Tumgik
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Allah’a İman ve Kur’an’da ki Biz
Bugün ki yazımda sizlere iki sorunu cevabını sunuyorum. Aslında bilmemiz gereken bu iki sorunun cevabı için anlatılanların dışında birazcık düşünmeyle de cevabına ulaşmamak gibi bir durum söz konusu kesinlikle değildir. Bu iki önemli soruya gelince birincisi Allah’a iman ne demektir? İkincisi ise Kur’an’da Biz zamiri neden kullanılmaktadır?
Allâh’a iman ne demektir?
Allâh’a iman, Allâh’ın varlığına, birliğine, ezeli ve ebedi olduğuna, yani varlığının bir başlangıcı ve sonunun bulunmadığına, eşinin, benzerinin, ortağının, çocuğunun olmadığına; varlığı kendinden olup varlığı için bir başka şeye muhtaç olmadığına, yaratılmış olan şeylerden hiç birine benzemediğine, dolayısıyla düşündüklerimizden ve hayalimize gelen şeylerin hepsinden başka olduğuna; her şeyi bildiğine, her şeyi gördüğüne, her şeyi işittiğine, duyduğuna, her şeye gücünün yettiğine, her şeyi yaratan olduğuna. Kısacası, her türlü eksiklikten uzak olduğuna yürekten, tereddütsüz bir şekilde inanmaktır. Ergenlik çağına ulaşmış her akıl sahibinin, Allâh’a bu şekilde inanması farzdır.
Kur’an’da Yüce Allâh, kendisiyle ilgili olarak bazen “biz” ifadesini kullanmaktadır. Neden?
Kur’an-ı Kerim’de Allâh Teâlâ bazen, kendisiyle ilgili olarak “biz” ifadesini kullanması, O’nun azamet ve şanının yüceliğine işaret eder. Hemen bütün dillerde saygı ve yücelik ifadesi olarak bu tür ifade biçimine başvurulmaktadır.
Kur’an’da, Yüce Allâh’ın zat ve sıfatlarından bahseden ayetlerde genellikle tekil zamir, fiillerinden bahsedilirken ise bazen tekil, bazen de çoğul zamir kullanılmıştır. Nitekim, “Sizi Biz yarattık” (Vâkıa, 56/57), “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık” (Kâf, 50/6), “Andolsun, insanı Biz yarattık” (Kâf 50/16), “Allah gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yarattı. Gökten de yağmur indirip, orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik” (Lokman 31/10), “Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alamet yaptık” (İsrâ 17/12) gibi, fiilleriyle ilgili âyetlerde, hem tekil, hem de çoğul zamir kullanılmıştır. Kendi zâtı ve uluhiyeti ile ilgili şu ayetlerde ise, tekil zamir kullanılmıştır: “Şüphe yok ki Ben, rabbinim senin.” (Tâ-hâ 20/12), “Şüphe yok ki Ben, Allah’ım, Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde bana ibadet et.” (Tâ-hâ 20/14), “O, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır.” (Haşr 59/22).
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Üsküdar Ayazma Camii
Bu yazımda sizlere Üsküdar’ın  zengin camii koleksiyonundan biri olan Ayazma Camii’nin tanıtımını yapacağım umarım beğenirsiniz.
III. Mustafa’nın 1761 yılında Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya inşa ettirdiği Ayazma Camii, Üsküdar’da Salacak ve Şemsipaşa semtleri arasında yükselir. Kızkulesi`nin karşısında ve Marmara`ya hakim bir tepe üzerindedir.
Caminin ve semtin adı vakti zamanındaki ayazmadan geliyor… Ayazmanın suyu, artık caminin avlusundaki kuyunun dibinde duruyor ve pompayla basıldığında aptes alınan çeşmelerin deposunu dolduruyor. İş bu nedenle apteshanedeki suyun lüzumsuz kullanılmaması rica ediliyor.
Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde bulunan 5446 numaralı ve 1172/1758-59 tarihli belgeden caminin yerinde daha önce Ayazma Sarayı ve Bahçesi’nin bulunduğu anlaşılmaktadır. Başka bir arşiv belgesine göre 1740’lı yıllarda Ayazma Sarayı iyi durumda olup, onarılarak İran elçisine tahsis edilmiştir.
Camiyi Sultan III. Mustafa, amca oğlu Sultan I. Mahmut ‘un 1740′lı yıllarda İran elçisinin ikametgâhına tahsis ettiği Ayazma Sarayı’nın yerine annesi Mihrişah ve ağabeyi Süleyman adına yaptırmış. 1758′de temeli atılan cami Ocak 1761′de ibadete açılmış.
Ayazma Camii birkaç defa tamir edilmiş, yıkılan minaresinin yerine iki kez yenisi yaptırılmış, caminin muvakkithanesi ve camiye akar olması münasebetiyle inşa edilen hamamı ve birçok dükkânı da günümüze ulaşmamıştır.
Geniş bir avlunun ortasına oturan cami, İstanbul manzarasına hâkim bir tepe üzerinde olup; batılı mimari öğelerin yanında kullanılan klasik mimari şekiller yapıya farklı bir hava katmıştır.
Dikdörtgen planlı yapının ana mekânı, dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür ve yapının hünkâr köşkü bu ana mekânın sol tarafında, camiye bitişik olarak inşa edilmiştir. Vaaz kürsüsü, mihrap ve minber süslemesinde kullanılan çeşitli renkli taşlar ve hünkâr mahfilinde kullanılan altın yaldızlı bezemeler güçlü bir işçiliği eseridir.
Oymalı renkli mermerden olan minber ile kırmızı somaki taşından olan mihrap da güçlü işçiliğin yapıya bir başka yansımasıdır. Cami kapısının üstündeki yazılarsa; Hattat Seyyid Abdullah’a ve bazı alçı pencerelerin üzerindeki yazılar ise Hattat Seyyid Mustafa’ya aittir.
Geniş bir avlunun ortasına yerleştirilen caminin son cemaat yerine yarım daire düzeninde on basamaklı merdivenle çıkılır.Avlu kapıları üstünde celi hatla yazılmış ayet-i kerimeler bulunmaktadır. Son cemaat yeri üç bölümlüdür. Esas mekân dikdörtgen planlı olup, dört kemere oturan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Sol tarafta yapıya bitişik Hünkâr köşkü yer almaktadır. Sokak yönünde taş konsollar tarafından taşınan mekân, sütunlar tarafından taşınan ve iki katlı olan bir galeriyle caminin hünkâr mahfiline bağlıdır. Caminin içinde bulunan hünkâr mahfili de sütunlar üzerinde taşınır. Altın yaldızlı süslemeler bu bölümün en çarpıcı yönüdür.
Ayazma Cami Avrupa sanat üslubunun etkisinde kalınan bir dönemde yapılmış olmakla birlikte, büyük kemerler içindeki pencereler, Türk klasik mimarisi özelliğini taşımaktadır. Minber vaaz kürsüsü ve mihrapta çeşitli renkli taşların zarif birleşmesiyle meydana getirilmiş zengin bir süsleme dikkati çekmektedir.
Ayazma Caminin müştemilatından olan sıbyan mektebi, hamam ve muvakkıthane yıkılmıştır. Önceleri cami yakınında inşa edilen vakıf dükkânlarından ise sadece bazı izler kalmıştır. Caminin duvarlarında küçük konsol çıkmaları üzerinde oturan tam bir Türk köşkünün minyatür modeli biçimindeki kuş evleri görülmektedir. Caminin haziresinde ise saraya mensup bir çok kimsenin mezarı bulunmaktadır.
Geniş avluyu çevreleyen duvarın bir köşesinde mermerden büyük bir çeşme vardır. Kitabesinden 1174/1761’de cami ile birlikte yapıldığı anlaşılan bu çeşmenin manzum tarih kitabesi şair Zihnî’nindir. Çeşme, mermer bir cepheye yapıştırılmış dört köşe bir paye şeklindedir. Alt kısmı taş olan avlu duvarında açılan esas kapının önünde taş korkuluklu iki taraflı rampa bulunmaktaydı.
Ayazma Cami, Türk mimarisinde artık yabancı üslubun hâkim olduğu bir dönemin örneği olmakla birlikte, normal ölçüleri aşan yüksekliği ve yapıldığı yerin topografik durumu ile bunu bir kat daha arttıran gösterişli bir görünüme sahiptir. Marmara ve Boğaz’ın girişine hâkim oluşu ile şehrin Anadolu Yakasına değişik bir güzellik kazandırmaktadır.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Hz. MUSA (A.S)’nın Hayatından Bir Parça Alıntı
Allahuteâlâ’nın, dört büyük kitaptan biri olan Tevrat’ı verdiği ve yeryüzünde dinini tebliğ edip, hakim kılması için gönderdiği Ulu’l-Azm peygamberlerden biridir. Hz. İbrahim (a.s)’in soyundan olup, İsrailoğullarının akidelerini islah etmek ve onları Allahuteâlâ’nın dilediği nizama kavuşturmakla görevlendirilmişti. Küfürle mücadelesi Kur’ân-ı Kerim’de uzun uzun anlatılmaktadır.
Hz. Adem (a.s)’den, Rasulullah (s.a.s)’e kadar pek çok peygamber gelmiştir. Bu peygamberler, gönderildikleri kavimleri, Allahuteâlâ’ya iman etmeye çağırmışlar; bu yolda kâfirlerle savaşmışlar, yaşadıkları diyarlardan çıkarılmışlar; ezilmişler, hor görülmüşler ve hatta öldürülmüşlerdir.
Mûsa (a.s) da, Allahuteâlâ tarafından İsrailoğullarına gönderilmiş bir rasul idi. O da tıpkı kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberler gibi kavmini Allah’a iman etmeye çağırdı. Kavmine zulmeden ve ilâhlık iddiasında bulunan Firavun’a karşı tevhid yolunda mücahede etti. Bu uğurda, bütün peygamberlerin karşısına çıkan güçlükler, onun da karşısına çıktı. Doğup büyüdüğü diyardan çıkarıldı, kâfirler tarafından öldürülmek gayesiyle kovalandı. Allahuteâla Kur’ân-ı Kerim’de bir ayette Hz. Mûsa (a.s)’dan şöyle bahsediyor:
“Kur’ân’da Musa’yı da an. Çünkü o ihlâs sahibi idi ve İsrailoğulları’na gönderilmiş bir peygamber idi.”(Meryem, 19/51).
Hz. Musa (a.s)’nın Firavun ile olan kıssası, Kur’an’ın bazı sûrelerinde çeşitli üslûplarda ve teferruatlı olarak anlatılmıştır. Firavun ve ordusunun Kızıldeniz’de boğulmaları olayından sonra, İsrailoğulları ile ilgili kıssasına da genişçe yer verilmiştir.
Musa (a.s)’nın Firavun ile olan mücadelesi, bir şahsın bir kralla, bir peygamberin sadece büyük bir zorba ile olan mücadelesinden ibaret değildir. Bilâkis bu hak ile bâtılın çatışması, Rahman’ın ordusu ile şeytanın ordusunun kaçınılmaz savaşıdır. Aslında hak ile bâtıl arasındaki bu savaş, insanoğlunun yaratılışından, insanları ıslah etmek üzere nebîler ve rasullerin hayat sahnesine çıkmasından beri devam edegelmektedir. Sapıklık ve bâtıl, daima İblis ve onun ordusu tarafından temsil edilmiş; imana, tevhide, peygamberliğe, kısaca Hakka sürekli meydan okumuştur. Fakat kazanan daima Hak olmuştur. Allahuteâlâ şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki Biz peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında hem de meleklerin şahid olacağı günde muzaffer kılacağız.” (Mü’min, 40/51).
Hz. Musa (a.s)’da gönderildiği kavmi cehalet ve sapıklık içerisinde buldu. Onları Hakka davet etti, yurdundan çıkarıldı, savaştı ve sonunda Allahuteâlâ’nın izniyle kazandı.
Hz. Musa (a.s)’nın Nesebi, Doğumu ve Hayatı
Musa (a.s)’nın babası, İmran’dır; Onun babası Yahser, onun da babası Kahes’dir. Nesebi Yakub (a.s)’a ulaşır; ki, onun babası Hz. İshak (a.s), onun da babası Hz. İbrahim (a.s)’dır. Musa (a.s)’nın yanında gördüğümüz Harun (a.s) onun kardeşidir. Allahuteâla, Musa (a.s)’yı Firavun’a, imana davet için gönderdiğinde, Hz. Harun (a.s)’ı da ona yardımcı olarak seçmiş ve görevlendirmişti. Hz. Musa (a.s) Allahuteâla’ya şöyle dua ederek, kardeşi Harun (a.s)’u kendisine yardımcı yapmasını istemişti:
“Bir de bana ehlimden bir vezir, (yardımcı) ver. Kardeşim Harun’u (ver).” (Tâhâ, 20/29 ve 30).
Hz. Musa (a.s), Mısır’ın çok zor günler yaşadığı bir dönemde doğdu. Bu sırada, ilâhlık iddialarında bulunarak haddi aşan Firavun, İsrailoğulları halkına dayanılamayacak eziyetlerde bulunuyor, bu insanları zulümle kasıp kavuruyordu. İsrailoğulları, Kıpt kavminin muamelelerinden ve krallarının ağır baskılarından bıkmışlardı. Mısır’da yaşamanın bir tadı kalmadığını biliyor ve dedelerinin yurdu olan Kenan illerine gitmek istiyorlardı. Ama onlardan her işinde istifade eden Firavun, yakalarını bir türlü bırakmak istemiyordu. Onlara zulmün en akla gelmeyecek olanını yaptı. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de;
“Biz sana Musa ve Firavun’un mühim haberlerinden, iman edecek bir kavim için, gerçek olarak okuyacağız. Çünkü Firavun o yerde (Mısır’da) başkaldırmış ve ahalisini parçalara bölüp, kendisine bağlamıştı.” (Kasas, 28/3 ve 4) buyuruluyor.
Firavun, saltanatı sırasında İsrailoğulları’na çok kötü eziyetlerde bulundu; onları köle yaptı, en çirkin ve adî işlerde çalıştırdı. Allahuteâlâ, İsrailoğulları’nı bu sıkıntıdan, azgın Firavun’un şerrinden, zulüm ve taşkınlıklarından kurtarmak için Hz. Musa (a.s)’yı gönderdi.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Yedi Yaşına Girer Girmez Namaz Kıldırmak
Çocuklar yedi yaşına ayak baktıkları zaman bir babanın ilk görevi onlara namaz kılmalarını emretmektir. Haydi oğlum namaz kıl, haydi oğlum abdest al… Haydi oğlum hazırlan, camiye beraber gideceğiz… Haydi oğlum, ezan okundu; kalk abdest al, namazı beraber cemaatle kılalım.
Yavrum, namaz kıldın mı? Ne zaman kıldın? Camide mi kıldın evde mi? Şayet evde kıldın ise hangi odada kıldın? Hani annen görmemiş. İşte çocuklar, yedi yaşına girdiklerinde, Müslüman evinde en çok konuşulacak, en fazla söylenecek sözler bunlar olmalıdır.
Anne ve babanın yavrularına karşı devamlı surette yapacakları telkinler işte bunlar olmalıdır. Nitekim Lukman aleyhisselam oğluna aynı tavsiyede bulunmuştur. Lokman süresinde bu, ne güzel anlatılmaktadır; “Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vaz geçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden her şeye katlan. Çünkü bunlar kafi sureti farz edilen umurdandır.
Demek ki, yavrulara ilk yapılacak tavsiye ve emirler bunlardır. Onun için Onlara sık sık namaz kılmaları için emredilmelidir. Oğlum, sokağa çıkma, falan çocukla oynama, falan kesle yaramazlık etme. Yaramazlık yaparsan kafam kırarım. Seni döverim. Üstünü başını çamurlarsan kirletirsen yersin sopayı, çekerim kulaklarını! Otur, çekmecemi karıştırma. Bırak şu aynayı, kıracaksın onu!
Badanayı yeni yaptırdık, duvarları kirletme. Ayaklarını yere basma, henüz silip süpürdük oraları. Kapıdan elini çek, cilası gidecek, kirlenecek… Gibi sözler, ne yazık ki şimdiki Müslümanların evinde en çok konuşulan sözlerdir.
Çocuklar, en çok bu gibi sözlere ve ihtarlara muhatap olmaktadırlar. Kulaklarının duyduğu, minicik beyinlerinin muhatap olduğu, tertemiz ruhlarının ma’kesi bulunduğu sözler, Çağırmalar ve ikazlar işte bunlardan ibarettir.
Bahsedilmez olmuş peygamberden. Anlatılmaz olmuş Kur’an. Öğretilmez olmuş imanın şartları. Belletilmez olmuş İslam’ın esasları. Anlatılmaz olmuş abdestin ve guslün farzları. Konuşulmaz olmuş namazın şartları, sünnetleri ve müstahakları. Hep konuşulanlar laf-ü güzaftan ibaret. Evde çocukların duydukları hep edep dışı sözler…
Gözleri ile gördükleri hareketler, hep gayr-i ahlaki, gayri İslami davranışlardır. Oysa Müslüman evinde; dinden, imandan, Kitab (kur’an)’dan, hadisten söz edilmeli. Müslüman evinde, evet, şahadet kelimesinden, namazdan, oruçtan söz edilmelidir. Müslüman evinde sık sık İslâmî hikâyeler, tasavvuf! Kıssalar anlatılmalıdır ki çocuk bu ortamda kendini kurtarabilsin. Bunlar anlatılsın ki, yedi yaşına girer giremez, hiç baskıya, zorlamaya maruz kalmadan namazını kılsın.
Babasının ardından camiye gitsin. “Çocuklarınıza yedi yaşındayken namazı emrediniz! On yaşına ayak bastıkları zaman namaz hususunda onları dövünüz! Yatak odalarını ayırınız. (Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.) İmamı Tirmizî de aynı konuda şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Çocuğa yedi yaşındayken namazı öğretin.” Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:
Çocuğa namaz nasıl öğretilir?  Cevap şu: Namazı bir fiil kıldırmak suretiyle öğretilir. Meselâ, oğlum, sabah namazı dört rekâttır: İkisi sünnet, ikisi farzdır.
Önce sünnet kılınır, ondan sonra da farz kılınır. Öğlen namazı oh rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi de son sünnettir. Önce sünnet, sonra farz, daha sonra da iki rekât olan son sünnet kılınır.
Böylece diğer namazlarda tarif edilir. İkindi namazının kaç rekât olduğunu, akşam namazının kaç rekât olduğunu, yatsı namazının da kaç rekât olduğunu öğretir. Namazın birinci ve ikinci rekatlerinde hangi süreler okunacağını, üçüncü ve dördüncü rekatlarda ne okunacağım da öğretir.
Bunları öğretirken aynı zamanda da tatbik ettirir. Tatbik ettirmek için yine de ön bilgiler gerekmektedir.
Çocuğun yedi yaşına girmeden namazı öğrenmiş bulunması lâzımdır. Çünkü öğrenmemiş olursa ona tatbik ettirmek mümkün olmaz. Hiç olmazsa namaz sahih olacak kadar kısa süreleri bilmesi gerekiyor.
Çok ince düşünecek olursak her iki hadisin arasında tezat olmadığını anlarız. Namazın önemini anlatmak, terk edilmesinin doğru olmadığını, mutlaka benimsenmesi gerektiğini, günde beş vakit eda edilmesi icab ettiğini çocuğa, daha çocuk denecek yaşta telkin ve talim etmek, zihnine sokmak lazımdır.
Bu büyük ibadetin mana ve ehemmiyetini yavrunun taptaze dimağına, körpe beynine belletmek gerekir. Evet onu bu ulvi ibadete alıştırmaktır.
Alıştırmakla birlikte aynı zamanda ısındırmaktadır. Hasûlüllah’ın göz bebeği ve müminin miracı ol~ bu çok mukaddes ibadete karşı ilgisini çekmektir. Dikkatini ona teksif etmektir. Şimdi anne ve babalar, görevlerinden bir tanesini daha öğrenmiş bulunuyorlar: Çocuk yedi yaşına girer girmez ona, namazı emretmek. Allah teâla ve Takeddes hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz.  Seni biz rızıklandırırız.
(Güzel) akibet takva (erbabınındır.” Ayetteki (ehline) kavli Celili (çoluk çocuğuna) demektir. Erkeklerin eşleri de bu kavli Çelilin şumülüne girer.
Bir baba çocukların namaz kılmasını emrederken, şayet hanımı namaz kılmıyorsa, ona da emretmesi lazımdır. Çünkü çocuklarından olduğu gibi, hanımından da sorumludur. Kız, baba evinden koca evine gitti mi, artık her şeyisi kocasına aittir.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Komşu Kötü İse Ne Yapmalı
Bu soruya cevaben deriz ki: Asıl mesele, kötü komşu ile geçinmektir.
İyi komşu ile herkes geçinir.  İkramım ve iyiliğini gördüğü komşusuna herkes ikram eder, herkes iyilikte bulunur. Marifet kötü komşuya ikramda bulunmaktır. Kötü komşuya nasıl davranmalı? Yahut kötü komşu ile geçinmek nasıl mümkün olur?
Ondan gelen veya gelmesi muhtemel eziyetlere, sataşmalara sabır ve tahammül göstermek suretiyle mümkündür. Yoksa az önce söylediğimiz gibi iyi komşu ile faydasını gördüğün komşu ile herkes geçinir.  Asıl mesele, asıl marifet kötü komşuyu yola getirmek, onu irşat ve ıslah etmektir.
Sonra, komşunun ufacık, bir hatasını büyütüp mesele haline getirmek, bir Müslümana yakışmaz. Bu kadar eften püften, fındıkkabuğu doldurmayacak şeyleri mesele yapıp komşuya hakaret etmek, onunla kavgaya tutuşmak, ona saldırmak doğru değildir. Komşudan gelen bu ufacık zararları ve tedirginlikleri geçiştirmenin de elbette ki bir çaresi vardır. Ona münasip bir lisanla rahatsız olduğunu, yaptığı hareketlerden tedirgin olduğunu izah edersin. O da utanır, sıkılır ve hatalarını bir daha tekrar etmez, seni rahatsız edecek davranışlardan şiddetle kaçınır. Demek ki bütün mesele, sabır ve tahammül meselesidir. Mesele katlanabilmektedir.
Katlanabilirsen kötü komşu ile bile iyi münasebetler kurabilirsin. Ufak tefek hataları büyültmezsen iyi komşu olabilirsin. Komşunun suçunu af etmek, ona karşı duyduğun kin ve nefretleri unutabilmek, öfkeleri yutabilmek, senin için bir Müslüman olarak başarması önemli olan hususlardandır.
Böyle yaparsan mükâfat alırsın. Cenap-ı Hak, ihsan ve ikramda bulunan, varlıkta da darlıkta da sabretmesini bilen, insanların suçunu bağışlayan, onlara karşı duyduğu öfkeyi yuta-bilen, kişileri Kur’an’da övmüştür. Onlar için yer ve gökler kadar genişliği olan cenneti hazırlamıştır. Bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Rabbinizin mağfireti ne ve takva sahihleri için hazırlanmış olan cennetteki eni göklerle yer (kadardır)  koşuşun. Onlar (o takva sahihleri) bollukta ve darlıkta in-fak edenler, öfkelerini yutanlar, insanları kusurlarından af ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.”
İnsanları af edip onlara karşı öfkelerini yenenler bu kadar büyük bir mükâfata nail olurlarsa, komşularının kusurlarını af edip onlara varlıkta da darlıkta da infak eden, iyilikte bulunan kimseler, elbette ki bundan daha büyük bir mükâfata ve ecir nail olurlar. Onun için komşudan gelecek eziyetlere tahammül göstermek lâzımdır.
Onu iyilikle mahcup etmek, yaptığı kötülüğü yüzüne vurmamakla efendilik göstererek ona insanlık örneği vererek utandırmak gerekir. İşte kötü komşu ya böyle davranılırsa, kısa zamanda yaptığına pişman olur, çok geçmeden gelip özür beyan eder ve bağışlanmasını ister. Biz böyle komşuları çok gördük. Kötü komşuya kötü davranılmaz…
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
İslamiyet’te Anne Kız İlişkisi
Toplumun gerçek anlamda oluşması ve milletin arzu edildiği şekilde gelişmesinde annelerin rolleri pek büyüktür. Görevini ve sorumluluğunu bilen akıllı annelerle oluşan toplum, huzurlu bir toplum olur. Çünkü iyi ve akıllı anneler iyi çocuklar yetiştirirler. İyi çocuklardan oluşan toplum ise huzurlu ve müreffeh bir toplum olur. Müreffeh bir toplumdan oluşan millet ise kolay kolay parçalanmaz, yenilmez ve sırtı yere gelmez .
Sağlam bir yapıya sahib olan milletlerin tarihi boyunca yıkılmadığı, kolay kolay yenilmediği meydandadır. Ecdadımızın asırlar boyunca dünya hükümdarlığını yapmaları, dört kıt’ada at oynatmalarının başlıca sebebi, iyi annelerdir. O iyi anneler; alimler, şeyhul-islamlar, vezirler, akıllı hariciyeciler yetiştirmişlerdir.
imanlı ve ahlaklı çocuklar yetiştirmişlerdir. Topluma gereken çeki – düzeni böylelikle onlar vermişlerdir. Bundan da anlıyoruz ki, bir toplumun hatta milletin temel taşı olan annelerin mevkisi ve önemi çok büyüktür.
Görevleri de, işgal ettikleri mevkilerle orantılıdır. Yani “görevleri de o nisbet de ağır ve büyüktür. Bilhassa kız evlatlarına karşı. Kız evlatlarına karşı yüklendikleri görevi hakkıyla ifa etmelidirler..
Yılın annesini seçiyorlar. Gazetelerde okuyorsunuz ve görüyorsunuz. Asıl yılın annesi olmağa hak kazanacak olan anneler, kızlarını iyi yetiştiren anneler olmalıdır. Toplum ve millete, iffetli, ismetli, namuslu, terbiyeli, fazilet li, ve vefakâr kızlar, kocasına sadık kadınlar yetiştiren anneler olmalıdır. öyle üç nutuk atmak, yahut bir kaç dergi ve gazetede makaleler yazmak ile kadın yılın annesi olamaz! Olmamalıdır da..
Yılın annesi olarak, çocuklarım bilhassa kızlarını iyi yetiştiren onları topluma gerçek manada kazandırabilen anneler seçilmelidir ve bunlar herkese, bilhassa hemcinsleri ne örnek gösterilmelidir ki, toplumda iffetli ve ismetli, ahlâklı ve faziletli kızlar yetişsin. Ve bu suretle geleceğin anneleri böyle mükemmel hanım kızlardan oluşsun.
Bu da az önce arz ettiğimiz gibi Annekız münasebetlerinin iyi ve mükemmel olmasına bağlıdır.O ilişkilerin neler olduğunu da anlatmış bulunuyoruz. Allah bu hususta her annenin yardımcısı olsun. Amin.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Baba’nın Evlat Üzerindeki Sorumlulukları
Babanın üzerinde de, evladın haklan sayılmayacak kadar çoktur.  Her şeyden önce çocuk doğar doğmaz, haftasında kulağına ezan okutup ona güzel bir ad koyması gerekir. Haftasında kulağına ezan okutarak ona güzel bir ad koyar.
Güzel ad denince, bundan Islami bir isim kasd edilir. Konulan isimlerin mutlaka bir anlamı olması lâzımdır. Çocuklara daha çok İslâm büyüklerinin adlan konmalıdır. Bizler maelllesef  “Kaya”  ve benzeri anlamı olmayan isimlerin çokça koruduğu bir devirde yaşıyoruz. Onun için buna çok dikkat etmemiz gerekmektedir, isim takarken mutlaka İslâmî bir ismin konmasını gerçekleştirmeliyiz.
Gençlerin bu babtaki düşünceleri çok daha başka oluyor. Onlar bir çok duyulmamış isimler Buluyorlar ve yahut uyduruyorlar.  Onlanri dileklerini münasip bir dille kabul etmemek, red etmek gerekir.
Onlara; kırmadan, nefret ettirmeden, İslam’dan .  soğutma dan, ismin İslam’da çok önemli olduğunu, konacak ismin İslam’a ve Türk’ün geleneğine uygun düşmesi lâzım’ geldiğini anlatmak, ikna etmek lâzımdır. Peygamber efendimiz bizzat evlatlarımıza güzel isim takmamızı emretmişlerdir. Kötü isimli birini rastladıkları mini değiştirdiği, yerine daha güzel bir ad taktığı da tarihen sabittir.
Bütün bunlar, bizlere, bir babanın, evlatlanrı na özel ve manalı isimle takmasının lüzumlu olduğunu gösteriyor. Evet babalar, evlatlarına güzel adlar takmak, anlamlı isimler koyarak, evlatlarını o isimlerle çağır-malıdırlar. Çünkü evladın baba üzerindeki önemli haklarından birisi de budur. Bu hakkı mutlaka ödemesi lâzımdır, hem de güzel bir şekilde…
Buna dikkat etmezse, gelişi güzel isimler takarsa, yahut anlamsız isimlerin verilmesine göz yumarsa mutlaka sorumlu duruma düşer. Bizden hatırlatmak.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Çocukları, İslam’ın Ulvî Ve Göz Kamaştırıcı Sistem Ve Prensipleri Doğrultusunda Yetiştirmek
Yavrulan, İslam’ın ulvi prensipleri doğrultusunda yetiştirmekte bir anne ve babanın en önde gelen görevlerindendir. Bu da ancak daha küçük yaşta çocuklara dini aşıyı yapmakla mümkündür. İslâm’ın ne olduğunu, nasıl bir din olduğunu yavruların dimağlarına, zihinlerine’ daha küçük yaşta sokmak lazımdır.
Bu beyin yıkama anlamına gelmez. Zaten doğan her çocuk bu fıtrat üzere doğmaktadır. Hatta, hıristiyan, mecusi ve budist çocukları da bu fıtrat üzere doğmaktadır. Onun için asıl fıtratları üzerine yavrulan terbiye edip yetiştirmek bu bakımdan beyin yıkamak ve şartlandırmak manâsı na gelmemektedir.
Şurası da bir gerçektir ki, Allah yalnız müslümanları değil, bütün insanları İslam fıtratı, yani İslamiyet!  kabul ve hazm edebilecek bir yaradılışta halk etmiştir.
Nitekim Cenab-ı Hak Rasûlüllah efendimize hitaben şöyle buyurmuştur: «O halde (habibim) yüzünü bir muvahhid olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir ki, O insanları bunun bedel olamaz. Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Görüldüğü gibi bu ayeti kerime bize bütün insanların İslam fıtratı üzerine yaratıldıklarını – anlatmaktadır..
Bu fıtrata, ayeti kerimede de görüldüğü gibi: «Allah’ın fıtratı» denilmiştir. Demek ki, hıristiyan ve yahudi çocukları dahil bütün çocuklar Allah’ın fıtratı üzerine, yani İslâm fıtratı üzerine yaratılmışlardır.  öyle ise bir anne ile bir babanın vazifesi, doğan çocuğu yetiştirmektir. Onlarla daha küçük yaşta, ilgilenmektir. İlerde de temas edeceğimiz gibi, onları dini bilgilerle teçhiz etmektir. İslam’ın akıllara hayret verecek o pek geçerli prensipler altında büyütüp yetiştirmektir.
Böyle yaptıkları takdirde, analık ve babalık görevlerini ifa etmiş olurlar. Günde hiç olmazsa bir veya iki saat çocuğu ile meşgul olmayan baba ve anneler şunu iyi bilsinler ki, yavrularını ihmal etmiş sayılırlar. Bunup. vebalı ve günahı da afv edilmeyecek kadar büyüktür. Bu konuya ileride daha geniş şekilde temas edeceğiz inşaallah!
Ana ve babasına karşı görevini yapmayan evlatlar, nasıl büyük bir vebal ve günah altına giriyorlarsa, çocuklarına dini öğretmeyen ana ve baba da öyle büyük bir vebal ve günah altına girerler. Onlara dünya hayatındaki refah ve
saadetlerini ede etmek için istikbal hazırlamaları, onları bü ve-baldan katiyen kurtaramaz. Şurası da bir gerçektir ki, onlara dünya hayatına ait olan istikbalden çok, ahret  istikbalini hazırlamak lazımdır. Çünkü asl olan dünya hayatı değil, ahiret hayatıdır. Zira dünya hayatı fanidir, ahiret hayatı ise bakidir. Takva’ya erenler için ahiret hayatı dünya hayatından daha iyi olduğuna dair Kur’anda âyetler mevcüddur.
Sonra, çocukları dünya’ya, hazırlayıp da ahiretlerini ihmal ettik mi, bunun hesabını vermek mecburiyetinde kalırız. Eğer anne ve baba mensubu bulundukları dini bilmiyorlarsa -ki bunu bilmemek büyük bir günahtır-. Bir hoca tutup hem kendileri hem de evlatları, dinlerini bu hocadan öğrenirler. Böylece müslümanİiğın ana prensiplerini tatbik ederler.
Aklı başında olan her anne ve baba bundan katiyen feragat edip vazgeçmez. Ne yapıp yapıp dinlerini öğrenirler. Evladları’na da öğretirler. Bir yandan kendileri vebaldan kurtulurken, bir yandan da yavrularını gerçek istikbala hazırlamış olurlar.
O istikbal öylesine yararlı bir istikbâl dir ki, kendileri bu fani hayata gözlerini kapadıktan sonra dahi o istikbalden faydalanırlar. Çünkü Allah’ın Rasûlü sallellahu aleyhi ve sellem cari sadakaları sayarken hayırlı evladı da onlar arasında zikretmiştir. O salih evlat ebeveynine dua ettikçe, onlar namına hayır ve hesanat ta bulundukça kabirdeki anne ve babası bundan azami derecede yararlanır.
Salih evlad kimdir? Salih evlad: İslâm’ın kendisine öğretildiği ve tatbik ettirildiği kimsedir. Evet Müslüman lığı tam manasıyla öğrenip tatbik eden kimseye salih evlat denir. islamı böylesine öğrenip tatbik eden kimse, ölen anne ve babasını unutur mu hiç? Buna imkân var mıdır?
İşte Salih evlat, ölen anne ve babasını katiyen unutmaz. Onları daima hayırlı dualarla anar, ruhuna Kur’an okur veya okutur. Ruhunun şad olması için devamlı hayırlar yapar. Hayır müesseselerine yardım eder.
Ölen annesi ve babasının afv ve mağfuriyeti için durmadan Allah’a yalvarır hele beş vakit namazlardan sonra onları katiyen hatırdan çıkarmaz, kendi nefsi için dua ederken Anne ve babası akraba ve yaratanı için de, hatta bütün mü’min kardeşleri için de dua eder. İşte, hayırlı evlat yetiştirmenin faidesi budur!
Öldükten sonra bile böyle bir evlattan dua alır, yarar görür.  Ölmezden önce itiatını,  hizmetini gördüğü evlattan öldükten sonra da yararlanmak kişi için çok büyük bir bahtiyarlıktır!. Bu bahtiyarlığa ermek isteyen anne ve baba, çocuklarını iyi yetiştirmeli, İslam’ın ulvi esaslarını onlara öğretmelidirler. Ne mutlu böyle olan anne ve babalara!
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Ergenlik Çağına Gelince İslam’ın Diğer Esaslarını Öğretmek Ve Onları Harfiyen Tatbik Ettirmek
Çocukların, anne ve baba üzerindeki haklarından bir taıîesi de budur. Onlan yedi yaşında namaza başlattıkları gibi, ergenlik çağına erdikleri zaman, hatta mümkünse daha erken, onlara oruç da tutturmak gerekir.
“Çocuk daha küçüktür. Henüz akıl baliğ oldu. Daha oruç tutamaz. Bu yaş da kim oruç tutuyor ki?” gibi sözler sarf ederek, çocuğa orucu aşılamamak, onu büsbütün bu ibadetten soğutmak en büyük cinayettir. Zira çocuğa karşı böyle davranmak, onu manen katil etmek demektir.            :
Bir çocuğun dünyasını imar ederken,  ahiret hayatını tahrip etmek bir anne ve babaya katiyen yaraşmaz. Dini konularda çocuğa acımamak gerekir.. Vakti gelince, bigâne kalmayıp ona sık sık hatırlatmak, islamın göz kamaştırıcı ibadetlerine teşvik etmek ve alıştırmak lâzımdır.
Başkalarını uyarmak, kötü yoldan alıkoymak için «iyiyi emredip kötüden uzaklaştırmak  görevi ile yükümlü  olan mü’minler, bu görevi kendi öz çocuklarına karşı yapmazlarsa daha büyük vebal ve sorumluluk altına girmiş olurlar..
Çünkü bu görevi başkalarına karşı yaparlarken kendi öz evlatlarını ihmal edemezler.  Öz evlatlarına olan sorumlulukları başkalarına nisbet le daha büyüktür. Onun için Ramazan ayı girdiğinde, çocuklarını çağıracak, karşısına alıp onlara öğüt verecektir:
Hayri yavrularım, bak mübarek ay geldi.. Bu akşam hepimiz sahura kalkacağız, oruca niyetleneceğiz.  Akşam, yatsı namazına gidip cemaatle hem yatsı namazını hem de teravih namazını kılacağız.
Orucumuzu sakatlamamak, zedelememek için kimseye sataşmayacağız, elimizi, dilimizi ve bütün azalarımızı kötü hareketlerden alıkoyacağız. Yalnız kendimiz değil, bütün organlarımıza da oruç tutturacağız.. Aksi halde tuttuğumuz oruçtan hiç bir sevap alamayız. Gibi nasihatler la yavrulan uyarmak ve onlara oruç ibadetinin kıymetini, fazilet ve meziyetini ecir ve yararlarını anlatmak bir anne ve babanın başlıca görevi olmalıdır. Bu meyanda çocuklarına şehadet kelimesinin manasını, Hac ve zekât ibadetlerin de önemini anlatmak gerekmektedir.
Hülasa Müslümanlığın diğer bütün esaslarını, öğretmeleri lâzımdır. Helâli de öğretecekler, haramı da. Haram, haramdan kaçmak, helâl da, helâli işlemek için öğretilir. Onun için çocuklar neyi yapacaklarını, neden kaçınacaklarını bilmelidirler. Şurası da bir hakikattir ki eğer babalar ve anneler yavrularına bunları zamanında öğretmezlerse bilsinler ki sorumlu olacaklardır. Cezalarını daha dünyada iken göreceklerdir.
Eğer dünyada görmezlerse mutlaka ahirette göreceklerdir. Allah’ın huzurunda! hesap verirken buram buram terleyeceklerdir. Böyle korkunç akıbetlere maruz kalmamak için, anne ve baba şimdiden tedbiri almalı, evlatlarına karşı gereken görevlerini yapmalıdırlar. Ancak bu suretle evlatlarının, kendileri üzerinde ola haklarını ödemiş olurlar. Allah onların ve hepimizin yardımcısı olsun. Amin.
Dini Bilgiler Verilen Vaaz Ve Konferanslara Götürmek
Çocukları dini alanda yetiştirmek, dini bilgilerle teçhiz etmek için onları sık sık vaaz ve konferanslara götürmek lâzımdır. Çünkü böyle toplantılarda çocukların dini, millî kültürlerini artıran konuşmalar, sohbetler yapılır. Bu verilen konferanslardan yavrular çok yararlanırlar:
Bilgileri, görgüleri artar. Güzel konuşmayı öğrenirler. Toplumda nasıl hareket edeceklerini, kimlerle oturup kalkacaklarını, kimlerle sohbet edeceklerini, kimlerle gezeceklerini öğrenirler. Adap-ı muaşeretin ne demek olduğunu, İslâm’da edebin yerini, nezaket kaidelerinin ne olduğunu yine o toplantılarda öğrenirler..
Bu gibi yararlı sohbetlere ve toplantılara çocuklar alıştırılırsa, ana ve babanın görevleri de bir ölçüde hafifletilmiş olur. Vaaz ve konferanslarda öğrendiklerini uyguladıkça, babaların ve annelerin içi sevinçle dolup taşar. Önceden kızdıkları çocuklar sonra kendileri için birer iftihar vesilesi oluverir. Onları sevmeğe hatta onlarla iftihar etmeye başlarlar.
Bu arada tabi ki evdeki huzursuzluk da gider. Karı-koca arasında çocuk kavgası da olmaz. Evdeki halk bütünüyle mutlu olur. Onun için çocukların bu yönünü de ihmal etmemek lâzımdır. Onları faydalı toplantılara ve sohbetlere göndermek ve yetiştirmek lâzımdır. Bu da yukarıda temas ettiğimiz gibi bir anne ve babanın görevidir.  Onların sosyal yönleri ile de ilgilenmeleri lâzımdır: Aksi halde çocukları kendilerinden kopar. Bunun örneklerini geçmiş sahifelerimizde fazlasıyla verdik.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Ana Ve Baba’ya İtaat Etmenin Fazileti
Buraya kadar, ana ve babaya isyan etmenin, başkaldırmanın ne kadar büyük bir günah olduğunu, ne gibi huzursuzluklara sebebiyet vereceğini izah ettik. Şirk’ten sonra en büyük günahın ana-babaya asi gelmek olduğunu da anlattık ve bunu sahih hadisleri serd ederek isbat ettik. Şimdi ise, onlara itaat etmenin, gönüllerini hoşnut etmenin, kalplerini kazanmanı faziletinden söz edeceğiz.
Şurası bir gerçektir ki: yapılan hiç bir iyilik karşılıksız kalmaz. Hele bu iyilik, ihsan ve ikram, itaat ve ihtiram ana-baba gibi çok değerli kişilere karşı yapılmış ise, karşılığında alınacak sevab ve mükâfatın haddi ve hesabı olmaz. Yani sonsuz sevab  ve mükâfatlar elde edilir.
Onlara karşı yapılacak iyiliğin karşılığının ne olduğunu isterseniz gelin hep birlikte Allah’ın Resûlü  Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu aleyhi ve sellemin dilinden dinleyelim. imam Buharı ve Müslim İni Mes’ud (r.a.) dan: “Rasulüllah  sallellahu   aleyhi ve selleme şöyle sordum”
Allahın en çok sevdiği amel hangisidir?
Şu cevabı verdiler
—        Vaktında  kılınan namaz!
—        Sonra hangisidir?
—        Ana ve bahaya yapılan iyilik..
—        Sonra hangisidir?
—        Allah yolunda savaşmak.
Bu hadisi şerifi, dikkatle incelediğimizde görürüz ki, ana ve babaya yapılan iyilik ve hizmet cihaddan  da üstündür. Çünkü fazilet ve derece sıralamasında namazdan sonra gelmiştir. Yani namazdan sonra ikinci sırayı işgal etmiştir. Binaenaleyh ikinci sırayı işgal eden bu pek önemli görev evlatlar tarafından katiyen ihmal edilmemelidir..
îmanı  Müslim’den :  “Bir adam Allah’ın Rasûlü sallellahu aleyhi ve selleme gelip şöyle dedi.”
—        Allah’tan bir ecir dilemek üzere, hicret ve cihat babında sana biat ediyorum.
Peygamber aleyhisselam  şöyle buyurdu :
—        Ana ve babandan sağ olan biri var mıdır?
Evet her ikisi de hayattadır.
—        Allah’tan bir ecir istiyor musun?
—        Evet!
Ana ve babana dön ve onların  gönlünü yapmağı başar (onların hizmetinde bulun.) Çünkü cennet onların ayaklan altındadır. Görüldüğü gibi bu bahis, ana ve babaya yapılan iyiliğin, itaat ve ikramın derecesini anlatıyor. Yukarda da arz ettığimiz gibi, ana ve babaya yapılan hizmet, cihattan üstün sayılıyor. Bu hizmeti hakkıyla ifa eden bir kimse, Allah yolunda savaşan kimse gibi ecir almaya hak kazanıyor.
İmam Ahmed  nakl etmiştir
“Kim ömrünün uzamasından ve rızkının çoğalmasından hoşlanırsa, ana ve babasına iyilik yapsın. Akrabasını ziyaret edip (onunla  alakayı kesmesin.” Demek ki ana ve babaya itaat etmek, ömrün uzamasına ve rızkın da genişleyip çoğalmasına sebep olmaktadır.
Bu doğrudur: Çünkü anne  babasına itaat edip onların rızasını kazanan inşanın içi huzur içinde olur. Üzüntü duymaz. Sinir, sistemleri bozulmaz. Sinirleri sakin olduğu için fevkalade mutlu olur. Bu mutluluk ta tabii ki beden ve ruh sağlığını temin eder. Bedenen ve ruhen rahat ve salğam olan kişinin ömrü, eceli gelip çatıncaya kadar rahat ve huzurlu geçer. Hiç şüphe yok ki bu, bir nevi ömür uzaması demektir.
Peygamber sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz buna işaret buyurmak istemişlerdir.
O, Aynı zamanda Ruhların ve kalblerin  tabibidir de: İnsan ruhunun neden hoşlanacağını, kalbinin neden zevk duyacağını  pek iyi bilmiştir ve ümmetine ona göre tavsiyelerde bulunmuştur. 14 asır önce buyurduğu bu sözü büyüklüğü karşısında inşan adeta eriyor.
Ne muazzam bir keşif bu?
Ne yerinde bir teşhis bu!
Sonsuz salat ve selam onun ruh-i pakına olsun!.
Rızkının genişleyip çoğalmasına gelince:
Bu da gerçektir. Nasıl  ya’ni?
İzah edelim:
Çünkü ana ve babaya hakkıyla hizmet eden kişi, evinde ve ailesi yanında, çoluk çocuğun içinde huzurlu olur. Yalnız anne ve babasının değil, komşuların ve diğer müslüman  kardeşlerinin de teveccühünü kazanır. Bu durum onu sonderece  mutlu kılar. Mutlu olan insan hiç şüphe yok ki sağlam bir bünye ve sağlam bir kafaya sahip olur. Sağlam bir kafa ve güçlü bir bedene sahip olan insan ise çalışmaktan bıkmaz. Çalıştıkça çalışmak ister. Yorulmak nedir bilmez.. Yorulmadan çalışan, didinen insan tabii ki çok kazanır, çok kazananın da, Rasûlüllahın  buyurduğu gibi, rızkı bol olur. O kadar bol bir rızka, sahip olur ki O rızık kendisine de, yakınlarına da, komşularına da yeter.
İşte ana ve babanın kalbini kazanmanın fazileti, meziyeti budur.
Böyle bir fazileti elde etmek, böyle bir dereceyi kazanmak, böyle bir mertebeye’ ermek isteyen kişi, ana-babasından  ayrılmasın, onlara hizmet etsin, hatta kardeşleri ile onlara hizmet hususunda âdeta yarış yapsın. Ve onların kalblerini  kazansın.
Dualarını alsın. Himmetlerine mazhar olsun. Manevi feyizlerini hak etsin. Çünkü o hizmet ettikçe onların duasını alacak. Onların duası ise müstecebtir.
Müsteceb  olan (yani makbul olan) duayı, kim almak istemez.
Anne ve babanın duası hakkında ileride geniş bilgi yereceğimiz için bu konuyu burada bitirelim, şöyle dua ederek:  Allah bize, ebeveynimizi sevdirsin! Muradımıza erdirsin…
Onları saydırsın. Onlara gereği gibi hizmet etmeğe  gönüllerini almağa bizleri muvaffak kılsın.. Onları gücendirmekten, öfkelendirmekten bizi korusun. Kalblerimizi  onlara hizmet aşkı ile doldursun.. Evladlanrımızı da salih  kılsın. Evladlan  olmayanlara salih  birer evlâd  ihsan etsin. Amin!
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Ana - Baba’ya Başkaldırmanın Vebali Ve Cezası
Büyük günahlardan bir tanesi de ana-babaya asi gelmek ve onları dinlememektir. sahiheyn (Buharî ve Müslim) de şöyle varit olmuştur:
“Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah’a şerik (ortak) koşmak.  Ana-babaya asi gelmek”
Ana-babaya asi gelmek, şirke yakın büyük bir günah olduğu için, Rasûlüllah efendimiz büyük günahları sıralarken şirkin ardından hemen bunu zikretmişlerdir.
Yine Buharî ile Müslim rivayet etmiştir. Ebu Bekr (r.a.) dan:
Allah’ın Rasûlü sallellahu aleyhi ve sellem buyurdular: «Size büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi? -Üç kere dedi-
Evet, ey Allah’ın Rasûlü, dedik. “Allah’a ortak koşmak.. Ana-babaya asi gelmek!”dedi.
Bir yere dayanmışlardı, oturdu ve doğruldu, sonra şöyle buyurdu: “Dikkat edin! Yalan söz. (Yalancı şahitlik etmek).” Bu sözü o kadar tekrar etti ki, nihayet «Ah keşke sukut buyursa.» dedik. İmam Buharî rivayet etmiştir:
Rasûlüllah sallellahu aleyhi ve sellem’e büyük günahlardan, sorulduğunda, şöyle buyurdu: «Allah’a ortak koşmak.. Ana-babaya asi gelmek, İnsan öldürmek.. Yalan yere şahitlik etmek”. Bu hadiste de anne-babaya asi gelmek, Allah’a ortak koşmaktan sonra zikredilmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki ana babaya asi gelmek şirke yakın büyük bir günahtır.
Ana – Baba’ya Sövdürmek
Kişi, kendi anasına ve babasına sövdürmemek ı için, hiç kimsenin ana ve babasına sövmemesi gerekir. Çünkü kendisini birinin an asma veya babasına hakaret eder veya söverse o da kendi anasına veya babasına hakaret edip söver. Onun için sabır ve tahammül göstererek, gayet soğuk kanlı davranarak kimsenin annesine veya babasına küfretmemesi lâzımdır. Aksi halde aynı küfür ve hakaretleri karşı taraftan duyar ve bu süratle annesine veya babasına küfür ve hakaret ettirmiş olur. Onun için buna çok dikkat etmek, ufacık şeylere öfkelenip kimsenin anasına veya babasına hakaret edip sövmemek gerekir.
Şimdi bu hususta da Allah’ın Rasûlü sallellahu aleyhi ve sellem  efendimiz hazretlerini dinleyelim. İmam Buharî ve Müslim Rivayet etmişlerdir-, Allah’ın Rasûlü sellellahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
«Kişinin anne ve babasına lanet etmesi, büyük günahların en büyüğündendir.»
Denildi ki :
— Kişi, annesine ve babasına nasıl lanet eder?  şöyle buyurdular: “Bir adamın babasına söver, O da onun babasına söver.. Anasına söver o da onun anasına söver.”
Nisaî, El-Bezzera ve el-Hakim rivayet etmişlerdir.-“Üç kimse vardır ki Allah kıyamet gûnü onların yüzüne bakmaz:
1)        Ana ve babasına asi gelen,
2)        Devamlı şarap (ve içki) içen,
3)        Yaptığı her hangi bağışı başa kakan.
Şu üç kimse de cennete giremez:
1)        Ana ve babaya asi gelen,
2)        Deyyüs olan kimse,
3)        Kadınlardan kendisini erkeklere benzeten.
Bu hadislerde de Anne ve babaya sövdürmenin çok büyük bir günah olduğu anlatılmıştır. El-Hakim’den: “Dört kimse vardır ki Allah’ın onları cennetine koymaması, ve nimetini tattırmaması Hakkıdır:
1)        Devamlı içki içen…
2)        Riba yiyen…
3)        Haksız yere yetim malı yiyen…
4)        Ana ve babasına asi olan.”
Bir adam Allah’ın Rasûlü  ne gelerek dedi ki:
— Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’tan başka hiç bir ilah bulunmadığına, senin de Allah’ın elçisi olduğuna şehadet getirdim.
Beş vakit (namazı) da kıldım. Malımın zekâtını da verdim.Ramazan orucunu da tuttum. Rasûlüllah (onu dinledikten sonra) şöyle buyurdu:
“Kim bu hal üzere ölürse -Ana ve babaya asi gelmedikçe- kıyamet gününde Nebiler, sıddıkler, şehitler ve salihlerle  -iki parmağını dikerek- böyle olur.”
bini Hibban’m nakl ettiği diğer hadiste ise şöyle buyurulur :  ”Allah, ana ve babasına söven kimseye lanet etmiştir
Bu, ve benzeri hadisler Anne-babaya sövmenin veya sövdürmenin, onlara karşı gelmenin veya hakaret etmenin ne kadar ağır bir vebalı mucip olduğunu göstermektedir. Onun için ana-babaya hakaret etmemek, onlara sövmemek ve sövdürmemek gerekir.
Onları hoşnut edemiyen  kimse cidden bedbahttır. Suçludur. Bu suçunun cezasını mutlaka çekecektir. Böyle bir kimsenin Allah korusun, imansız gitmesinden korkulur. Bu sözümü teyid ve te’kit edecek bir kıssayı burada anlatmakla konuya daha aydınlık kazandırmış oluruz..
Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a.) dan:
Peygamber sallellahu  aleyhi ve sellem ile birlikte idik. Bir adam geldi ve dedi ki:
— Bir genç Var… Can çekişiyor.. Kendisine teyhid kelimesi telkin edildi. Fakat bir türlü dili dönmedi. Şahadet getiremedi
Peygamber aleyhisselam buyurdu ;
“Namaz kılar mıydı?”
— Evet!Bunu duyar duymaz Allah’ın Resûlü  hemen ayağa kalktı, biz de kendileri ile birlikte ayağa kalktık. Doğru O gencin (evine! gittik. Ve Yanına girdi
Gence
—        Haydi (La ilahe illellah) de, dedi.
—        Buna gücüm yetmiyor, söyliyemiyorum.
—        Neden?
O anda biri ayağa fırlayıp şöyle konuştu
—        Bu annesine asi gelmiştir,.
Peygamber aleyhisselam buyurdu
—        Pekâlâ annesi sağ mıdır?
—        Evet!
—        Derhal çağırın, buraya gelsin] buyurdu.
Hemen çağırdılar ve kadın -i saadete geldi…
Peygamber aleyhisselam kadına sordu
— Bu genç senin oğlun müdür?;
Kadın.
—        Evet, dedi.
Peygamber aleyhisselam; şöyle buyurdu
—        Biz şimdi buraya büyük bir ateş yaksak, ve sana
“Bu oğlunu afvedip şefaat edersen, onu salıvereceğiz, aksi takdirde onu bu ateşte yakacağız!” dersek, sen oğlunu affedip şefaat eder misin?
—        Tabii ederim!
—        Öyle ise, haydi bakalım, bu oğlundan razı olduğuna dair, Allahı  ve beni şahit göster!
Bunun üzerine kadın şöyle haykırdı
—        Allahım, seni ve Rasûlünü oğlumdan razı olduğuma dair şahit gösteriyorum! |
Ondan sonra Allah’ın Rasûlü  gence dönerek
—        Haydi ey genç, Allah’tan başka hiç bir ilah bulunmadığına, bir olduğuna, ortağı bulunmadığına  Muhammedin  de onun kulu ve Resülü   olduğuna şehadet  getir! dedi.
Genç hemen kendisine telkin edilen bu şahadet kelimesini gayet kolaylıkla hiç zorluk çekmeden söyledi.  Onun bülbül gibi şehadet  kelimesini söylediğini gören peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu
“Bu genci cehennem ateşinden kurtaran Allah’a hamd olsun.”
Bu kıssada adı geçen gencin (Ilkıma) adamda bir genç olduğu söyleniyor.
Ilkıma, aslında son derece dindar bir genç imiş.. Namazını kılar, orucunu tutar zekâtım verir, hülâsa Islâmın  bütün icablarını yerine getirirmiş. Amma her nedense bir türlü annesini kendisinden razı edememiş.Bazdan buna sebebe, hanımı olduğunu söylemişlerdir.
Annesini bir türlü kendinden hoşnut edemediği için bu hal başına gelmiş. Eğer son nefesinde Allah’ın Resülü  sallellahu  aleyhi ve sellem imdadına yetişmeseydi, az kaldı, imansız gidecekti. Yani Annesine olan isyanı onu imanından edecekti.
Biz bu sebeble  kıssayı nakl etmeden önce, bu kıssanın son dere manidar ve ibretsiniz bir kıssa olduğuna dikkati çektik. Bu kıssa hakikaten çok manidar ve ibretamiz dir.
Demek ki ana babaya asi olan kimseyi, ne namazı, ne orucu, ne zekâtı ve ne de diğer ibadetleri katiyen kurtaramıyor. Biz bu kıssadan bunu anlamış bulunuyoruz.  Kendi hayatımızda inşallah bu kıssa bir ışık olur da aydınlığında anamıza ve babamıza hürmetkâr oluruz…
Bir kıssa daha : Bu kıssayı, eEisfihanî ve diğerleri rivayet etmişlerdir.
Aynı kıssayı Ebul-Abbas el-es’am da Hadis hafızlarından oluşan kalabalık bir topluluk içinde anlatmış ve içlerinden hiç kimse ona itirazda bulunmamıştır.
Kıssa şu :
Avvam b. Huşab dedi ki:
Bir mahalleye gittim.  O mahallenin tam yanında bir kabristan vardı.
  Kabristandan bir kabir açıldı. İçinden, başı merkep başı, cesedi insan cesedi olan bir adam çıkıverdi. Üç kere (eşek) gibi anırıp tekrar kabrine girdi ve üstü kapandı. Etrafa şöyle bir bakındım. Yün eğiren yaşlı bir nine gözüme ilişti.
Yanında oturan başka bir kadın kendini tutamadı şöyle konuştu :
—        Bu nineyi görüyorsunuz ya?
—        Ne olmuş ona? diye sordular.
—        Az evvel kabirden çıkıp da merkep gibi anıran adam var ya işte bu kadın onun annesidir.
—        Pekâlâ bu adamın, ölmeden önceki hali ne idi?
—        İçki içerdi.  Annesi de buna çok kızardı. Ve durmadan şöyle nasihat ederdi :”Oğlum, ne zamana kadar içeceksin? Sen Allah’tan’ korkmaz mısın hiç?”
Annesi ona böyle öğüt verdikçe o annesine sıkılmadan şu'”karşılığı verirdi : “öyle merkep gibi niye anırıp duruyorsun?”  Bir ikindi vakti idi, adam öldüğü zaman.  İşte o gün bugün, her ikindi vakti bu adam kabrinden çıkar, üç kere merkep gibi anırdıktan sonra, tekrar kabrine girer ve üstü kapanır. işte anaya hakaret etmenin cezası!  işte anaya ve babaya “bunak!” diye bağıranların çarpılacağı ceza!
Bu ve benzeri cezalar, yarın mahşer günü, mahşer halkı yanında rezil olduktan sonra cehenneme girip, ateşinde cayır cayır   yanmak cezası yanında hiçtir.
Evet ana ve babaya asi gelenleri kıyamette büyük ve elim bir azab beklemektedir, cayır cayır yakmak için. Rasûlüllah sallellahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurmuşlardır :
«Mi’rac gecesi cehennemde ateş ağaçlarının dallarında asılmış olarak elim bir işkenceye tabi tutulan bir takım insanlar gördüm. Cebrail Aleyhisselam’a sordum:
—        Kim bunlar?
—        Bunlar, dünyada anne ve babalarına söven kimselerdir!, diye cevap verdi.”
Bu hadis, anne ve babaya şovenler hakkında çok korkunç bir haber vermektedir.
Evet anne ve babaya hakaret, edip incitenler, ruz-i mahşerde cehennemde ateş ağaçlarının dallarına asılacaklar ve orada yandıkça yanacaklardır.
Bundan büyük ceza olur mu?
Bundan ağır işkence olur mu?
Eğer biz, böyle bir azab tan korkuyorsak -ki elbette korkarız- ana-babamıza itaat edelim, onları hoş tutalım, gücendirmiyelim, incitmeyelim. Onların dileklerini yapalım, emirlerini de harfiyen yerine getirelim, Ancak bu suretle azan ve ikabtan kurtulabiliriz. Bu suretle ak alınla hesab verebiliriz. Ancak bu suretle Peygamber aleyhisselâmın  şefaatına  mazhar olmaya hak kazanabiliriz.
Yine şöyle rivayet edilmiştir :
“Anne ve babasına asi gelen, onların sözünü dinlemiyen  kişi ölüp kabre defn edildiği zaman, kabir vücudunu öylesine sıkar ki, kaburgaları birbirine geçer .”
Sen ana-babana itaat edip iyi bakarsın, Allah sana uzun ömür verir ve sana bir ömür boyu itaat edecek, sözünü dinleyecek salih  bir evlât ihsan eder.
  Sen, anne ve babana gereği gibi bakmaz, onları hakaret yağmuruna tutarsan, elbetteki  Allah da senin Ömrünü kısaltır ve sana kıyamete kadar çektirecek olan, çok çirkin huylu ve sert bakışlı serkeş bir evlat ihsan eder. O çocuk ölünceye dek seni perişan eder. Sana ak ile karayı seçtirip. Sana iyi bir gün göstermez. Ya hakaret eder, yahut da döver, dövmezse de söver.  Böylece anne ve babana yaptıklarının cezasını, daha ölmeden dünyada iken Allah sana verir.
Çünkü evlatların senin ana-babana reva gördüğünün aynısını hatta fazlasını reva görür.
El-Hakim ve El-Isfehanî’nin nakl ettiği bir hadis:
“Allah günahların cezalarından dilediğini kıyamete kadar erteler. Fakat Ana-babaya olan isyanın cezasını asla! Onu sahibine, ölmeden önce daha dünyada iken verir.” Bu hadiste bize ana-babaya yapılan isyanların ve kötü davranışların, sert bakışların dünyada cezasız kalmayacağını, Ölmeden önce sahibinin muhakkak o cezaya çarptırılacağını pek açık bir şekilde ifade etmiştir.
öylese  aklımızı başımıza alalım. Yaptıklarımızın karşılığım, evlatlarımızdan muhakkak göreceğimize inanalım da anne ve babamızı hoş tutalım,
Burada çok ilginç bir kıssayı anlatmadan geçemiyeceğim.
Kıssa şu : Bir adamın hanımı durmadan kaynanasını oğluna şikâyet edermiş..
Annen şöyle yaptı, böyle yaptı.. Şunu dedi, bunu dedi, diye.. Adam artık onun dırdırından usanmış.. Bir gün kendi kendine karar vermiş annesinden kurtulmağa bir yol aramış.
Nihayet onu bir çuvala koyarak sırtına almış, epey yürüdükten sonra soluğu bir uçurumun kenarında almış.. Orada oturmuş.. Düşünmüş, taşınmış annesini o uçurumdan yuvarlamaya karar vermiş. Ve annesini çuvalla birlikte o uçurumdan aşağı yuvarlamış.
Annesinin öldüğünü sanan o bedbaht eviad, tam bir sevinç içinde oradan uzaklaşırken, arkadan-gelen bir sesle irkilmiş.
O gelen ses, hiç de kulağına yabancı gelmemiş; Annesinin sesi idi. O:
Oğlum bi şey unuttun
—        Hayır anne, bir şey unutmadım!
—        Unuttun, unuttun! iyi düşün!
Bunun üzerine bedbaht evlam düşünür.  Düşünür.  Fakat hiç bir şey hatırlayamaz. Nihayet dayanamaz; her zamanki kaba ve sert çıkışı ile annesine bağırır :
—        Şöyle bakalım, neyi unutmuşum!
Zavallı ârine.  Her zamanki müşfik edasiyla konuşur;
—        Çuvalı oğlum, çuvalı unuttun!
—        Alaylı bir tarzla:
—        Ben senin gibi bir anneyi Unuttuktan sonra, çuvalı ne yapayım?
—        Yavrum, öyle deme; o mutlaka sana bir gün lazım olur
—        Nasıl ya’ni?
—        Bir gün evlatların, senden aynen böyle kurtulmak isteyecekler.. Belki seni’koyacak bir şey bulamazlar. Gün ola, harman ola, Bu çuval onlara lâzım ola.
Annesinin bu anlamlı ve çok ibretamiz sözünü duyunca, birden içini bir pişmanlık ” Sarar, koşa koşa aşağıya iner, annesini kaldırır, elini ve ayağım öper, bağrına basıp doğru eve götürür. Ondan som ra bir daha annesine asi gelmez.
Hanımına da o çok ibretli sözü nakl eder. Kadın da yaptıklarına pişmanlık duyar; kayınvalidesinden özür diler. Tıpkı kocası gibi hürmet etmeğe koyulur. Yaşlı kadın ölünceye kadar, huzurunda el-pençe dururlar, hizmetinde küsur etmezler.ve İşte bizim bu kıssa’dan alacağımız hisse büyüktür!   hem de çok büyük.     .
Biz ebeveynimize nasıl davranırsak evladlarımız da bizlere öyle davranırlar. Onlara hürmet edersek, hürmet görürüz. Eziyet edersek evladlarımızdan bizde eziyet görürüz. İkram edersek ikrama kavuşuruz, İsyan edersek, daha feci ve daha korkunç bir isyanla karşılaşırız.
Bakınız Allah’ın elçisi Hazreti Muhammed Mustafa sallellahu teâlâ aleyhi ve sellem bizleri ne güzel uyarmıştır :”Babalarınıza iyilik yapın ki, çocuklarınız da size iyilik yapsınlar.” Bu hadisi şerifi güzel bir isnadle Tabaranî nakl etmiştir…
Rasülüllah efendimiz bu mübarek sözü ile sanki yirminci asrın insanlarının içini okuyor. Ve ona göre söylüyor. Babalarımıza iyilik etmemizi resmen emr ediyorlar.  Ardında da sebebini izah ediyorlar. ”Çocuklarınız da size iyilik ederler”  Yani siz iyilik yaparsanız, mutlaka onlardan iyilik görürsünüz. Kötülük yaparsanız kötülük görürsünüz demektir, bunun anlamı.
Anne ve babaların kadr-ü kıymeti hayatta iken bilinmelidir. Öldükten sonra takdir edilmeleri hiç bir işe yaramaz. Evlatlar onların hasretlerini her ne kadar onların iyiliklerini dile getirmeğe çalışsalar da, yine de hasret gideremezler
Amma sağlıklarında onlara gereği gibi hürmet etmiş, saygı göstermişlerse o zaman yaptıkları iyiliklerden Baha etmek, yüreklerine biraz olsun ferah bir rüzgâr estirir. Tıpkı tatlı bir meltem gibi…
Kendilerinden memnun olmadan gitmişlerse, kabirde onları biraz zor memnun edebilirler. Yapacakları dualarla memnun etmeğe çalışırlar. Fakat nerde öyle evlat?
Ah! Vah! etmek istemiyorsak, anne ve babalarımızın kadr-ü kıymetini hayatta iken bilmeliyiz. Onlar vefat ettikten sonra çekilecek ah’ların, söylenecek vah! ların  hiç bir faidesi yok. İçimizde kalan ukdeyi daha da çözülmez hale getirir.
Allah asi evlatlara akıl, fikir versin. Amin.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Tarihteki Üç Önemli Bilginin Hayatı
Harizmî
Ebu Abdullah Muhammed bin Musa, Arap bilgini; Doğum tarihi ve yeri belli değil; 850’de Harizm’de öldü.
Cebir ve trigonometri bilimlerinin kurucusu sayılır. Astronomi dalında da önemli eserleri vardır. Hanimi. Halife Me’mun devrinde yaşamış ve onun kitaplık memurluğunda bulunmuştur. Bilgin, küçük dergilerden meydana gelen bir eser yazdıktan sonra bir sür Bağdat’ta çalışmalarına devim etti ve asıl ününü burada yaptı. Hindistan’a gitti ve orada matematikle uğraştı. Bağdat’a döndükten sonra (830), Me’mun’un kütüphanaalnde aaar yazmaya başladı. Bağdat’da ve Şam’da rasat yapan bir heyete katıldı. Haltla Me’mun tarafından yerim enlem dairesinin bir derecelik yayını ölçmek için bir yere gönderildi. Eserleri latinceye çevrilen Harizmt, Batı bilim dünyasında, Oescarteş’a kadar gelen en büyük matematik dehası olarak kabul edilmiştir. En önemli eseri, Cebir ve Mukayese Hesabı dır. Cebir kelimesi, batı dillerine bu kitap dolayısıyla Hfnıir Haraminin. «Enlem-Boylam Kitabı» isimli gökyüzü atlası da çok ünlüdür.
Coster
Laurens Janszoon, Coster adıyla tanınır. Hollanda’lı matbaacı ve mucit. 1405’e doğru doğdu, 1484’te Haarlem’de öldü.
Müteharrik harflerle baskıyı Gutenberg’ten önce icat ettiği söylenir. Haarlem’de matbaacı olan Laurens Coster, üzerlerine harfler kazılı tahta levhalarla baskı yapan önemli bir müesseseyl İdare ediyordu. Bu sistem, her eser için ayrı baskı levhalarını gerektirdiğinden külfetli ve masraflıydı. Coster, bunun yerine tahtadan ayrı ayrı harfler yapmayı ve kelimeler, cümleler meydana getirmek üzere bu harfleri dizmeyi tasarladı. Coster’jn geliştirdiği bu sistemle basılan bazı eserler, 1423 tarihini taşımaktadır. Coster’in yanında çalışan işçiler arasında bir Alman da vardı. Jean Gens-fleisch adını taşıyan bu adam, daha sonra Gutenberg ismiyle meşhur olmuştur. Ustasından ilham alan Gutenberg, müteharrik harflerle baskı sistemini Hollanda’da kurmuş ve daha sonra bunu aellstlrmiştir.
Stanhope
Kont Charles Stanhope. İngiliz devlet adamı ve mühendisi, 1753’te doğdu, 1816’da öldü. Kendi adıyla anılan ilk madenden baskı makinesini icat ederek basım tekniğinde çığır açtı.
Gutenborg’ten beri tam üç yüzyıl boyunca baskı tekniği hemen hemen hiç değişmemişti. Baskı yapılacak kâğıt tabakası son derece yavaş hareket ettlrilebllen çok büyük bir tahta vida aracılığıyla mürekkep sürülü dizili harfler üzerinde, elle sıkıştırılıyordu. Bu usulle saatte 100 sayfadan fazla baskı yapmak çok güçtü. Ingiliz mühendisi Stanhope baskı makinesinde tahtanın yerine, dökme demir kullandı. Bu şekilde işçilere, kâğıt yaprağı, dizili harflerin üstünde daha çok sıkıştırmak, dolayısıyla daha hızlı çatışmak ve saatte 300 sayfaya yakın bir baskı seviyesine erişebilmek imkânını sağladı Sonraları biraz daha geliştirilen Stanhope baskı makinesi, o kadar çok tutuldu kİ günümüzde, küçük İşlerde, birçok atelyede hâlâ kullanılmaktadır. Siyasi alanda da faaliyet gösteren Stanhope, liberal fikirleri savunmuş, köle ticaretine karşı çıkmıştır.
3 notes · View notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Hıristiyanlıkta Peygamberin Öyküleri
Deliceler
İsa, Tanrının Egemenliğine ilişkin konularda başka benzetmeler de kullandı. Bu konuda kullandığı diğer bir benzetme de tarlasına iyi tohum eken ekincinin simgesiydi İsa benzetmeye şöyle başladı.
Tanrının Egemenliği tarlasına iyi tohum eken bir adama benzer. Tarlasına iyi tohum ekmiştir, fakat geceleyin bir düşman gelir. O güzelim tarlaya delice tohumlarını serper. Kısa bir süre sonra deliceler büyüyen buğdayların arasında sırıtır. Bunu fark eden işçiler hemen eve koşarlar. Durumu efendilerine anlatırlar.
“Bu oldukça kötü bir haberdir. Tarla sahibi üzüntüyle, Bunu bir düşman yapmış. Çünkü ben tarlaya iyi tohum ekmiştim’ der.
“Arkadaşları, istersen gidip deliceleri toplayalım’ der demez, adam sanki uykudan uyandırılmış gibi birden irkilir. Sakın bunu yapmayın! Eğer deliceleri toplarsanız buğdayların köküne zarar verebilirsiniz. Ekin biçme zamanına dek bekleyelim. O zaman orakçıya söylerim önce deliceleri toplar ve ateşe atar. Ardından buğdayı biçip ambara koyar1 deyip işçilerini gönderir.”
Isa, bu benzetmeyi anlattıktan sonra oradan ayrıldı. Öğrencileriyle yalnız kalınca benzetmenin ne anlama geldiğini anlatmaya koyuldu;
Tarla dünyadır. Tohum ise Tanrının sözüdür, iyi tohumlan eken İsa’dır. Deliceleri eken ise Şeytan’dır. Ekin biçme zamanı dünyanın sonudur. Orakçılar Tanrının melekleridir.
‘Dünyanın son gününe dek Tanrıya inananlarla, Tanrı reddedenler birlikte yaşayacaktır. Ama son gün adil Tanrı herkesi yaptıklarına göre yargılayacaktır, işte o zaman Tanrı’nın istediği gibi yaşayan insanlar Onun Egemenliğinde güneş gibi parlayacaklardır.”
Gizemli ve Değerli Bilgiler
İsa’nın çevresine toplanan halk çok dikkatle Onu dinliyordu. Isa, Tanrının Egemenliğini açıklamak için halka benzetmelerle sesleniyordu.
Tanrı’nın Egemenliğinin büyümesini ve önemini birçok örnekle açıkladı. Öncelikle Tanrı’nın Egemenliğini hardal tanesi ve mayaya benzetti.
Tanrı’nı Egemenliği bir adamın tarlasına ektiği hardal tanesine benzer. Hardal tanesi tohumların en küçüklerindendir. Tıpkı toz zerreciği kadar küçük olan bu tohum öyle büyür ki, tüm bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Gökte uçan kuşlar onun dallarında tüner, yuva yaparlar.
Tanrı’nın Egemenliği bir kadının tüm hamuru kabartmak için aldığı üç ölçek mayaya benzer. Azıcık maya bile tüm hamur teknesini değiştirir. Bundan sonra Isa’nın gizli hazine ve inci benzetmelerini kullandığını görüyoruz.
Tanrı’nın Egemenliği tarlada saklı olan bir hâzineye benzer. Hâzineyi bulan adam onu yine saklar. Gidip sahip olduğu her şeyi satarak o tarlayı alır. Yine Tanrı’nın Egemenliği güzel arayan bir işadamına benzer. O çok değerli bir ina bulunca gider varmı yoğunu satıp o mayi alır.”
Tanrı’nın Egemenliği, hardal tanesi gibi yavaş yavaş büyür. O Egemenlik bir maya gibidir. Yaşantımızı baştan başa değiştirir. Tanrı’nın Egemenliği o kadar değerlidir ve ondan yoksun kalmamızı engelleyecek hiçbir şey olmamalıdır. Zenginlik, ün ya da başka bir şey Tanrı’nın Egemenliğiyle asla karşılanamaz. Tanrı’nın Egemenliğine asla paha biçilemez.
1 note · View note
fatihcamii-blog · 8 years
Text
İsa Peygamber’in Ölüp Dirileceğini Bildirmesi
Dağ Kiracıları
Isa, benzetmelerinin bir kısmını din adamlarına ve Ferisilere anlattı. Onlardan bazıları ikiyüzlü davranıyorlardı. Kendilerinin, “İyi ve doğru’ olduğunu düşünüyor, başkalarını hor görüyorlardı.
Isa benzetmeyi anlatmaya başladı. ‘Bir toprak sahibi vardı, toprağına üzüm fidanları dikti. Çevresini çitle çevirdi. Bağın bir bölümüne üzümleri sıkmak için bir çukur açtı. Son olarak bir gözetleme kulübesi yaptırdı. Ardından bağı kiraya verip başka bir yere gitti.
‘Ürünleri toplama zamanı geldiğinde payına düşeni almak için bazı işçilerini gönderdi. Bağ kiracıları bu işçilere kötü davrandılar. Bağ sahibi başkalarını gönderdi. Onlara da kötülük yaptılar. Kimilerini dövdüler, kimilerini taşlayıp gönderdiler. Hatta daha ileri gidip bazılarını da öldürdüler.          ‘
‘Sonunda bağ sahibi oğlunu göndermeye karar verdi. Oğluna saygı göstereceklerini düşünüyordu. Kiracılar, bağ sahibinin oğlunu görünce konuşmaya başladılar. Bu geleni öldürelim. O zaman miras bize kalır” dediler. Düşündükleri çirkin şeyi yaptılar. Onu öldürüp dışarıya attılar.’
Isa benzetmeyi bitirip din adamlarına ve Ferisilere döndü. Onlara şöyle dedi:
“Sizce bağ sahibi bu kiracılara ne yapacak? Kuşkusuz kiracıları cezalandıracak ve bağı ellerinden alıp başkalarına kiraya verecektir.’
Isa, bunun ardından Mezmuriardan bir sözü aktardı:
‘ Yapıcıların reddettiği taş, En önemli köşe taşı oldu. O taş ki, kim ona çarparsa paramparça olacaktır. Ya da taş kimin üzerine düşerse onu tuzla buz edecektir.’ İşte bunun için Tanrının Egemenliği sizin elinizden alınacak ve daha fazla ürün getirecek başka insanlara verilecektir* diyerek sözlerini tamamladı.
Isa’nın, bu sözlerin kendileri hakkında söylediğini anlayan Yahudi önderlerin Isa’ya karşı öfkeleri iyice arttı. Ama halkın tepkisinden korktukları için bir şey yapamadılar. Çünkü halk Isa’yı seviyordu.
İsa Ölüp Dirileceğini Bildiriyor
Isa dünyaya herhangi bir insan gibi yaşamaya gelmedi. Amaçlı bir yaşam sürdü. İnsanları Tann’dan ayıran günahın cezasını ödemek için geldi. Bizi günahın köleliğinden kurtarmak için çarmıha gerilecekti.
Isa on iki öğrencisiyle yaklaşık üç yıl birlikte yaşadı ve onları yetiştirdi. Ama bir gün aralarından ayrılacaktı. Bunun için öğrencilerine ilerde olacaklar bildirmeliydi.
Isa, Yeruşalem’e gideceğini, orada din bilginleri, ihtiyarlar ve başkahinlerin elinde çok acı çekeceğini söyledi. Reddedileceğini, çarmıha genleceğini, ama öldükten üç gün sonra dirileceğini bildirdi. Öğrenciler çok hüzünlendiler. Isa’yı seviyorlar ve Ondan ayrılmak istemiyorlardı. Petrus Isa’yı kenara çekip azarlamaya başladı. Tanrı korusun ya Rab böyle bir şey senin başna asla gelmeyecek’ dedi.
Petrus Isa’yı koruma isteğinden böyle söylemişti. Oysa Isa çok sert karşılık verdi. “Çekil önümden Şeytan! Sen yolumda engelsin. Senin düşüncelerin TannYıın değil, insanın düşünceleridir.”
Isa Petrus’u seviyordu. Kendisinin Mesih olduğunu dile getiren Petrusdi. Isa o zaman, “Bunu sana açan insan değil göklerdeki Babamdır” demişti. Ancak bu sefer ona kızdı çünkü sözleri Tanrı’dan değildi. İsa’nın dünyaya geliş nedeni çarmıhtı. Isa şunlan anlattı;
“Ardım sıra gelmek isteyen, kendini inkar etsin. Çarmıhını yüklenip beni izlesin. Çünkü canını kurtarmak isteyen onu yitirecek. Bana ve Tanrının sözüne bağlılığı yüzünden canını yitiren kazanacaktır. İnsan tüm dünyayı kazanıp kendi canını yitirirse bunun kendisine ne yaran olur? Ya da insan kendi canına karşılık ne ödeyebilir? Çünkü İnsanoğlu melekleriyle birlikte Babasının y��celiğinde gelecek. Ve o zaman herkese yaptıklarının karşılığını verecek. Kim benden ve benim sözlerimden utanırsa, İnsanoğlu da Babasıyım görkemi içinde kutsal meleklerle birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır.”
Isa öğrencilerini olacaklar konusunda bilgilendiriyordu. Aynen söylediği gibi Isa suçsuz yere çarmıha gerilerek ölüp üç gün sonra dirilecekti. Bu arada öğrencilerin de hazır olmaları gerekiyordu. Isa onlardan sadakat istiyordu. Aynı şeyler bizim için de geçerli Isa bir gün gelecek ve herkese yaptıklarının karşılığını verecektir. O geldiğinde utanmayacak şekilde yaşamımızı sürdürelim.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Text
Şölen ve İsa’nın Öğrencilerini Görevlendirmesi
Düğün Şöleni
Isa, Tanrı’nın Egemenliğim oğlu için düğün şöleni düzenleyen bir krala benzetti. Kral muhteşem bir şölen hazırlığı yap. Birçok kişiyi şölene çağırdı Şölene çağrılanlar ilkin katılmak istemediler.
Kral, hazırlıklar tamamlanınca hizmetkârlarını yine gönderdi Onlar aracılığıyla, Her şey hazır, gelip şölene katılayım’ diye çağrıda bulundu. “Ne var ki, çağrılılar yine gelmediler. Kimi tarlasına gitti, kimi evinde kaldı. Bunun yanı sıra kimileri ise kralın hizmetkârlarını kötü davrandılar. Hatta daha da ileri gidip bazılarını öldürdüler.
Kral bunu duyunca küplere bindi. Askerlerini gönderip suçluları ortadan kaktırtma, kentlerini ateşe verdi. ‘Hizmetkarlarını yine çağırdı. Onlara, Çağırdığım insanlar şölenime layık değildiler. Bunun için yol kavşaklanna gidip kimi bulursanız şölene çağım’ dedi.
‘Hizmetkarlar, bu buyruk üzerine önlerine çıkan herkes düğün evine getirdiler. Zengin, yoksul, sağlıklı, bedensel özürlü, eğitimli ve eğitimsiz her türlü insan bu şölene katıldı. Kral konukları karşılamaya inince konukların arasında düğün giysisi olmayan birini gördü. “O dönemlerde eğer kral ailesinden biri evlenecek olursa kral halk için özel düğün giysi diktirirdi. Herkes düğüne ancak kendilerine verilen giysilerle katılabilirdi.”
Kral ona yaklaşıp, ‘Arkadaş sen düğün giysisi olmadan buraya nasıl girdin? diye sordu. ‘Adam bu durum karşısında dili tutulmuş gibi hiçbir şey söyleyemedi Kral bu adamın dışarıya atılmasını emretti.” Isa,  seçilenler azdır* diyerek benzetmeyi tamamladı.
Bu benzetmede giysi imanı simgeliyordu. Kişi Isa Mesih’e iman ederse oğulunun düğün şölenine katılabilir. Isa’nın çağrısı herkese yöneliktir. Tanrı kendisine iman edenlerin günahla kirlenmiş giysilerini çıkartır. Doğruluk giysisini giydirir. Yalnızca İsa Mesih’e İman edenler Tanrının Egemenliğimdeki düğün şölenine katılacaktır.
İsa On İki Öğrencisini Göreve Gönderiyor
Hasta olan öğrencisine İsa onlara ders veriyor ve Tanrı’nın sözünü hafca anlatıyordu. Halk arasında her tür hastalığı iyileştiriyor, cinleri kovuyordu. Öğrencileri kafan yanındaydı İsa onları yetiştiriyordu.
Bir gün öğrencilerini yanına topladı Onlara şöyle dede. Şimdiye dek yaptıklarını son de yapmama istiyorum. Sizleri ikişer ikişer böleceğini Köy köy, kasaba kasaba dolaşıp Tanrı’nın sözünü duyurun.
Yola çıkmadan önce yanımıza hiçbir eşya, yiyecek ya da giysi almayın. Her gereksinim biraz karşılanacak Bir yere gicfince orada sizi ağırlayacak saygıdeğer birini bulun ve kentten ayrılıncaya dek orada kaim. Halan arasına karışın. Tanrı’nın sözünü onlara anlatın. Tanrifan Egemenliğinin yaklaştığını duyurun. Hastalan İyileştirin, ölüleri diriltin, cüzamian temiz kan, içeni kovun. Karışıksız verin Tüm bunlan yapmak için size güç ve yetki veriyorum.
Gittiğiniz yerde sizi kabul edip, Tanrı’nın Sözüne kulak verirlerse, bol bol kutsanacaklar. Ama onlar Tanrı’nın sözünü kabul etmez ve size kötü davranırlarsa, Tanrı’nın sağladığı fırsatı değerlendirmediği için sorumlu tutulacaklar. O zaman oradan ayrılıp başka bir yere gidin. Sîze söyledim her şeyi yapın.”
İsa sözlerini bitirince öğrencisini gönderdi. Onlar belki de biraz kaygılıydılar. Ama isafam dediklerini yapınca güven kazandılar. Ofaun adıyla hastalan iyileştiriyor, önler kovuyor ve Müjdeyi herkese duyuruyorlardı Tanrı’nın Ruhu ve gücü onları üzerindeydi Tanrı’nın Ruhuyla güçlenmiş olarak karşılaştılar. Yolculuklarını bitirip Isa’yı buldular. Başlamadan geçenleri bir bir Isa’ya anlattılar, İsa’nın yetkisiyle hastalan iyileştirip dinleri kovduktan için sevinçliydi. Bu hizmet onlar için oldukça öğreticiydi kafan kenelerine venjgi gücü ve yetkiyi gözleriyle görmüşlerdi.
1 note · View note
fatihcamii-blog · 8 years
Text
İsa’nin Cinli Adamı ve Sağır İnsanı İyileştirmesi
İsa Cinli Adamı İyileştiriyor
Isa Celile gölünün karşısında bulunan Gadaralılann memleketine gitti. Oraya varınca dne tutulmuş bir adam Isa’nın önüne çıktı.
Bu adam mezarlıklarda yaşardı. Kimse onu bağlı tutamıyordu. Birçok kez zindrlerle bağlanmıştı, ama kain zincirleri bir çırpıda koparmış yine mağaralara girmişti. Çıplaktı ve sık sık kendini hırpaladığından vücudu yaralarla kaplanmışta.
Halk gece gündüz onun çığlıklarını duyar, ama ona yardım edemezdi.
Adam Isa’ya iyice yaklaşıp önünde diz çöktü. Soluk soluğaydı. İçindeki kötü ruhlar konuştu: “Ey Isa! Yüce Tanrı Oğlu! Benden ne istiyorsun?”
Bizler nasıl Tanrıyı göremiyorsak kötü ruhları da göremeyiz. Yaşadığımız dünyada nasıl birçok canlı varsa, göremediğimiz o ruhsal dünyada da Tanrı ve melekleriyle birlikte, Şeytan ve kötü ruhlar bulunur. Tanrı ve Şeytan arasında sürekli bir savaş vardır. Ancak Tann, Şeytandan çok üstündür. Şeytan ve yardımcıları Tanrıdan korkmaktadırlar
Dolayısıyla adamn içindeki cinler Isa’nın önünde eğilip, “Ne olur bizi uzakJaştamnaT-diye yalvardılar. Isa ona, “Adn ne?” diye sordu. O da, “Lejyon” diye yanıtladı. Lejyon, Roma askerlik sisteminde alta bin kişilik bir kıtanın adıydı. Yani adamın içinde çok kötü ruh vardı.
O sırada o çevrede otlayan bir domuz sürüsü vardı. Kötü ruhlar Isaya kendilerini domuz sürüsüne göndermeleri için yalvardılar. Isa onları gönderince birkaç dakika içinde sürü hareketlenmeye başladı. Çılgına dönen sürü böğüre böğüre yamaca doğru koşmaya başladı. Hepsi yamaçtan yuvarlandı. Yaklaşık iki bin domuz suya düşüp boğuldu
Kötü ruhların etkisinden kurtulan adam tamamen değişmişti. Giyinmiş, Isa’nın dizi dibinde oturuyordu. Yüzünde tatlı bir gülüş belirmiş, çehresi değişmişti Yeniden doğmuşçasna tepeden tırnağa temizlenmişti. Isaya sevgi ve minnettarlıkla bakıyordu.
Olay bir anda duyulmuş halk da akın akm oraya gelmişti. Tanıdıktan o tehlikeli, kötü ruha tutsak adam gitmiş, yepyeni bir insan gelmişti.
Sürü sahipleri yalnızca domuzlan düşünüyorlardı, baya kentten aynlması için yalvardılar, ba tam hareket ederken kurtulan adam onunla gitmek istediğini söyledi ba, “Memleketine, yakınlarının yanına dön! Rabbin sana acıyarak senin için neler yaptığını anlat!” dedi. Adam tüm Dekapoliste tanıklığını anlattı. Dekapolis on kenti içine alalı çok geniş bir yerdi. Orada olayı duymayan kalmamışta. Adamı dinleyenler şaşakalmışlardı.
Sağır Bir Adam İyileştirmesi
İsa hatan umut işiydi Her yerde, herkesin kurtuluş haberini duymasını istiyordu. Bunun  sürekli dolaşıyor, köy köy gezerek halka Lenftin sözünü anlatıyordu. O zamanlar otobüsler yoktu, trenler, vapurlar ve uçaklar da yoktu. Günümüzdeki gibi ulaşım araçları olmadığından İsa yolculuk yaparken genellikle yürüyordu. Bazen de eşeğe bindiğini okuyoruz. Suda giderken de kayık kullanırdı. Yolculuk yapmak gerçekten çok zordu. Ama İsaftın bundan hiçbir zaman şikâyet ettiğini ya da rahatsızlık duyduğunu görmüyoruz.
İsa Sur bölgesinden aynhp Saydaya geçti. Oradan Dekapoiis’e vardı. Isa daha önce Dekapofis bir eri adamı iyieştirmiştL İyileşen adam o bölgede IsaYı anlatmıştı. O yüzden DekapoüsSer İsaYı anlatılanlara göre tanıyorlardı. İsa oradan geçip Celile gölüne geri döndü. BU uzakfck yüzlerce Sometreydi.
Yolculuğun ne kadar sürdüğünü bilmiyoruz, ama İsa mümkün olduğunca geçtiği her yerde halka kurtuluş haberini anlatıyordu.
Ceseye geri döndüğünde Oha sağr ve peltek birini getirdiler. Adam duyamıyor ve düzgün konuşamıyordu. İsa adamı kalabalıktan ayırdı. Onu kenara çekti bu adamın kulaklanna parmakların soktu. Arcbndan kendi eline tükürüp adamın diline dokundu. Gözlerini göğe kaldırıp içini çekti ve ‘EffataT dedi. Bu söz halkın konuştuğu dil olan Aramice’de *AçrfT anlamna geliyordu.
Isa bu sözü söyler söylemez adamn kulakları açıldı ve peltekliği ortadan kalktı. Düzgün konuşmaya başladL Isa çevresindekilere bu olayı kimseye anlatmamaları için onları ne kadar uyardıysa da İsaYı dinlemediler. Olayı her yerde yaydılar. Herkes tam bir şaşkınlık içindeydi İsanın her hastalığı iyileştirmesi on lan hayrete düşürüyordu, özellikle sağır olan lam kulaklamn açılması, döazlerin konuşması olağanüstüydü.
İnsanlar Eski Ahit peygamberlerinden Yeşeyanın peygamberlik sözlerini anımsadılar. Çünkü Yeşeyanın peygamberlikleri gerçekleşiyordu. Yeşeya peygamberlik ederken, O zaman körlerin gözleri, sağırların da kulakları açılacak. O zaman topal adam geyik gibi sıçrayacak ve dilsizin di ilahilerle Oftıu övecek. Çünkü çölde sular ve bozkırda seller fışkıracak* demişti.
Isa aynen peygamberlik edildiği gibi sağırların kulaklarını açıyor, dilsizlerin konuşmasını sağlıyordu. Çünkü O beklenen Mesih’ti. O dünyaya yaşam vermek için geldi.
0 notes