Tumgik
#Osmanlı'da Eğitim Sistemi
zodiac-tr · 3 months
Text
Şimdiki eğitim sistemimizin üzerinde durma tenezzülünde bulunmayacağım çünkü gerçekler -tabiri caiz ise- kabak gibi ortada ve o öğrencilere, öğrenciler de o'na bakıyor.
Osmanlı'da Eğitim Sistemi
Birçok kişi "Keşke Batı'daki eğitim sistemini kullansak" diyor. Ve bu gerçekten çok komik çünkü ecdadlarını tanımayan bir topluluk görüyorum.
Osmanlı İmparatorluğun'daki -onlar "medrese" diyordu- okulların girişinde "Burda hiçbir kuş yüzmeye, hiçbir balık uçmaya zorlanmaz- yazardı.
Peki ne demekti bu? Çok bariz değil mi? Osmanlı'daki eğitim herkesi kendi ilgi alanına göre sınıflandırır ve eğitirdi. Zaten o yüzden her türlü bilim adamı bizden çıkmıştı.
Batı, bizi bizden daha iyi tanıyor -cahil kesim için söylüyorum- o yüzden şu aptal cümleleri kurmaktan vazgeçin. Batı bizi aptalca bir sisteme tâbi tuttu ve kendisi şuan bizim atalarımızın tarih kitaplarını ve eğitim sistemini kullanıyor.
Bizde doğru düzgün bilim adamı varmı? Batı'da var değil mi?
5 notes · View notes
futbolpenceresi · 2 months
Text
SISTEM ve KULTUR
GÜCÜN AŞIRI YOĞUNLAŞMASININ SONUÇLARI ZİHNİYET, KÜLTÜR ve KURUMLARA ÜFLENEN SOLUK
Devletin asker ve vergi almasında merkezileşme sağlayan tımar  sistemi (ATÜT, KG) yüzünden merkez / yerel ayrımı da gelişememişti. Hal  böyleyken uzun yıllar güçlü bir merkezi iktidar garanti edilebilmiş, bu  sayede devlet ayakta kalabilmiştir; ne var ki bu durum, Batı'nın aksine  Osmanlı'da burjuvazinin ortaya çıkmasına, asker / sivil, merkez /  feodalite, kilise / imparator gerilimi çerçevesinde bir diyalektiğin  oluşumuna engel olmuş ve Batı'daki sanayi devrimine, Aydınlanma'ya ve  medeni haklar hareketine yol açan gelişmelerin geç (ve eksik-KG)  yaşanmasına sebep olmuştur. (Geç kalmanın son teknolojileri ve bilimsel bilgileri hazır bulma avantajı, tarihsel sürecin ürünü olan güç dağılımı ve dengesi ile zihinsel, ahlaki yapının değişme güçlüğü ve bu avantajları kullanmaya engel teşkil etmesi dezavantajıyla gölgelenmiş, ağır basansa güçler dengesinin ve zihinsel, ahlaki yapının frenleyici gücü olmuştur - KG) Tolga Şirin Marksist altyapı, üstyapı şemasını bir kademe derinleştirerek herhangi bir ideolojiyi, mesela liberalizmi ekonomik, siyasi ve kültürel liberalizm başlıklarına ayrıştırabiliriz. Türkiye’nin bugünkü sıkışmışlığını da aynı şemaya zaman boyutunu ekleyerek açıklayabiliriz. Tarihimizden devraldığımız ve/veya mantıksal olarak onun devamı olan veya hala belli bir ağırlığa sahip merkeziyetçi ekonomik, siyasi, kültürel yapılar ve pratikler bugünümüzün ve gelecekte izleyeceğimiz rotanın temel belirleyicileri olmayı sürdürmektedir. Osmanlı’nın güçlü merkezi yapısı ve egemenliği nedeniyle toplumun ekonomik, siyasal, kültürel deneyimi ve gelişmesi güdük kalmıştır. Ekonomik geriliğin sonucunda bireylerin gelir imkanları da kısıtlanmıştır.
Her şeye hakim yönetici sınıfların (vasilerin) toplumu zaptu rapt altında tutma arzusunun sonucunda eğitim ve öğretim çağdaş bir içeriğe ve yapıya kavuşamamıştır. Eğitim, farklı kesimler ve kültürlerden oluşan toplumdan ve onun üretken aktörlerinden kopuk, bağımsız yönetici sınıfların ideallerini, anlayışlarını topluma enjekte etmek için kullanılmıştır
Toplumdaki hakim sınıflar imrenilen rol modelleri olmuşlar ve onlar taklit edilmiştir. Böylece Çetin Altan’ın sürekli vurguladığı önemliler ve onların davranışları, değerleri, değerlilerinkinden (üretken aktörler) daha çok rağbet görmüş ve taklit edilmiştir. Yine yönetici sınıfların her şeye hakim olma ve toplumu değişmeyen bir organizma halinde tutma arzusu sonucunda hareket alanı ve özgürlükleri kısıtlanan toplumun deneme/yanılma pratikleri güdük kalmış ve körelmiştir. Bütün bu süreçler ve pratikler sonucunda ortalama bireyin üretkenliğe yönelik bilgi ve becerileri zayıf kalmıştır. Gelir imkanlarının kısıtlı olması, ortalama bireyin üretim becerilerinin zayıflığı, yönetici Gelir imkanlarının kısıtlı olması, ortalama bireyin üretim becerilerinin zayıflığı, yönetici sınıfların yani önemlilerin değerlerinin hakimiyeti ekonomik kaynakları dağıtan siyasi yapının her türlü arzusunu yerine getirecek hatırı sayılır bir kitlenin hazır ve nazır olması anlamına gelmektedir. Bu ekonomik, siyasi, kültürel bağlamda, devletin ideolojik aygıtlarıyla beslenen bireyler aynı ya da benzer yapıları, ideolojiyi, kültürü devam ettirmiş, yeniden üretmiş, kısmen değişen bağlamlarda da gerek yöneten gerekse yönetilen olarak benzer davranışları sergilemeyi sürdürmüşlerdir.
Üretimin vazgeçilmez koşulu, demek ki, üretim koşullarının yeniden üretimidir. Üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi nasıl sağlanır?
Yerlemin (alt-yapı, üst-yapı) diliyle söylersek: Çok büyük ölçüde, hukuki-siyasal ve ideolojik üst-yapı yoluyla sağlanır. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Louis Althusser
Devletin ideolojik aygıtları dediğimizde, gözlemcinin karşısına, birbirinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar biçiminde dolaysız olarak çıkan belirli sayıda gerçekliği belirtiyoruz… Bu gerekliliğin içerdiği tüm sakıncaları göz önünde tutarak aşağıdaki kurumları şimdilik DİA’lar olarak kabul edebiliriz (adlarını saymamızdaki sıranın özel bir anlamı yoktur):
Dinsel DİA (farklı kiliselerin oluşturduğu sistem) Öğrenimsel DİA(farklı, gerek özel gerekse devlet okullarının oluşturduğu sistem) Aile DİA’sı Hukuki DİA Siyasal DİA (farklı partileri de içeren sistem) Haberleşme DİA’sı (basın, radyo-televizyon vb.) Kültürel DİA (edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Louis Althusser
Siyasi ve yasal kararların sonucunda resmi kurallar bir gecede değişse bile, gelenekler, adetler ve davranış biçimlerine derinlemesine kök salmış olan enformel kısıtlamalar, belli bir niyetle çıkarılan ve uygulanan politikalara karşı çok daha dayanıklıdırlar. Kültürel kısıtlamalar sadece geçmişi, bugüne ve geleceğe bağlamakla kalmaz, aynı zamanda tarihsel değişimin yolunu açıklamanın anahtarını verir.   Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Douglass C. North, S13
Sociologists and anthropologists consider the organization of society to be a reflection of its culture-an important component of which is cultural beliefs. Cultural beliefs are the ideas and thoughts common to several individuals that govern interaction-between these people and between them, their gods, and other groups-and differ from knowledge in that they are not empirically discovered or analytically proved. In general, cultural beliefs become identical and commonly known through the socialization process by which culture is unified, maintained and communicated. Cultural Beliefs and the Organization of Society, Avner Greif Sosyologlar ve antropologlar, toplumun örgütlenmesinin, önemli bir bileşeni kültürel inançlar olan kültürünün bir yansıması olduğunu düşünüyor. Kültürel inançlar, bu insanlar arasındaki, onların tanrıları ve diğer gruplar arasındaki etkileşimleri yöneten çeşitli bireylerde ortak olan fikir ve düşüncelerdir ve ampirik olarak keşfedilmemeleri veya analitik olarak kanıtlanmamaları nedeniyle bilgiden farklıdırlar. Genel olarak kültürel inançlar, kültürün birleştirildiği, sürdürüldüğü ve iletildiği sosyalleşme süreci yoluyla aynılaşır ve yaygınlaşır. Cultural Beliefs and the Organization of Society, Avner Greif
“Kurumlar aynı zamanda işbirliği ve ortaklık kurma alışkanlıklarını, zenginlik ve piyasa verimliliği yaratan teşvikleri biçimlendirir.” Yollar Ayrılırken, sayfa 13
Institutions are the rules of the game of a society or more formally are the humanly-devised constraints that structure human interaction. They are composed of formal rules (satute law, common law, regulations), informal constraints (conventions, norms of behavior, and self imposed codes of conduct), and the enforcement characteristics of both.
Organizations are the players: groups of individuals bound by a common purpose to achieve objectives. They include political bodies (political parties, the senate, a city council, a regulatory agency); economic bodies (firms, trade unions, family farms, cooperatives); social bodies (churches, clubs, athletic associations); and the educational bodies (schools, colleges, vocational training centers).
Competition forces organizations to continually invest in skills and knowledge to survive. The institutional framework dictates the kinds of skills and knowledge perceived to have maximum pay-off.
As noted earlier if the institutional matrix rewards piracy (or more generally distributive activities) more than productive activity then learning will take the form of learning better pirates. The New Institutional Economics and Development, Douglass C. North Kurumlar, bir toplumdaki oyunun kurallarıdır veya daha formel olarak, insan etkileşimini yapılandıran, insanlar tarafından tasarlanmış kısıtlamalardır. Bunlar formel kurallardan (yasa hukuku, ortak hukuk, düzenlemeler), formel olmayan kısıtlamalardan (sözleşmeler, davranış normları ve kişinin kendi kendine empoze ettiği davranış kuralları) ve her ikisinin yaptırım özelliklerinden oluşur. Organizasyonlar oyunculardır: hedeflere ulaşmak için ortak bir amaç etrafında bir araya gelmiş bireylerden oluşan gruplardır. Siyasi organları (siyasi partiler, senato, belediye meclisi, düzenleyici kurum); ekonomik kuruluşları (firmalar, sendikalar, aile çiftlikleri, kooperatifler); sosyal kurumlar (kiliseler, kulüpler, spor dernekleri); ve eğitim kurumlarını (okullar, kolejler, mesleki eğitim merkezleri) içerirler. Rekabet, kuruluşları hayatta kalabilmek için sürekli olarak beceri ve bilgiye yatırım yapmaya zorlar. Kurumsal çerçeve, maksimum getirisi olduğu düşünülen beceri ve bilgi türlerini belirler. Daha önce belirtildiği gibi, eğer kurumsal matris korsanlığı (veya daha genel olarak dağıtım faaliyetlerini) üretken faaliyetlerinden daha fazla ödüllendiriyorsa, o zaman öğrenme, daha iyi korsanlığı öğrenme biçimini alacaktır. The New Institutional Economics and Development, Douglass C. North Bilimin doğuşu ve yükselişi bağlamında bakıldığında Avrupa ve İslam dünyası arasında açılan uçuruma gücün merkezileşmesinin sonuçları arasında olan ve ona eşlik eden zihniyet dünyası ve kültürün tetiklediği bir dizi kurumsal etkenin yanında Avrupa’da bireye ve onun aklına duyulan iyimser güven, İslam dünyasında ise otoritenin mutlak gücü, bireyin zayıflığı, ona ve aklına şüpheyle bakılması damga vurmuştur. Bu ciddi farklılığın ve diğer küçük farklılıkların doğurduğu tepki zincirinin uzun bir döneme yayılan değişimlerinin kümülatif sonucu ortaya çıkan devasa uçurumdur. Yani feodalizm ATÜT'e,  demokrat zihinsel dünya, otoriter zihinsel dünyaya uzun dönemde fark atmıştır. “Mülkiyetin bireysel sahipler ve sahip oldukları şeyler arasında aracısız bir ilişki olarak görünümü, mülkiyetin özgül olarak kapitalist ilişkiler içinde aldığı görüngüsel biçimden doğan bir yanılsamadır. Mülkiyet tarihsel bir üründür.
Toplumun önceki biçimlerinde, ne sahipler olarak bireylerin ne de mülkiyetin günümüzdeki münhasırlığı veya basitliği vardı. Mülkiyet bir kişi ve şey arasındaki basit bir ilişki olarak bile görünmüyordu. Kimin neye sahip olduğu, kesinlikle sarih değildi; buradaki terimler bile anakroniktir. Bu tarihçi Marc Bloch'un modern mülkiyet kavramlarının ortaçağ Avrupasına uygulanamazlığı tartışmasında çok açık dile getirilir. Orada şuna işaret eder :
‘toprak mülkiyetine uygulandığı şekilde iyelik sözcüğü, neredeyse anlamsızdır. Kural olarak, babadan oğula geçecek şekilde, toprağı süren ve ürünü toplayan kiracı; kirasını ödediği ve belirli koşullarda toprağın tasarruf hakkını kendisinden geri alabilecek doğrudan bağlı olduğu derebeyi; derebeyinin derebeyi ve feodal yelpazede tırmanacak şekilde efendinin efendisi - her biri diğeri kadar -Burası benim tarlam- deme hakkına sahip kaç kişi olduğunu kim söyleyebilir? Bu bile hafifletici ifade olur. Zira bu dallanıp budaklanma dikey olduğu kadar yatay da uzanıyordu ve genelde mahsul toplanır toplanmaz tarımsal arazinin tümünün kullanım hakkını geri alan köy topluluğunun onayı olmaksızın mülkün alınıp satılamayacağı kiracının ailesinin ve derebeyler silsilesinin ailelerinin de hesaba katılması gerekir.’ (1967:115-116) “ Soyutlamanın Şiddeti Tarihsel Materyalizmin Analitik Temelleri, Derek Sayer, Habitus Kitap, Sayfa 89-90
“Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder.
Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur.
Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Karl Marx
Marx’ın, alıntılanan ünlü pasajında saptadığı gibi insanların bilincini toplumsal varlıkları belirliyorsa, Marc Bloch’un Feodal Toplum adlı eserinde anlatılan feodal dünyadaki toplumsal varlıkta insanlar sürekli olarak ikili bir etkiye maruz kalmış olmalıdırlar :
1. Feodal hiyerarşinin güç sahibi rollerindeki bireylerin her yerde, her an güçlerinin, hiyerarşinin dikey (alttan ve üstten) ve yatay (aynı düzeydeki ve roldeki diğer bireyler) aktörleri tarafından sınırlandığı gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
2. Feodal hiyerarşinin tabi rollerindeki bireylerin ise her yerde ve her an en önemli kararlarda bile küçük de olsa söz sahibi olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
Feodal hiyerarşideki her basamak, hiyerarşinin en üst ve en alt basamakları hesaba katılmazsa, hem güç sahibi hem de tabi rollerini aynı anda içerir. Bu rolleri dolduran bireyler de hem güç sahibi olarak hem de tabi olarak bu ikili etkiye sürekli maruz kalmışlardır. Sürekli bu etkilere maruz kalan bireyler uzun dönemde güçlerinin sınırlı olduğu ve tabi konumundayken bile kararlarda söz sahibi oldukları fikrini içselleştirmişlerdir. Bu fikirleri içselleştiren bireyler, toplum içindeki diğer rollerini (anne, baba, öğretmen, rahip) icra ederken de bu içselleştirdikleri zihniyet dünyasını o rolün izleyicisi konumundaki bireylere (çocuk, öğrenci, inanç sahibi) davranışları, kararları,  eylemleri, jest, mimik, ses tonu, yüz ifadesi ve vücut dilleriyle sürekli aktarmışlardır. Böylece feodal toplumlarda daha demokrat ve özgürlükçü bir zihniyet dünyası ortaya çıkmıştır. ATÜT ile yaşayan doğu toplumlarında oluşan zihniyet dünyası ise tam tersine daha otoriter bir  çekirdeğe sahip olmuştur. Uzun dönemde bu iki zihniyet dünyası arasındaki farkın yol açtığı nicel birikimler nitel bir sıçramayla sonuçlanmış ve batı ile doğu arasında bir uçurum oluşmuştur.
“Başka bir yaygın yanılgı, bir uygarlığın gerilemesi gibi büyük çaplı sosyal olguların mutlaka büyük çaplı nedenlere dayandığı anlayışıdır.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51
Tedrici değişme esastır. Amerika'nın keşfi, buhar makinesinin icadı gibi belirli dar bir zaman diliminde yer alan büyük ani değişmeler bile, göze görünmeyen, fark edilmeyen, uzun bazen çok uzun bir hazırlık ve birikim döneminin nihayetinde ortaya çıkmış birer tezahürden ibarettir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
Ama değişmenin gelişmesi, yerleşmesi, yayılması ve etkilerinin ortaya çıkması da aynı derecede uzun ve derin bir süreç gerektirir. Değişme potansiyelinin ortaya konulması, uzun zamana ihtiyaç gösterir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
“Her halükarda, başlangıçtaki ufak bir ayrımın doğurduğu bir tepki zinciri, sonuç olarak çok büyük bir etki yaratabilir.
Ortadoğu tarihi zamanla önem kazanan küçük farklılıklarının birçok örneğini sunar.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51
“Bu uzun dönemde Batı Avrupa’nın ticari altyapısı tedrici, ama kümülatif olarak çok önemli değişimlerden geçti. Uzun bir gelişmeler dizisi kommenda’yı zengin çeşitlilikte ortaklık biçimlerine dönüştürdü”. Yollar Ayrılırken, sayfa 98
“Sosyolojik açıdan kurumların aslında fikirler (zihniyet-KG) olduğu vurgulanmalıdır. Sosyal kurumlar, belli bir toplum ve uygarlıktaki herkes için hazır ve ulaşılabilir paradigmatik açıklama getiren fikirlerdir. Bu tip fikirler, birbiriyle bağlantılı bir dizi rol ve norma dönüştürülmüştür, böylece artık bunlar sosyal eylemi meşrulaştıran ve idare eden direktifler haline gelirler (süreklilik - KG). Bu, bir taraftan sosyal eylemin ahlaki ya da etik alanlarındaki değerleri (ya da değer modellerini) normatifleştirme biçimini alırken, diğer taraftan, ikinci bir aşama olarak, değerlerin yasal tüzükler ve kültürel zorunluluklar haline getirilerek kurumsallaştırılmasını gerektirir. Değerler (zihniyet - KG) bir kere kanunlar olarak kurumlaşınca, kendi başlarına var olmaya devam ederler(süreklilik-KG)”. Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 106-107 
Batı'da ve Doğu'da bu sürecin, oluşan zihniyetin (fikirlerin) kurumlara ve kurallara (üst yapı öğelerine) dönüştürülmesi sürecinin nasıl işlediğine bakalım.
“Doğa Bilimleri Orta Doğu'da Arapça konuşanlar arasında yaklaşık beş yüz yıl süreyle dünyadaki en gelişmiş noktasına ulaşmıştı” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 208
“İslam bilimi, ilimin bütün alanları bir arada düşünüldüğünde matematikte, astronomide, optikte, fizikte ve tıpta dünyadaki en gelişmiş bilimdi.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 89
“Kısacası bu uygarlıkta yetenek, özveri ve yaratıcı deha eksikliği yoktu.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 287
“Yani farklı biçimlerde toplanabilen ve yeniden bir araya getirilebilen birbirinden ayrı belli sayıdaki birimle kültürel unsurların herhangi bir bileşimi değerlendirildiğinde elde edilen icat ve keşiflerin yeni bileşim ve sayılarının mevcut tabanda matematiksel bir fonksiyonu olur. Var olan taban ne kadar büyük olursa gerçekleşmesi beklenen yeni bilimsel ve teknolojik yeniliklerin sayısı da o kadar artar.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 208-209
“Bu açıdan bakılınca, kültürel altyapı hazır olduğunda, yeni icat ve keşiflerin, birçok araştırmacı tarafından bağımsız olarak bulunabileceği varsayılabilir. Bu yüzden, daha önce(ve bölüm 2’de) bahsedilen Arap-İslam uygarlığının bilimsel üstünlüklerini düşündüğümüzde, Arap biliminin, daha pek çok keşif ve yeniliği doğurmasını beklemek makul olurdu.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 209
“"Benzer şekilde Arap biliminin modern bilimi geliştirme başarısızlığının deneysel yöntemi geliştirme ve kullanmadaki başarısızlıklardan kaynaklandığını ileri sürenler, Arap bilim geleneğinin deneysel teknikler bakımından ister Avrupa'da ister Asya'da olsun başka herhangi bir yerden daha zengin olduğu olgusuyla karşılaşır.“ Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 294
“Genel anlamıyla, herhangi bir uygarlığın akıl ve rasyonalite kaynaklarının, o uygarlığın din, felsefe ve hukukunda bulunabileceği söylenebilir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 135.
“İslam teologları ve hukukçularının, kendi aralarındaki aykırılıklar nedeniyle farklı bir insan felsefesi geliştirdiklerini gördük.. Bunların görüşleri, insanın ve insan aklının doğuştan gelen sınırlarını vurguluyordu. Dünya böyle ölümlü bir varlığın tam olarak anlayamayacağı kadar karmaşıktı dolayısıyla da aklın nasıl kullanılacağı dikkatle belirlenmeliydi.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 160
"Benzer şekilde İbni Rüşd’ten önce hukukçu İbn Hazm, "bilgi yayılmalı, fakat yeteneksiz ve beceriksiz insanlar arasında yayılması yalnızca zaman kaybı değil fakat zararlıdır da, çünkü bilginlik taslayan fakat aslında cahil olan bu davetsiz misafirler bilime büyük zarar vermiştir” demiştir.Bu tavır yüzünden , ifadelerin anlamını gizlemek için çeşitli teknikler kullanılmıştı.“ Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 312 "Kısacası Arap-İslam uygarlığında sıradan kişilere yönelik güçlü bir güvensizlik söz konusuydu ve Altın Çağdan sonra basılı materyalin elde edilmesini önlemek için çok çaba harcandı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 314
“Klasik İslam hukuku, hukukun bağımsız bir kaynağı olarak insan aklını sıkı bir şekilde sınırlamak ve bertaraf etmek için çabalarken, Avrupa ve Batı hukuku çoğunlukla tam tersi bir yolda ilerlemiştir.”Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa156
“Ortaya çıkan somut bir sonuç, Kahire'deki büyük el-Ezher Üniversitesinde felsefenin müfredattan çıkarılması olmuştu. Yasak on dokuzuncu yüzyılın sonlarında modernliğin ulaşmasına kadar devam etmişti.”Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 168
“Genel bir kural ve hukuki ve dini bir ilke meselesi olarak, doğa bilimleri ya da yabancı bilimler eğitimi İslam üniversitelerinde yer almadı.
Medreseler dini vakıf kanunu altında kurulduğu için, buralarda yer alan tüm çalışmaların İslam hukukuna (fıkıh) ve din bilimlerine odaklanması gerektiği varsayılıyordu.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 223-224    “Başka bir kilise tarihçisinin ileri sürdüğü gibi, “Papa merkeziyetçiliğe doğru ısrarlı eğilime rağmen, tüm Kilise, seküler devletlerden daha az olmaksızın yarı özerk birimlerin bir federasyonu, birçok daha büyük ya da küçük tüzel gövdelerden oluşan bir birlik olarak kaldı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 181
"Ancak en önemlisi Avrupalılar, üniversite müfredatının temeli haline getirdikleri bu materyalin incelenmesini kurumsallaştırmışlardır. Yerinde bir sınav sistemiyle ve yeni bir müfredatın ana gövdesini ayrıntılarıyla açıklayan Batı, aklın gücünü yücelten ve evreni -insan, hayvan, cansız- rasyonel biçimde düzenlenmiş bir sistem olarak anlayan bilimsel dünya görüşü öğretimine doğru kararlı (ve belki de geri dönülemez) bir adım attı”. Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 254
There are reasons to believe that what brought people to the towns wre the growing oppurtunities available in the urban centres rather than any worsening of the economic situation in the country... People left the country because they thought that in the towns there were better opportunities for economic and social advancement, and this belief made them intolerant of the slow mobility of the rural world. 'Stadluft machts frei' was said in Germany: 'the air of the town makes one a freeman'. İnsanları kasabalara getiren şeyin, ülkedeki ekonomik durumun kötüleşmesinden ziyade, şehir merkezlerinde artan fırsatlar olduğuna inanmak için nedenler var... İnsanlar, kasabalarda ekonomik ve sosyal ilerleme için daha iyi fırsatlar olduğunu düşündükleri için ülkeyi terk ettiler ve bu inanç onları kırsal dünyanın yavaş hareketliliğine karşı hoşgörüsüz hale getiriyordu. Almanya'da 'Stadluft machts frei' deniyordu: 'kasabanın havası insanı özgür kılar'. Clocks and Culture Osmanlı'da ise tam tersi geçerliydi. Köylülerin hareket etmesi, göç etmesi kısıtlanmıştı, çift bozma cezaya tabiydi. The basic asset of the more developed countries was their stock of human capital, namely their relatively large number of active merchants and good craftsmen.
Daha gelişmiş ülkelerin temel zenginliği, insan sermayesi stokları, yani nispeten fazla sayıdaki aktif tüccarları ve iyi zanaatkarlarıydı. Clocks and Culture
Bilimin doğuşu ve yükselişi bağlamında bakıldığında Avrupa ve İslam dünyası arasında açılan uçuruma gücün merkezileşmesinin sonuçları arasında olan ve ona eşlik eden zihniyet dünyası ve kültürün tetiklediği bir dizi kurumsal etkenin yanında Avrupa’da bireye ve onun aklına duyulan iyimser güven, İslam dünyasında ise otoritenin mutlak gücü, bireyin zayıflığı, ona ve aklına şüpheyle bakılması damga vurmuştur.
Doğuda bireyin, merkeziyetçi iktidar hırsı ve kaygıları yüzünden duyulan kuşku nedeniyle entelektüel dünyadan ve üretimden ve şehirlerden dışlanması Daron Acemoğlu'nun kapsayıcılık ilkesinin tersinin uygulanmasına, entelektüel ve teknolojik üretimi yapan tabanın küçülmesine ve bu da entelektüel ve teknolojik üretimin düşük kalmasına yol açmıştır.
Doğunun aksine sıradan bireyi entelektüel dünyanın bileşeni haline getiren batı, entelektüel ve teknolojik üretim tabanının ve miktarının daha büyük (kapsayıcı) olması ve bu faaliyetlerin uzun vadede kümülatif olarak birikmesi ve etkileşimiyle bilim ve teknolojide büyük bir patlama yapmış ve niceliğin birikmesi nitel sıçramayla sonuçlanmıştır. Bu ciddi farklılığın ve diğer küçük farklılıkların doğurduğu tepki zincirinin uzun bir döneme yayılan değişimlerinin kümülatif sonucu ortaya çıkan devasa uçurumdur. Yani feodalizm ATÜT'e,  demokrat zihinsel dünya, otoriter zihinsel dünyaya uzun dönemde fark atmıştır.
0 notes
benimpencerelerim · 2 years
Text
NEDEN GERI KALDIK
OSMANLI NEDEN GERİ KALDI, AVRUPA NEDEN FARK ATTI
Kapsayıcı kurumlar bir ülkenin / toplumun rekabet eden üretici güçlerinin seçildiği tabanın (popülasyonun) olabildiğince büyük olmasını sağlar. En kapsayıcı kurumlar bu tabanın nüfusun ve kültürün (gönüllü katılımla) izin verdiği en geniş taban olmasını sağlayan kurumlardır, en sömürücü kurumlar da bu tabanı en çok daraltan kurumlardır. Rekabete katılan üretici güçlerin (şirketler ve çalışanlar) sayısının büyüklüğü, toplumun sahip olduğu gelişme potansiyelinin sonuna kadar kullanılmasını sağlar. Bu rekabet sonucunda karlı ve üretken şirketler, bilgili, üretken ve çalışkan bireyler sivrilir. Bu niteliklere sahip şirketlerin ve bireylerin ödüllendirilmesi diğer şirket ve bireyleri de aynı niteliklere sahip olmaya teşvik eder. Araştırma geliştirme faaliyetleri, innovasyon ve nitelikli eğitime talep artar. Kapsayıcı ve demokratik kurumların zorladığı göreceli eşit gelir dağılımlarıysa ortalama eğitim süresi ve kalitesini yükseltirken eğitim gören nüfusu büyütür. Eğitimli ve nitelikli eğitim alan nüfus artar. Üretime katılan nitelikli emeğin hem niteliği hem de niceliği artar. Üretici güçler gelişir.
Devletin asker ve vergi almasında merkezileşme sağlayan tımar  sistemi (ATÜT, KG) yüzünden merkez / yerel ayrımı da gelişememişti. Hal  böyleyken uzun yıllar güçlü bir merkezi iktidar garanti edilebilmiş, bu  sayede devlet ayakta kalabilmiştir; ne var ki bu durum, Batı'nın aksine  Osmanlı'da burjuvazinin ortaya çıkmasına, asker / sivil, merkez /  feodalite, kilise / imparator gerilimi çerçevesinde bir diyalektiğin  oluşumuna engel olmuş ve Batı'daki sanayi devrimine, Aydınlanma'ya ve  medeni haklar hareketine yol açan gelişmelerin geç (ve eksik-KG)  yaşanmasına sebep olmuştur. (Geç kalmanın son teknolojileri ve bilimsel bilgileri hazır bulma avantajı, tarihsel sürecin ürünü olan güç dağılımı ve dengesi ile zihinsel, ahlaki yapının değişme güçlüğü ve bu avantajları kullanmaya engel teşkil etmesi dezavantajıyla gölgelenmiş, ağır basansa güçler dengesinin ve zihinsel, ahlaki yapının frenleyici gücü olmuştur - KG) Tolga Şirin
Bilimin doğuşu ve yükselişi bağlamında bakıldığında Avrupa ve İslam dünyası arasında açılan uçuruma zihniyet dünyasının tetiklediği bir dizi kurumsal etkenin yanında Avrupa’da bireye ve onun aklına duyulan iyimser güven, İslam dünyasında ise otoritenin mutlak gücü, bireyin zayıflığı, ona ve aklına şüpheyle bakılması damga vurmuştur. Bu ciddi farklılığın ve diğer küçük farklılıkların doğurduğu tepki zincirinin uzun bir döneme yayılan değişimlerinin kümülatif sonucu ortaya çıkan devasa uçurumdur. Yani feodalizm ATÜT'e,  demokrat zihinsel dünya, otoriter zihinsel dünyaya uzun dönemde fark atmıştır.
Özetlersek, merkezi devletin yaygın ve güçlü bürokratik ağı devasa boyutlarda Osmanlı savaş makinesinin oluşturulmasına hizmet edip sayı ve yetenekli süvari üstünlüğüyle tekniğin gelişmediği, savaşın büyük ölçüde insan gücüne bağlı olduğu dönemler boyunca parlak zaferlerlerle, ganimetler ve haraçlardan oluşan büyük gelirlerlerle devlet maliyesinin güçlü olmasını, toplumun ileri gelen sınıflarının gelirlerden aldığı paylarla hoşnut olmasını sağlarken ticarete, tüccara, tüccarın mübadelelerde kullandığı ürünleri üreten zenaatkara, özgürlüklere, üretime, tekniğe pek az alan, saygınlık, zenginlik ve prestij bırakarak kendi kültürel değerlerinin baskınlığı altında bu sınıfların ve değerlerinin gelişmesini önlemiş, bu başarılı dönem boyunca karşıt yönde evrimleşen Avrupa'nın teknik, üretim, bilim ve kültürde ilerlemesinin sonucunda değişen savaş tekniklerinin daha çok teknolojiye dayanması, insan gücünün savaştaki öneminin azalmasına bağlı olarak savaşlardaki üstünlüğünü yitirmiş, bunun sonucunda gelirleri azalmış, devlet maliyesi bozulmuş, gelirleri azalan sınıfların hoşnutsuzlukları ortaya çıkmış ve giderek artmış, bu üretim ve savaş örgütlenmesinin uzun bir süreçteki birikimi olan üretimde, teknikte, bilim ve felsefede, kültürde geriliğin de büyük katkısıyla kendi sonunu hazırlamıştır.
When a society shows vitality it does so at all levels, not only the economic, and it succeeds better than other societies which seemingly have the same amounts of resources at their disposal. It is not by chance that, when Italian merchants greatly contributed to European Economic development, Dante was writing the Divine Comedy, Giotto was introducing innovations in painting, ans St. Francis was starting his religious movement. In the seventeenth century,  when the Low Countries became the prime movers in international trade while producing great entreprneurs and merchants such as De Geer or the Tripps, they also produced jurists like Grotius, experimentalists such as Huyghens and Leeuwenhock, and painters such as Rembrand…In order to understand what happened in certain societies, it is necessary to understand an atmosphere of collective enthusiasm, of exaltation and cooperation.
When one admires certain exquisite Works of art by humble craftsmen of the past, knowing how inadequate the economic incentives were, one can not but conclude that intangible and nonmeasurable factors, such as the creative urge, love of one’s work, pride in one’s own ability and self-respect, where they exist, make miracles possible; and that the absence of these factors depresses production both quantitatively and qualitatively. BEFORE THE INDUSTRIAL REVOLUTION, Carlo M. Cipolla
“Başka bir yaygın yanılgı, bir uygarlığın gerilemesi gibi büyük çaplı sosyal olguların mutlaka büyük çaplı nedenlere dayandığı anlayışıdır.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51
Tedrici değişme esastır. Amerika'nın keşfi, buhar makinesinin icadı gibi belirli dar bir zaman diliminde yer alan büyük ani değişmeler bile, göze görünmeyen, farkedilmeyen, uzun bazen çok uzun bir hazırlık ve birikim döneminin nihayetinde ortaya çıkmış birer tezahürden ibarettir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
Ama değişmenin gelişmesi, yerleşmesi, yayılması ve etkilerinin ortaya çıkması da aynı derecede uzun ve derin bir süreç gerektirir. Değişme potansiyelinin ortaya konulması, uzun zamana ihtiyaç gösterir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
“Her halükarda, başlangıçtaki ufak bir ayrımın doğurduğu bir tepki zinciri, sonuç olarak çok büyük bir etki yaratabilir.
Ortadoğu tarihi zamanla önem kazanan küçük farklılıklarının birçok örneğini sunar.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51
“Bu uzun dönemde Batı Avrupa’nın ticari altyapısı tedrici, ama kümülatif olarak çok önemli değişimlerden geçti. Uzun bir gelişmeler dizisi kommenda’yı zengin çeşitlilikte ortaklık biçimlerine dönüştürdü”. Yollar Ayrılırken, sayfa 98
Yeni kurumlar tek başına ve diğer gelişmelerden bağımsız olarak ortaya çıkmaz. Herhangi bir yeniliğin uygulanabiliriliği daha geniş bir kurumsal temele bağlı olduğundan, yenilikler sonuçta kümeler, yani “kurumsal bileşimler” biçiminde gelişir. Yollar Ayrılırken, 164
Tüzel kişiliğe geçiş için, destekleyici yargısal reformları içeren makro-yaratıcılık zorunluydu. (Yapısal reformlar, Devlet Kapasitesi, Sistem Tasarımı, KG) Yollar Ayrılırken, 169
1. Güçlü Merkezi Devlet ve Zayıf Toplum (Ticaret, Zanaat, Burjuvazi, Aydınlar) Kısır Döngüsü.
"Avrupa ülkeleri bölünürken Osmanlı'da bütün yüce otorite tek bir kimsenin ellerindedir; bütün gelirler ona gitmektedir". Fernand Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası
İslam aleminde durum, kökleri itibariyle farklı olmakla birlikte, sonuçları ilginç bir şekilde aynı olmaktadır. Farklı konum: üst sınıf değişmeye değil de, değiştirilmeye bir türlü son vermemektedir. İstanbul’daki Osmanlı sultanı bunun tipik örneğini sunmaktadır: üst toplumu, gömlek değiştirir gibi değiştirmektedir…sipahilikler ancak ömür boyu geçerli olan temliklerdir. Gerçek bir Osmanlı feodalitesinin, yeni ekim alanlarının kapitalist bir çizgi üzerinde iyileştirilmesi ve işler hale getirilmesi doğrultusunda, taslak halinde ortaya çıkabilmesi için, XVI. Yüzyılı beklemek gerekecektir…Manzara her yerde aynıdır: ömür boyu geçerli senyörler olan hanların İran’ı kadar, büyük Moğol zamanında ihtişamının zirvesindeki Hindistan’da da. Nitekim, Delhi’de kendini sürdürebilen “büyük aileler” yoktur...Ümaralar, racalar paralı askerler, ömür boyu geçerli senyörlerdir. Moğol onları atamakta çocuklarına intikali garanti etmemektedir". Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları, S.533
Zirai üretimden gelen gıda maddeleri ile hammaddeleri kaza merkezinde satın almak, işlemek ve tüketiciye satmak kasaba esnafınin tekelinde idi. Üretim ile tüketim arasındaki dengeyi korumak üzere devlet, her mal ve hizmeti üretmek üzere ayrı loncalar halinde örgütledigi bu esnaflari, ziraatte çiftçi işletmelerinde olduğu gibi, belli ortalama büyüklükleri aşmayacak kapasitedeki işyerlerine veya dükkanlara sahip ustalardan oluşan, eşitlikçi bir cemaat halinde faaliyet göstermelerini sağlayacak şekilde bir düzenlemeye tabi tutardi.
Hangi maldan, ne miktarda ihracat yapılacağı, her seferinde özel bir izinle belirlenir, ayrica yüksek bir gümrük vergisi alınırdi. Buna karşılık ithalatın, hiç bir tahdide tutulmadan serbestçe yapılmasına müsaade edilirdi.
Dengenin korunmasında yalnız tüketimin değil, üretimin de kontrol altında tutulması gerekiyordu. Çünkü emek ve kapital gibi üretim faktörlerinin kıt olduğu ve miktarların kolayca arttırılmadigi bir ekonomide, belirli bir mal veya hizmetin üretimini arttırmak için gerekli olan ilave emek ve kapitali, diğer alanlardan çekip o mal veya hizmeti üreten sektöre kaydırmakla mümkündü.
Bu nedenle uzun deneyim ve uyarlamalarla oluşmuş olan üretim ve istihdam yapısının değişmeden kalmasına özen gösterilirdi. Esnaf örgütlerinin işçi ve dükkan sayısının dondurulmasi, ziraatte işletme büyüklüğünün belli düzeyde tutulması ve zirai işletmeyi bırakarak şehirlere göç etmenin yasaklanması, hep bu dengeyi sürdürebilme motifi ile uygulamaya konmuş düzenlemelerdi.
Fiyatlar o şekilde tespit edilirdi ki, mübadele ile uğraşan esnaf ve tüccar gibi zümrelere tanınan normal kar haddi %5 ila %15 arasında değişir, daha yüksek kar sağlamak sıkı ceza tehdidi altında tutularak engellenirdi. Ekonomide faiz haddi, normal olarak bu haddin epey üzerinde olarak %15-25 arasında olduğu için, mevcut nakdi sermayenin ticaret ve esnaflik sektörüne kayması imkanı son derece kısıtlı idi.
Bununla birlikte yüksek gelir diliminde yer alan ve büyük çoğunluğu askeri zümre mensubu bir tabaka da mevcuttu. Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Sayfa 234
Osmanlı zihninde bulduğumuz bir diğer değer demeti, "rekabet" ve "çatışma" yerine "iş birliği" ve "dayanışma" değerlerine öncelik tanınmasıdir.
Burada, Osmanlı'nın üçüncü önemli değeri de karşımıza çıkıyor. İtidal ve aşırılik kutuplaşmasinda, Osmanlılar itidali temel değer olarak zihinlerine yerleştirmis görünüyorlar. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç
Denilebilir ki Osmanlı, kendinden önce gelip geçen devletlerin eninde sonunda yıkılmasına neden olan sosyal ve iktisadi değişmeleri, ne büyümeye ne de küçülmeye imkan vermeyecek değişmez bir sisteme bağlamış ve bunu ifade etmek üzere de kendi kendine "Devlet-i aliyye-i ebediyyül-devam" ünvanını vermiştir. Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Sayfa 338
“Toplulukların temsilciler atamalarına, müşterek mülkiyete sahip olmalarına ve tekil üyelerinin yaşam sürelerinin ötesinde bir kolektif ömür taşımalarına izin vermek toplumu daha üretken kılabilir ve devletin vergi tabanını genişletebilirdi. Ne var ki aynı olanaklar düzenden hoşnutsuz kişilerin birleşmesini kolaylaştırarak, istikrarsızlık tohumlarını da ekebilirdi. Korporatifleşmenin devletçe tanınan bir ayrıcalık olmasını isteyen hukukçular bu mülahazaları dengelemeye çalıştılar.” Yollar Ayrılırken, sayfa 132
“Loncaların ortaya çıktığı sırada Anadolu kargaşa içindeydi; sıklıkla değişen sınırlardan dolayı zayıf devletçikler iktidar yarışına tutuşmuştu. Batı Avrupa’da ilk dinsel ve kentsel korporasyonların çoğalmasına sahne olan yarım bin yıllık dönemde olduğu gibi… Ne var ki 1299’dan başlayarak Osmanlı Beyliği Anadolu’yu birleştirmeyi ve otoritesini daha geniş bir bölgedeki ticari merkezlere kabul ettirmeyi başardı. Osmanlı yöneticileri loncaları devlet amaçlarının hizmetine koşma yolunu seçtikleri için onlara tüzel kişilik tanıma, kaynaklarını merkezileştirme ya da faaliyetlerini genişletme hakkını verme gereği duymadılar.” Yollar Ayrılırken, sayfa 172
“Hukuksal geçerliliği metinlere dayandırma geleneği, fıkıh eğitimi almış kişilere daha sonra korumak isteyecekleri rantlar sağladı. Özerk kuruluşların oluşumuna izin vermek, İslam hukukuna dayalı kararlar yönündeki talebi kısarak, söz konusu rantları azaltabilirdi….Aradaki bir farklılık, Batı’da eğitimli mesleklerin arkasında birleşik bir hukuku uygulatabilecek güçte merkezi bir devletin bulunmamasıydı. Politik iktidar imparatorlar, krallar ve kentler arasında bölünmüştü; zaten korporasyonların Ortaçağ’ın erken döneminden başlayarak gelişmesinin ana nedeni buydu. Ortadoğu’nun büyük bölümünde ise ulema özyönetim taleplerini bastırabilecek güçte merkezi devletlerle bütünleşmiş durumdaydı.” (altyapı, gücün bölünmüşlüğü ya da merkeziliği üstyapıya, hukuka yansıyor, KG) Yollar Ayrılırken, sayfa 141
“Bu çok merkezli korporatifleşme akımının Bizans topraklarına oranla Batı Avrupa’da daha güçlü olmasının bir nedeni vardır. Batı’da devletler görece zayıftı”Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun başında “imparator” sıfatıyla hüküm süren Charlemagne (800-14) yalnızca küçük bir bölge üzerinde anlamlı bir otoriteye sahipti. Sözde uyruklarının çoğu muhtemelen yönetiminden habersizdi, belki adını bile duymamıştı. Bu durumda çeşitli topluluklar kendi çevrelerinde düzni sağlamak ve sözleşmeleri inandırıcı kılacak bir merkezi otoritenin yokluğunu telafi etmek üzere kendilerini birer korporasyon olarak ilan ettiler. Yollar Ayrılırken, sayfa 133
6. yüzyıldan 11. Yüzyıla kadar süren korporatifleşme dalgası sırasında, Batı Avrupa’nın her yanında ruhban sınıfı, kolektif bir bilinç geliştirmiş ve fiilen özerk dinsel kuruluşlar oluşturmuştu. Yollar Ayrılırken, 134
Kilise hukukunun gelişmesiyle sonuçlanan korporatifleşme dalgası sırasında, bu emsal kimileri dinsel, kimileri seküler olmak üzere birçok ayrı hukuk sisteminin kabul görmesine zemin hazırladı. Batı’da Roma’nın güçten düşmesi birbiriyle örtüşen sayısız topluluğu tüzel kişilik kazanmaya yönelttiğindei Hristiyanlar dindışı hukuk sistemlerine zaten alışkındı. Kilise hukukunu geliştirenlerin yaşamın diğer alanlarına el atmamaları bu açıdan anlamlıdır. (Hristiyanlığı yaymak için fazla zorlamaya giremezlerdi, sonra da bu kurumlar oturdu ve statüko halini aldı, değiştirmek mümkün olmadı, bir denge oluştu, KG). Hristiyanlığın paradoksal biçimde güçlü bir devleti barındıran bir ortamda gelişmiş olma özelliği de kritik önemdedir. Bu durum iman, ahlak ve cemaat konularına odaklanarak, genel likle ekonomik ve politik örgütlenme uğraşlarını göz ardı etmesine yol açtı. Yollar Ayrılırken, 135-136 İslami ortaklık hukukunun klasik biçimine büründüğü 100 yılı dolaylarında, Batı korporasyon konusunda eşgüdümsüz (merkez zayıf, KG) bir tarzda denemeler yapmayı sürdürmekteydi. 6. yüzyıldan 11. Yüzyıla kadar süren korporatifleşme dalgası sırasında, Batı Avrupa’nın her yanında ruhban sınıfı, kolektif bir bilinç geliştirmiş ve fiilen özerk dinsel kuruluşlar oluşturmuştu. Bu arada, ayrıntılı hukuk sistemlerine sahip korporasyonlar oluşturma yönünde başka girişimler ortaya çıktı. Kuzey İtalya, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın binlerce kenti kurumsal bir kimlik edindi. (Merkezi otoritenin zayıflığı, KG). Sözgelimi dinsel toplulukların deneyimlerinden ders çıkarmak toplumun her kesimi için mümkündü. Kilise bünyesinde seçimler düzenleme ve kilise temsilcilerini atama gibi süreçlere ilişkin teknik bilgiler, dindışı alanlara aktarılabilirdi. Yeniliklerin başka yeniliklere yol açmasıyla, yönetim kalıpları ve iş teknikleri adım adım evrim gösterdi. Acaba Ortadoğu’da benzer yenilik zincirlerinin önünü ne tıkamış olabilir? (Güçlü merkez elbette, zayıf toplumun sesi çıkmıyor, duyulmuyor, etkisi olmuyor, KG)
“Güçlü devletler yeniden sahneye çıkana kadar, korporasyonlar günlük yaşamın dokusunda sıkı biçimde kök saldı.
“Sonuç olarak, Avrupa’da korporasyonun evrimi Batı Roma İmparatorluğu’nun çökmesinin ardından merkezi otoritenin zayıflamasına bağlıydı.” Yollar Ayrılırken, sayfa 135 Avrupa’da ticari işletmelerin korporasyon olarak düzenlenmesi 16. Yüzyılın sonlarında başladı. Küresel keşif seyahatleri ve bunun sonucunda denizaşırı ticaretin canlanması bu gelişmenin itici gücünü oluşturdu. Ticari yayılmanın dayanağı, artan sayıda yatırımcının alışılmamış ölçüde uzun süreli yatırımlarıydı. Ancak ticari korporasyonun işleyişi için temel önemdeki çeşitli uygulamalar zaten önceki yüzyıllarda ortaya çıkmıştı. İlk biçimleri, bilinen örgütsel özelliklerin yeni yaklaşımlarla bir araya getirilmesiyle oluşturuldu. (Merkezin zayıf olması nedeniyle toplumun başlangıçta birbirinden nispeten kopuk alanlarda yaptığı denemelerle deneyim biriktirmesinin sonucunda güçlenen farklı “nehir dallarının” kavuşması, kenetlenmesi, iç içe geçmesiyle devasa bir gücün ortaya çıkması, sıçramak için pazuların şişirilmesi, KG). Yollar Ayrılırken, 151
Alternatif çözümler vardı. Müslüman yönetimi altında Ortadoğu’da büyük ön yatırım gerektirenleri de kapsamak üzere çeşitli hizmetleri tüzel kişilikten yoksun olan vakıf aracılığıyla sağlama yoluna gidildi. Yollar Ayrılırken, 143
“Kümeleşmeyi bir tehdit sayan yöneticiler tek kuruculu ve değişmez bir hizmete dönük bir kurumu (vakıf, KG), örgütlü bir topluluğun özyönetimine dayalı korporasyona yeğ tutmuş olmalıdır”Orta çağ Avrupa’sındaki devlet adamlarının aksine onların özerk birimlerin meşrulaşmasının önüne geçme gücü vardı. (Kısır döngü, merkezi devlet, özerk birimleri engelliyor, merkezilik güçlenerek devam ediyor, KG) Yollar Ayrılırken, sayfa 146
Bir ipucu, İslam öncesinde Arabistan toplumunun iç yapısında yatar. İslam’ın doğuşu sırasında Arap yarımadasının sakinleri gerçek ya da kurmaca kan bağlarıyla kenetlenen kabilelere bölünmüştü. Birey diğer kabile mensuplarını desteklemek ve onların eylemlerinde sorumluluk üstlenmek durumundaydı. Bu sistem sonu gelmez kavgaları kışkırtmaktaydı. Dahası, kabileler arasında savunma amacıyla kurulan ittifaklar özünde istikrasızdı; rutin bir çatışma şiddetin tırmanmasını ve yeni ittifaklara dönük bir kapışmayı tetikliyebiliyordu. Oluşan güvensizlik, herkezi kapsayıcı dayanışma bağlarıyla halkları birleştirecek bir ideolojiye zemin hazırladı. İslam soydan çok dine dayalı topluluk bağlarını geliştirirerek bu geniş gereksinime yanıt verdi. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve parçalanıp bölünmeyin” der Kur’an. Yollar Ayrılırken, 137-138
İslam hukuku tefsirinin gelişme çizgisi Kur���an’da ifadesini bulan ümmet bakışını destekledi. Hukuk metinlerini yorumlama yetkisi kişilerden bağımsız bir politik güç uygulayabilecek bir kuruluş ya da makam yerine, fıkıh alanında eğitilmiş kişilere verildi. Bir müftünün verdiği hüküm görüşten ibaretti. Başka bir müftü farklı olmakla aynı ölçüde meşru bir görüş bildirilebilirdi. Aynı biçimde, bir kadı, kararlarını kendi hukuk yorumuna dayandırırdı. Yeni davalar birey olarak görev yapan kadılarca aynı metinlerin taze yorumlarıyla karara bağlanırdı.Uygulamada ise, tutucu baskılar, adli yorumları ve kararları homojenleştirdi. (Gelenek, görenek, kültür, egemenlerin baskıları, vs, KG).
Hukuksal geçerliliği metinlere dayandırma geleneği, fıkıh eğitimi almış kişilere daha sonra korumak isteyecekleri rantlar sağladı. Özerk kuruluşların oluşumuna izin vermek, İslam hukukuna dayalı kararlar yönündeki talebi kısarak, söz konusu rantları azaltabilirdi.
Aradaki bir farklılık, Batı’da eğitimli mesleklerin arkasında birleşik bir hukuku uygulatabilecek güçte bir merkezi devletin bulunmamasıydı.Politik iktidar imparatorlar, krallar ve kentler arasında bölünmüştü.
Ortadoğu’nun büyük bir bölümünde ise, ulema özyönetim taleplerini bastırabilecek güçte merkezi devletlerle bütünleşmiş durumdaydı.
Ulema korporatifleşmeyi teşvik etmekle belirgin bir ekonomik kazanç elde edemezdi. Yollar Ayrılırken, 140-141
Tıpkı bir korporasyon gibi, bir vakıf da kurucusundan, görevlilerinden ve hak sahiplerinden daha uzun ömürlü olabilirdi. Ancak özerk olması söz konusu değildi. Aksine, sabit bir gelirle ve belirli kurallara göre yerine getirilen değişmez bir işlevle temelde dondurulmuş bir yapı olarak kurulurdu. Dolayısıyla daha ikinci binyılın başlarında Ortadoğu ve Batı Avrupa kurumsal gelişim bakımından ayrı yollara girmiş durumdaydı. Yollar Ayrılırken, 150
“Vakıf ile ticari korporasyon arasında dört kilit farklılık vardır. Birincisi vakıf azami kara dönük bir yapı değildir. İkincisi bir kişinin vakıf gelirindeki payı devredilemez. Üçüncüsü vakfın mülkü ile mütevellinin mülkü arasında açık seçik bir ayrım yoktur. Son olarak da vakıf tüzel kişilikten yoksundur.” Yollar Ayrılırken, sayfa 165
Arada önemli farklılıklar vardı. Birincisi bir topluluk kendi üyelerinin kollektif iradesiyle bir korporasyona dönüşebilirken, genelde vakıf kurucusunun bir kişi olması zorunluydu. (Merkezi yönetimin ipleri elde tutma saikiyle kontrolüne hizmet ediyor, KG). İkincisi, bir korporasyonun değişen bir üye topluluğunca denetlenmesi öngörülürken, bir vakıf sonsuza dek kendi kurucusu tarafından, mülkünü bağışlarken hazırladığıvakfiyede, yani vakıf şartnamesinde yer alan talimatlar doğrultusunda denetlenirdi. Dolayısıyla bir vakfın üstlendiği görev değiştirilemezdi; kurucusu dahi amacını değiştirmeye yetkili değildi. (Sistemin (örgütün) değişen çevreye adaptasyonu mümkün olmaz, KG).
Üçüncü bir farklılık da özyönetimle ilgiliydi. İşleyiş kurallarının ihtiyaca göre yeniden düzenlenebilen korporasyonun aksine, vakfın işleyiş kuralları değişmezdi; kurucunun talimatları kadılar denetimiyle ve vakfiyenin açıklık taşımadığı durumlarda yerel görenekler uyarınca yerine getirilirdi. (Çözümde vakfın bilgi ve uzmanlık birikimi değil yerel göreneklerin dağarcığındaki bilgiler kullanılıyor, KG) Yollar Ayrılırken, 144
“Sonsuza dek değişmezlik ilkesinin başka bir sonucu da birden çok vakfın ölçek ekonomilerinden yararlanmak üzere kaynaklarını bir araya getirememeleriydi. Bu sınırlama yeni gelişen teknolojilerin birçok sektörde optimum üretim ölçeğini yükselttiği sanayileşme çağında ciddi bir handikap oluşturdu.” Yollar Ayrılırken, sayfa 147
Kadılar vakfı bir ticari kuruluşa dönüştürme girişimlerine direnmede özellikle kararlıydı; çünkü kurucunun vakfiyede belirtilmiş iradesini uygulama görevi onlara rantlar sağlamaktaydı. Ortadoğu hukuk tarihinde belirgin bir tema olan vakıflarla bağlantılı yolsuzluk, genellikle vakfiyeden sapmalara onay verilmesi karşılığında bir kadıya verilen rüşvetle ilgiliydi. Yollar Ayrılırken 168,
Toplumun kilit kesimleri, vakfı korporasyondan ayıran özelliklerin sürmesinden yarar sağlıyordu. Yollar Ayrılırken, 170
Yeni kurumlar tek başına ve diğer gelişmelerden bağımsız olarak ortaya çıkmaz. Herhangi bir yeniliğin uygulanabilirliği daha geniş bir kurumsal temele bağlı olduğundan, yenilikler sonuçta kümeler, yani “kurumsal bileşimler” biçiminde gelişir. Yollar Ayrılırken, 164
Demek ki vakıf sektörünün tüzel kişiliğe geçiş yapamamasının önemli bir nedeni, kadıların bundan bariz bir çıkar sağlayamayacak olmasıydı. Hukuk sisteminin başka alanlarında da tüzel kişiliğin bulunmaması durumu ağırlaştıran bir etkendi. Tüzel kişiliğe geçiş için, destekleyici yargısal reformları içeren makro-yaratıcılık zorunluydu. (Yapısal reformlar, Devlet Kapasitesi, Sistem Tasarımı, KG) Yollar Ayrılırken, 169
Avrupa’nın Paris (1180) ve Oxford (1249) gibi ilk üniversiteleri birer vakıf olarak kurulmakla birlikte korporatifleşme yoluyla kısa sürede özyönetime dayanan ve kendini yenileyebilen kuruluşlara dönüştüler. Buna karşılık medreseler kurucularınca belirlenmiş talimatlarla kısıtlanmaya devam ettiler. Dolayısıyla zaman içinde medreselerdeki müfredat üniversitelere oranla daha az değişti; bu da Ortadoğu’nun düşünsel durgunlaşmasında rol oynadı. Yollar Ayrılırken, 148
Başlangıçta kentler vardı. Ortaçağ entelektüeli-Batı’da-onlarla birlikte doğmuştur. Onların ticaret ve endüstri-daha mütevazi bir şekilde zanaat diyelim-işlevine bağlı atılımla birlikte, entelektüel de işbölümünün kendini dayattığı bu kentlere yerleşen meslek erbabından biri olarak ortaya çıkmıştır. Ortaçağda Entelektüeller, 9
Bu okumuş rahip (clerc) Batı ortaçağına özgü bir soyun ardılıdır: Entelektüeller soyu. Ortaçağda Entelektüeller, 3
Keşişler manastır hayatının rastlantılarına göre hoca, bilgin veya yazar kimliğine bürünmekteydiler. Ortaçağda Entelektüeller, 10.
Bir teftiş gezisine çıkan Muhterem Pierre, Müslümanları askeri alanda değil de entelektüel alanda yenmek gerektiği düşüncesini ortaya atan ilk kişi olmuştur.
Muhterem Pierre’in örnek olarak aldığımız bu girişimi, bizi meşgul eden çeviri hareketinin kıyısında yer almaktadır.
İspanya’nın Hristiyan çevirmenleri İslamiyete değil, Yunan ve Arap bilimsel eserlerine yönelmektedirler. Ortaçağda Entelektüeller, 23
12. yüzyıl çevirmenlerinin meydana getirdiği bu ilk araştırmacı ve uzmanlaşmış entelektüel tipi Batı’ya ne getirmiştir?
Bu insanlar Latin mirasının Batı kültüründe, felsefe ve özellikle bilimlerde bıraktığı boşlukları doldurmuşlardır.
Ve belki de malzemeden daha çok yöntem hakkında katkıları olmuştur. Merak, akıl yürütme ve Aristotales’in bütün Logica Nova’sı [Yeni Mantık]: Ortaçağda Entelektüeller, 24
Büyük kent yolunu yitirmenin yeridir. Paris modern Babil’dir. Ortaçağda Entelektüeller, 30 Kentli, köylü, hatta soylu kökenli olan bu kişiler öncelikle gezgin olup nüfus patlamasının, ticaretin canlanmasının, kentlerin inşa edilmelerinin feodal yapıları havaya uçurduğu; köklerinden kopanları, cüretkarları, mutsuzları yollara düşürüp, bu yolların kavşak noktaları olan kentlere yığdığı bir dönemin tipik temsilcileridir. Ortaçağda Entelektüeller, 33
Onlara göre Paris yeryüzü cenneti, dünyanın gülü, evrenin ıtırı’dır. Paradisius mundi Parisius, mundi rosa, balsamum orbis. Ortaçağda Entelektüeller, 32
Abelard Paris ortamının en yüksek derecedeki ifadesi idiyse, doğmakta olan entelektüelin diğer çizgileri Chartres’da aranmalıdır. Chartres zihniyetini işte bu yönelim belirlemektedir. Bu merak, gözlem, araştırma zihniyeti, Yunan-Arap biliminden beslenmiştir ve ışıklarını yakında saçacaktır. Ortaçağda Entelektüeller, 62
12. yüzyılın kentsel atılımı içinde idmanlı hale gelen bu zihin zanaatkarları için geriye, komünal hareketle taçlanan büyük lonca hareketi içinde örgütlenmek kalmıştır. Bu hoca ve öğrenci loncaları, kelimenin dar anlamında üniversiteler olacaklardır. Bu 13. Yüzyılın eseri olacaktır. Ortaçağda Entelektüeller, 81
Soylu-asker ile yeni tarz entelektüel arasındaki çatışma herhalde en iyi ifadesini, sosyolog için özel bir önemi olan bir alanda bulmuştur: Cinsiyetler arası ilişkiler. Okumuş ile şövalye arasında cereyan eden ve çok sayıda şaire ilham kaynağı olan ünlü tartışmanın derinliklerinde, iki toplumsal grubun kadın karşısında rekabeti yatmaktadır. Goliardlar, feodaller karşısındaki en büyük üstünlüklerini, kadınların kendilerine yönelik tercihleriyle övünerek belirtmektedirler: Kadınlar bizi tercih eder; okumuş şövalyeden daha iyi sevişir. (Mirasın büyük oğula kaldığı batıda, şövalye olan diğer çocukların da şövalyelik etrafında örülen değerlerin cezbettiği kadınlarla maddi eksikliği telafi ettiği savı da var bazı kaynaklarda. Böylece kadınlar için rekabete, aristokratlar (mirasın kaldığı büyük oğullar), şövalyeler (mirastan mahum kalan küçük oğullar), entelektüeller ve burjuvalar katılır. Bölünmüş (çoğul)güç ve rekabet, KG) Ortaçağda Entelektüeller, 45
18. yüzyıl Paris’inde, konumunu daha başka 10 000 kadınla birlikte paylaşan “kent metresi” ortaya çıkıyor. Bu tip kadın lüksle ilgili her konuda normu belirleyicidir, nüfuzu ise hijyen alanına kadar uzanmaktadır; çünkü “namuslu kadın” bile ancak onun sayesinde “yıkanmaya mecbur” kalmıştır. Aşk, Lükse ve Kapitalizm, 13
Cepleri Brezilya altınıyla dolup taşan böylesi bir kısım sonradan görmeyi ve zıpçıktıyı, parayı zarif tüketim yoluyla halk arasına nasıl sokacakları konusunda bizim kibar fahişeler eğitmiştir. Aşk, Lükse ve Kapitalizm, 14
Üniversite loncaları bu kavgalardan nasıl galip çıkmışlardır? Öncelikle birbirlerine bağlılıkları, tutarlılıkları ve kararlılıkları sayesinde. Grev ve kenti terk etme gibi bir silahı kullanmakla tehdit ederek ve gerçekten de kullanarak. (Merkezi idarede mümkün mü, KG). Sivil iktidar ve kilise iktidarı (iktidarın parçalı yapısı, KG) üniversitelerin varlığından fazlasıyla avantaj sağlamaktaydılar; bunlar hiç de ihmal edilemeyecek bir müşteri kitlesi, danışman ve memurlar için yegane fidanlık (burjuvazinin ihtiyacı, KG), parlak bir prestij kaynağı oluşturmaktaydılar (kentler ve rekabet, KG); bu durumda onların savunma yöntemlerine direnmek olanaksızdı.
Fakat daha büyük bir neden, üniversitelerin papalık gibi çok güçlü bir müttefik bulmalarıdır. (Bölünmüş güçlerin rekabeti, KG). Ortaçağda Entelektüeller, 90
Üniversiteyi (Oxford, KG) II: Henry’ye karşı Aziz Petrus’un ve papanın koruması altına sokan IV. Innocentius’tur; aynı papa Londra ve Salisbury piskoposlarına üniversiteyi krallığın girişimlerine karşı koruma görevini vermiştir. Ortaçağda Entelektüeller, 91
Ama bu kazanımlarının bedelini ağır ödemektedirler, Batılı entelektüeller, belki bir ölçüde olmak üzere, ama hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, papalığın memurları haline gelmişlerdir. Ortaçağda Entelektüeller, 93
Çatışan tarafların sayısı beştir: Dilenci tarikatları ve bunların Paris’li hocaları, üniversitenin laik hocalarının çoğunluğu, papalık, Fransa kralı, öğrenciler. (Bölünmüş güç, KG) Ortaçağda Entelektüeller, 127
Entelektüel mesleğin gelişmesi elkitapları dönemini başlatmıştır-ele gelir ve elden düşmeyen kitap. Bu da yazılı kültürün dolaşım ve yazılma hızındaki artışın parlak bir kanıtıdır. İlk devrim gerçekleştirilmiştir: Kitap artık lüks bir eşya değildir, bir alet olmuştur. Bu, matbaanın icadını beklerken, bir yeniden doğuştan çok, bir doğuştur. Ortaçağda Entelektüeller, 113
Üniversitelerin yanında, kilisenin acımasız muhalefetine rağmen, kuşkusuz laik okullar kurulabilmiştir, ama bunlar genel bir eğitim vermek yerine, esas olarak tüccarlara yönelik teknik bir eğitim alanında sınırlanmak zorunda kalmışlardır: Yazı, muhasebe, yabancı diller. (Yine bölünmüş gücün sonuçları, kilise-burjuvazi-feodaller-kral, KG) Ortaçağda Entelektüeller, 125
"Kısacası Arap-İslam uygarlığında sıradan kişilere yönelik güçlü bir güvensizlik söz konusuydu ve Altın Çağdan sonra basılı materyalin elde edilmesini önlemek için çok çaba harcandı." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 314
“Klasik İslam hukuku, hukukun bağımsız bir kaynağı olarak insan aklını sıkı bir şekilde sınırlamak ve bertaraf etmek için çabalarken, Avrupa ve Batı hukuku çoğunlukla tam tersi bir yolda ilerlemiştir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa156
“Kısacası, hukuku sistemli ve tutarlı bir bilgi bütünü haline getirme ve böylece müminlerin doğru yoldan sapmalarını engelleme peşindeki ilk dönem İslam hukuk düşüncesindeki rasyonelleştirici güçler, bağımsız bir hukuk kaynağı olarak aklın rolünü bertaraf etmeyi başarmıştı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 141
2. Miras Hukuku.
“İslami miras sisteminin doğduğu yer olan Batı Arabistan’da, toplumun serveti esas olarak tüccarlarla göçebelerin elindeydi; bunların mal varlıkları da hayvan sürüleri ve değerli metaller gibi taşınabilir ve kolayca bölünebilir mallardan oluşmaktaydı. Dolayısıyla İslami miras kuralları varlık parçalanmasına pek aldırmayan bir toplumda biçimlendi. Buna karşılık, Batı’da gelişen miras uygulamalarının kaynağı olan Roma ve Germen hukuk sistemleri, kişilerin arazilerini bir aileyi geçindirmeye yeterli birimler halinde tutmaya çalıştığı tarım toplumlarında gelişti. (altyapıdan üstyapıya, KG) Yollar Ayrılırken, sayfa 111
2.1 “Böylece Ortaçağ’dan itibaren, gerek İslam’a gerekse modernliğe aykırı ‘ilk doğan kuralı’ (mirasta önceliğin en büyük oğla verilmesi) ve ‘son doğan kuralı’ (mirasta önceliğin en küçük oğla verilmesi) olarak bilinen miras yöntemleri Avrupa’nın birçok kesiminde hukuken tanındı.” Yollar Ayrılırken, sayfa 109
(Japonya'da - KG) Zaten her şey sülalelerin uzun ömürlülüğünü teşvik etmektedir. Bunların başında özellikle ekber evlat kuralı gelmektedir, oysa Çin’de miras erkek çocukların tümü arasında paylaştırılmaktadır. Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunlar, Sayfa 529.
“Ortaçağ Hıristiyanlığı’nın çoğu yorumunda, çok karılılığın günah sayılması dikkate değerdir. Sanayi öncesi Avrupa’da, ilk doğan kuralı, çok karılılığa karşıtlıkla uyumluydu.” Yollar Ayrılırken, sayfa 113   
2.1.1. “Dönemin önde gelen İtalyan ticaret devletlerinde ticari işletmelerin ölçeği 14. ve 15. yüzyıllar boyunca büyüdü.” Yollar Ayrılırken, sayfa 100
“Şirketlerin büyüklüğü bilgi edinmeyi kolaylaştırdığı gibi fiyatlar üzerinde söz sahibi olmalarını da sağladı.(Yüksek tekel karları da sermaye birikimi ve şirketlerin büyümesine katkıda bulundu, KG)” Yollar Ayrılırken, sayfa 102
“Daha büyük ve daha kalıcı işletmelerin yayılmasıyla birlikte ticaret giderek gayrı şahsi yapıya büründü. Birbirini tanımayan kişiler arası ticaret arttı. Böylece tanıdıklardan elde edilemeyecek bilgiye dönük bir ihtiyaç ortaya çıktı; bu da ticari istihbarata yer veren süreli yayınların kurulmasını tetikledi.” (altyapı (tarım toplumu), üstyapıya (miras hukuku), üstyapı (miras hukuku) altyapıya (işletme büyüklüklerine), o da okuryazarlığa, bilgiye ihtiyacı tetikleyip bilimi teşvik ediyor, KG) Yollar Ayrılırken, sayfa 119
Ölçek, hem verimlilik artışı hem de yüksek fiyatlar aracılığıyla kar marjlarını, dolayısıyla sermaye birikim hızını arttırdı. Bilgi kullanımı da bu sürece destek sağladı ve bilgi gereksinimleri de bilimsel bilgi talebi yaratarak bilimsel gelişme için itici güç oluşturdu.
“17. yüzyıla girildiğinde Avrupa değinilen bu sakıncalardan kaçınmayı sağlayacak bir alternatif örgüt türüne artık sahipti : Ticari korporasyon.” Yollar Ayrılırken, sayfa 103
“Korporasyonun temel bir özelliği tüzel kişiliktir.”
“Tüzel kişilik dava açmayı kolaylaştırdığı gibi ortak varlıkları tekil hissedarların sorumluluklarından da korur.” Yollar Ayrılırken, sayfa 129
O sıralar, koskoca bir eylem piramidi, kat kat inşa olmuştur: tabanda köylüler, çobanlar, ipek böceği yetiştiricileri, zanaatkarlar, seyyar ragatones ve “küçük hafta” tefecileri yer almaktadır; onların üstünde, onların ellerinden tutan Kastilyalı kapitalistler; ve nihayet, onların da üstünde, her şeyi yöneten Fuggerlerin aracıları ve kısa bir süre sonra da güçlerini açık eden Cenevizliler bulunmaktadır.
Bu ticari piramidi, bu farklı toplumu, Avrupa’nın her yerinde ve her dönemde, kendinin aynı olmak üzere bulmaktayız. Bu piramidin kendine özgü hareketleri vardır. Uzmanlaşma, işbölümü bu alanda olağan olarak, yukarıdan aşağı doğru iş görmektedir. Görevlerin farklılaşmasına ve işlevlerin parçalanmasına modernizasyon veya rasyonalizasyon denilecek olursa, bu modernizasyon ilk önce, ekonominin tabanında ortaya çıkmıştır. Mübadelenin kaydettiği her atılım, dükkancıların artan bir uzmanlaşmasını ve ticaretin çok sayıdaki eklentisi arasında, özel mesleklerin doğumunu belirlemektedir. Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları, Sayfa 336
Evde iş yapma, böylece lonca veya aile atelyeleri ağına ulaşmaktadır. Bir tarihçi haklı olarak, şöyle yazmaktaydı: “dağınıklık aslında sadece görünüşteydi, her şey sanki ev tezgahları görünmez bir finansal örümcek ağına yakalanmışlar gibi cereyan etmekteydi ve bu ağın ipleri sadece birkaç toptancının elindeydi”. Fernand Braudel, Maddi Uygarlık, Mübadele Oyunları, Sayfa 280
2.2. “İslam hukuku da seküler yasalara yer bırakmaksızın yaşamın tüm alanlarını düzenlemeyi amaçladı.” Yollar Ayrılırken, sayfa 140
“Keza, çok karılılığın hukuka uygunluğu, miras uygulamalarını eşitlikçi tutmaktan yarar sağlayan yeni gruplar yarattı. İlk doğan kuralının kabul edilmesi durumunda, bir aile kendi kızının önceki bir evlilikten oğlu olan bir adamla evlenmesine razı olmayacaktı… Öyleyse İslam’ın eşitlikçi miras sistemi ve çok karılılık düzeni karşılıklı olarak birbirini destekleyen kurumlardı.”. (iç tutarlılık, KG)
2.2.1  “İslam hukuku çerçevesinde kurulmuş İslami ortaklıklar genelde kaynaklarını kısa ömürlü girişimler için bir araya getiren birkaç ortağı kapsarken, Batılılar onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce hissedarlı, süresiz denecek kadar kalıcı işletmeler oluşturmaktaydı. Geleneksel Ortadoğu kredi piyasalarında kaynaklar tipik olarak küçük borçlar verebilen kişilerce sağlanmaktaydı. Batılılar ise kitlelerden toplanmış sermayeyi büyük ölçekli üretken girişimlere akıtabilen ticari bankalardan destek alma olanağına sahipti. Genelde kısa ömürlü olan yerli Ortadoğu şirketlerinin hisselerini alıp satacak borsalar yoktu. Uzun ömürlü girişimlerdeki yatırımcıların istediklerinde hisselerini nakde çevirebildikleri Batı’da ise, borsalar önem kazanmaktaydı. Yollar Ayrılırken, sayfa 29
2.2.1.1 “Tasfiye olasılığını yükselten iki etken vardır. Birincisi, ilk doğan kuralının norm olduğu yerlerde çoğu kez görülen durumun aksine, varislerin mevcut işleri sürdürmek üzere yetiştirilmiş olmaları söz konusu değildir(Batıda miras ilk doğan çocuğa bırakılıyor, o çocuk da şirketin yeni sahibi olarak çocukluktan itibaren yetiştiriliyor, böylece işi öğreniyor, şirketin devamlılığı sağlanıyor, şirketin biriktirdiği bilgi, beceri, girişimcilik hafızası da ona devrediliyor ve nesilden nesile aktarılıyor, KG). İkincisi, yeni bir varisin doğmasının ya da varislerin birinin ölmesinin ardından, varis topluluğu ve onlara ait hisseler İslami miras sistemi uyarınca önemli ölçüde değişebilir. Bunun getirdiği belirsizlik her varisin oturmuş bir işletmeye bağlılığını zayıflatmış olacaktır.
Demek ki Ortadoğu’da ortaklıkların zamansız dağılma olasılığı özellikle yüksekti.” Yollar Ayrılırken, sayfa 115
“Böylece ortaklığın sona erme kuralının yanı sıra kurumsal korumadan yoksunluk, büyük çaplı ve uzun ömürlü ortaklıkların kurulmasını caydırdı. Tüccarlar ve yatırımcılar zamansız dağılma riskini azaltmak için küçük ve kısa ömürlü ortaklıklar oluşturma yoluna gittiler. Çok karılılığın yasallığı ise, ortaklıkları az üyeli ve geçici tutma güdülerini güçlendirdi.” Yollar Ayrılırken, sayfa 359-360
“Ölüm oranı sabit olduğunda, mülkiyeti bölmeden tutmanın güçlüğü arttıkça, ortaklıkların ortalama büyüklüğü düşecektir.”
“İlk türden bir toplum ayrıca ortaklıkla ilgili daha az denemeye girişecektir.” Yollar Ayrılırken, sayfa 118
“Ortadoğu’nun hep küçük kalan ortaklıkları ise, Avrupa’da yenilikçi çözümlerin gerektirdiği muhasebe, eşgüdüm, istihbarat ve sorumluluk sorunlarıyla karşılaşmadı.” Yollar Ayrılırken, sayfa 121
3. “Genel anlamıyla, herhangi bir uygarlığın akıl ve rasyonalite kaynaklarının, o uygarlığın din, felsefe ve hukukunda bulunabileceği söylenebilir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 135
"İçinde doğa kanunlarının ve doğa güçlerinin kendi kendine işlediği tahmin edilen düzenli ve tanzim edilmiş birleşik bir kozmos fikri sürekli vurgulanmıştır." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 148, sayfa 149
"Bu doğa tasavvuru, hem düzenlilik (ya da hiyerarşi) hem de yasalılık kavramını gerektiriyordu. Ortaçağ düşünürleri, bir evren olarak dünyanın, bağlantılı ve birbirine geçmiş parçaların kozmosu olduğunu keşfetmişlerdi." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 148
"Evrenin kendisi birleşik bir bütün olarak düşünüldüğünden, insanın da bu rasyonel bütünün parçası olduğu varsayılıyordu. Böylece, insanın akılla donatılmış olduğu düşünülüyordu ve bu suretle insan, evrenin düzenini okumaya ve yorumlamaya, yani doğa kitabını okumaya muktedirdi". Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 152
“İnsana, özellikle ahlaki ve etik dilemmalarla mücadele edebilecek rasyonel bir yetenek yüklüyorlardı. Batı Avrupa'da insana dair hakim felsefe ve teolojik fikirlerin, insanın rasyonelliğini vurguladığı sonucuna varabiliriz. Hem Yunan felsefi düşüncesinden faydalanan rahipler hem de daha kutsal ve teolojik kaynaklardan yararlanan rahipler, insana karmaşık akıl ve rasyonellik yeteneklerini yüklüyorlardı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 159
“İslam teologları ve hukukçularının, kendi aralarındaki aykırılıklar nedeniyle farklı bir insan felsefesi geliştirdiklerini gördük.. Bunların görüşleri, insanın ve insan aklının doğuştan gelen sınırlarını vurguluyordu. Dünya böyle ölümlü bir varlığın tam olarak anlayamayacağı kadar karmaşıktı dolayısıyla da aklın nasıl kullanılacağı dikkatle belirlenmeliydi.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 160 "Kısacası Arap-İslam uygarlığında sıradan kişilere yönelik güçlü bir güvensizlik söz konusuydu ve Altın Çağdan sonra basılı materyalin elde edilmesini önlemek için çok çaba harcandı." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 314
“Klasik İslam hukuku, hukukun bağımsız bir kaynağı olarak insan aklını sıkı bir şekilde sınırlamak ve bertaraf etmek için çabalarken, Avrupa ve Batı hukuku çoğunlukla tam tersi bir yolda ilerlemiştir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa156
“Kısacası, hukuku sistemli ve tutarlı bir bilgi bütünü haline getirme ve böylece müminlerin doğru yoldan sapmalarını engelleme peşindeki ilk dönem İslam hukuk düşüncesindeki rasyonelleştirici güçler, bağımsız bir hukuk kaynağı olarak aklın rolünü bertaraf etmeyi başarmıştı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 141
“Ortaya çıkan somut bir sonuç, Kahire'deki büyük el-Ezher Üniversitesinde felsefenin müfredattan çıkarılması olmuştu. Yasak on dokuzuncu yüzyılın sonlarında modernliğin ulaşmasına kadar devam etmişti.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 168
4. As early as the first decades of the fourteenth century Europeans began to use cannon in warfare. Guns, Sails, & Empires, Sayfa 21
These weapons were scarcely murderous but were effective in battering down fortresses and city walls.
Bronze, on the other hand, is technically much easier to cast and all over Europe there were craftsmen well acquainted with the process because of the early and widespread demand for church bells. Guns, Sails, & Empires, Sayfa 23
Although the raw materials were produced in only a few areas, the casting of bronze guns was carried on almost everywhere by artisans who had no difficulty in shifting from producing bells to producing guns and vice versa. Guns, Sails, & Empires, Sayfa 25
However, by the end of the sixteenth century the distinction between siege artillery and field artillery was recognised and European gunners started devoting their ingenuity to the problem of further improving upon the mobility of guns without affecting their striking power. Guns, Sails, & Empires, Sayfa 29.
The eighteenth century marked the beginning of a new phase. As indicated in chapter I, European gun-founders succeded in producing effective field artillery just before the middle of the seventeenth century.
Turkish menace was brought under control in the course of the eigteenth century. Guns, Sails, & Empires, Sayfa 143-144
Despite the fact that the “know-how” was broadcast by renegades, Jesuits and official missions of “technical assistance”, non-European countries never succeeded in filling the vast technological gap that separate them from Europe. On the contrary, in the course of time the gap grew conspicously larger. Guns, Sails, & Empires, Carlo Cipolla
The Chinese, like the Turks an the Indians, lagged hopelessly behind the times in understanding the true potentialities of naval artillery and in learning the new naval tactics that artillery was mercilessly imposing. When they eventually realized that times had changed, it was too late. Guns, Sails, & Empires, Carlo Cipolla Sayfa126
Siyasi ve yasal kararların sonucunda resmi kurallar bir gecede değişse bile, gelenekler, adetler ve davranış biçimlerine derinlemesine kök salmış olan enformel kısıtlamalar, belli bir niyetle çıkarılan ve uygulanan politikalara karşı çok daha dayanıklıdırlar. Kültürel kısıtlamalar sadece geçmişi, bugüne ve geleceğe bağlamakla kalmaz, aynı zamanda tarihsel değişimin yolunu açıklamanın anahtarını verir.   Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Douglass C. North, S13
Sociologists and anthropologists consider the organization of society to be a reflection of its culture-an important component of which is cultural beliefs. Cultural beliefs are the ideas and thoughts common to several individuals that govern interaction-between these people and between them, their gods, and other groups-and differ from knowledge in that they are not empirically discovered or analytically proved. In general, cultural beliefs become identical and commonly known through the socialization process by which culture is unified, maintained and communicated. Cultural Beliefs and the Organization of Society, Avner Greif
Expectations about expectations are difficult to alter, and thus cultural beliefs can make Pareto-inferior institutions and outcomes self-enforcing.
The preceding historical examples illustrate that collectivist and individualist cultural beliefs are likely to motivate the introduction of different organizations. Once an organization is introduced for specific reasons, it is likely, as discussed in section II, lead to other organizational innovations through learning an experimentation and as existing organizations direct responses to (historically) subsequent contractual problems. For example, the organizational “macroinvention” of the family firm led to organizational “microinventions” among the Italians. Family firms began to sell shares to non-family members. Cultural Beliefs and the Organization of Society, Avner Greif
This paper points to the factors that make trajectories of societal organization-and hence economic growth-path dependent. Given the technologically determined rules of the game, institutions-the nontechnological constraints on human interactions-are composed of two interrelated elements: cultural beliefs (how individuals expect others to act in various contingencies) and organizations (the endogenous human constructs that alter the rules of the game and, whenever applicable, have to be an equilibrium). Thus the capacity of societal organization to change is a function of its history, since institutions are combined of organizations and cultural beliefs, cultural beliefs are uncoordinated expectations, organizations reinforce the cultural beliefs that led to their adoption, and past organizations and cultural  beliefs influence historically subsequent games, organizations, and equilibria. Cultural Beliefs and the Organization of Society, Avner Greif
“It might be supposed”-wrote an eminent scholar-“that an ignorant man, some edible materials and a cookery book compose together the necessities of a self-moved activity called cooking. But nothing is further from the truth. The cookery book is not an independently generated beginning from which cooking can spring; it is nothing more than an abstract of somebody’s knowledge of how to cook: it is the stepchild, not the parent of the activity. The book, in its turn, may help to set a man on to dressing dinner, but if it were its sole guide he could never, in fact, begin: the book speaks only to those who know already the kind of thing to expect from it and consequently how to interpret it”. Commenting upon this tasty piece of wisdom, another scholar remarked that “at first sight the problem might appear to be merely one of introducing new methods of production and the instruments, tools or machines appropriate thereto. But what is really involved is vast change in social beliefs and practices…”. Technical knowledge is the “expression” of man’s response to the changing problems set by the environment and by his fellow men… For meeting any new situation, new thoughts, new aptitudes, new action will be required. But knowledge has to grow: capital has to be created afresh on the basis of continuous experiment, and new hopes and beliefs have to evolve. It is because all these new activities are not independent of the existing institutions into which they have to be fitted, and which have in turn to be adjusted to them, that the process of change is so complex and, if it is to proceed harmoniously, necessarily so slow.
In order to acquire Western techniques, the non-European people had or have to undergo a more profound and general process of “westernization”. Paradoxically enough, in order to fight against the West they have to absorb Western ways of thinking and doing. As M. Chiang wrote, “since we were knocked out by cannon balls, naturally we became interested in them, thinking that by learning to make them we could strike back. We could forget for the time being in whose name they had come, since for us common mortals to save our lives was more important than to save our souls. But history seems to move through very curious ways. From studying cannon balls we came to mechanical inventions, which in turn led us to political reforms; from political reforms we began to see political theories, which led us again to the philosophies of the West. On the other hand, through mechanical invention we saw science, from which we came to understand scientific method and the scientific mind. Step by step we were led farther away from the cannon ball-yet we came nearer and nearer to it”. In this process, the goal is the technique while philosophy and social and human relations are degraded to the role of means. The machine which would serve man, becomes his master. Guns, Sails, & Empires, Carlo Cipolla, Sayfa 147-148
It has also to be said that with few exceptions, when an innovation is first introduced, its advantages over established traditions are not always very obvious. The first European field guns were certainly not conspicuous for their efficiency. The attitude of the Turks toward early field artillery, as the attitude of the Venetians toward the early galleons, can not be simply discarded as piece of human stupidity. At their first appearence, innovations are less valuable for their actual advantages than for their potential of future developments and this second quality is always very difficult to assess.
To admit the new role of field artillery in battles of movement and to adopt new strategies accordingly, the Mamluks had to sacrifice the role and prestige of their feudal cavalry, namely the social position and prestige of the dominating class. This in turn, presuppose the disruption of feudal structures and a profound social revolution for which the kingdom was totally unprepared. Before accepting Western techniques had to undergo “a wholesale change of the world-view, a Copernican revolution of a minor order”. Powerful socio-cultural factors were opposing the assimilation and diffusion of Western technology. In Europe the situation was vastly different. The European knights of the early Renaissance nourished ideas in regard to fire-arms which were not different from those of the Mamluk horsemen, but by 1500 European affairs were coming more and more under the control of new social groups that had a taste for organization rather than splendour, for efficiency rather than gallantry. And such groups could count on an increasingly numerous class of craftsmen with a taste for mechanics and metallurgy. The very factors that had originally favoured the development of the new technology continued to operate and fostered in further progress powerfully.: as has been indicated in the previous chapter. European shipbuilding and manufacture of ordnance moved rapidly ahead during the first direct contact of the Portuguese with the people of Asia.
The Turks make little use of artillery, and indeed seem not to care for it, nor value its use except for siege operations. In naval battles they rely heavily on the sail and on boarding, so that in an encounter they seek to ram the enemy as quickly as possible, hoping to exploit their advantage in numbers; the very few guns which they do use on their ships are loaded with Stone shot more often than with iron, for they believe that stone, in splintering, hits more surely and does more harm. Guns, Sails & Empires, Sayfa 162
But also in the case of the Ottomans, a traditional taste for the melee and for horsemanship, and the social predominance of the mounted warrior, acted as powerful obstacles to the adoption of field artillery. Essentially the Ottomans made good use of guns only in siege operations. Guns, Sails & Empires, Sayfa 93.
Kapsayıcı kurumlar bir ülkenin / toplumun rekabet eden üretici güçlerinin seçildiği tabanın (popülasyonun) olabildiğince büyük olmasını sağlar. En kapsayıcı kurumlar bu tabanın nüfusun ve kültürün (gönüllü katılımla) izin verdiği en geniş taban olmasını sağlayan kurumlardır, en sömürücü kurumlar da bu tabanı en çok daraltan kurumlardır. Rekabete katılan üretici güçlerin (şirketler ve çalışanlar) sayısının büyüklüğü, toplumun sahip olduğu gelişme potansiyelinin sonuna kadar kullanılmasını sağlar. Bu rekabet sonucunda karlı ve üretken şirketler, bilgili, üretken ve çalışkan bireyler sivrilir. Bu niteliklere sahip şirketlerin ve bireylerin ödüllendirilmesi diğer şirket ve bireyleri de aynı niteliklere sahip olmaya teşvik eder. Araştırma geliştirme faaliyetleri, innovasyon ve nitelikli eğitime talep artar. Kapsayıcı ve demokratik kurumların zorladığı göreceli eşit gelir dağılımlarıysa ortalama eğitim süresi ve kalitesini yükseltirken eğitim gören nüfusu büyütür. Eğitimli ve nitelikli eğitim alan nüfus artar. Üretime katılan nitelikli emeğin hem niteliği hem de niceliği artar. Üretici güçler gelişir.
Devletin asker ve vergi almasında merkezileşme sağlayan tımar  sistemi (ATÜT, KG) yüzünden merkez / yerel ayrımı da gelişememişti. Hal  böyleyken uzun yıllar güçlü bir merkezi iktidar garanti edilebilmiş, bu  sayede devlet ayakta kalabilmiştir; ne var ki bu durum, Batı'nın aksine  Osmanlı'da burjuvazinin ortaya çıkmasına, asker / sivil, merkez /  feodalite, kilise / imparator gerilimi çerçevesinde bir diyalektiğin  oluşumuna engel olmuş ve Batı'daki sanayi devrimine, Aydınlanma'ya ve  medeni haklar hareketine yol açan gelişmelerin geç (ve eksik-KG)  yaşanmasına sebep olmuştur. (Geç kalmanın son teknolojileri ve bilimsel bilgileri hazır bulma avantajı, tarihsel sürecin ürünü olan güç dağılımı ve dengesi ile zihinsel, ahlaki yapının değişme güçlüğü ve bu avantajları kullanmaya engel teşkil etmesi dezavantajıyla gölgelenmiş, ağır basansa güçler dengesinin ve zihinsel, ahlaki yapının frenleyici gücü olmuştur - KG) Tolga Şirin
Bilimin doğuşu ve yükselişi bağlamında bakıldığında Avrupa ve İslam dünyası arasında açılan uçuruma zihniyet dünyasının tetiklediği bir dizi kurumsal etkenin yanında Avrupa’da bireye ve onun aklına duyulan iyimser güven, İslam dünyasında ise otoritenin mutlak gücü, bireyin zayıflığı, ona ve aklına şüpheyle bakılması damga vurmuştur. Bu ciddi farklılığın ve diğer küçük farklılıkların doğurduğu tepki zincirinin uzun bir döneme yayılan değişimlerinin kümülatif sonucu ortaya çıkan devasa uçurumdur. Yani feodalizm ATÜT'e,  demokrat zihinsel dünya, otoriter zihinsel dünyaya uzun dönemde fark atmıştır.
Özetlersek, merkezi devletin yaygın ve güçlü bürokratik ağı devasa boyutlarda Osmanlı savaş makinesinin oluşturulmasına hizmet edip sayı ve yetenekli süvari üstünlüğüyle tekniğin gelişmediği, savaşın büyük ölçüde insan gücüne bağlı olduğu dönemler boyunca parlak zaferlerlerle, ganimetler ve haraçlardan oluşan büyük gelirlerlerle devlet maliyesinin güçlü olmasını, toplumun ileri gelen sınıflarının gelirlerden aldığı paylarla hoşnut olmasını sağlarken ticarete, tüccara, tüccarın mübadelelerde kullandığı ürünleri üreten zenaatkara, özgürlüklere, üretime, tekniğe pek az alan, saygınlık, zenginlik ve prestij bırakarak kendi kültürel değerlerinin baskınlığı altında bu sınıfların ve değerlerinin gelişmesini önlemiş, bu başarılı dönem boyunca karşıt yönde evrimleşen Avrupa'nın teknik, üretim, bilim ve kültürde ilerlemesinin sonucunda değişen savaş tekniklerinin daha çok teknolojiye dayanması, insan gücünün savaştaki öneminin azalmasına bağlı olarak savaşlardaki üstünlüğünü yitirmiş, bunun sonucunda gelirleri azalmış, devlet maliyesi bozulmuş, gelirleri azalan sınıfların hoşnutsuzlukları ortaya çıkmış ve giderek artmış, bu üretim ve savaş örgütlenmesinin uzun bir süreçteki birikimi olan üretimde, teknikte, bilim ve felsefede, kültürde geriliğin de büyük katkısıyla kendi sonunu hazırlamıştır.
0 notes
yfs-t-t-2623 · 4 years
Link
Müstemleke ne demektir ? Türk Dil Kurumu  ( TDK ),  müstemleke  kelimesini 'sömürge' olarak açıklamıştır.  Liberalizm, müstemlek...
Müstemleke ne demektir ?
Türk Dil Kurumu
(
TDK
),
müstemleke
kelimesini "sömürge" olarak açıklamıştır.
Liberalizm, müstemleke ülkelerde  tatbik edilmiş bir sistemdir.
Hata ve yanlışların ekseriyeti , insan değil sistem sorunudur , yanlış ve bozuk sistemin , müreffeh bir ülke , ahlaklı insanlar yetiştirmesini kimse beklemesin .
Atatürk bu günleri yıllar önce görmüş !
İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dagıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hiyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen;
Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!
Evet , tersaneler fabrikalar üretim merkezleri silah yolu ile elden çıkmamış belki ,lakin üç otuz paraya yabancıya satılmış , peşkeş çekilmiş , bir anlamda elinden çıkmış .
YetmemişParayı verene , şehit kanı ile sulanan aziz vatan toprakları satılmış , halende satılmaya devam ediyor .
Ulusun milli kimliği , ümmetçilik adına tarumar edilmiş Ülke Şeyhler , dervişler , müridler ülkesine dönmüş
Ödenemeyecek büyüklükte borçlanmalar nedeni ile , ekonomik bağımsızlığını kaybetmiş
Adalet çökmüş .Haklının değil , güçlünün adaleti hakim kılınmış
Gelir dağılımı bozulmuş , bir kesimin evinin önünde , her aile ferdine ayrı otomobil düşerken , asgari ücretli bisiklet alamaz hale getirilmiş .Devlete ve devlet ile çalışanlar , asgari ücretliye kiralamak için konut üstüne konut alabilirken , diğer taraf ayda bir kg ete hasret kalmış .Millet fakru zaruret halinde , sadakaya bir paket makarnaya muhtaç hale getirilmiş , geleceğe daha karamsar bakar olmuş
İstiklalin ve istikbalin , kapalı kapılar ardında padişah yetkileri ile donatılmış , şahsi ihtirasları dolayısı ile dış düşmanların esiri olan , tek kişinin iki dudağı arasında kalmış .
Tamamen yalana , talana kılıf amacı ile milletin beynini yıkayan , dini ve ahlaki görüntülü , aslında münafıklığın kitabını yazan televizyonlar kurulmuş.
Mevcut iktidarın eleştirilmesini dahi , dine inanca karşı bir duruş gibi sergileyip , eleştireni tekfircilik ve din dışılık , hatta dine inanca saygısızlık gibi algılatıp , gerek kamu oyunda gerek mahkemelerde yargılanıp , peşin cezalar verilmiş ..
Bu ahval ve şereatte yeni bir kurtuluş savaşı verilmesi gerekmez mi ?
Ve nasıl olmalı , nasıl yeniden ayağa kalkmalı .İşte asıl mesele burada .
Mevcut siyasi konjüktörde , hiçbir muhalefet partisi ülkeyi yeniden ayağa kaldırabilecek projeler açıklamaktan imtina eder , korkar hale gelmişken Biz millet olarak ,Türk Milleti olarakYe yapabiliriz ?Ne yapmalıyız ?Nereden başlamalıyız ?
SİYASİ
Türkiye , Demokratik laik bir Hukuk değil , KANUN devleti haline getirilmeli , ( çünkü hukuk her daim güçlüden yana çalışır )
Bu ülke Türk ülkesi ,bu topraklar Türk topraklarıdır , siyasette ve idaresinde ana şemsiye Türklüktür , altında tüm inançların , halkların ve azınlıkların özgürce yasal güvence altında yaşanabileceği Türklük şuurunu içeren bir siyasi düzenlemeye gidilmelidir . ( Devlet başkanı ve bakanların , kesinlikle Türk ve Türklük milli şuuru taşıyan kişiler olması yasa ile belirlenmeli )
Bu ahvalde , Türkiye’de yaşayan bir Rum, Ermeni, Yahudi ya da Hristiyan, dinde, dilde, kavimde, kabilede, klanda kardeşimiz olmayabilir. Ama VATANDA, İNSANLIKTA, YARADILIŞTA KARDEŞİMDİR. Yıkıcı, bölücü, ayrılıkçı olmadıkları, düşmanlık yapmadıkları sürece başımızın üstünde yerleri vardır.
Seçim ve partiler yasası acilen değiştirilmeli  , baraj kaldırılmalı , en küçük oy dahi TBMM adilce temsil edilmeli .
Türkiye , içeride eyalet sistemini , dışarıda Türk Cumhuriyetleri ile konfederatif bir birlik kurmak için anayasasında değişikliğe gitmelidir
Türkiye tek merkezden yönetilemeyecek kadar büyük bir ülkedir .
Valiler atama ile değil seçimle iş başına gelmeli , İl özel idarelere ve En büyük mülki amir olan valilere , kendi belediye başkanlarını atamak dahil , daha fazla yetkiler tanınmalıdır .
Yasama . yürütme ve yargının birbirlerinin görev ve yetki alanlarına müdahalede bulunmasının engellenmesine yönelik , cezai yaptırımlar dahil , yasalar çıkarılmalı .
MİLLİ EĞİTİM
Ana okulundan itibaren Türklük milli şuurunda ve ahlaklı yeni nesiller yetiştirmek amacı ile müfredat yeniden düzenlenmeli  
Dindar dan ziyade , önce ahlaklı ve dürüst vatandaş yetiştirmeye öncelik ve ağırlık verilmelidir , gördük ki ahlak örtüsü olmayanın dini de sahtedir
Yeni nesil kaliteli bilgili idealist öğretmenlerin omuzlarında yükselecektir
Milli eğitim merkezi atamadan vazgeçmeli , her okul öğretmenini almak yada iş aktini fesih etmekte okul yönetimi ve  okul aile birlikleri ile eşgüdüm içinde , yasalar uyarınca serbest olmalı .öğretmenlik tekrar maddi , manevi saygın bir hale getirilmeli , çoğ değerli öğretmenlerimizi tenzih ederek , araya karışmış at hırsızı kılıklı şevkini ve idealini kaybetmiş olanlar sistemden temizlenmeli
Her Türk asker doğar ilkesi ile , ilkokullardan başlayarak izcilik , yavru kurtluk tekrar hayat geçirilmelidir
Tüm denetimsiz merdiven altı kur'an kursları kapatılarak , haftanın belli günlerindeder saati konularak , velilerin yazılı izni ile , Kur'an eğitimi milli eğitimin okullarına devredilmelidir
EKONOMİ
Kişileri değil halkı zenginleştirecek ekonomi politikaları uygulanmalı
Sermayenin az , teknolojinin yetersiz olduğu yerlerde kamu işletmeleri bir ölçüde de fiyat istiktarı sağlamak adına  sanayideki yerini almalı , siyasetten arındırılmış özerk KİT ler kurulmalı
Yabancıya , Toprak ve vatandaşlık  satışı acilen yasaklanmalı , mülkiyet satışı , sadece kullanım hakkı ile sınırlandırılmalı
Nereden buldun yasası yeniden çıkarılmalı
İhale yasası değiştirilmeli , çok özel alanlar haricinde ( milli , askeri, ) davet usulu derhal kaldırılmalı
Dernekler ve vakıflar yeniden ele alınmalı , tüm hesapları maliye ve sayıştay tarafından denetlenerek her yıl sonu halka açıklanmalı , vakıflara ve derneklere yapılan bağışların vergiden düşmesi önlenmeli
Bütün tarikatlar yasak kapsamına alınmalı , mal varlıkları hazineye irat kaydedilmeli .
Borç alan emir alır , alınan dış borçlar , dış pazarı olan yatırım alanlarında kullanılmadıkça bu borçlar katlanarak artar , dış borçları geri dönüşümü olmayan taşa toprağa yatıran kişi ve kurumlar engellenmeli , hatta yargılanmalıdır .
ADALET
Basın ahlak yasası çıkarılmalı , haber kanallarında yorumların haber gibi yayınlanmasının , yalan ve yanıltıcı haberlerin engellenmesine yönelik cezai işlem uygulanmasının yolunun açılması .
Toplumun ahlakını bozan , ahlaksızlığın normalmiş gibi algılanmasına sebep olan magazin programları önlenmeli .
Katillere çocuk tecavüzcülerine , vatan hainlerine idam cezası getirilmelidir .
Devletin  temeli adalettir , adalet bir hakimin iki dudağı arasında olamaz , hakimlerin vicdanı ve cüzdanı arasında sıkışan adalet , ahlaki erozyonu da beraberinde getirir ..
Bu nedenle , Türkiye Mahkemelerinde   jüri sistemine geçilmelidir .
SOSYAL YAŞAM
Öncelikle Nüfus planlamasına gidilmeli , iki çocuk üzeri zorlayıcı önlemler getirilmeli
Diyanet özerkleştirlmelidir tüm inaçların gücüne göre temsil edildiği yeni bir sistem , İmamlık yeniden düzenlenmeli ve en az ilahiyat fakultesi şartı getirilmeli , maaşları devletten değil , vazifeli olduğu cami cemaati tarafından karşılanmalı , Diyanet özlük haklarının korunmasında devrede olmalı , Diyanetin giderleri ise bütçeden değil , gönüllü olarak , çıkarılacak bir yasa ile , İnanç vergisi adı altında , inananlarca karşılanmalı , aynen Osmanlı'da olduğu gibi
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK
Atamalarda sadakat yerine liyakati gözeten yasalar çıkarılmalı ,İşe alımlarda mülakat sistemi kaldırılmalı
Lise mezunu olup Kamu kurumunda şansı ve torpili ile iş bulana 5.000 tl , özel sektörde doktora yapsan asgari ücret
Gerek çalışma hayatında , gerek emeklilik sonrası maaş adeletsizlikleri giderilmeli , kamuda çaycı olarak çalışıp emekli olana 6 000 tl maaş , özel sektörden emekliye 1.500 .
Bu denli gelir adeletsizliği gün gelir sosyal patlamaya neden olur , ve bedelini tüm ülke öder , acilen düzeltilmeli .
SAĞLIK
Beşikten mezara sağlık sistemi tüm vatandaşlara ücretsiz hale getirilip , devletin asli görevlerinden biri haline getirilmeli .
Özel sağlık hizmetleri ile parası olana ayrıcalık tanıyan bir sistem terkedilmeli , tüm özel sağlık kurumları devletleştirilmeli
SAVUNMA
Koruyacak bir gücünüz yoksa , malınıza sahip olma imkanınız da yoktur ,Türkiye Nükleer silah , ve kıtalararası balistik füze , yüksek irtifa hava savunma sistemlerine kendi öz kaynakları , kendi teknolojisi ile sahibi olmalıdır .
Türkiye kendi imkanları ile tüm savaş araç ve gereçlerini üretebilir hale gelmeli
Sivil savunma daha etkin hale getirilerek mahalle mahalle , köy köy , şehir şehir yapılandırılarak her daim tatbikatlar ile iç ve dış düşmanlar için canlı tutulmalı .
Hiçbir siyasetçiyi ya da politikacıyı suçlamıyorum , bozuk sistem , bozuk sonuçlar üretir , hatalar ve yanlışlar sistemdedir , öncelikle sistemi gözden geçirmek , zamanın şartlarına göre yeniden yapılandırmak gerek .
Bu yazdıklarım gerçekleştirilebilir mi ?Bu günkü konjüktör ile Zor ! Hatta imkansız !Neden mi ?Gücü bir kez eline geçiren , bir daha bırakmamak için her yola tevessül ediyor da ondan .
Onun için yeniden , yeni bir kurtuluş savaşı diyorum ..
Kim verecek bu kurtuluş savaşını ?Bu günkü muhalefet mi ?Geçin bir kalem ..Yeni bir kurtuluş savaşını , Halk olarak biz vereceğiz , susmayacağız , korkmayacağız , yasa ve kanunlar çerçevesinde fikirlerimizi açık ve aleni söyleyeceğiz , karşıt fikirlere şiddet içermediği müddetçe müsamahakar olacağız , küçük hesapları değil , ülkenin bekasını göz önünde tutacağız .Konuşa konuşa , tartışa tartışa doğru yolu bulacağımıza eminim .
Ben oturduğum yerden yanlışları görerek kendimce  çıkış yolları öneriyorumYa siyasi partiler , muhalefet !Biz daha acıtmadan soyacağız söyleminde başka , somut bir şeyler duydunuz mu ağızlarından .
Sonuna kadar sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim Ahmet Atam
0 notes
benimpencerelerim · 2 years
Text
SISTEM ve KULTUR
GÜCÜN AŞIRI YOĞUNLAŞMASININ SONUÇLARI ZİHNİYET, KÜLTÜR ve KURUMLARA ÜFLENEN SOLUK
Devletin asker ve vergi almasında merkezileşme sağlayan tımar  sistemi (ATÜT, KG) yüzünden merkez / yerel ayrımı da gelişememişti. Hal  böyleyken uzun yıllar güçlü bir merkezi iktidar garanti edilebilmiş, bu  sayede devlet ayakta kalabilmiştir; ne var ki bu durum, Batı'nın aksine  Osmanlı'da burjuvazinin ortaya çıkmasına, asker / sivil, merkez /  feodalite, kilise / imparator gerilimi çerçevesinde bir diyalektiğin  oluşumuna engel olmuş ve Batı'daki sanayi devrimine, Aydınlanma'ya ve  medeni haklar hareketine yol açan gelişmelerin geç (ve eksik-KG)  yaşanmasına sebep olmuştur. (Geç kalmanın son teknolojileri ve bilimsel bilgileri hazır bulma avantajı, tarihsel sürecin ürünü olan güç dağılımı ve dengesi ile zihinsel, ahlaki yapının değişme güçlüğü ve bu avantajları kullanmaya engel teşkil etmesi dezavantajıyla gölgelenmiş, ağır basansa güçler dengesinin ve zihinsel, ahlaki yapının frenleyici gücü olmuştur - KG) Tolga Şirin Marksist altyapı, üstyapı şemasını bir kademe derinleştirerek herhangi bir ideolojiyi, mesela liberalizmi ekonomik, siyasi ve kültürel liberalizm başlıklarına ayrıştırabiliriz. Türkiye’nin bugünkü sıkışmışlığını da aynı şemaya zaman boyutunu ekleyerek açıklayabiliriz. Tarihimizden devraldığımız ve/veya mantıksal olarak onun devamı olan veya hala belli bir ağırlığa sahip merkeziyetçi ekonomik, siyasi, kültürel yapılar ve pratikler bugünümüzün ve gelecekte izleyeceğimiz rotanın temel belirleyicileri olmayı sürdürmektedir. Osmanlı’nın güçlü merkezi yapısı ve egemenliği nedeniyle toplumun ekonomik, siyasal, kültürel deneyimi ve gelişmesi güdük kalmıştır. Ekonomik geriliğin sonucunda bireylerin gelir imkanları da kısıtlanmıştır. Her şeye hakim yönetici sınıfların (vasilerin) toplumu zaptu rapt altında tutma arzusunun sonucunda eğitim ve öğretim çağdaş bir içeriğe ve yapıya kavuşamamıştır. Eğitim, farklı kesimler ve kültürlerden oluşan toplumdan ve onun üretken aktörlerinden kopuk, bağımsız yönetici sınıfların ideallerini, anlayışlarını topluma enjekte etmek için kullanılmıştır Toplumdaki hakim sınıflar imrenilen rol modelleri olmuşlar ve onlar taklit edilmiştir. Böylece Çetin Altan’ın sürekli vurguladığı önemliler ve onların davranışları, değerleri, değerlilerinkinden (üretken aktörler) daha çok rağbet görmüş ve taklit edilmiştir. Yine yönetici sınıfların her şeye hakim olma ve toplumu değişmeyen bir organizma halinde tutma arzusu sonucunda hareket alanı ve özgürlükleri kısıtlanan toplumun deneme/yanılma pratikleri güdük kalmış ve körelmiştir. Bütün bu süreçler ve pratikler sonucunda ortalama bireyin üretkenliğe yönelik bilgi ve becerileri zayıf kalmıştır. Gelir imkanlarının kısıtlı olması, ortalama bireyin üretim becerilerinin zayıflığı, yönetici Gelir imkanlarının kısıtlı olması, ortalama bireyin üretim becerilerinin zayıflığı, yönetici sınıfların yani önemlilerin değerlerinin hakimiyeti ekonomik kaynakları dağıtan siyasi yapının her türlü arzusunu yerine getirecek hatırı sayılır bir kitlenin hazır ve nazır olması anlamına gelmektedir. Bu ekonomik, siyasi, kültürel bağlamda, devletin ideolojik aygıtlarıyla beslenen bireyler aynı ya da benzer yapıları, ideolojiyi, kültürü devam ettirmiş, yeniden üretmiş, kısmen değişen bağlamlarda da gerek yöneten gerekse yönetilen olarak benzer davranışları sergilemeyi sürdürmüşlerdir.
Üretimin vazgeçilmez koşulu, demek ki, üretim koşullarının yeniden üretimidir. Üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi nasıl sağlanır?
Yerlemin (alt-yapı, üst-yapı) diliyle söylersek: Çok büyük ölçüde, hukuki-siyasal ve ideolojik üst-yapı yoluyla sağlanır. İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Louis Althusser
Devletin ideolojik aygıtları dediğimizde, gözlemcinin karşısına, birbirinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar biçiminde dolaysız olarak çıkan belirli sayıda gerçekliği belirtiyoruz… Bu gerekliliğin içerdiği tüm sakıncaları göz önünde tutarak aşağıdaki kurumları şimdilik DİA’lar olarak kabul edebiliriz (adlarını saymamızdaki sıranın özel bir anlamı yoktur):
Dinsel DİA (farklı kiliselerin oluşturduğu sistem) Öğrenimsel DİA(farklı, gerek özel gerekse devlet okullarının oluşturduğu sistem) Aile DİA’sı Hukuki DİA Siyasal DİA (farklı partileri de içeren sistem) Haberleşme DİA’sı (basın, radyo-televizyon vb.) Kültürel DİA (edebiyat, güzel sanatlar, spor vb.) İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Louis Althusser 
Siyasi ve yasal kararların sonucunda resmi kurallar bir gecede değişse bile, gelenekler, adetler ve davranış biçimlerine derinlemesine kök salmış olan enformel kısıtlamalar, belli bir niyetle çıkarılan ve uygulanan politikalara karşı çok daha dayanıklıdırlar. Kültürel kısıtlamalar sadece geçmişi, bugüne ve geleceğe bağlamakla kalmaz, aynı zamanda tarihsel değişimin yolunu açıklamanın anahtarını verir.   Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Douglass C. North, S13
Sociologists and anthropologists consider the organization of society to be a reflection of its culture-an important component of which is cultural beliefs. Cultural beliefs are the ideas and thoughts common to several individuals that govern interaction-between these people and between them, their gods, and other groups-and differ from knowledge in that they are not empirically discovered or analytically proved. In general, cultural beliefs become identical and commonly known through the socialization process by which culture is unified, maintained and communicated. Cultural Beliefs and the Organization of Society, Avner Greif
“Kurumlar aynı zamanda işbirliği ve ortaklık kurma alışkanlıklarını, zenginlik ve piyasa verimliliği yaratan teşvikleri biçimlendirir.” Yollar Ayrılırken, sayfa 13
Institutions are the rules of the game of a society or more formally are the humanly-devised constraints that structure human interaction. They are composed of formal rules (satute law, common law, regulations), informal constraints (conventions, norms of behavior, and self imposed codes of conduct), and the enforcement characteristics of both.
Organizations are the players: groups of individuals bound by a common purpose to achieve objectives. They include political bodies (political parties, the senate, a city council, a regulatory agency); economic bodies (firms, trade unions, family farms, cooperatives); social bodies (churches, clubs, athletic associations); and the educational bodies (schools, colleges, vocational training centers).
Competition forces organizations to continually invest in skills and knowledge to survive. The institutional framework dictates the kinds of skills and knowledge perceived to have maximum pay-off.
As noted earlier if the institutional matrix rewards piracy (or more generally distributive activities) more than productive activity then learning will take the form of learning better pirates. The New Institutional Economics and Development, Douglass C. North Bilimin doğuşu ve yükselişi bağlamında bakıldığında Avrupa ve İslam dünyası arasında açılan uçuruma gücün merkezileşmesinin sonuçları arasında olan ve ona eşlik eden zihniyet dünyası ve kültürün tetiklediği bir dizi kurumsal etkenin yanında Avrupa’da bireye ve onun aklına duyulan iyimser güven, İslam dünyasında ise otoritenin mutlak gücü, bireyin zayıflığı, ona ve aklına şüpheyle bakılması damga vurmuştur. Bu ciddi farklılığın ve diğer küçük farklılıkların doğurduğu tepki zincirinin uzun bir döneme yayılan değişimlerinin kümülatif sonucu ortaya çıkan devasa uçurumdur. Yani feodalizm ATÜT'e,  demokrat zihinsel dünya, otoriter zihinsel dünyaya uzun dönemde fark atmıştır. “Mülkiyetin bireysel sahipler ve sahip oldukları şeyler arasında aracısız bir ilişki olarak görünümü, mülkiyetin özgül olarak kapitalist ilişkiler içinde aldığı görüngüsel biçimden doğan bir yanılsamadır. Mülkiyet tarihsel bir üründür.
Toplumun önceki biçimlerinde, ne sahipler olarak bireylerin ne de mülkiyetin günümüzdeki münhasırlığı veya basitliği vardı. Mülkiyet bir kişi ve şey arasındaki basit bir ilişki olarak bile görünmüyordu. Kimin neye sahip olduğu, kesinlikle sarih değildi; buradaki terimler bile anakroniktir. Bu tarihçi Marc Bloch'un modern mülkiyet kavramlarının ortaçağ Avrupasına uygulanamazlığı tartışmasında çok açık dile getirilir. Orada şuna işaret eder :
‘toprak mülkiyetine uygulandığı şekilde iyelik sözcüğü, neredeyse anlamsızdır. Kural olarak, babadan oğula geçecek şekilde, toprağı süren ve ürünü toplayan kiracı; kirasını ödediği ve belirli koşullarda toprağın tasarruf hakkını kendisinden geri alabilecek doğrudan bağlı olduğu derebeyi; derebeyinin derebeyi ve feodal yelpazede tırmanacak şekilde efendinin efendisi - her biri diğeri kadar -Burası benim tarlam- deme hakkına sahip kaç kişi olduğunu kim söyleyebilir? Bu bile hafifletici ifade olur. Zira bu dallanıp budaklanma dikey olduğu kadar yatay da uzanıyordu ve genelde mahsul toplanır toplanmaz tarımsal arazinin tümünün kullanım hakkını geri alan köy topluluğunun onayı olmaksızın mülkün alınıp satılamayacağı kiracının ailesinin ve derebeyler silsilesinin ailelerinin de hesaba katılması gerekir.’ (1967:115-116) “ Soyutlamanın Şiddeti Tarihsel Materyalizmin Analitik Temelleri, Derek Sayer, Habitus Kitap, Sayfa 89-90
“Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder.
Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur.
Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Karl Marx
Marx’ın, alıntılanan ünlü pasajında saptadığı gibi insanların bilincini toplumsal varlıkları belirliyorsa, Marc Bloch’un Feodal Toplum adlı eserinde anlatılan feodal dünyadaki toplumsal varlıkta insanlar sürekli olarak ikili bir etkiye maruz kalmış olmalıdırlar :
1. Feodal hiyerarşinin güç sahibi rollerindeki bireylerin her yerde, her an güçlerinin, hiyerarşinin dikey (alttan ve üstten) ve yatay (aynı düzeydeki ve roldeki diğer bireyler) aktörleri tarafından sınırlandığı gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
2. Feodal hiyerarşinin tabi rollerindeki bireylerin ise her yerde ve her an en önemli kararlarda bile küçük de olsa söz sahibi olduğu gerçeğiyle yüz yüze gelmesi.
Feodal hiyerarşideki her basamak, hiyerarşinin en üst ve en alt basamakları hesaba katılmazsa, hem güç sahibi hem de tabi rollerini aynı anda içerir. Bu rolleri dolduran bireyler de hem güç sahibi olarak hem de tabi olarak bu ikili etkiye sürekli maruz kalmışlardır. Sürekli bu etkilere maruz kalan bireyler uzun dönemde güçlerinin sınırlı olduğu ve tabi konumundayken bile kararlarda söz sahibi oldukları fikrini içselleştirmişlerdir. Bu fikirleri içselleştiren bireyler, toplum içindeki diğer rollerini (anne, baba, öğretmen, rahip) icra ederken de bu içselleştirdikleri zihniyet dünyasını o rolün izleyicisi konumundaki bireylere (çocuk, öğrenci, inanç sahibi) davranışları, kararları,  eylemleri, jest, mimik, ses tonu, yüz ifadesi ve vücut dilleriyle sürekli aktarmışlardır. Böylece feodal toplumlarda daha demokrat ve özgürlükçü bir zihniyet dünyası ortaya çıkmıştır. ATÜT ile yaşayan doğu toplumlarında oluşan zihniyet dünyası ise tam tersine daha otoriter bir  çekirdeğe sahip olmuştur. Uzun dönemde bu iki zihniyet dünyası arasındaki farkın yol açtığı nicel birikimler nitel bir sıçramayla sonuçlanmış ve batı ile doğu arasında bir uçurum oluşmuştur.
“Başka bir yaygın yanılgı, bir uygarlığın gerilemesi gibi büyük çaplı sosyal olguların mutlaka büyük çaplı nedenlere dayandığı anlayışıdır.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51
Tedrici değişme esastır. Amerika'nın keşfi, buhar makinesinin icadı gibi belirli dar bir zaman diliminde yer alan büyük ani değişmeler bile, göze görünmeyen, fark edilmeyen, uzun bazen çok uzun bir hazırlık ve birikim döneminin nihayetinde ortaya çıkmış birer tezahürden ibarettir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
Ama değişmenin gelişmesi, yerleşmesi, yayılması ve etkilerinin ortaya çıkması da aynı derecede uzun ve derin bir süreç gerektirir. Değişme potansiyelinin ortaya konulması, uzun zamana ihtiyaç gösterir. Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Mehmet Genç, Sayfa 307
“Her halükarda, başlangıçtaki ufak bir ayrımın doğurduğu bir tepki zinciri, sonuç olarak çok büyük bir etki yaratabilir.
Ortadoğu tarihi zamanla önem kazanan küçük farklılıklarının birçok örneğini sunar.” Yollar Ayrılırken, sayfa 51
“Bu uzun dönemde Batı Avrupa’nın ticari altyapısı tedrici, ama kümülatif olarak çok önemli değişimlerden geçti. Uzun bir gelişmeler dizisi kommenda’yı zengin çeşitlilikte ortaklık biçimlerine dönüştürdü”. Yollar Ayrılırken, sayfa 98
"Sosyolojik açıdan kurumların aslında fikirler (zihniyet-KG) olduğu vurgulanmalıdır. Sosyal kurumlar, belli bir toplum ve uygarlıktaki herkes için hazır ve ulaşılabilir paradigmatik açıklama getiren fikirlerdir. Bu tip fikirler, birbiriyle bağlantılı bir dizi rol ve norma dönüştürülmüştür, böylece artık bunlar sosyal eylemi meşrulaştıran ve idare eden direktifler haline gelirler (süreklilik - KG). Bu, bir taraftan sosyal eylemin ahlaki ya da etik alanlarındaki değerleri (ya da değer modellerini) normatifleştirme biçimini alırken, diğer taraftan, ikinci bir aşama olarak, değerlerin yasal tüzükler ve kültürel zorunluluklar haline getirilerek kurumsallaştırılmasını gerektirir. Değerler (zihniyet - KG) bir kere kanunlar olarak kurumlaşınca, kendi başlarına var olmaya devam ederler(süreklilik-KG)". Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 106-107 
Batı'da ve Doğu'da bu sürecin, oluşan zihniyetin (fikirlerin) kurumlara ve kurallara (üst yapı öğelerine) dönüştürülmesi sürecinin nasıl işlediğine bakalım.
"Doğa Bilimleri Orta Doğu'da Arapça konuşanlar arasında yaklaşık beş yüz yıl süreyle dünyadaki en gelişmiş noktasına ulaşmıştı" Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 208
"İslam bilimi, ilimin bütün alanları bir arada düşünüldüğünde matematikte, astronomide, optikte, fizikte ve tıpta dünyadaki en gelişmiş bilimdi." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 89
"Kısacası bu uygarlıkta yetenek, özveri ve yaratıcı deha eksikliği yoktu." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 287
"Yani farklı biçimlerde toplanabilen ve yeniden bir araya getirilebilen birbirinden ayrı belli sayıdaki birimle kültürel unsurların herhangi bir bileşimi değerlendirildiğinde elde edilen icat ve keşiflerin yeni bileşim ve sayılarının mevcut tabanda matematiksel bir fonksiyonu olur. Var olan taban ne kadar büyük olursa gerçekleşmesi beklenen yeni bilimsel ve teknolojik yeniliklerin sayısı da o kadar artar." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 208-209
“Bu açıdan bakılınca, kültürel altyapı hazır olduğunda, yeni icat ve keşiflerin, birçok araştırmacı tarafından bağımsız olarak bulunabileceği varsayılabilir. Bu yüzden, daha önce(ve bölüm 2’de) bahsedilen Arap-İslam uygarlığının bilimsel üstünlüklerini düşündüğümüzde, Arap biliminin, daha pek çok keşif ve yeniliği doğurmasını beklemek makul olurdu.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 209
“"Benzer şekilde Arap biliminin modern bilimi geliştirme başarısızlığının deneysel yöntemi geliştirme ve kullanmadaki başarısızlıklardan kaynaklandığını ileri sürenler, Arap bilim geleneğinin deneysel teknikler bakımından ister Avrupa'da ister Asya'da olsun başka herhangi bir yerden daha zengin olduğu olgusuyla karşılaşır." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 294
“Genel anlamıyla, herhangi bir uygarlığın akıl ve rasyonalite kaynaklarının, o uygarlığın din, felsefe ve hukukunda bulunabileceği söylenebilir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 135.
“İslam teologları ve hukukçularının, kendi aralarındaki aykırılıklar nedeniyle farklı bir insan felsefesi geliştirdiklerini gördük.. Bunların görüşleri, insanın ve insan aklının doğuştan gelen sınırlarını vurguluyordu. Dünya böyle ölümlü bir varlığın tam olarak anlayamayacağı kadar karmaşıktı dolayısıyla da aklın nasıl kullanılacağı dikkatle belirlenmeliydi.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 160
"Benzer şekilde İbni Rüşd’ten önce hukukçu İbn Hazm, "bilgi yayılmalı, fakat yeteneksiz ve beceriksiz insanlar arasında yayılması yalnızca zaman kaybı değil fakat zararlıdır da, çünkü bilginlik taslayan fakat aslında cahil olan bu davetsiz misafirler bilime büyük zarar vermiştir" demiştir.Bu tavır yüzünden , ifadelerin anlamını gizlemek için çeşitli teknikler kullanılmıştı." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 312 "Kısacası Arap-İslam uygarlığında sıradan kişilere yönelik güçlü bir güvensizlik söz konusuydu ve Altın Çağdan sonra basılı materyalin elde edilmesini önlemek için çok çaba harcandı." Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 314
“Klasik İslam hukuku, hukukun bağımsız bir kaynağı olarak insan aklını sıkı bir şekilde sınırlamak ve bertaraf etmek için çabalarken, Avrupa ve Batı hukuku çoğunlukla tam tersi bir yolda ilerlemiştir.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa156
“Ortaya çıkan somut bir sonuç, Kahire'deki büyük el-Ezher Üniversitesinde felsefenin müfredattan çıkarılması olmuştu. Yasak on dokuzuncu yüzyılın sonlarında modernliğin ulaşmasına kadar devam etmişti.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 168
“Genel bir kural ve hukuki ve dini bir ilke meselesi olarak, doğa bilimleri ya da yabancı bilimler eğitimi İslam üniversitelerinde yer almadı.
Medreseler dini vakıf kanunu altında kurulduğu için, buralarda yer alan tüm çalışmaların İslam hukukuna (fıkıh) ve din bilimlerine odaklanması gerektiği varsayılıyordu.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 223-224    “Başka bir kilise tarihçisinin ileri sürdüğü gibi, "Papa merkeziyetçiliğe doğru ısrarlı eğilime rağmen, tüm Kilise, seküler devletlerden daha az olmaksızın yarı özerk birimlerin bir federasyonu, birçok daha büyük ya da küç��k tüzel gövdelerden oluşan bir birlik olarak kaldı.” Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi,sayfa 181
"Ancak en önemlisi Avrupalılar, üniversite müfredatının temeli haline getirdikleri bu materyalin incelenmesini kurumsallaştırmışlardır. Yerinde bir sınav sistemiyle ve yeni bir müfredatın ana gövdesini ayrıntılarıyla açıklayan Batı, aklın gücünü yücelten ve evreni -insan, hayvan, cansız- rasyonel biçimde düzenlenmiş bir sistem olarak anlayan bilimsel dünya görüşü öğretimine doğru kararlı (ve belki de geri dönülemez) bir adım attı". Modern Bilimin Doğuşu ve Yükselişi, sayfa 254
Bilimin doğuşu ve yükselişi bağlamında bakıldığında Avrupa ve İslam dünyası arasında açılan uçuruma gücün merkezileşmesinin sonuçları arasında olan ve ona eşlik eden zihniyet dünyası ve kültürün tetiklediği bir dizi kurumsal etkenin yanında Avrupa’da bireye ve onun aklına duyulan iyimser güven, İslam dünyasında ise otoritenin mutlak gücü, bireyin zayıflığı, ona ve aklına şüpheyle bakılması damga vurmuştur. Bu ciddi farklılığın ve diğer küçük farklılıkların doğurduğu tepki zincirinin uzun bir döneme yayılan değişimlerinin kümülatif sonucu ortaya çıkan devasa uçurumdur. Yani feodalizm ATÜT'e,  demokrat zihinsel dünya, otoriter zihinsel dünyaya uzun dönemde fark atmıştır.
0 notes