Tumgik
#biz hep birlikte tatile gitmiyoruz
meowdiorum-blog · 6 years
Text
Episode #1 - "I have a story, are you ready to hear it?"
Tumblr media
Sabah kedimin yüzüm yalaması yüzünden gözlerimi araladım. Her sabah böyle uyandırılmak zorunda mıydım? Gözlerimi tekrar kapatıp yatağın içine iyice gömüldüm ve telefonuma kurduğum alarmın çalmasını bekledim. On dakika sonra alarm çalınca yataktan kalktım ve pencereye doğru ilerleyip perdeyi açtım. Pencere pervazına oturup dışarıya baktım. Lapa lapa kar yağıyordu ve her yer beyaz olmuştu. Gülümsedim ve pencere pervazından kalkıp banyoya gittim. Kısa bir duş aldıktan sonra üzerimi giyip saçlarımı kuruttum ve telefonumu elime alıp saate baktım. Saat altı buçuktu. Kafamı iki yana sallayıp bu düşüncelerden kurtuldum ve dolabımın önüne geçip valizimi hazırlamaya başladım. Okullar sonunda kapanmıştı ve en yakın dört arkadaşımla dağ evine iki haftalığına kalmaya gidiyorduk, her yer karla kaplıydı ve kesinlikle harika olacaktı! İki büyük valiz hazırlayıp odamın kapısının önüne bıraktım. Makyaj masama oturup saçlarımı yaptım ve yola çıkacağımız için hafif bir makyaj yapmaya karar verdim. Makyajım bittikten sonra masanın yanında duran, yolda yanıma alacağım sırt çantasını elime aldım. Büyük kısmına bir hırka, makyaj çantamı, cüzdanımı ve gerekli olabilecek diğer gerekli eşyalarımı yerleştirdim. Küçük kısmına, şarj aletimi, kulaklığımı ve benzeri şeyleri koydum. Çantayla işim bittikten sonra onu da valizlerin yanına bıraktım ve telefonumu elime alıp en yakın arkadaşım Ecem’i aradım.”
“Alo? Ecem. Sakın hala hazır değilim deme.”
“Hazırım Eylül Yeşim Asrın.”
“Bana soy adımla seslenmeyi kes lütfen. Sinir oluyorum döveceğim artık seni Ecem.”
“Tamam tamam, sustum. Ha bu arada, dağ evine Cemre ve sevgilimin bir kaç arkadaşı daha geliyor. Sekiz kişi falan olacağız.”
“Senin sevgilinin arkadaşları hep yavşak olu-”
“Hey kapat çeneni ve bir saat sonra bizim evin önünde ol. Sen ben ve Cemre benim arabamla gideceğiz bebek.”
“Tamam Ecem hadi yürü git kapat telefonu işim gücüm var açım aç!”
Dedim ve kıkırdayarak telefonu yüzüne kapattım. Odamın kapısını açıp yavaşça merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Babam ve abim uyanmıştı. Annem ben beş yaşındayken babamın düşmanları yüzünden bir kere yaralanmıştı, ben tam sekiz yaşındayken öldürülmüştü. Bu yüzden babamı asla affetmemiştim. Annemi neredeyse eve hapsetmişti ve her gün kavga ediyorlardı. Gerçekten çok sarsıntılı bir çocukluk yaşamıştım. Ama abim beni hep korumuştu, onu seviyordum. Üç katlı büyük bir villamız vardı. Arka tarafında babama ait yapay bir orman ve biraz ilerisinde yapay bir göl vardı. Evimiz ve bahçesi gerçekten çık büyüktü. Şehirden biraz uzakta sakin bir yerdeydi. Benim odam çatı katındaydı. Aşağı indiğimde yardımcımız Nurşen teyzenin mutfakta kahvaltı hazırlıyordu, babam ve abim televizyon izleyip sohbet ediyordu. Yanlarına doğru ilerledim ve tekli koltuğa oturdum. Abim bana bakıp,
“Günaydın ufaklık.”
“Günaydın ve bana ufaklık demeyi kes artık, ben büyüdüm koca adam. Bir de iki hafta yokum burada. Ecem’in ailesinin dağ evine gideceğiz.”
“Güvenliği iyi bir yer mi?”
“Güvenliği gayet iyi ama ben zaten oraya eğlenmek için gidiyorum. Güvenli olup olmaması pek önemli gelmiyor. Kendi başımın çaresine bakabilirim baba.”
“Senin güvenliğin benim için her şey demek. Dışarıda bir sürü düşmanım var ve sen dağ evine gidiyorsun Eylül. Korumalarımdan iki tanesi seninle gelecek.”
 “Ben oraya eğlenmek için gidiyorum ve peşime koruma takmanı istemiyorum!”
“Eylül orada güvende olmayacaksın!”
“Kendi başımın çaresine bakabilirim, çocuk değilim ve bir dadıya ihtiyacım yok.”
Babam cevap vermeden kalkıp gitti ve uzun süre bir sessizlik oluştu. Çocuk değildim ve korumaya ihtiyacım yoktu. Kendi başımın çaresine bakabileceğimi bilmesi gerekiyordu. Onun düşmanları yüzünden annem gibi eve hapsolarak yaşamayacaktım. Özgürlüğün ne demek olduğunu çok iyi biliyordum ve asla kimse özgürlüğüme karışamazdı. On beş yaşıma kadar okula gitmek, bahçeye çıkmak dışında bir yerlere gitmeme asla izin vermemişti. İlk defa on beş yaşımda tanışmıştım dünyayla, gördüğüm en ufak bir ışığı bile güneş sanıyordum çocukken. Kendimi avutuyordum. Nurşen teyzenin bize seslenmesiyle bu sessizlik bozuldu.
“Eylül, Bora kahvaltı hazır çocuklar!”
“Tamam Nurşen Teyze! Geliyoruz.”
Dedim ve yerimden kalkıp yemek odasına doğru ilerledim. Hızlıca kahvaltımı yapmaya başladım çünkü geç kalacaktım ve geç kalmaya hiç mecalim yoktu. Yemeğimi yerken elimde telefonla uğraşıyordum ve Ecem’den bir mesaj geldi.
Ecem: Plan değişti, benim arabamla gitmiyoruz. Sende kar lastikleri var değil mi?
Eylül: Evet var ama yine de babamın Jeep’lerinden bir tanesini ödünç alabilirim.
Ecem: Harika olur! Saat yedi buçukta Cemre ve ben bizim evde bekliyor olacağız. Bay bay!
Eylül: Görüşürüz bebeg.
Yazdım ve telefonu cebime koyup kahvaltımı bitirdikten sonra yemek odasından çıktım. Valizlerimi indirmek için babamın korumalarından bir tanesine ihtiyacım olacaktı. Etrafa bir göz gezdirdim ve kapının yanında olan babamın sözde bir numaralı koruması olan Cemal abiyi gördüm.
“Şey Cemal abi! Bir bakar mısın?”
“Efendim Eylül?”
“Yola çıkacağım, babamın Jeep’lerinden bir tanesi ona göre hazırlansın, ve valizlerimi arabaya yerleştirebilir misin?”
“Tabi ki hemen hallediyorum.”
“Teşekkürler.”
Dedim ve odama çıktım. Aynadan kendime baktım. Üzerimde siyah bir tayt ve bol bir koyu kırmızı kazak vardı, ayağıma da siyah spor ayakkabılarımı giymiştim. Daha fazla oyalanmadan tekrar saçlarımı düzelttim ve montumu giyip sırt çantamı taktıktan sonra aşağı indim ve arabaya baktım. Gayet büyük ve genişti, kesinlikle bu arabayla yola çıkabilirdik. Cemal abi valizlerimi arabaya yerleştirirken telefonumu çıkarttım ve Ecem’e mesaj attım.
Eylül: Görev tamamlanmıştır bebeğim. 
Ecem: Harikasın kanka.
Güldüm ve telefonu cebime koyup beni kapıda bekleyen babam ve abimle vedalaşıp arabaya bindim. Ecem’in eviyle bizim evimizin arasında on beş dakika vardı. Evlerinin önüne geldiğimde arabayla durdum ve kornaya bastım. Bir koruma bagaja valizleri yerleştirdikten sonra Ecem ve Cemre gelip arabaya bindi. Arkama dönüp ikisine de baktım.
“Önce şu konuda anlaşalım arabayı insan gibi sür demek yok!”
“Tamam Eylül ya, saat zaten sekiz buçuk olmuş diğerleri çoktan yola çıkmıştır.”
“Lan anahtarlar bende bizim onlardan önce orada olmamız lazım Eylül karısı çabuk.”
“Cırlama Ecem cırlama. Yetişiriz biz merak etme.”
Dedim ve gülüp arabayı çalıştırdım. Saat gece üç dört gibi orada olurduk, dağ çok uzaktaydı. Şimdiden güzel bir tatil olacağını hissediyordum. Oldum olası hep dağ evlerini çok severdim, özellikle kar yağışını izlemeyi. Çok heyecanlıydım.
                                                        *****
Dağ evine varmamıza on beş dakika kalmıştı. Şimdiden evi görebiliyorduk. Dışı ışıklarla kaplıydı, tıpkı Noel zamanında süslenen evlere benziyordu ve gerçekten hoş durmuştu. Işıklarla süslenmesinin sebebi dağ evinin yönünü kolay bulmak için yapılmış olabilirdi. Gerçekten çok büyüktü. Devasa bir yapıya sahip denilebilirdi. Dağın en tepesinde sadece o ev vardı ve ışıklar sayesinde uzaktan bile muhteşem bir şekilde gözüküyordu. Tam on beş dakikada dağ evine vardık. Dağ evinde toplam 9 kişi olacaktık ve beş kişi bizden yarım saat önce gelmiş, bizi bekliyordu. Saat tam üç buçuktu. Ev üç katlıydı ve gerçekten harikaydı.Üç kat dışında bir de çatı katı vardı ve böylece toplam dört kat oluyordu. Çatı katında sadece bir oda vardı ve onun da tavanı camla kaplıydı. Vakit geçirmek için harika bir yerdi ama hepimiz yorgunduk ve uykumuz vardı. Hepsini çok iyi tanıyordum, hepsiyle dört yaşından beri arkadaştık ama bir tek Meriç’i pek tanımıyordum. Okulun en kötü çocuğu denilebilirdi, gizemli bir tipi vardı. Buradaki herkes onunla samimiydi, tabi ben hariç. Nedense konuşamıyorduk onunla. Cemre ve Barış, Ecem ve Erdinç, Egemen ve Meriç, aynı odada kalıyordu. Ben ve Nesrin’de aynı odada kalıyorduk. Nesrin doğduğumdan beri en yakınımdı. O benim kanımdan, kuzenimdi. Bir nevi ailem sayılırdı. Egemen ve Meriç tam karşımızdaki odada kalıyordu ve bu Nesrin’in işine gelmişti. Çünkü Egemen’i seviyordu. Saat tam dört olmuştu, valizlerimi dolabın içine koydum ve fermuarını açtım. İçinden pijamalarımı çıkartıp giydikten sonra valizi kapattım ve yatağa oturup telefonumla uğraşmaya başladım.
“Şaka gibi Eylül! Egemen şuan karşıdaki odada!”
“Sakin ol Ness, hem bağırma geri zekalı. Sesin çok çıkıyor rezil olacaksın bak inşallah, amin.”
Dedim ve kıkırdayıp telefonumu şarja taktım ve gözlerimi kapattım. Uzun ve derin bir uyku çekmeye ihtiyacım vardı. Sabahın dokuzunda Nesrin tepeme bindi. Sadece beş altı saat uyuyabilmiştim ama bir şekilde beni kaldırmayı başardı. Odadaki banyoda elimi yüzümü yıkayıp saçımı topladım ve odaya geri geldim. Nesrin şarkı eşliğinde dans edip kıyafet deniyordu, özürlülük işte budur!
“Nesrin sabah sabah ne bu Şeyma Subaşı enerjisi? Ben yanında sürüklediğin Melisa olmaya razı değilim beni sal yatayım lütfen.”
“Salamam canım, hadi hazırlan ya herkes uyandı sen hala beni sal diyorsun?”
“Ya bana ne be? Uykum var benim beni bir üç ay kaldırmayın mümkünse.”
“Seninde inadın ne pismiş arkadaş. Hazırlan dedim sana çabuk!”
Sinirle göz devirdim ve valizimin fermuarını açtım. Siyah ve bol bir sweatshirt ve dar bir tayt giydim. Ayakkabılarımı da ayağıma geçirip tekrar banyoya gittim ve saçımı düzeltip hafif bir makyaj yaptım. Rutin işlerimi hallettikten sonra tekrar Nesrin’in yanına doğru ilerledim. Sabah sabah derdi neydi anlamıyordum. Telefonumu şarjdan çekip odadan indim ve mutfağa doğru ilerledim. Cemre kahvaltı hazırlamıştı. Eğer Cemre olmasaydı kesinlikle hepimiz aç kalacaktık. Herkes kahvaltı ettikten sonra salonda toplandık, dışarı çıkacaktık. Odaya girip montumu giydim, şapkamı ve eldivenlerimi takıp ayağıma topuklu botlarımı geçirip kapının önüne gittim. Herkes hazırdı. Dışarı çıktık. Lapa lapa kar yağıyordu. Erdinç Ecem’in elinden tuttu ve,
“Ben Ecem’le yalnız olacağım. Bir saat sonra kapının önünde olun. Aramakla uğraşmam ona göre.”
Hepimiz göz devirdik. Cemre ve Barış’da birlikte gitmişti. Sadece Nesrin, Egemen, Meriç ve ben kalmıştık. Egemen çocukluk arkadaşımdı, onu çok seviyordum ama Meriç’i tanımadığım için ondan biraz çekiniyordum. Nesrin sanırım Egemenle yalnız kalmak istiyordu. Sanırım şuan onun Meriç ile dolaşacaktım. 
“Meriç sen benimle gelsene bir. Egemen ve Nesrin sizde birlikte dolaşın.”
Meriç tek kaşını kaldırıp bana bakınca ona ne var dercesine kafamı salladım ve kolundan çekiştirip yürümeye başladım. Nesrin yüzünden Meriç denen çocuğa rezil oluyordum. Oradan biraz uzaklaştıktan sonra durduk. Bir açıklama yapmam gerekiyormuş gibi hissediyordum.
“Nesrin, Egemen’i seviyor. Yalnız kalmalarını istedim. Onun için seni çağırmam gerekliydi.”
“Anladım, sorun değil.”
“Sadece duracak mıyız ya burada böyle?”
“Kaybolmak mı istiyorsun kızım sen?”
“Ne alakası var be salak? Ben buraları avucumun içini gibi bilirim. Altı yaşımdan beri her sene geliyorum. Kaybolmamız biraz zor yani.”
“Yürü o zaman.”
Göz devirdim ve yürümeye başladım. Nereye gittiğimiz hakkında hiç bir fikrim yoktu ama ilerliyorduk. Yürürken ayağım çalılara takıldı ve düşecekken Meriç beni belimden yakalayıp kendine doğru çekti. Bir anlık bir şeydi. Sonra geri bıraktı ve hiç bir şey olmamış gibi yürümeye devam ettik. Bir süre sonra oturacak kayalıklar bulunca oturduk. Dağın en tepesindeydik, lapa lapa kar yağıyordu ve aşağısı muazzam gözüküyordu.
“Seninle tanışma vaktimiz olmamıştı hiç, tuhaf birisin yani.”
“Sen beni tanımıyorsun, ben seni tanıyorum ufaklık.”
“Ne? Nasıl ya?”
“Babalarımız, düşman.”
“Ne?”
“Duydun işte.”
“Şuan seninle burada olduğumu öğrense, beni kesinlikle öldürür. Çeneni kapalı tut çocuk.”
“Merak etme, benim yanımdayken kimse sana zarar veremez.”
“Korkmuyorum zaten ama, bu konularda çok hassas. Lütfen bizden başka kimse bilmesin Meriç.”
“Tamam, sen sakin ol.”
“Demek bana mesafeli davranmanın sebebi buydu?”
“Sadece sana mesafeli davranmıyorum Eylül. Başka sebepleri de var.”
“Anladım. Her neyse bu konuyu kapatalım lütfen. Karşımızda bu kadar muazzam bir manzara varken babam hakkında konuşmak istemiyorum.”
“Sen bilirsin.”
“Kar yağması beni huzurlu hissettiriyor.”
“Her yer, beyaz ve neredeyse aynı gibi. Yolumuzu bulamayacağız.”
“Ya biraz rahat olup şu manzarayı seyret lütfen.”
Dedim ve göz devirip dirseğimi dizime yasladım ve elimi çeneme koyup dağdan aşağı baktım. Annemi özlüyordum, aklıma geldikçe deliriyordum. Babamın bencilliği yüzünden annemi kaybetmiştim. Annem babamın zaafıydı, babam ona bir zarar gelmemesi için onu eve kapatmıştı ama anneme en büyük zararı kendinin verdiğinin farkında bile değildi. Annem hafızamda kesik kesikti. Gözlerimin önünde öldürüldüğü an, annemle birlikte bende ölmüştüm. Sadece annemi değil, benim çocukluğumu da öldürmüşlerdi. Gözlerimi ağlamamak için sıkıca kapattım ve yumruğumu sıktım. Ama işe yaramıyordu. Gözlerimi açtığım an gözyaşlarımın süzüleceğini biliyordum. Bir anda kendimi Meriç bana sarılmışken buldum. Derin bir nefes aldım ve bir süre orada kaldım. Daha sonra yavaşça geri çekildim.
“Teşekkür ederim.”
“Önemi yok. Artık gidelim hava kararıyor.”
“Tamam.”
Dedim ve oturduğum yerden kalkıp etrafıma baktım. Her yer kar yüzünden beyazdı ve bir birine benziyordu. Hangi taraftan gelmiştik biz? Sanırım kaybolmuştuk. Etrafıma bir süre daha baktım. Ne kadar fazla uzaklaşmıştık biz?
“Ne oldu lan ne bakıp duruyorsun?”
“Ya şey, şimdi şöyle şey oldu-”
“Ney oldu?”
“Ya ben yolu şey yaptım..”
“Sen yolu ne yaptın kızım söylesene delirtme beni!”
“Bağırma be hayvan! Kaybolduk galiba!”
“Hay sikeyim yapacağın işi! Sana söylemiştim ben değil mi!”
“Kibar ol be hayvan!”
“Ya sabır!”
“Asıl bana sabır ya!”
“Kapat çeneni düş önüme. Konuşmak yasak sana.”
Gözlerimi devirdim ve yürümeye başladım. Hava iyice kararmıştı ve kurt uluma sesleri geliyordu. Korkudan ölecektim neredeyse. Dağ başında kaybolmuştuk ve telefonlar çekmiyordu. Babam eğer bu başıma geleni öğrenirse kesinlikle beni eve tıkmayı deneyecekti.
“Of deli olacağım yemin ederim! Kurda kuşa yem olacağız burada!”
“O kadar kötü düşünme belki donarak ölürüz.”
2 notes · View notes