihi süreç itibariyle özellikle modernleşme dönemi ile birlikte statülerinde farklı bir seyir izlendiği bilinir. Bu seyirle birlikte aydın Türk kadınlarının, Türk siyasi düşüncesini, bununla birlikte de toplumsal yapı ve dolaylı da olsa devlet yönetimine etki ettikleri tarihi kaynaklarda not edilmiştir. Bu bağlamda pek çok önemli aydın Türk kadını zikredilebilir. Selma Rıza Feraceli ise bu kadınlar arasında en çok dikkat çeken isimdir.
Bu çalışmada, Aydın Türk Kadınlarının Türk siyasi düşüncesine sonrasında da devlet yönetimi ve Türk toplumuna etkileri ve katkılarını Osmanlı döneminde yaşamış bir aydın Türk Kadını olan Selma Rıza Feraceli üzerinden sunacağız. Selma Rıza Feraceli, akademik alanda daha çok edebiyat alanındaki çalışmalarıyla gündeme gelmiştir. Hâlbuki Selma Hanım özellikle Türk siyasi düşüncesi alanına katkılara bağlamında mutlaka ele alınması ve değerlendirilmesi gereken bir siyasi kişiliktir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, Türk siyasi düşüncesi, Türk toplumsal yapısı ve devlet yönetimine olan etkileri ve katkıları bağlamında aydın Türk kadınlarını Selma Rıza Feraceli portresi üzerinden sunup esasında dönemin atmosferinden bugünün kadınlarına bir takım mesajlar verilmeye çalışılmıştır. Çalışma, teorik bir çerçevede literatür taraması eksenlidir.
Anahtar Kelimeler: Aydın Türk Kadınları, Türk Siyasi Düşüncesi, Türk Devleti, Türk Toplumu, Aydın Türk Kadınları, Türk Siyasi Düşüncesi,
Dipnot: Yazının devamını Türkiz Dergi/ Mhp Kaçep Sempozyumu Özel Sayısından Okuyabilirsiniz.
0 notes
raslihanturkmen · 6 years
Photo
Tumblr media
Çokkültürlülük ve Kürselleşme Bağlamında Milliyet Duygusu Üzerine Bir Tetkik Rabia Aslıhan Türkmen Millet ve milliyetin, siyasi ideoloji açısından bakılınca belli ölçüde ‘inşa’ ürünü olduğu doğrudur; fakat gerek tarih, gerek sosyoloji ve gerekse kültür disiplinlerinin şehadetine göre, millet ve milliyet bir şuur, şahsiyet ve maşeri (kolektif) zatiyet olarak, yakın çağın çok öncesine giden, çok uzun bir süreçte ve çoğu zaman tam ve kesin bir öznesi tespit edilemeyen çok zengin ve girift ‘inşa’ların, başka bir deyişle ‘tam tekmil ve mürekkep bir inşaat’ın eseridir . Reel anlamda kümülatif olarak değerlendirmeye alındığında, dünya genelini etkileyerek gelişen ve yayılan siyasi olgular ile kültürel değişmeler, dış etkilerin yansımalarıyla iç dinamikleri tetikler ve pek tabi toplumda algıları önemli bir yapıda şekillendirerek, toplumları büyük oranda etkilemeyi de başarır. Bu bağlamda yaşanılan gelişmeler toplumları toplumsal değişmelere götürebilir. Temel saikleri farklılık arz edebilmekle beraber, bir toplumda meydana gelen herhangi bir düşünce ve bu düşünce ekseninde şekillenerek sirayet eden söylem ve eylemler pek tabi toplumların genel olarak kendi içyapısındaki olay ve olguları da etkileyerek toplumda farklılıklar yaşatabilmektedir. Toplumlarda yaşanılan bu farklılıklar, dünya genelinde bir zenginlik olarak addedilse de çeşitli sorunları beraberinde getirdiği görülmektedir. Küreselleşmenin de bir neticesi olarak dünya geneline yayılabilen bu konu, birçok unsurunda meydana gelmesini tetikleyebilir. Bunun bir sonucu olarak da toplumlarda değişiklikler veyahut kopmalar yaşanılabilir. Değişimin bulunmadığı bir insan topluluğundan bahsetmek mümkün değildir. Geçmişten bugüne insan topluluklarında sosyal değişmeden söz edilebilir. Sosyal değişmeler medeniyet tarihimizde zamana ve mekâna göre bazen hızlı ve bazen de yavaş bir şekilde ortaya çıkmıştır. Değişmeden söz edebilmek için belirli süreye ihtiyaç vardır . Bugün ise geçmişe nazaran küreleşmenin etkisiyle toplumlarda yaşanılan herhangi bir olgu veyahut olay hızlı bir şekilde yayılarak etkisi daha geniş alanları kapladığı görülmektedir. Toplumlar, yaşanılan bazı siyasi olay ve kültürel değişmelerin olumsuz etkilerini kırmak, toplumların bütünlüğünü korumak, toplumsal değişmelerin ve toplumsal çözülmelerin önüne geçmek adına bazı politikalar izlenerek bu durumu engellenmeye çalışırlar. Lakin her toplumun dinamikleri bunun önüne geçemeye bilir. Özellikle küreselleşme eğilimi artan bir ortamda bu konu çok farklı noktalara sirayet etmiş olabilir. Bu bağlamda yazı içerisinde toplumların sorunlarını bir bütünlük içinde günümüz algısı ve anlayışı ışığıyla tarihi temellerine de değinerek aktaracağız. Konumuz ekseninde bir toplumun en mühim meselesi olan, bireylerin mensubu oldukları kitleye karşı duydukları bağlılık hissi yani milliyet duygusunu, toplumun içinde çok önemli iki konu olan çok kültürlülük ve küreselleşme ekseninde ele alıp dünya ve Türkiye algısını değerlendireceğiz. GİRİŞ Literatürde milliyet duygusu, toplumların içinde bulunduğu veyahut dünya genelinde yaşanılan olay ve olgulardan birçoğunun sebebi ya da sonucu içerisinde muhakkak yer almış, siyasi, iktisadi kültürel vb. konular bağlamında mutlaka bir yerden sirayet etmiş, dün olduğu gibi bugünde hala anlamını koruyan önemli bir konu olmuştur. Milliyet duygusu, toplum bilimciler ve hukuk tarihi bilginlerinin deyimiyle, milletlerin yaşayabilmelerinde ve payidar olmalarında en mühim, en kuvvetli neden, fertlerin mensubu oldukları millete bağlılığı ve sadakatin bir neticesi olarak da bir sosyolojik gerçekliliktir. Bu duygu bir şuur meselesidir. Bugün milletlerin, millet olarak yaşamasını temin eden, diğer milletler içerisinde asimile olup yok edilip gitmesine engel olacak şuurun özü milli his yani milliyet duygusudur . Geçmişten günümüze milliyet duygusuyla bulundukları topluluğa, birbirine bağlı olan fertlerin hissettikleri bağlılık duygusu bir gruplaşmanın tetikleyicisi olurken bir taraftan da aynı siyasi sınır içinde yaşadıkları kendinden olmayan diğer kimselerle iyi ilişkiler içinde bulunmayı gerekli kılmıştır. Bu bağlamda ortaya çıkan ve birden fazla milletin bulunduğu toplumlarda kimi zaman bir sorunsala yol açan ve yeni bir kavram olarak literatürde kullanılan çok kültürlülük konusu toplumlarda tartışmalara kimi zaman da çatışmalara sebep olmuştur. Çok kültürlülük literatürde yeni kullanılmaya başlanılan bir kavram olsa da çok kültürlülük durumu hiç de yeni değildir. Bu kavram, birçok kültürün aynı zamanda yan yana birlikte var olduklarını göstermektedir. Geçmişten bugüne kültürler birbirleriyle tamamen etkileşimsiz hiçbir zaman olmamıştır. İnsanlık tarihine baktığımızda, mütemadiyen bir etkileşim ve mübadele süreci olduğunu gözlemleyebiliriz . Pek tabi bu olguya bir anlamda insan toplumlarının genel var oluş biçimi olarak bakabiliriz. Çok kültürlülük kavramı bugün daha dar bir çerçevede konu edilmektedir. Genel olarak bu kavram belirli sınırlar (ulus-devlet sınırları) içinde farklı kültürel grupların bir arada yaşamalarının politik olanakları ve sonuçlarıyla alakalı olarak gündeme gelmiştir. Bireylerin liberal adalet çerçevesi içinde hak ve sorumluluklarını yerine getirdikleri “siyasi toplum” ve bireylerin belli bir dili, kültürü ve tarihi paylaştıkları ve kültürel anlamda üyesi oldukları “kültürel toplum” dan söz edilebilir. Lakin iki tür toplum sürekli olarak çakışmayabilir. Pek tabi siyasi toplum farklı dile, kültüre ya da geleneklere sahip bir ya da birden fazla gruptan oluşabilir. Çok uluslu veya çok kültürlü toplumlardaki durum bu şekilde tanımlayıp ifade edebiliriz . Çok uluslu ve çok kültürlü toplumlarda siyasi erk, kültürel azınlıklara yönelik çeşitli politikalar üretip sergilese de bu konu bazı toplumlarda baskıcı bir yöntemle asimile politikası kullanılarak toplumları dönüştürmeye veya kendi benliklerini yok ettirmeye çalışılmıştır. Dünya toplumlarında birçok örneği görülen bu olgu milliyet duygusuyla daha farklı biçimde seyretmiştir. Siyasi ve toplumsal alanlara da yaşanılan bu bağlamdaki gelişmeler artan küreselleşmenin etkisiyle yeni tartışmalara ve beraberinde de yeni politikalar izlenilmesi gerektiğine yol açmıştır. 1- Çok kültürlülük nedir? Çok kültürlülüğün Dünyadaki Algısı Nasıldır? ve Pek Tabi Türkiye Realitesine de Bir Değini – Bir Kavram Olarak Çok kültürlülük Bir toplumu meydana getiren bireylerin ve grupların dil, din, tarih, coğrafya gibi unsurlar açısından farklı kökenlerden gelmesine uzanan çok kültürlülük, belirli bir siyasi sınır içerisinde yaşayan toplumlarda gözlenir. Çok kültürlülük, siyasi bir bütünleşmeyle oluşmuş belirli bir sınır içerisinde yaşayan, bir araya gelmiş farklı etnik kökenden oluşan insanların bir arada yaşamasıyla görülmektedir. Modern anlamda ‘çok kültürlülük’, Kuzey Amerika’da sirayet eden bir kavram olarak 1960’larda meydana çıkmıştır. ABD ve Kanada’da bulunan farklı bir dili konuşan ve ‘kendilerine ait’ olduğunu düşündükleri topraklarda yaşayan insanlar, kültürel kimliklerinin tanınmasını istenmiştir. Çok kültürlülük kavramı bu bağlamdaki tanınma isteğine bir cevap niteliğinde ortaya çıkmıştır. Daha sonrasında “ kültürel farklılıkların demokratik savunması” nda söz konusu olmayı başarmıştır . Çok kültürlülük söylemi gerek toplumların kendi içerisinde ve gerekse de toplumlararası düzlemde sıkça konuşulan, tartışılan bir konu olmuştur. Birçok zaman çatışmalara da varan bu konu bilhassa birçok ulus devletinde çeşitli sorunların yaşanmasına neden olmuştur. Farklı etnik ve dini grupların birlikte yaşamasını ifade bu tanım pek tabi din, dil, etnisite, tarih, ülkü ve benzeri farklılıklarla birlikte yaşamayı ifade etmektedir. Çok kültürlülüğe yaklaşımlar farklı bakış açılarıyla çok yönlü olarak seyretse de, genel olarak sıkça eleştirilen bir kavram da olmuştur. Çünkü çok kültürlülük tezi bir bakımdan milliyet duygusunun getirdiği söylemlerin icraata geçirilmesi noktasında aykırı bir durumdur. Çünkü milliyet duygusu yukarıdaki saydığımız ögelerin ekseninde birleşip bütünleştirip bir milli birlik arzulamaktadır. Lakin çok kültürlülük tezi ile savunulan düşünce bunun aksi olarak milli birliğin sağlanması önünde bir sorun teşkil etmesi bağlamında ulus devletleriyle uyuşmaz nitelik kazanmıştır. -Dünya Genelinde Çok Kültürlülük Bugün dünya genelinde Çok kültürlülük sorunsalı, küreselleşme, modernleşme, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları gibi yaşadığımız dönemin önemli gündem maddeleri ile yakından ilgilidir. Bu bağlamda güncel politik mücadelelerin merkezinde yerini almıştır. Ama çok kültürlülük kavramı daha genel düzeyde de ele alınmıştır . Örneğin çok kültürlülüğün yaşandığı dünyadaki birçok devlet bu yapının içerisinde değişik yöntem ve teknikler kullanarak farklı politikalar üreterek toplumsal bütünlüğü sağlamaya çalışmışlar ve bu bağlam da toplumlarını yönetmişlerdir. Dünya siyasi tarihinde çok milletli bir yapıya sahip olan devletlerde her zaman aynı politikalar izlenilmediği için durumun seyri de bu bağlamda farklılık arz etmiştir. Örneğin dağılan SSCB çok milletli bir yapıya sahipken asimile politikası izlemiş lakin bugün ABD yine içerisinde birçok milletten insan barındırırken hoş görülü bir anlayış sergilemiştir. Dünya devletlerinde çok kültürlülük yapısının örneği ve yaşantısı toplumlara göre farklılık arz eder. Bundan dolayı çok kültürlülük anlayışı dünya genelinde toplumdan topluma farklılık göstermiştir. Çok kültürlülüğün Türkiye Yansısı Çok kültürlülük sorunsalı, karmaşık dinamiklerin kültürel ve politik sahneyi belirlediği Türkiye siyasal düzleminde özellikle, sivil toplumcu ve postmodern düşünce akımlarının ve etnik gruplar bağlamındaki tartışmaların içinde yer alarak gündeme gelmiştir. Bu kavram Türkiye’de çok farklı siyasi ve düşünsel pozisyonları birbirine bağlayan bir zemin oluşturduğu da söylenebilir . Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı Türk coğrafyasında hiçbir zaman kendine özgü değerlerin tanınmadığı, horlandığı ya da yasaklandığı bir olay olmamıştır. Milli birliği ve bütünlüğü, milli devletin üniter yapısı tehdit edecek unsurların yaşanmadığı takdirde hoşgörülü bir politika sergilenmiştir. Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ve hatta öncesinde Osmanlı Devletinde de devam ettirilen bu anlayış birçok zaman ve dahi bugün bile iç ve dış tehdit unsur tarafından çeşitli kırılmalara sebebiyet vermektedir. Dünya üzerinde yaşanılan herhangi bir olay küreselleşme eğiliminin etkisiyle pek çok alana sirayet edebildiğinden söz etmiştik. İşte dünya genelinde yaşanılan bu bağlamdaki olaylar küreselleşmenin etkisiyle dün olduğu gibi bugünde birçok tartışmayı beraberinde getirmiştir. Dünya genelinde yaşanılan bu noktadaki olaylar, milli bütünlüğü tehdit etmesi bağlamında Türkiye’yi de olumsuz etkilediği görülmektedir. Küreselleşme Nedir? Artan Küreselleşme Eğilimi Algıları Nasıl Etkilemiştir? Küreselleşme Etkisinde Milli Eğilimler Nasıl Şekillenmiştir? ‘’Küreselleşme, yerel-evrensel spektrumunda her iki yöne doğru ilerleyen bir süreci tarif etmekte, statik bir yapıdan ziyade son derece dinamik ve değişken bir kavrama işaret etmektedir. Küreselleşme, her geçen gün dünyanın farklı alanlarını nüfuzu altına almaya devam etmekte ve bu sayede bünyesine kattığı yeni açılım ve devinimler ile mevcut yapısını sürekli bir biçimde uyarlamaktadır. Çağdaş küreselleşme, çok-aktörlü bir yapı içerisinde gelişmektedir. Bu bağlamda, dört temel aktörden bahsedilebilir: Ulus-devlet, uluslararası kuruluşlar ve devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları. Küreselleşme süreci, bu aktörlerin karşılıklı iletişimi ve etkileşimi sonucunda şekillenmektedir. ‘’ Küreselleşmenin kendini gösterdiği pek çok alan ve boyutu vardır. Bunları ekonomik, kültürel, siyasi, iletişimsel, güvenlik, teknolojik, çevresel vb. gibi kategorilere ayırabiliriz. Bu noktada küreselleşmenin pek tabi birçok boyutunun mevcut olduğu dile getirirken de bizim konumuz dâhilinde milliyet olgusunu en çok etkileyen ve belki de rahatsız eden kültürel ve siyasi alanda olan etkisine değineceğimizi bildirmemiz gerekir. ‘’Siyasi küreselleşme, esas itibariyle, günümüz dünyasında siyasi güç, otorite ve yönetim biçimlerindeki yapısal dönüşüm olarak tanımlanabilir. Günümüzde, nüfuz alanını tüm dünya olarak kabul eden “küresel siyaset” anlayışının giderek güçlendiği görülmektedir. Bu durum, geleneksel siyaset anlayışından farklı bir yapıyı yansıtmaktır. Bir başka deyişle, “küresel siyaset”, söz konusu yapının dört temel aktörü olan ulus devlet, devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının karşılıklı etkileşimi sonucunda şekillenmektedir. Ulus devlet, bu süreçte temel birim olarak faaliyet göstermeye devam etmekte, ancak yetki ve manevra alanları belirli ölçülerde kısıtlanmaktadır. Literatürde, bu yeni yapıyı betimlemek üzere “küresel yönetişim” (global govermance) kavramı kullanılmaktadır ‘’Küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkileri incelenmeye başlandığında, ilk göze çarpan husus, Türkiye’nin küreselleşmenin yukarıda bahsedilen tüm boyutlarından dünyadaki birçok ülkeye kıyasla, oldukça yüksek bir düzeyde etkilenmekte olduğudur. Bu durumun temel bir nedeni, Türkiye’nin jeo-stratejik konumundan kaynaklanmaktadır. Türkiye, Batı’yla Doğu’nun, Kuzey’le Güney’in buluştuğu bir noktada, Avrasya’nın merkezinde yer almakta olup, küreselleşmenin etkilerine geniş oranda açık durumdadır. Türkiye’nin küreselleşme sürecinden büyük ölçüde etkilenmekte olmasının diğer bir nedeni de coğrafyasında barındırdığı insan topluluğunun özelliğine ilişkindir. Türkiye, sahip olduğu özel coğrafi konumu ve köklü tarihi nedeniyle kültürler ve medeniyetler arası diyaloğa ev sahipliği yapan bir ülke konumundadır. Esasen farklı insan toplulukları arasındaki ilişki ve etkileşimlerin radikal bir şekilde artışı olarak tanımlanan küreselleşmenin, bu özelliği haiz bir ülkeye büyük ölçülerde etki yapması kaçınılmazdır. Küreselleşmenin Türkiye üzerindeki etkilerini, küreselleşmenin mevcut tüm boyutları çerçevesinde gözlemlemek mümkündür. Örneğin, ekonomik küreselleşmenin dinamiklerine uyum sağlamak ve dünya ekonomisi ile bütünleşebilmek amacıyla Türkiye ekonomisi, 1980 sonrasında köklü bir yapısal değişim geçirmiştir. Bu dönemde, korumacı ve ithal ikameci ekonomik yapı, yerini serbest pazar ve ihracat teşviklerine dayanan, dış ticaretin, kurun, faizin ve sermaye hesabının serbestleştirilmiş olduğu bir yapıya terk etmiştir. Son olarak, Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutundan da yaygın bir biçimde etkilendiği, bu bağlamda, Türk toplumunun beğeni ve ilgi alanlarının, özellikle son yıllarda, ciddi bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçtiği söylenebilir. Ancak, bu, küresel düzeyde tanınan kültürel ve üretim biçimlerinin Türkiye’de yer etmesi kadar, Türk kültür öğelerinin uluslararası tanınırlığının da artması şeklinde gerçekleşmektedir. Yukarıda değinilen tüm hususlar, küreselleşme sürecinin Türkiye üzerindeki etkilerine ilişkindir. Bu çerçevede, son olarak değinilmesinde yarar görülen konu ise Türkiye’nin küreselleşme sürecinin olumlu yönde ilerleyebilmesi için ne ölçüde katkıda bulunabileceğidir. Bir başka deyişle, Türkiye’nin de belirli ölçülerde küreselleşme sürecine etki etme kapasitesi bulunmaktadır. Bunun temel nedeni, bu çalışmanın ilk bölümünde ifade edildiği üzere, küreselleşme sürecinin tek yönlü olarak ilerlememesi, son derece dinamik bir süreci içermesi ve karşılaştığı yeni unsurları bünyesine katarak sürekli biçimde sentezlenen bir yapısı olmasıdır. Türkiye’nin küreselleşmenin kültürel boyutuna yapabileceği katkı üzerinde durulması uygun olacaktır. Kendine özgü tarihi ve kültürel yapısı ile Türkiye, medeniyetler arası uyumun en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Türkiye, tüm dünyaya, kültürel çeşitliliğin bir tehditten ziyade bir zenginlik olduğunu göstermeye çalışmakta, kültürler arasındaki yanlış algılama, önyargı ve kutuplaşmaların önlenmesi için her türlü platformda aktif çaba sarf etmektedir. Anılan çabalar, küreselleşmenin kültürel boyutunun olumlu bir yönde ilerlemesi için önemli bir katkı olarak algılanmalıdır. SONUÇ Dünya toplumlarını, yaşanılan herhangi bir olguyu ele alıp değerlendirirken meselenin mutlaka tarihi, içtimai ve bilhassa ruhi temellerini göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Çünkü hiçbir olgu bir tek nedene bağlı olarak ortaya çıkmaz ve bir konuya odaklı olarak ta devam etmez. Bu bağlamda dünya toplumlarını ve Türkiye üzerinde etkisi büyük olan ve halende devam eden çok kültürlülük ve küreselleşme bağlamında milliyet duygusu, dün olduğu gibi bugünde tartışmaların mutlaka bir yerden içine sirayet etmiş, birçok konuyu bir şekilde etkilemiş, nedenleri veyahut neticede mutlaka yer alması bağlamında önem arz eden bir konu olmuştur. Bugün değişen dünya düzeninde, küreselleşmenin de etkisiyle toplumların hızlı ve derinden etkilendiği olaylar ve olgular yaşanmaktadır. Günümüz toplumlarının birçoğunda temel saikleri farklılıklar arz etse de benzer nitelikteki bu sorunlarla ortaya çıkmış problemlerin siyasi ve kültürel boyutlarda seyrettiği ve ne yazık ki bu olumsuzlukların Türkiye’ye de aksettiğini gözlemliyoruz. Bu bağlamda kültürel etkileşimler birçok zaman toplumsal olayların işleyişini aksi yönde etkilerken kimi zamanda tıkanıklığa neden olduğunu biliyoruz. Modern topluma ve ulus devlet modeline getirilen eleştiriler, yayılan küreselleşme eğiliminin de bir sonucu olarak çok kültürlülüğün sosyo-kültürel bir olgu olarak meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Bu olgu birçok toplumda birçok siyasi ve ekonomik dengeyi etkileyerek değiştirmeyi ve toplumun temel dinamiklerini etkilemeyi başarmıştır. Çok kültürlülüğün hâkim olduğu yerde birçok etnik gruba mensup kimsenin olduğundan bahsetmiştik. Bu bağlamda etnik kimliklerin dünya genelinde kültürel bir olgu olduğu gösterilmiş ve bunun dünyada birçok örneğinin olduğu dile getirilmiştir. . Bu söylemden farklı etnik kimliklerin bir zenginlik olarak toplumlarda kabul edildiğini çıkarsak da kimi zaman verilen hakların suiistimal edilmesi toplumsal bozukluğa neden olabildiğini de görmekteyiz. Moderniteye zaten verilmiş olan ödünler toplumun asli unsurlarının ayakta kalması için bir eşik olarak kabul edildiğinden verilin ödünler bazı uzlaşma ilkelerini reddedebilir. Milli kimliğin suyla bulandırılması belki yeni kimlik tepkilerine neden olabilir. Bu noktada toplumun bütününü kapsayan bir üst kimlik kavramı ortaya atılarak bütün bu farklılıkları içinde barındıran bir yapıya büründürülmüştür. Bu üst kimlik topluma hâkim ve diğer etnik gruplara demokrasinin ilkeleri ışığında saygılı ve hoşgörülüdür. Milliyet duygusu, dünya genelini etkileyerek gelişen ve yayılan siyasi olgu ve kültürel değişmelerden etkilense de kendi iç dinamikleriyle her zaman zinde durmayı ve hem iç ve hem de dış tehdit unsurlar karşısında sağlam kalmayı içinde barındırır. Konumuz dâhilinde ele aldığımız çok kültürlülük ve küreselleşme bağlamında yaşanılan herhangi bir olay ve olgu neticesinde toplumumuzda seyretmiş herhangidir konuya da milliyet duygusu milli bütünlüğün zarar görmemesi ekseninde bakmıştır. Büyük sosyal bilimci Sadri Maksudi ARSAL Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları eserinde bu bağlamda şunları söylemiştir: Son söz niyetine, ‘’ Milli his hayat için mücadelenin, var olmak azim ve iradesinin de bir tezahürüdür. Fertlerin var olmak azim ve iradesine ‘ kendi kendini koruma’ insiyakı denilir; milletlerin var olmak azim ve iradesi de ‘ Milli şuur’, ‘ Milliyet Duygusu’ veya ‘ Milliyetçilik’ adlarını alır. Gerek ferdi, gerek içtimai uzviyetler için ise VAR OLMAK iradesi biyolojik kanunlara dayanan sosyolojik bir gerçektir.’’ DİPNOTLAR 1- Mustafa Çalık, Milli Kimlik, Milliyet, Milliyetçilik, Cedit Neşriyat, 2. Basım sy. 10 2- Mustafa Erkal, Sosyoloji, Der Yayınları,İstanbul, 2011 sy.22 3- Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, Öteken Yayınevi, 3. Baskı,64 4- Hacer Çelik Çokkültürlülük ve Türkiye’deki Görünümü, U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ, sayı 15, sy. 321 5- Hacer, Çelik, a.g.d, sy. 321-322 6- Mazhar Bağlı, Ertan Özensel, Çokkültürlü Vatandaşlık, Çizgi Kitapevi, 2. Baskı sy. 46 7- Hacer Çelik, a.g.d, sy 322 8- Hacer Çelik, a.g.d, sy 319 9- Fırat Bayar, Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, Sayı 32 sy. 25-26 10- Fırat bayar, a.g.d, sy. 28 11- Fırat Bayar, a.g.d, sy. 32-33 12- Hacer Çelik, a.g.d, sy. 319 13- Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı Kripto Kitaplar, 51.Basım sf.1 14- Antoine Roger, ( çev: Aziz Ufuk Kılıç ) Milliyetçilik Kuramları, Versus Kitap, 1. Basım 2008 sy.
0 notes
raslihanturkmen · 7 years
Photo
Tumblr media
Türk Modernleşmesine Etkileri ve Katkıları Bağlamında Önemli Bir Mihver: Türk Kadınları Rabia Aslıhan TÜRKMEN Türk toplumunda, yaklaşık iki yüz yılı aşkın bir süreci kapsayan modernleşme hareketleri, Tanzimat Döneminde başlayarak Meşrutiyet Döneminde önemli gelişmelerle devam etmiş ve Cumhuriyet Dönemine de zemin hazırlayarak birçok alanda yaşanılan değişmeler ve gelişmelerle toplumsal alanda önemli bir hareketliliği meydana getirmiştir. Modernleşme eksenli yaşanılan değişmeler ve gelişmeler özellikle devletin ve toplumun ihtiyacı olan alanlarda özenle yapılmaya çalışılmıştır. Tanzimat Dönemiyle başlayan bu değişimler ve gelişmeler Meşrutiyet Döneminde devletin ve toplumun birçok alanına yansımış, toplumun farklı kesimlerinin de katılımlarıyla büyük yol kat edilmiş ve akabinde Cumhuriyet Döneminde zirveye ulaşmıştır. Toplumun birçok alanında yaşanılan modernleşme hareketleri, toplumun farklı kesimlerinin etkileri ve katkılarıyla hız kazanmıştır. Bu etkiler ve katkılar içinde Türk kadınının da ihmal edilmeyesi bir yeri ve önemi vardır. Bu dönemde Türk kadınına önemli statüler biçilmiş ve Türk kadınları üstlendikleri rollerle Türk modernleşmesinde önemli bir boyutu temsil etmiştir. Yazımız içerisinde Türk tarihinin ve toplumunun önemli bir değişim süreci olan Türk Modernleşmesi konusu ele alınıp tarihsel düzlemde ana hatlarıyla açıklanıp asıl konumuz olarak Türk Kadının bu dönemdeki yeri ile Türk Modernleşmesine etkileri ve katkılarını tetkik edeceğiz. GİRİŞ Toplum bilimlerinde sosyal değişme olarak karakterize edebileceğimiz durumlar her toplumun tarihsel süreç içerisinde olağan bir şekilde yaşadığı olgulardır. Bu değişimler zaman kesitleri arasında yapılacak karşılaştırmalarla sonradan ya da vukuu bulduğu süreçte de anlaşılabilir. Sosyal değişmelere tesir eden önemli faktörler vardır. Siyasi olaylar, kültürel etkenler, fiziki çevre, biyolojik faktörler, teknolojik gelişmeler vs. gibi unsurlar sosyal değişmelerin ve gelişmelerin yaşanmasını tetiklemektedir. Sosyal değişmeler bir süreçtir. Kimi zaman uzun zamanlar alırken kimi zamanda kısa süreçlerde büyük gelişmeler yaşanılabilir. Bu değişmeler ve gelişmeler zamana, mekâna ve sosyal akışa göre farklılık arz edebilir. Sosyal alanda yaşanılan bazı değişmeler ve gelişmeler kimi zaman tepeden inme, zorlayıcı olarak kimi zaman da çeşitli etkileşimlerle kendiliğinden olan olgulardır. Geleneksel olandan tamamen olmasa da önemli bir boyutta kopuşun ve ayrılışın başlayıp modern olana yönelme olarak, Türk tarihi ve toplum bilimi için önemli bir gelişme ve sosyal değişme olarak addedebileceğimiz Türk Modernleşmesi Dönemi, devamında meydana getirdiği manzara bakımından oldukça önemli bir zaman kesitini ifade eder. Türk siyasal hayatı, ekonomi, askeri, bürokrasi ve eğitim gibi alanlardaki değişmeler ve gelişmeler, özellikle 18. yy sonlarındaki Osmanlı Devletinin yüzünü Batıya dönmesini ve modernleşme çalışmalarını gözetmesini zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda yapılan çalışmalar zamanla devlet yönetiminin dışına çıkarak toplumun birçok alanına aksetmiş ve toplumsal yaşamı da topyekûn etkilemiştir. Tabi toplumun her kesimi bu gelişmeler ve değişmelerden aynı oranda etkilenmiştir demek imkânsızdır. Modernleşme hareketleri ilk başladığı andan itibaren bir hayat felsefesinden çok dönemin aksayan yanlarını düzeltmek, mevcudatı onarmak ve geleceğe emin adımlar atmak bağlamında değerlendirilebilecek mühim bir hadise olarak vücut bulmuştur. Bu bağlamda denilebilir ki, Türk toplumunda modernleşme ya da Türk modernleşmesinin o dönem asıl gayesi değişen dünya düzenine ayak uydurulması, geride kalmışlığı telafi etme ve yeniden eski gücüde dönme olarak ifade edilebilir. Modernleşme adına yapılan çalışmaların çıkış noktası bu fikir ışığında meydana gelmiştir. Modernleşme çalışmaları özellikle askeri ve eğitim alanında başlayarak birçok alana yayılarak devam etmiştir. Bu çalışmalar içerisinde toplumsal alanda kendine yeni bir yer bulan, kendine biçilen rollerle önemli statüler elde eden Türk Kadını Modernleşme hareketi sürecinde üstlendiği görevlerle diğer toplumlara örnek olacak büyük işlerde bulunmuştur. Ana Hatlarıyla Türk Modernleşmesi Dönemi ve Modernleşme Hareketleri Türk toplumunda modernleşme hareketleri ilk olarak 18.Yy sonlarında kendini göstermeye başlamıştır. Bu süreçte zayıflama dönemine giren Osmanlı Devleti yöneticileri, dönemin aksayan yanlarının batılı anlamda yapılacak modernleşme çalışmalarıyla düzeleceğini düşünüyorlardı. Osmanlıda modernleşme çalışmaları 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Dönemiyle başlamıştır. Tanzimat reformlarıyla resmen başlayıp anayasal yönetimlerin ilanıyla devam eden ve Cumhuriyet Dönemi inkılaplarıyla da en önemli aşamasına ulaşan modernleşme süreci, söz konusu dönemlerde daha çok siyasi ve hukuki alanın reformize edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Tanzimat reformlarıyla başlayan modernleşme hareketleri, Osmanlı Devleti için önemli bir zaman kesitini ifade ederken Türk Toplumunun da dönüm noktalarından birini teşkil etmektedir. Modernleşme çalışmalarının çıkış noktası Batılı Devletlerden geri kalan Osmanlı Devletinin öncelikle devlet bazında sonrasında da topluma inerek modernleşme fikrini hayata geçirmeye çalışmıştır. Pek tabi Osmanlı gibi çok unsurlu heterojen bir yapıya sahip toplumda bunun gerçekleşmesi teferruatlı ve meşakkatli olacaktır. Tanzimat Döneminde özellikle askeri ve bürokrasi alanlarında az da olsa eğitim alanında modern gelişmeler yaşanmıştır. Bununla birlikte toplumsal ve siyasi alanlarda da önemli reformlar yapılmıştır. Meşrutiyet Döneminde bu çalışmalar devletin özel girişimleri ve toplumunda yönelimleriyle daha da hız kazanarak devletin birçok alanına ve toplumun da önemli bir kısmına hitap ederek gerçekleşmiş ve modernleşme hareketlerinde önemli aşamalara gelinmiştir. Devletin çabalarıyla ve toplumun entelektüelleri desteğiyle, birçok önemli girişimlerle büyük yol kat edilen modernleşme çalışmaları, içinde birçok unsuru barındıran çok boyutlu bir olgu olmuştur. Kurulan dernekler, çıkarılan yayın organları bu çalışmaların örgütlü ve yayılarak devam etmesini sağlamıştır. Toplumsal hayatın temel dinamikleri, modernlikle birlikte politikadan ekonomiye, askeriyeden eğitime birçok alanda yaşanılan değişikliklerle karakterize edebileceğimiz yenileşmeler yeni bir toplum yapısını meydana getirmiştir. Türk Modernleşmesinde Türk Kadınlarının Yeri Osmanlı Devleti içerisinde özellikle İttihat ve Terakki Dönemi İktidarlığında Kadın Hakları ve çalışmaları büyük oranda önemsenmiş, yapılan modernleşme hareketlerinde muhakkak kadınlara da yer verilmiştir. Bu bağlamda da Türk Kadınlarının modernleşme çalışmaları içerisinde hiç şüphesiz önemli bir yeri olmuş yapılan politikalarda kadınlara özel yer verilmiştir. Tanzimat Dönemi reformlarının belki de en önemlilerinden biri kısıtlı da olsa kadınların eğitim hayatına dolayısıyla toplumsal hayata katılmalarına dair yapılan reformlardır. Bu dönemde kadınlar lehine çıkarılmış kanunlarda değişikliklere gidilmiş, yasaklar nispeten yumuşatılmış, kadınların toplumsal alanda önlerinin açılması gerektiğine dair ve kadın haklarını içeren gazete ve dergilerde yazılar yayınlanmış yine konferanslarda bu tarzda konular işlenmiştir. Tanzimat’ın ilanı ile başlayan Türk Kadınlarının toplumsal alandaki yeri konusundaki değişmeler Meşrutiyetin ilanı ile daha da hız kazanmıştır. Özellikle ikinci Meşrutiyet dönemi Türk kadınlarının elde ettiği geniş eğitim imkânı, kadınların toplumsal hayatta daha aktif olarak varlığını ortaya koymasını sağlamıştır. Önemli değişmelerin yaşandığı Meşrutiyet döneminde kadın, modernlik ile geleneksellik arasında kalmıştır. Dönemin kadınları tarafından özgürlüğün ilanı olarak algılanan İkinci Meşrutiyetin ilanı, yeni kadın modelinin de şekillenmeye başladığı bir süreç olmuştur. İkinci Meşrutiyet Dönemi, başta eğitimli kadınlar olmak üzere dönemin kadınlarının toplum hayatında yer edinme mücadelesi verdikleri dönemdir. Türk modernleşmesinde önemli roller üstlenen Türk Kadınları, İkinci Meşrutiyetin onlara sağladığı eğitim imkânıyla toplum hayatına katılmalarına büyük oranda etki etmiştir. Kadın Hareketleri ve örgütlenmelerinin kaynaklarından biride Abdülhamit Döneminde açılan okullar sayesinde sağlanmıştır. Modernleşme hareketleri döneminde kadına dair üretilen politikalarda özellikle eğitime hız kazandıracak yeni kurumların açılmasına yer verilmiştir. İttihat ve Terakki İktidarı dönemi kadınlara yönelik yoğun çalışmalarla doludur. Yapılan çalışmalarla kadınların toplumsal alanda varlık göstermesi sağlanılarak kadına önemli roller biçilmiştir. Özellikle Türk Milliyetçiliğini ideoloji olarak kullanan cemiyet, Türk kadınlarını Türk Milliyetçiği ideolojisi içerisinde yeniden tanımlamıştır. Yapılan modernleşme çalışmalarıyla kadınlar, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatta sınırlıda olsa kendilerine yer bulabilmişlerdir. Kadınlar sosyal ve hukuki alanda elde ettikleri haklarla, eğitim, yardım ve çalışma hayatına katılma amaçlı kurdukları derneklerle, çıkarttıkları gazete ve dergiler, verdikleri konferanslarla, siyasi parti faaliyetleriyle toplumda yeni bir kadın modeli olarak adeta modernleşme hareketlerine damga vurmuşlardır. Kadınların bu çalışmaları hem devlet tarafından hem de dönemin aydınları tarafından destek görmüş ve yine dönemin kalem tutan elleri topluma da yayılması bağlamında yazılarında bu çalışmalara övgüler dizmişlerdir. Modernleşme hareketleriyle kadınlara çok sayıda yeni lise açılmış, yükseköğretim imkanı tanınmış, kadınlara yönelik düzenli olarak konferanslar verilmiş, ilk defa yurt dışına eğitim almaları için kızlar gönderilmiş, bazı memurluklara kadınlar atanmış, hastane, posta idaresi, eğitim gibi çalışma alanlarında kadınların sayıları artırılmıştır. Zamanla gıda, sanayii, dokuma vb. gibi her alana girebilen kadınlar, siyaset alanında da oldukça aktif çalışmalar göstererek toplumsal alanda yeni bir imgeye kavuşmuşlardır. Türk Kadınlarının Modernleşmeye Etki ve Katkıları Modernleşme hareketlerinin etkisi ile ev kadını, anne, eş rolüne sahip kadınlar toplumsal hayatta bu rollerinin yanında yeni statülere kavuşarak toplumun yapısını da modernleşme bağlamında büyük oranda etkilemişlerdir. Modernleşme hareketleriyle kadınlara tanınan imkanlar doğrultusunda kadınlar hem cinsleri gibi eğitim ve öğretim faaliyetlerine katılmış, yayın organları hazırlamış, dernekler kurmuş, siyasete katılmış, çalışma hayatına atılmış ve bürokraside de kendilerine yer bularak modernleşme çalışmalarına katkılar sunmaya başlamışlardır. Özellikle kurdukları derneklerle, yaptıkları konferanslarla, siyasi partilerde aldıkları görevlerle toplumun diğer kesimlerini de etkileyerek modernleşme faaliyetlerinin daha geniş alanlara aksetmesini sağlamışlardır. Dönemin anlaşılmasında önemli unsur olan yayın organları, kadınların kendilerini ifade edebilmelerinde önemli bir araç iken, kurulan dernekler toplumsal hayatta kendilerine yer bulmada örgütlenme açısından önemli bir işlev görmüştür. Dönemin başlıca önemli yayın organları olan Muhadderrat, Ayine, Şükuferaz, Mürüvvet, Hanımlara Mahsus Malumat, Kadınlara Mahsus Gazete, Mehasin, Demet, Kadın Dergisi, Musavver Kadın, Kadınlar Dünyası, Kadınlar Âlemi, Kadınlık Hayatı, Genç Kadın, Türk Kadını, Kadınlar Saltanatı, Asar-ı Nisvan, Kadın Yolu, Yeni Moda gibi sayıları hayli fazla olan yayın organlarıyla birçok alanda toplumu yönlendirebilecek konularda önemli çalışmalar yapmışlardır. Bu yayın organlarında Modernleşmenin yanı sıra hukuk, ekonomi, moda, edebiyat, dil, din gibi birçok konuya değinilen yazılarla Türk toplumu ve özelinde de Türk kadınları bilinçlendirilmeye çalışılmıştır. Siyasi alanlardaki faaliyetlerini özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti Kadın Kollarında da sürdüren kadınlar bununla birlikte İttihat ve Terakki Kadınlar Şubesi, Osmanlı Kadınları Terakkiperver Cemiyeti, Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti ve Teali Vatan Osmanlı Cemiyeti gibi topluluklarda yaptıkları önemli çalışmalarla kendilerini göstermişlerdir. Bunlarla birlikte, Müdaafa-i Huku-ı Nisvan Cemiyeti, Asker Ailelerine Yardımcı Hanımlar Cemiyeti, Osmanlı Türk Kadınlarını Esirgeme Derneği gibi otuzu aşkın farklı alanlarda farklı konular bağlamında toplanılmış lakin aynı amaca, kadınların toplumsal alanda yer bulmalarına ve devlet ve millete hizmet etmeye yönelik teşkilatlar kurulmuştur. Bu bağlamda büyük etkiler ve katkılar sunması bağlamında Türk toplum yapısı başta olmak üzere, ekonomi, siyaset, bürokrasi, dil, edebiyat, kültür vb. alanlar kadınların çalışmaları Türk Modernleşmesinde önemli bir mihverdir. Sonuç Sosyal değişimin ve gelişimin hızlı bir şekilde yaşandığı Türk Modernleşme Dönemi, farklı alanlarda farklı boyutlarla kendini gösteren modernleşme hareketleri, Türk toplumunun hemen hemen her kesimine yansımasa da yansıyan kısımlarında büyük yol alınıp önemli girişimlerle mühim işlerin başarılmasını sağlamıştır. Özellik Türk toplumunun içindeki münevverlerin, aydınların ve entelektüellerin öncülüğünde gerçekleşen modernleşme hareketleri yeni bir toplum yapısının meydana gelmesini sağlamıştır. Bu değişmeler ve gelişmeler ekseninde Türk toplumsal yapısının içinde değişimlerden en çok etkilenen ve bununla beraber değişime büyük katkılar sunan ve Türk Modernleşmesine adeta damga vuran kesim Türk Kadınları olmuştur. Türk Modernleşmesi Hareketleri, Türk kadınlarının çalışmaları, azim ve kararlılıklarıyla farklı bir soluk almıştır. Türk kadınları gerek devlet yetkililerinin ve gerekse dönemin aydınları tarafından aldıkları desteklerle (eleştirilere maruz kalsalar da) büyük yol almışlar ve Türk toplumsal yapısı birçok alanda etkileyerek yeni bir toplumsal hayata geçilmesini sağlamışlardır. Tanzimat Dönemiyle başlayan ve Meşrutiyet Döneminde hız kazanan modernleşme çalışmalarıyla Türk Kadınının toplumdaki yeri, algısı çok değişmiş Cumhuriyet Dönemiyle birlikte birçok hak ve statüyle beraber toplumsal alanda yeni bir imge olarak varlığını farklı alanlarda sürdürmüştür. KAYNAKÇA ERKAL, Mustafa E., Sosyoloji, Der Yayınları, 2011, İstanbul ZÜRCHER, Erik Jan., Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, 28. Baskı, İstanbul TÜRKMEN, Rabia Aslıhan., Modernleşen Türk Toplumunda Kadın İmgesi ve Kadınlara Mahsus Gazete Adlı Yayın Organının İncelenmesi, Ayaz Dergisi, Sayı 1 Atakul, Özlem., Modernlik ve Modernleşme ASLAN, Seyfettin- ALKIŞ Mehmet, Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçişte Türkiye’nin Modernleşme Süreci: Laikleşme ve Ulusal Kimlik İnşası, Akademik Yaklaşımlar Dergisi, Sayı 1, ÖZKİRAZ, Ahmet- ARSLANEL, M. Nazan., İkinci Meşrutiyet Döneminde Kadın Olmak, Sosyal ve Beşeri Bilimler
0 notes
raslihanturkmen · 7 years
Photo
Tumblr media
20.Yüzyıl Türk Dünyası Millet ve Milliyetçilik Çalışmaları Panoraması Üzerine Bir Derleme – Rabia Aslıhan Türkmen 19 Ekim 2016 20. YÜZYIL TÜRK DÜNYASI MİLLET ve MİLLİYETÇİLİK ÇALIŞMALARI PANORAMASI ÜZERİNE BİR DERLEME Rabia Aslıhan TÜRKMEN ” Milletleri Yaratan Milliyetçiliktir..” Ernest Gellner Milliyetçilik literatürü, milliyetçilik fikri ve milliyetçilik hareketlerini bir olgu olarak nedenleri ve sonuçları bağlamında çeşitli ayrımlara tabi tutarak açıklamıştır. Etkisi altında bıraktığı alanları tanımlamak, kesitlere ayırarak açıklamak adına böyle bir ayrımın yapılması milliyetçiliğin tanımlanması ve anlaşılması açısından oldukça önemlidir. 19. Yüzyılda başlayıp çeşitli nedenlerle şekillenerek tüm dünyada 20. Yüzyıldan sonra egemen olan bir fikir sistemi olarak milliyetçilik, çeşitli dalgalarla dünya geneline yayılmış ve birçok alanı etkilemiştir. Milliyetçilik düşüncesi ekseninde cereyan eden hadiseler bu düşünce ekseninde biçimlenmiş ve sonrasında bir olgu olarak dünyanın farklı yerlerinde çeşitli olayların mutlaka nedenleri ve sonuçları içerisinde yerini almıştır. Bir ideoloji, siyasal görüş ve siyasi bir hareket olarak milliyetçilik, bu bağlamda dünya genelinde 20. Yüzyıl dünya tarihinin anahtar kelimesi halini almıştır. 19. Yüzyıldan sonra gelen ve yaşanılan siyasi ve sosyo-ekonomik gelişmeler neticesinde ”Milliyetçilik Çağı ” olarak adledilen 20. Yüzyıl, milletlerin yürüttükleri milliyetçilik çalışmaları için de tarihte önemli bir zaman dilimini ifade eder. 20. Yüzyılda tüm dünyada ”Milliyetçilik, ulusu ve ulus devleti kurma, emperyalist politikaları meşrulaştırma, emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık mücadelesini geliştirme gibi pek çok amaç için kullanılabilen bir ideoloji ve siyasal hareket haline gelmiştir. ” Bu bağlamda 20.Yüzyıl, dünya tarihinde önemli hadiselerin yaşandığı mühim bir zaman dilimini ifade etmesi açısından siyasal, sosyal ve iktisadi bilimlerin önemle üzerinde çalışma yaptıkları bir dönem olmuştur. Bu dönem Dünya devletlerinin hemen hemen hepsinin sınırlarının yeniden şekillendiği, sosyal, siyasal, kültürel değişikliklerin birbirini tetikleyerek etkilediği bir yüzyıl olarak dünya tarihinde değişimlerin ve dönüşümlerin yaşandığı bir yüzyıl olarak tarihin sayfalarına nakledilmiştir. Milliyetçilik bu zaman diliminde yaşanılan hadiselerde önemli bir belirleyici unsur, kitleleri harekete geçirmesi bağlamında da önemli bir fikir sistemi ve hareket mekanizmasıdır. Milletlerin milliyetçilik hareketleri, milliyetçilik fikrinin daha yeni seyretmeye başladığı dönemden beri birbirini etkileyerek ve tetikleyerek ilerlemiştir. Milletlerin milliyetçilik hareketleri başka milletleri de etkilemesiyle milliyetçilik fikri 20. Yüzyılda toplumlarda belirleyici bir unsur olması hasebiyle toplum bilimlerinin de mutlaka üzerinde durması gereken bir konu olmuştur. Milliyetçi fikir hareketleri toplumlarda siyasi, iktisadi, kültürel vb. birçok unsuru tetiklemesi, etkilemesi ve şekillendirmesi bağlamında dünyanın yapısını da yine bu unsurlar açısından yeniden şekillendirmiştir. Milliyetçi fikir sistemi ve hareketi tarihi süreç itibariyle toplumsal hayatta ortak bir ulus kimlik inşası yolunda mühim fikir ve işlevleri olan bir ideoloji olarak varlığını sürdürmüştür. Bu fikir sistemi 20. Yüzyıl gibi dünyanın en önemli hadiselerinin yaşandığı bir dönemde dünya genelinde ve tabiki Türki Cumhuriyetler ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti bağlamında da önemli düşünsel ve eylemsel hareketleri meydana getirmiştir. Batı ve doğu toplumlarında milliyetçilik olgusunun ortaya çıkması farklı süreçlerde farklı olaylar neticesinde meydana gelmiştir. Yaşanılan hadiseler siyasi, iktisadi, kültürel vb. birçok noktaya tesir ettiği gibi edebi hayatada yansımalar olmuştur. 20. Yüzyılda dünyada yaşanılan gelişmelerden en çok etkilenen topluluklardan olan Türklerin bu zaman diliminde yaşadıkları siyasal olaylar ve bu olayların edebi hayattaki yansımalarına yazımız içerisinde kısaca değineceğiz. * * * 20. Yüzyıla kadar dünyanın birçok yerine yayılan ve bir çok bölgeyi yurt yapan Türkler dünya genelinde yaşanılan siyasi, sosyal, iktisadi vb. yaşanılan gelişmelerden en çok etkilenen milletlerden biri olmuştur. Bu yüzyıl Türk Dünyası açısından da çok önemli bir zaman kesitini ifade eder. 20. Yüzyıl başlarında yıkılan Osmanlı Devleti milliyetçilik hareketlerinin etkisiyle bir çok ulus devletinin kurulmasını meydana getirmiştir. Osmanlı Devleti sınırlarında vukuu bulan milletçilik hareketleriyle birlikte başta Türkistan olmak üzere Türklerin yaşadığı diğer bölgelerde de milliyetçilik hareketleri 20. Yüzyıl boyunca devam etmiştir. Türklerin bu süreçte tarih sahnesinde oynadıkları rol oldukça önemlidir. Türklerin başta Anadolu coğrafyasında yürüttükleri milliyetçilik hareketleri Asya, Afrika Balkanlar bir bütün olarak Türk Dünyasındaki Türkler ve diğer esir milletlere de örnek olmuştur. Anadolu Türkleri bu zaman kesintinde milliyetçilik adına önemli çalışmalarda bulunmuştur. 20. Yüzyılda zorlu şartlarda milliyetçilik hareketlerini yürüten Rus hakimiyetinde olan Türklerin durumları oldukça vahimdir. 20. Yüzyılda Rusya’da yaşanılan gelişmeler, dünya genelinde millet ve milliyetçilik faaliyetleri, Türklerde siyasi bir örgütlenme fikrini meydana getirmiş ve başını çeken önemli isimler önderliğinde çalışmalara girişilmiştir. Bu bağlamda millet şuuru ve milliyetçilik düşüncesi ekseninde toplanan Türkler kitap, dergi, gazete, yeni okullar gibi eğitim ve kültürel faaliyetlerin yanında kendi haklarını savunacakları siyasi oluşumlar kurmayada başlamışlardır. Millet, milliyetçilik, milli şuur bilincinin canlanması ve yayılmasında dönemin en önemli aracı olarak çıkarılan gazete ve dergileri görmek yanlış olmaz. 20. Yüzyılın başlarından itibaren Türk Dünyası Kırım’da daha evvelden de çıkarılmaya başlanılan Tercüman Gazetesinin yanında ”Millet ve Vatan Hadimi ”, Kazan’da; ”Vakit, Şura, Kazan, Muhbiri, Tan Yıldızı, Azat Halk, Ülfet, Beyanü’l-hak ve Yıldız”, Azerbaycan’da; ”Hayat, İrşad, Füyuzat, Terakki ve Molla, Nasrettin,” Kırgız- Kazak ilinde ”Kazak”, Özbekistan’da ” Terakki, Hurşid ve Şühret, Türkmenler arasında ise Mecmua-yı Mavera-yı Bahr-ı Hazar adlı gazete ve dergiler milli uyanışa ve milliyetçilik hareketlerine öncü olmuşlar, bu çalışmalarla milli aydınlanma ve şuurlanma yolunda da büyük gayretler göstermişlerdir. Millet ve milliyetçilik hareketleri özellikle eğitim ve kültür alanında hızla ilerlerken Türkler arasındaki bu çalışmaları önlemek adına dönemin güçleri tarafından sıkı önlemler alınmıştır. Özellikler Rus güçler, ummalı çalışmalarla devam eden ve milli uyanışı canlandıran dergi ve gazeteleri kontrol altına alıp açılan okullarada tedbirler getirmiştir. Bu dönem Türk milliyetçliği fikir hareketinin öncüleri, milli aydınların önü kapatılmış bir çoğu yaptıkları çalışmalar neticesinde tutuklanmış kimileri sürgüne gönderilmiştir.” Bu dönemde Azerbaycan’da Mehmet Emin Resulzade daha önce Ahmet Ağaoğlu’nun Difai derneğinde görev alan kadro ile birlikte 1911 yılında Müsavvat Partisini kurar. Parti Azerbaycan’ı Rus idaresinden kurtarmak ve İstanbul’un himayesinde Türk birliği fikrini gerçekleştirmek üzere kurulmuştur. Müsavvat partisi kısa zaman içinde hızla gelişmiş, 1919 ” Bir defa yükselen bayrak, bir daha inmez ” sloganıyla Azerbaycan’ın istikbalini kazanmasında en önemli rolü oynamıştır.” Azerbaycan Türklerinden dönemin siyasi olaylarından çokca etkilenen ve bir çok Türkün hayatının kaybetmesiyle sonuçlanan siyasi olaylarla birlikte yaşanılan Bolşevik İhtilali (1917) neticesinde seyreden siyasi gelişmeler Türklerin milliyetçilik hareketlerini yapmasında etkisi olmuştur. İhtilalle birlikte gelişen olaylar milletlerin kendi devletlerini kurabilmelerine hak sağlamıştır. Bu hakla birlikte milliyetçilik hareketleri hızlanmış ve Türkler bulundukları bazı bölgelerde kendi devletlerini kurmuşlardır. ( Başkurt Muhtar Cumhuriyrti, Kırım Milli Cumhuriyeti, Alaş- Orda Kazak Cumhuriyrti gibi.) Fakat ihtilal neticesinde değişen siyasi gelişmeler, izlenilen farklı politikalar bu devletlerin devamlılığına olanak sağlamamıştır. Siyasi iktidara karşı Türkler bu sefer milli ayaklanmalarla ( Basmacı Hareketi gibi) milliyetçilik hareketlerine devam etmişlerdir. Bu ayaklanmalar kısa bir süre sonra tüm Türkistanı kaplamış ve Türkler istiklalleri için çok mühim mücadeleler vermişlerdir. Bu milliyetçilik hareketlerinin bastırılması ve Türklerin bulunduğu bölgelerin Sovyetleştirilmesi uzun sürmemiştir. Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan Türklerin yaşadığı yoğun bölgelerde Sovyet Sosyalist Cumhuriyrtleri kurulmuştur. Türklerin milli bilincinin zayıflatılması ve ayaklanmaların önlenmesi adına önemli çalışmalarda bulunulmuştur. Örneğin bir bütünlüğü adleden Türkistan yerine Orta Asya coğrafi terimi kullanılmaya başlatılmıştır. Bu bölgeler arası birilik ve bütünlüğün sağlanması zayıflatılmış ve özellikle Türkiye Türkleriyle her türlü bağlantı dönemin siyasileri tarafından engellenmiştir. Onları Türkiye Türklerinden ayırmak için Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Tatar gibi isimlendirerek Türklük kimliklerini ört pas etmişlerdir. Hatta onlara farklı milletler muamelesi yapıp farklı diller ve kültürler faaliyetlerine yönlendirerek birlik ve bütünlük bilincini kırmaya çalışmışlardır. Tabiki dönemin mühim Türk milliyetçisi aydınları bu faaliyetlere teslim olmamış ve milliyetçilik hareketlerini sürdürmeye çalışmışlardır. Türk milliyetçisi birçok aydın, yazar, şair milletlerinin milli bilincini uyanık tutmak için şiirler yazmış gazete ve dergiler çıkarmaya gayret göstermişlerdir. Lakin onlarda ağır baskılar ve işkencelere tabi tutularak bu çalışmalarında devamlılık gösterememişlerdir. Birçok Türk milliyetçisi aydın, şair, yazar, din adamı tutuklanmış ağır işkencelere tabi tutulmuş ve öldürülmüştür. Bununla birlikte eserleri yasaklanmış, milli direniş ve diriliş tamamen engellenmeye çalışılmıştır. Ağır işkenceler, sürgünler, katliamlarla geçen Türk milletinin bu süreçte yaşamları büyük zorluklar altında gerçekleşmiştir. 1991 yılına kadar geçirdikleri birçok siyasi olay neticesinde dağılan SSCB’den ayrılan Türk toplulukları nihayet kendi devletlerini kurabilmişlerir. Azerbaycan, Türkmenisten, Kırgızistan, Kazakistan gibi Türk Cumhuriyetleri esaret hayatından kurtulabilmiştir. Lakin aynı şey Çin hakimiyetinde bulunan Doğu Türkistan için söz konusu olmamıştır. 20. Yüzyılda en ağır bedellerden birini ödeyen Ata Vatan Doğu Türkistan Çin zulmüne karşı amansız bir mücadele vermiştir. Haklarının gasp edilmesi ve milliyetçilik hareketleriyle isyan eden Türkler 1933 yıılnda Doğu Türkistan Cumhuriyetini kurmuşlardır. Yaşanılan siyasi çekişmeler Türklerin sürekli istiklal mücadelesi vermeye zorunlu tutmuştur. Bu süreçte birçok Türk milliyetçisi hayatını kaybetmiş ve Çin’e esir düşünler olmuştur. Doğu Türkistan Çin’e bağlı bir eyalet olarak kalmıştır. 20. Yüzyılda milliyetçilik hareketlerinin vukuu bulduğu bir başka Türk bölgesi de İran’ın kontrolündeki Güney Azerbaycan’dır. Bu bölgedeki Türkler ilkin 1906 yılında Settar Han’nın önderliğinde bir Türk şehri Tebriz merkezli olarak milliyetçilik hareketlerine başlamışlardır. Bu dönemde yine amansız bir istiklal mücadelesi veren Türklerin bölgedeki siyasi güçleri rahatsız etmesi ve sürdürülen milliyetçilik hareketlerinin Kuzey Azerbaycan ve başka bölgelere de sirayet etmesinden korkulması üzerine bastırılmıştır. Lakin Türkler bu çalışmaları sonlandırmamışlar, 1920 yıllarında mücadeleleri başarıya ulaşmış, Güney Azerbaycan’ı içine alan Tebriz başkentli Azadistan isimli bir Türk devleti kurmuşlardır. İran’ın ırkçı politikaları ve Rusya’nın baskıları neticesinde uzun ömürlü bir devlet olamayıp varlığını idame ettiremeyerek yıkılmıştır. 1945 yılında İran’a bağlı Muhtar Azerbaycan Cumhuriyeti kurulsada onunda ömrü kısa olmuş ve bu bölgedeki Türkler İran’ın baskıcı politikalarına maruz kalarak hayatlarını idame ettirmeye çalışmışlardır. Zorlu şartlar altında yaşayan Türklerin milli bilinci kırılmaya çalışılmış, Türk- Türkçe gibi milliyetçi ifadeler yasaklanmıştır. Türklerin her türlü milliyetçilik faaliyetleri diğer esaret altında bulunan Türkler gibi önlenmeye ve yok edilmeye çalışılmıştır (Karakaş: 2, 280-288). * * * 20. Yüzyılda Milletçilik hareketleri Türk Dünyasında zorlu şartlar altında sürdürülmüştür. Bu hareketlerin başlaması yayılması ve devam etmesinde yayın hayatının önemi çok büyüktür. Dönemin eserleri zorlu şartlar altında meydana getirilmiş, dönemin idrakine ışık tutan ve edebi eserler olarak adlandırdığımız, herbiri Türk Dünyasında Türkçenin farklı şiveleriyle not edilmiş kayıtlar olarak o günleri hatırlatan ve her biri Türk milletinin niyazını anlatan önemli kalıntılardır. Bu çalışmaların birçoğu o günlerin zorlu şartlarına rağmen Türk Dünyasını birçok bölgesi ulaşan ve vaziyetleri ifşa eden önemli çalışmalardır. 20. yüzyılda yaşanılan siyasi ve sosyal gelişmeler ile değişmeler toplumların yaşam tarzlarına yansımıştır hiç şüphesiz. Siyasi algı, kültürel düşünce ve çok daha fazlası toplumların aydınları tarafından üzerinde önemle durulan konular olmuştur. Bu bağlamda Türk Dünyasını bir bütün olarak değerlendirecek olursak özellikle Türkistan coğrafyasında yürütülen milliyetçilik hareketleri, İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçuranın milliyetçilik çalışmaları çok önemlidir. bu isimler ve beraberindekiler Türk milletinin ufkunu açan çalışmalar yapıp Türk milletinin milli uyanış, diriliş ve direniş duygularını harekete geçireren önemli yayın organlarıyla halk ulaşmışlardır. Yapılan çalışmalar içinde teşkilatlanma ve dernekleşme çalışmaları milliyetçilik hareketlerinin önemli bir kısmını temsil ve teşkil eder. Türk Yurdu Derneği bir yayın organı olarak Türk Yurdu dergisi akabinde kurulan Türk Ocakları Türkiye’deki milliyetçilkik çalışmalarının ilk yapılanmaları arasındaki önemli kuruluşlardır. Türkiye Türklerinin dışında Türk Dünyasında da dernekneşme faaliyatleri ve yayın organlarıyla milliyetçilik hareketlerine büyük bir soluk verilmiştir. Türkiye Türkleri dışında Azerbaycan Türkleri’de eserlerinde milli uyanış ve dirilişe dair mesajlar içeren çalışmalar yapmışlardır. Özellikle 1905’ten sonra siyasi etkilerin tesiri altında yapılan edebi çalışmalar çok kıymetlidir. Bu dönemde birçok gazete ve dergi yayın hayatına başlamıştır. ” Hayat, İrşad, Füyuzat, Molla Nesreddin ve Açık Söz ” Azerbaycan Türklerinin milli şuurunu zinde tutan önemli yayın organları olmuş devrin önemli siyasi ve sosyal konularına yer vermişlerdir. Ahmed Cevad, Mehmed Emin Resulzade, Bahtiyar Vahapzade Azerbaycan Türklerinin önemli milli kalemlerindendir. Güney Azerbaycan’da da diğer bölgeleler de yaşanılan milliyetçilik hareketlerinin etkisiyle yazılı ve sözlü edebiyatta milli söylemlere sıklıkla yer verilmiştir. Milli heyacana kaynaklık edecek milli eserler meydana getirmişlerdir. Lakin 1921’den sonra Güney Azerbaycan Türklerine kendi dilleriyle konuşmak ve yazmak yasaklanmış, Türkçe yazılan kitaplar imha edilerek açılan Türkçe eğitim veren okullar kapatılmıştır. Lakin bu baskıcı rejime rağmen bu bölgede yaşayan Türkler mücadelelerinden yılmamış ve milli söylemlerle çalışmalarına devam etmişlerdir. 1978’den sonra Güney Azerbaycan Türkleri, Varlık, Köroğlu, Birlik, Dede Korkut gibi çok sayıda dergi ve gazete çıkarmışlardır. Muhammed Hüseyin Şehriyar Güney Azerbaycan Türklerinin milli hareketlerindeki en önemli kalemlerinden biridir. Milliyetçilik hareketlerinin önemli bir kısmını ifade eden, milliyetçilik çalışmalarının belkide en önemli ayağı olan okullar Türkistan’da önemli bir çalışma yürütmüştür. Modern tarzda eğitim vermeyi amaçlayan Cedit Okulları Türk aydınlarının yetişmesine olanak sağlamış, milliyetçi düşünce ekseninde milli uyanışa ve direnişe rehber olmuştur. 1905 yıllarındaki ihtilalden sonra Türkistan’da milli düşünce ekseninde yine birçok gazete ve dergi yayın hayatında ummalı çalışmalar sürdürmüştür. Terakki, Şühret, Hurşid, Semerkand, Turan gibi daha çok sayıda Türk aydınları tarafından çıkarılan yayın organları Milliyetçi harekete çok büyük tesiri olmuştur. Özbek Türklerinin bunlara ilaveten milli bilincin zinde tutulması mesajlarını içeren tiyatro çalışmaları mevcuttur. Özbek Türklerini milli kalemleri oldukça çoktur lakin Çolpan’la birlikten daha geniş olanlara tesir eden çalışmalar yapılmıştır. Çolpan’la birlikte birçok aydının milliyetçi çalışmaları Sovyet Rus güçleri tarafından engellenmeye çalışılmış ve hatta bu önemli Türk Aydınlarının hayatlarına son verilmiştir. Şair ve yazarların milli söylemleriyle milletin bilinçlenmesi şiir, hikaye, roman, makale gibi türlerle halkı milli uyanışa davet etmeyi kolaylaştıran bir başka Türk topluluğuda Kazaklardır. Kazak Gazetesi Kazakların milliyetçi hareketinde çok önemli bir rol oynamıştır. Mağcan Cumabay Kazakların önemli yazarlarından biridir. Kırgız Türkleri yine bu çalışmaları sürdürmüş Cengiz Aymatov’la geniş kitlelere ulaşmışlardır. Yine Kırım Türkleri içerisinde İsmail Gaspıralı’nın çırkardığı Tercüman gazetesinin etrafında yetişen gençler Vatan Hadimi, Millet ve Uçkun gazeteleriyle milli bilincin kuvvetlenmesini Kırım’da sürdürmüşler. Milli şuuru ayakta tutmak adına önemli çalışmalarda bulunan diğer Türk Topluluğu da Bulgaristan Türkleridir. Recep Küçük gibi Türk aydın-şairleri bu bağlamda önemli eserler vermişlerdir. Yine Batı Trakya Türkleri yetiştirdikleri en önemli isimlerden biri olan Mehmet Hilmi Bey’le ve diğer aydınlarıyla Türklük bilincinin yok olmasını önleyecek girişimlerde bulunmuşlardır. Anadolu Türklerinden koparılan ve önemli topluluklardan biri olan Irak Türkmenleri’de mani ve hoyratlarla Türk milletine mensubiyet ve bağlılığına dair eserler vermişlerdir. Yine bu bağlılıktan söz edip bağları koparmamak adına milliyetçi çalışmalarda bulunan bir başka Türk topluluğu da Kıbrıs Türkleridir. Bunların yanında Tatar- Başkurt Türkleri, Karaçay- Balkar Türkleri, Karakalpak Türkleri, Saka ( Yakut) Türkleri, Eski Yugoslavya Türkleri, gibi Türk topluluklarıda büyük yankılar bulmasada mesubu oldukları Türk milletini şuurun kapuk bir yaşam sürmemişler ve yine millet bilinciyle çalışmalar yapıp Türklüklerine dair söylemleri edebi eserlerinde işlemişleridir( Karakaş: 2, 288-309 ). 20. Yüzyılın daha ilk başlarından itibaren milliyetçi fikir, ilim ve fiili faaliyetler bütün Türk Dünyasına yayılmış ve milliyetçilik çalışmaları çeşitli baskı ve önlemelere rağmen zor şartlarda da olsa sürdürülmeye çalışılmıştır. * * * 20. Yüzyılın milliyetçilik hareketleri tüm dünyada önemli dalgalanmalarla milletlerin tarihine ve dolayısıyla dünya tarihinde önemli gelişmelerin yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Türk Dünyası milliyetçilik hareketlerinin en yoğun ve çetrefilli yaşandığı bir yer olmuştur. Balkanlardan Çin Seddi’ne dek uzanan bir kutlu coğrafyada bir millet olarak yoğun bir milliyetçilik çalışması yürüten Türkler, gerek Türk milliyetçilerine ve gerekse diğer milletlerin hareketlerine öncü ve rehber olmuştur. Geçirdiğimiz bu yüzyılda milliyetçilik hareketleriyle şanlı mazisine yakışır bir mücadele veren Türkler 20. asırda tarih sahnesinde çok önemli bir rol üstlenmişlerdir. Maziden aldığı ilham, güç ve kararlılıkla atisine yürüyen Türk elbet 21. yüzyılı Türk asrı yapacaktır. Mazi Türklerle güzeldir çünkü ve nihayet atiyi de Türkler güzelleştirecektir… Kaynakça Turan, Erol, Millliyetçilik Teorisinin Gelişimi ve Türk Milliyetçiliği, Selçuk Üniversitesi Sosyal ve Teknik Araştırmalar Dergisi, Sayı 1 Karakaş, Şuayıp, 20. Yüzyıl Türk Dünyası Edebiyatı Üzerine Bir Derleme, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı 2
0 notes
raslihanturkmen · 9 years
Photo
Tumblr media
                                                  … VE SONRASI ZAFER MUŞTUSU!
                                                           Şerh düşelim şuraya son kalem ehlinin (!) çilesini… ki bize eşsiz ve derin bir azap olarak, aksayan yanlarıyla, her yerde aynı tonda söylediğimiz türküyü susturanların olması yeter…
    Gözlerime her dokunduğunda beni derinden sarsan ki gönlümde ve dimağımda da eşsiz ve derin bir azap olacak, el değmemiş hakiki kelimeler sevmiştim.
  Say ki boşuna okumadık ve öylesine, öylece tutmadık kalemi elimizde azizim…
  Düşüncemin süzgecinde takılı kalan ardı ardınca sıralanmış kitap yapraklarındaki kelimeler gözümden gönlüme umut dolu hisler aşılardı. Aralık henüz gelmemişti. Şehir hüzün giymemişti. İnsan buruk, aldırış etmezmiş gibi sanki duru sözler arar duygularına, bilir ki aralık kadar taze değildir duyguları ve ne çok dilerdi içindeki şu yaralayıcı, acıtıcı duygularının aralık kadar son olmasını…
  Kalemler hakikiyse, kelimeler teşhis koyuyor duygulara, ah her yanımız hasta…
  Dünün yorgunluklarıyla ilerlerken umut dolu yarınlara, onca yitiklik içinde zafer muştusu bekleriz bolca… Karanlıkları dağıtacak ve sonrasında bütün ihtişamıyla aydınlık yarınlar doğuracak… Hiçbir şey yapmadan, öylece durarak, sadece sürekli arzularla yaşanmadığını biliyorum şu ara ve yaşanmayacağını da bundan sonra… Ama ne yaparsak yapalım, ne çok söylersek, sesimiz ne de çok çıkarsa da sanki hep boşuna… Bu hakikatin değişmesiyle uğraşmak? Bu ne acayip bir iç sıkıntısı ciğerim…
    *  *  *
  Şehirde yağmur yoktu, rahmet inmiyordu sadece insanlarla dolmuş şu kuytu yere, yoktu olanca hızıyla esen rüzgârda şiddetlice… Ağlayanların yakaranların iniltileri işitilmiyordu şehirde, aldırış edilmiyordu… Ve yoktu bana Sultan Ahmet’teki tarçınlı bir salebi ve parça çikolatalı kurabiyeyi anımsatan herhangi bir güzel ve umut dolu an…
 Bütün güzellikler eskiye ait…bütün umut dolu an yarına.. lanet kaplamış sanki bu günü..
Tatlı şeyleri anımsatacak, anımsayacak zaman bizi bırakıp gitmişti çoktan… Zamanın çabuk geçmesini dilerken aksine de talip olurduk bazen, Oysa bizi hesaba katmadan geçen zaman ağzımızın payını herkesten daha iyi vermişti. Sonrasında üstüne bir türlü çizik atamadığımız şu şehirde ümitler yerini yavaş yavaş karanlığa ve sukuta teslim etti… Kurduğumuz en nadide kelimelerle dolu afilli cümleler ve boşlukları doldurmak adına kutlu fikri harekete geçirdiğimiz fiiller ve sonrasında dillerimizdeki vefa nağmeleri… ben hala bunları söyleyecek ve yapacak kadar cesurumda yazarın dediği gibi  “ İbrahim Gönlümüzü Put Sanıp Kıran Kimdi..? ”
   * * *
Söylemlerime arı sözler seçtim… Konuşmadım, konuşmayacağım kirletmemek için güneşin battığı yeri… Karanlık ve sukut uzunca ve daha geniş zamanları da kaplayacak kim bilir… Büyüyecek, büyütecek saksıdaki menekşe gibi kendince kendini… Sukutlar aydınlık yanları bile kaplayacak, karartacak durmadan, küskün günler yaratacak yarınlara da… Kim bilir aydınlıktan sıyrılmış, soyutlanmış daha karanlık günler gelecek bu diyara… Biz olanca hızımızla susarken... Gidenler öfkeden başkasını bırakmadı bize, kalanlar nefretten daha azıyla yaşatmadı bizi…
Ne öfkeyi ne de nefreti barındırmak için değil, ben seni karanlıklara karşı ışık saç diye içimde an be an büyüttüm sevgili kalbim. Gidişleriyle ardını karanlıklara boğan, varlıklarıyla insanlık fıtratına aykırı yaşayanları karanlıkla birlikte gömmeli… Gömmeli şehri ve şehri karartan bütün yüzleri…
   Aydınlığı nasıl doğurabilir insan..?
  * * *
  Karanlık, püf dedikten sonra sönüp gidecek muma benzemez ki ciğerim, o öylece yitip gidecek… Gidecek belki bizimle, belki kendince…
  Semaları kaplayan karanlık ve ardınca sukut ufkumuza engel mi buna emin olamıyorum… Bunu sürekli düşünmenin de gerekli olduğunun söyleyecek değilim…
  ***
Bir yıldız kadar parlak değilim. Olsaydım, kurduğum en afilli cümlelerle duman altı masalarda kurtarsaydım memleketi, yüzleşmeseydim bütün yargılarla, sözleşmeseydim duygularımla bilirim ki dostum karanlık sözler yazmamalıydım ak sayfalara, dönüp dönüp aynı yerden vurulmamalıydım mesela…
    Sevgili Benliğim bir yenilgi mi bu.  Bir düşüş mü?
Nasıl bir yenilgiyle yenildin…
Oysa sen bir vefa namesiydin…
 Sen hep acıyı sevdin acıtanları değil…
Şimdi kaybettiklerinle kazandığın şahlanışın olsun bu senin…
  ***
Sevgili benliğim olan onca şey içinden sıyrılırcasına tehlikeli şeyler düşündüm, kendime, kendimce. Ne Pablo Neruda’nın kalbinin şad olması bekliyorum yazdıklarımla, ne de Kafka’nın dar vakitlerde kâğıtlara kondurduğu cümleleri açığa çıkarmak… Yeni bir hayata açılmak isterken iştahla… Henüz ki karanlıklar ne yaparsak yapalım dağılmıyor ve sırf ırzına geçtikleri için kelimelerin sukut bozmuyor halini. Karanlık yüzler durmadan var kılıyorlar kendilerini, bir gerek varmış gibi… Gidişlerden gidiş, ölümlerden ölüm beğenmiyorlar bile… Yaşarken ve hala kalırken hayatta yaşamında ölümünde ve konuştukça kelimelerinde ve her alıp verişlerinde nefeslerinde onurunu kırıyorlar, bilmeden…
İçim param parça (!)…
* * *
Sustuk ve bütün suskunluklar alt etti suskunluğumuzun yanında demiştim… Susmalara karşı dillerde binlerce suizan… Susmaların üzerimizdeki büyük hatırı… Dilsiz şeytanlardan olmadan. Suskunluğumuz bir Elif miktarı kadar olacaktır.   Değil mi ki şu dehlizde pislik kokan yüzlere hala söyleyecek çok hakikat var… Bulunduğu kabın şeklini alanlar “ Eşrefi mahlûkat ”  sıfatına bilmem neler için peşkeş çekmiş aptallardır demiştim, dünyanın yavşaklık kotasını dolduranlar için… Themis Tanrısının bir koltuk için kurban edildiği bir zamandan susmanın en kötü seçim olduğunu öğrendim, diğer öğrendiklerimin yanında… Ve hiçbir hezeyana kurban edemem fikir ve fiillerimi! Okuduklarımın içinde öyle kelimeler vardı ki kararttığınız dünyamızı aydınlatmak için sakladığım… Yenilginizle öfke biriktirin o kelimelere, lanetiniz olacak zira onlar… Kelimelerin çok hatırı var kurban etmek istemezdim lanetinize lakin sizi karanlığınızla boğup, aydınlığı yaratacak savaşçılardır onlar...
***
Karanlıklar sukutla devam eder, el değmemiş hakiki sözler seçmeliyiz olanca hızla aydınlığı doğurabilmek için yarınlara…
  Doğru olan gerçeklerle dolu sözlerimizi de asamazlar ya?
  ***
  Çocuk şehir karanlık, insan umursamaz, devlet telaşlı sukut eski yerini bulmayacak burda, bak karanlık çoktan dağılmaya başladı ufkumuzdan.
Biz acıları soluduğumuz bu şehirden türküler yazacağız zafer dolu yarınlara, şiirler söyleyeceğiz hasretsiz, gurbetsiz vuslat dolu… Marşlarla nidalar getireceğiz kolay kazanılmadı bilinsin diye onca yitikliğin ardından bu günlerimiz.
   Dünden kalma yorgunların üstüne sade bir dibek kahvesini içeceğim.  Ama Nietzsehe ‘den bir eser okumayacağım dünün acılarını satmayacağım, gönlümüze taht kurmuş düşüşleri (!) yanımıza almadan. “ Emrolduğun gibi dosdoğru ol” ( Hud–112 ) idrakinin dimağlara yerleştiği yerden,  zafer nidalarıyla koşacağız aydınlık yarınlara…Zafere olanca hızla…
  * * *
Burada aynı inanç, inanmışlık, ruh ve sözle dillerinde tatlı nağmelerle gözlerindeki o parlaklıkla baktığı her yeri aydınlatan haksızlıklara, zulümlere, basiretsizliklere boyun eğmeyip, kirli sözlere karşı Hakk’tan yana sözler söyleyen,  söyleten, yenik düşmemiş ölümleri destanlarda yaşatan, dillerden düşürmeyen,   hiçbir hesabı olmadan her yerde sevdiği o güzelim türküyü aynı tonda dile getiren insanlar görüyorum bakın bu gerçekten çok güzel.
  ***
Rabbe ve hakikatlere iman edenlerin önüne çıkan meşakkatler insanın ufkuna engel değil buna şuanda emin olabiliyorum…
  * * *
İstemeyerek ya da öylesine ve yahut sırf meyvelerden nemalanmak adına girdikleri bahçedeki çiçeklere zarar verme lüksüne hiç kimse sahip değildir. !
  ***
Zaferi beklerken seferde hesaplarla yaşamak bizi göre değil, kime göreyse onlar yaşasın.
***
“ Zafer Umut Kaynağının çeşmesidir!” lütfen bu nidaya uyuyarak kulak vermeyelim arkadaşlar!
  ***
Size açıklı bir öykü daha anlatayım, bundan da ders alın lütfen:
Geçenlerde kazandıklarını zannedip kaybeden insanlar gördüm en az kendileri kadar çirkin ve iğrençti bu. Onların ki hep hüsran hep hüsran daima hüsran…
Dünya dönerken değil de siz dökerken başım döndü. Çekildiğim her kenarda Tokdemir’in suladığı gülleri buluyorum… Yaşam kaynağım, umudum, sevincim, onlar her şeyim benim…
    ***
  Bugünün Firavunlarına karşı Musa’ca, Nemrutlarına karşı İbrahim’ce ve yılmaksızın Ebu Cehillere Muhammed’ce duruş sergileyenler, dik duranlar, incitemez o hüsrana uğrayacaklar sizi, fena dursalar da bir yerde okumuştum “ içlerinde onları korkutan kokutan bir şeyler vardır.” Duruşunuzu bozmayın, daima şehri, kararanlıkları ardınıza alıp sukutu dağıtın hakiki kelimeleriniz olacaktır ve şair sizin için söylemiştir belki “ YENİLGİ YENİLGİ BÜYÜYEN BİR ZAFER VARDIR!”
                                         18.12.2014
0 notes
raslihanturkmen · 10 years
Photo
Tumblr media
ISTIRAPLARDAN SOYUTLANMIŞ YANLARIMIZLA…
 DİMAĞDAKİ DÜŞÜNCENİN TASVİRİ
                YAZMA EYLEMİ ÜZERİNE BİR NESİR DENEMESİ
                       Henüz içi geçmemiş kalemlere…
                                                                               “Ah tatlı düş, üşengeçliğimin özrüsün…”
                                                              JULES RENARD
      Bir ateş gibi kelimeler adeta. Okundukça acıtan, dokundukça yaralayan yanları var. Ondan vazgeçmek işin acabası iken iştahla üretme azminde olanları anlayabilmiş değilim doğrusu, ama neyse… Sanki her şeye anlam yüklemişiz de bir bu kalmış gibi oldu. Sonra kalem tutuyor olmanın mutlak meşakkati… Yada boşlukları doldurmak adına vicdanın sesine kulak verilmesi… Bunun üzerine yalın anlatımlı katıksız bir söz: “ Her başlangıç zordur.” Zordur çünkü olmayan bir şeyin varlığından söz edilmeye başlanıldığı an önemlidir. Özen ister. Sıradanlıktan, klişelikten, basitlikten epeyce uzak olmalı başlangıçlar... Her başlangıç mühimdir, lakin kimi başlangıçlar bazı yanlarıyla kutsaldır ve her başlangıç gereklilik arz eden mutlak bir ihtiyaçtır… Yazmak gibi, yazmakta olduğu gibi ama sadece yazmakla olmadığı gibi…
  Bazı duyguların başlangıçları, kimi düşüncelerin oluşmaya başlanıldığı an kayda değer olabilir. Eylemlerin başlangıçları başlı başına bir hadisedir ki bunu kolaylıkla alt eden muazzam bir başarıya imza atmıştır. Şöyle ki okumak, yazmak gibi eylemleri düşündüğümüzde bunlara başlamanın ve devam ettirmenin dimağlarda pekte kolay olmadığı aşikârdır ve bu konunun üzerinde muhakkak durulmalıdır. Her noktası özenle öğretilmeli ki bilinçli yapılıp devamı bilinçli getirilebilinsin. Zor zanaat. Zorlukların  insanı yıprattığı büyük hakikat, ama zorluklar olmadan da yaşanmaz ki ciğerim…
  Neden bilmiyorum ama birçoğu zaman değil, her seferinde bazı şeyleri idrak etmekten yoksun kalıyoruz. Anlamaktan değil ama idrak etmekten. Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil muazzam nitelikteki yazımlarının birinde “Yazı yazmayı öğrenmek her şeyden önce düşünmeyi öğrenmektir. “ diyor. Yani düşüncelerimiz ekseninde şekillenen söylemlerimizin kâğıda aktarılması ve kayda değer bulunması, düşüncemizin niteliğiyle alakalı bir nevi… Doğru düşünebiliyorsak ( ki bu göreceli bir kavram değil) yapacağımız herhangi bir eylemde ona odaklı sağlıklı bir seyir izleyeceği muhakkaktır.
  Ve asıl meselemiz şu ki ve yahut meselemiz haline gelmesi gereken önemli hususlardan biride düşüncelerimiz olmalı.. Bize yön veren düşüncelerimiz daima temiz ve el değmemiş olarak kalmalı, muhafazası iyi yapılmalı. Dünyayı şekillendiren düşünceler var, onlardan etkilenen sayısız düşünür insan… Bu bağlamda “Düşünmek” önemli bir eylem ve kaldı ki bunu alt eden bir insanlıkla baş başayız. Tanrım bilmiyorum ki bununla ilgili ne yapmalıyız… ?
 Sanırım bunu yazmakla anlatamayız, yani evet yazmakla anlatılacak bir şey değil lakin bunu ifade ederken bile yazıyı kullanıyor olmak, yazı kavramının ne denli ehemmiyetli olduğunu bize anımsatıyor. Eğer ki anlatmakla anlaşılamayacaksak net ifadeleri kalemle buluşturmak daha manidar olsa gerek. Çünkü çoğu zaman söylenmesi gereken konularda çok sözümüz oluyor da direk bir muhatap bulunmuyor. Düşüncemizde daima yer edinen bu konuları yazarak ifade edersek hem yazın hayatına katkı yapmış olur, düşüncemizi havada bırakmamış oluruz hem de söze icabet edecek birçok muhatap buluruz.
Lakin bunu yaparken bari etik olalım lütfen. Kalemi esiri yapmasın kimse. Kötü düşüncelerle kalemi kullanıp kelamı kana bulamasınlar… Yâda gerçek acılara iştahla kalem tutmaz halde kalmasınlar sözde kalem ehilleri gerçekte satılık kelamlılar!
Nasıl bilmiyorum ama kendilerini devamlı var kılabiliyorlar…Kalemleriyle ve kelamlarıyla(!)
  İşte bütün bunlara rağmen en güzeli;
Eğer ki düşüncelerimiz ve düşüncelerimiz ekseninde şekillenen yazılarımız bizde şekillendiğiyle kalmıyorsa ve bizden başka insanlarla da buluşuyorsa ifadelerimiz ve hatta dünyayı şekillendirebilirsek düşünce, söylem ve eylemlerimizle onlara zırh giydirmeli, korumalı daima… Uzak tutmalı haricilerden…
Dimağı dolduran düşüncenin de,   hakkını vermeli insan..Gelişi güzel davranmayı da bırakmalı elden..
Olur, öyle bazen…
Ayrıca bütün bunların yazmakla ne ilgisi var onu da bilmiyorum… Şu ana kadar yaptığım ilginç şey sanırım. Yıllardır yazarım lakin başlığıyla alakası olmayan bu tek yazım.
Bende zamanında büyük bir iştahla yazmakla ilgili bir kitap almıştım içeriğinde yazmakla alakalı hiçbir bilgi olmayan… Bu bize başlığa aldırmamamız gerektiğinin öğretiyor yani.. Buda öyle… öylece yazıldı.. Öylece okunası…
  Burada nokta. “yazı yazmak” adına değil belki ama yazmaya devam edeceğim ben.
Yazmak üzerine yazı yazmakta ayrıca güzel ve de özel bir macera olmalıydı…
Beklentilerin insana haz vermemesi yaşamı güçlendiriyor Tanrım!..
                                                     ****
  Kabahatlerim yapmak istediklerimden büyüktür Madam!
  Yazı yazmak ve okumak için girdiğim mekânlarda düşüncelere dalıp hiçbir eylemsi harekette bulunamıyorum bazen.
  İnsanlardan sıyrılmak için bazen de…
Cin adam bile çizemezken, başyapıt niteliğinde bir eser çıkarma adına kalemimle farklı bir iletişim boyutuna geçip durmadan manasız şekiller konduruyorum kâğıda, insanlardan kaçmak adına, kafamı kaldırmıyorum, ağaçtan sarkan ve dalın artık taşıyamadığı portakal gibi… Evet, portakal gibiyim… Portakal kadar sakin kimi zaman,en az  portakal kadar aldırışsız, portakal kadar ıssız, sessiz, kimsesiz…
  Yalnızlığımın insanlar tarafından doldurulmasından epeydir korkuyordum ki ben mütemadiyen kitap okuyup kalem tutuyordum. Ve ben bundandır ki en çok kelimelerden soğumaktan korktum.  Samuel Johnson’la aynı kaderi paylaşıyorduk ve yorgundum iki kelam işitmeye ya söylemeye? Ve onun ifadelerini tekrarlamakla yetinirim…“İnsan istemeye görsün öyle bir yazar ki…”
  Modaya uyup afilli cümleler erbabı bir romancı olmak isterim bazen, ama beceremiyorum. Bir dergi için bir öykü yazmak bile zoruma gidiyor çoğu zaman…
Dünya-telaş-yoğunluk ve yorgunluk kurbanınızız! Hastanınınız! Siz olmasanız inananın çok şey yaparız!..
   Bazen de öyle olur işte…
 Biraz da olsa takati kaldı mı insanın en gerekli şeyleri yapmalı kendi için, herkes için.
 Bunun için dünyanın en acıklı öyküsü şu olsun ve ders alalım lütfen.
Adam doğdu, yaşadı falan derken kalem tutmadan öldü. ( düşünsenize ardında yazılı hiçbir şeyi yok.)
Tanrım ağlanılması gereken şeyler var burada.
 Kitabı olmayan insan vasattır da yazısı olmayanda farksız gelmiyor bana…
Bazen bir kâğıt parçasına düşülmüş öyle kelimeler görüyorum ki, dökülmedik tüm gözyaşları orda olmalıymış gibi, uzunca bir zamandan beri onun için saklanmış sanki.
Kelimeler gözden beyne giderken kalbe de uğrayabiliyorsa kalem tutan hakkını verebilmiş demektir. Okuyan gözü hesaba katmamış olsa da amacı doğru bir yola sapmış, kaleme olan vefasını bir nebzede olsa ödemiş olur böylece…
                                                                                                     ****                                  
                                                                                     Üşengeçliklere, yorgunluklara ve yoğunluklara aldırış etmeden dimağımıza takılan bir takım düşünceler görüyordum… Boşlukları yok etmek adına devamlı var olacak… Büyük boşluğu doldurmaya büyük gerçeklerin olmasına lüzum yok ama. Hakikat olsa kâfi…
                                                                                                                             ****              
İnsan şu dünyada düşünülen, söylenilen ve yazılan hiçbir şeye aldırışsız ve kayıtsız kalmamalı…
Ağaçtan sarkan bir portakala benzemeye çalışmak beyhude bir çaba. Hayatınızın başkalarının elinde olması da ayrı bir facia…     
                                                                                                         ****                                  
   Düşünmeden değil belki ama okumadan ve yazmadan yaşaya yaşayabilir miyim?
Evet yaşayabiliyorum… Ama fazlasıyla yaşayamıyorum…
                                                                                                                       ****                                   
Dimağları parçalayacak o hakiki kelimeyi yazmadım… Çünkü onu henüz bulmadım… Bu büyük bir iç sıkıntısı.
                                                                                                                 ****                                   
İnsanlardan sıyrıldıkça kaçtığım boş sayfalara düşürdüğüm kelimelerin hakkını veremem diye çekindim…  cümleleri önemsiyorum… kitapları insanlardan daha çok belki… ama insanlardan öğrendiğim bir çok şeyi kitap yapraklarında bulamadım…
                                                           ****                                  
Düşünmek, okumak ve  yazmak hakikati bulmakla bitmeyecek…
0 notes