Tumgik
#yeni çıkan kitaplar
blogtodayys · 5 months
Text
1000KİTAP - GOLD
Tumblr media
1000kitap.com: Kitapseverlerin Buluşma Noktası!
Kitapların büyülü dünyasına açılan kapınız 1000kitap.com'da! Şeker Portakalı ve Sabahattin Ali gibi büyük yazarların eserlerini keşfetmek, kitapsever bir topluluğun bir parçası olmak için doğru yerdesiniz.
Şeker Portakalı: Duygusal Bir Başyapıt!
1000kitap.com, dünya edebiyatının öne çıkan eserlerine adanmış bir platformdur. Şeker Portakalı, Jose Mauro de Vasconcelos'un dokunaklı kalemiyle şekillenen, duygu yüklü bir başyapıttır. Bu eser, platformumuzda sizi etkileyecek ve düşündürecek bir okuma deneyimi sunuyor.
Sabahattin Ali: Türk Edebiyatının Yıldızı!
Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Sabahattin Ali eserleri de 1000kitap.com'da sizi bekliyor. Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna gibi unutulmaz eserleri keşfetmek için sitemizi ziyaret edin.
1000kitap.com:Kitap Dünyasına Yolculuk!
Firma, geniş eserlerle dolu bir kitap dünyasına açılan bir pencere sunar. Sitemizde, kitaplar hakkında incelemeler okuyabilir, kendi incelemelerinizi paylaşabilir ve diğer kitapseverlerle düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Kitapseverlerin Buluşma Noktası: 1000kitap.com!
1000kitap.com, kitapseverlerin buluşma noktası olarak, zengin kitap koleksiyonu, etkileşimli içerikleri ve kitap önerileri ile dolu bir dünya sunuyor. Bir çok yazarların eserlerini keşfetmek, okuma tutkunuz için yeni kapılar açmak için 1000kitap.com adresini ziyaret edin. Kitapları sevmek ve paylaşmak için buradayız!
588 notes · View notes
yakazakalb · 7 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Kargodan yeni çıkan mis kokulu kitaplar...
15 notes · View notes
yurekbali · 1 year
Text
Tumblr media
Orhan Veli’nin Bavulu / Haydar Ergülen Hiç görmedim ama Orhan Veli’nin elinde bavuluyla bir fotoğrafı mutlaka vardır. Pardösülü adamın bavulu da vardır. Böyle bir fransız sözü duymadım. Orhan Veli’nin yalnızca fransızca bilmesinden değil, daha çok siyahbeyaz filmlerde ‘dalgacı mahmut’u oynayacak bir tip olmasından geliyor bu fransız yakıştırması. Yoksa beni şu kadar ilgilendirmez, türk olmuş, fransız olmuş; şair olsun, sokaktan geçsin, ıslık çalsın, havada bulut desin, yeter. Üçünün içinde en uzunları Orhan Veli. Uzun uzun yaşamaya, giden gemilerin ardından bakakalmaya, eskiler alıp yıldızlar yapmaya, gökyüzünü boyamaya, Urumeli Hisarı’nda oturmaya, Galata’ya dadanmaya vakti olmasa da, rivayet sanılmasın, sokakları da en uzunboylu yaşayan, gören, seven odur. Behçet Necatigil evlerin şairiyse, Orhan Veli de sokakların şairidir. Necatigil ‘evlerin hâli’ni yazdı, Orhan Veli sokakların hâlini. Sıkça arkakapak yazısı yazmama karşın neredeyse kapak arkalarını hiç okumam derken, Orhan Veli Bütün Şiirleri (yky) kitabını elime alır almaz gördüm ki ustalar onun ‘sokak çocuğu’ olduğu konusunda çoktan fikir birliğine varmışlar. Cemal Süreya “[ş]iire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu” derken, ‘sivil şair’ Ece Ayhan da “Her tümce bir yana, açık havanın ozanıdır Orhan Veli her anlamda. Caddeler genişledi, kitaplar inceldi...” diye sürdürüyor. Biz de ‘buna şiiri sokağa düşürdü’ cümlesini eklesek, sokak herhâlde sevinir. Sokağı sevindirmek, sokağın sevindirmesi, sokakla sevinmek. Şiirin ilk sokağa düşmesi değildi bu. 1940’a, Orhan Veli’ye ve sokak arkadaşları Melih Cevdet Anday ile Oktay Rifat’a gelinceye dek, birkaç kez sokağa düşmüştü şiir. Düşmüştü ama, Necatigil’in “Çoklarından düşüyor da bunca/ Görmüyor gelip geçenler/ Eğilip alıyorum/ Solgun bir gül oluyor dokununca” dediği ‘solgun bir gül’ gibi kalmıştı sokakta şiir ve eğilip alan, yüzüne bakan, okuyan da pek olmuyordu. Kim bilir belki de şiirin sokakta olabileceğine, görülebileceğine ihtimal vermiyordu kimse. Zira o yıllarda şiiri sokağa ilk düşüren ve aslında şiire Orhan Veli’den önce kızıl bir kasket giydiren “bu memleketin en yavuz evladı” Nâzım Hikmet ya mapus damında oluyordu, ya Sovyetler Birliği’nde ya da evsiz, damsız, yurtsuz bir kaçak olarak yıldızların altında... Ve onun sokağında yalnızca işçilerin oturduğu sanılıyordu, oysa Memleketimden İnsan Manzaraları başlığıyla yazdığı destanda tren memleketin bütün mahallelerinden, sokaklarından geçiyordu. Ama işte o kırmızı kasket yok mu, seveni sevmeyeni onu şiirin kafasına geçirince olan oluyordu. Okuyanları sokağa düşürememişti ama olsun evin kapısını aralamış, sokağı göstermişti ya. Bu kadarı bile iyiydi o günlerde bana kalırsa. Nâzım Hikmet’in araladığı kapıdan “Garip” çıktı, sanırım ilk çıkan da Orhan Veli oldu. Oktay Rifat o sıralarda hazırlık yapıyordu. Evi sokağa, odaları temiz havaya açmaya, tanıştırmaya hazırlanıyordu. Yıllar sonra bu yaptıklarının bir ‘havalandırma’ hareketi olduğunu söyleyecektir. Üç arkadaşın şiirleri nereye yazılmıştır? Sokağa yazılmıştır elbette. Hem sokak dururken şiir başka yere yazılır mı hiç? Dünyanın bütün işçileri ya da ezilenleri henüz birleşemese de, dünyanın bütün şiirleri birleşmiştir. Şimdi coşkuyla, sevinçle söylemenin tam yeridir. Ne diyordu Cemal Süreya, “hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka.” Biz bunu bir sevinç sözü olarak okuyacağımıza, hem kendimizi hem Cemal Abi’yi üzüyorduk. Bence o tam da Nâzım Hikmet’in araladığı, Orhan Veli’nin açtığı sokağın şiirini gördüğü için yazıyordu bunu. Dünyanın bütün şiirlerinin akıp giden bir sokağa dönüştüğünü anladığı ve onun ortasında yaşadığı için yazıyordu. Diyecekler ki, bu solcular da ne kadar tuhaf, bir Gezi bulmuşlar, getirip her şeyi oraya bağlıyorlar! Solcuların tuhaf olduğu doğru, hatta şu cümleyi bile tuhaf bulabilirsiniz. Adını bu yazıda anmak istemediğim, ne sosyalist ne dindar, yalnızca nasipsiz diyebileceğim bir şair, eski zamanların birinde “İkinci Yeni Türk şiirinin en büyük kalkışmasıdır” demişti. Ben şimdi bunu “Gezi, Türk şiirinin en sıkı kalkışmasıdır” olarak çeviriyorum ve şiirin bir sokak hareketi olduğunu söylüyorum. Öyle olmasa Orhan Veli elinde bavuluyla yola düşer miydi? - Haydar Ergülen, Orhan Veli’nin Bavulu (Şairin Bavulu / Portreler) - Görsel: Kaan Bağcı (Orhan Veli)
23 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
SİDDARTHA - HERMAN HESSE
Bazı kitaplar vardır, okunur, sadece kelimeler ve cümleler hatırlatır bize o kitabı, tahlil edilir ve unutulur. Bazı kitaplar vardır, hiç eskimez, etkisini hiç yitirmez. Yıllar sonra aynı kitabı okumaya karar verdiğinizde bile tadının farklılaşacağını, önceki okumadan daha çok derinleşeceğini bilir ve hissedersiniz, ancak etkisi aynı kalır, ne eksilir ne eskir, belli bir zamana değil, tüm zamanlara aittir, zamansızdır. Siddartha bu tür kitaplardan biri, kesinlikle bir başyapıt. Yolculuk... Kendi ben’ini bulma yolunda aşkı, mutluluğu, bilgiyi, hakikati, hikmeti arayış. Her şeyden önce nefsten arınmak, kendi ben’inin özüne girmeye çalışmak… Siddartha’nın yolculuğunda karşısına çıkan her şey öğreticidir, her insan bir fikir, her fikir, kendini bulma yolunda bir arayış… Bir varış noktası olmayan yol, insanı varacağı yere götüremeyendir ama arayışın kendisidir aynı zamanda. Siddhartha; hem yoldur, hem yolcudur, hem yolda karşılaşanlardır  hem de bunların hiçbiri olmaya yetmeyen bir samanadır… Düşüncelerimiz ve çevremizde olan şeyler sürekli gelişip değişse de temel olan felsefe hep aynı kalır. Gerçeğe ulaşmak için katettiğimiz yollar hepimiz için farklılık gösterse de, gerçeğin yerinin aslında hep sabit kalması gibi. Hepimizin hikâyelerinin farklı olması, ama vardığımız ortak değerlerin aynı olması gibi. Babasının Siddartha’ya olan sevgisi, geleceğin bilge kişisi olarak görmesi onu mutlu etmiyordu. “Kalabalığın oluşturduğu sürüde kimseye zararı olmayan aptal bir koyun” olamayacağını biliyordu, ama babasının olmasını istediği kişi olmanın ona yetmeyeceğinin, aradığı şeyin bu olmadığının da farkındaydı. Bilge kişilerin öğretileri de onu göze almakta olduğu yolculuğa çıkmasına engel olmuyordu. Arkadaşı Govinda ile kendi özünü bulmak için yolculuğa çıkacaktı. Arınmış olmak; susamalardan, düşlerden, sevinçlerden, acılardan arınmış olarak; bensizlik düşünceleriyle mucizelere kapıları açmak... Gezgin birer samana olmak için yola çıkmışlardı. “Yeni insanlar gördüm, yeni yerler tanıdım, eğlendim, başkarının bana gösterdiği güler yüzlülüğün hazzını yaşadım, dostlar edindim, Kamaswami (varlıklı prens) olsaydım, kızıp öfkelenirdim.” Neruda’nın “Yavaş Yavaş Ölüler” dizeleriyle başlayan şiirini anımsatmıyor mu? Varlığın saadet getirmediğini, paylaşmanın, sevdiklerimizle vakit geçirmenin, yeni yüzler görmenin mutlu olmanın kaynağı olduğunu anlatan tekrar tekrar okuduğum harika bir pasaj… Hesse’nin kitaptaki mesajı şu: Dini inançları kesinkes kabul etmek, araştırmamak, sorgulamamak  doğru olan bir şey değildir. Siddartha’nın çevresindekilere “Çocuk İnsan” suçlaması yaparak ayrım yapması dikkate değer bir diğer nokta. Nedir çocuk insan? Dünyanın içyüzünü görmekten kaçan, hazları ve zevkleri için yaşayan, dünyadaki varlık nedenini göz ardı eden, ölçüsüz, sorgulamayan bir insan. "Sorgulamak" Bugünlerde çokça istismar edilen bir kelime. Daha çok seküler kişilerin ağızlarına pelesenk olan bir kelime, olmaya da devam ediyor, Google’dan sorgulamak yerine kendini adamış Siddartha’yı okumaları çok daha iyi... İnsanların inançları vardır, değerleri vardır, asla değişmeyecek, daima hayatının bir umut kaynağı olacak, yaşamayı, gerçek doğruya ve erdeme götüreceğine inandığı inançlar vardır. İnsan bu derece değer verdiği veya önemsiz gördüğü bir şeye rasyonel bakabilmekte zorlanır. Bu insanın kendi öznelinde cevaplandırabileceği bir şeydir fakat kesin bir yol belirlediğimizde “Neden” sorusuna mantıklı bir cevap getiremediğimizde seçtiğimiz yolu koruyamamış oluyoruz.  Siddhartha'nın felsefesine göre, “Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması iyidir.”(Sayfa 99) Siddhartha'nın hedefi ise şudur: "Arınmış olmak; susamalardan arınmış, istemelerden arınmış, düşlerden, sevinçlerden, acılardan arınmış. Ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. Beden tümüyle saf dışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık Ben olmayan öz, o büyük giz." (Sayfa 24)
“Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisinin tatması iyidir,” diye geçirdi içinden. “Dünya zevklerinin ve dünya malının insana hayır getirmeyeceğini daha çocukken öğrendim. Hanidir biliyordum bunu ama ancak şimdi yaşadım. Ve şimdi biliyorum, belleğimle değil, gözlerimle, yüreğimle, midemle biliyordum böyle olduğunu. Ne mutlu bana ki, biliyorum artık!” (Sayfa 99)
 "Hayır, gerçekten arayan biri, gerçekten bulmak isteyen biri, hiçbir öğretiyi benimseyemezdi." (Sayfa 111)
"Vaktiyle işlediğin budalalıkları, oğlunu bunlardan sakınmak için mi işlediğine inanıyorsun? Hem, oğlunu Sansara'ya karşı koruyabilir misin? Nasıl yapabilirsin bunu? Öğreterek mi, duayla, tapınmayla mı, uyararak mı?...Hangi baba, hangi öğretmen yaşamını yaşamaktan, yaşamla kendini pisletmekten, bizzat günahlara girmekten, bizzat o acı içkiyi içmekten, kendi yolunu kendisi bulmaktan alıkoyabildi Siddhartha'yı? Sanıyor musun ki, sevgili dostum, bu yolu yürümekten belki esirgenen biri olabilir? Sevgili oğlun bundan esirgenir sanıyorsun belki, çünkü onu seviyorsun, acı ve üzüntüden, düş kırıklıklarından esirgemek istiyorsun onu. Ne var ki, onun için tekrar ölüp dirilsen bile, yine de yazgısının en küçük bir parçasını koparıp alamazsın ondan." (Sayfa 120)
"Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak , bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi , belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun." (Sayfa 137)
Siddhartha'ya göre, bilgi ve bilgelik birbirinden farklı konulardır. Bilgiyi sözcüklerle ifade etmek, başka birine aktarmak mümkünken, bilgelik bir ruhtan diğer bir ruha geçemez. Çünkü insanlar birbirinden farklı karakterlerdir. Her ruh farklı hazlarla doyuma, bilgeliğe ulaşmaktadır. Her ruhun eksiği vardır, fakat bu eksiklik kişiden kişiye değişim göstermektedir. Bu sebeple: "Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez."(Sayfa 139)
İşte Siddartha’nın çocuk insanı tam olarak da bu: Seçtiği yolu açıklamakta, cevap getirmekte zorlanan, yemek, içmek, çalışmak dışında hiçbir şey yapmayan insan, insanlar… Govinda ve Siddartha kendi hikâyelerini bulmak için yerleşik yaşamlarını bıraktıklarında Budha ile  karşılaşıyorlar. Siddhartha, Budha ile sohbetlerinde ondan çok şey aldığını ama aynı zamanda ona çok şey kattığını hissediyor. Ama aradığının bu olmadığına karar vererek yoluna devam ediyor. Bilgeliği değil, “bilgi”yi tercih ediyor Siddartha. Budizm felsefesini işleyen bir kitap olsa da, her birimizin gençlik, orta yaşlılık ve yaşlılık dönemlerini anlatıyor. Bazı insanların arayışları yoktur: kendileri olmaya ve kendilerini bulmaya korkarlar, anneleri ve babaları gibi olmak daha kolay geldiği için onların açtığı yoldan gitmeyi tercih ederler. Bazılarımız Govinda’dır: Bir arayış için, kendimizi bulmak için, sürüden ayrılmak için yola çıkmışızdır ama bir bakmışızdır ki başka bir çobanın sürüsünde olmuşuzdur. Bazılarımız Siddhartha’ nın orta yaşlarındaki hali gibiyizdir: Daha önce yapılmış hatalardan ders çıkarmak yerine bütün hataları teker teker kendimiz yaparız - bazılarımız ders çıkarabiliriz, birçoğumuz da ders çıkaramadan sürdürdüğümüz hayatların bir parçası olarak yaşar gideriz-. Ve çok az bir kısmımız da Siddhartha’nın son dönemlerindeki bilgeliğe ulaşma şansı yakalayabiliriz. "Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez." (Sf. 139) Kitabın en güzel bölümlerinden biri de, Siddartha’nın yaşlılık döneminde aradıklarına kavuşmuş olması; birçok insan gibi, doğayla buluşması, ırmakla konuşup onun öğütlerini dinlemesiydi. Çünkü doğa insanlardan daha önyargısız, daha içten ve daha olduğu gibi konuşur, tüm cevapları bulabiliriz, ama dinlemeyi bildiğimizde… Beş yıl sonra okuduğumda farklı, yine on yıl sonra okuduğumda kitapta farklı bir şeyler bulabileceğimi biliyorum. Siddhartha’nın somut olarak yaşadıkları değil belki ama düşünsel ve ruhsal olarak yaşadıklarını farklı dönemlerinde farklı biçimlerde hepimiz yaşıyoruz. Dolayısıyla farklı yaşlarda kitaba baktığımız pencere farklı olacağı gibi getireceğimiz yorum ve etkilenme de farklı olacaktır, en azından ben böyle düşünüyorum. “Zaman gerçek değildir, Govinda, ben sık sık yaşadım bunu. Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir.”
  Hayat, doğduğumuz gün başlayıp öldüğümüz gün sonlanan amansız bir yolculuktur. Aynı zamanda hayat, doğduğumuz gün başlayıp öldüğümüz gün sonlanan amansız bir arayıştır da. Kimileri bu yolculuk esnasında sürekli arar durur; kimileri ise hiçbir zaman aramaya tenezzül etmez. Kimileri yorulur yarı yolda bırakır; kimileri asla yorulmaz, yılmadan aramaya devam eder. Kimileri başkalarından duyduklarına kayıtsız şartsız inanır; kimileri ise inanmak için somut bir şeyler arar durur. Fakat hepimiz, nefes aldığımız o ilk saniyeden nefesimizin çıkacağı son saniyeye kadar amansız bir arayış içerisinde savrulur dururuz.
18 notes · View notes
visalebeskal-a · 5 months
Text
ekim ayı yeni çıkan kitaplar alınacak listeleriniz nerede bakim bi. benim ekim ayı yaşanmamış gibi hiçbir şeyden haberimiz yoktu
3 notes · View notes
busrafalan · 8 months
Text
Uzun İlişki
Herkes doğru insanı bulmanın ne kadar zor olduğundan bahseder ama kimse doğru insanla yürünen yoldaki bambaşka zorluklardan bahsetmez. En güzel kitaplar en iyi filmler hep o insanı bulduktan sonra biter. Halbuki doğru insanı bulmak daha hiçbir şey. Her zaman hayatınızda tutmak istediğiniz o insanla, her şeyini bildiğiniz ve artık bir olduğunuz o insanla canlı bir ilişki dinamiği içerisinde şekillenmeli, her sorunu en sağlıklı şekilde çözebilmeli, her zaman çok düşünceli olmalı her zaman çok özenli olmalı. Kırılgan bir çiçeği büyütür gibi. Çünkü 5 6 ay sonra hayatınızdan çıkacak bir insanla değilsiniz. Biraz tahammül edip ayrılacağınız bir insanla değilsiniz. Bugün her ne sorun olduysa bu sorun 20 yıl sonrasını da etkileyecek ve bugün onu ne kadar sağlıklı bir şekilde hallederseniz gelecek 20 yılınızın belki 80 yılınızın mutluluk kalitesini bugünkü adımlarınız belirleyecek. Her gün sorun çıkması ve sürekli sorun çözmekten bahsetmiyorum. Zaten sürekli sorun çıkan bi ilişki 20 seneyi görmemeli. Ama illa ki sorun çıkacak. Bu da insan olmamızın bir getirisi denilebilir. Sadece bu sorunlara bakış açısı değişiyor. Aslında daha sağlam bi ilişki ama bir o kadar da ürkekçe yaklaşmak gerekiyor. Koruyup kollamak gerekiyor. Çocuk yetiştirir gibi. Doğurmak zor sanılır. Ama aslında en zoru yetiştirmektir. İnsan kendisinin neyi neden yaptığının ne kadar farkındaysa karşısındaki insanın da yaptıklarının o kadar farkında olmaya başlıyor bir noktadan sonra. Uzun ilişki gerçekten bambaşka eşsiz bir deneyim. İlişkimin 5. yılındayım. İlk 4 yılda pek anlamamışım sanırım ama 5. yılda farkı çok net anladım. İlişkiye, aşka, sevgiye, sorunlara, çözümlere. Aslında yaşamaya yeni bir yerden bakmaya başladım. Çünkü yaşarken tek kişi yaşamadığımı en çok bu sene anladım.
2 notes · View notes
Note
Selamünaleyküm. Kendimizi kişisel olarak yetiştirmek ve geliştirmek için tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı. Şimdi den çok teşekkür ederim size
Ve aleyküm selam rahmetullahi ve berakatuh şimdiden çok rica ederim:)
Değersizlik hissimiz var kendimize haksızlık ediyorsak bizi anlayan birine ihtiyacımız varsa Beyhan budak, Ölçüyü koyamıyor haşa insanları rabbimizden önceye koyuyorsak(bunu farkedemeyebiliriz ) insani ilişkilerde ilahi ölçü, piskolojik duygular konusunda sıkıntılar yaşıyorsak Rabbimizden bahseden birine ihtiyacımız varsa Uğur koşar, Bunların yanında Sıtkı aslanhan, ezgi Akgül kitapları da gelişimizin açısından faydalı bulduğum yazarlardan. Son olarak karşıma sürekli çıkan tavsiye edenin kıymetli olduğu bir eseri bırakıyorum henüz okumadım ama okuyunca daha fazla şeyler söyleyebileceğim kanaatindeyim. "İyi hissetmek"
Yetiştirme konusu ise çok Kapsamlı her alanda yetişmeliyiz. Teknoloji yeni dünya olarak; dijitalizm , algı yönetimi,.. (yağmur ibiç ve bekir tok kitapları yeni çıktı henüz okumadım bakabilirsiniz) Dini kitaplar okumalı rabbimizi bilmeliyiz.(Kur'an'ı Kerim meal tefsir) Peygamberimizi tanımalıyız gençliği nasıl çocukluğu nasıldı evlilikleri nasıldı. Peygamberliği cihadı nasıldı. (siyerden hayata dersleri 💻) Sahabe efendimizi tanımalıyız onlar nasıl yaşamış bir olayda ne tutumlar sergilemiş. Musab Bin umeyr hz Ömer'i nesibeleri zeynepleri asiyeleri bilmeliyiz. (Hayatus sahabe sahabe iklimi)Mücadele eden çabalayan Alimleri tanımalıyız mesela hasan el benna , Zeynep Gazali, ilmi hafızasında taşıyan adamı ( imam Gazali) küçük yaşlarda rıhle yolculuklarına çıkan karanlık gecelerde kitaplar yazan imam buhariyi bilmeyiz. (İşi vaktinden çok olanlar)
Tarihe girsem çıkamam tarihimizi dostumuzu düşmanımızı bilelimde çünkü onlar unutmuyorlar yeni zelenda cami baskınında gösterdiler unutmadıklarını..😞
Hasılı bunlar aklımıza gelenler konuyu geniş tutmuşsunuz dar kapsamlı olunca daha verimli olabilirdi. Roman şiir bunlarda gelişimimize katkıda bulunur mesela ermiş, amakı hayal, Ferrarisini satan bilge , simyacı , küçük prens, franz kafka, dostoyevski bunlar düşünce fikir hayatımızı şekillendirir. Müslümmanca düşünme üzerine denemeler, diriliş neslinin amnetüüsü hele bunlar yedi güzel adamın kıymetli eserlerindendir. Mto listesinin ilk aşama kitaplarını bitirdikten sonra hepsini tavsiye edebilirim sanırım. İlim Yolunda yaşanmış hikayeler o kadar kıymetli eserki zamanın bilinci, kıymeti.. Nureddin Yıldız kitapları... Kelimeleri noktalamazsam aklıma daha fazlası gelecek...
Her konferans her insan bir kitaptır nazarımda biz okumayı bilirsek bize farklı düşünce pencereleri açar. Bazı konularda eski düşüncemiz olmaz, şekillenir, gelişir, değişir. Rabbim ilmimizi artırsın ilmiyle amel edenlerden eylesin. İnsanlara ümmete faydalı olanlardan eylesin
(parantez içindekiler aradığınızı bulabileceğiniz kitap veya videolar)
(Dersdeyken bildirimi gördüm. Soru cevap aşamasında çok bekletmeden cevap verdim Cümleler düşük olabilir ve bekletmeden dolayı kusurumu maruz görün)
18 notes · View notes
renklirenksizz · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
magazinhabercom · 2 months
Text
Gündemin öne çıkan isimlerinden biri olan Ergun Hiçyılmaz'ın kim olduğu, yaşının kaç olduğu ve nereli olduğu merak ediliyor. İşte, Ergun Hiçyılmaz'ın özgeçmişi! Ergun Hiçyılmaz kimdir? Ergun Hiçyılmaz, 1942 yılında Eskişehir'de doğdu ve gazetecilik kariyerine Eskişehir İç Anadolu Gazetesi'nde başladı. Akşam, Yeni Sabah, Yeni İstanbul, Foto spor, Tercüman, Güneş, Nokta, Yankı, Sabah gibi birçok önemli gazetede çalıştı. Ayrıca Yaprak Dergisi'ni kurdu ve Varlık, Hisar gibi dergilerde eserleri yayınlandı. Gazetecilik alanında pek çok ödül kazandı ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, TSYD gibi kuruluşlardan 27 kez başarı ödülü aldı. Spor dalında ise Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Yılın Gazetecisi Ödülü'nü kazandı ve 1993 yılında Altın Kitaplar Ödülü'ne layık görüldü. Ergun Hiçyılmaz ayrıca bir yazar olarak da tanındı. Sporun yanı sıra Osmanlı dönemine ait birçok eser kaleme aldı ve Türkiye'de ilk sesli kitabın yazarı oldu. Ayrıca çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı ve basın kartına sahipti. İki çocuk babasıydı. Ergun Hiçyılmaz, 12 Şubat 2024 tarihinde hayatını kaybetti.
0 notes
tripuck · 2 months
Link
0 notes
yenikibris · 3 months
Text
Halil Paşa ve Murat Kanatlı yeni çıkan kitaplar üstünden yakın tarihi konuşuyor
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
imkanlardahilinde · 3 months
Text
Günlerin Ardı - 20.01.24
Perşembe günkü iş yemeğinden başlamak istiyorum. Benim için son derece sıkıcı bir üç ya da dört saatti. Ama iş arkadaşlarımın hayatlarına dair bazı ayrıntılar yakalayabildim. Mesela daha önce kimsenin alkol aldığına tanık olmadığı bir arkadaşımız meğer tam bir viski tutkunuymuş. Toplum içerisinde içmiyormuş ancak. Biz kendisini vejetaryen ve alkol karşıtı biri olarak tanımıştık. Hayal kırıklığı mı demeliyim? Bu bilgiyi buraya yazmak dışında hayatımda nasıl bir noktaya yerleştirebilirim bilmiyorum. Ben bunları düşünürken tüm zamanların ve mekanların (en azından kırılgan narin demokrasisiyle övünen ve düşün dünyasında tabuların hiç de kesat olmadığı dünyanın bu kara parçasında) en sevilen konusu boş zaman aktiviteleri her zamanki gibi başımda tarifsiz ağrılara sebep olarak masaya sürüldü. Yemeklerin tatsızlığına söylenirken ara sıra da olsa yüzmeye gidip gitmediğim soruldu. Hayır, dedim. Yanıtın bununla kalmasının uygunsuz kaçacağı hissine kapılıp iyi bir yüzücü olmadığımı söyledim. Yüzmeye ilgim olsaydı herhalde bu konuda kitaplar okurdum diye düşündüm. Hakkında okumadığım hiçbir şeye ilgi duyduğumu söylemem mümkün değil. Şimdi bunu karşımdakilere nasıl açıklamalı? Masadaki herkesin bir veya birkaç hobisi vardı muhakkak. Ben de desem ki her hafta birkaç gün, o da aklıma eserse, dokuz-on kilometrelik bir yolu, ki bu hep aynı rota oluyor, yaylana yaylana üç saatte yürüyorum sonra gerisin geri dönüyorum, bu hobiden sayılır mı, ne derler bilmiyorum. Bu ulusun kutsal boş zaman bilgeliğine karşı bir kusur eylememek için ağzımı kapalı tutuyorum. Arkadaşlar arasında temcit pilavı gibi sürekli öne sürdüğüm, hobi meselesinin bir anlamda sınıfsal bir yönünün de bulunduğu hakkındaki görüşümü dile getirmek isterdim (muhtemelen bu da orijinal bir fikir değildir); ancak bu konudaki düşüncelerimi ne yazık ki sağlam bir temele dayandıramamış olduğumdan bahsi şimdilik kapatmak en iyisi olacaktır. Bu konuda derin bilgisi olanların beni de aydınlatmasını umut ediyorum.
"Birbirini çok az tanıyan bir kadınla bir erkek bir araya gelirse ne olur? Ne olacak, aşk tabii ki." Dün gece izlediğim "Suzhou Nehri" adlı Çin yapımı filmden. Dokunaklı ve hoşuma giden bir estetiği vardı. İzlenmesini tavsiye ederim. İzledikten sonra film hakkında internette arama yaptım. Film, Şangay'ın parıldayan yüzünü göstermek yerine Suzhou Nehri boyunca bulunan harabeleri mekan olarak seçtiğinden birtakım otoriteler alınganlık göstermiş ve filmin bir süre Çin'de gösterimini yasaklamışlar. Film hakkındaki aramalarım sırasında karşıma çıkan diğer başlıklar: Wang Shuo (Çinli yazar), Çin kültür devrimi (ya da büyük proleteryan kültür devrimi), büyük Çin kıtlığı ve bir dizi nahoş konu. Filmle birlikte içimde Çin'e karşı bir merak duygusunun uyandığını söylemeliyim. Deftere ekleyecek yeni bir şey daha oldu böylece.
Son olarak demeliyim ki yeminler ediliyor suçlarını aklamaya karanlık yüzlerin, dünyanın bütün kara parçalarında, Afrika hariç değil.
Uğurlar, esenlikler
1 note · View note
gundemitakip-et · 3 months
Text
Edebiyat Haberleri
Edebiyat haberleri edebiyata ve kültüre ilgi duyoyorsanız güncel gelişmeleri yakalamanız için büyük yardım sağlıyor. Edebiyat haberleri sayesinde son çıkan roman ve öyküleri, şiirleri, yazarlar hakkındaki bilgileri öğrenebilirsiniz. Ne okusam diye düşünüyorsanız veya sevdiğiniz kitaplar hakkında bilgi almak istiyorsanız edebiyat alanındaki gelişmeleri takip etmeniz oldukça önemlidir.
Edebiyat haberleri sayesinde yayınevlerinden kitaplara kadar geniş bir skalada pek çok detayı öğrenebilirsiniz. Aynı zamanda yeni öğrendiğiniz bilgiler sayesinde entelektüel birikiminizi de önemli ölçüde arttırabilirsiniz. Son dakika edebiyat gelişmeleri aktarıldığı için kültür dünyasındaki son gelişmeleri çok yakından öğrenme imkanınız olabilir. Bu sayede gerek Türk edebiyatı gerekse de dünya edebiyatı hakkında haberleri ve gelişmeleri yakından takip etme şansınız olacak.
1 note · View note
hcagla · 5 months
Text
Ders Çalışırken Masa Düzeni Nasıl Olmalı?
Tumblr media
Ders çalışırken etkili bir şekilde odaklanmak ve verimli çalışmak için düzenli bir çalışma ortamı oluşturmak önemlidir. Masanızda bulunması gereken bazı önemli öğeler, sizi motive edebilir ve odaklanmanızı artırabilir. Peki ama ders çalışırken masa düzeni nasıl olmalı? Ben çalışma masamda sadeliği seviyorum.
Tumblr media
İlk olarak, temel çalışma malzemeleri masanızda bulunmalıdır. Bunlar arasında kalem, silgi, defter, ders kitapları ve notlarınız yer almalıdır. Bu malzemeler, ders konularınız üzerinde çalışmanıza yardımcı olacak temel araçlardır. Çalışma masası düzenleme kendin yap önerileriyle aslında çalışma alanınıza kendi dokunuşlarınızı ekleyebilirsiniz. Pinterest'te bir çok bu şekilde DIY önerisi bulabilirsiniz. Ders çalışırken sıkılıyorum diyenler için geliyor sıradaki öneri. Dengeli bir beslenme de önemlidir, bu nedenle masanızda bir su şişesi ve hafif atıştırmalıklar bulundurmalısınız. Su içmek, beyninizi taze tutar ve enerji seviyenizi yükseltir. Sağlıklı atıştırmalıklar ise uzun süreli çalışmalarınızda size enerji sağlar. Masanızın düzenli ve temiz olması da odaklanmanızı artırabilir. Dağınıklık, dikkatinizi dağıtabilir, bu nedenle gereksiz eşyaları kaldırın ve sadece o an üzerinde çalıştığınız konuyla ilgili materyalleri masanızda bulundurun. Bunun yanı sıra, bir saat veya zaman yönetimi cihazı kullanmak da faydalı olabilir. Belirli bir süre boyunca odaklanıp ardından kısa bir mola vermek, çalışma verimliliğinizi artırabilir. Bu arada motivasyonu artırmak için Youtube ya da Instagram'a #studywithme yazın çıkan etiketteki gönderileri izleyin. Başkalarını çalışırken izlemek motive olmanızı sağlayabilir. Son olarak, masanızda rahat bir sandalye bulundurun. Doğru oturuş pozisyonu, bel ve sırt sağlığınızı korumanıza yardımcı olabilir ve uzun süreli çalışmalarda daha az yorulmanıza olanak tanır. Tüm bu faktörler, ders çalışma sürecinizi daha etkili ve keyifli hale getirebilir. Herkesin ihtiyaçları farklıdır, bu nedenle en iyi çalışma ortamını bulmak için kişisel tercihlerinize dikkat edin. Masa üzerinde sadece birkaç kalem, küçük not defteri ve bilgisayarla ben oldukça verimli çalışıyorum. Üstüme üstüme gelen raflar ve kitaplar benim odaklanmamı zorlaştırıyor. Bu yüzden önce kendi ihtiyaçlarınızı düşünüp buna göre çalışma alanınızı ayarlayabilirsiniz. Yeni haberler için bu siteyi Google News’ten takip etmeye devam edebilirsiniz. Sevgilerle Bu yazıyı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Read the full article
0 notes
gundemarsivi · 5 months
Text
Tumblr media
Şiirkondu’nun Öyküsü
✍🏻 Hayrettin Geçkin
https://www.gundemarsivi.com/siirkondunun-oykusu/
1997’de Güldikeni Yayınları’ndan çıkan ilk kitabım Şiirkondu nerden bakılırsa bakılsın kitaplarımın içinde şanslı ve ön açıcı olanı. Her şeyden önce ilk göz ağrım.
Siz bana “İlk kitabınız okurla nasıl buluştu, öncesinde ve sonrasında neler yaşandı?” diye sordunuz. İzin verirseniz ben de ilk kitabım Şiirkondu’nun öyküsü diye başlayayım söze. Umarım sorunuzun yanıtını bu öykü içinde görünür hale getirmeyi başarabilirim.
Ortak kitapları saymasak dokuzu şiir, biri öykü olmak üzere on kitabım var. 1997’de Güldikeni Yayınları’ndan çıkan ilk kitabım Şiirkondu nerden bakılırsa bakılsın kitaplarımın içinde şanslı ve ön açıcı olanı. Her şeyden önce ilk göz ağrım. Yayımlandığında içindeki şiirlerin çoğunun yazılışının üzerinden on beş-yirmi yıl geçmişti. Bir bakıma gecikme şiirlerdir Şiirkondu. Bana kalsaydı belki de kitaplaşmayacaktı da. Ancak beni 12 Eylül koşullarından tanıyan ve cezaevinden bir şekilde dışarıya çıkarmayı başardığım şiirlerimi bilen arkadaşlarımın kitap çıkarmam gerektiği ile ilgili baskıları hep üstümdeydi. Yerel gazetelerde olsun, şiir ve edebiyat dergilerinde olsun ara sıra çıkan şiirlerimden haberdar olan arkadaşlarımın baskılarını buna eklersek kitap yayınlatmak konusunda kaçarım kalmamıştı. Bununla beraber katıldığım şiir dinletilerinde okuduğum şiirler de ilgi çekiyor, yayınlanmış kitaplarımın olup olmadığı soruluyordu. Hiç unutmam, bulunduğum ildeki üniversitede düzenlenen bir şiir etkinliği sırasında kapanışa yakın sunucu salondakilere “Aranızda şiir okumak isteyenler varsa sırayla buraya gelsinler; adını, soyadını söyleyip okuyacağı şiirin hangi şaire ait olduğunu belirttikten sonra da birer şiir okusunlar.” şeklinde duyuru yapmıştı. Üç beş kişinin arkasından ben de sahneye çıkıp şiirlerimden birini okumuştum. Sunucu, şiirin bana ait olamayacağını düşünmüş olmalı ki “Arkadaşım, okuduğunuz şiirin kime ait olduğunu belirtmediniz.” diyerek azarlamıştı beni. Çok utanmıştım. Oysa ben şair değildim. Şiirin bana ait olduğunu söylersem şair olduğumu ileri sürmüş olacaktım. Ne haddime! O etkinliğin konuğu Cahit Külebi’ydi. Etkinlikten sonra kendisiyle tanışmıştık. Şiirimi beğendiğini ifade etmek için “Sen şiire yeni başlamış biri değilsin.” demişti. Şiirimle ilgili böyle şeylerin söylenmesi o zamanlarda çok önemliydi. Bir keresinde Kemal Özer, yanında yöresindekilere beni “Şair arkadaşım!” diye tanıştırmıştı. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Bunu Ruşen Hakkı da çok sık yapardı. Türk şiirinin bu doruk isimleri şiiri kanıma iyice düşürmüş, şiirlerimi kitaplaştırma duygusu ise içten içe beni ayartmaya başlamıştı. İyi bir okur olduğumu düşünüyordum aslında. Edebiyat dergileri takip ediyor, şiir bilgisi üzerine kitaplar okuyordum ama yine de kitap çıkarıp çıkarmama konusunda bir türlü netleşemiyordum. Diyeceğim birtakım çekincelerim vardı. O günlerde şiir üzerine okuduğum kitaplardan birinde karşıma çıkan “Şairlere acıyorum çünkü onlar şiir yazmayı şiir bilgisi edinmekten daha kolay sanıyorlar.” sözü kafa karışıklığımı büsbütün artırmıştı hatta. Karşılaştığım böyle ifadeler adamakıllı gelgitlere yol açıyordu bende. Öyle ya acınacak duruma düşmek de vardı işin ucunda. İstemediğim bir şeydi bu.
Şiirlerimi kitaplaştırıp kitaplaştırmama konusu çok da bana bağlı gibi gözükmüyordu. Bir yandan arkadaşlarımın “Kitap ne zaman çıkacak?” şeklindeki soruları, bir yandan kimi öğrencilerimin “Sizin şiir kitaplarınız var mı?” şeklindeki soruları beni tasarlamadığım şeylere zorluyor, şiirlerimi kitaplaştırma konusunda gizliden gizliye tetikliyordu. Dostum M. Sait Karaçorlu’nun birçok kez “Dosya hazırlığı için yardıma hazırım.” demesi de önemli bir itkiydi bu konuda. Gelin görün ki bir karara varmak öyle kolay olmuyordu yine de.
Ben böyle kafa karışıklığıyla dolaşadurayım tam o sıralarda tanıdık biri kitap çıkarmış, sağ olsun adıma imzalayıp evime kadar getirme lütfunda da bulunmuş. Evde olmadığım bir zamana denk geldiği için oğlum açmış kapıyı. Kitabı bana iletmesini istemiş oğlumdan. Kitap hakkında yorumlarımı da beklediğini söylemiş. Oğlum kitabı kendince incelemiş önce ve çok yetersiz bulmuş. Kuşkusuz kendince bir kanı bu. Kitabı üçgen prizma haline getirip salona girdiğimde kolayca göreyim diye televizyonun önüne koymuş evden çıkarken de. Onunla da yetinmemiş küçük bir kağıda “Bak kimler kitap çıkarmış da sen hâlâ ağırdan alıyorsun.” anlamında “Utan baba utan!” diye bir not yazarak yine göreceğim şekilde kitabın yanına bırakmış. Bütün bu yaşananların sonunda yazılmış onca güzel şiir, öykü, roman, deneme kitaplarını okumak dururken onlara haksızlık etmek pahasına dostum M. Sait Karaçorlu’yu arayarak dosya hazırlığına başlayabileceğimizi söyledim. O dostumun günler süren emeğini asla unutamam. İlk kitabım Şiirkondu böyle bir süreç sonucunda ortaya çıktı diyebilirim kısaca.
Şiirkondu çıktıktan sonra kendi kendimin eleştirmeni de oldum bir şekilde. Açıklarımı, eksiklerimi fark ettim bir ölçüde. Yeni kendime gidecek yolları görmeye başladım.
Kitabın ilk okurları evdekiler oldu kuşkusuz. Eve gelen konuklarla genişledi halka. Kitaplarımdan birisini kitaplığımdaki kitapların arasına yerleştirdiğimi hiç unutamam. Kitaplığın bulunduğu odaya girip çıkarken Şiirkondu’nun onların arasında nasıl durduğunu gözlemenin şimdilere uzanan heyecanından bile söz edebilirim. Gel gelelim Şiirkondu bir de sorumluluk yüklemişti bana. Sevinçli olduğum kadar kederliydim de bu yüzden. Yola çıkmış da oldum. Bunun altına düşecek şeyler yapmamalıydım. Derken kitap hakkında önemli kalemler, tanıtım ve eleştiri yazıları yazdılar. Ruşen Hakkı, Dursun Özden, Fahrettin Demir, Ruhan Odabaş bir çırpıda aklıma gelen isimler. Kitap hakkında Türkçe öğretmeni Emin Bilir’in kapsamlı, katmanlı, derin inceleme ve çözümlemelere dayanan ve bir dergide yayımlanan yazısı edebiyata, şiire, yollara yazgılı olduğum duygusunu bende en yükseklere çıkaran yazı oldu. Değişik zamanlarda on-on beş kez okuduğumu anımsıyorum o yazıyı. Şiir evreninde bir yer tuttuğuma inanmaya başlamıştım artık. Şunu rahatça söyleyebilirim: Şiirkondu çıktıktan sonra kendi kendimin eleştirmeni de oldum bir şekilde. Açıklarımı, eksiklerimi fark ettim bir ölçüde. Yeni kendime gidecek yolları görmeye başladım.
Kitabın çıkması, buna benim kadar hatta benden daha fazla sevinen arkadaşlarımın olduğunu da gösterdi bu arada. Müthiş bir duygu. Kitabımın bilinmesi için benim herhangi bir çabaya gereksinimim yoktu. Radyo programları, imza günleriyle geçiyordu günlerim. Kentin en entelektüel ve Türkçeyi en güzel kullananlarından biri olan gazeteci yazar Mustafa Küpçü ile kendisinin yaptığı bir radyo programına konuk olduğum sırada tanıştık. Sevindiğim olaylardan biridir bu tanışma. Radyodaki canlı yayın sırasında söyleşinin yanı sıra şiirlerimden örnekler de veriyordum. Program bitiminde Küpçü’nün “Şaşkınım, sizi şimdiye kadar tanımadığım için kendimi affetmiyorum.” gibi sözleri hâlâ çınlar kulaklarımda. Şair Mahir İrfan Benli ile yazdığı gazetenin sanat sayfasında yaptığımız söyleşi gazete okurları tarafından büyük ilgi gördü. Öğrencilerimin ellerinde kitabımı görmek de müthiş haz veriyordu bana. TV 41, Olay TV, Su TV gibi yerli ve ulusal kanallarda konuk oldum süreç içinde. Ne heyecan ama. Sahiden de şiirden bir kondu yapmıştım kendime: Şiirkondu! Varlığından sevinç duyduğum ikinci bir dünya.
Bakın aklıma geldi, anlatmalıyım bunu da:
Edebiyat öğretmeni bir arkadaşla rastlaştık sokakta. “Kitabın çıkmış Hayrettin. Hangi kitabevinde satılıyorsa ben de alayım, benim de sana bir katkım olsun, onca masraf etmişsindir.” dedi. Kitap yazmakla, sanki yardım yapılması gereken kişi durumuna düşmüşüm duygusu yarattı arkadaşın bu sözleri bende. Kitap, birkaç noktada satışta olduğu halde ona bundan söz etmedim. “Bir ara hallederiz.” diyerek onu geçiştirdim!
Asıl anlatmam gereken başka bir şey var:
Şiirkondu çıkar çıkmaz üç öğretmen arkadaş, hayatımı konu alan bir oyun yazmak için kolları sıvamışlar. Benden gizli tutulmuş bu iş. Oyun, yazılma aşamasında Artvin’in Şavşat ilçesi Çoraklı köyünde yaşayan anneme ulaşmayı da başarmışlar. Köy evimizde telefon yoktu. Cep telefonları da kullanımda değildi henüz. Köy kooperatifine çağrılmış annem telefon görüşmesi için. O görüşmeyle oyun için gerekli birtakım bilgilere ulaşmayı ummuş arkadaşlarım. Annem yine oğlumun başına bir şey geldi sanmış. Yine tutuklayacaklar, işkence yapacaklar diye paniğe kapılmış. “Teyze biz Hayrettin’in arkadaşlarıyız, oğlunuz bir yazar, onun hakkında sizden bilgi almak istiyoruz.” demişlerse de “Oğlum kötü bir şey yazmaz.” deyip telefonu kapatmış yüzlerine. Hayatımı konu alan iki perdelik oyun, Şiirkondu yayımlandıktan bir süre sonra yaşadığım ve öğretmenlik yaptığım kentin halk eğitim merkezi salonunda sahnelendi. “Sana sürpriz bir oyun izleteceğiz.” demişlerdi arkadaşlarım. Salona hayatımın sahneleneceğinden habersiz girdim. Herhangi bir gösteri veya herhangi bir oyunu izleyeceğimizi düşünüyordum. Oyun öncesi müzik eşliğinde seslendirilmiş şiirlerim duvarlardan inip salonu doldurmaya başlamıştı. Salon tıklım tıklımdı. Şaşkındım. Kalbim, bir nehirden daha hızlıydı. Arkadaşlarımın sürprizi buymuş demeye kalmadan asıl sürpriz bu olayın arkasından geldi. Çok sürmeden fark ettim ki sahnelenen benim hayatım. Türkçeyi, oyun boyunca yaşadığım duyguları anlatabilecek kadar kullanabilmeyi çok isterdim açıkça söylemek gerekirse.
“Onurlu olmanın, kardeşliğin, barışın, güzel günlere özlemin şiirini yazmışsınız.”
İlgi duyduğum, kuruluş çalışmalarına ve propaganda faaliyetlerine de katıldığım sol, sosyalist, devrimci bir siyasi partiye yüz adet Şiirkondu bağışlamıştım. Parti yeni kurulmuştu ve mali sıkıntılar çekiyordu. Aklım sıra “Aşkın ve Devrimin Partisi’ne” şiirle ve şiir kitaplarımla destek vermeye çalışacaktım. Bağış olayından bir hafta sonra partiye uğradığımda kolinin içinden bir kitap eksildiği, yerine ederine yakın bir miktar para konduğu gözüme çarptı. Bir ay sonra uğradığımda ise kitaplarda herhangi bir azalma olmamış, sadece oraya konan para alınmıştı. Çok gücüme gitmişti. O yapı içinde onca sevildiğimin karşılığı mıydı bu? Kitap kolisini konduğu yerden sırtlandığım gibi araç ulaşımına kapalı bir caddeye gittim. Yağmur çiseliyordu. Okur olabileceğini gözüme kestirdiğim insanlara bildiri dağıtır gibi dağıtmaya başladım kitapları. 10-15 dakika içinde hepsi bitti. Bu olay hayatımda övündüğüm ve utandığım olaylardan biridir. Kitapları bu şekilde elden çıkarınca çok karışık duygular içinde evin yolunu tuttum. Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Apartman girişindeki posta kutusunda adıma bir mektup vardı. Mahallemizin bağlı olduğu beldenin belediye başkanından geliyordu. “Değerli Şair Hayrettin Geçkin! Güldikeni Yayınları’ndan çıkan Şiirkondu adlı kitabınız için sizi kutluyoruz. Onurlu olmanın, kardeşliğin, barışın, güzel günlere özlemin şiirini yazmışsınız. Belediyemizin yetkili komisyonu kitabınızdan ederi karşılığında yüz adet satın alma kararı aldı. Teveccüh gösterir ve aşağıdaki telefondan bizi ararsanız görevlimiz bizzat kapınıza kadar gelerek ederini size takdim edip kitapları teslim alacaktır. Başarı dileklerimizle…” İmza, belediye başkanı. Taban tabana karşıt olduğum bir siyasi partinin belediye başkanı… Gel de utanma! Gel de övünme! Ne güzel bir ifade: “Kardeşin duymaz el oğlu duyar!”
O akşam evde yalnızdım. Eve girince perdeleri çektim ve uzun süre hıçkıra hıçkıra ağladım. Gözyaşlarım dindikten sonra eve gelirken aldığım ufak rakıdan medet umarak başına çöktüm ama ne yazık ki o beni sarhoş etmeye yetmedi. O gün yaşadıklarımın sonucunda hissettiklerimle ilgili benim için bugün bile özel önem taşıyan çok kısa bir yazı kaleme aldım. Şöyleydi: Daha güzel bir dünya yaratmak gelişmiş insan işidir. Diyelim ki ülkede adil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim kurdunuz, toplumu sanat ve edebiyat eğitiminden geçirmedikten sonra o yönetim biçimini ayakta tutamazsınız. Toplumu sanat ve edebiyat eğitiminden geçirmeden öyle bir yönetim kurmak mümkün olsa bile bünyesinde bir sürü arıza barındırır. Salt karşı olanlardan oluşan kalabalıkların kurabileceği yönetimin adı ne olursa olsun insanlara acı vermekten öte bir yere gidemez. Bu ifadeye benzer bir ifadeyi yıllar sonra şair ağabeyim, dostum, hocam, felsefe profesörü Afşar Timuçin’den duyduğumda hem çok şaşırmış, hem de çok sevinmiştim.
İlk kitabımla İstanbul TÜYAP’a katıldım. Türkçenin Aymatov’u diye tanımladığım Ergün Altun da bana eşlik etti oraya giderken. Ne var ne yok diye stantları dolaşan üniversiteden arkadaşı bir şairle bile beni tanıştırdı hatta. İsmini veremem o şairin. Ona kitaplarımın olduğu masadan bir Şiirkondu alarak uzattı Ergün. “Bir bak bakalım Hayrettin ağabeyin şiirleri nasıl?” Ben ilgilenmemiş gibi yaparak yüzümü döndüm, hatta birkaç adım da uzaklaştım yanlarından. Kulağım onlardaydı ama. Kitabın yapraklarını şöyle bir çevirdi ve hiçbir şiirin tek bir dizesini tam olarak okumadan Ergün’e boş, iş yok, bildik hikaye anlamına gelecek yüz ifadesiyle bir takım hareketler yaptı. Ergün kitabı çekip aldı elinden. Dönüş yolunda “Bana inanmanı istiyorum ağabey. Onun dört şiir kitabı var. Şiirkondu onun kitaplarının dördünden de daha şiir, daha güzel.” dedi. “Sen şiire emek veriyorsun. Sen yüreği zaten şiir birisin.” diyerek birçok şey daha ekledi sözlerine. Böyle yapmakla belki de olaydan etkilenmemin önüne geçmeye çalıştı. Bilmiyorum ki. Aslında eleştiriye son derece açık ve ondan beslenen biri olduğumu biliyordu Ergün. Ama şairinki eleştiri değeri taşımıyordu. Zavallı diyerek ben üzüldüm onun haline. O olayı, Ergün’ün sıcaklığı ve bana olan güveniyle birlikte hep sakladım kalbimin bir yerinde.
Benim edebiyata ilgimden, okuduğum kitaplardan, izlediğim sinema ve tiyatrolardan, sağda solda girdiğim tartışmalardan, yaptığım konuşmalardan ötürü çok kaliteli bir kitap yayımlamış olacağımdan emin bir tanıdığım, Şiirkondu’yu eline aldığında hayal kırıklığına uğramış. Karşılaştığımızda da “Gerçi öğrenciliğim sırasında okul kitaplarında okuduğum şiirlerin dışında şiir okumadım ama açık söylemek gerekirse okuduğum o şiirlerin çok çok gerisinde buldum senin şiirlerini. Bunlardan şiir olmaz dostum.” diyerek eleştirmişti beni. Ona sarılarak teşekkür ettiğimi, içtenliğine inandığımı ifade etmemi de eklemem lazım Şiirkondu’nun öyküsüne… Hiç olmazsa şiirlerimi okumuştu çünkü.
Şiirkondu diğer dokuz kitabımın gözesidir aynı zamanda. Bana öyle geliyor ki hepsi ondan doğmadır.
Şiirkondu ile ilgili ilginç bir olay daha var, anlatmasam sorunuzu eksik yanıtlamış olurum:
Bir hemşerimle İstanbul’da bir düğünde karşılaştık. Oğlu Çanakkale’de askermiş. Askerden döndüğünde şöyle bir şey anlatmış babasına: “Bize askerde konser verdiler. Orda bir kadın şarkıcı Hayrettin amcadan şiir okudu.” Kulaklarıma inanmadım. Bu doğru olabilir çünkü Çatalca Belediyesi’nce düzenlenen, Nesin Vakfı’ndaki çocukların da şenlendirdiği bir şiir dinletisine Gülcemal Durdu, Şerafettin Kaya ve Yılmaz Arslan’la birlikte konuk olmuştuk. Aramızda biri daha vardı. Şarkıcı Sevda Demirel. O da sahnede bizlerin arasında oturdu. Hatta etkinlik sırasında ona da söz düştü. Kendisine bir adet Şiirkondu imzalayıp armağan ettim etkinlik bitiminde. Bana teşekkür ederek yakında Çanakkale’de askerlere konser vereceğinden söz etti ve bu kitaptan bir şiiri orada okuyacağını ekledi sözlerine. Hangi şiirimi okuduğunu hep merak etmişimdir Sevda Demirel’in.
Şiirkondu adı bir başka şaire esin oldu yayımlandıktan birkaç yıl sonra. Hüzünkondu adıyla çıktı şiir kitabı o şairin. Olumsuz eleştiriler aldı kitabın adından ötürü o şair. Aynı ilde Şiirkondu adıyla çıkan bir kitabın ardından Hüzünkondu adıyla bir kitabın çıkması yadırgandı nedense. Arkadaşın şiire devam etmemesinin nedeni olarak da düşündüm zaman zaman o eleştirileri ve çok üzüldüm.
Sözlerimin başında kitaplarımın içinde en şanslı ve ön açıcı olanı demiştim Şiirkondu için. Ama bir şey daha belirtmem lazım. Ben de Şiirkondu sayesinde şanslı oldum aslında. Şiirkondu beni yeni yeni okumalara götürdü, başka sanat dallarıyla tanıştırdı, yüze yakın dergide şiirlerim ya da şiir üzerine yazılarım yayımlandı. Yerli yabacı antolojilerde ve birtakım ansiklopedilerde yer aldım. Bestelenen şiirlerim oldu. Şiirkondu diğer dokuz kitabımın gözesidir aynı zamanda. Bana öyle geliyor ki hepsi ondan doğmadır. Şiirlerimin üç beş dile çevrilmesinin önünü açan da Şiirkondu’dur. Bir üniversitede şiir dersleri, bir ilde yaratıcı yazarlık dersleri verme olanağını da Şiirkondu ile başlayan süreç sağladı bana. Başka ülkelerde şiirle ilgili bana da söz düştü Şiirkondu sayesinde. Şiirden bir dünyam, çok sayıda şair-yazar dostum var. Bir yazar örgütünün herhangi bir yerde temsilcisi olmak az onur mu? Kitaplarımdan ödül alanlar bu ödülleri Şiirkondu’ya borçlu değiller mi? Çeşitli yarışmalarda jüri üyelikleri yapmamdan ötürü ilk teşekkürü Şiirkondu’ya yapmam gerekmiyor mu? Aslında bu olup bitenlerin hepsi Şiirkondu’nun başının altından çıkmadı mı? Az şey mi bütün bu saydıklarım?
Anlattıklarıma ilk kitabımın ilk şiirini iliştirerek şiiri, sizleri ve dünyayı selamlayarak bitireyim.
MERHABA
kalkıp kurulmuşum sabaha
gözlerimde sevda bulutları
merhaba
dudaklarım öpücüklerdeki sıcaklık
dalgaları ateş köpüğü gülüşlerim
merhaba
kapı çalmaz
hal bilmez şiirler basmış gecelerimi
uyumamışım
uykusuzluğum
merhaba
çocuk sesleri ekmek kokusunda
kuş kanatlarında gecenin mavisi
bekleyenim merhaba
ben kitaplıklarda olacağım ararsanız
umut tarlalarında
direnişlerde
kürsü başında öğretmenim
ellerim yaşanası bir dünya işçiliğinde
yaşanası dünya
merhaba
Hayrettin Geçkin
0 notes
cagriii · 8 months
Text
  CEBİMDEKİ EKMEK KIRINTILARI
                                             
Herkesee selam olsunn arkadaşlar,bugün çok uzun zaman aradan sonra blogda tekrar bir kitap içeriğiyle karşınızdayım.Çoğumuzun yakından tanıdığı bir isim Ercan Kesal'ın değerli düşünceleri bu yaşına kadar yaşadığı deneyimleri hayatın bizden ne istediği bizlerin hayattan ne istediği,bazı sayfalarda kendi okuduğu ve bize de okumayı tavsiye ettiği kitaplar ve izlenmesi gerektiğini düşündüğü filmler var.Daha çok karşılıklı soru-cevap şekilde yazılmış bir kitap.
   Ben yeni çıkan kitapları okumayı çok severim,aslında şöyle izah edeyim aynı dönemleri az da olsa beraber yaşadığımızdan dolayı o insanların fikirlerini merak ederim,o yüzden elimden geldiğince pandemi olsun,deprem olsun,darbe vs daha olağandışı yaşanan şeyleri onların gözünden görmek isterim.Hayata farklı yerlerden bakabilmek,oturduğun yerden kalkmak,konfor alanından çıkmak başka atmosferleri solumak gözle görmek sevgili Ercan Kesal bunlardan bahsetmiş İlber hocanın kitabında da buna çok benzer cümleler okumuştum.Bunca yıl yaşayıp edinilen tecrübeler konuşuyor tabi elimizden geldiğince dikkate almaya çalışıyoruz ama canım memleketimde bir de bu işin maddi tarafı var :) ben de bir öğrenci olarak sevgili büyüklerimin  söylediklerini yapmayı çok istiyorum inşallah her şey gönlümüze göre olur.
     Sevgili Ercan Kesal'ın bu kitabını okumanızı tavsiye ederim hayatınıza deneyim katacak güzel cümleler kurulmuş..Sevgiyle kalın.
0 notes