Tumgik
gercekciyaklasim · 7 months
Photo
Tumblr media
Entellektüel nedir?
Dün katılmış olduğum bir toplantıda aklımdan çıkmayacak, tam yerine oturmuş bir tanımlamayla karşılaştım. Konuşmacı öğretim görevlisi şöyle diyordu;
Üzerine vazife olan konularda; araştırma yapan, öğrenen, bilen kişilere UZMAN denir.
Üzerine vazife olmayan konularda; araştırma yapan, öğrenen, bilen kimselere ise ENTELLEKTÜEL denir.
Tam o esnada, dizimin üzerinde duran, o kurumun kütüphanesinden ödünç aldığım kitaba bakınca ister istemez gülümsedim:)
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Text
Tanzimattan bu yana pek te değişen bir şey yok sanki
Tanzimattan bu yana pek te değişen bir şey yok sanki
İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktıBilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı (Yükselmek, iyi bir mevkiye gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı) Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandıNâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı (Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı) Düşmanlara ahbâbını zemm…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Text
Biz şimdi kimlerin metresine cip aldık?
Yahu tamam bir şey yapmayacaksanız siz gene yapmayın. Ama adlarını bari diyeydiniz de hiç olmazsa kimlerin metresine cip aldık onu bileydik.
   Covid biolojik saldırısıyla başlayan, hayatı zorlaştırıcı ve yaşanmaz hale getirici tedbirler kapsamında; bin bir eziyetle geçirilen, neticesinde ağır hasarla atlatılan pandiklenme süreci sonrası…    Bir de amerikanın piçleri ittifakı iktidarı ele geçirebilsin diye tertiplenen ekonomiyi çökertmeye yönelik saldırılar eklenince ülke insanı için hayat hepten yaşanmaz hale geldi. (Bknz:…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Benim oyumu kim alır?
Öncelikle ben kimim? Neyim?
Bana sorarsanız ben;
Türküm
Atatürkçüyüm
Gerçekçiyim
Ama başkalarına sorarsanız onlar beni pek öyle görmüyor olabilir. Farklı yerlere çekerek, uyduruk  yakıştırmalarla, alakasız sonuçlar çıkartanlar olabilir. Başkalarının ne zırvaladığının bu konuda çok ta önemi yok. İlim kendin bilmektir.
Ben Türküm, Türkçüyüm ama dindar ve ırkçı değilim. Ülkemizde Türkçüyüm dediğinizde belinizi doğrultamayın diye önce  sırtınıza bir dindar olma yükü eklemeye kalkarlar. Sonra da ayağınıza takılısında sendeleyin diye önünüze bir ırkçılık tümseği getiriler. Dolayısıyla önce doğrulmanızı sonrasında hareket etmenizi ve ilerlemenizi bu şekilde zorlaştırmış olurlar. Türkçülüğe erişiminizi sınırlandırıp, diğer Türkçülerle iletişim kurup anlaşmanızı, anlaşıp birlik olmanızı, birlik olup işbirliğine girmenizi imkansız hale getirmeye çalışırlar. İtiraf etmek gerekirse bunda çok ta başarılı olmuşlardır…
VAY BEN NERE GİDEM?
Neticede Sadece Türk olanın Türkiye’de sığınacağı bir çatı, ikmal yapacağı bir liman yoktur.  Dolayısıyla dindar ve ırkçı olmayan Türkçüleri Türkiye’de temsil eden bir yapı ben görmüyorum. Sosyal hayatta olmadığı gibi siyasi hayatta da temsil edildikleri bir platform bulunmuyor. Şu Sadece Türkçüdür diyebileceğim bir milletvekiline ben mecliste hiç rastlamadım. Hangisi kürtçüdür,  ümmetçidir, menfaatçidir, bu ülkenin insanı değildir, yabancı ülke ajanıdır desen parmakla göstermesi zor olmaz ama hangisi Türkçüdür desen gösterebilecek bir örnek pek göze çarpmıyor.
MECLİSTE ATATÜRKÇÜ KALDI MI?
Hatta iddiamı bir adım daha öteye taşıyarak mecliste hiçbir Atatürkçü de görmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Atatürk’ün eski partisinin artık Atatürkçü olmadığını, tamamen başkalarının eline geçtiğini ve üst yönetiminin sadece Atatürk’e değil Türk kimliğine de uzak kimseler olduğunu söylemek hiç te abartı olmaz. Hal böyleyken benim onlara her hangi bir yakınlık duymam söz konusu olabilir mi? Aramızda hiç kapanmayacak bir mesafe var…
YA NE OLACAKTI?
Toplumsal götleşmenin %85’lere çıktığı, herkesin kendi menfaatleri söz konusu olduğunda her çirkefliği ve her adiliği yaptığı bir ortamda hırsızlık, yolsuzluk var yaygarası yapılıyor. Ülke insanının neredeyse tamamına yakınının yozlaştığı bir ülkede sadece üst yönetimin etik davranması nasıl beklenebilir. Balık baştan kokar saçmalığını bırakın bir tarafa… Bizim içinde bulunduğumuz durumda balığın her tarafı başından daha berbat halde… İktidarı ele geçirme saplantılılar, bu emellerine erişse, memlekette her hangi bir düzelme olur mu? Hiç zannetmiyorum bu kokuşmuşluğun başlıca sebebi onlar olduğundan, daha da berbat ederler ondan hiç şüphem yok.
Hal böyleyken benim mantığıma göre oyumu verebileceğim, hem Türkçülüğü, hem Atatürkçülüğü hem de Gerçekçiliği bünyesinde barındıran bir oluşum ya da yaklaşım memleketimizde bulunmuyor.
Bu durumda mantık kriterim devre dışı kalırken, ikincil ilkem strateji devreye giriyor.
STRATEJİK KARAR
Gözlemlerime göre; dış mihrakların ve onların ülkedeki uzantılarının, Türkiye’nin başına gelmesini en istemediği kişi kimse; Stratejik Kararım “O” olacak ve “O” neredeyse benim oyum “ORAYA” gidecek. Al sana stratejik seçim. Öyle olmaz böyle olur!
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
  Önce küçük insan gruplarını benzer ortak noktalarından yakalayarak topaklıyorlar, sonra topaklanan küçük grupları birleştirerek kitle haline getiriyorlar. Ve en nihayetinde o kitleleri kendi amaçları doğrultusunda güderek, menfaatlerine giden yolda kullan-at araç olarak, bir güzel kullanıyorlar.
  O topaklanmış grubun içerisinde olan birey; demokratik tepki verdiğini, kendince hayra yarar bir şey yaptığını zannediyor. Ancak içinde bulunduğu yığını güden kimselerin amaçlarıyla, o bireyin yaptığını düşündüğü şey arasında bırak aynı olma durumunu, en küçük bir benzerlik dahi yok.   Bunu şu örnekle daha net açıklayabiliriz. Bir tarafta “Ülke kötü yönetiliyor, her şey kötüye gidiyor” algısıyla bir araya getirilip, eylem ve anarşi fişteklemesiyle mevcut yönetimi indirmek için güdülen kitle ile o kitleyi güden dış mihrakların desteklediği siyasi oligarkların maksatları arasında aynılık yok. Ama çok  büyük farklılıklar var. Kitle güdücülerde mevcut yönetimi değiştirmek istiyor ama istedikleri değişiklik tamamen kendileri tarafından yönetilen bir yönetimi başa getirmek üzerine… Dolayısıyla ülke açısından bakıldığında “Ülkeyi  daha berbat yönetecek, her şeyi daha da kötüye götürecek” bir başka yönetimi başa getirmeye çalışıyorlar.
  Hal böyleyken kendinin hayra yarar bir şey yaptığını zanneden kitle, başkasının değirmenine su taşıyor ama haberi yok. Kendileri kırbaç şaklatan üç beş Cowboy tarafından sığır gibi güdülürken bir de başkalarına koyun demeleri yok mu?  
Ah ne yaman ironidir bu!
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Text
Bu konuda ben de yazmak istiyordum lakin gayet net bir şekilde ifade etmişsiniz. İlave edilecek hiç bir şey kalmamış. Bana da ancak bunu yaymak düşer.
Mustafa Kemal Atatürk kendini her zaman “Türk Milliyetçisi” olarak ifade etmişken sözde onun izinden gittiğini iddia edenlerin, kendilerini İngilizlerin ve İstanbul hükümetinin diliyle ifade edip Kemalist diye tanımlamakta ısrar etmesi büyük bir soru işaretidir. Türk Milli Mücadelesini veren irade ve o iradenin lideri Başbuğ Atatürk hiçbir zaman Kemalizim kavramını dile getirmemiştir. Bugün yüzlerinde Mustafa Kemal Atatürk maskesi ile dolaşan “kemalistlerin” ve keşke Yunan kazansaydı diyenlerin “Kemalizm” kavramını kullanmakta mutabık olması da üzerinde durulması gereken bir konudur. Doğru olan Kemalizm/Kemalist kavramları arkasına saklanmak değildir. Mustafa Kemal demek “Kemalizm” demek değildir. Doğrusu; Atatürk’ün izinde tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi bir Türk Milliyetçisi olmaktır. Bunun haricindeki kavramlar gayrı meşrudur.
24 notes · View notes
gercekciyaklasim · 2 years
Text
23 Nisan kutlu olsun.
23 Nisan kutlu olsun.
Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir fâcia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız netîcelerdir.
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
gercekciyaklasim · 2 years
Link
  Türk futbolu mahvedildi. Yönetiliyormuş gibi yapıldı ama yönetilemedi. Hoyratça idare edildi. Geldiğimiz noktada batmış, her yerine sıvanmış bir klozet durumuna geldi. Sektörde çok büyük paralar dönmesine, kulüplerin de çok büyük paralar kaldırmalarına rağmen, nasıl oluyorsa hemen hemen hepsi batak durumda inanılır gibi değil. Peki bu kulüplerin başında bulunan, her biri kendini üst düzey yönetici, patron, CEO falan filan olarak niteleyen bu seçkin kişiler; bu kadar düzenli geliri olan kulüpleri batırmayı ya da bir başka deyişle içine edip bırakmayı nasıl başarıyorlar?
  Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunması ümit edilen meşhur kulüpleri maalesef uluslararası arenada hiç bir varlık gösteremiyor. Alacakları sportif başarılarla Türkiye’ye ekonomik katkıda bulunması arzu edilen yine aynı meşhur kulüpler, tam tersine çok fazla dövizin yurt dışına kaçmasına neden olarak Türkiye ekonomisine çok ciddi zararlar veriyorlar. Hiç birisi tek kuruş vergi vermediği, oyuncularının ve çalışanlarının sigortasını bile yatırmadığı gibi, bir de batık ekonomik yapılarını düzeltmek için devletten yardım alıyorlar. Arkasında milyonlarca taraftarı olduğu için kamuoyu üzerinde baskı kurarak zorla devlet kasasından çıkan yardımlarla bu kulüpler ayakta tutuluyor ya da ayakta kalması sağlanıyor. Peki ülke vatandaşlarının bu konuda görüşüne başvuruluyor mu? Rızası alınıyor mu? Berbat yönetildiği için ekonomik olarak belini doğrultamayan kulüplerin zararının devlet kasasından karşılanması vatandaşlar açısından ne kadar adil ve kabul edilebilir bir yöntem bunun dile getirilmesi gerekir.
  Meselenin nedeni çok basit aslında, lütfedip sorsalar bir ortaokul çocuğu da sorunun kaynağını söyler elbette… Bunun için iktisatçı olmaya gerek yok. Ama kibirlerinden soramazlar, gerçekleri görmekte işlerine gelmez. Bütün mesele harcadıklarının gelirlerinden çok daha fazla olması…
  Gelmesi muhtemel paraları varsayarak (bakın dikkatinizi çekeyim hesap ederek demiyorum) umarsızca harcıyorlar. Sonrada umulan başarılar gerçekleşmeyince ve beklenen paralar gelmeyince zor durumda kalıp bocalıyorlar. Bunun başlıca nedenlerinden biri de sorumsuzluk. Harcadıkları kendi paraları değil ve batırdıkları ticari işletmelerden de sorumlu değiller. İşin içine edip çıkıp gidebiliyorlar. Üç beş kişinin kınaması dışında da başka bir yaptırımla da karşılaşmıyorlar. Haliyle yüz de olmadığından gayet pişkin bir şekilde hayatlarına devam edebiliyorlar…
  Kurallar gereği sahaya sadece 11 oyuncu sürülebiliyorken, abuk subuk bahaneler öne sürerek 30’dan fazla oyuncu transfer ederek geniş kadro kuruyorlar. Sanki karşı mahalleyi dövmeye gideceklerde adam topluyorlar. Neymiş üç beş kulvarda mücadele ediliyormuş ta, her mevki için bir kaç oyuncu olursa rekabet yükselirmiş de, sakatlık ve formsuzluk durumunda çok alternatifli kadro avantajlıymış ta… Hepsi palavra… Hiç birinin gerçeğe yansıması anlatılanlarda olduğu gibi değil. Madde madde açıklayacağım.
1- Geniş kadroda futbolcular arası rekabet olurmuş da, formayı en başarılı olan, hak eden giyermiş. Geç onu anam babam, memleketin neresinde liyakate bakılarak görev veriliyor ki futbol kulüplerinde çalışana, hak edene forma verilsin. Mesela aynı mevki için rekabet eden üç oyuncu düşünün. Bu üç oyuncu ilk 11 de yer almak için diğer arkadaşlarıyla rekabete girmez, daha çok çalışmaz, takım için en iyisi ne ise o olsun diye düşünmez. Formayı kapmak için biri teknik direktörü kafalamaya çalışır, öteki başkandan ya da yöneticilerden torpil yaptırmaya kalkar, diğeri de takım kaptanı ya da takımın dominant grubuna yanaşarak arkasını sağlamlamaya çalışır. Gelinen bu durumda hani rekabet, nerede kalite, nerede kaldı liyakat? Hadi buyrun…
2- Yöneticiler futbolcuyu transfer edene kadar ona sünnet çocuğu gibi davranırlar. İmzayı attırdıktan sonra da adam yerine koymazlar. O futbolcu kalabalığının ödemelerini yetiştiremediklerinden, bu seferde altına imza attıkları sözleşmelerde yazanları ödememek için çamur yapmaya başlarlar. Daha dün geldiğinde sünnet çocuğu gibi karşılanan oğlan, günü geldiğinde alacağını istedi diye şerefsizin teki olur. Sonra da o oyuncudan da randıman bekle…
3- Çok oyuncu çok dert demektir. Çok dert te kaos demektir. Bizim yöneticiler meseleleri çözmek konusunda pek kabiliyetli olmadığından, daha ziyade el aleme hava atmak için, ya da gösteriş için orada bulunduklarından bol keseden söz verir ama yerine getirmezler.  Oyuncularının dertlerini sıkıntılarını gidermedikleri gibi, sorunsuz oyuncuları da dert sahibi yaparlar. Sonrada milyon dolarlık kendisinden çok şey beklenen oyuncuları amacından çok uzaklaşmış olarak medyada görürüz ama sahalarda göremeyiz.
4- Geniş kadro kuran takımlar genelde sistem oturtmakta zorlanırlar. Çok fazla oyuncuya bir sürü paralar verdiklerinden, şundan da faydalanalım bundan da faydalanalım diye sürekli takım kurgularını değiştirmek zorunda kalırlar. Ya da forma şansı bulamayan oyuncular huysuzlanmasın diye gereksiz yere sahaya sürülürler. Bu nedenle takımların ideal kadroları bir türlü oluşmaz ve oyuncular sürekli rotasyona tabi tutulur. Mevkilerde oyuncular sürekli değiştiğinden oyuncular birbirlerine alışamaz. Uyum sağlayamaz. Sürekli bir kargaşa, sürekli bir arayış vardır. Hiç bitmez… Sonra da çok para alan teknik idareciler taktik maktik tutturamaz bambambam ya da bombilibom tarzı yönlendirmelerle takımlarını sahaya çıkartırlar. Kazanmak ya da kaybetmek umurlarında olmadığından, her hangi bir sorumlulukları da yoktur. Onlar her türlü paralarını alır, milyonlarca Euroluk yatırımlarına ve servetlerine servet katmaya devam ederler…
5- Sorumluluk alma konusuna gelince basınını önüne çıkıp “hee ben yaptım ne var” deyip geçerler. Ama mesuliyet benim deyip te alacağından vazgeçen ya da aldıkları parayı iade eden bir teknik düdüktöre henüz memleketimizde rastlanmamıştır.
6- Futbolcudan anlamayan ama futboldan anladığını herkese kabul ettirmiş, sürekli onu al bunu sat işleriyle uğraşan, senede 25 oyuncu gönderip 30 oyuncu getirten, beş dakika oynatmadığı oyunculara dünyanın tazminatını ödeten,  kulübün üzerine kabus gibi çöken, iktisadi buhran yaratma uzmanı pek çok teknik düdüktör de vardır. Gittiği kulübün belini kıran, bir daha ayağa kalkamaz hale getiren, bu konuda çok başarılı olmuş teknik adamlardır bunlar… İnsanda; “Bu herifi bizi batırması için rakipler mi parayla tutup başımıza sardı.” şüphesi uyandırırlar.
7- Sınırsız yabancı kuralını dikte ettirerek, Türkiye liglerini yabancı cennetine çevirirler. Dünyanın komisyoncusu, menajeri eline geçirdiği kör topal, yamuk yumuk ne ki yabancı topçu varsa, bizim kulüplerimize iteleyerek, ihya olur. Kazandıkları paralarla ne yapacaklarını şaşırırlar.
  Bizim Türk gencimiz, Türk futbolcumuz da kendi memleketinde garip, kendi memleketinde parya olmanın ezikliğiyle yaşamaya mahkum olur. Kulüplerde yer bulamaz, yer bulsa takıma giremez, elin gavuru parasını çatır çatır alır, o alamaz. Her yoldan önü kesilir, umudu elinden alınır.
  Haliyle neredeyse sahaya sürdüğü 11’in neredeyse tamamı yabancılardan oluşan takımlarda da ne bir milli ruh ne de bir heyecan olmaz. Dolayısıyla takımlarımızın uluslararası müsabakalarda hiç bir varlık gösterememesinin nedeni de bundandır. Takım içerisinde arkadaşlığın ve takım ruhunun oluşamamasının nedeni de bu çok uluslu kaotik karışıklıktır.    Daha çok fazla şey ilave edilebilir ama uzatmaya gerek yok. Uzunca bir süre bizzat bir futbol kulübünün içerisinde bulundum, meselenin özünü gayet iyi kavrama fırsatım oldu. Lakin durumun vahameti çok ileri boyutlarda olduğundan maalesef “Bu içine edilmiş hali nasıl temizlenir?” sorusuna cevap üretmekte zorlanıyorum.
Birinci ligde oynayan her futbol kulübünün içerisine, devlet tarafından bir adet Maliye bir de SGK müfettişi yerleştirilse; Türk Futbolunu bilmem ama Ülke Ekonomisi düzelir onu garanti ediyorum. Kesin bilgi yayabilirsiniz…
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
To Be Alone
If you alone, you have the wings. If not, you dont have. That means you same with others and dont have any advantage.
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Terör örgütünün, siyasi kanadının ismi ne kadar değişirse değişsin. Beş kere tabela indirip, altıncı kere yenisini assalar da özünde değişen bir şey olmuyor. Gebeş bir hayvanı idol gösterip (bildiğin diktatör yapıp), etrafında kümeleşerek bir seçkinler komitesi oluşturmak, bu yapıyla yöre insanına hakim olup, bölgenin kontrolünü elinde tutmak ve de netice itibarı ile menfaat elde etmek maksadını güden bu aşırı ırkçı ve nefret dolu komiteciler oluşumunu; değişmeyen içeriğini yansıtması ve onu en doğru tanımlaması açısından, bu üç kelime ile “Terör ve Anarşi Partisi” adlandırabiliriz.
Birilerine menfaat sağlamak ve yönetici kadrosuna tatlı hayat yaşatmak uğruna, insanlığa sığmayan, akıl ve mantıkla bağdaşmayan, vicdansız, düşüncesiz ve sorumsuz bir sürü felaketin altına imza atan bu komplike terör ve anarşi organizasyonu kendisini doğru tanımlamıyor. Gerçeği yansıtmayan tanımlarını da kimse kabul etmek zorunda değil. Kendi yalan dünyalarında yaşamaları, sahte ideolojilerinin peşinde koşmaları, kendi sersemlikleri olarak görülebilir. Ama verdikleri zararın korkunçluğu görmezden gelinemeyecek boyutlarda… İşte bu noktada “Siz anlattığınız yalanlardaki gibi değil! Göstermek istediğiniz gibi değil! Gerçekte olduğunuz yüzünüzle son derece çirkinsiniz” demek gerekiyor…
Bir parti gücünü aldığı unsurlarla adlanır. Söylemlerinin aksine fiiliyatta; barışla, demokrasiyle, özgürlükle, insan haklarıyla, sosyalizmle aslında yakından uzaktan alakaları yoktur. Onları adlandırmak ve doğru tanımlamak için gücünü aldığı unsurlara bakalım. Varlıklarını borçlu oldukları uygulamaları inceleyelim.
Nefret propagandası, bariz ırkçılık, gerçekleri çarpıtma, yalanlarla provokasyon, olayları çözümsüzlüğe ve kaosa sürükleme, insanları kışkırtma ve galeyana getirme, kaçakçılık, haraç toplama, illegal işlerden para kazanma, insanları suça teşvik ve bulaştırma, insanlara dayatmayla isteklerini kabul ettirme, silahların gölgesinde oy toplama, ticareti engelleyerek insanların rızkını kesme, eğitimi engelleyerek insanları cahil bırakma ve bilinçlenmesini engelleme, isteklerine boyun eğmeyenlere ve onlara biat etmeyenlere, tehdit, şantaj, dışlama, baskı uygulama, mala kast, zarar ve ziyan, namusa kast, cana kast, darp etme, adam kaçırma ve öldürme… Bu ve benzeri çirkin aranjmanları kullanmakta son derece ustalaşmış olan bu komiteciler, asıl en büyük hainliği yöre halkına onların zayıflıklarından ve zor durumda olmasından faydalanarak yapıyor.
Nelerdir bu terör ve anarşi partisinin ekmeğine yağ süren etmenler?
– Yöre insanının fakirliği– Yöre insanının cahilliği– Yöre insanının çaresizliği
Fakirlik: Yöre insanının fakirliğinden terör ve anarşi partisi prim yapmaktadır. Aç kalan ve yokluktan kıvranan insanları bir lokma ekmeğe kendisine köle ettirmektedir. Fakir insanlar kendini savunamamakta ve terör ve anarşi partisine boyun eğmektedir. Bölgede ticaretin sabote edilmiş olması, meşru ticaretin baskı ve dayatma ile engellenmiş olması, Terör ve Anarşi partisine boyun eğmeyenlerin darp, öldürme ve kundaklamayla işyerlerinin çalıştırılmaması yöre insanını terör ve anarşi partisinin kucağına düşürmektedir. Aç insanı isyana teşvik etmek ve yönlendirmek kolaydır.
Cehalet: Bilinçli insanı yalan yanlış şeylere yöneltmek zordur. Cahil insanı gütmek daha kolaydır. İdrak etme kabiliyeti gelişmemiş bir insana hakim olmak hiç zor değildir. Gerçeği yanlış, yanlışı gerçek gibi göstermek mümkündür. Soru sormasını, doğruyu bulmasını engellemenin en iyi yoludur cahil bırakmak. Cahil bırakılan insan kendini geliştiremez, yükselemez, daha iyi şartlarda yaşama isteğini bile kendinde göremez. Cahil insan onun için verilen karara itaat etmeye zorlanır. Sonrada buna kader deyip işin içinden çıkmak kolaydır. İnsanlar cahil olmazsa faşist sözcüğünün ne anlama geldiğini öğrenirler. Öğrenirlerse terör ve anarşi partisinin yaptıklarını yorumlamaya başlarlar. Bunu yaparlarsa eninde sonunda terör ve anarşi partisinin asıl faşistin önde gideni olduğunu, gebeş bir hayvanı diktatör yapıp, etrafında kümelenen komitecilerin baskın olduğu, bu zümrenin tatlı hayat yaşadığı ama halkın yokluk ve acılar içinde kıvrandığı bir faşizm düzenini kurmak peşinde olduğu sonucuna varırlar. Cahil insanları sözde özgürlük mücadelesi diye ateşin içine çekmek kolaydır. Hayatta itilmiş, horlanmış, gururu kırılmış insanları fedai yapmaktan daha kolay bir şey yoktur. Ama cehalet ortadan kalkarsa bunlarında etkisi azalır. O yüzden bölgeden cehaletin karabulutunun kalkmasını hiçbir zaman istemezler. Sivilleri kurşuna dizip suçu başkasına atarız yanımıza kar kalır diyen zihniyette, koruyup kollaması gereken 4, 5 yaşındaki kardeşlerini ıssıza götürüp ırzına geçen, sonrada boğup öldüren de terör ve anarşi partisinin yöre insanını cahil bırakma uygulamalarının meyveleridir.
Çaresizlik: Dünden gururu kırılmış, bugün yokluktan kıvranan, yarındansa hiçbir ümidi olmayan insanların, çaresizliğinden faydalanarak; onları sindirmek, kendileri için tehlike yaratmalarını engellemek kolaydır. Çaresiz insanları az bir güçle baskı altına almak ve kontrol altında tutmak mümkündür. Zor durumdaki insanları kendi emelleri uğrunda kullanmak, onları bozuk para gibi harcamak, onlar için artık normalleşmiş olağan şeylerdir.
Kendi zümrelerinin menfaati adına, çoğu zamanda başka güçlerin piyonu olarak; yöre insanına etmedikleri adilik, ibnelik, eziyet kalmayan bu çirkefler, nasıl kendilerini hala iyi insanlar gibi görüyor orası çok enteresan, anlamak mümkün değil. Bir; dört günlük sakalı çıkmış travestinin kendini nasıl kadın gibi hissettiğine; bir de bunların kendilerini nasıl barış, demokrasi, özgürlük ve halk yanlısı olarak görebildiğine akıl sır ermiyor…
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Tarım politikaları gereği ya da ihtiyaçlara göre daha yüksek randıman almak ve en az işletme maliyetiyle, en yüksek faydayı elde etmek adına besicilikte ırkçılık konusu üzerinde durulabilir. Mesela ineklerde bir ırk ayrımı yapabilirsiniz. Montofon süt için idealdir. Simental hem et hem süt için iyidir. Angus ise et üretimi için tercih edilmelidir diyerek hayvan ırkları kontrol altında tutulabilir. Daha fazla süt üretmek ya da daha fazla et elde etmek maksadıyla; mevcut ırkın korunması ve daha da iyileştirilmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Üretim maksadıyla, hangi ineğin, hangi boğayla çiftleşeceğine insan aklı karar verip, uygulamasını da insanlar yaptırdığı için olumlu sonuçlar almak mümkündür. Literatürde tanımlanmış ırk şablonlarına göre yine melezleme denemelerinde de bulunabilir. Kontrol insan elinde olduğundan, zamanın akışıyla paralel olarak, olayların akışına da insan aklı yön verdiğinden bu çalışmalar başarılı olabilir. Bu çalışmalar neticesinde elde ettiğiniz bulguların, karşılaştırma yapabileceğiniz model tanımlarının olması da bir sonuca varmanızı sağlayacaktır. Dolayısıyla bunu ineklerde uygulayabilirsiniz.
Ama insanlarda bu sonuçları elde edemezsiniz. Çünkü insanların birbiriyle ilişkileri düzensiz ve karmaşıktır. İnsan davranışlarını tam anlamıyla düzenleyecek bir güç ve kontrol yoktur. Geniş bir coğrafyada sınırsız hareket eden, düzensiz bir insan topluluğu düşünün, bir de buna binlerce yıllık bir zaman dilimi eklenince ortaya çıkan karmaşadan genetik miras beklemek biraz ütopik olmaz mı?
Türkler Avrasya Kıtasında ayak basmadık yer bırakmadılar
Mesela Türklerin ilk ortaya çıkışı olarak 3000 yıl öncesini baz alalım. İlk belirdikleri yer olarak ta Orta Asya Orhun Irmağı çevresini not edelim. Sonraki yayılmalarını izlediğimizde 16.000 km eninde, 8000 km boyundaki Avrasya kıtasının hemen hemen her noktasında, en ileri uçlarında dahi Türk Kültüründen izlere, kalıntılara, bulgulara rastlıyoruz. Toparlarsak 128 milyon km2 lik bir anakara parçasında; düzensiz, kontrolsüz ve sınırsız hareket eden, kimlerle nelerle kaynaştığı belli olmayan, bir kavim için genetik sınıflandırma ya da tanımlama yapılabilir mi? Burada üç bin yıllık bir zaman dilimi içerisinde yaşamış, milyarlarca insandan bahsediyoruz. Yine aynı coğrafya ve aynı zaman diliminde yaşamış, onlarla etkileşimde bulunmuş, başka kavimlerden ve etnik gruplardan da milyarlarca insan var. Türklerin en dominant genlere sahip olduğunu varsaysanız bile, o kadar etkileşimden, onca geçen zamandan sonra bırak genlerin korunumunu, aktarımından bile bahsetmek çok zor. Bu durumda bir ayrım, bir seçme, bir tasnif yapılabilir mi? Hiç zannetmiyorum. Yine de yapmaya çalışanlar olabilir, yalnız çıkaracakları sonucun gerçeği yansıtabileceğine de ben hiç ihtimal vermiyorum.
Irk konusuna kafayı takanlar
Türk Milliyetçiliğini Irkçılık boyutunda ele alanlar da işin içinden çıkamıyor. Yok orta boyluydu da, dalgalı saçlıydı da falan filan diye bir şeyler gevelemeye çalışıyorlar. Lakin bir yere varabilmiş, sağlam bir temele oturtabilmiş değiller. Yapı biraz eğreti duruyor. Buradan Türk ırkının standart özelliklerini tanımlamak ya da Türkün default’u ahanda budur şeklinde bir sonuca varma pek mümkünmüş gibi görünmüyor. O yüzden, Türk ırkının standartları konusunu da agnostik konular dolabına kaldırmak durumunda kalıyoruz.
Tut ki genellemeler yaparak, dıdısının dıdısının izlerini sürerek, onu buna, şunu ona dayandırarak ırk konusunda bir standart belirlendi. Peki çıkan sonuç ne amaçla kullanılacak? Neye yarayacak? Ne yapacaksın sarışın mavi gözlü Mustafa Kemali, Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp’i Türklükten hariç mi tutacaksın? Türk dünyasının göklere çıkmış, parlayan yıldızlarını oradan indirmeye mi kalkacaksın? Kimin, ne işine yarayacak?
Ama Türk Kültürü ve Türk uygarlığının ürünü olan Türk Milleti; kesin olan bir varlık ve inkar edilemez bir şekilde var. Kullandığımız dildeki kelimeler bundan 1500 yıl önce yazılmış taş yazıtların üzerinde vardı. Bugünkü sosyal hayatımızda yer alan düğün, doğum ve ölüm ritüellerindeki benzerlikler binlerce yıl öncesinin kalıntılarından elde edilen bulgularla eşleşiyor. Gündelik hayatımızda farkında bile olmadığımız bazı davranışlarımız, geçmişte atalarımızın hikayelerindeki, destanlarındaki benzer davranışlarıyla örtüşüyor. Bunları dikkate aldığımızda genetik mirasımızı bilmem ama Türklüğün bizimle beraber yaşadığı, nesilden nesile aktarıldığı bir gerçek olarak beliriyor.
Bir başka klişe; kişi Türk kökenli olursa devletine, milletine, nesline sadık olur beklentisi…
Bu da hiç gerçeği yansıtmıyor. Kişiler secereleri konusunda kolaylıkla yalan söyleyebilir ve işlerine geldiği gibi uydurabilir. Bunun doğruluğunu anlamak ve tanımlamak çok zor hatta imkansızdır. Dolayısıyla kişiler bu konuda kolaylıkla elekten geçebilir. Falanca kişi sadrazam torunuyum dese ya da filanca evliyanın soyundanım dese öyle olmadığını nasıl ispatlayacaksın? Arşivler kaç göbek geriye gidiyor? Doğru olduğu ne malum? Verilerin üzerinde oynama olmadığı nereden belli? Bunların hepsi muamma konular. Bu tür beyanı esas alan konular her zaman, her türlü suistimale açıktır.
Kişinin kökeninin Türk görünmesi sadık olacağının garantisi olmadığı gibi Türk kökenli olmaması ya da seceresinin tanımlanamaması da kalleşlik edeceğini göstermez. İnsanın soyağacı, sosyal davranışları bakımından hiçbir şeyi garanti etmez. İnsan aklına estikten sonra her haltı yiyebilir. Bu noktada onu tutabilecek ya da etik olmayan şeyleri yapmaktan alıkoyabilecek şeyler; en başta kişinin kendi aklının ermişliği ve vicdanıdır. Sonrasında toplumsal etik değerler ve dini kurallar gelir. Ancak kişide vicdan yoksa, bilinç oluşmamışsa… Ondan her şey beklenebilir ya da tam tersi ondan hayra yarar hiç bir şey beklenmese daha yerinde olur.
Mesela insanların kolaylıkla satın alınamamasına dair bir tedbir ülkemizde henüz alınmamıştır. Dolayısıyla parasını bastırdı mı isteyen istediği bürokratı satın alabilir, meclise elli yüz milletvekili bile sokabilir ve yahut sokulmuşlardan “sar ordan bir düzine” diye kolaylıkla satın alabilir, kiralayabilir. Toplumumuzda etik değerler (yani Türk Töresi) tamamen rafa kaldırılmış olduğundan kınama ya da ayıplama mekanizması da işlememektedir. Haysiyeti olmayan birinin, soyağacında güller açsa ne olur? Şahsiyeti tamamlayan, haysiyet olmadıktan sonra kişi cibilliyetsizdir. O yüzden ırkta keramet aramayı anlamsız buluyorum.
Türklük ideolojisine ırk eklemeye çalışmayı ya da içine genetik katmaya uğraşmayı da gereksiz bir gayret olarak görüyorum. Bu altının içine bakır katıp ayarını düşürmek gibi bir şey. Hadi bunu Türk düşmanları yapsa anlarım da Türkçülere ne oluyor?
Sahip olduğunuz altının kıymetini bilin, değerini düşürmeyin. Ve kaybetmeyin…
Atatürk’ün Türklük tanımı şöyledir: “Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasî ve içtimai heyettir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkına Türk milleti denir.
VAR MI ÜSTÜNE SÖYLEYECEK SÖZÜ OLAN?
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Text
Yaşar Gider İnsanoğlu
Yaşar Gider insanoğlu Hamdım piştim, ben bilirim edasıyla O dağları ben yarattım havasıyla Ayakta durmaya yetmeyen aklıyla Düz duramaz, düşer şaşar insanoğlu Emeksiz gayretsiz, zenginlik rüyasıyla Tatlı hayat, zevk-ü sefa arzusuyla Yüzleştiği hayatının hatasıyla Yanar tutuşur, kül olur insanoğlu Hayali bile güzel düşüncesiyle Hayat devam ediyor felsefesiyle Neye niyet, neye kısmet…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Mevcut iktidarı; Türk’ün ve Türkiye’nin düşmanıymış gibi gören ya da göstermeye çalışan pek çok irili ufaklı Türkçü site, sayfa, grup var. Mesele gerçekçiliği ve iyi niyeti şüphe götürür bu oluşumların asıl maksadının ne olduğu?
Dışardan bakınca Vatan, Millet, Sakarya yaygarası koparıp mangalda kül bırakmıyorlar. Olan biteni eğip bükerek her şeyi mevcut iktidara kitlemeye çalışıyorlar.
Lakin ülkenin bariz düşmanları olan PKK, FETÖ gibi terör, anarşi ve götlük yanlısı oluşumların kalesine daha bir şut bile çektiklerini görmedik.
Topaklama
Eylemlerine ve söylemlerine bakıldığında; Türkçüleri topaklayıp, iktidarı devirme ve ele geçirme eylemlerinde güdülebilir hale getirmeye çalıştıkları anlaşılıyor.
Gütme
Onlara hak vermiyor değilim. Nede olsa onlar sığır çobanları, sığır gibi gütmek onların uzmanlık alanı, dolayısıyla en iyi bildikleri şeyi yapıyorlar. Lakin sığır durumunda olanların bizimkiler olması bu resmi biraz can sıkıcı yapıyor.
Amerikan Şeysi
Son günlerde gündem olan Amerikan şeysinin “onları biz fiştekliyoruz” beyanatlarına bakacak olursak ve bir diğer Amerikan şeysinin  “bak onların ekonomisini çok kötü fena yaparım önceden yapmış olduğum gibi” tehditlerini de göz önünde bulundurursak, bizdeki muhalefetin (daha doğrusu iktidarı ele geçirmek isteyenlerin) satılmış olduğu ya da satın alınmış olduğu kanaatine varabiliriz. Hatta bunu “artık  takke düştü kel  iyice göründü” şeklinde de  yorumlamak mümkün.
Türkiye’nin asıl düşmanları; kendi ülkelerinin iktidarını vekaleten başkaları için ele geçirmeye çalışanlardır. FETÖ, PKK, diğer terör ve anarşi yanlısı organizasyonların hepsi aynı kapıya çıkıyor. O kapının da neresi olduğunu anlamamak için salaktan öte, o kapının kulu olmak lazım.
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Sol ideoloji kendi uydurduğu yalanı yaşar… Gerçeklere uzaktır. Gerçeklerle yüzleşmek şöyle dursun, yakınından geçerken bile irkilir, rahatsız olur.
Bireyleri sürekli kendini yüceltir. Kendini iyi insan, özel insan, seçkin insan, bir aziz, hatta azizden de öte, melek olarak görürler. Her biri; insan haklarının savunucusu, barış güvercini, demokrasinin bekçisi, özgürlüğün teminatı, işçinin emeğinin, köylünün alın terinin savunucusu, yüksek ahlaki değerlere ve insani erdemlere sahip, hayatın felsefi boyutu ile ilgili derin bilgilere vakıf, öngörü ve sezme kabiliyetlerinde insanüstü olur. Ve de istisnasız tamamı kendini bir potansiyel lider olarak görür. Ama bu perspektif sadece kendilerine aittir. Dışardan bakıldıklarında pekte öyle değildirler. Onları daha ziyade tembel ve beleşçi insanlar olarak genelleyebiliriz.
Solun insan kalitesi demi bitmiş çaydanlığa, ikinci kez eklenen kaynar sudan çıkan çay gibidir. Dolayısıyla rengi de, tadı da bir şeye benzemez. Hayat mücadelesinde, yapılan seçimlerde, girilen yarışlarda başarılı olanlar yolunu alıp gitmiş, yani süzülenler süzülmüş; geride kalanlar, kazanamadığı için şunu bunu suçlayanlar, başarısızlar, beceriksizler aralarında tekrar kümeleşerek kendi aralarında tekrardan bir süzme yaparak, içimizden bir üst seviye besin zinciri oluşturabilir miyiz? O zincirin içine kendimizi atabilir miyiz derdindedirler. Haliyle toplumda kaybedenler çoktur. Bu çoklukta ciddi bir potansiyel teşkil etmektedir. Kaybedenlerin temsil ve idare yetkisini ele geçirmekte bu potansiyeli güç olarak kullanma fırsatıdır. Kaybedecek bir şeyleri olmayan kaybetmişlerden topaklanan kitleler çeşitli hedeflere doğru güdülerek yönetici kademesindekilere fayda ve menfaat sağlarlar. Misalen bir tersanedeki iş kazasını bahane ederek önüne topladığı kalabalıkla tersanenin çalışmasını engelleyip zarar ettiren, zarar ettirdiği tersanenin bir başka alıcıya ucuza satılmasına sebep olan ve bu sebep olma işinden dolayı da alıcıdan komisyon alan araştırmacı gazeteci kimliğindeki kitle güdücü örneğindeki gibi…
Solu solcular değil, genellikle kitle güdücüler yönetir.
   Yeri geldiğinde kitle halinde bir yerlere sürülüp, engelleme, sabote etme ve zarar verme eylemlerinde kullanılırlar. Yeri geldiğinde ölüm orucu falan filan gibi algı operasyonlarında bozuk para gibi harcanırlar. Geniş kitlelerin desteğini alarak, onları yönetme arzusuyla, kendilerini hak savunucusu gibi tanıtırlar. Bu amaçla köylünün alın terine, işçinin emeğine pis gibi yapışırlar. Çalışan, üreten insanın sırtına yük, rızkına ortak olurlar. Kendi asalaklıklarını görmezden gelip, sömürenler diye başkalarını suçlarlar. Halbuki ne köylü, ne de işçi, bunlara kendilerini temsil ve savunma yetkisi vermez. Ama bunlar ısrarla kendi kendilerine gelin güvey olmakta inat ederler. Köylü ve işçi durumdan iyice rahatsız olup, “düşün yakamızdan bir ziktirin gidin dese de…” duyan kulaklarının üzerine sağıra yatar, duymazlıktan gelirler. Kendi işlerine geldiği gibi, kendi yazdıkları senaryoyu oynamaya devam ederler. (Bakınız: Nasreddin Hocanın Dibek dövücü ile hınk deyici hikayesinde olduğu gibi…)
Sol için her şey mübahtır.
Kurallara ve kanunlara bağlı kalarak normal yollarla başarılı olamadıkları durumlarda, çirkefliğe başvurmak ve çamur yapmak onlar için meşrudur. Doğru ve dürüst yöntemlerle kazanmadıklarında, cebren ve hile ile netice elde etmeye yoluna gitmekten kaçınmazlar. Kendi emellerinde giden yolda; yalan, iftira, dayatma, yıldırma, şantaj, çıkmaza sokma, sabote etme, isyan çıkarma, galeyana getirme, servet düşmanlığı, cana kast, kaos, anarşi, terör ve benzeri her türlü ibnelik; solun severek ve iştahla yediği haltlardır. Barış ve demokrasi söylemleri ağızlarında sakız olmuştur. Amma ve lakin hiç üşenmeyip, terör ve anarşinin yöntemlerini, doktrinlerini yazan yine solculardır.
Hesapta destekliyor gibi göründükleri şeylere de karşıdırlar.
Üretime de, istihdama da, eğitime de, toplumsal faydaya katılıma da hepsine karşıdırlar. Sürekli bir şeyleri engellemeye, durdurmaya, kilitlemeye çalışırlar. Türlü çeşitli bahaneler uydurarak, fabrikaları, tersaneleri, maden işletmelerini durdurmaya, kapattırmaya uğraşırlar. Niyetleri insanları işsiz ve aşsız bıraktırıp, eylem ve protestoları için kendi kalabalıklarına çekmektir. Çalışan, evine ekmek götüren, ailesinin geçimini sağlayan işçi onlar için makbul değildir. Çalışmaktan kaçan, çalıştığı yerin düzenini bozan, insanları provoke edip, kışkırtan, eylem ve anarşiye sevk eden, sol kitle güdücülerin emir ve buyruklarına biat eden işçiler, daha doğrusu iş yapmayan, işe yaramayan işçiler onlar için makbuldür.
Bin bir zorluklarla yetiştirilip bir iş, bir meslek sahibi olsun diye üniversitelere gönderilen gençleri beş dakikada götleştirip, kendi ailelerine, kendi ülkelerine, düşman hale getirirler. Daha gün yüzü görmemiş gençlerin geleceklerini hepten karartırlar. İleride toplumsal faydaya katılması beklenen gençlerden, daha kendine hayrı olmayan, hatta ne hayrı kendi kendine zarar veren, hali yürekler acısı bireyler meydana getirirler. Memlekete adam yetiştirmesi beklenen eğitim kurumlarından, başkalaşmış, aklı gitmiş, feleğini şaşırmış, acayipleşmiş, mutasyona uğramış zombi gibi tuhaf şeyler çıkarttırırlar. Yüreği pırpır ederek bekleyen öğrenci ailelerine, onlara hayatlarının en büyük hüsranını yaşatmak üzere dönen fiyaskolar yetiştirtirler.  
Sorumsuzluk solun başlıca alışkanlıklarındandır. Sol analitik düşünmez.
Yolu yokuşa sürmek, işi çıkmaza sokmak, kördüğüm etmek, içine edip bırakmak en yaygın sol alışkanlıklarındandır. Solda “Ben sıçar bırakırım kim temizlerse temizlesin bana ne…” temel felsefesi hakimdir.
Sözde insanların iyiliğini isterler. Söylemlerinde sürekli barış, sevgi, kardeşlik, insanlık gibi anahtar kelimeler kullanırlar.
Ama özde solun güzelliğe açılan kapısı, iyiliğe giden yolu yoktur. Solun aşka hürmeti yoktur. Sevgiye verdiği kıymet yoktur. Bireylerin her zaman öfke ve nefret dolu olması istenir. Gülen yüz solda yasaktır. Acıyla ağlamak elzemdir. Fakirlik, sefillik makbuldür. Rahat etmek, huzur bulmak, sevmek, aşık olmak yasaktır. Güdücülerinin emellerini tehlikeye atacak her şey yasaktır.
Sol acıdan, demagojiden, ezilmişlikten, ajitasyondan, haksızlığa uğramışlıktan beslenir.
Sol ideoloji kincidir. Sürekli birilerini cezalandırma, bedel ödetme, intikam alma arzusundadır. Nefret solun ana sermayesidir. İnsanlara sürekli nefret yüklemesi yaparlar. Topluma nefret pompalamakta kullandıkları medya araçları vardır. Sözde halk için yayın yapıyoruz diyerek halkı manyak etmeye çalışırlar. Bu araçlarla insanların beynini yıkayıp, ütüleyerek istedikleri şekle sokmaya çalışırlar.  Kıvama getirdikleri, aklını kullanma yetisini kaybetmiş kitleleri de, istedikleri amaç doğrultusunda pek güzel güderler.
SOL SAMİMİYETSİZDİR.
Bir yandan taklitçiliği de vardır. Her ne kadar sistemi dinsizlik, tanrısızlık üzerine bina  edilmiş olsa da, zaman zaman yok bu sistem böyle eksik oldu diye, cennet vaat ettiği de, şehitlik vaat ettiği de olur. Bir ilahi adaletin tecelli edebileceğinden, yapılan şeylerin bir şekilde karşılığının insanlara geri dönebileceğinden bahsedebilir. Çeşitli dinlerden alıntılar ve çalıntılar yapmaktan geri kalmazlar.
SOL HAYSİYETSİZDİR.
Kendi menfaatleri için istediklerini sanki başkaları için istiyormuş gibi lanse ederler. Kendi yaptıkları çirkeflikleri görmezden gelip, başkalarını dillerine dolarlar. Asıl sapıklık, seksomanyaklık, azgınlık hep onlardadır. Not verme, sınıf geçirme, asistan yapma bahaneleriyle öğrencilerini düdüklemeye çalışan aydın doçentler, proflar… Sanatçı yetiştiriyorum ayağına, çocuğu yaşındaki gençlere, umumi kaynaşma ortamları oluşturarak, karambolden bizde üç beş tane götürürüz hesabı yapan sanat merkezi sahipleri… Çalışanlarını taciz eden, bir şeylere zorlayan ırz düşmanı yöneticiler, patronlar hep solcu eskilerinden çıkar. Devrimcilerin en babası yanında çalıştırdığı hizmetçisini düdükleyip hamile bırakmıştır. Üstelik karısı da hamileyken… Üst düzey bir devrimcinin yanında çalıştırdığı emekçisini şeetmesi olayına manifestosunda yer vermiş midir? Sığdırabildiyse anlayan beri geri gelsin…
İddia edilenin aksine solda bireyin özgürlüğü yoktur. “Aklını ve iradeni bize teslim et, senin için iyi olanı biz biliriz. Sana söyleriz. Sen sadece dediğimizi yap, yapmazsan ağzına zıçarız zaten.” Koşullu yönlendirmesi vardır.
İdolleri tarafından ıkınarak uydurulmuş, “abiliktik gubilizm” gibi içinde anlamaya değer bir şey olmayan felsefelerin ve akımların rüzgarıyla insanları gerçeklerden uzaklaştırmaktadırlar. Literatürünü yazanlar, yazdıklarının anlamsızlığını gizlemek için anlaşılması zor bir jargon kullanmışlardır. Sonrada insanları anlamamakla suçlarlar. Ezenler ve ezilenler diye insanları iki sınıfta tasnif etmeye kalkmışlardır. Lakin hiç bir işe yaramayan, eli ermeyen, tembel ve beleşçilerden oluşan kendi zümrelerini ezilenler sınıfında göstermeye çalışmışlardır. Ancak onları herkesin sırtına yük olan asalaklar diye ayrı bir sınıf olarak değerlendirmek daha yerinde olur. Kendilerini olduklarından çok daha başka görmeye şartlandırılmışlardır. Gerçekliğin aynasında kendini görmeye korkan vampir gibi bir tuhaftırlar.
Özetle sol ideoloji; insanları bir nevi sentetik uyuşturucu etkisiyle geri dönülemez yollara sokmakta ve hayatlarında kalıcı hasarlar bırakmaktadır.
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Medya öyle diyorsa… Öyle değildir.
Medya genelde,
haysiyetsizdir
samimiyetsizdir
sorumsuzdur
yalancıdır
uydurukçudur
satın alınmıştır
kiralanmıştır
fesattır
güdücüdür
provakatördür
fiştekleyicidir
bencildir
analitik düşünmez
Nadiren;
doğrudur
gerçekçidir
dürüsttür
objektiftir
iyi niyetlidir
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Boraltan Köprüsü bir acı hatıra…
1944 yılında Boraltan Köprüsünü geçip Türkiye’ye sığınan, sonrasında da zamanın hükümeti tarafından Ruslara iade edilip katledilen 146 Azerbaycan Türkü’nün dramı.
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı, Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası, Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni, Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine, Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.
0 notes
gercekciyaklasim · 2 years
Link
Yeni bir destan eyledim icad Dinleyen ahbaba yadigarım var Mahzun gönülleri etmek için şad Ağlarım sızlarım ah u zarım var
Yüz bin deve gelir gider katarım Nerde akşam olur orda yatarım Her ne ister isem alır satarım Kimse karışamaz ihtiyarım var
Ben icadeyledim havayı yolu Yazda ferahlarım sağ ile solu Kırk mağazam vardır rüzgarla dolu Kafdağı ardında Bit-Pazarım var
Görmediğim şeyi asla sezemem Korku bilmem hiç yalınız gezemem İcabetse kendi adım yazamam Katiplikte gayet iştiharım var
Gözüm ışıklıdır güne dayanmaz Aklım çoktur amma kimse beğenmez Asılmağa gitsem sicim inanmaz Böyle yüz bin ahbap yüz bin yarim var
İbadet eylerim namazı kılmam Temizlik severim lekemi silmem Ömrümde zararsız günümü bilmem Her senede yüz milyonluk karım var
Düştüğüm yok hiçbir düşman kasdine Kaçsam kimse geçiremez destine Kuvvetliyim keçe kilim üstüne Yaya yürümeğe iktidarım var
Sözüm lezzetlidir hatırlar yıkmaz Yalan da söylesem dinleyen bıkmaz Uykuda kötü söz ağzımdan çıkmaz Büyük küçük tanır namus arım var
Parasız kalanlar bana el verir Çok köprülü sular geçsem yol verir Evvel param alır sonra mal verir Her tüccar yanında itibarım var
Cömertlikte yoktur misl-ü menendim Herkes kesesinden yesin efendim Yalınız yatmaktan bezdim usandım Odamda yüz güzel gülizarım var
Her kim saz çalarsa aşık bilirim Dilsiz adamları sadık bilirim Herkesten kendimi faik bilirim Kibrim yoktur amma az vekarım var
Sarhoş olup meyhanede susmalı Bir iyilik gördüğünde küsmeli Adam öldürenin tüyün kesmeli Böyle akla yakın çok kararım var
Göze ilaç verdim yaşı akmadı Az açıldı amma doğru bakmadı Yüz hastaya baktım biri kalkmadı Doktorlukta büyük iftiharım var
Sorman arkadaşlar benim kederim Ta ezelden tersinedir kaderim Hanemiz fevkinde durur pederim Biraz hasretliyim intizarım var
Lazım olan şeye zihnim yormadım Kendi hanem yolum ile sormadım Adın işitmedim kendin görmedim Gönlüm eğler birkaç kafadarım var
Haklı haksız bir söz altında kalmam Hırsızlık da etsem açıktan çalmam Aldığımı vermem verdiğim almam Yeni alışveriş intişarım var
Huzuri sözlerin halli muhaldir Manasın anlıyan ehl-i kemaldir Ben de bilmem ne devlettir ne maldır Bitmez hesap olmaz bunca varım var
AŞIK HUZURİ
1 note · View note