Tumgik
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Yamaç Paraşütü Nedir ? Yamaç Paraşütü Nasıl Yapılır ?
70′li yılların sonlarında bazı kişiler şekli sabit ve ağır olmayan, esnek ve hafif bir havaaracı geliştirmeyi düşündüler. Birçok kişi öncü paraşütlerle yamaçlardan uçus denemelerine başladılar. Bunlaruçaktan atladıktan sonra limit hızda (~198 km/s) düşerken açılmak üzere dizayn edilmiş serbest düşüşparaşütleriydi. Birçok denemeden sonra limit hızdaki yüksek gerilimlerin yavaş ve yumuşak olan yamaç kalkışlarında meydana gelmediği gözlendi ve daha büyük boyutlarda paraşütlerin daha iyi sonuçlar getireceği anlaşıldı. Üreticiler hava geçirgenliği olmayan kumaşlardan daha geniş yüzeyli paraşütler üretmeye başladılar. En sonunda yamaç paraşütçülüğü adıyla bilinen yepyeni bir spor doğdu. 80li yıllarda yamaç paraşütçülerinin sayısıda geçmişe göre arttı. İlk olarak Fransa ve İsviçre Alplerindeki bir gurup pilot, yelken kanat pilotlarına özenerek dik yamaçlardan koşarak kalkış yapmaya başladılar. Böylece yamaç paraşütçülüğü giderek yaygınlaşmaya başladı. Japonya’daki Fuji Dağı ve Himalayalar’daki Everest zirvesinden uçuslar gerçeklestirildi. Yüzlerce kilometrelik mesafe rekorları kırıldı, saatlerce süren uçuşlar kaydedildi ve termik ve dalga kaldırıcıları kullanılarak binlerce feet’e çikildi. Yamaç paraşütü okadar beğenilen bir spor haline geldiki delta kanatlarını ikiye katladı diye biliriz. Antarktika dışında bütün kıtalarda dağlarda rengarenk kanatlar görülmeye başladı.Rahatlıkla havalanır, yönlendirilir ve iner, birkaç dakikada içerisinde açılabilir ve toplanabilirler. Esaslı bir eğitimle temel uçuş kontrolü becerisi birkaç günde kazanılabilir. Bugün yamaç paraşütçülüğü en ucuz ve hafif hava aracı ve doğayla iç içe olmasından dolayı geniş bir kitle tarafından tutulup sevilmiş ve dünya sanayi ürünü konumuna gelmiştir. Çok hafif olduğundan sırt çantası gibi rahatlıkla taşınabilir, ve diğer uçuş sporları gibi bir piste ihtiyacı olmadığı için daha özgür bir spor diye adlandırabiliriz. Kolay ve çok zevkli olmasına ilaveten sporun her dalında olduğu gibi yamaç paraşütçülüğü’nde de kesinlikle uymanız gereken bazı kuralların olduğunu hatırlatmamız gerekli. Havacılığın şaka kaldırmadığını düşünecek olursak, tehlikeleri önceden görüp ona göre önlem almanız gerektiğini birdaha hatırlatıyoruz. Güvenli uçuşlar için içinde uçtuğumuz hava katmanını kesinlikle iyi tanımalı, paraşütümüzün değişik şartlarda nasıl kullanılacağını önceden öğrenmeli ve dahada önemlisi asla tehlikeli hareketlerde bulunmamalısınız.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Sağuk Hava Soğuğun Faydaları Nelerdir ?
Tıp, soğuk havayı hatta kar ve buzu bile bazı hastalıkların tedavisinde kullanıyor bazen. Formsante dergisi bu hastalıkları derledi Eklem ağrıları için “Kriyoterapi” (buz tedavisi) adı verilen bu yöntemle vücuttaki çeşitli romatizma, eklem ağrıları ve şişlikler azaltılabiliyor. Çünkü soğuk, damarları sıkıştırarak her türlü eklem ağrılarını önemli ölçüde yok ediyor. Bu yöntemi kliniklerde yaptıracağınız gibi tekniklerini öğrenerek evinizde de uygulayabilirsiniz. Bunun için ağrıyan bölgeniz üzerine buz torbası koyarak kompres yapabilirsiniz. Soğuk, etkisini 20 dakika içinde gösterecektir. Ancak buzu deriye doğrudan temas ettirmeden bir beze sararak uygulamak daha faydalı. Hematomları yok ediyor Soğuk kompres, damarlara doğrudan etki ederek yumuşak dokular arasında kanın toplanmasını yani hematomu azaltarak ödem oluşumunu engelliyor. Bu yöntemden faydalanmak için uzmanın önerdiği bir süre ve sıklıkta ( 48 - 72 saat boyunca, genel-likle 1/2 - 1 saat arayla 8 - 10 dakika kadar) buzlu kompresin o bölge üzerine uygulanması gerek. Baş ağrısında etkili Uzmanlar soğuğun baş ağrısını gidermede de etkili olduğunu söylüyor. Bunun için başınızda ağrı olduğunda bir poşete buz doldurun ve ince bir beze sarılı biçimde ağrıyan bölge üzerinde uygulayın. Soğuk, hassas olan sinirleri uyuşturarak ağrıyı azaltacaktır. Diş ağrılarınız olduğunda da yanağınıza koyacağınız buz torbası ağrıyı dindirirecektir. Buz odalarında metabolizma hızlanıyor Kuzey bölgelerde - 110 derecede olan soğuk odalar kullanılarak hastalar 1 ya da 2.5 dakika içeride bırakılıyor. Bu yöntem kalp hastalıkları ve soğuk alerjisi olanlar hariç herkese uygulanabiliyor. Cilt lekelerini gideriyor Leke üzerine uygulanan basınçlı buz, cilt üzerinde bulunan siğil, doğum ve yanık lekelerini yok edebiliyor. Bu yöntemle özel bir aparatla çok ince buz parçaları yüksek basınçla cildin alt tabakalarına gönderiliyor ve tekrar emiliyor. Böylece cildin o tabakasının kendi kendisine yenilemesi sağlanıyor. Cilt kendi kendini yenilediğinde de lekeler ortadan kalkıyor. Yöntem, güzellik merkezlerinde uygulanıyor. Saçları canlandırıyor Dökülen saçlarımızın yeniden çıkmasına yardımcı olabilmek amacıyla başınıza yaklaşık sıfır derecede hazırlanmış buz torbası ya da özel hazırlanmış bir kasket yerleştirebilirsiniz. Uzmanlar, soğuğun da etkisiyle saç derisinde bulunan kan damarlarının büzüldüğünü ve saç köklerinin canlandığını anlatıyor. Bazı tümörlere karşı Cerrahi operasyon yardımıyla uygulanan basınçlı buzun; karaciğer, akciğer, prostat, kolon ve böbrek üzerinde yer alan küçük çapta bazı tümörlerin yok edilmesinde önemli ölçüde rol oynadığı söyleniyor.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Renk Körlülüğü Nedir ? Renk Körlülüğü Tedavisi
İnsanın kendi vücuduna ait bilgileri ve çevresine ait haberleri algılayabilmesi, duyu organları vasıtasıyla olmaktadır. Duyu organlarına ulaşan çeşitli tiplerdeki enerji şekilleri, öncelikle duyu organlarında yer alan reseptör (alıcı) hücreleri tarafından aksiyon potansiyelleri ismi verilen özel elektrik sinyallerine çevrilir. Reseptörlerde başlayan bu aksiyon potansiyelleri sinirler yoluyla beyinde ilgili bölüme iletilirler. Beyne iletilen aksiyon potansiyeli sinyalleri de uyarıcı enerji şekline göre çeşitli duyular olarak algılanır. Duyu reseptörleri tarafından aksiyon potansiyellerine dönüştürülen enerji şekilleri arasında mekanik (basınç temas) ısı, elektromekanik (ışık), enerjileri ve kimyasal enerjiler (koku, tat, kanın O: ve CO2'si) sayılabilir. Bir reseptörün duyarlı olduğu enerji şekline onun uygun uyaranı denir. Örneğin gözdeki ışık enerjisine duyarlı görme reseptörleri için uygun uyaran, ışık enerjisidir. Görme organımız olan göze giren uygun dalga boylarındaki ışık enerjisi, öncelikle gözün mercek sistemi tarafından görme reseptörlerinin yoğun olarak bulunduğu gözün retina kısınma odaklaştırılır. Burada reseptör hücreleri tarafından oluşturulan aksiyon potansiyelleri de göz sinirleri yoluyla beyindeki görme merkezine iletilir. Sonuçta da görme merkezi tarafından yorumlanarak algılanır ve böylece görme olayı tamamlanmış olur. Görme reseptörleri, ışık enerjisinin belli dalga boylama duyarlıdırlar. Başka bir deyişle ışığın belli bir dalga boyu, o dalga boyuna duyarlı görme reseptörünü uyarır ve algılanır. Işığın belli dalga boylarının belirli reseptörleri uyarması, o reseptörün ihtiva ettiği görme pigmentinin ışık absorbsiyon karakteristiği ile ilgilidir. Görme reseptörleri başlıca iki ayrı grupta incelenirler. Bunlardan çubuk şeklinde olup gece görmekten ve karanlığa' aydınlığa adaptasyondan sorumlu olanlar “basil” koni şeklinde olup görme keskinliği ve renk görmeden sorumlu olan reseptörler ise, “koni” reseptörleri diye isimlendirilirler. Renk görme ile ilgili olan koni reseptör hücrelerinin algıladıkları ışık dalga boyları ölçülmüştür. Sonuçta bu konilerin her birinin görme spektrumunda yer alan renklerden yalnızca bir tanesinin görülmesiyle ilgili oldukları bulunmuştur. Bu üç koni tarafından algılanan renklere üç temel renk denilmektedir. Bu temel renkler KIRMIZI MAVİ ve YEŞİL'dir. Bu üç koni hücresinin ışık dalga boyu absorbsiyon eğrileri önemli ölçüde birbirlerini örterler. Bundan dolayı da görülebilir ışık dalga boyları birden fazla koniyi uyarırlar. Aynı dalga boyu tarafından uyarılan 2 ayrı cins koni hücresinin değişik ölçülerde gönderdiği aksiyon potansiyellerinin beyin tarafından değerlendirilmesi sonucu, çeşitli renklerin ayırt edilmesi mümkün olmaktadır. Başka bir deyişle görme spektrumunda yer alan ve normal insan tarafından ayırt edilebilen 180 ayrı rengin tamamı renk görme ile ilgili 3 ayrı renk konisinin değişik oranlarda uyarılması ile gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak örneğin, sarı renge ait 5800 A boyundaki dalga boyu, kırmızıya (6500-7500 A) ve yeşile (5000 A) duyarlı reseptörleri birlikte uyararak, sarı renk duyusunun oluşmasını sağlayabileceği gibi kırmızı ve yeşil temel renklerinin karışımı da aynı renk duyusunu oluşturabilmektedir. Beyaz Ve Siyah Rengin Algılanması Beyaza uyan dalga boyunda ışık yoktur. Beyaz ışık duyuşu yeşil, kırmızı ve mavi renk konilerinin birlikte uyarılması île oluşmaktadır. Siyah renk duyuşu ise, ışığın yokluğunda oluşan bir algıdır. Fakat pozitif bir algıdır. Çünkü kör*ler siyah rengi de görememektedirler. Normal bir insanın renk görmesi, üç ayrı cins koni hücresinin uyum içinde çalışmasıyla olmaktadır. Bu tür normal görüş “trikromat” renk görme olarak vasıflandırılmaktadır. Eğer bir kimse renk görmede yalnızca iki koni hücresine sahipse ve bu iki koni hücresiyle algılanabilen renkleri ve onların karışımlarını görüyorsa, bu şekilde renk görmeye “dikromatik” renk görme veya dikromatik renk körlüğü denilmektedir. Bu durumdaki kişilerde renk görme ile ilgili olan bir koni şeklinin yokluğu düşünülmektedir. Bir koni çeşidinin bulunmadığı dikromatik renk körlüğü yok olan pigmentle ilgili olarak kırmızı renge duyarlı koni hücreleri yoksa “PROTONOPIA” kırmızı renk körlüğü mavi renge duyarlı koni hücreleri yoksa “TRITANOPIA” mavi renk körlüğü yeşil renge duyarlı koni hücreleri yoksa “DEUTERANOPIA” yeşil renk körlüğü denilmektedir Örneğin kırmızı rengi ayırt eden koni hücresinin olmadığı protonopia durumunda sadece koyu kırmızı renk algılanamaz. Kişinin gördüğü renkler koni hücreleri ile ilgili olarak yeşil, mavi ve bu iki rengin karışımıyla görülen renklerdir. Yeşil ayrımı yapan ye-şile duyarlı konilerin bulunmadığı deuteronopiada ise, yalnızca kırmızı ve mavi renkler ile bunların karışımı görülür. Yeşil renk ayırt edilemez. Yalnızca tek renk konisinin bulunup, iki renk koni-sinin olmadığı renk görme ise, “monokromatik” renk görme veya monokromatik renk körlüğü olarak isimlendirilmektedir. Örneğin; yalnızca mavi rengi algılayan mavi renk konilerinin bulunup kırmızı ve yeşil renk konilerinin bulunmadığı durumda kişi, kırmızı ve yeşil renkleri ayırt edemez. Görme spektrumu ile ilgili olarak yalnızca mavi ve sarı renkleri algılayabilir. Kırmızı ve yeşil renkleri göremediğinden dolayı bu tıp renk körlüğüne kırmızı - yeşil renk körlüğü de denilmektedir. Anopia Renk görme ile ilgili her üç koninin de bulunmadığı durumdur. Bu durumda tam renk körü olan kişi yalnızca siyah beyaz olarak görür. Bazı insanlar ise, ‘trikromat' olmakla birlikte renk ayırımları zayıftır. Bu durum, ‘renk görme bozukluğu' (anomalısı) olarak isimlendirilir. Bu şekildeki renk körlüğüne tam renk körlüğünden daha seyrek rastlanılır. RENK KÖRLÜĞÜ KALITIMI Renk görme bozuklukları seks kromozomları ile resesif olarak nesilden nesile geçmektedir, ilgili genin kalıtımla geçişini X kromozomu sağlar. Erkeklerde XY kromozomu, kadınlarda ise, XX kromozomu olduğun-dan ve genin özelliğinin resesif olmasından dolayı, erkeklerde mevcut bir X kromozomunda kadınlarda ise, her iki X kromozumunda bulunmasıyla ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle erkeklerde kadınlardan daha sık olarak görülmektedir. Erkeklerin % 8′inde, kadınların % 0,4′ünde renk görme ile ilgili bir bozukluk vardır. Yeşil renk görme bozukluğu (anomalısı) en sık görülen durumdur. Bundan sonra görülme sıklığı itibarıyla yeşil renk körlüğü, kırmızı renk körlüğü ve kırmızı renk görme bozukluğu gelmektedir. Renk körlüğü olan erkeklerin kız çocukları renk körü olmamakla birlikte renk körlüğünün taşıyıcısı durumundadırlar. Taşıyıcı kadınların erkek çocuklarının yansı da renk körü olarak doğmaktadır. RENK KÖRLÜĞÜNÜN TEŞHİSİ Renk körlüğünün açığa çıkarılması ve ayrıca renk körlüğü veya renk görme bozukluğunun tipinin belirlenmesine yarayan pek çok test vardır. Teşhiste en kolay yol, renkli iplikleri karıştırıp, şahıstan renkleri gruplandırarak ayırmasının istenmesidir. Renk görme ile ilgili problemi olanlar, bu işlemi beceremezler. Teşhiste ayrıca ishihara ve Stilling levhaları da kullanılmaktadır. Bu levhalar renkli noktalardan yapılmıştır. Renkli noktaların içine ise renk körlüğünü veya renk görme bozukluklarım ortaya çıkaracak şekilde özel olarak renkli sayılar, şekiller veya harfler yerleştirilmiştir. Renk görme problemi olan kişiler bu harf, şekil veya sayıları ayırt edememekte; böylece teşhis konulmuş olmaktadır.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Bebek Göz Renki Bebeğinizin Göz Rengi Ne Olacak ?
Bebeğinizin gözlerinin ne renk olacağını merak ediyorsanız, size bazı ipuçları verebiliriz. Çünkü gün geçtikçe ilerleyen genetik bilimi, basit kalıtım kurallarıyla, bebeğinizin göz rengini doğumdan önce tahmin edebiliyor. Hem anne hem baba mavi gözlüyse Mavi rengi belirleyen allel baskın olmadığına göre, mavi gözlü anne ve babada bu allelden ikişer kopya var demektir. Bu durumda bebek, annesinden de babasından da birer mavi allel katılacak ve gözleri mavi olacaktır. Ebeveynlerden biri mavi diğeri kahverengi gözlüyse Gözü kahverengi olan ebeveynin göz rengini belirleyen allerlerden biri kesinlikle kahverengidir. Diğer allelin ise, kahverengi ya da mavi olma olasılığı vardır. Bunu anlamanın bir yolu, o bireyin anne ve babasına yani büyükanne ve büyükbaba adaylarının göz rengine bakmaktır. Büyükanne ve büyükbabadan birinin gözleri maviyse, kendisinde de bir mavi allel var demektir. Bu durumda bebek ya bu mavi alleli ya da kahverengi alleli kalıtabilir. Öyleyse bebeğin mavi gözlü olma olasılığı yüzde 50’dir. Büyükanne ve büyükbabanın gözleri kahverengiyse, bebeğin göz rengini tahmin etmek biraz daha zorlaşır. Varsa, büyükanne ve büyükbabanın kardeşlerine bakmak gerekir. Biri mavi gözlüyse ailede mavi bir allel var demektir. Bebek bu mavi alleli kalıtırsa mavi gözlü olur. Kahverengi gözlü ebeveynin her iki alleli de kahverengiyse, bir mavi allel kalıtacağı için genlerinde mavi alleli taşır. Hem anne hem baba kahverengi gözlüyse Bu durumda, her ebeveyn ya iki kahverengi ya da bir kahverengi bir de mavi allel taşır. Her iki ebeveyn de kahverengi allelden ikişer kopya bulunuyorsa, bebeğin mavi gözlü olma olasılığı yoktur. Ebeveynlerden birinde allellerin her ikisi de kahverengi, diğerinde allerlerden biri kahverengi diğeri diğeri maviyse, bebek mavi alleli kalıt da, kahverengi maviye göre baskın olduğu için bebek kahverengi gözlü olur. Bebeğin mavi gözlü olabilmesi için, her iki ebeveynin de bir kahverengi bir de mavi allel taşıması gereklidir. Bebek annesinden ve babasından bu mavi alleli kalıtırsa, mavi gözlü olur. Böyle bir durumda her bebek için mavi gözlü olma olasılığı yüzde 25’tir.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Sevgililer Günü Nedir ? Ne Zaman Başladı ? 14 Şubat Sevgililer
Sevgililer Günü'nün başlangıç tarihi eski Roma İmparatorluğu zamanına uzanıyor. Eski Roma'da 14 Şubat günü bütün Roma halkı için önemli bir gündü. Çünkü bu günde Roma tanrı ve tanrıçalarının kraliçesi olan Juno'ya duyulan saygıdan ötürü tatil yapılırdı. Juno ayrıca Roma halkı tarafından kadınlık ve evlilik tanrıçası olarak da biliniyordu. Bu günü takip eden 15 Şubat gününde ise Lupercalia Bayramı başlıyordu. Bu bayram, halkın genç nüfusu için büyük önem taşıyordu. Bunun nedeni ise yaşantıları kesin kurallar ile sınırlandırılmış, bunun doğal sonucu olarak bir birliktelik yaşama şansı olmayan bu gençler, sadece bu bayram süresince bile olsa birbirlerinin partneri oluyorlardı. Hangi genç bayanın hangi genç erkek ile bir çift oluşturacağı eski bir gelenek olan ve Lupercalia Bayramı'nın arife günü yapılan bir çekiliş ile belli oluyordu. Romalı genç kızlar, isimlerini küçük kağıt parçalarının üzerine yazıp bir kavanoza koyuyorlardı. Erkekler ise kavanozdan bu kağıtları çekerek üzerinde hangi kızın ismi yazıyorsa o kızla bayram eğlenceleri boyunca beraber oluyorlardı. Bu birliktelikler birbirine aşık olan çiftler için bayram süresinin dışına taşıp genellikle evlilikle sonlanıyordu. İmparator 2. Claudius, Roma'yı kendi katı kuralları ile zalimce yöneten bir hükümdardı. Onun için en büyük problem, ordusunda savaşacak asker bulamamaktı. Ona göre bu durumun tek sebebi Romalı erkeklerin aşklarını ve ailelerini bırakmak istememeleriydi. İşte bu yüzden, Roma'daki tüm nişan ve evlilikleri kaldırdı. Aziz Valentine de Claudius'un hükümdarlığı zamanında Roma'da yaşayan bir papazdı. Kendisi gibi papaz olan Aziz Marius ile birlikte Claudius'un yasağına rağmen gizlice çiftleri evlendirmeye devam etti. Ancak İmparator bu durumu bir süre sonra öğrendi. Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat'ında Hıristiyan şehitliğine gömüldü. Aynı zamanlarda Roma'daki putperestler, şubat ayı içinde kutlanan Lupercalia Bayramı'nı kendi putperest tanrıları için kutluyorlardı. Bayram öncesi yapılan geleneksel çekilişi ise seromoniye bağlı kalarak kendileri için uygulamaya başladılar. Hıristiyan Kilisesi'nin ilk kurulduğu yıllarda hizmet veren papazlar, bu törenlerin, özellikle de evlenmemiş gençlerin putperestler ile birlikte anılmasından rahatsız oldukları için bir çözüm buldular. Bu gençlerin isimlerinin azizlerle birlikte anılmasını istedikleri için Lupercalia Bayramı'nın başladığı günü Aziz Valentine Günü olarak kutlamaya başladılar. O gün bugündür her yılın 14 Şubat'ı "Sevgililer Günü" olarak kutlanmaya devam ediyor ve yeryüzünde kadın ve erkek beraber olduğu sürece de kutlanmaya devam edecek gibi.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Kırmızı Renk Boğaları Neden Kızdırır ?
Aslında kırmızı renk hiçbir boğayı kızdırmaz. Çünkü boğalar renk körüdür ve kırmızıyı diğer renklerden ayırt edemezler. Boğa güreşinde matador boğayı eline aldığı şapkasını şalını sallayarak kızdırır. Boğanın kırmızı şala saldırdığı inancı yanlıştır. İspanya'da boğaların kırmızı renge saldırdığı inancı, matadorların kırmızı başlık kullanmaları nedni ile yaygınlaşmıştır. Halbuki başlıklarda bu renk boğayı kızdırmak için değil, seyircilere hoş görüntü verebilmek için seçilmişti. Kırmızı renk aslında insanları etkiler. Yapılan deneylerde bu rengin insanlarda kan basıncını yükseltip, kalp atışını hızlandırdığı saptanmıştır. Bunun nedeninin de kırmızının, kanın rengi olduğu sanılmaktadır. Boğalar arenada kırmızı rengi görünce asabileşmezler. Kendinizi boğanın yerine koyun. Etrafınızdaki çığlık atan binlerce insanın ortasında, tozlu, gürültülü ve çok sıcak bir ortamda, sırtınıza saplanmış onca kılıcın acısı içinde, bir de şapkasını şalını sallaya sallaya üstünüze gelen bir adam varsa, yani kızmak için bu kadar sebep varken, sırf rengi kırmızı diye bir bez parçasına kızar mıydınız? Boğa güreşi hakkında bilinen yanlışlar sadece bu kadar değil. Aslında boğa güreşi geleneği İspanya'dan doğmuş değildir. İlk çağlardan itibaren boğa, kuvvetin, dayanıklılığın ve verimliliğin simgesi olmuştur. Boğa güreşinin ilk versiyonu antik Yunan, Roma, Mısır ve hatta Kore ve Çin medeniyetlerinde görülür. Boğaya Persliler taparlar, Afrika Zuluları ise öldürüp safrasını içerlerdi. Tüm bu geleneklerin temelinde, hayvanın gücü yatmaktadır. Bu geleneğin bir şekilde İspanya'ya geldiği, Avrupa ülkeleri içinde feodal düzeni en son terk eden bu ülkede de kalıcı olduğu sanılmaktadır.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Sabun Nasıl Temizler ? Sabunlar
Aslında sabun bir antiseptik, yani mikrop öldürücü değildir. Normal bir deri üzerinde, ölü deri hücreleri, kurumuş ter, çeşitli bakteriler, yağlı ifrazatlar ve toz vardır. Sabunun özelliği, mekanik olarak derimizin üzerinden bunların alınmasını sağlamasıdır. Suyu ve yağı (ne yağı olursa olsun) aynı kaba koyarsanız birbirlerine hiç karışmazlar aksine su ve yağ molekülleri arasında birbirlerini iten bir güç vardır. Elimizi sadece su ile yıkadığımızda, derimizin üzerindeki yağ tabakası, suyun derimize temasına mani olur, onu dağıtır ve tam anlamı ile temizlik sağlanamaz. İşte burada sabun devreye girer ve aracılık rolünü üstlenir. Sabunun bilinen tarihi 2000 yıldan da öncesine uzanır. Hatta Anadolu da 4000 yıl evvel Hititlerin yaktıkları bitkilerin külleri ile ellerini temizledikleri bilinmektedir. Sabun, tarihinin her döneminde ucuz ve kolay bulunabilen malzemelerden yapılmıştır. Romalılar sabun yapabilmek için, kireç taşını ısıtarak kireç elde etmiş, bu ıslak kireci sıcak ağaç külleri üzerine püskürtüp sonra da karıştırmışlardır. Oluşan gri çamuru sıcak su dolu bir kazana dökerek keçi yağı ile saatlerce karıştırarak kaynatmışlardır. Kirli kahverengi kalın bir tabaka oluşunca, soğumaya bırakmışlardır. Soğuma sonucu sertleşen tabakayı parçalara bölerek sabun olarak kullanmışlardır. Her sabun kireç gibi bir alkali madde ile bir çeşit yağın karışımıdır. Günümüzde alkali olarak kireç yerine genellikle kostik soda (NaOH) kullanılıyor. Keçi yağı yerine de, sığır ve koyun yağlarından elde edilen don yağları, hurma, pamuk çekirdeği ve zeytinden elde edilen yağlar kullanılıyor. Alkali ve yağdan meydana gelen sabun da anne ve babasının özelliklerini taşır. Yani bir taraftan yağı severken diğer taraftan suyu sever. Sabun moleküllerinin bir ucu yağı, diğer ucu da bir alkali olan suyu çeker. Ellerimizi ovuşturduğumuzda yağ ve kirler, dolayısıyla içindeki bakteriler parçalanır. Sabun molekülleri bu yağlı kirleri sararlar suyla birleştirirler ve artık çözünemez hale getirirler. Musluktan akan su ile de uzaklaşır giderler. Ellerin kurulanması ile de bakterilerin çok sevdiği nemli ortam ortadan kalkmış olur. Günümüzün modern marketlerinde ise sabunun, bazı katkı maddeleri, boyalar, parfümler, deodorantlar, bakteri giderici maddeler, kremler, losyonlar ve reklamlarda söylenilen diğer maddeler eklenmiş hali ile karşılaşıyoruz. Şampuan, diş macunu, tıraş kremi ve kozmetikler, sabunun sodyumun değişik bileşikleri ile yapılmış diğer adlarıdır. Eğer kostik soda yerine potasyum kullanılırsa, daha yumuşak olan sıvı sabun elde edilir.....
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Yumurtanın Neden Bir Tarafı Yuvarlak Diğer Tarafı Sivridir ?
Eğer köşeli olsalardı kenarları dayanıklılık açısından çok zayıf olurdu. Şüphesiz böyle bir yumurtayı yumurtlamak da tavuk için bir işkence olurdu. Aslında dış yüzeyi en dayanaklı geometrik şekil küredir ama bu şekildeki bir yumurta da bulunduğu yerden yuvarlanıp gidince nerede duracağı belli olmaz. Hemen hemen tüm kuş yumurtalarının bir tarafı daha yuvarlak diğer tarafı da daha incedir. Bu sekil, yumurtaların yuvada birbirlerine en yakın ve en az hava boşluğu bırakacak şekilde durmalarını sağlar. Böylece hem ısı kaybı önlenir hem de yuvadaki yerden en iyi şekilde faydalanılır. Yumurta yuvarlanıp gittiğinde düz gitmez, ince tarafı üstünde dairesel bir yol çizer ve başladığı yere yakın bir noktada durur. Yani bu şekli ile yumurtanın düz bir yüzeyde yuvarlanarak kaybolup gitmesi mümkün değildir. Asıl önemlisi bu şekli ile yumurtanın kuştan veya tavuktan daha rahat çıkmasıdır. Genel tahminin aksine yumurtanın yuvarlak yani daha geniş tarafı önce çıkar. Hem bunu hem de yumurtanın her iki tarafındaki farklı şeklini sağlayan yumurtanın çıkış yolu üzerindeki kaslardır. Pek alakasız gözükse de tavuğun içinde yumurtanın oluşmaya başlayabilmesi için önce güneş ışığının veya yapay bir ışığın tavuğun gözüne çarpması gerekir. Böylece göz yolu ile uyarılan tavuğun hipofiz bezi bir hormon salgılar. Bu hormon kan dolaşımına girer ve bu yolla yumurtalığa taşınır. Hormon burada bulunan binlerce yumurtadan birinin içine pirer ve o yumurtanın aniden çok hızlı bir şekilde büyümesini sağlar. Önce yumurta sarısı meydana gelir ve yumurta, yumurta kanalına geçer, döllenme organlarında geçirdiği aşamalardan sonra 24-25 saatte oluşumunu tamamlar. Yumurta, yumurta kanalını kesik kesik hareketlerle geçer. Buradaki dairesel kaslardan sırası ile geçerken, yumurtanın önündeki kas gevşek durumda iken arkasındaki kas kasılır, daralır. Yumurta bu kanalın başında iken küre şeklindedir. İlerlemesi sırasında arkada kalan dairesel kaslar büzüşerek hem yumurtayı ileri iterler hem de bu kısmına baskı yaparak konik bir sekil almasına sebep olurlar. Çıkışa kadar yumurta kabuğu da sertleşir ve bu haliyle dışarı çıkar. Yumurtanın şeklinin ve kalın kısmının önce çıkışının nedeni de budur. Sürüngenlerde ise bu düzenek yoklur. Onların yumurtaları çıkışta küresel şekildedir.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Güneş gözlükleri konusunda bilinmesi gerekenler!
Tumblr media
Kullanacağımız güneş gözlüğü mutlaka "ultraviyole ışığını engelleyici" özellikte olmalıdır.  Bu özelliği olmayan güneş gözlüğü sadece fazla ışığın geçmesini engeller. Ancak bu engelleme hiçbir fayda sağlamaz, aksine zarar verir. Çünkü renkli cam takıldığında göz bebeği küçülmez. Böylece görünen ışık değilse bile zararlı ultraviyole ışını göz içine bol miktarda girer. Her güneş gözlüğü ultraviyole ışınlarının geçişini engellemez. Ayrıca giren UV ışınlarının korneada yansıması ile oluşan doğal koruma bariyeri de bu ışınların renkli gözlük camının arka duvarından geri yansıyıp kırılması ile kırılır. Gözlüklerin kaliteli olması ve belgeli olması gerekir. Öte yandan polarize camlar bu konuda son derece başarılı camlardır. ÇERÇEVE DE ÖNEMLİ Çerçeve seçmek tabii ki zevk, estetik, moda işidir ama çerçeve amaca da uygun olmalıdır. Zararlı ışınlardan gözü azami derecede koruyabilmek için çerçeve etrafından girebilecek ışık en az olmalıdır. Bu nedenle camın göze yakın yerleşimli olması çok yararlı olabilir. Günlük yaşamda zamanın çoğunun ev ve ofiste geçtiği düşünülürse göz sağlığı için en doğru aydınlatmayı seçmek büyük önem taşıyor. Zira, yanlış aydınlatılan ortamlarda uzun süre zaman geçirmek gözde kuruluğa, baş ağrısına ve göz yorgunluklarına neden olabiliyor. Ofislerde kullanılan ışığın odanın her bölümüne homojen dağılması gerekiyor. Çalışma yüzeyinin parlaklığı, bakılan nesnenin parlaklığının en az üçte biri olmasına dikkat edilmeli. Bu nedenle ofis ortamlarında genel ışık veren aydınlatmalar, floresan veya kompakt floresanlı armatürlerin seçilmesini öneriyoruz. Halojen ve spot gibi direkt ışık veren aydınlatmaların ise sadece vurgulanmak istenen noktalarda kullanılmasına özen gösterilmeli. ÇALIŞMA MASASINDAKİ IŞIĞA DİKKAT Çocuğun çalışma masasındaki aydınlatmanın gün ışığı gibi tüm renkleri doğru haliyle göstermesi, göz sağlıklarını korumak ve yorulmadan uzun süre çalışmalarını sağlamak için önemlidir. Az ışıkta veya halojen olmayan aydınlatma altında uzun süre çalışan çoğun gözleri çabuk yorulur. Bu durum okuduğunu iyi görememe ve çabuk sıkılma ve yavaş algılama gibi sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle çalışma ortamları aydınlık olmalı ve ışığın direkt gözlerine yansımamasına dikkat edilmelidir. KALİTELİ GÜNEŞ GÖZLÜĞÜNÜ NASIL TANIRIZ? • Camın renginin koyu ya da açıklığından ziyade ultraviyole ışığını engelleyip engellemediği önemlidir. • Camın rengi homojen (her yerde aynı) ya da grade olmalıdır. • Gözlüğü taktığınızda bulanık görmemelisiniz, detaylar kaybolmamalıdır. • Gözlük camından bakarken gözlüğü hareket ettirdiğinizde görüntü hareket etmemelidir (numarasız camlarda). • Camların üzerinde güvenilir tescil bilgisi olmalıdır.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Bayramda sağlığınızdan olmayın!
Tumblr media
Ambalajlı Süt ve Süt Ürünleri Sanayicileri Derneği (ASÜD), Kurban Bayramı'nda süt ürünleri tüketimi konusunda uyarılarda bulundu. Uzmanların et tüketiminin yol açabileceği rahatsızlıklara karşı yoğurt, hamur tatlıları yerine de sütlü tatlılar yenilmesini önerdiğini vurgulayan ASÜD Yönetim Kurulu Başkanı Harun Çallı, "Süt ve süt ürünleri tüketiminde her zaman olduğu gibi bayramda da dikkatli olunmalı. Evde sütlü tatlı yapımında sokak sütü kullanılmamalı, merdiven altı işletmelerde üretilen ürünlerden de uzak durulmalıdır" dedi. Kurban Bayramı'nın sağlıklı geçirilmesi için, kesilen kurban etlerinin tüketiminden başlamak üzere beslenmeye de dikkat edilmesi gerekiyor. Bayramda et tüketiminde aşırıya kaçılmaması uyarısında bulunan uzmanlar, bayram süresince sofralarda başta yoğurt olmak üzere süt ürünlerine yer verilmesini, tatlı olarak da şerbetli tatlılar yerine daha hafif olan sütlü tatlıların tüketilmesini öneriyorlar. Bayramda sağlığınızdan olmayın! Uzmanların bayramda süt ürünleri ile sütlü tatlıların tüketilmesi önerilerine dikkat çeken ASÜD Başkanı Harun Çallı, tüketicilere bazı uyarılarda bulundu. Her zaman olduğu gibi bayramda da nerede, ne zaman üretildiği belli olan ambalajlı, sağlıklı süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi gerektiğinin altını çizen Çallı, şöyle devam etti: "Bayram günleri toplumda yardımlaşmanın arttığı; komşuluk, dostluk ilişkilerinin güçlendiği günlerdir. Türk toplumu olarak misafiri, ikramı severiz. Bayramda zengin sofralar kurmak, gelen misafirlerde ikramda bulunmak başlıca geleneklerimizdendir. Ancak hali vakti yerindeki Müslümanlara farz olan Kurban ibadetini yerine getirmenin huzurunu; arkadaşlarla, akrabalarla, komşularla birlikte olmanın mutluluğunu yaşarken; sağlık sorunları yaşamamak için ne yiyip, içtiğimize de dikkat etmemiz gerekiyor. Sağlık ve beslenme uzmanları, kurbanda artan et tüketiminin yol açabileceği mide sorunlarına karşı, hazmı kolaylaştırmak için yoğurt yenilmesini öneriyorlar. Yine özellikle her öğünün bitiminde yenilecek bir parça peynir de, diş sağlığının korunması bakımından önemlidir. "Sokak sütünden uzak durun" Bayramlarda artan tatlı tüketimi için uzmanların önerisi de, hamur tatlıları yerine hafif sütlü tatlıların tercih edilmesidir. Buna bir süt ürünü olan dondurmayı da ekleyebiliriz. Ancak özellikle sütlü tatlıların tüketiminde de bazı noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Başta sütlaç gibi evde yapılan sütlü tatlılarda kesinlikle sokakta satılan çiğ süt kullanılmamalıdır. Hiçbir denetimden geçmeden sokakta satılan sütlerde, özellikle sıcak havalarda zararlı bakteriler hızla çoğalmakta, bu da sağlık için risk teşkil etmektedir. Bunun yanında açıkta satılan sütlerde bozulmanın önüne geçilebilmek için karbonat, soda, nişasta gibi yabancı maddeler katılabilmekte, yağı alınabilmekte ya da su katılabilmektedir. Dolayısıyla bu sütlerle yapılacak sütlü tatlıların tüketilmesi, hastalıklara davetiye çıkartacaktır. Bu nedenle sütlü tatlıların yapımında da ısıl işlemden geçirilerek paketlenmiş, ambalajlı sütler kullanılmalıdır. Ev dışında da gerekli soğuk ortamlarda muhafaza edilen süt ürünleri ve sütlü tatlıların tüketilmesi önemlidir. Düşük fiyat için kayıt dışı, merdiven altı işletmelerde üretilen ürünlerden kesinlikle uzak durulmalıdır." Bu tehlikelerden korunmanın en güvenli yolunun kayıtlı, onaylı işletmelerde üretilen ambalajlı ürünlerin tüketilmesi olduğuna dikkat çeken ASÜD Başkanı Harun Çallı, "Ambalajlı süt ve süt ürünlerinin üretiminde kullanılan çiğ sütün sağımından, satış noktalarına ulaşıncaya kadar geçen her safhası, sanayicimizin kontrolü altındadır. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın denetimine tabi işletmelerde üretilen ürünler, ambalajlarında belirtilen süre uyarılarına dikkat edilerek tüketiciler tarafından güvenle tüketilebilir" dedi.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Tatil dijital kabusa dönüşmesin
Tumblr media
Pahalı cihazları yanımızda taşıyoruz ama güvenliği evde bırakıyoruz! Antivirüs yazılım kuruluşu ESET'in bu yaz döneminde yaptırdığı araştırmaya göre tatile giden her dört kişiden biri yanında sekiz elektronik cihaz taşıyor. Seyahat masrafını da aşabilen değere sahip bu cihazlarda dijital güvenlik ihmal ediliyor. Ayrıca neredeyse her iki kişiden biri yurt dışında kişisel cihazlarından birini kaybediyor. Tatile veya seyahate çıkanlar 1500 ile 3000 Euro arasında değişen değerde cep telefonu, tablet, diz üstü bilgisayar gibi teknolojik cihazları beraberlerinde götürüyorlar. 350 IT uzmanının katılımıyla yapılan araştırmaya göre tatile çıkan her dört kişiden biri seyahat sırasında sekiz elektronik cihazı yanında taşıyor. Seyahat masrafından fazla Bakıldığında cihazların değeri seyahat masrafını aşıyor gibi görünüyor. Ancak katılımcıların kişisel ve iş cihazlarının güvenliği konusuna aynı değeri göstermedikleri anlaşılıyor. Katılımcıların üçte biri dijital güvenlik konusunda önlem alıp almadıkları yönündeki soruya olumsuz cevap verdi. Güvenlik açığı oluşuyor Araştırma bulgularını yorumlayan ESET Güvenlik Uzmanı Mark James, 'Çalışma, taşınabilir elektronik cihazlara tatilde de olsak, ne kadar takıntılı olduğumuzu gösteriyor. Fakat görünen o ki, katılımcılar tatil boyunca güvenlik konusunu tamamen göz ardı ediyor. Oysa insanlar bunun etkilerini düşünmek zorunda. Cihazlar yabancı ellere düştüğünde önemli bir güvenlik açığı oluşabilir" diye konuştu. Yarısından fazlası cihaz kaybediyor Çalışmanın bir başka bulgusuna göre, katılımcıların yüzde 55'i, hem iş hem de kişisel cihazlarından birini yurt dışında ve yüzde 13'ü de tatilde iken kaybetti. Bu noktada Mark James, "Katılımcılara, yurt dışında cihazlarını kaybettiklerinde içindeki bilgilerin uzaktan silinmesini ister misiniz diye sorduğumuzda 'hayır' cevabıyla karşılaştık" bilgisini paylaştı. Kimse cihazının karıştırılmasından hoşlanmaz James sözlerini şöyle sürdürdü: "Sadece bir katılımcı 'yurt dışında telefonum kaybolursa uzaktan silin' cevabını verdi. İşlevsellik; cihazı bulan birinin hiçbir şekilde içindeki fotoğraflara, kaydedilen verilere ve faturalara ulaşmaması demektir. Benim tavsiyem yurt dışına ya da tatile gitmeden önce cihazların güvenliğine her zaman dikkat edilmesidir. Sonuç olarak kimse cihazlarının karıştırılmasından, mail ve mesajlarının başkaları tarafından okunmasından memnun olmaz".
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Lor peyniri bağışıklık sistemini güçlendiriyor
Tumblr media
Kansere karşı koruyuculuğundan, kemiklerin güçlenmesine, mide rahatsızlıklarının giderilmesine kadar sayısız faydası olan lor peynirinden yeterince yararlanılmadığına dikkat çeken uzmanlar, lor peynirinin özellikle bağışıklık sistemini güçlendirdiğini de belirterek, sofralardan eksik edilmemesi önerisinde bulunuyorlar. Bağışıklık sistemi zayıf kişilerin, sporcuların, diyet yapanların ve tansiyon hastalarının gözdesi olan Lor peynirinin sağlığa yararları saymakla bitmiyor. Özellikle içerdiği serum protein ile vücudun bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine katkı sağlayan lor peyniri, sporcuların da sağlıklı beslenme listesinde ilk sırada yer alıyor. Beslenme ve Fitoterapi Uzmanı Gizem Keservuran, lor peynirinin sadece börek ve makarnalarda kullanıldığını söyleyerek "Lor peyniri sofralardan eksik edilmemeli. Bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkı sağlamak için lor peyniri yiyebilir, hastalıkları kendinizden uzak tutabilirsiniz. " dedi. Lor peynirin sayısız faydası var Vücut için en önemli besinleri içeren, lor peynirinin protein, kalsiyum, mineral ve vitamin zengini bir peynir olduğuna dikkat çeken Keservuran, lor peynirinin inek peynirinin suyundan yapıldığını belirterek "İnek peynirinden elde edilmesine rağmen inek peynirindeki antijenik proteinleri içermez. Lorun içinde özellikle diğer süt ürünlerinde bulunmayan çok değerli bir protein olan serum protein vardır. Bunun da biyolojik değeri çok yüksek. Hatta yumurtadan daha yüksek biyolojik değeri var. Yumurta alerjisi olan bir kişi, lor yiyerek bu protein ihtiyacını çok rahat karşılayabilir" diye konuştu. Keservuran "Lor peynirinin içinde bulunan serum protein tüm vücut ve kas proteinlerinin daha fazla sentezlenmesini sağlıyor. Aşırı egzersiz sonucu ortaya çıkabilen kas sakatlanmalarında iyileştirici etkisi var. Bu nedenle özellikle sporcular bu peynirin değerini biliyor ve tüketiyor. Ancak, birçok kişi bu değerli peynirin mucizevi etkilerinin farkında değil. Sadece börek ve makarnada lor kullanılıyor. Günün her saati atıştırmalık olarak da bu faydalı peynirden yararlanmak mümkün. Özellikle Diyet yapanlar, az tuzlu kahvaltılık lor peyniri ile diyetlerini keyiflendirebilirler" Lor peynirinin besin değeri de zengin Yenilikçi ürünleri ile peyniri günün her saati tüketilebilen sağlıklı bir atıştırmalığa çeviren Muratbey'in tam yağlı lor peynirinin, Türk Gıda Kodeksine göre 100 gramı günlük kalsiyum ihtiyacınızın % 90'nını karşılıyor. Lor peynirinin 100 gramında 700 mg kalsiyum bulunuyor. Yumuşak taze bir peynir olan Muratbey Lor, 500 gramlık ambalajlarda sunuluyor. Sadece börek, makarna, tatlı yapımında değil, Muratbey Lor Peyniri' ni kahvaltıda da, üzerine şeker, bal ya da reçel dökerek tüketebilirsiniz. Lor Peyniri Salatası Tarifi Malzemeler 300 gr. Muratbey Lor peyniri 1 tatlı kaşığı çörek otu 7-8 dal dereotu 7-8 dal maydanoz 4-5 dal taze nane 3 yemek kaşığı zeytinyağı Tuz, pul biber (isteğe bağlı) Hazırlanışı Dereotu, nane ve maydanozu ince ince kıyalım. Bütün malzemeleri karıştırıp, servis tabağına alalım.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
SMA HASTALIĞI NEDİR? BELİRTİLERİ NELERDİR?
SMA yani Spinal Müsküler Atrofi son zamanlarda oldukça fazla duyduğumuz genetik bir rahatsızlıktır. Omuriliğimizde bulunan ve birtakım kasların hareket etmesini sağlayan birtakım hücrelerin görevlerini yerine getirememesi sonucu ortaya çıkan motor nöron hastalıklarından biridir.Hareket fonksiyonlarının yapılmasını sağlayan kaslarımız hücrelerdeki bu hasar nedeniyle beyinden gelen komutu duyamazlar bu nedenle çalışamazlar ve zamanla zayıflayama gösterirler. Vücudumuzdaki tüm bacak ve kol kasları, gövde hatta bazı solunum kasları da dahil olmak üzere bu hastalıktan etkilenirler.
Tumblr media
SMA genetik olarak gelen bir hastalıktır. Bu nedenle daha çok çocuklarda görülmektedir. SMA hastalığının tedavisi için bugün ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Özelikle Kaliforniya Üniversitesi tarafından yapılan kök hücre araştırmalarında bu anlamda ciddi yol alınmış olsa da henüz tam olarak sonuçlanmış değildir. Yine de hastalığa kısmen de olsa iyi gelen ilaçlar ise oldukça pahalı ve aileler bu ilaçların temininde ne yazık ki sıkıntı yaşamaktadırlar.
SMA HASTALIĞI VE BELİRTİLERİ
Tıbbi açıdan fonksiyonel olarak ve hareket etme becerileri göz önüne alınarak incelendiğinde dört farklı tipte SMA hastalığı saptanmıştır. Bunlar, Tip 1 SMA: Baş kontrolü oldukça zayıf olan hastalar tek başlarına oturamazlar. Tip 2 SMA: Bu hastalar başlarını kontrol edebilirler fakat otursalar da tek başlarına oturma pozisyonundan yatma pozisyonuna geçemezler. Tip 3 SMA: Ayakta durup yürüyebilen hastalardır. Tip 4 SMA: Genel olarak bu derecede ki hastalığa sahip olan kişiler yürüyebilirler. Bacaklarında ve kollarında güçsüzlük görülmektedir. Bu SMA hastalığının yetişkinlerde görülen tipidir. Spinal Musküler Atrofiler yazımızın başında da belirttiğimiz gibi genetiksel yani kalıtımsal bir hastalıktır. Başkalarına bulaşması mümkün değildir. Hücreler genlerden gelen bu bozukluk nedeniyle protein üretemezler ya da eksik veya fazla üretirler. Bu nedenle hücreler hasar görebilmektedir.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Özellikle ön boynuz hücresinin fonksiyonu bozulduğundan vücudumuzda ki istemli hareket eden kaslarda kuvvetsizlik ve erime görülmeye başlamaktadır. Hastalığa neden olan gen bilindiği için özellikle hamilelik esnasında tespit edildiği takdirde hamilelik sonlandırılabilmektedir.
SMA NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Yukarıda da özet olarak değindiğimiz gibi hastalığın henüz kesin bir tedavisi yoktur. Sadece belirli bakımlar yerine getirilerek hastanın yaşam kalitesinin iyileştirilmesi amaçlanmaktadır. Hastalığa çare olması adına iki tür tedavi şekli uygulanmaktadır. Bunlardan biri genetik terapi diğeri ise hücresel değişim terapisidir. Bu hastalığın belli bir tedavisi olmamakla beraber, sadece hastaya belli bakımlar yapılarak, hastanın yaşam kalitesinin artırılması amaçlanır. Ancak gelişen tıp teknolojisi ile, SMA hastalığının çaresinin bulunması adına 2 tür çalışma yapılmaktadır. Bunlardan birisi genetik terapidir. Bu terapi ile SMA rahatsızlığının nedenleri ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Diğer tedavi şekli ise hücresel değiştirme terapisidir. Bu yol ile ölü hücreler veya ölmeye başlayan hücreler yenileriyle değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu anlamda hayvanlar üzerinde yapılan denemelerde kazanılan başarı SMA hastalarına umut olmaktadır. Dilerim ki bilim adamları hastalığın tedavisini bir an önce bulurlar. Sizlere kısaca SMA hastalığını anlatmaya çalıştım yararlı olduğunu umar sağlıklı günler dilerim.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
RADYASYONUN İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ NELERDİR?
Radyasyonun insan sağlığına etkisine değinmeden önce kısaca radyasyonun ne olduğu hakkında bilgi vermekle başlamayı uygun görüyorum. Radyasyon kısaca parçacıklar halindeki enerji yayılımıdır. U noktadan yola çıkarak eğer ki bir madde içerisindeki nötronların sayısı o atomun içinde bulunan proton sayısının üzerindeyse o madde ışın yayarak parçalanma gerçekleştirmektedir. Bu parçalanmadan kaynaklı ortaya çıkan ışınlar ise gama, beta ve alfa ışınlarıdır. Bu şekilde parçalanma gösteren maddelere de radyoaktif maddeler olarak ifade edilirler.
Tumblr media
Doğada kendiliğinden var olan radyasyonlara radon ışınları ve kozmik ışıklar olarak adlandırılırlar. Bu ışınlar soluduğumuz havada, içtiğimiz suda ayak bastığımız toprakta bulunmaktadır. Birde hepinizin de bildiği gibi insanoğlunun bu konuda yaptığı çalışmalar sonucu ortaya çıkan doğal olmayan radyasyon etkisi vardır. Ve bu iki unsur arasında karşılaştırma yaptığımızda aslına bakarsanız doğal yollardan oluşan radyasyondan çok daha fazla etkilenmekteyiz. Bu durumda radyasyonun canlı hücrelere etkisi nedir? Sorusuna cevap arayacak olursak, Radyoaktif maddelerin hücre ile karşılaşması neticesinde ortaya çıkan ısı, uyarma ve iyonizasyon oluşmaktadır. Bu karşılaşma sonucu meydana gelen olaylar sonrasında ise geçici ve kalıcı olarak kimyasal ve biyolojik etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu etkiler hücrenin yapısında bulunan RNA, DNA ve su moleküllerine bulaşabilir. Bunun neticesinde ortaya iki çeşit etki çıkmaktadır. Bunlar,
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
►Doğrudan etkilenme; RNA’larda ya da başka bir değişle makromoleküllerde   görülmektedir. Bu etkiyle birlikte moleküller yapmalarını gereken işlevleri yerine getiremeyebilirler. Fakat burada diğer moleküller devreye girip işlevi tamamlayabilirler. Fakat hücre üzerinde böyle bir anahtar etkisi bulunmadığından çok daha fazla etkilenirler. Bu nedenle DNA çok daha fazla zarar görür. Yani kromozomlarda ve kalıtsal etki barından noktalarda olumsuz sonuçları çok daha bariz olarak ortaya çıkar. Bir sonraki ırkta ciddi bozulmalar, genetik değişiklikler görülebilmektedir. Ki dünya tarihinde radyasyona maruz kalan kişilerin daha sonra dünyaya getirdikleri çocuklarda bunun örneklerine rastlanmıştır. Hatta bu etkiler birkaç kuşak ilerilere kadar gidebilmektedir. ►Dolaylı yoldan etkilenme; Suda bulunan moleküllerin iyonizasyonu ile meydana gelen ve serbest köklerin kimyasal yapıya verdiği zarar olarak tanımlanmaktadır. Bu etkilenme daha çok tıbbi alanlardan dolayı aldığımız bir etkilenmedir. Ve ne yazınki günümüzde henüz radyasyonun izolasyonu mümkün olmadığından bu zararın önüne geçilememektedir. Radyasyonun insan sağlığına zararlarını safhalara ayırmak istersek de hücresel düzeyde ve doku ile sistem üzerinde etki olmak üzere iki bölümde incelenmektedir. ►Hücresel Düzeyde Etki: Adından da anlaşılacağı gibi hücreler üzerindeki kırılmalar sonucu ortaya çıkan etkidir. ►Doku ve Sistem Düzeyinde Etki: İkiye ayıracak olursak eğer somatik ve genetik etki olarak kendi içinde ayrılma göstermektedir. Radyasyonun bulaşma oranı arttıkça etkisinde de o oranda artış olmaktadır.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
KONFÜÇYÜS HAYATI (YAŞAMI) HAKKINDA BİLGİLER
Beş inceliği yücelt, dört kötülükten kurtul! Öğrenci sordu:
Bu beş incelik nedir?
Konfüçyüs yanıtladı: 1- İyi insanlar, müsrif olmadan eli açık olurlar, 2- Gocunmadan çalışkan olurlar, 3- Haris olmadan istek duyarlar, 4- Mağrur olmadan rahat davranırlar, 5- Ürkütücü olmadan saygın olurlar. Öğrenci sordu:
Dört kötülük nedir?
Konfüçyüs yanıtladı: 1- Nasihatsız infaz; bu, gaddarlıktır. 2- Öğretmeden başarıları ölçmek; bu, kabalıktır. 3- Yönetimde gevşek olup sınırları koymak; bu, kötü niyettir. 4- Başkalarının hakkını verirken cimri davranmak; bu, bürokrat olmaktır. Konfüçyüs’ün hayatı hakkında bilgi vermeye istedim ki onun öğretisini kullanarak başlayayım. Hem bu sayede daha rahat anlaşılacağıma inanıyorum.
Tumblr media
Milattan önce 479 veya 551 yıllarda yaşadığı varsayılan bu dünyaca ünlü bilginin hayata dair söylemiş olduğu özlü sözler bugün bile birçok kişi tarafından okunulup kabul görmektedir. Bir Çin bilgesi olan Konfüçyüs Çinin resmi dini olarak kabul gören öğretisini gerçekleştiren kişi olmanın yanı sıra aynı zamanda bir düşünür ve siyaset bilimcisidir.  Bugünkü adı ile Shantung onun yaşadığı dönemdeki adı ile Lu da dünyaya gelmiştir. Babası o daha çok küçükken vefat ettiğinden onu büyütme işi tamamen annesine kalmıştır. Konfüçyüs’ün yetiştirilmesinde sevgi ve saygı çerçevesi çok büyük önem taşımış buda onun ileriki dönemlerdeki hayatına illaki etki etmiştir. Konfüçyüs’ün hayatına dair söylenenlerin doğruluğunu tam olarak bilmek elbette ki mümkün değildir. Birtakım yazılanların değişmiş ve düzenlenmiş olabilirliği de elbette ki mümkündür. Fakat dürüst kişiliğinden ödün vermeyen, onu koruyan ve bu yolda hareket eden ve erdemli bir kişiliğin konularını ve sınırlarını çimek mümkündür. Konfüçyüs’ün söylediği ve onun hakkında bilgiler “Konuşmalar” adlı eserde bir araya getirilmiştir. Batı dünyasının Konfüçyüs’ü tanıması ise 1583 yılında Pekin’de yaşayan Cizvit misyonerleri sayesinde olmuştur. Misyonerler “Kung Fu-tzu” ismini Latinceye çevirerek Konfüçyüs adını koymuşlar ve bu sayede bizim tanıdığımız isme kavuşmuştur.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Ahlaki yönden insan sevgisi ve iyilik içeren anlamına gelen “Jen “öğretisini savunmuştur. Türkçeye çevirmek oldukça güç olan bu öğretiyi insancıllık ya da iyilikseverlik olarak yorumlamak da mümkündür. Konuşmalar adlı kitabında iyilikseverlik olgusu için bugün pek çok kişinin de savunduğu “Gerçekten istersek ve bunu dilersek olur “demiştir. Konfüçyüs için “Jen “olabilmek gerçekten çok önemlidir. Onun için bu olgunluğa erişebilmek üst insan olmak anlamına geliyordu. Yine Konfüçyüs için hayati önem taşıyan diğer konuda öğrenmeye olan düşkünlüktü. Hatta öyle ki öğrenme aşkının insana yemek yemeyi hatta yaşlandığını bile unutturduğunu ifade etmekteydi. Konfüçyüs’ün Çiyu-Fu eyaletinde ölümünden sonra onun düşünce ve öğretilerini ondan sonrada öğretmeye ve yaymaya devam etmişlerdir. Bu anlamda özellikle Hsün Tzu ve Mensius adlı öğrencileri kendi düşüncelerini de ekleyerek üstün ve seçkin öğretmenlerden olmuşlardır. M.Ö. 206 ve M.S. 6. senelere dayandığı düşünülen Han Hanedanlığı döneminde Konfüçyüs’ün düşünceleri tekrardan popülerliğine kavuşarak yeniden derlenip toparlanmaya başlamıştır. Bu dönemde Hristiyanlığın ortaya çıkmış ve Budanın öğretilerinin de yoğun olmasına rağmen Konfüçyüs’ün düşünceleri de ciddi anlamda değer görmüş ve bugünlere kadar gelebilmesini de sağlamıştır. Çin hanedanlığının son bulmasına kadar siyasi ve ahlaki yapıda da oldukça etkili olmuştur. Şöyle ki Çin’in her tarafı gelenek ve amaçları Konfüçyüs öğretilerine dayandırılmıştı. Hatta 1313 ve 1905 yıllarına kadar devam eden süreçte devlet memurluğu sınavlarında bile Konfüçyüs’ün “Dört Kitap” olarak bilinen yapıtları okutmak zorunluluk haline gelmişti. Konfüçyüs hayatı boyunca “Erdemli Biri”, “Erdemli Toplum – Halk” anlayışını benimsemiş ve benimsetmiştir. Onun eserlerinden kendisine ders almayacak hiç kimse yoktur demek çok yanlış bir ifade olmaz. Bunun için onu biraz olsun okumak yeterli olacaktır.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
İFTARDA VE SAHURDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Ramazan ayı içerisinde olduğumuz şu günlerde dinimiz gereği yapmamız gereken ibadetimiz olan orucumuzu sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmek için uzmanlar birtakım şeylere dikkat etmemiz gerektiğinin altını önemle çiziyorlar. Bizde bu nedenle bugün ki yazımızda en çok yapılan hatalardan yola çıkarak yapılması gerekenlere kısaca değinmek istedik. Orucumuzu tutarken vücudumuzu açlıktan ziyade susuzluk zorlamaktadır. Özellikle bu uzun yaz günlerinde vücudun susuzluğa olan direnci daha da düşmektedir. Oruç nedeniyle beslenme şeklimizde saatlerimizde değişiklik olacağı içinde sahura kalktığımız süre ile iftar arasındaki süre arasında vücudun susuzluğa karşı dayanabilmesi için kurulacak dengenin önemi hayati derecededir.
Tumblr media
Bu nedenle orucumuzu açtıktan sonra yediklerimize özen göstermeli gazlı, kafeinli içeceklerden ve yüksek şeker ihtiva eden ürünlerden mümkün mertebe uzak durulmalıdır. Bunlar yerine su içilmeli ardından bitki çayları, maden suyu, kefir, ayran, açık çay, hoşaf ve komposto tarzı içecekler tercih edilmelidir. Su içmekte zorlanan kişiler suyun içine tarçın, nane ya da çilek gibi meyvelerden birkaç tane atarak suyu biraz daha cazip hale getirebilirler.
Bunların dışında iftarda dikkat edilmesi gerekenler,
Orucumuzu açarken yukarıda da bahsettiğimiz gibi kaybettiğimiz su miktarını dengelemek için ilk olarak ılık bir suyla orucumuzu açalım. Ardından zeytin, peynir ve çavdar ya da tam buğday ekmeği ile devam etmeniz düşmüş olan kan şekerinin yükselip dengelenmesini sağlayacaktır. Üstelik bu şekilde ufak atıştırmalık gün boyu aç kalan midenizin de sindirim işine daha rahat geçişini sağlayacaktır. Bunlardan sonra tüketeceğiniz ana yemeğin havalarında sıcak olması nedeniyle zeytinyağlı sebze yemeği ya da fırında veya ızgara da yapılmış yağsız ya da az yağlı et yemeklerinden olabilir. Kuru baklagillerde yine oruç sonrası için uygun bir yemek listesi oluşturacaktır.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
Bunların dışında yine vücudumuzun temel yapı taşlarından protein ve kalsiyuma olan ihtiyacını karşılamak için içerinde yoğurt barındıran haydari, cacık, ayran veya yoğurtlu bir salata bu ihtiyacımızı karşılamamıza yardımcı olacaktır. Ama tüm bunları yaparken su içmeyi atlamayalım. Su gözümüzün önünde olsun.
Sahurda dikkat etmemiz gerekenler,
Bir kere öncelikle şunu belirtelim sahura kalkmak vücudun aç ve susuz kalacağı süreyi kısaltacağından oruç süresince mutlaka sahura kalkalım. Sahurda yemek tercihini kahvaltılık yaparak ya da yemek yiyerek yapabilirsiniz. Eğer kahvaltı tarzı bir sahur yapacaksanız lor, az yağlı peynir, yumurta gibi ürünler tercih ederlerse bu onların oruç süresince su ve protein ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayacaktır. Yemek tercihinde bulunanlar ise zeytinyağlı yemekleri, ızgarada pişirilen et ürünlerini tercih edebilirler. Yine bunların yanında mevsim meyveleri de uygun tercihler arasında kabul edilmektedir. Bol sıvı özellikle su tüketimi de çok önemlidir. Atlanmaması gereken diğer önemli noktada zaten genel olarak dikkat edilmesi gereken bir durum olan yemek sonrası hemen yatılmaması ve araya zaman koyulması belli süre geçtikten sonra yatılmasıdır. Bu süre sindirim için çok önemlidir. Kısaca verdiğimiz bu bilgilerin yararınıza olmasını diliyorum. Hayırlı ramazanlar.
0 notes
hakkindabilgi-blog · 7 years
Text
Neden erkeklerin düğmeleri sağdadır?
Erkeklerin tüm giysilerinde düğmeler sağda, ilikler solda iken kadın giysilerinde tam tersidir. İşte, insanların daha çok sağ ellerini kullanmalarından dolayı yerleşen bir alışkanlık daha. Sağ elini kullanan bir insan için, sağdaki bir düğmeyi, soldaki bir iliğe geçirmek daha kolaydır. Bu nedenle de erkeklerin düğmeleri daima sağdadır. Peki kadınların düğmeleri niçin solda? Kadınların çoğunluğu da, daha çok sağ ellerini kullanmıyor mu? Giysilerde düğmelerin kullanılmaya başlanıldığı ilk zamanlarda, düğmeler hem çabuk kırılabiliyordu, hem de herkesin alamayacağı kadar pahalı idi. Düğme alabilecek zengin kadınlar da, uzun elbiselerini ancak hizmetçilerinin yardımı ile giyebiliyorlardı. Hizmetçiler ise hanımlarının karşısında, onların düğmelerini, sağ ellerini kullanarak daha rahat ve daha hızlı ilikleyebiliyorlardı. Bu nedenlerle, terziler düğmeleri hizmetçinin sağına, hanımının ise soluna gelecek şekilde diker oldular. Günümüzde her kadın, kendi kendine giyinip soyunmasına rağmen nedendir bilinmez, bu adet değişmedi.
0 notes