Poz vermeyi biliyorlar ama düşünmek için vakitleri yok. Dişleri beyaz ama gülüşü anlamsız bir şey uğruna. Kendilerini iyi hissediyorlar çünkü etrafında beyaz kar taneleri yere düşene kadar memnunlar.
Sonrasında mutsuzlar ve yanlızca kendilerini önemli sanıyorlar. Sonrasında huysuzlar ve kendileri gibi birilerinin sözlerini paylaşırlar. Hepsi umutsuzlar ve hepsi olamadıkları insanlara özenirken aynı olur. Bir farkları yok, sanırım ilgimi çekemicekler artık.
Neden hepsi birbirinin aynısı? Ve neden hiçbiri gerçek değil? Aklımda satranç anıları. Bir yıl yetecek kadar duygu olmalı şu an.
Yaratıklarını cezalandıran tanrı... Düşündüklerinden nefret eden bir akıl...
Nefes alamadım diyorum sana. Nefes alamadım. Omzumdaki ağırlığın dahasını hissetim göğsümde. Kaburgalarıma çiçekler ekeceğim yaşta, birer birer mezar taşlarını diktim. Ölmeyen bir cesedi tabuta sığdırdılar, gıkımı çıkarmadım.
Kaybettim ışığımı, gülen gözlerim gülmez oldu. Kanadımı kırdılar benim, uçup coşan gönlüm uçmaz oldu. Gülüşüm,bakışım, susuşum,sözlerim, hepsi değişti... Ne yaptılar bana söyle! Ne hale getirmişler beni.. Yorgunum ben dinlenemiyorum. Kırgınım, kırıklarımı toparlayamıyorum. Hayallerim var, kuramıyorum. Yalnızım, kimsenin yanına gidemiyorum. En acısıda çekip gidiyorum, arkamda bıraktığım kırgınlıklarımı unutamıyorum.
"Aslından ne kadar zor bu yaşamak dedikleri. Üstad yaşamak yaralanmaktır diyor. Doğru da söylüyor. Yaralandıkça büyüyor insan, yaralandıkça yaşamayı anlıyor, yaşayamıyor belki ama anlıyor. Ve ne tuhaf! Bütün yaralar, yaramı sarar sandıklarımın elinden geliyor..."