Tumgik
arslan81hh · 3 years
Video
Allah’ın emri ve peygamberin (sallallâhu aleyhi vesellem) kavlini haram işlerinize ortak etmeyin müslümanlar!
Hem kız isterken o emir ve kavil ile isteyeceksin, hem de Allah ve Rasûlü’nden (sallallâhu aleyhi vesellem) zerre bir görüntü olmayacak düğünün de?! 
Safımız nerede? Allah’ın mı adamıyız, şeytanın mı? .. 
87 notes · View notes
arslan81hh · 3 years
Text
Tumblr media
Dünyanın ünlü kozmetik ismi yahudi Helena Rubinstein'e dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bu kadın unutulması güç bir yahudi idi. Yahudi ırkına ve kültürüne toz kondurmazdı. Sadece kendi ırkı için yaşadı ve öldü. Doksan yaşının üstündeyken Avusturalya'da bir gazeteci ile aralarında geçen konuşma şöyleydi..
Selim Al, Müslümanlara Yapılan İhanetler
Biz ne yaptık, yapıyoruz Kudüs için?! Kozmetik ürünlerimizden mesela vazgeçebiliyor muyuz?! Hayatımızda neyi fedâ edebiliyoruz Kudüs için?! İslam'a ne kadar toz kondurmamazlık yapabiliyoruz?! Sadece İslam için yaşayıp ölebiliyor muyuz mesela?!..
72 notes · View notes
arslan81hh · 3 years
Video
“Ey Muhammed ümmeti! Terk eyleme sünneti! Vallahi Muhammed'siz vermiyorlar cenneti.. (sallallahû aleyhi sellem)”
Mahmud Efendi Hazretleri (kuddise sırrıhû)
86 notes · View notes
arslan81hh · 3 years
Text
Ermeni mezaliminin şahidi olan Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“1913 yılının Kasım ayının sonları, Aralık ayının başlarında Rus askeri İran’ın Selmas yönünden gelerek Hakkari sancağını istila ederken vatandaşımız olan Ermeniler silahlandılar.Müslümanların menkul mallarının tamamını yağma ettikleri esnada bizim hanelerimizi de tamamen yağmaladılar.Kışın başlangıcında aile fertleri perişan olarak çevredeki köy ve dağlara firar ettiler.Evlerimizi, çarşımızı, medresemizi, camilerimizi tamamen yaktılar.O andan itibaren muhacir olduk. Öte yandan eskiden beri İslam ehline kinleriyle ve düşmanlıklarıyla tanınan kan dökücü, Nasturiler silahlı bir şekilde bütün yolları tutmuşlardı.İçimizdeki Ermeniler ise evvelden beri tam silahlı ve teyakkuz halinde fırsat beklediklerinden bunlar da bu vaziyetten istifade ile İslam ahalisine saldırdılar ve alemin yaratılışından beri görülmeyen ve işitilmeyen bir vahşetle ve saldırılarla insanları öldürmeye, malları ve mülkleri yağmalamaya koyuldular.Ermeni hunharları ellerine geçirdikleri genç kadın ve kızların çoğunu esir, büyük kısmını da şehid ederek bunlara ait eşyayı gasb etmişlerdir.Zaho ve Akra kazalarının ahalisinin yüzde yetmişi dağ başlarında açlıktan telef ve vahşi hayvanlara, yırtıcı kuşlara alef oldular.Bizimle beraber yirmi dokuz köyün ihtiyarları, kadınları ve çocukları ıssız çöllerden, ovalardan, dağlardan ve derelerden bin türlü meşakkat ve zahmet çekerek aç bî ilaç halde Revandize girdik.Kadınların bir kısmı da çocuklarını, kucaklarına birer parça ekmek koyarak dağların ve kayaların arasında bıraktılar.Bunların çoğu öldü.Defin edilmeyerek meydanda kalanlar da çoktu.1914 senesinde Erbil’e hasta olarak girdik.On erkek kardeşimi, dört amcamın en değerli erkek ve kız evladını da Allahu Teala’nın mağfiretine vedia olarak Erbil etrafında defnettik.Başkale’den hicretimizde 150 nüfus iken ancak 66 nüfusla Adana’ya gelebildik.Binlerce derin alimin, allamenin hayretlerinden ve taaccüblerinden parmaklarını ağızlarına götürdüğü Arvas köyündeki çeşitli ilimlere ve fenlere ait üç bin cild el yazması paha biçilemeyecek eser, maalesef Ermeniler tarafından yakılarak yok edilmiştir.."
27 notes · View notes
arslan81hh · 4 years
Photo
Tumblr media
Bu fotoğrafta anneannem 16 yaşında, dedem 33. Tarih 26. Şubat 1938. Yani 77 sene önce bugün. Nişanlandıkları gün. Anneannem dedemi hayatında ilk defa o gün görmüş. Düşünsenize, evleneceksiniz ve hayatını paylaşacağınız adamı nişan günü görüyorsunuz. Beğendin, beğendin, beğenmedinse hayat boyu çek dur.. :) Bizimkilerin hikayesi ise tam bir “Onlar ermiş muradına , biz çıkalım kerevetine..” hikayesi. Sonu gerçekten mutlu olan şahane bir masal yani.. Anneannem kendisinden 17 yaş büyük dedeme resmen aşık olmuş. Dedemse o yıllardaki genel davranışın aksine, o gencecik kıza, ömür boyu, hem aşkla, sevgiyle, hem de “saygıyla” bağlanmış.. Ben onların evinde hiç yükselen ses , hiç kavga gürültü duymadım. Evlendikleri ilk gün, dedem uzun bir konuşma yapmış. Üç şey istemiş gencecik karısından : Bir : Bana İhsan Bey değil, İhsan demeni rica ediyorum. ( ki o devir için müthiş bir adım..! )Evde kıyametler kopmuş, sen kocana, koskoca adama nasıl ismiyle hitap edersin diye.. Aile büyüklerini sakinleştirip ikna etmek yine dedeme düşmüş..:)Anneannem öbür boyu hep İhsan’cığım dedi. “Cığım”sız bir hitap hiç duymadım ağzından.. İki : Dedem hakimdi benim. Bak demiş, mesleğim gereği eve senden torpil isteyenler gelebilir. Asla , katiyen kabul etmeyeceksin. Hediye asla kabul etmeyeceksin. Hakim demek, tarafsızlık demektir. Böyle bir şeyi mesleğim adına şerefsizlik addederim. Bu ricaları reddetmeyi ayıp sayabilirsin , asıl bunu teklif etmek ayıptır, bilesin. Sonraları ikisi bir olup, güzel bir reddetme cümlesi bulmuşlar, anneannem çok ısrarcı olanlara : - “Dosyanızı titizlikle tetkik edeceğini söyledi” derdi. Üç : Benim demiş, “küsme” huyum vardır. Kızarsam tartışmam, sadece küserim. Ben sana küsersem , sen bana küsmeyeceksin. Yoksa evlilik gemisi yürümez. Sabır rica ediyorum senden.. Bir şey diyeceğim, inanmayacaksınız : “Ömür boyu hiç küsmediler.” Diyeceksiniz ki, e kadın her şeye uyum sağlarsa evlilik elbet yürür. O dönemin evliliklerinde bir kere, çok keskin kadın-erkek ayırımları var. Kadın asla çalışmıyor, evin bakımı, çocuklar vs ile ilgili, erkek ise çalışıp evi geçindiren . Bu kadar net. Bugünkü gibi herkes her şeyi paylaşır durumu yok. O yüzden değerlendirirken hep bunu düşünürüm aslında.. Yani ben hayatımda dedemi mutfakta görmedim. Bir tabağı içeri taşıdığını bilmem. Kalkıp bir bardak su aldığını bilmem. Anneannem getirirdi her şeyini.. Ama mesela su mu istedi, anneannemin elinden bardağı alır, öbür eliyle, onun suyu getiren elini tutar öper, gözlerinin içine bakarak “ Eline sağlık, zahmet oldu Münevver’ciğim” derdi. Anneanneme aniden bir enerji gelir, gözleri parlar, genç kız gibi seke seke , uça uça dönerdi mutfağa.. Anlayacağınız, “Görevi tabii, elbette yapacak! ” zihniyetinde hiç olmadı dedem. Teşekkürü , takdiri hiç ihmal etmedi bir ömür boyu. Annemler küçükken, dedem öğlenleri işten mutlaka eve gelirmiş, alel acele yemek yiyip, bir tek de tavla atarlarmış, öyle dönermiş dairesine.. O bir saate hepsini nasıl sığdırırdık diye konuşup gülerlerdi.. Evlilik diye oya gibi işlenmiş, inci gibi dizilmiş anılar gördüm ben.. Fedakarlık, sabır, özen, ve minnet gördüm. İçinde hastalıklar da oldu elbet , ölümler de, acılar ve hayal kırıklıkları da.. ..Ama bütün bu gerçekler nasıl taşınır, nasıl her bir korku, her bir hüzün, sevgiyle harmanlanıp akide şekeri gibi ağızda eritilir gider, işte onların masalı bunu da anlatır. Dedeciğim, sayısız hastalıkla mücadele etti, ama etrafına en ufak bir rahatsızlık vermedi. Anneannem ona hep canı gönülden sevgiyle , bir melek gibi baktı. Dedeme şeker teşhisi konduğunda, insülin iğnelerini bile iğneciye bırakmadan kendi yapmak istemişti mesela.. O zamanın iğneleri şimdiki gibi değil, kocaman metal enjektörler vardı, ucunda kalın, dehşetengiz iğneler olan. O verev kesimli iğne uçları hala gözümün önündedir. O enjektör her sabah ocakta, çayın yanında kaynardı.. Fonda radyoda Türk Sanat Müziği, mesela “ Benzemez kimse sana “ çalar, enjektörün tıkır tıkır kaynama sesi, çaydanlığın fokurtusuna, limon kolonyasının kokusu, kızarmış ekmek kokusuna karışırdı. Anneannem seve okşaya karnından yapardı iğneleri dedeme.. Nasıl öğrenmiş iğne yapmayı derseniz, normalde portakala batırarak öğretirler, ama anneannem “kendine batırarak” öğrenmişti iğne yapmayı.. Dedemin canını yakmasın diye.. Ne bir gün anneannem bıktı her gün bunu yapmaktan, ne de dedem bir gün şikayet etti, her Allah'ın günü iğne olmaktan…Anlayacağınız, o dana kadar iğneleri yapmayı bile keyif haline getirmişlerdi. Anneannem bir şey öreceği zaman yünleri alır, dedemin yanına getirirdi. Dedem hemen gazetesini, kitabını bırakır, kollarını anneanneme uzatırdı. O çilenin iki ucuna ellerini geçirir, anneannem çabuk çabuk hareketlerde yünü top haline getirdikçe, son derece uyumlu hareketlerle, bir sağ, bir sol elinden kaydırırdı yün çilenin iplerini.. Gülüşüp sohbet ederlerdi. Anneannem ona uzun uzun ne öreceğini anlatırken, ilgiyle dinlerdi. Televizyonun olmadığı o güzel zamanlarda, annemle dayımın okuduğu şiirleri dinlemeye bayılırlardı. Akşam oldu mu çay demlenir, yaz ise bahçeye açılır kapanır sandalyeler atılır, cır cır böceklerinin sesi eşliğinde, yıldızların altında uzun uzun , tatlı tatlı sohbet edilirdi. Televizyon geldikten sonra ise çocukluğuma ve onlara dair en net anım, kanepede dedemin koltuğunun altına yaslanıp uyuklaşım, ayıkladığı kabak çekirdeklerini bir bir ağzıma verişi.. Anneannemin soyduğu portakalın kabuğunun kokusu.. Usulca uykuya teslim oluşum.. Ve sonra alnımdan öpülerek uyanmak.. “Hadi yavrum, İstiklal Marşı başladı.” Dedemle yan yana, son derece ciddi ayakta beklemek, marş bitene kadar. Askerler rap rap yürüyene kadar. Sonra sanki memleketi emin ellere teslime etmişcesine güvenli hissederek uykuya dalış.. Sabah puhu kuşlarının seslerine uyanmak.. Onların nişan günü bugün. 77 sene önce parmaklarına taktıkları o yüzüğü ömür boyu sevgiyle taşıdılar. Tıpkı o yün çilesini sıcacık bir kazak haline getirmek gibi bir evlilik. İlmek ilmek, emek, emek.. Dedem tuttu, anneannem ördü. Dedemin ellerinden ilmek ilmek anneannemin ellerine kaydı.. İlmek ilmek.. Oya oya.. Ruhları şad olsun. Bige Güven Kızılay 26.02.2015
21K notes · View notes
arslan81hh · 4 years
Text
Tumblr media
KOMŞU KOMŞUYA SESLENİRKEN DAHİ ZİKİR EDERDİK BİZ…
“Hu Hu” diye seslenirdik komşumuza… “eyvallah” dilimizin pelesengi idi… “Hay”dan gelip “hu”ya giderdik… “Hay ,Hay” Efendim ! diye kabul ederdik tekliferi… “Allah,Allah,Allah,Allah ” diyerek şehadete koşardık Tuna boylarında… “Allah Allah”, “Sübhanallah”, “Allahu ekber “  idi hayretlerimiz. Şimdilerdeki gibi “Vaaaauuv” diye yada “ohaa” diye gayri müslim  kırması çığlıklar atmazdık. “Tövbe estağfurullah”  “fesubhanallah” zikri anlatırdı kızgınlığımızı. “Aman Allahım” derdik “oh my god” girmeden dilimize … “Salavat” anlatırdı bazen yanlış bir iş yapıldığını… “Neûzubillah” çekmek idi istemediğimiz bir şey görünce  zikrimiz… “Bismillah”ile başlarlardı her hayrın başı . “Hay Allah” iyiliğimizi vermeye devam edeydi … “Allah Allah İllallah , Muhammedun Resulullah” sonrası derdik alkışlarla yiğitlere “maşallah” “Ya sabır” öfkemizin ilacı idi …. “Hasbünallâhü ve ni’mel-vekîl!” diyerek Allah’ı “vekil” ederdik çaresiz kalınca… “Ya Şafi” dokunurdu yaramıza merhemden evvel … “İnna lillah” ayeti teselli ederdi geride kalanları… “Hak’ka yürürdük” eskiden ölmezdik biz … “Bu da geçer ya hû!”, “Vazgeç ya hû!”, “Hoş gör ya hû!” hatları süslerdi Tekke ve zâviyelerin iş yerlerimizin duvarlarını, psikiyatrik ilaçlarlar dünyamıza girmeden… -Velhasılı kelam  Azizim !“eskiden yaşarken zikrederdik , şimdi zikrederken bile o hali yaşamıyoruz”… O güzel hallerimize tekrar dönmemiz ve yaşamamız dileği ile..
(Tasavvuf ve Marifetullah)
212 notes · View notes
arslan81hh · 4 years
Text
Tumblr media
Dervişe sordular:
“İnsanı sevmek mi yorar, sevilmek mi?
Derviş:
“Allah için değilse ikisi de yorar” dedi.
216 notes · View notes
arslan81hh · 4 years
Text
İsmin Değişirse
Şâzeliyye şeyhlerinin büyüklerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhû şöyle demiştir:
“Günah işlediğinde bunun neticesi olarak sadece ismin değişecek olsaydı, bu bile ceza olarak sana yeterdi. Çünkü sen Rabbi’ne itaatkâr olduğunda, “Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarına uyan, O’na yönelen” anlamında “muhsin” ismini alırsın. Âsi olduğunda ise, “mûsî: isyankâr” ve “muriz: yüz çeviren” isimlerini alırsın. İşte isminin dönüşmesi böyledir.
(Tâcü’l-Arûs)
38 notes · View notes
arslan81hh · 4 years
Note
halifelik dini bir kurummudur siyasi bir kurummudur ?
Elbette dini bir kurumdur. Fırka-i Nâciye olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebine bağlı her akıllı ve kültürlü Müslüman, Hilafet ve İmamet taraftarıdır. Sağduyu sahibi her gerçek Müslüman Ümmet birliğini ve Hilafeti istemekle yükümlüdür.
Allah’ın emirlerini uygulayıp, yasaklarından men etmek, zulüm ve anarşinin doğuşuna mahal vermemek, hak ve adaleti ayakta tutmak için bir lider lazımdır. İslam dininde buna halife veya imam denilir. Hilafet de onun vasfıdır.   İslam dininde hilafetin büyük bir yeri vardır. Bunun için Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde defnedilmeden evvel ashab-ı kiram bir halife tayin etmek için çalışmaya başladılar. Ancak Hazreti Ebubekir (Radıyallahu anh)ı halife seçtikten sonra defin işine döndüler.
Cenab-ı Hak’tan bütün mü’minlerin birleşip tek bir Ümmet olmalarını, başlarındaki râşid ve âdil Halifeye biat ve itaat etmelerini nasip ve müyesser kılmasını niyaz ederiz.
5 notes · View notes
arslan81hh · 4 years
Text
Batı zulmünü anlatan Sultanımız...
#BatıZulmü #Osmanlı #SultanAbdulhamidHan #İdlip #Suriye #Arakan #UygurTürkler #Filistin #Myanmar #Yemen #CinZulmü
1 note · View note
arslan81hh · 5 years
Text
*İSLÂMI YAŞAYAN ÖRNEK İNSANLAR*
*Ebu Dücane (rd);* sabah namazlarını Rasûlûllah (as)'ın arkasında kılmayı adet edinmişti.
Ancak namaz biter-bitmez süratle camiden çıkar giderdi. *Bu davranışı Rasûlullah (as)'ın dikkatini çekmiş* olacak ki bir gün Ebu Dücane'yi durdurdu ve
*-Ey Ebu Dücane, Allah'a ihtiyacın yokmudur? (ki dua etmeden çıkıp gidiyorsun)* buyurdu.
Ebu Dücane;
-Allah'a olan ihtiyacım o kadar fazladır ki bir an bile Allah'ı unutmuyorum ya Rasûlallah! dedi.
Rasûlullah (as):
-O halde niçin namaz bitip Allah'a dua edinceye kadar bizimle kalmdan çekip gidiyorsun?
Ebu Dücane;
*-Ya Rasûlallah, benim Yahudi bir komşum var, bahçesindeki hurma ağacının dalları evimin avlusuna sarkmış. Gece rüzgar esince, hurmaları bahçeme düşmektedir. Küçük çocuklarım aç olarak uyanıp o hurmaları yemeden önce gidip onları topluyor ve sahibi olan Yahudiye veriyorum.*
Birgün sabah namazından sonra eve biraz geç gidince, yeni uyanan bir çocuğumun o hurmalardan birini ağzına koyup çiğnediğini gördüm. Parmağımı ağzına sokup dışarı atmasını sağlayınca çocuk ağlamaya başladı. *Ben ona,*
*-Allah'ın huzuruna Yahudinin hurmasını çalan bir hırsız olarak çıkmamdan utanmıyor musun ki hurmasını yiyiyorsun?* dedim.
Dolayısıyla bu durumun bir daha tekrarlanmaması için namazdan hemen sonra çıkıyorum.
Duruma vakıf olan Hz. Ebu Bekir Yahudiye giderek hurma ağacını satın aldı. Ebu Dücane ve çocuklarına hediye etti.
*Yahudi, Hz. Ebu Bekir'in bu ağacını satın almasının sebebini öğrenince bütün ailesini yanına alarak Rasûlullah (as)'ın huzuruna çıktılar ve ailece müslüman oldular.*
Kısa sürede İslam'ın bütün Arap Yarımadası'na ve kıtalara yayılmasının ve 'bölük-bölük' insanların İslam'ı girmelerinin sebebi o günkü müslümanların İslam'ı bu şekilde yaşamalarıydı.
*Onlar İslam'ı az konuşur, çok yaşıyorlardı, biz ise çok konuşmaktan yaşamaya zaman bulamıyoruz.*
Bugünkü zilletimizin sebebi de bu değil midir?
Bu yazı'nın kaynağını bilen var mı?
*Allâhım..! Biz müslümanları; Resûlüllahın (as)'ın ûsve-i hâsene olan (üstün ahlaklı) ümmeti kıl!
Hayırlı cumalar🌺
4 notes · View notes
arslan81hh · 5 years
Text
Öteler ötesinden bir ses yankılanıyor sinelere çarpa çarpa. hem hüzün hem aşk hem hasret ve gözyaşı... amin diyelim mi.
256 notes · View notes
arslan81hh · 5 years
Text
Namaz Kılmamanın Zararları
Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, Sefer-i Âhiret risâlesinde buyuruyor ki:
Namaz kılmıyan, namaz kılmamakla bütün müminlere zulmetmiş bulunuyor. Zîra her namazda (Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn) demekle bütün müminlere duâ ediliyor. Her gün beş vakit namazda yirmi defa tekrar olunan bu duâdan müslümanları mahrûm bırakıyor. Yani hakları olan bu duâyı terkediyor. Kıyâmet gününde bütün mü’minler bu haklarını namaz kılmıyanlardan alacaktır. Namaza gevşeklik gösterenler, namazı önemsemeyip hafif tutanlar birçok cezâya uğrarlar:
Ömründen hayır ve menfaat görmez. Çeşitli hastalıklar, çeşit çeşit aşağılıklar, hakaretler ve zilletler içerisinde hayat sürer. Kimseden saygı görmediği gibi, çeşitli mahrumiyet ve zaruretlere mübtelâ olur. Sıhhatinden hayır ve menfaat görmez. Genel olarak kötü yerlerde bulunan kimseler, namazına devam etmiyenler veya namazında gevşeklik gösterenlerdir. Bu gibi yerlerde, ekseriya namazı terkedenler, namaza gevşeklik gösterenler görülür. Bunun gibi, zahmetli, yorucu ve ağır işlerde çalışanlar da çoğunlukla yine namaz kılmıyanlardır. Namazı doğru kılanlar, sâlihlerin yanında hurmet ve haysiyet ve îtibar sâhibidir. Bu gibiler, arkadaşları ve akrabaları arasında seçilmiş ve saygılıdır. Aşağı, çirkin, süflî ve ezici işlerde çalışanlar genellikle namaz kılmıyan veya namaza gevşeklik gösterenlerdir.
Cenâb-ı Hakkın hizmetinde bulunmaya yarar kimselerin simâlarında, kendi yaradılışlarındaki, güzellik ve cemâlden ayrı olarak bir başka güzellik ve cemâl vardır ki, namaza gevşek davrananlar her ne kadar güzellenme ve süslenme sebeblerine başvursalar da, hergün defalarca hamama girip çıksalar da, türlü türlü, çeşit çeşit ve yeni elbiseler giyseler de, yine bu güzellik ve cemâle kavuşamaz ve bu simaya bürünemezler. Her çeşit güzel kokular sürünseler de, kendilerinde hâsıl olan yahûdî kokusuna benzer kokuyu hissedebilenlerden gizliyemezler. Bu kokuyu duyanlar vardır. Nitekim yehûdîler, yehûdîliğe mahsûs olan kokudan, İslâma gelip İslâm dîninde karar kılmadıkça kurtulamıyacakları gibi, namazı terkedenler de, namaza devam ve şartlarına riayet etmedikçe kurtulamazlar.
Simâ-i sâlihîn ancak namaza devam edenlerde bulunur. Bunu anlıyanlar vardır. Hattâ bu işin ehli olanlar, geçirilen namazın hangi vaktin namazı olduğunu da bilebilirler. Namaza devam edenler, uzun zaman hamama gitmeseler de, yıkanmasalar da, bunun gibi hayli zaman çamaşır değiştirmeseler de, vücudları, elbise ve çamaşırları pis kokmaz. Namazı terkedenler, aksine sık sık hamama gitseler de ve çamaşır değiştirseler de, o nezafet, o tarâvet ve o zarafete sâhip olamazlar.
Günde defalarca sadaka verse, birçok yetim sevindirse, yedirse, giydirse, günlerce Kur’ân-ı kerîm hatmetse, birçok kere hacca gitse, buna benzer ibâdet, tâat ve iyilikler yapsa, Cenâb-ı Hak ona zerre kadar bir sevab vermez. Bütün amelleri boştur.
Allahü teâlâ, o vakitleri namaza mahsus kıldığından bu vakitleri namazda geçirmeleri elbette lâzımdır. Bu vakitleri Allahü teâlânın tâyin ettiği şekilden düzenden çıkarmak zulmünde bulundukları için namazı terkedenlerin her işinden, dünyevî ve uhrevî yaptıklarından iyilik, hayır ve bereket kalkar.
Yâ Rabbi diyen kuluna, Allahü teâlâ, (Lebbeyk = söyle yapılsın) buyuruyor. Namaz kılmıyan kimseye, böyle söylemez. Onun duâsı kabûl olunacak makama getirilmez. Yanî bir engel çıkar da geri bırakılır. Kabûl olunacak yere ulaşamaz. Tıpkı dünya işinde, dilekçe yazanın, dilekçesinin bir yerde takılıp yerine ulaşamaması gibi.
Sâlihler, Allahü teâlâya yâr olanlar namaz kılanlardır. Ancak bunlar hayır ve berekete ve rahmete vesile olurlar. Namazda, Âdem aleyhisselâmın yaratılmasından yeryüzünde bir tek mü’min kalıncaya kadar, bütün müminlerin ve dolayısiyle bütün mahlûkatın da hakları vardır. Namaz terkedilince, Hakkın rahmeti, örtülü kalır. Rahmetin gelmesine değil kesilmesine sebeb olduğundan bütün mahlûkat namazı terkedene buğz ve düşmanlık eder.
Müslümanların duâlarının bereketinden mahrum kalır. Yanî hisse, pay alamaz. Ölse, mezarı yanından geçen bir müslümanın okuduğu Fâtihadan gerektiği kadar faydalanamaz. Allahü teâlâ böylelerini, ulûhiyet makamında özel hizmet sayılan namaza almadığından, Hakka hizmetten kovulmuş ve bu hizmet için verilecek olan faydalardan mahrum kalmıştır.
Namaz kılmıyan, görünüşü bozuk bir sûrette ve rahatsız olarak yatağa düşer. Üstünü başını, yorganını, karyolasını ve diğer şeylerini pisleterek berbat eder. Öyle olur ki, en yakınları olan çocukları ve hanımı, anası ve babası da ölümünden nefret eder. Beklenilen hürmet ve riâyeti gösteremezler. Dünyalık olarak çok büyük meselâ pâdişah da olsa, yine ölüm zamanında şu veya bu şekilde ikrah olunur bir sûret ve şekilde vefat eder ki, bütün etrafı ve yakınları ondan nefret ederler.
Namaz kılmıyanın ölümünde; gözlerinde korku alâmetleri, telâş ve hüzün eserleri, gözünü göğe dikme işaretleri görünür. Gözlerinin rengi değişir. Yukarıya veya aşağıya doğru dikilir ki, bakmak mümkün değildir. Burun delikleri kurur. Kuş tüyü yataklarda, muhteşem karyolalarda, süslü odalarda ve saraylarda binbir ihtişam ve çeşitli debdebe içerisinde bulunsa da, yine zelil ve aşağı olur. Gittikçe zillete, alçalmaya doğru yol alır. Çünkü izzet, ancak Allahü teâlâya, Muhammed aleyhisselâma ve müminlere mahsustur. Hz.Ömer bunun için: “Biz zelîl bir kavim idik. Allahü teâlâ bizi İslâm dîni ile azîz eyledi. Eğer izzet ve şerefi, Allahü teâlânın bizi azîz ettiğinden başka yerde ararsak, eskisinden daha zelîl ve aşağı oluruz” buyurdu.
Namaz kılmamakla îmân zayıflar. Namazı kılmıyanların îmânları zayıf olduğundan, ne melekler, ne rûhlar, ne ölüler, ne diriler, ne de diğer mahlûkat onu azîz tutmaz, ona hürmet ve riâyet göstermezler. Namaz kılmıyan ölürken saçları ve sakalları sarkar. Sarkık, düşük, karışık bir manzara alır. Kısaca, hayatındaki şeklinde bulunmaz. Mü’minler ise ölümünde de hayattaki durumu bozulmaz, aynen canlı gibi kalır. Onun ölümünü gören, ölümünden haberdar değilse, uyuduğunu zanneder.
Ne kadar çok yemek yese de, yine açlık ızdırabı dinmez. Gittikçe şiddetlenir. Dayanılmaz, tahammül edilmez bir hâl alır. Ne kadar fazla, ne kadar kuvvetli ve iyi yemekler yedirilse, bu acı, bu ağrı, bu sızı dindirilemez. Bu ızdırap teskin olunamaz. Bu hasta yedirilmekle doyurulamaz. Boğazı, barsakları açlıkla acı çeker.
Açlık bir orantı hâlinde yükselir, artar. Nihâyet kıvrana kıvrana can verir. Çünkü namazı terketmek büyük günahtır. Cezâsı da o nisbette büyük olur. Açlık da mühim bir hastalıktır. Neticesi mutlaka ölümdür. Diğer hastalıklar gibi değildir. İşte namaz kılmıyanlar açlık hastalığı ile kıvranıp öyle giderler. Her namaz kılmıyan mutlaka aç olarak ölür.
Namaz kılan, güler yüzlü mütebessim, parlak ve nûrânî yüzlü olur. Sevinç ve neşe alâmetleri yüzünde ve gözlerinde âşikâr olur. Hak teâlâdan ve meleklerinden hayâ eder. Kendi kusurlarını ve Hak teâlânın lütuf ve ihsanını görür de, alnından terler dökülür, burnunun delikleri sulanır. Kulak altları ve burun delikleri hafif bir şekilde terler. Güzel bir şekilde kokar. Renginde lâtif bir güzellik olur.
Etrafa güzel kokular yayılır. En lezzetli ve en nefis yemekler yemiş gibi tok ve kanmış olarak vefat ederler. Namazın tamam olması ve kemâl üzere bulunması, fıkıh kitablarında genişçe anlatıldığı şekilde namazın farzlarını, vâciblerini, sünnet ve müstehablarını yapmaya, yerine getirmeye bağlıdır. Namazda huşu’ bu dört şeyde toplanmış ve kalbin hudû’u da bunlara bağlanmıştır. Mü’minle kâfir arasındaki fark namazdır. Mü’min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfık ise bâzan kılar, bazân kılmaz.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Îmân, namaz demektir. Namaz için kalbini hazırlar ve namazı itinâ ile, vaktine, sünnetine ve diğer şartlarına riâyet ederek kılan, mümindir.) [İbni Neccâr] 
(Kıyâmette kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabûl edilir, düzgün değilse, hiçbir ameli kabûl edilmez.) [Taberânî]
(Namaz kılmıyan, Kıyâmette, Allahı kızgın olarak bulacaktır.) [Bezzâr]
(Namazı kılmıyanın ibâdetleri kabûl olmaz ve namaza başlayana kadar Allahın himâyesinden uzak kalır.) [Ebû Nuaym]
(Namaz dinin direğidir, terkeden dinini yıkmış olur.) [Beyhekî] (Namaz kılan kıyâmette kurtulacaktır, kılmıyan perişan olacaktır.) [Taberânî]
Hanbelî’de bir namazı özürsüz terkeden kâfir olduğundan öldürülür. Yıkanmaz kefene sarılmaz, namazı kılınmaz ve müslümanların kabristanına konulmaz. Ayağına ip bağlanır, murdar bir it gibi, bir çukur kazıp içine konur. Üzerine toprak atılır. Üzerine kabir alâmeti de yapılmaz. Şâfiî ve Mâlikî’de büyük günâh işlediği için cezâ olarak öldürülür. Hanefî’de namaza başlayıncaya kadar dövülüp hapse atılır. Namaz kılmamak îmânsız ölmeye, namaz kılmak ise iki cihan seâdetine sebep olur.
77 notes · View notes
arslan81hh · 5 years
Text
Tumblr media
İLİM ÇITASINI YÜKSELTEN KADIN
Kimimiz kitaplara aşık olduğunu söylüyor. Kimimiz “Kitaplar da çeyizden sayılsın.” diyor. Kimimiz “Eskiden iyi okurdum ama evlendim, çoluk çocuğa karıştım.” diye serzenişte bulunuyor. Kimimiz vakit bulamadığımızdan yakınıyor. Kimimiz günde okuduğu beş sayfa ile mutlu oluyor. İşte bu hanımın hayatı ve yaptıkları bütün seslerimizi susturacak ve bütün mazeretlerimizi değersiz hale getirecek nitelikte.
İsmi; ÜNS. Allah; ona, zamanında parmakla gösterilen âlimlerden biri olan İbni Hacer el- Askalani rahmetullahi aleyhin eşi olmayı nasip etmiş. İbni Hacer, Hadis şerhi alanında zirve bir isimdir. Takdir edersiniz ki, ciltlerce kitap okuyan, kitaplar yazan, talebeler yetiştiren bir âlime hizmet etmek öyle kolay bir iş değildir. Evi çekip çevirmek, çocukların terbiye ve talimi ile uğraşmak, eşine sakin bir ortam oluşturmaya çalışmak her hanımın sabredeceği şeyler değildir. Üns anamız böyle bir âlime hizmet etmiştir.
İbni Hacer rahmetullahi aleyh de, “Sen elinin hamuru ile bu işlerle uğraşma, git evinde otur, namazını kıl.” dememiş, aksine evlendikten sonra hanımını, icazet aldığı hocası el- Iraki’nin önüne talebe olarak getirmiştir. Üns anamız bir müddet sonra Sahih-i Buhari’yi baştan sona, senedi ve metniyle, tekrar hadislerle birlikte ezberleyip hocasının önüne oturmuş ve tek seferde ezbere okuyarak ondan icazet almıştır.
Bütün bunları yaparken kendini ilme hasreden, kadınlığın nişanı olan analık mevkiinden uzak duran bir hanım da değildir. Allah, onlara on tane çocuk bahşetmiştir. Bu çocuklardan beşi kızdır. Hamileyim, lohusayım, emziriyorum diyerek ilmi bırakmış mıdır sizce? Keşke öyle olsaydı da çıtayı bu kadar yükseltmeseydi, biz de kendimizi daha az suçlardık. Beş kızı vardı demiştik. Beş kızının beşine de Sahih-i Buhari’yi ezberletip hocasından icazet aldırmıştır.
Dikkatinizi çekmek istediğim bir husus var. Unutmayalım ki; bu insanlar, hiçbir zaman musluk açıldığında lavaboya akan su görmediler. Bir düğmeye basmakla yıkanan, çamaşır, bulaşık görmediler. Hava kararınca bir prize basarak aydınlanan odaları olmadı.
297 notes · View notes
arslan81hh · 5 years
Photo
Tumblr media
“Kilisenin bağlılarına evlilik teşvik ve desteğini görüyoruz: Bizim cami derneklerimiz, metrekaresi en ucuz halının fabrikasını, en kaliteli kalem işçisinin numarasını, en iyi minarecinin kim olduğunu bilirler; lakin ilk safta namaz kılan gencin neden evlenmediğini bilmezler. Vakıf kültürünü daima vermekten hep almaya çevirdik. Oysaki camiler minaresiz olur, mihraplar işlemesiz de durur, duvarlar mermersiz de soğuktan korur; lakin gençleri zinadan caminin mimarisi değil, nikah korur. Bir minare masrafı en az 5 düğün yapar, bir caminin iç süsleri 20 çiftin evini dizer. Gençleri evliliğe teşvik ettiğimiz kadar, cami cemaatini de evlenecek gençlere yardıma davet etmeliyiz.” | Burak Kızıldaş
47 notes · View notes
arslan81hh · 5 years
Text
Tumblr media
Bir zât der ki; "Kimse kahır çekmek için sevmez. Kahrında hoş demektir Aşk"
Aşıklardan bir başka zât da der ki; "Seni sevmekten maksat derdi, gâmı tatmaktır. Yoksa alemde zevk edecek çok şey var"
41 notes · View notes
arslan81hh · 5 years
Text
Tumblr media
38 notes · View notes