Tumgik
#annem tarçın olsun diyor
kalemimdebirikenler · 7 years
Text
Biz şimdi ayrıldık mı bayım? Eve gelene dek, yol boyunca aklımın içindeki çekmeceleri açtım, boşalttım. Serdim kaldırımlara. Bırakayım dedim uluorta, atayım dedim, dedim de kıyamadım. Unutmak istedim hepsini bir bir. Ne var yani? Daha önce ayrılmadık mı sanki kimselerden... Ve unutmadık mı onları da? Çocukluğunuzun evinden alıp çantanızı, öylece gitmediniz mi, 'Ailem' dediklerinizi tereddütsüz bırakıp geride? Gittiniz. Ben de gittim. 'Ölürüm' demediniz mi? Ama ölmediniz! Ayrılırız, dünyanın en güzel hatırası olarak kalırız geçmiş zamanlarımızda. Arada bir hatırlarız, bakarız ne yapıyor ne ediyor diye. Karşılaşırız. Sarılırız belki hatta yine kesişen bir yolda. Ayrılığa alışınca bir de oturur, konuşur, tüm yaşananlara güleriz hatta. Sonra başkaları bile girebilir hayatımıza. Hep o aynı bildik heyecan. İlk dokunuş, ilk öpüş, ilk sevişme ve tabii kavgalar... İnsanlar değişse de duygular aynı... Giriş, gelişme, sonuç... Çok daha güzelini buluruz istesek. Çok daha iyisini... İstediğimiz buysa tabii... Sonra yine sonunu yazarız aynı şekilde. Hep aynı... Daha önce de böyleydi hep. Biliyorsunuz siz de. Kendi kendime sayıklar gibi, bir başkasını sevmek istemiyorum. Büyük ve içten bir aşka düşmediysem, küçük heyecanlarda boğulurum, ölürüm. Olsun. İstemem, öyle sıradan sevmesinler beni. Annem mi haklı şimdi yoksa ben mi? 'Hiçbir aşk sonsuza kadar sürmez' derdi. Sinirlenirdim, hevesim kırılırdı. Ben büyüdükçe, haklılığı da büyüdü annemin. Sonra sizinle aşka düşünce, artık sinirlenmediğimi, o sözün acı verdiğini gördüm. Ayrılık lafını her aldığımızda ağzımıza, kalbimin göğüs kafesimin altında ağrıdığını hissederdim. Hani, şiddetli bir migrende duvarları yumruklamak ister gibi. Ya da öfkesini kusan bir çocuk gibi vura vura evin duvarlarına başımı, ağrının üstünde bir acıyla uyuşmak ister gibi. Ama artık çocuk da değilim ki... Babamı camda beklediğim anlar geliyor aklıma. Her akşam belki gelir diye bekler, gelen geçen arabalara sevinirdim ümitle. Ateşlenirdim özlemekten. Yemek yemezdim. Konuşmazdım hatta. Sonra alıştım. Ve öyle bir alışmak ki sonra, gelsin bile istemedim eve. Kapıdan her girişi bayram olur, 5 dakika geçmeden cenaze evine dönerdi ortalık. Şimdi, bu sevdayı özlediğimde de aynısı oluyor. Gözlerim doluyor. İçim eziliyor. Kokunuz tütüyor burnumda uyuyamıyorum. Annemin yanına yatıyorum. Kapıya anahtarınızı her soktuğunuzda korkudan değil sevinçten heyecanlanayım, her gelişiniz bayram olsun istedim. Bozulmasın istedim. Bozuldu mu sahiden şimdi? Bayram yerini cenazeye mi çeviriyor şimdi sevgimiz? Yol boyu yürüdükçe, aklımın çekmecesini darmadağın ettim. Gitmenin tuhaf özgürlüğüyle düşündüm durmadan. Sonra, gitmek isteyip gidemediğinizi düşündüm. Gitmek istediğinizi ama cesaret edemediğinizi... Öyleyse ben gitmeliyim ve azat etmeliyim sizi dedim. Vicdanınızı rahatlatmak için belki, belki de yalnızca zamanı geldiği için. İnsan gitmek gerektiğini biliyor da zamanı tutturamıyor. Çok erken değil mi? Günlerden son kalan kış akşamı şimdi. Camlarda yağmur, o son gece gözlerimden akanlar gibi... Mavi bir umut doğuyor duvarlarıma, hani belki biraz donmuş bir buz kütlesi... Sırtımı yasladığımda yakan, bilirsiniz üşürüm. Burnumun tam ucunda bir buhar... Bir dal parçasıyla 'ağlama' yazmışlar. Silindi, silinecek keder. Ama hatırlar mısınız bilmem? Ben dünleri hiç sevmem. Bir gelecek kaygısı yapıştı ayak bileklerime. Adımlarım ağar aksak, sürükleniyoruz şimdi beraber. Bilir misiniz? Benim size olan aşkımın kuralı, mantığı ve izahı yok! O, aşktan delirip kendini asanlar gibi, çıldırıp taş odalarda ölen şairler gibi, kelimeler ve betimlemelerle dolu romanlar gibi, şiirler ve şarkılar gibi... Benim size olan aşkım normal ve makul bir şey değil. Köşelerim, disiplinim, değişmez durumlarım ve hallerim yok benim bu aşkta. Sizi sevgi, arzu ve tutkuyla içime çekesim geliyor. Bazen ihtiyaç, bazen açlık bazense hayvansı bir güdüyle! Kirlenme ve kirletilme isteğiyle. Ama en çok da size olan aşkımla. Bağlılığımla, sevgimle... Tüm bu yarattığım bir olma, ait olma, tam olma duygusunun devamı için içimden hiç çıkmayın istiyorum. Sevginize olan mutlak ihtiyacım bu benim. Bu varoluşumun, bir oluşumuzun, aşık oluşumun tartışılmaz ispatı. Na-sıl-sınız? Geçti mi kaygılar? O şarkıdaki gibi taze bir bahar buldunuz mu kendinize? Saçları sizinki kadar sarı mı söyleyin? Irmaklar gibi akan kızıl da olabilir, kim bilir... Beni hatırlatmayacak ne varsa onu istemiştiniz zaten, öyle değil mi? Çıtkırıldım olmasın mesela, sormasın neredesiniz, yemekleri dışarıdan mı söylersiniz? Işıklı mı hâlâ gözleriniz? Nasılsınız? Açık çay içen başka kadınlara tahammül edebildiniz mi mesela? Karanfil mi kokuyor bardaklarınız yoksa tarçın mı? Ha, bu arada tenimizin, ruhumuzun, duygularımızın, terlerimizin ve geriye kalanların karışmasıyla oluşan o kimyanın, demlenen çay gibi içimde beklemesini istiyorum, farkında mısınız? Ah ne kadar aptalım, yine sözümü tutamadım. Sormalar ve sorgularla çalkalanıyor zihnim. Konu siz olunca bayım, paranoid bir şizofrenim. Sorgulayan çocuklar gibiyim ve de hâlâ. Yatağın cam tarafına mı gömdünüz cesedimi? Duvardaki yazılarımı sildiniz mi? Bunlan geçip en baştan alabiliriz mi sanırsınız? Sesim duyulmasın diye çamaşır makinesini bomboş çalıştırıyorum. Aklım, midem ve makine, dönüyoruz beraber. Ruhumu bir elektrik süpürgesi emdi sanki. Sizi yolcularken birkaç kilometre ötemdeki eve, arkanızdan döktüğüm 'güle güle suyu' ile beraber aktım giderlerden. Oysa, bir çiçeğe can olmak isterdim ben ya da bir güvercin gagasında asılı kalmış o son damla. Çamaşır suyu kokuyorum hâlâ, sizden sonra. Genzimi yakan bu zehir adınızı haykırmamı engelliyor mesela. Ellerimi zımparalamalı mıyım sizce? Söylesenize, yazdıklarımı okuyor musunuz sessizce? Ağzınızda ufaladığınız ekmekler gibi bölüp yazdıklarımı. Öfke nöbetleri vurur gibi parmaklarınıza, telaşla atıyor mu kalbiniz? Korkmayın, durun, daha ölmezsiniz! Sevgiden korkan bir sevdasınız siz! Boğulacak gibi oluyorsunuz değil mi? Aklınız almıyor hiç neden bu kadar seviyorum sizi. Deniz manzaralı o evde, pencerelerinize duvarlar örmüşüm gibi hissediyorsunuz kendinizi. Söylediğim şarkılar tırmalıyor kulaklarınızı öyle değil mi? Birine bağlı kalmak, artık hiçbir zaman asla canınızın yanmayacağını bilmek de korkutuyor sizi. Boş verin! Güneş nerede şimdi? Kuşlar, çiçekler nerede? Nerede o taze iyot kokusu, balıkların pulları, kumlann sıcağı, dondurmanın o çocuk sevinci nerede? Kanım çekilmişçesine, buzlukta unutulmuş ve patlamaya hazır o alkol şişeleri gibiyim. Öpmeye kalksanız şimdi, dilinize yapışacak o buz parçaları da benim. Hep karanlık olmaz ki bayım, hem soğukta da yaşanmaz ki! Asfalta atılan ve oracıkta pişen yumurtalar gibi gövdenize akmak istiyorum hâlâ. O güzel mevsimleri nasıl da özlüyorum. Âşık Veysel gibi 'gidiyorum gündüz gece' ve kör oldum üstelik, göremiyorum. Bana deli diyor içimdeki sanrılar! Korkmayın! Benim deliliğim harflerle, kelimelerle, yazdıkça iyileşen gelip geçici bir hastalık. Bir travma... Kafamı size çarpmışım da aklım yerine gelmiyor gibi. Sizden başka hiçbir şeyi hatırlamıyor gibiyim. Ve burası yangın yeri... Tutuşuyor başak saçlarınız göz bebeklerimde. Bir damla aksa maviliklerinizden alevlerime yine de sönmem, sönemem; burası yangın yeri. Bir kızıl alev ki ah bu orman, külleri savrulur saçlarımın karasına, ellerinizle kapasanız bu ateşi yine de sönmem, sönemem. Bir alev aldı bu bedeni, dörtnala koşturuyor can havli, atsanız gövdenizi uçurumdan mesela ya da sarsanız filmi, sönmem yine de sönemem. Tutuşuyor gözbebeklerimde saçlarınız başak başak. Öyleyse durmayın, buyurun buradan yakın... Hoşça kalmayın bayım! Tam yüreğimin ortasında gittikçe kök salıyorsunuz hâlâ. Umudunuz gübreliyor beni. Bazen sizi ve hatta çokça; kalbim gibi teklemeden, sizin için atan zikrime hapsetmek, orada öldürmek, oraya gömmek istiyorum. Hâlâ açıyorsam sebebi sizsiniz ya! Size yazdığım mektupların ucunu tutuşturduğunuz gibi içimde, yaktığınız gibi kalbimi, siz de yanın isterim şimdi. Aşk potamda eriyin ve kimseye kalmayın. Hoşça kalmayın bayım! -Yıldız Ertan
0 notes