Tumgik
#ben de 13 mayıs mı dedim
kapanakisilmisruh · 3 years
Text
umut... yok
13 mayıs 2020 çarşamba
118. Gün
Merhaba;
Açıkçası klavyenin başına geçerken ne yazmam gerektiği hakkında o kadar çok düşündüm ki...
Sanırım insan çok dürüst olması gerektiğinde planlayamıyor söyleyeceklerini.
Sahi sana kullandığım ilk kelime neydi?
Hatırlamıyorum ki...
Aklımda tutamayacağım kadar mı önemsizdi?
Büyük ihtimalle ilk defa bir merhaba ile girdim hayatına...
'Merhaba ben Elif...'
Anılarım çok bulanık ama tanıyorum kendimi, muhtemelen böyle gerçekleşti...
Bir merhaba ile hayatına girdiğimden sanırım, planladığım tek kelime bundan ibaretti.
Merhaba ile başlayan bir dolu sözcükle veda ediyorum şimdi...
Şaşırdığını zannetmiyorum, muhtemelen bekliyordun.
Sen de biliyorsun,
Sana hiç yalan söylemedim, seni hiç aldatmadım ama abarttım.
Çok abarttım sevgili...
Biz şairlerin en büyük özelliği ne bilir misin?
Havalı sözcüklerle beylik laflar edip, kalbe dokunacak mısralar yazmak.
Basitçe yazılan 'seni özledim' yada herkesin diline pelesenk olmuş 'seni seviyorum' cümlesi asla tatmin edemez bizi
Beni etmedi.
Seni düşünerek 50 küsür şiir yazdım
Hatta sana yazdığım son satırlar bu veda mektubundan ibaret belki
Bil ki, yanında olduğum da her şey çok güzeldi
Kırık bir kızdım ve hayatıma aniden girdin
ama bana hiç düşünme fırsatı vermedin.
Ben sadece, sadece sevmek istedim.
Benim sevgime değecek birini deli gibi sevmek...
Yine de aşka hiç inanmadım biliyor musun?
Ama dedim ki, eğer aşk varsa sadece bu adam sayesinde uğrar bana.
Düşünceli, sevecen, benim için her şeyi göze alan, beni hak etmediğimden fazla seven...
Maalesef ki uğramadı sevgili...
Aşkın olmadığına gerçek manada eminim şimdi.
Hayatımda olduğun an her şey çok güzeldi
Benimle ilgilenen her şeyimi konuşabileceğim bir arkadaş edinmiştim.
Seni çok sevdim.
Ama şiirlerimdeki gibi değil...
Seni büyük bir arzuyla değil, büyük bir şefkatle sevdim,
Sana karşı hiç tutku hissetmedim, içimde sana dair olan tek şey merhametti
Sende bende bunu sevdin zaten, biliyorum.
Biraz uzak kalınca çok özledim seni,
Hatırlıyorum da o altı gün sanırsın altı asır gibi gelmişti
Ama senden çok uzak kalınca, işte o zaman anladım kendi hislerimi
Alışkanlığımdan kurtulmutum.
Anladım ki kendi hayalimde yarattığım arzularımı şiirlerime doldurmuşum.
Oysa, sen benim güvendiğim limandın!
Kıyına rahatça yaklaşabilir, kavgasız gürültüsüz sakin ve mutlu bir hayat sürebilirdim
Bu beni en çok etkileyen şeydi ama bir şeyler sürekli eksikti...
Sana hep dedim, bana sevmeyi öğret dedim
Ben bilmiyorum dedim
Niye öğrenemedim?
Seni, değer verdiğim biri gibi sevdim,
Senden hoşlandığımı zannediyordum ama bu hoşlantının boyutu korkutuyordu beni.
Çokluğundan değil, azlığından korktum hep.
Sokakta aniden gördüğüm çok yakışıklı bir adamdan nasıl hoşlanırsam öyle hoşlanıyordum senden.
Birbirini tanımayan her erkek ve kadın arasında oluşabilecek bir kimya kadardı sana olan heyecanlı hislerim.
Sana çok değer verdim ve çok sevdim ama romantik bir manada değil
Çok düşündüm.
Senden uzakta kaldığım ikinci aydayım, daha bir ay dolmadan seni gerçekten sevemediğimi anladım.
Ne yapacağım bilmiyorum, ne yapmalıyım bilmiyorum.
İçimde gram heyecan yok artık
Sadece yanına gelince her şeyin düzelmesini umuyorum.
Yalnızlık aklımı başıma getirdi
Kendi hislerimi algılayamadığımdan etrafımdan sürekli yardım istedim.
Arkadaşıma , "ona aşık olduğunu nasıl anladın" dedim sevgilisi için.
"Kendi duygularından, sevdiğinden nasıl eminsin?" dedim.
Bu ömrüm boyunca sürekli kendime sorduğum bir soru oldu çünkü.
Asla tam olarak nasıl sevilir bilemedim
İnsan insanı nasıl sever çözemedim.
Bana ne dedi biliyor musun?
'mesela, yokluğunu düşünüyorum. Onsuz bir hayat canımı o kadar yakıyor ki dayanamıyorum. Yokluğunu düşünmeye bile katlanamıyorum'
Anlamam için onca ipucu varken asıl o zaman dank etti.
Sensiz hayat çok kolay olurdu.
Savaşmam gerekmezdi, merak etmem gerekmezdi, kendimle ilgili rapor vermem veya aileme seni kanıtlamam gerekmezdi.
Sevmediğim özelliklerine göz yummam gerekmezdi.
Yokluğun o kadar kolay geldi ki gözüme, aslında bu olaydan ne kadar sıkıldığımı fark ettim
Seni, nasıl sevdiğimi anlayabildim.
Seninle argolu konuştuğumda yada yanında küfür ettiğimde, ben arkadaşın değilim, benimleyken böyle konuşma derdin.
Bunu çok, bir çok kere söyledin.
Anladım ki, ben seni arkadaşımdan daha öte de düşünemedim.
Aynı evi paylaşabileceğim, ilgili, fedakâr, güvenli, huzurlu olabileceğim, doya doya eğlenebileceğim bir arkadaş...
Özür dilerim
Benim için asla daha fazla bir mana ifade edemedin
Sana defalarca kez bana sevmeyi öğret dedim
Ama bunu sen de öğretemedin
İster ilahi adalet de, ister evrenin karması fark etmez, günün birinde seni reddettiğim için öküzün birine tutulacağım muhtemelen.
Asla istemediğim birine,
Babam gibi birine aşık olacağım belki de.
Peki daha mutlu olacak mıyım?
Biliyor musun, seninle yaşayacağım huzurlu hayattansa, kavgayla gürültüyle ama tüm kalbimle sevebileceğim, çoğu zaman ağlayıp üzüleceğim bir hayat daha cazip geliyor.
Klasik sorudur, sevmek mi sevilmek mi deler
Şair sevildiğinden asla emin olamazsın ama sevdiğinden emin olursun demiş.
O yüzden sevmeyi tercih etmiş.
Ben, ben aşk ile gelen acının bile garip bir haz taşıdığını düşünüyorum.
Ben karşımdaki adamın kusurlu özelliklerini görmezden gelmek istemiyorum.
Ben o özellikleri hiç görmemek ve bana kusursuzmuş gibi gelmesini istiyorum.
Aşkımdan gözlerim kör olsun, aklımda tek bir soru işareti kalmasın istiyorum.
Beynimle düşünmeyi bırakmak, artık kalbimi dinlemek istiyorum.
Tozpembe gözlükleri bir kez olsun takıp, enini sonunu düşünmeden sadece yaşamak istiyorum.
Ben ne kadar itilirsem itileyim yine de o kişinin yanına gelecek kadar çok sevmek istiyorum.
Ben sevmek istiyorum!
Bunları hissedeceğim kişi sen ol istedim
100 küsür gün geçti sevgilim, sevemedim
Üzgünüm beceremedim.
Aslında bu mektubu seni bırakırsam neleri kaybedeceğimi anlamak için yazmıştım.
Şu an seni bırakmayarak nelerden vazgeçtiğimin farkına vardım.
Seni üzmek yapmak isteyeceğim son şey
Dediğim gibi aşık olmak istiyorum ama aşkın varlığına da inanmıyorum.
Bundan dolayı konuyu kadere bırakmaya karar verdim
Eğer aşık olursam, senin yanında kalmak için hiç bir sebebim kalmaz.
Eğer olamazsam hep istediğim mutlu huzurlu ve eğlenceli hayata kavuşurum.
Sonuçta her şeyini bilen bir arkadaşınla koca bir ömür geçirmekten daha iyi ne olabilir ki?
Umarım bu mektubu sana vermeme gerek kalmaz demeyeceğim.
Bencil olmayı çok önceden öğrendim.
Tüm kalbimle bu mektubu sana vermeyi diliyorum.
Tüm kalbimle aşık olmayı diliyorum
Bencil olduğum için affet beni...
Bundan sonra senin için yapabileceğim tek şey, kararım bu kadar kesinken bile, seni üzmemek için bu durumu gittiği yere kadar götürmek olabilir.
Seni üzmeden yanında kalmayı becerebilirsem tabii.
Şu saatten sonra sana aşık olabileceğimi de zannetmiyorum gerçi
Yine de umut işte
Belki bir gün umduğum gibi severim seni...
11 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 5 years
Text
Mıgırdiç Margosyan / Çocukluğumda annem kedimizi  dört dilde azarlardı
Tumblr media
Mıgırdiç Margosyan'ın 27 yıl önce yayımlanan Gâvur Mahallesi adlı öykü kitabı, şimdi de Türkçe, Ermenice, Kürtçe olarak bir arada yayımlandı. Margosyan, "Bizim evde annem, babam, nenem dört dilde konuşurdu. O yüzden öykülerim kadar bu kitabın üç dili barındırması da bir gerçek,'' diyor
Yabancı olanlar için 'gavur' tabirini kullanan kaldı mı hâlâ, bilmiyorum. Vardır mutlaka! Ama elimde tuttuğum kitabın başlığı olan Gâvur Mahallesi, Diyarbakır'ın suriçinde gerçekte de var olan bir mahallenin adı. Geçtiğimiz günlerde Aras Yayıncılık'tan çıkan kitabın, sırlarla dolu bir kapının önünden geçen küçük bir çocuk fotoğrafına yer verilen kapağında, Türkçenin yanı sıra Ermenice ve Kürtçe isimleri de yazılmış. Nedeni basit. İçindeki öyküler, üç dilde toplanmış. Belki de ülkemizde bir ilk olan bu 'üç dilde kitap', üzerinde düşünülecek bir dönüm noktası: Herhangi bir dilden, bir kitaptan, öykü tadında yazılmış ama hepsi yaşanmış anılardan, bir arada olmaktan korkmamanın dönüm noktası... Zaten kitapta adı geçen ebeden, neneden, anadan, çocuklardan geriye de sadece yazarı Mıgırdiç Margosyan kalmış aramızda... Onun da küçükken evinde, avlusunda, mahallesinde, sokaklarında duyduğu konuşmaları, gördüklerini, onlar da yok olmasın, unutulup gitmesin diye yazmaktan başka bir gayesi yok...
Öykü derlemeniz, ilk yayımlanışının üstünden 27 yıl geçtikten sonra bu kez bir kitabın içinde üç dilde çıktı karşımıza. Bu hiç aklınıza gelir miydi? - Bu kitabımın üç dilde değil, Türkçede bile yayımlanacağını düşünmemiştim. Gâvur Mahallesi adlı hikaye kitabımı ilk Ermenice yazdım. Adı Bizim Oralar'dı. Burada çok ilgi gördü. O yıl Paris'te Ermeni yazarlara verilen bir ödülü de kazandı. Türkiye'de bir yayınevi Türkçe yayımlamak istedi. Herhangi bir şey talep etmedim. 'Benim zamanım yok, Türkçeye siz tercüme eder misiniz? Ayrıca ben tekrar yazarım ama belki de siz güzel değil diyeceksiniz, sizin de benim de zamanıma yazık,' dedim.
Hayal kurmadım
İçeriğini hiç bilmeden mi kitabı Türkçe yayımlamak istediler?
- Evet, ama ödül aldıktan sonra sağa sola sormuşlar. Sonra bir hikayeyi tekrar yazdım. Çok beğendiler, devam etme kararı alındı. En sonunda kitabın ismi ne olacak, noktasına geldik. 'Ben karışmam, yayıncı sizsiniz,' dedim. Yine de 'Ben kitaptaki bir öykünün adı Gâvur Mahallesi. İsterseniz o olsun!' dedim. Yayıncı 'Boş verin, gavur mavur,' dedi. Sonra da 'Arkadaşlarla görüştüm, yazarı çekinmiyorsa, sana ne oluyor?' dediler,' diye kabul etti. Kitap yıllar içinde 13. baskıya geldi.
Türkiye'de şu aralar seçim öncesi siyasi zıtlaşmaların yaşandığı bir ortamda, üç dilde yayımlanmasını kim düşündü?
- Diyarbakır'a son yıllarda sık gidiyorum. Suriçi Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, çok dilli kitap çalışması yapıyor. Bu kitabın da Kürtçe yayımlanmasını isteyince, daha önce basıldığını söyledim. Bunun üzerine 'Acaba Türkçe, Ermenice, Kürkçe olarak aynı kitapta basarsak nasıl olur?' dedi. Ben de Diyarbakırlı olduğum için bu fikre sıcak baktım. Bu İngilizce ve Fransızca da olabilirdi, ama doğrusu bana o kadar içten gelmiyordu. Ama Türkçe, Ermenice ve Türkçe bu coğrafyada konuşulan diller. Bunların yan yana gelmesi, çok daha tabi...
Çokkültürlü bir hayatı yansıtan öykülerinizden anladığımıza göre çocukluğunuz da yine bu üç dili duyarak geçmiş... Kürtçeyi de kısmen biliyormuşsunuz...
- Kulak misafiri olarak... Hikayelerden birinde evimizdeki kedimizi anlatıyorum. İsmi Mestan. Annem kediyi terbiye etmek istiyor. Bizim oralarda evde çok da kedi bakılacak imkan yoktu. Tek gözlü evlerde yaşayan insanlardık biz. Ama bizim Mestan, nasıl olduysa geldi, evin bir kenarına yerleşmeye çalıştı. Anam ile Mestan arasında devamlı bir kavga vardı. Anam mutfakta yemek mi pişiriyor, Mestan da gelip, neyi araklayabilirim, diye bakardı. Anam bir gözünü de maalesef hastalıktan kaybetmişti. Hep derdim ki; 'Anam tek gözüyle Mestan'a öyle dikkat ediyordu ki bir türlü hırsızlık işini beceremiyordu.' En sonunda artık anam tekme tokat değil de diliyle anlatmaya başlıyordu. Önce Türkçe 'Mestan hırsızlık yapma,' diyor, sonra kedi anlamayınca Ermenice, sonra Kürtçe, o da olmadı Zazaca söylüyordu. Evet, çünkü bizim evde anam, babam, nenem hep dört dille konuşuyordu. Dolayısıyla Mestan da bu dört dili öğrenmek durumundaydı.
Kitabın üç dili barındırması da 'Yaşadığım gerçekliğin ta kendisi,' diyorsunuz o halde...
- Gerçek bu. Zaten kitaplarımın şu veya bu şekilde ilgi görmesinin nedeni, olayları olduğu gibi anlatmam... Tipler, karakterler, yaşam. Hayal kurmadım. Belki de o tabi hali insanlara daha cazip geldi.
Ermeniceyi 15 yaşında İstanbul'a gelince öğrendim
Bir açıklamanızda 'Kürtçeyi çok az hatırlıyorum, Ermeniceyi de İstanbul'da öğrendim,' diyorsunuz. Çocukken hangi dili konuşuyordunuz?
- Ermenice'yi 15 yaşında Diyarbakır'dan İstanbul'a geldikten sonra öğrendim. Evimizde yarım yamalak konuşulan bir dildi. Büyükler kendi aralarında konuşurdu ama biz üç beş sözcüklük cümlelerle konuşurduk: Git, gel, su, toprak, ekmek gibi sözcüklerle cümle kurardık. Kürtçeyi de bilmiyorduk. Çünkü evimizde, okulda hep Türkçe konuşuyorduk. Ama babamlar yerine göre kendi aralarında Kürtçe, bazen anlamamızı istemedikleri şey olduğunda Zazaca konuşurlardı.
Çocukluğunuzu özler misiniz?
- Aslında çocukluk yıllarımı hiç unutamadım. Çünkü 15 yaşında İstanbul'a bir turist gibi değil, sürgün gibi geldim. Babam burada ana dilimi öğrenmem için baskı yaptı. Şişli'de bir yetimhanede, sonra Üsküdar'da bir zamanlar benim de müdürlük yaptığım okulda kaldım. Çoğu da benim gibi Anadolu'dan gelen öğrencilerdi. İlk geldiğimiz gün hayretler içinde kalmıştık. 1950'lerden bahsediyorum, biz Anadolu'dan geldiğimiz için kendi geldiğimiz diyalektle konuşurduk. Oradaki Ermeni çocuklar bizi duyunca 'Kürtler gelmiş,' diyordu. Oysa biz buraya anadilimizi öğrenmeye gelmiştik. Korkunç da bir ironiydi yaşadığımız. Yıllar içinde son derece duygulanıyorum. Çünkü benim bıraktığım o Diyarbakır, kalmadı. 1950'li yıllarda sokaklarda menekşe mevsiminde menekşe satılırdı. Demek ki o toplum, Gâvur Mahallesi'nde bir tutam menekşeye üç kuruş mu beş kuruş mu verip, üç gün onun zevkini sürebiliyordu. Böyle bir kültür vardı. O yaşam, o kültür 50 yılda tamamen bitti. Bu hüzün veriyor bana. Onun için her gittiğimde yalnız başıma dolaşmayı seviyorum.
Tumblr media
Kitabınıza bir barış misyonu da yüklemek doğru olur mu? Yoksa herkes, ne isterse onu mu anlasın?
-Doğrusu ben bir kitap yazayım, böyle de bir misyon yükleneyim diye yola çıkmadım. Asla öyle peşin hükümlü bir davranışım yok. Kitaplarımda, benim kanaatimce, iyi bir okuyucu, benim direk bazı şeyleri söylemediğimi çok iyi görür. Ben o misyonu, hep satır aralarında vermeye çalıştım. Ben hep hümanistçe şeyler yazdım. Kişiliğimde de bu vardır. Asla peşin hükümlü davranmadım. 'Bu Kürttür, dolayısıyla şudur, bu Ermenidir, dolayısıyla budur,' gibi yaklaşımlar yapmadım. İnsan kimliği önemlidir. Ama o insan kimliğinin içinde çeşitli kademede, herkesin kendine göre bir karakteri vardır. Onların içinden olumlu olanları bulursunuz. Zaten bir yazarın, edebiyatla uğraşanın, bir ressamın, şairin bence yapması gereken de budur. Bizde mesela siyasilerimiz gerçekten ne kadar okuyorlar, bilemiyorum. Anlatmaya gelince çok şey söylüyorlar. Tabii istisnalar var.
Evimizin bulunduğu sokağa benim adımı verdiler
Çocukluğunuzun geçtiği Gavur (Hançepek) Mahallesi'nde artık kitabınızda sözünü ettiğiniz o insanlardan kimse kalmadı mı?
- Hiç yok. Sadece yaşlı bir beyle hanım var. Geçtiğimiz günlerde bir açılış için Diyarbakır'daydım, Sarkis Bey'le Bayzar teyzeyi de getirmişlerdi. Bu kadar senelik bir kadim halktan geriye baki kalanlar olarak çok hazin bir tablo çizdik.
Sık sık gidiyor musunuz doğduğunuz şehre?
- Ben neredeyse 40 yıl gitmemiştim. Ortaokulda İstanbul'a gelmiştim. Sonra bir gittik, pir gittik. Genelde söyleşiler için gidiyorum.
Tek göz odalı eviniz ayakta kalabilmiş mi?
- Hayır, ama evimizin bulunduğu sokağa benim ismimi verdiler. Eskiden bu Gâvur Mahallesi, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir yerdi. 6-7 Eylül olaylarından sonra yavaş yavaş oradan göçler başladı ve şu anda hiç Ermeni kalmadı. Sur içindeki tarihi evlerin çoğu da yıkıldı, gecekondulaşma oldu. Şimdi Diyarbakır'ın sur dışı çok büyüdü, ama benim için bir şey ifade etmiyor.
Kitap yayımlandıktan sonra ne tür yorumlar, eleştiriler aldınız? Yadırgayanlar, beğenenler...
- Henüz bir eleştiri almadık çünkü kitabı ilk kez bu hafta Diyarbakır'da başlayacak Kitap Fuarı'nda göstereceğiz.
(Figen Yanık / 15 Mayıs 2011 / Sabah Gazetesi)
2 notes · View notes
barkoturktv · 5 years
Text
Ekrem İmamoğlu canlı yayında gazetecilerin sorularını yanıtladı
Tumblr media
İstanbul'un Seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, katıldığı bir canlı yayında gazetecilerin sorularını yanıtladı. İmamoğlu, "Sayın Mevlüt Uysal döneminde sonra bizim ilavemizle Meclis'e, komisyona gelen imzalanan bir sözleşmeye sayın Binali Yıldırım niye imza atar? Seçim döneminde 85 lira Akbili 40 lira yapacağım dediğimde kimin parasını kime dağıtıyorsunuz diye fırça attılar. Sonra biz yaptık dediler" diye konuştu. Ekrem İmamoğlu, HaberTürk’te Didem Arslan Yılmaz ile Türkiye'nin Nabzı programına katıldı. Porgramda SÖZCÜ gazetesi yazarı gazeteci Deniz Zeyrek, Nagehan Alçı ve Mehmet Akif Ersoy'un sorularını yanıtlayan İmamoğlu’nun konuşmasından satır başları şöyle; “31 Mart süreci, Türkiye demokrasi açısından çok kötü bir süreç. YSK, demokrasiye çok ağır bir darbe vurulmuştur. Kaygılarımız 31 Mart öncesinde de vardı. Örneğin devletin tüm yetkili yetkilileri ‘dünyanın en güvenilir seçim sistemi Türkiye’de’ diyorlardı. Seçimi kaybedenler mazeret uydururlar diyorlardı. Biz temkinli yaklaşarak bakın seçim stratejisi olarak meydan meydan geziyor olabilirsiniz, yapmayın, işinize bakın. Özellikle bakanlıklara mesajlar yolladım meydanlarda, televizyon programlarında. Kendilerinden çok emin, buna sadece devletin bakanları, yetkilileri değil AK Parti Genel Başkan yardımcıları, hatta sayın Cumhurbaşkanı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklaması bir adım daha ileriye gidip, seçime hazırlıklı olduklarını ifade ederken her sandıkta AK Partili insanların görev yaptıklarını söyledi. “ANADOLU AJANSI TÜRKİYE TARİHİNİN EN REZİL GECESİNİ YAŞATTI” Böyle bir geceye kadar bu yaşandı. O gece ne yaşandı? Devletin eliyle, Anadolu Ajansı, bilgileri verme konusunda Türkiye tarihinin en rezil gecesini yaşattı. Devletin yetkililerinden bir kişi, “bu devletin kurumudur, eksik yapmıştır, yanlış yapmıştır” demiyor. 13 saat bu ülkeye veri verememiştir. Pişkin pişkin konuşan yöneticileri var. Hakkımızı arıyorum, halkımı bilgilendiriyorum. 16 milyon insanın hakkını. Sürece dair kaygılarımız 31 Mart öncesi ve sonrası yaşananlardan dolayı tedbirli olduk. Sonrasında elimizdeki evraklarla, sandık kurulu tutanakları, ile hakkımızı aradık. Yaklaşık 6 Mayıs itirazlar vs. 45 gün uydurdular. Negatif olumsuz tarih yazdılar. Halkın iradesini yok saydılar. YSK, tamamıyla hukuka aykırı bir karar verdi. Bu karar neticesinde 18 gün sonra, her şeye rağmen il seçim kurulu mazbatamızı vemrişti.1 18 gün sonra bir avuç insan bazen 7 kişi olur bazen 7’den büyük olur bilemem. Demokrasimize darbe vurdu. Uydurma. Ne yazık ki. Üzülüyorum. Çok basit bir örnek vereceğim size. Hatırlayın, o gece 3 bin 870 oyla “kazandık, elimizdeki sağlam verilere göre kazandık” diyen bir aday var. Partililere kendisini alkışlattı. Kendi verilerine göre… Daha sonra hiç açıklamadılar onu. “24 SAAT İÇİNDE 13 NAKLEN YAYIN YAPTIM” Biz hep temkinli davrandık. Ben 1 nisan gününün ilerleyen saatlerinde bir tahminde bulundum. Arkadaşlar bazı hatalar var biz de düzeltiyoruz. 17-18 bin civarı oyla kazanacağımızı düşünüyoruz. Yaklaşık 24 saat içinde 13 naklen yayın katılımı yaptım. Herhalde rekordur. Bir sıralama yapalım sayın Binali Yıldırım’ın iddiası, “seçimi kazandık” saat 23.25. 1 Nisan saat 2.30 itibariyle biz farkın kapanmayacağını, ki daha girilmemiş sandıklar vardı. Beyan ettik. Kazandıklarını ilan ettikleri 3 bin 870 sayısını beyan ettiler. Sonra saat 10 itibariyle, Sadi Güven, bütün ıslak imzalı tutanakların sisteme girildiğini hatta AA muhatabımız değildir diye cevap verdi. 27 bin 899 diye bir rakam açıkladı. Maddi hataları düzeltiyoruz diye biz açıklama yapmışız. Bizim lehimize, AK Parti lehine. Bu düzeltmeler yapıldıktan sonra aradaki fark azaldı. 21 bin civarına indi. Burada bizim de oyumuz arttı, rakibimizin de oyu arttı. Bizde de onlarca sandık var, orada da onlarca sandık var. Tüm sandıkların sürecine gelmeden önce geçersiz oyların sayılması karar verildi, bunlar da sayıldı. Burada da oy farkı oluştu, 6 ilçenin tamamının sayılması da yapıldı. Dediler ki sandıklara sondaj yapacağız 59 sandıkta bizim lehimize 13 oy çıktı. Tümünün sayılmasına red kararı verdi seçim kurulu. “O ZAMAN TÜRKİYE’DE HER SEÇİMİ TEKRAR SAYALIM” Hiçbir itirazın benimle ilgisi yok. O zaman Türkiye’deki her seçimi tekrar sayalım. İttifakın bir bölümü bir oyla bile seçim kazanılır derken, “kardeşim 13-14 bin oyla seçim kazanılmaz” diye açıklamalar var, hatırlayın. Burada yapılan istatiki yanlış şu. Geçersiz oylarda hatalar olduğu ortada. Buradaki istatistikle, geçerli oyların istatistiki arasında ciddi bir fark var. 59 sandıkta artı 13 Ekrem İmamoğlu çıktı. Geçersiz oylarda mührün basılacağı yere basılmamış Bu, AK Parti’ye oy verenlerde çok olmuş, bize oy verenlerde daha az olmuş. Benim siyasi ideallerimi asla ve asla bir makam hırsı üzerinden yapmam. Şöyle bir farklılık var. 2009 yılında Beylikdüzü’nde belediye başkan adayı olmak istemiştim. Ama olmadı. 2009’da olmayınca partim bana ilçe başkanı olmam konusunda telkinde bulundu. Dolayısıyla zihinlerde, Ekrem bir sonraki seçmlerde Beylikdüzü belediye başkan adayı olur diye vardı. Asla ve asla kendi kariyerinizi çizdiğiniz an siyasette başarılı olma şansınız yok. Partime çok teşekkür ediyorum. Güvence vermelerine rağmen bir şüphe içindeydik. Devletin yaptığı açıklamalardan dolayı, o açıklamalar üzerinde eksikler, müdahaleler olabileceğini. Devlet adamlığına davet ediyoruz, işinize odaklanın dedik, hala söylüyorum aynı şeyleri. YSK, bu ülkede seçim sürecine karar verecek mercii. Neticede tavırlar, davranışlar, karar alma biçimleri, gerekçeler… YSK’yı dikkatle takip ediyoruz, doğru karar vereceklerine inanıyoruz dedim. Ben kişiselleştirmediğim gibi, hatta o sabah açıklama yaptığı için teşekkür ettim kendisine. Gazeteciye soru sorulmaz ama bu niye konuşulmadı (AA ile ilgili) Bu nasıl bir şey biliyor musunuz? 82 milyonun parasıyla maaşlarını alan insanlar sürece ihanet etti. Çok net yani. “HIRSIZLAR DENMEZ… KİME DİYORSUNUZ?” Bizim için o rezilliği yaşatan insanlar o kurumda durdukça AA yok hükmündedir. Hukuksuzluk yaptılar. Ama “çaldılar” denmez, “hırsızlar” hiç denmez. Kime diyorsunuz? Hele hele bir caminin önünde, yanınızda diyanet işleri başkanıyla beraber “hırsızlara bırakmayacağız” derken kime diyorsunuz? 6 Mayıs günü, sayın cumhurbaşkanını ben uğurladım. 5 gün sonra “çaldılar ve hırsızlar” başladı. Ben de soruyorum, “kim?” Üzüldüğüm taraf şu, “kardeşim 16 milyon İstanbullu mu çaldı, YSK mı çaldı, sandık kurulu üyeleri mi çaldı, kim çaldı?” Ben 16 milyon insan ve Türkiye demokrasi süreci mağdur diyorum. Binali Yıldırım’ın neden mağdur olduğunu bilmiyorum. Belki aday olduğu için mağdurdur bilmiyorum. Goebbels’in tarzı uygulanıyor. Ben 16 milyon insan ve Türkiye demokrasisi mağdurum. Binali Yıldırım Bey niçin mağdur bilemiyorum. Kendisi İstanbul bile değil İzmir milletvekili. “SONRA ‘BİZ YAPTIK’ DEDİLER” İBB Meclisi’nin birinci oturumunda bu önergeyi Meclis’te sundum. Grup başkanı ‘bunu komisyona havale edelim’ dedi. Ben de geleneksel olarak bu teklif kararıyla oylanır, bunu daha önceki sayın Mevlüt Uysal yönetimi hazırladı dedim. Hayır gelsin inceleyelim dediler. Komisyona sevk edildi. Sayın Mevlüt Uysal döneminde sonra bizim ilavemizle Meclis’e gelen, komisyona gelen imzalanan bir sözleşmeye sayın Binali Yıldırım niye imza atar? Seçim döneminde 85 lira Akbili 40 lira yapacağım dediğimde kimin parasını kime dağıtıyorsunuz diye fırça attılar. Sonra biz yaptık dediler. Read the full article
0 notes
gozel · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Aydın Aydoğan, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”ten suç duyurusunda bulunduktan sonra gözaltına alınıp işkence gördü. Suç duyurusuna gerekçe olan Erdoğan’ın “çapulcu, vandal, kemirgen, barbar, ajan, hain” gibi sözleriyse savcı Süleyman Celep tarafından düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirildi. Aydoğan bugün karara itiraz ediyor.
 Haziran Direnişi sırasında polisin attığı gaz fişeğiyle yaralanan Gezi Gazileri Dayanışma Platformu sözcüsü Aydın Aydoğan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında, Ensar Vakfında ve Trabzon’da yaptığı konuşmalarda TCK’nın 216. maddesinde yer alan halkı bölge, sosyal sınıf üzerinden ayrıştırma, kin ve düşmanlığa tahrik suçlarını işlediği gerekçesiyle 30 Kasım 2017 tarihinde suç duyurusunda bulundu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunduktan 13 gün sonra evinin yakınlarında alışveriş yaptığı şarküteriden çıktığı sırada polislerce gözaltına alınan ve 2 gün boyunca işkence gören Aydoğan’ın Erdoğan hakkındaki suç duyurusu “suç fiilinin oluşmadığı” gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcı Vekili Süleyman Celep tarafından reddedildi. Aydoğan’ın avukatları bugün karara itiraz edecekler.
Aydın Aydoğan 2013 Haziran ayında milyonların sokağa çıktığı direnişte polis tarafından atılan gaz fişeğiyle ayağından yaralanmıştı. Gezi Gazileri Dayanışma Platformu sözcülüğünü yapan Aydoğan, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Mayıs 2017 tarihinde Ensar Vakfı’nda yaptığı konuşmada ve 8 Ağustos 2017’de Trabzon Beşikdüzü’nde yaptığı konuşmalarda 15 Temmuz'la ilgili olarak sarf ettiği “O gece oraya gelenler, Gezi parkının gençleri değildi. Bunu iyi görmemiz lazım. O gece oraya gelenler, vatanını seven, milletini seven, bayrağı, ezanı için yola koyulan gençlerdi” sözleri ile Haziran direnişine katılanlar için sarf ettiği “çapulcu, vandal, kemirgen, barbar, ajan, hain” sözleri nedeniyle Erdoğan hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama”dan suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusunda bulunduktan 13 gün sonra 13 Aralık 2017’de Bahçelievler’de evinin yakınlarındaki bir şarküteriden alışveriş ettikten sonra evine döndüğü sırada bir sokak arasında “gri Ford Transit” marka bir araçtan inen ve kendilerini polis olarak tanıtıp kimliklerini gösteren kişilerin “Erdoğan’a suç duyurusuyla ilgili karakola gelip ifade vermesi gerektiğini söylediğini” belirten Aydoğan gözaltına alınmasını şöyle anlattı:
BOMBALI ARAÇ SUÇUNU ÜSTÜNE YIKMAK İSTEDİLER
“Onları takip ettim. Bahçelievler’de bir bombalı araç varmış. 60 kilo patlayıcılı bir araç varmış. Orada bir kalabalık vardı, oraya kadar gittiler. Kalabalığın biraz ilerisinde park ettiler. Bana ‘Burada bir işimiz var, bunu halledip beraber gideceğiz’ dediler. Ben de onlarla beraber indim araçtan, öyle kalabalığın orada ilerlerken bir teyze koluma vurdu, dedi ki ‘Oğlum gitme orada bomba varmış’. Ben de duraksadım. Onlar (polisler) polis şeridini geçip girdiler, bana da bakıyorlar geliyor muyum diye. O sırada ben de cep telefonumu çıkarıp bunların bir resmini çekeyim dedim. Resimlerini çekerken arkamdan birisi telsizle kafama vurarak ve ağzımı kapatarak sinkaflı küfürlerle ‘Biz de seni bekliyorduk’ dedi. Beş-altı kişi vurmaya başladılar, yere düşürdüler, ters kelepçe yaptılar. Beni alıp Terörle Mücadele Şubesine götürdüler. O sırada telsizle kafama vuran kişi İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısıymış. O kişi hakkında da suç duyurusunda bulundum.
‘SEN KİMSİN, ERDOĞAN HAKKINDA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNURSUN!’
Diğer polislere ‘canını almayın, akşam gelip ben alacağım karakolda’ dedi. Akşam geldi, bana vurarak ‘Sen kimsin lan koskoca cumhurbaşkanı hakkında suç duyurusunda bulunuyorsun!’ dedi. (Zaten darp raporu aldım 13 gün.) Ben de ‘O sana mı kalmış, o adaletin, adliyenin bileceği iş’ dedim. Böyle deyince boğazıma sarıldı, testislerime, sırtıma copla vurarak iki gün beni darp ettiler. İki günün sonunda bir ifade getirdiler önüme, ‘bunu imzala çık’ dediler. Ben imzalamadım. İfadede şu yazıyordu, bombalı aracı oraya ben getirmişim, aracımla örgütsel propaganda yapmışım’. ‘Benim aracım orada’ dedim, ‘marketten aldığım fiş elimde’ dedim. ‘Benim hayatta adli sicil kaydım yok, trafik cezam bile yok, benim böyle şeylerle işim olmaz’. Böyle der demez elime vurdular, elimde de kırık oldu. Benim oğlum yeni vefat etmişti, ağır depresyon ilaçları içiyordum, ellerim titremeye başladı. ‘Ben ilaçlar kullanıyorum. Eğer bu ilaçları içmezsem burada kötü olurum, MS hastalığım var’ dedim. İki günün ardından eşime telefon açıp ilaçlarımı getirttiler. Eşim bazı milletvekillerini arayınca, milletvekilleri orayı aramış, beni alelacele savcılığa götürdüler. Savcı beye de durumu izah ettim, hatta o fişi de gösterdim. Bıraktılar. Yalnız telefonuma el koydular. Ben de bir gün sonra hastaneden rapor aldım. Bu kişiler hakkında şikayetçi oldum.”
Aydoğan başına gelen bu olayın ardından dün Erdoğan hakkında bulunduğu suç duyurusuyla ilgili kendisine bir yazı geldiğini belirtti. Aydoğan, suç duyurusuna Başsavcı Vekili Süleyman Celep tarafından gönderilen cevapta özetle “Erdoğan’ın bu sözlerinde suç olmadığı, fikir özgürlüğü kapsamına girdiği, bu yüzden herhangi bir suç oluşmadığı ve suç duyurusunun işlem kaldırılması” ifadelerine yer verilmiş.
Savcılığın bu yazısına avukatlarının itiraz edeceğini belirten Aydoğan suç duyurusuna yeni deliller de sunacaklarını açıkladı. Savcının sadece Erdoğan’ın Trabzon Beşikdüzü’ndeki konuşmayı esas aldığını diğer delilleri esas almadığını da belirten Aydoğan “1998’de Ankara DGM’de aynı suçtan sayın Erdoğan ceza aldı. Halkı bölge ve sınıf üzerinden ayrıştırdığı için. O günden bu yana ne değişti, kanunu uygulayanlar değişti. Uygulayıcılar siyasi iradenin baskısı altındalar” diye konuştu.
SOSYAL MEDYADAN TEHDİT EDİLİYOR
Başına herhangi bir şey gelebilir diye korktuğunu da söyleyen Aydoğan eşinin dışarı çıkmamasını söylediğini, evden dışarı çıkmadığını, sürekli sosyal medyadan tehdit aldığını kaydetti. “Korkuyorum ama korkunun ecele faydası yok” diyen Aydoğan “Biz bu ülkede diyoruz ki düzenbazlar, üçkağıtçılar kadar cesur olmalıyız. Yoksa bu ülkede hiçbir şey değişmeyecek. İşte ben de böyle bir adım attım, başıma bunlar geldi. Ben üç çocuk babasıyım, çocuklarım üniversiteye yeni başladılar. Benimle terörle merörle işim olmaz. Ben yıllarca esnaflık yaptım. Gezi direnişine bağımsız katıldım. Çünkü oradaki halk hareketinin haklı bir hareket olduğunu düşündüm. Oraya katıldıktan sonra başıma gelmeyen kalmadı” diye konuştu.
Aydoğan ülkedeki hukuksuzluğun geldiği boyuta dikkat çekerek “Herkes bu hukuksuzluktan payını alıyor. Kimisi kötü bir hayat yaşıyor, kimisi de bunu lehine kullanıyor. Biz bu ülkeye adaletin geleceği günü bekliyoruz” diye konuştu.
BEŞİKTAŞ BELEDİYESİNDE DARP EDİLİP İŞTEN ÇIKARILMIŞTI
Aydın Aydoğan, büro elemanı olarak çalıştığı Beşiktaş Belediyesindeki işinden de geçtiğimiz aylarda çıkarılmış ve işe iade davası açmıştı. Aydoğan’a Murat Hazinedar’ın görevden alınmasından sonra kendi davasının nasıl etkileneceğini de sorduk. Aydoğan şunları kaydetti:
“Belediyede bazı hukuksuzluklara karşı çıktığım için Murat Bey en son belediyenin içinde 4-5 adamına beni dövdürttü. Ben de daha sonra bu kişiler ve azmettirici olarak Murat Hazinedar hakkında suç duyurusunda bulundum. Suç duyurumu geri çekmemi söylediler, ben de çekmeyeceğimi söyledim. Hukuksuz bir şekilde beni işten çıkardılar. İşten çıkardıklarını söylemiyorlar, tebliğ etmiyorlar, ben belediye binasına gidiyorum, benim belediye binasına girişimin yasaklandığını söylediler. Bu kişiler şu anda yargılanıyorlar. Murat Hazinedar’ın ben CHP’yi temsil ettiğine inanmıyorum. Orada akla gelmeyecek hukuksuzluklar yaptığını biz bizzat gözümüzle gördük. Benden sonra 57 kişiyi birden tekrar işten attı. Şimdi kayyum atanırsa işe dönme ihtimalimiz mahkeme kararıyla ancak olabilir. Murat Hazinedar oraya sadece kendi hemşehrilerini ve yakınlarını dolduruyor. Çoğu Ordulu ve Sinoplu. Hep yakınları.”
-
https://www.birgun.net/haber-detay/suc-duyurusunda-bulunan-yurttasa-iskence-erdogan-hakaret-etmekte-serbest-198806.html
0 notes
nihatlive · 6 years
Photo
Tumblr media
⚓ 3 rejim altında geçen 100 yıla yakın bir hayattan bahsediyoruz. Aslında Ruzi Nazar'ın hikâyesi, 20'nci yüzyıl savaşlar tarihinin özeti gibi. Sovyet topraklarında bir Özbek olarak, 1917 Ekim devrimi sırasında dünyaya gelir. İç savaşı, yoksulluğu, açlığı görür. Yakınları Stalin şiddetine kurban gider. Bağımsız ve özgür Türkistan hayali böyle başlar. II. Dünya Savaşı'nı önce Kızıl Ordu subayı olarak, ardından Alman ordusu saflarında tamamlar. Türkistan Lejyonları'nda vatandaşlarına eğitim verir. Savaş biter, Almanya'da yakalanıp Sovyetler'e teslim edilme korkusuyla geçen günlerde Alman Linda ile evlenir. İki çocuğu olur. Kızı, büyük sükse yapan Akıl Oyunları filminin romanını yazan Sylvia (Zülfiye) Nazar'dan başkası değildir. Franklin Roosevelt'in oğlu ondaki yeteneği keşfeder ve kendini önce Amerika'da, ardından CIA'de bulur...  Soğuk Savaş'ın en sıcak yıllarında çok önemli görevlerde bulunur. İran'da sizin Argo filmiyle bildiğiniz rehine kurtarma operasyonunun asıl kahramanıdır. Sovyetler'i "milliyetler meselesi"nin çökerteceğini düşünerek hayatı boyunca bunu sağlamaya gayret eder. 1960'larda Türk yetkilileri, Alparslan Türkeş'i bile, bu sefer kaygıyla Kürt meselesi için uyarır. Ama Türkiye için asıl önemi, 1959'dan itibaren 12 yıl yaşadığı Ankara'da "CIA casusu" olarak görev yapmasıdır. Bazıları darbelerde onun parmağı olduğuna inanır. Artık buna kendiniz karar vereceksiniz. Zira bir dönem MİT'te görev yapan Enver Altaylı, şu an 96 yaşında olan ve Türkiye'de yaşayan Ruzi Nazar'la onlarca görüşme yaparak, onu anlatan film gibi bir kitap yazdı: "Ruzi Nazar: CIA'nın Türk Casusu" (Doğan Yayıncılık). Yayınlanması için CIA'dan izin alınan kitap, 30 sayfalık bibliyografyası ve 400 dipnotuyla aslında tarihi belge niteliğinde. Yakında İngilizce, Almanca, Rusça yayınlanacak ve kesinlikle ileride müthiş bir film olacak. Okuma zevkini size bırakalım ve Altaylı'yla söyleşimize geçelim. 12 EYLÜL ABD PLANI MI? Ruzi Nazar'ın CIA casusu olarak Türkiye'ye gönderildiği yıldan, yani Aralık 1959'dan başlayalım...  Ona hep CIA'nın Türkiye İstasyon Şefi diyorlar ama değildi. Ruzi Amerikalılar'a "Beni Türkiye'ye gönderiyorsunuz, memnuniyetle gidiyorum ama benden Türkiye'ye ilişkin istihbarat beklemeyin" diyor. O zamanlar Suriye, Mısır, Irak'ta Sovyetler etkin. "SSCB'ye karşı Türkiye ile yapılan müşterek operasyonlarda çalışırım. O konularda onlardan bilgi alıp veririm. Yoksa beni başka yere tayin edin" diyor. 11 yıllık görevinde ABD'ye Türkiye hakkında tek istihbarat vermemesi mümkün mü? Ruzi meselelere yalnızca Amerika'nın çıkarları açısından bakmadı. Türkiye'ye zararı olur mu bu bilginin? Bunu da düşündü. Bildiği bazı şeyleri, dostlarına zarar vereceğini düşünüyorsa haber verirdi. ABD'nin 12 Eylül müdahalesinden haberdar olmaması mümkün değil. Ruzi o dönemde Almanya'daydı. Bir gün beni aradı ve "Türkiye'de iç savaş ortamı var. Askeri müdahale olacak" dedi... 12 Eylül'den ne kadar önce söyledi? Bir yıl. Bunu ben de söylerdim size... Ama şöyle devam etti: "Darbeden sonra 1. Ordu Komutanı Necdet Üruğ'un başkanlığında bir milli mutabakat hükümeti kurulacak. Proje bu." Öyleyse ABD projeden haberdardı. Başka ne söyledi? "Türkeş'e söyle, bunun altında kalacak. Tedbirini alsın" dedi. "Peki Amerikalılar ne düşünüyor" dedim. "Türkiye'de solun gelmesi halinde iç savaş çıkar. Amerika Türkiye'nin istikrarsızlaşmasını arzu etmez" dedi. Siz ne yaptınız peki? Yönettiğim ve başyazarı olduğum Hergün gazetesinde 20 gün boyunca "Sağ Terör" adlı bir yazı dizisi yayınlattım. Alparslan Türkeş'le konuştum, "Gerekiyorsa Ülkü Ocakları'nı kapatalım" dedim. Olmadı. Sonra birçok kişi tutuklandı, işkence gördü, idam edildi. Ben vatandaşlıktan atıldım. Ruzi Nazar Türkiye'ye geldikten 4-5 ay sonra 27 Mayıs darbesi oldu. Onun için de "Arkasında ABD vardı" denir. Ruzi bunu reddediyor. İsmet İnönü'nün TSK'ya darbe çağrısında bulunmasını vurguluyor. Doğru. İnönü'nün "Darbeler ve ihtilaller ülke için zaruri ve meşru hale gelir. Sizi ben bile kurtaramam" sözleri var. Fakat Ruzi, Demokrat Parti'nin (DP) yaptığı hataları da vurguluyor. Kayseri olayları, İnönü'nün konvoyuna saldırı, basına sansür... "DP'nin yaptığı korkunç hatalar var. Diğer tarafın korkunç tahrikleri var. Bunlar olmasaydı 27 Mayıs olmazdı" diyor. "ABD böyle bir şey yapmaz çünkü DP ile bir meselesi yok. Meselesi CHP içindeki solcu gruplar" diyor...  Evet. O dönemde Başbakan Adnan Menderes'in bir Moskova seyahati planı var. ABD'nin bundan rahatsız olduğu, darbeye bunun yol açtığı söylenir. Aksine, bunlar ABD ile görüşülerek atılan adımlar. Büyükelçilerin raporlarında bunlar var. Hepsi var orada. Hatta U2 casus uçağı meselesi çıkınca ABD büyükelçisi, "Bundan daha iyi müttefik bulmamız mümkün değil. Adam problem çıkarmadı" diyor. Amerikalılar darbe yapsaydı temasta oldukları generallere birtakım şeyleri empoze ederlerdi. Dikkat ederseniz darbeciler mütecaviz bir grup değil. Bir Alparslan Türkeş grubu var, bir Cemal Madanoğlu grubu. Ruzi'nin kesin kanaati, 27 Mayıs'la Amerikalılar'ın uzaktan yakından ilgisi olmadığı. Ama 12 Eylül için Amerikalıların ne derece telkini oldu, o konuda şüphesi var. Alparslan Türkeş ABD'de eğitim görüp darbeye karıştığı için, "Amerika tarafından kullanıldığı" söylenir. Ama kitapta bambaşka bir Türkeş portresi çıkıyor... Ruzi bunları Türkeş'i korumak için anlatmadı. 27 Mayıs'ta Türkeş kendini başbakan konumunda buluyor. Bir bakıyor, İçişleri Bakanlığı dahil bazı bakanlıklarda Amerikalılar devletin her şeyini kontrol ediyor. Hemen bunlara el atıyor. O dönemde MİT Müsteşarı Fuat Doğu. Türkeş de Fuat Doğu da Amerika'da eğitim görmüş. 1952'de Türkiye NATO'ya girince en kaliteli subaylarını seçip Amerika'ya göndermiş. Yani orada eğitim görmek Amerikancı olmayı gerektirmiyor. Neyse, bir bakıyorlar ki Ankara'da, Türk istihbaratı ile CIA aynı binada. "Olmaz, hadi bakalım ayrılın" diyorlar. Darbeden sonra Türkeş'le birlikte 13 subayın öldürülmesini Ruzi Nazar mı engelliyor? Zaten Türkeş tutuklandığında, kızı Ruzi Nazar'ın evinde...  Ruzi'nin o dönemde Amerikalılar nezdinde ciddi çabaları oluyor. Bunu Ruzi anlattı; Cemal Gürsel'le görüşmelerinden bahsetti. Çünkü seviyor Türkeş'i, saygı duyuyor. Ama ne derece etkili oldu bilmiyorum. Hatta Türkeş'in, askerin baktığı bir atı varmış, 13 Kasım günü hemen atı atıyorlar dışarıya. Hindistan'dan dönünceye kadar ata Ruzi bakıyor. MADANOĞLU KENDİNİ Mİ İHBAR ETTİ? Gelelim 9 Mart "sol darbe" girişimi ve 12 Mart darbesine... 9 Mart'çı Cemal Madanoğlu Mart 1971'in başında Ruzi Nazar'ın Bahçelievler'deki evine geliyor... Ruzi şöyle anlatıyor: "Buyurun paşam, dedim, viski verdim. 'Biz askeri müdahale yapacağız. Senin Amerikalı generallere söyle, bize yardımcı olsunlar' dedi. Ben de bunun üzerine ‘Paşam yanlış kapı çaldın' dedim. Çünkü bildiğim, ama onların bizim bildiğimizi bilmediği bir şey vardı. Sovyetler Birliği Türkiye'de sosyalist subaylara bir müdahale yaptırarak Türkiye'nin Doğu Avrupa halk cumhuriyetleri tipi bir cumhuriyet olmasını istiyordu. Sovyet yanlısı subayların Türkiye'de iktidar olması dünyadaki bütün dengeyi alt üst ederdi." Sonra Madanoğlu'nun neden geldiği sorusu kafasına takılıyor. "Amerikalılar'ın darbe teşebbüsümüzden zaten haberi vardır, ama Moskova bağlantımızdan haberleri olmayabilir. Onun için 'Bu tarafı da sağlama alalım' demiş olabilirler" diye düşünüyor. Bunu Amerika'ya bildiriyor mu? "Hemen ertesi gün Amerikan büyükelçisini haberdar ettim" diyor. İşin enteresan tarafı, Madanoğlu mahkemede "Ruzi Nazar arayıp 'Siz darbe yapın, biz arkanızdayız' dedi" diyor. Fuat Doğu'yu da haberdar ediyor. "Arkasında Sovyetler Birliği'nin olduğunu biliyorum. Haberdar etmeseydim çok zor durumda kalırdım. Onun için tedbirimi aldım" diyor. Yani 9 Mart darbe girişimini kendi kendine ihbar eden Cemal Madanoğlu muydu? Hep bu cuntayı Mahir Kaynak'ın ortaya çıkardığı söylenir. Hayır. Mahir Kaynak, MİT'in sol cuntanın içine yerleştirdiği, Fuat Doğu'nun sevdiği bir insandı. O dönemde MİT'in hem sağdan hem soldan hocalar içinde adamları vardı. Fuat Paşa her şeyi öğreniyor ama sadece Mahir Kaynak'tan değil. Kaynak'ın deşifre edilmesinin sebebi, adamı darbe yapacaksın diye tutukladın ama delil, belge nerede? Fuat Paşa orada Kaynak'ı feda etti, "Belgem budur" dedi. Peki Başbakan Süleyman Demirel'e haber veriliyor mu? Fuat Paşa "Süleyman Bey'e haber veriyorum darbe olacak diye, tedbir aldığı yok" diyor. Onun için gidip Cevdet Sunay ve Memduh Tağmaç Paşa'yla konuşuyor. İşte bu, o üç paşanın operasyonu. ABD Soğuk Savaş'ta Türk istihbaratını kullandı mı?  İşbirliği tabii ki var. Resmen periyodik toplantılar yapılırdı. ARGO'NUN SENARYOSU BU KİTAPTAN MI? 'Mendez'in rolü gerçek dışı, operasyon Ruzi sayesinde yapıldı' Kitabınıza bakarsak, Oscar'ın favorisi Argo filminin hikâyesinin asıl kahramanı Ruzi Nazar. Rehine kurtarma operasyonunda rolü neydi? 1979'da İran'da ABD Büyükelçiliği mensuplarının rehin alınmaları üzerine bir kriz masası oluşturuldu. Ruzi CIA'yı temsilen bu kriz masasına üye atandı. Elçilikteki 6 ABD'li diplomatın Kanada Büyükelçiliği'ne sığındıklarını öğrenmişti. O günlerde Tahran'a giden tek CIA ajanı Ruzi. İran'da kaldığı 11 gün içinde bütün çalışmaları yaptı ve bilgileri topladı. Topladığı bilgilerle ABD'ye döndü. CIA Başkanı'nın uçağı ile Washington'dan Teksas'a uçtu. Orada ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon (savunma bakanlığı) temsilcilerinin de katıldığı toplantıya iştirak etti. Bu toplantıların hiçbirinde Mendez yoktu. Mendez bir istihbarat elemanı değil. Diplomatların Argo ismi verilen operasyonla kurtarılmasına o toplantıda karar verildi. Operasyon Ruzi'nin derlediği istihbari bilgiler ışığında yapıldı ve başarıyla sonuçlandı. Yani Argo gerçeği yansıtmıyor mu? Filmde Mendez'e gerçekle ilgisi olmayan bir rol verilmiş. Sanki Mendez başarılı bir CIA ajanı gibi. Gerçek tamamen farklı. Mendez yalnızca mükemmel bir makyaj ustası. 6 ABD'li diplomatı makyajla öyle değiştirmiş ki, sahte pasaportlardaki resimlerle bu insanlar aynı olmuş. İşin asıl heyecanlı yanı, Ruzi'nin Argo operasyonu öncesi Tahran'da yaptığı çok riskli ve tehlikeli istihbarat çalışması. Gerçeklerle film arasında büyük farklar var. Eğer filmde bu 11 güne yer verilseydi, Argo çok daha heyecanlı ve gerçekçi olurdu. Film aslında sizin Mendez'le ilgili anlattığınız bölüme çok benziyor.  Evet, mesela ben "Mendes viskisini yolcular uçağa bindikten ve uçak İran hava sahasını terk ettikten sonra yudumlar" yazdım. Filmde aynen öyle. Ama şu yok: Mendez'in operasyon için çekileceğini ilan ettiği filmin adı (Argo) ile uçağın adı (Aargau) arasında büyük benzerlik var. Kitabı yazarken filmden haberdar mıydınız? Hayır. Kitaba da Ruzi'nin hayatında bir bölüm olduğu için koydum. Yazalı iki yıl oldu. Tabii bir yerlere göndermem gerekiyordu. Bir yerler dediğiniz, CIA herhalde... ABD'de Security Act var. "Ülkenin güvenliğini tehdit eden bilgileri ifşa etti, sen de vesile oldun" diye tazminat davası açarlar, ABD'ye giremezsin. Doğru olan onay almak. Net sorayım: Bu kitabı CIA okudu ve onay verdi mi? Ruzi 45 yıl CIA'da görev yapmış. Böyle bir insanın biyografisi yayınlandığında CIA'nın karşı çıkmaması lâzım. O tedbiri aldık. Argo'nun senaryosu kitabınızdan alınmış olabilir mi?  Bilemem. Ama belgeler ve Ruzi'nin anlattıklarından yola çıkıp yazdıklarıma çok benziyor. NAZIM PİŞMAN MIYDI? "Nâzım çok büyük şair. Fakat Ruzi'nin 1959'da Viyana'da kendisiyle görüştüğünde edindiği intiba, hayatından memnun olmadığı. Ne pahasına olursa olsun, tekrar tutuklansa, cezaevine girse bile Türkiye'ye gelmek düşüncesinde. Hem vatan hasreti var hem Stalinizm'in uygulamalarından memnun değil. Rusya Nâzım gibi büyük bir şairi dahi kullanmak istedi. Ruzi'ye 'Siyasete bulaşmamaya gayret et' diyor ve ekliyor: 'B.k yiyip büyük devletlerin oyuncağı olmamak gerek.' Onu kendine söylüyor." ABD EL KAİDEYİ NASIL DOĞURDU?  CIA ajanı Ruzi Nazar Vahabiliğe karşı. Oysa CIA Vahabiliği kullanmadı mı?  ABD, Afganistan savaşı sırasında Rusya'ya karşı İslami bir Haçlı seferi organize etmek için Vahabiliği kullandı. Ruzi o zaman CIA merkezine "Bu yarın çok büyük problemlere sebep olacak" diyor. Abdullah Azam, El Kaide'nin ilk lideri, CIA parasıyla bütün İslam ülkelerini dolaşıyor, cihada destek istiyor. CIA nasıl destek oluyor onlara? Pakistan'ın kuzeyinde, Veziristan'da 2500 medrese var. Ortaçağ tipi dini eğitim veriyorlar. CIA subayları da bunlara askeri eğitim veriyor. İlkokullar için Amerika'da basılmış ders kitapları var. Bunlar da diyor ki, "Rus'u esir yaptığında dizinin altını kes." Bir soru şöyle: "2400 metre uzakta bir Rus kâfiri var, kalaşnikofun saniyedeki hızı 800 km, kaç saniye sonra kâfirin beyni parçalanır?" ABD Güvenlik Bakanı Zbigniew Brzezinski, "Laboratuvarda mikrobu biz ürettik ama laboratuvardan kaçtı" diyor. Gulbeddin Hikmetyar'ın ABD büyükelçisine söylediği bir söz var: "Afganistan'ın bir şeriat devleti olması için gerekirse 1 milyon insan öldürürüm." Taliban işte o Hikmetyar düşüncesinin devamı. Türkistan Lejyonları ve İnönü Hükümeti 'Bu fikri Hitler'e Türkiye verdi' II. Dünya Savaşı'nda Türkistan lejyonlarının rolü neydi? Türkistan Lejyonları tarihi, Orta Asya tarihinin çok önemli fakat üzerinde çalışılmamış bir dönemi. II. Dünya Savaşı'nda Naziler Sovyetler'e karşı Barbarossa harekâtını yaptıktan sonra, Doğu cephesindeki Alman asker sayısı 800 bindi. Savaş sırasında bunların 200 bine yakını Türkistanlı, Azerbaycanlı, Tatar ve diğer milli komite askerlerinden oluşuyordu. Türkistan Lejyonları'nda savaşan askerlerin sayısı 100 binden fazlaydı. Ruzi bu harekette çok önemli rol oynadı. Nasıl oluştu bu lejyonlar? Savaşın ilk yıllarında 100 binlerce Sovyet askeri Almanlar'a esir düştü. Bunlar arasında Türkistanlılar da vardı. Bir Alman esir kampındaysanız, artık ölüme mahkumsunuz demektir. Yaşama şansınız yüzde 5-6'dır. Hayatta kalmak için tek alternatif Almanlarla işbirliği yapmaktır. Yoksa 100 binlerce Türkistanlı ölecekti. Kim ön ayak oldu bu oluşuma? Çok enteresan, Türkistan Lejyonları fikrini Almanlar'a veren Türkiye, Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede... Harp Akademileri Komutanı Korgeneral Ali Fuat Erden Almanya'ya gidiyor, Hitler'in karargâhında Hitler'le defalarca görüşmeler yapıyor. Bunun devletin bilgisi dışında yapılması mümkün olabilir mi? Ali Fuat Erden Berlin'den döndükten sonra Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın katılımıyla 6 saatlik toplantı yapılıyor. Türkiye, Almanlar'a "Biz I. Dünya Savaşı'nda bu tecrübeyi yaşadık. Rus Çarlığı sınırlarında yaşayan Türklerden Almanlara esir düşenleri Türkiye'ye getirdik, bir alay kurduk. Irak cephesinde savaştılar ve büyük kahramanlıklar gösterdiler. Siz de bunlardan bir ordu kurabilirsiniz" fikrini veriyor. Türkiye neden yapıyor bunu? Bir, bu insanlar kurtulsun, yoksa ölecekler. İki, Sovyetler dağılsın. Türkiye'nin şunu istiyor: Azerbaycan bağımsız devlet olsun, Orta Asya'da bir Türkistan devleti kurulsun. Almanların savaşı kazanacağına inandığı sürece, Türk devleti lejyonlara sahip çıkıyor. Ama kaybedeceğini anlayınca da teslim ediyor... Evet, çok acı. 1945'te Yalta'da Stalin, Roosewelt ve Churchill arasında yapılan üçlü görüşmede, 1939'dan sonra Almanya'ya geçen ve yakalanan Sovyet vatandaşlarının hemen Ruslara teslim edilmesi üzerinde anlaşıyorlar. Stalin'in bir kararnamesi var. "Bunlar mahkeme edilmeden kurşuna dizilecekler çünkü haindirler" diyor. Bizimkiler o Türk askerleri sınırda elleriyle teslim ediyorlar ve öldürüldüklerini de görüyorlar. O zaman Türkiye'nin derdi, Rusya'nın başına yeni sıkıntılar açmaması. Sovyetler'e gönderilirken, Boğaz'da Arnavutköy açıklarında denize atlayıp kurtulanlar var. Kürşad Oğuz
0 notes
radyosite · 6 years
Text
İbrahim Erkal’ın Eşi İlk Kez Açıkladı - Damar TÜRK | Online Mp3 Albüm | Canlı Radyo Dinle
Beyin kanaması geçirdikten sonra günlerce komada kalan ve 11 Mayıs 2017 tarihinde hayatını kaybeden türkücü İbrahim Erkal’ın eşi Filiz Akgün Erkal ilk kez konuştu. Ünlü türkücünün eşi Filiz Akgün Erkal’ın, Posta Gazetesi’nden Alev Gürsoy Cimin’e verdiği röportaj şöyle: Çok erken bir veda oldu. ...
Beyin kanaması geçirdikten sonra günlerce komada kalan ve 11 Mayıs 2017 tarihinde hayatını kaybeden türkücü İbrahim Erkal’ın eşi Filiz Akgün Erkal ilk kez konuştu. Ünlü türkücünün eşi Filiz Akgün Erkal’ın, Posta Gazetesi’nden Alev Gürsoy Cimin’e verdiği röportaj şöyle:
Çok erken bir veda oldu. Nasılsınız, atlatabildiniz mi? Çok şükür iyiyim, zor bir durum. Yaşamayan bilemez. Ölüm acısının şifası yok. Hiç geçmiyor. Fakat mecburum güçlü olmaya. Üç çocuğum var, onlar bana muhtaç. Babalarını kaybettiler. Güçlü bir anneye ihtiyaçları var. Mutsuz çocuklar olmasınlar. Evde onun eksikliği hiç azalmıyor. Bir yanım hep eksik, bir yanım hep yalnız.
Hâlâ aynı evde mi oturuyorsunuz? Hayır. Aynı semtteyim ama o evde değilim. Çünkü o evde nereye baksam İbrahim’i görüyordum. Her yerde anılarımız var. Bir gün olsun beni üzmemiş, canımı yakmamış. Kalamadım o evde, hemen taşındım. Biraz olsun dedim uzaklaşırsam belki iyi olur. Tabii ki gittiğin yere yüreğini de götürüyorsun, değişen bir şey yok.
Çocuklarınız ne hissediyor? En küçükleri eşinizi kaybettiğinizde 40 günlüktü… Oğlum babasının cenazesine kadar her şeyinde bulundu. Kızım Dilara ise 13 yaşında, o hiç bu durumu kabullenemedi. Ne cenazeye geldi ne de evin önüne geldiğinde bakabildi. Ama çok şükür büyük sorunlar yaşamadık. Psikolojik destek de aldırıyorum. Bir aylık Hastane süreci bizi alıştırdı sanki. Düşer düşmez vefat etmiş olsaydı daha farklı olurdu. Ben eşimi kaybettim, onlar babalarını. Çocuklar için daha zor.
Nasıl bir babaydı? Çocukları onun için ayrıydı. Dünyası bizdik adeta. Çocukların okul dönüşünde ben eve geçmesem bile o geçer, muhakkak onlarla yemek yerdi. Çok ilgiliydi. Bize zaman ayırmamış olsaydı 14 sene boyunca zaten evli kalamazdım. O işiyle ailesini hiçbir zaman karıştırmadı.
En kötüsü de bebeğine doyamadı… Maalesef. Zaten herkesi en çok üzen oydu. Bu bebek onu hiç tanımayacak. Ama çok şanslı, babası hakkında hep çok güzel yorumlar duyacak. Her şey kader. İbrahim gönlü güzel bir insandı. Ne maddi ne de manevi hiçbir şeyimi kısıtlamadı. Allah yattığı yerde rahat ettirsin, keşke gitmeseydi ama gitti.
Dinleyebiliyor musunuz hâlâ şarkılarını? İlk başta çok dinledim. Zaman geçtikçe daha zor gelmeye başladı. Artık dinleyemiyorum. Bir arkadaşım İbrahim’i rüyasında görüyor. Arkadaşıma diyor ki, “Filiz’e söyleyin ağlamasın. Benim şarkılarımı dinlemesin. O üzülünce kahroluyorum.” Bir daha şarkılarını dinleyemedim, ağlamamak için.
Hiç kıskanır mıydınız, başka bir kadın olabilir mi diye? Hayır, hiç kıskanmadım. Hiçbir zaman güvenimi sarsmadı. Öyle bir şey olsaydı evli kalamazdım. Aramıza asla başka kadın girmedi. Benden öncesini bilmem ama benden sonra tek bir kadının gözüne bakmadı.
İbrahim Bey komadayken yeni doğum yapmıştınız, neler yaşadınız? Çok zordu. Ben hiç yanına giremedim. Bir kez zorladılar, girdim. Eline dokundum buz gibiydi. O gün kaybedeceğimi anladım. Son gün görümcem bebeğimizin kıyafetini götürdü, ona koklattı, o gece de yaşamını yitirdi.
İbrahim Erkal bir dönem efsaneydi. Dizileri, filmleri, albümleri… Ama son zamanlarda eski popülerliği kalmamıştı. Mutsuz muydu? Mutsuzluktan ziyade yorgundu. Koşturmaktan yorulmuştu. Bir nevi işi değil bizi tercih etmişti. Yoğun çalışmayı bırakmıştı. Haftada bir gün Maltepe’de bir restoranda çıkıyordu. Onun dışında konserleri oluyordu ama fazla Reklam yapmıyordu. Konserlerine magazin götürmüyordu. Popülerliğini hiç yitirmedi. Bir sanatçı en çok hayranlarını kaybettiğinde yıkılır. Hayranları onu hiç bırakmadı. Eski şarkıları bile bugün hâlâ dillerde. Yazmayı severdi. Gece uykusundan uyanıp şarkı yazardı. Ayrıca hiçbir sanatçı arkadaşıyla ters düştüğünü görmedim.
“ALKOLİK OLDUĞU ÇİRKİN BİR İFTİRA”
Alkol problemi vardı, o yüzden bu kadar erken gitti deniliyor… Bu çok çirkin bir iftira. Elbette içerdi ama dozunda. Alkolik olsa eve, bize zararı olurdu, evli kalamazdım. İnsanlar konuşurken çocuklarını da mı düşünmüyor? Bu iftirayı atanlar nasıl yaşadığına değil nasıl uğurlandığına baksınlar. Çok iyi yaşamış ki milyonlar uğurladı.
Maddi anlamda herhangi bir zorluk yaşıyor musunuz? Yaşamıyorum. Ailemden dolayı maddi bir ihtiyacım yok. İbrahim kendine mal biriktirmedi ama insan biriktirmiş. Parayı, para biriktirmeyi sevmiyordu. Maneviyat daha önemli benim için. İnsanlar arasınlar, sorsunlar yeter.
“İÇİME DOĞDU ‘GİTME’ DEDİM”
O güne dair neler hatırlıyorsunuz? Sürekli güzel sözler söylüyordu. Meğer son sözleriymiş. Sürekli helalleşir gibi sarılıp öperek hepimizle vedalaşmış aslında. 14 sene boyunca asla ‘Gitme’ lafı çıkmamıştır ağzımdan. O gün uzandı, ‘Tansiyonum yüksek’ dedi. Kendini iyi hissedince de dışarı çıkmak istedi. ‘Arkadaşlarımla hava alayım’ deyince, ‘Gitme’ dedim ilk defa. Üzerime bir sıkıntı çöktü. Elim kolum tutmadı. Bebeğim bile o gün bir başka ağlıyordu, susturamadım.
Sonra ne oldu peki? Sabah 2 gibi komşumuzun kızı rahatsızlanıyor, hastaneye götürürken otoparka indiğinde İbrahim’i baygın halde yatarken görüyor tesadüfen. Güvenliğe haber veriyor Düşünün gece 12’de girmiş ve iki saat orada kalmış. Çok korkunç. Sonra güvenlik haber veriyor ve hastaneye götürülüyor. Günlerce bekledik güzel haber almak için ama olmadı. Benim zaten içime onu kaybedeceğim doğmuştu. 40 günlük bebeğim ve loğusa halimle dünyamı kaybettim o gün.
Adını yaşatmak için bir girişimde bulunacak mısınız? Bir okul ve kütüphane açacağız İbrahim adına. Adını her zaman yaşatacağım. Zaten hep o varmış gibi yaşıyorum. Bana ölmüş gibi gelmiyor. Sanki konserdeymiş de dönecek gibi hissediyorum.
Daha çok gençsiniz, hayat devam ediyor… Kalbimde ondan başkası olmayacak. O bana 3 emanet bıraktı. Bundan sonra başka biri giremez hayatıma, asla evlenmem. Ona ihanet sayarım. Tekrar dünyaya gelsem yine onunla evlenmek isterim. Ailem bu evliliğe başta karşı çıkmıştı ama pişman oldular. Hepsi de İbrahim’i çok severdi. Babam dedi ki, ‘Keşke ben ölseydim de İbrahim ölmeseydi.’
Kaynak: https://goo.gl/D7xLDJ #İBRAHİMERKAL, #İBRAHİMERKALSAĞLIKDURUMU, #İBRAHİMERKALSONDURUMU
0 notes
osmanlidergahi-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
Bera’at Gecesi: Allah’tan, O’nun sevdikleri vasıtasıyla isteyin.
BismillahirRahmanirRahim
Tarikatına Sohbet fil Hayri min Cemiyet. Yolumuz, cemaat ile sohbet ile daimdir. Senin cevabın tam buradadır, anladın mı? Veminallahu tevfik, Fatiha(Gülüşmeler). Belki biraz daha açmam gerekiyor. Dinleyenler, sorunun ne olduğunu da cevabını da biliyorsunuz.
Bir sorumuz var. Cevabım varsa vereceğim. Gerçekte benim cevabım değil, Şeyhimin cevabı vardır. Bize fayda getirecek bir şeyler göndermesi için ondan yardım istiyorum. Böyle mübarek bir gecede kişi kendine bakmalı, kendiyle meşgul olmalı. Başka insanları yargılamamalı. Şimdi kardeşimizi hatırlıyorum, onun ilk geldiği zamanı. 39. Caddeye geldi. Çok kuvvetli gelmişti oraya. Şeyh Efendi’yi dinledi. Tıpkı daha önce hiç bir Şeyh görmemiş, böyle bir hikmet işitmemiş gibi. Öylesine susamıştı ki, her ne veriliyorsa ona özümsüyor ve canlanıyordu. Hayat buluyordu. 
Hepimiz Şeyhimizin huzuruna böyle gelmiştik. Kalplerimiz susamıştı ve canlanmaya başlıyordu. Şeyhimiz, alıp veriyordu. Bizden almıyordu. O’nun Şeyhine büyük sevgisi var. Bizim Şeyhimiz’in, Allah(svt)’ın Evliyası’nın kalbi, bizimki gibi kuru değil. Büyük bir kalbi var onun. Kalbinde herkes için yer var. Bizim kalplerimiz kurudu. Hz. Ali (ks) diyor ki, ”Bana bir şey öğretenin, 40 yıl kölesi olurum”. Bu zamanda insanlar Şah-ı Merdan’dan gelen pek çok şey idda ederler, çok konuşurlar. Ama konu buna gelince, kendilerine yardımı dokunanları unutup, bir kenara bırakıyorlar. Allah(svt) bizi onlardan eylemesin. Nankör olanlardan eylemesin. Çünkü Allah(svt) buyuyor ki;  ”Huzuruma iki şeyle gelmeyin! Şirkle ve başkalarının hakkıyla gelmeyin.” Allah, şirki dilerse bağışlayabilir. Ama “Başkalarının hakkına girdiyseniz, o kişi sizi bağışlayana kadar sizi bağışlamam.” buyuruyor. 
Bana bir soru sordu. Tüm bunları anlattım, çünkü Şeyhimiz’i takip ettiğimizde kalbimiz tutkuyla dolar. Bu tutku yok olmaz, yok olamaz Çünkü kalp bir kere bağlandıysa, tutkuyu kontrol edemezsin, O’ndan gelir. Tutkunun senden geldiğini sanırsın, ama O’ndan gelir. Yansıma bizden değil, ondan gelir. Çünkü Şeyh Efendi hepimize öğretti, “Evet, bizim makamımız tuvalettedir.” Şimdi böyle mübarek bir gecede Allah’tan nasıl isteyeceğiz.
Allah(svt) bizim ondan dilememizi istiyor. Cennet kapıları açılıyor, Cehennem kapıları kapanıyor. Bize nasıl isteyeceğimizi soruyor. Soru çok zekicedir. Bu gösteriyor ki kalp çalışıyor biraz. Çünkü insanlar diyecek ki “Ne demek nasıl isteyeceğim? Aç ellerini, iste” diyorlar. Ama bu gösterir ki, bu kişi anlıyor, her şeyde olduğu gibi istemenin de bir protokolü var. İstemenin de bir yolu var ki, direk olarak istemenin yolu var ve hiçbir zaman bu şekilde ulaşamaz gideceği yere.Ve ben dedim ki bu soruya cevap veririm, vereceğim ve dedim ki bu tarikat cemaat üzerine kurulmuştur ve cemaatten iyilik,hayır gelir. O anladı cevabını. Hemen onun cevabını aldı. Anlayın, kiminle beraber olmak istiyorsunuz. Çünkü gerçekte yalnızca Allah(svt) tektir, insan yalnız değildir .Eğer sen iyi insanlarla bir araya gelmeyeceksen etrafında kötü insanlar olacak. Ben hiç kimseyle bir arada olmayacağım dersen nefsinlesin. Düşmanların seni hiçbir zaman terk etmez.Yalnızca Allah(svt) tektir.Senin önünde bir tercih var. Kim senin arkadaşların olacak? Hz.Ali(ks) Peygamber Efendimizden(sav) alıyor, diyor ki ,”Kişinin dini, arkadaşının dinine göredir.” 
Nasıl Allah(svt)’tan isteyeceğiz? Allah(svt) Kuran-ı Kerim’de açıkça söylüyor.”Bana yaklaşmanın en iyi yollarını arayın.” diyor ve bu Ehli Sünnet akidesi açık bir davettir. Allah(svt)’a yakın olmak için, en yakına gelmek için Peygamber Efendimizdir(sav) o yol. Vahabiler nefret eder bundan. Vahabi cinsi insanlar da anlamıyor,Tarikatın içinde, “Ben buna inanmıyorum” diyor. ”Tavassula, Şefaate inanmıyorum” diyor adam.O zaman sana gelmez Şefaat. Kıyamet Gününde,Peygamberler, Peygamber Efedimizi(sav) arayacaklar, Şefaat isteyecekler. Peygamberimizi(sav) reddedenlere Şefaat verilmeyecek. Zannetme ki Şefaat yalnızca o zaman olacak. O Şefaat şimdi var.
Bizim değiştirme fırsatımız biter bu dünyadan çıkınca ama biz bu Dünyadayken hala elimizde o fırsat var. Bu gece Bera’attir, Elimizde büyük bir fırsat var, büyük bir açıklık vardır bu gecede. Allah(svt), o merhameti bize gösteriyor. ”Değiş” diyor “Ey kulum, değiş.Ben seni dinlemek için buradayım.Ben sana istediğin her dileği vermek için buradayım.” Bir cemaatin içinde olun. Peygamber Efendimizin(sav) cemaatinde olun, Şeyhimizin cemaatinde olun. Peygamber Efendimiz(sav) bize ne öğretiyorsa O da onu öğretiyor. Şimdi sen bir Cemaatin içindesin. Şeyhin varsa çok fazla endişelenme her cemaatin içinde, bilemezsin Allah’a sevgili bir kimse vardır. Elli kişi var orada, belki bir ikisi Allah(svt) dostudur bilmiyorsun ama belki onlar gizlidir. Belki kendileri de bilmiyor ama herkes ellerini kaldırıyor o da Amin diyor. Allah’ın(svt) tecellisi onun üzerinedir.Herkesin duası kabul olunur.Şeytan Vahabiler bunu kabul etmiyorlar.”Birlikte Amin demeyin” diyor Vahabiler. 
Merhamet daima o şekilde gelir.Birisinin eliyle gelir o merhamet.Çünkü o merhametin kalitesini Allah(svt) Peygamber Efendimize(asm) verdi.Çünkü o alemlere rahmettir.O merhamete ulaşmak için onu temsil edenlere koşun.Özellikle Hanefi mezhebinde İmamdır, duayı yapan.Cemaat “Amin” der.Ve böyle bir gecede ben kişisel olarak dua edersem Şeyh Efendiden benim için dua etmesini isterim,ben kendi kendime dua edemem.Nereye ulaşacak benim duam,kimim ben.Kim zannediyorsun kendini?Allah(svt)’ın bu Cemaatin içinde en sevdiği Şeyhimizdir.Ben ondan isterim Allah’a benim için dua etmesini.Ve ondan isteyeceğim.Kalbimde her ne varsa bu gece onu çıkartacağım orada daha çok şikayet edeceğim, kendi acizliğim üzerine Allah’tan(svt) dileyeceğim yalnızca Şeyh’imin ve Peygamber Efendimiz’in(asm) yoluyla. O şekilde bağlantın düzgün olur.O yolda elektrik gelir ve bunu duvardaki kabloya taktın mı canlıdır bu.Kendi kablonu çekmeye çalışmaktan daha kolaydır.Ta Niagara Şelalelerinden kablo çekmekten daha kolaydır.Eski günlerde insanlar çok akıllılardı.Başka insanlara koşarlardı, dua etmeleri için.Daima annesine, babasına giderlerdi benim için dua et derdi.Dedeleri, öğretmenleri vardı, mübarek insanlara giderlerdi.Dua isterlerdi.Bugünün insanları çok gururlu olmuş, firavuna dönüşmüş.Ama aynı zamanda diyorlar “Benim için dua et kardeşim”.Niçin ona gidiyorsun,Allah(svt) ın sevdiğine neden gitmiyorsun?Ondan iste.Bu daha iyidir.Evet böyle bir Beraat Gecesinde ,Şeyh’inizi unutmayın.Ona bağlanın inşallah.Ben öncelikle diyeceğim ki Şeyh’ime, “Ben başarısız oldum, bunda,bunda,bunda”. derim.”Bana yardım et”. Derim.Yalnızca senin yardımınla bir şeyler yapabilirim.O zaman her biriniz hakkında da konuşacağım çünkü bana geliyorsunuz ben sizin için dua edemem yalnızca tavsiye edebilirim sizin için.Ve diyeceğim ki “Abdulrahman bu durumda ona yardım et” derim.”İskender böyle bir durumda buna yardım et” derim Şeyh’ime, “Cemal böyle ona yardım et.Dilediğin gibi” derim.İnşAllah.Allah beni bağışlasın.Hepinize rahmet etsin.Fatiha.Başka bir şey demek istemiyorum, tehlikeli bir şey demek istemiyorum bu akşam.Bu tehlikeli mi?Zannetmiyorum.Belki,bu gece söylediğim bir şey sizi Şeytana koşturtacak mı?Benim bu gece söylediğim bir şey Şeyhimin söylediğinin karşıtı mı?Özgürsünüz,bunun ötesine gidip iftira atmanızda özgürsünüz ama söylemek istediğin bir şey varsa burada söyle.Sana ve başkalarına fayda getirecek bir şey söyle.Yoksa sessiz kal.Allah’ın(svt) bir kulunu sevmediğinin işareti, onu ilgilendirmeyen malayani işle meşgul olmasıdır.Kaç defa dedik bunu.Defalarca.Allah(svt) bizi korusun malayaniden inşaAllah.Ben çok tehlikeli biriyim dikkat et.Estağfirullah.Sorusu olan var mı?Cevabı olan var mı, bir şey söylemek isteyen var mı?Ben dinlerim.Biz öğreniriz.Bir şeyler söyleyin öğretin bize.Elhamdülillah.Eğer değilse geceye devam edeceğiz inşaAllah.İzleyenler, gece vakti çok fazla uyumamaya çalışın, uyanık kalın bu gece.Büyük bir rahmet var bu gece.Bilmiyorum bu gece de ayrı bir sessizlik var, ayrı bir beklenti var.Dışarıdan bir ses bile gelmiyor.Uyanık kalın biraz.Fitneyle meşgul olmayın.Çok akıllıca bir şey değil bu.Otur bir yerde sessizce namaz kıl.Kalbini aç bu gece.O şekilde çalışmaya başlar kalbin.Allah(svt) Şeyhimize olan sevgimizi arttırsın.Fatiha.Selamun Aleyküm ve Rahmetullah.İyi geceler.
SAHİBUL SAYF ŞEYH ABDULKERİM EL KIBRİSİ EL RABBANİ(KS)’NİN HALİFESİ
ŞEYH LOKMAN EFENDİ HZ.
10 Mayıs 2017 Beraat Gecesi
13 Şaban 1438
0 notes
arabakiralama-blog1 · 7 years
Text
Lamborghini Kiralama
New Post has been published on http://araba-kiralama.neistersen.com.tr/lamborghini-kiralama/
Lamborghini Kiralama
lamborghini kiralama
Ergün, Türkiye’de adaletin Lamborghini Kiralama alması gereken daha çok yol bulunduğunu vurgulayarak, “Hrant Dink, bu toprağın yerlisi ve sahibiydi. İnsanları kucakladı ve bizden biri olarak konuştu. Dink, Türkiye’de değişik kültürleri, zenginlikleri ortaya çıkarttı. Halkların kiralık lamborghini ankara kardeşliğini savundu. Hrant Dink’in öldürülmesini engelleyemediğimiz için bu toprağın Ermenilerinden özür diliyoruz” diye konuştu.
Bu sırada, katılımcılardan bir grup, “kiralık lamborghini” sloganı attı. Tören boyunca Türkçe ve Ermenice “Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor”, “Fırat Türküsü”, “oto kiralama” türküleri çalındı.
Törene, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, kızları Delal ve Sera, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, DTP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin, Türk Tabipleri Lamborghini Kiralama Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Ali Bayramoğlu ve Hasan Cemal’in aralarında bulunduğu çok sayıda gazeteci, sanatçılar Leman Sam, Mustafa Alabora ve vatandaşlar katıldı.
Hrant Dink ‘in eşi Rakel Dink ve ailesi Agos Gazetesi’nin lamborghini kiralama ankara önüne gelişi sırasında alkışlarla karşılandı. Binanın girişinde Hrant Dink’in öldürüldüğü noktaya çiçekler bırakıldı.
Toplantı sırasında Filistin ve Gazze’de yaşananlar da protesto kiralık lamborghini ankara edildi. Törenin ardından Taksim’e yürüyen bir grup ile polis arasında gerginlik yaşandı. Gruptakilerden bazılarının polise taş atması üzerine, güvenlik güçleri biber gazıyla grubu dağıttı.
Bugün İstanbul Üniversitesi Rekötrlüğünü, Yunus Söylet’e Lamborghini Kiralama devreden Mesut Parlak da Vakit’e karşı telefonunu açık unutanlar arasına katıldı. Vakit’in haberindeki iddiaya göre Parlak, kendisi ile görüşen muhabire kızdı telefonu kapattı ama araba kiralama hizmeti araba-kiralama.neistersen.com.tr telefon 2 dakika açık kaldı. Bu sürede Parlak Vakit muhabirine ağır küfürler savurdu. İşte o haber:
İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü görevini bugün Prof. Yunus Söylet’e devredecek olan Mesut Parlak’ın, rektörlüğü döneminde verdiği yemeklerle “derin” olarak bilinen birçok lamborghini kiralama ankara kişiyle görüşmeler yaptığı belirlendi. Rektör Parlak’ın, derin kişilerle lamborghini kiralama ankara yemekli görüşmeleri İstanbul Üniversitesi’ne ait, Boğaz’a nazır sayılı mekanlardan Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nde yaptığı tespit edildi.
Prof. Dr. Mesut Parlak’ın, 28 Mart 2006 tarihinde medya patronu Aydın Doğan, Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Hürriyet gazetesi köşe yazarı Rahmi Turan ve yanındaki 4 kişiyle beraber İÜ Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nin deniz kenarı bölümünde yemek yediği Lamborghini Kiralama ortaya çıktı. Prof. Dr. Parlak, bir sene sonra yine aynı tarihte yani, 28 Mart günü medya patronu Aydın Doğan ve beraberindeki 5 kişiyle tekrar bir araya geldi. Hürriyet gazetesi köşe yazarı Rahmi Turan’ın, görüşmenin yapıldığı tarihten sonraki günlerde köşe yazılarında Mesut Parlak’ın başörtüsü yasağını sürdürmesini öven yazılar kaleme aldığı tespit edildi. Rahmi Turan, 16 Eylül 2007 tarihli “Mesut Hoca ile gurur duydum” başlıklı köşe yazısında rektör Parlak’ı öve öve bitirememişti.
Prof. Dr. Mesut Parlak’ın, medya patronu Aydın Doğan’la görüştüğü gibi, toplum mühendisliğine soyunan emekli paşalarla da görüşmeler yaptığı belirlendi. Rektör Mesut lamborghini kiralama ankara Parlak’ın 16 Mayıs 2005 tarihinde yine aynı yerde (İÜ Baltalimanı Sosyal Tesisleri Köşk bölümünün üst katında) 13 emekli paşa ile bir araya geldiği tespit edildi. Emekli paşalarla görüşmelerini aksatmadığı görülen Mesut Parlak’ın 8 Şubat 2007 tarihinde ise Ataman Bey ve yanındaki 14 emekli paşa ile özel bir görüşme yaptığı da ortaya çıktı.
Mesut Parlak’ın, medya patronu Aydın Doğan ve emekli paşalar haricinde, yargı camiasından birçok kişiyle de sık sık görüştüğü belirlendi. Baltalimanı Sosyal Tesisleri’nde 11 Temmuz Lamborghini Kiralama 2006 tarihinde 10 kişilik Fatih Adliyesi mensupları ile görüşüp araba kiralamak araç kiralama hizmeti yemek yiyen Prof. Dr. Mesut Parlak, 14 Haziran 2007 tarihinde ise 6 savcıyla aynı mekânda yemekli görüşme yaptı. Rektörlük görevini devretmeye hazırlanan Mesut Parlak’ın medya patronu, emekli paşalar, savcılar ve adliye mensuplarıyla yaptığı toplantılarda neler konuştuğu merak ediliyor.
Muhabirimiz Hüseyin Kulaoğlu’nun “derin görüşme”lerini sorduğu İstanbul Üniversitesi Rektörü Mesut Parlak, bahsedilen kişilerle öteden beri görüştüğünü ve davetleri kendisinin yaptığını söyledi. Aydın Doğan ile uzun süreden beri tanıştığını belirten Parlak, “25-30 yıldır Aydın Doğan ile lamborghini kiralama ankara tanışıyorum. Medya patronu olmadan önce de tanıyordum” dedi. Parlak, emekli paşalarla yemekli toplantılarda bir araya gelmesi konusuyla ilgili sorularımız üzerine kızdığını gizleyemedi. Gazetemizin bu konularla ilgilenmesini eleştiren Parlak, İstanbul Üniversitesi Sosyal Tesisleri’nde üniversite işleriyle ilgili olmayan toplantılarda verilen yemeklerin parasının kimin tarafından ödendiğini sormamıza ise adeta çıldırdı.
Kızgınlık ve öfkesi yüksek ses tonundan anlaşılan Prof. Dr. Mesut Parlak, adeta ikinci bir Önder Sav vakasına imza attı. Telefonu kapattığını sanan rektör Parlak, yanındaki kişiyle Lamborghini Kiralama konuşurken telefonunu açık unuttuğunun farkında olmadan muhabirimize ağza alınmayacak hakaretler etti.
Yaklaşık 2 dakika boyunca muhabirimizin sorduğu sorularla ilgili yanındaki bayana yorum ve izahlarda bulunduğu duyulan Parlak, “Paşalarla da görüşmüşüm. Herkesle lamborghini kiralama ankara görüşürüm ben. Yasak mı lan pezevenk? Adama bak! Yediğim yemeğin hesabını soruyor bana” şeklinde konuştu. Yanındaki bayanın, muhabirin niçin aradığını sorması üzerine Parlak, şunları söyledi: “Yediğim yemeklerin parasını soruyor. Ben de ‘Sen kimsin lan pezevenk! Yediğim yemeklerin parasını hep ben vermişim’ dedim.” Aynı ortamda bulunan başka seslerin de araya girmesinin ardından Mesut Parlak, telefonunu tam olarak kapattı. Telefonun kesilmesi üzerine Lamborghini Kiralama tekrar tekrar aradığımız Mesut Parlak, telefonunu açmaktan kaçındı.
http://araba-kiralama.neistersen.com.tr/lamborghini-kiralama/
0 notes
radyosite · 6 years
Text
İbrahim Erkal’ın Eşi İlk Kez Açıkladı - Damar TÜRK | Online Mp3 Albüm | Canlı Radyo Dinle
Beyin kanaması geçirdikten sonra günlerce komada kalan ve 11 Mayıs 2017 tarihinde hayatını kaybeden türkücü İbrahim Erkal’ın eşi Filiz Akgün Erkal ilk kez konuştu. Ünlü türkücünün eşi Filiz Akgün Erkal’ın, Posta Gazetesi’nden Alev Gürsoy Cimin’e verdiği röportaj şöyle: Çok erken bir veda oldu. ...
Beyin kanaması geçirdikten sonra günlerce komada kalan ve 11 Mayıs 2017 tarihinde hayatını kaybeden türkücü İbrahim Erkal’ın eşi Filiz Akgün Erkal ilk kez konuştu. Ünlü türkücünün eşi Filiz Akgün Erkal’ın, Posta Gazetesi’nden Alev Gürsoy Cimin’e verdiği röportaj şöyle:
Çok erken bir veda oldu. Nasılsınız, atlatabildiniz mi? Çok şükür iyiyim, zor bir durum. Yaşamayan bilemez. Ölüm acısının şifası yok. Hiç geçmiyor. Fakat mecburum güçlü olmaya. Üç çocuğum var, onlar bana muhtaç. Babalarını kaybettiler. Güçlü bir anneye ihtiyaçları var. Mutsuz çocuklar olmasınlar. Evde onun eksikliği hiç azalmıyor. Bir yanım hep eksik, bir yanım hep yalnız.
Hâlâ aynı evde mi oturuyorsunuz? Hayır. Aynı semtteyim ama o evde değilim. Çünkü o evde nereye baksam İbrahim’i görüyordum. Her yerde anılarımız var. Bir gün olsun beni üzmemiş, canımı yakmamış. Kalamadım o evde, hemen taşındım. Biraz olsun dedim uzaklaşırsam belki iyi olur. Tabii ki gittiğin yere yüreğini de götürüyorsun, değişen bir şey yok.
Çocuklarınız ne hissediyor? En küçükleri eşinizi kaybettiğinizde 40 günlüktü… Oğlum babasının cenazesine kadar her şeyinde bulundu. Kızım Dilara ise 13 yaşında, o hiç bu durumu kabullenemedi. Ne cenazeye geldi ne de evin önüne geldiğinde bakabildi. Ama çok şükür büyük sorunlar yaşamadık. Psikolojik destek de aldırıyorum. Bir aylık Hastane süreci bizi alıştırdı sanki. Düşer düşmez vefat etmiş olsaydı daha farklı olurdu. Ben eşimi kaybettim, onlar babalarını. Çocuklar için daha zor.
Nasıl bir babaydı? Çocukları onun için ayrıydı. Dünyası bizdik adeta. Çocukların okul dönüşünde ben eve geçmesem bile o geçer, muhakkak onlarla yemek yerdi. Çok ilgiliydi. Bize zaman ayırmamış olsaydı 14 sene boyunca zaten evli kalamazdım. O işiyle ailesini hiçbir zaman karıştırmadı.
En kötüsü de bebeğine doyamadı… Maalesef. Zaten herkesi en çok üzen oydu. Bu bebek onu hiç tanımayacak. Ama çok şanslı, babası hakkında hep çok güzel yorumlar duyacak. Her şey kader. İbrahim gönlü güzel bir insandı. Ne maddi ne de manevi hiçbir şeyimi kısıtlamadı. Allah yattığı yerde rahat ettirsin, keşke gitmeseydi ama gitti.
Dinleyebiliyor musunuz hâlâ şarkılarını? İlk başta çok dinledim. Zaman geçtikçe daha zor gelmeye başladı. Artık dinleyemiyorum. Bir arkadaşım İbrahim’i rüyasında görüyor. Arkadaşıma diyor ki, “Filiz’e söyleyin ağlamasın. Benim şarkılarımı dinlemesin. O üzülünce kahroluyorum.” Bir daha şarkılarını dinleyemedim, ağlamamak için.
Hiç kıskanır mıydınız, başka bir kadın olabilir mi diye? Hayır, hiç kıskanmadım. Hiçbir zaman güvenimi sarsmadı. Öyle bir şey olsaydı evli kalamazdım. Aramıza asla başka kadın girmedi. Benden öncesini bilmem ama benden sonra tek bir kadının gözüne bakmadı.
İbrahim Bey komadayken yeni doğum yapmıştınız, neler yaşadınız? Çok zordu. Ben hiç yanına giremedim. Bir kez zorladılar, girdim. Eline dokundum buz gibiydi. O gün kaybedeceğimi anladım. Son gün görümcem bebeğimizin kıyafetini götürdü, ona koklattı, o gece de yaşamını yitirdi.
İbrahim Erkal bir dönem efsaneydi. Dizileri, filmleri, albümleri… Ama son zamanlarda eski popülerliği kalmamıştı. Mutsuz muydu? Mutsuzluktan ziyade yorgundu. Koşturmaktan yorulmuştu. Bir nevi işi değil bizi tercih etmişti. Yoğun çalışmayı bırakmıştı. Haftada bir gün Maltepe’de bir restoranda çıkıyordu. Onun dışında konserleri oluyordu ama fazla Reklam yapmıyordu. Konserlerine magazin götürmüyordu. Popülerliğini hiç yitirmedi. Bir sanatçı en çok hayranlarını kaybettiğinde yıkılır. Hayranları onu hiç bırakmadı. Eski şarkıları bile bugün hâlâ dillerde. Yazmayı severdi. Gece uykusundan uyanıp şarkı yazardı. Ayrıca hiçbir sanatçı arkadaşıyla ters düştüğünü görmedim.
“ALKOLİK OLDUĞU ÇİRKİN BİR İFTİRA”
Alkol problemi vardı, o yüzden bu kadar erken gitti deniliyor… Bu çok çirkin bir iftira. Elbette içerdi ama dozunda. Alkolik olsa eve, bize zararı olurdu, evli kalamazdım. İnsanlar konuşurken çocuklarını da mı düşünmüyor? Bu iftirayı atanlar nasıl yaşadığına değil nasıl uğurlandığına baksınlar. Çok iyi yaşamış ki milyonlar uğurladı.
Maddi anlamda herhangi bir zorluk yaşıyor musunuz? Yaşamıyorum. Ailemden dolayı maddi bir ihtiyacım yok. İbrahim kendine mal biriktirmedi ama insan biriktirmiş. Parayı, para biriktirmeyi sevmiyordu. Maneviyat daha önemli benim için. İnsanlar arasınlar, sorsunlar yeter.
“İÇİME DOĞDU ‘GİTME’ DEDİM”
O güne dair neler hatırlıyorsunuz? Sürekli güzel sözler söylüyordu. Meğer son sözleriymiş. Sürekli helalleşir gibi sarılıp öperek hepimizle vedalaşmış aslında. 14 sene boyunca asla ‘Gitme’ lafı çıkmamıştır ağzımdan. O gün uzandı, ‘Tansiyonum yüksek’ dedi. Kendini iyi hissedince de dışarı çıkmak istedi. ‘Arkadaşlarımla hava alayım’ deyince, ‘Gitme’ dedim ilk defa. Üzerime bir sıkıntı çöktü. Elim kolum tutmadı. Bebeğim bile o gün bir başka ağlıyordu, susturamadım.
Sonra ne oldu peki? Sabah 2 gibi komşumuzun kızı rahatsızlanıyor, hastaneye götürürken otoparka indiğinde İbrahim’i baygın halde yatarken görüyor tesadüfen. Güvenliğe haber veriyor Düşünün gece 12’de girmiş ve iki saat orada kalmış. Çok korkunç. Sonra güvenlik haber veriyor ve hastaneye götürülüyor. Günlerce bekledik güzel haber almak için ama olmadı. Benim zaten içime onu kaybedeceğim doğmuştu. 40 günlük bebeğim ve loğusa halimle dünyamı kaybettim o gün.
Adını yaşatmak için bir girişimde bulunacak mısınız? Bir okul ve kütüphane açacağız İbrahim adına. Adını her zaman yaşatacağım. Zaten hep o varmış gibi yaşıyorum. Bana ölmüş gibi gelmiyor. Sanki konserdeymiş de dönecek gibi hissediyorum.
Daha çok gençsiniz, hayat devam ediyor… Kalbimde ondan başkası olmayacak. O bana 3 emanet bıraktı. Bundan sonra başka biri giremez hayatıma, asla evlenmem. Ona ihanet sayarım. Tekrar dünyaya gelsem yine onunla evlenmek isterim. Ailem bu evliliğe başta karşı çıkmıştı ama pişman oldular. Hepsi de İbrahim’i çok severdi. Babam dedi ki, ‘Keşke ben ölseydim de İbrahim ölmeseydi.’
Kaynak: https://goo.gl/D7xLDJ #İBRAHİMERKAL, #İBRAHİMERKALSAĞLIKDURUMU, #İBRAHİMERKALSONDURUMU
0 notes