Kalabalığın içinde konuşsan, kimse duymaz belki sesini. Canın yansa, kimse görmez. İçindeki çocuk bazen kaybolur, biraz da ölür. Omuzlarında taşıdığın yükler altında kalırsın. Yaşamaya çalışmak da anlamsızdır, ölüme gitmek de.
Keşke... Bir şeyler için çabalamaktan ve hiçbir noktada öteye gidememekten yoruldum. Belki de hiç kalmamalıydım. Yalandan nefret ediyorum, nefret ediyorum çünkü benim kimseye inancım kalmıyor. Benim kimseye bir kapım açık kalmıyor, ben kendi içimde hapsolmak zorunda kalıyorum. Nefret bile edemiyorum bu günleri yaşamama sebep olanlardan. Duygusuz, umursamaz, kendi dünyasında yaşayan biri olabilirim. Ama hissiz değilim, beni yaşatan tek şey hislerim. Onların da yok olmaması için uğraşıyorum. Hep bir şeyler için çabaladım, çünkü ruhumu ayakta tutmam gerek. Ben yaşamaya çalışıyorum, yaşayamayanlar için. Ayakta duruyorum, duramayanlar için. Nefes almayı deniyorum, bir daha nefes alamayacaklar için. Hiçbir zaman bahanelerim olmadı, çünkü hayat bana bahanelerin yarın için geçerli olmadığını öğretti. Ben her şeyin farkında olan ama hiçbir şey bilmiyor gibi davranan o kişiyim. Çünkü yaşamak zorundayım, benim amacım bu. Acılarımı yok etmek. Ellerim acısa bile kemanıma tutunmak, içimdeki acının sesini duyurmaya çalışmak. Ben Eylül, biraz ölü, biraz gerçek. En fazla da ne biliyor musunuz? Bir daha canlanması mümkün olmayan bir... Neyse çok konuştum;)
farkettim ki canım yandıkça insanlara daha tahammülsüz birine dönüştüm yeni insanlar tanımaya uzak daha da yalnızlaşmaya yönelik yaşamaya başladım, anlattıkça emek verdikçe çabaladıkça anlaşılmadığımı gördükçe ortalık kopsa da tamam diyip geri çekildiğimi farkettim artık anlatmıyordum nasıl bilinmesi gerekiyorsa öyle bilinsin kanıtlamaya çalışmak yoktu kendimi, ben de canım yandıkça yalnızlaştıkça yalnızlaştım işte kendi kendime kaldım ve buna alıştım zoruma gitse de çoğu şey pek konuşmayan sesi çıkmayan birisi oldum ben.
Gözlerin hangi şehrin sabahına açılırsa açılsın her sabah aynı kişiye uyanabilmektir aşk…
Ben her sabah solumdaki o ağrıyla sadece sana uyanıyorum.
Bu daha ne kadar sürecek hiçbir fikrim yok. Ama bir süre sonra sıradan bir pazar sabahına aklımda başka bir telaşla uyanacağıma inanıyorum. Sen de inan buna.
Bir gün, bir zamanlar iliklerine kadar seni seven birinin artık hatıralarında bile yer tutmayacağına inan.
Seninle mutsuz yaşamaya bile razı olan birinin sensiz çok daha mutlu yaşlanacağına inan.
Ve bir gün olur da denk olursa acılarımız;
yani en az benim kadar yaralanırsa gururun, incinirse duyguların beni hatırla…
İşte o zaman gerçek sevginin birinin varlığıyla mutlu olmak değil, birinin yokluğuyla mutsuz yaşamaya çalışmak olduğunu anlarsın.
gerçekten nereye kadar boykot edebileceğinizi düşünüyorsunuz?
selamlar, öncelikle boykot benim için yeni bir hareket değil ve uzun yıllardır sürdürüyorum.
mesela güncel boykot listelerinde hayatımdan çıkardığım marka sayısı sayılıdır. (misal; trendyol)
zaten bir çoğu şiarımıza uymayan şirketler
mesela carrefour zaten müslüman bir kimsenin tercih etmemesi gereken bi müessese (alkol?), kozmetik ürünlerde de sertifikaya yahut vegan içeriğe özen gösterdiğim için bir araştırma işine girip neyin ne olduğunu bilmediğim ürünleri tercih etmiyorum. hayatımda boyunca hiç starbucksa girmedim, mc donalds'a da. daha sade işletmeler ve kafeler tercihim <3 allah esnafımıza güç kuvvet versin
bütüncül bir şekilde islamı yaşamaya çalışmak sizi refah yoluna daha kolay ulaştıracaktır inşaallah suhuletler ve kalbinize kuvvetler dilerim 💗
Sürekli beni yiyip bitiren yetersizlik hissine rağmen güneş cildime zarar vermesin diye kremimi sürüp yola düştüm. Güldüm. Aslında biraz daha güçlendiğimi, geliştiğimi düşünüyordum. Yine dayanamayıp kaçtım, bir de canımı kaçmanın vicdan azabıyla yaktım. Ama iyi yanından bakalım, kayısıya güneş kremimsiz çıkmadım. :’)
Herkes çok güçlü, çok kusursuz görünüyor gözüme. Ne yaparsa yapsın herkes kendisini rahat rahat alıp götürebiliyor evine, benim bazen kendimi kapıdan içeri sokasım gelmiyor. Hatalarımla, çatlaklarımla buradayım diye ışıldıyorum sanki. Dayanamıyorum ağlıyorum. Ağlaya ağlaya çalışmak buranın modası ama ben kendimi durduramıyorum. Gelip gidip bana sürekli bir şey yapıldığı da yok üstelik.
Kayısıya yürürken sağa sola bakıyorum, tüm o çayırlar ekinler kurumuş, kupkuru olmuş. Böyle bazı günler gerçekten gözlerimin onlar gibi kupkuru kalmasını öyle çok istiyorum ki, hala küçük yıldızko gibi her yerim kıpkırmızı oluveriyor, hiçbir şeyi saklayamıyorum.
Sevdiklerimin hayatında var mıyım yok muyum, var olmak istiyor muyum bilmiyorum çünkü her şeyi kendi başıma yaşasam, kendi başıma üzülsem mesela, kendi başıma kayısıda ağlasam ağlasam ve herkes hayatına böyle bir şeyin hiç yaşanmadığını bilerek devam etse çok daha çabuk geçer gider bu hislerim diye düşünüyorum. Hayatlarında çoktan var olduğum insanlar için çok üzülüyorum.
Hiçbir şey anlatmak istemiyorum, sesimi çıkarmak istemiyorum, konuşmak istemiyorum, kaçmak istiyorum. Sadece bazen yanımdan geçip giden insanları durdurup nasıl yaşamaya devam edebiliyorsunuz diye sormak istiyorum. Nasıl başarıyorsunuz bunu, her gün bu kadar insan kaçmadan yaşamayı nasıl başarıyor? Mümkün mü içine sine sine yaşamak? Bilmek istiyorum.
Suçlu hissetmeden yaşamak istiyorum. Bir gün olsun, yetişebilmiş hissetmek istiyorum. Buraya mutlu mutlu ilaçsız 6 ay gibi bir post atma hayalim vardı. İlaçsız 3.ay evet ama bugün çok mutsuz, çok beceriksiz, çok yetersiz, çok azalmış. Yaşamayı istiyorum ama başaramıyorum.
Uzun zaman sonra yine böyle hissediyorum. Sürekli başa sarıyorum. Zannettim ki bir adım attım biraz ilerleme oldu. Dön dolaş yine aynı yer. Kaldığı yerden devam. Yapıştı sanki üstüme. Bir bırak da nefes alayım. Ya da tamamen öldür. Bu durumun ortak noktası insanlar nefret edip, bunalmam. Kendim de dahil iğrenç insanlar ordusu içerisinde yaşamaya çalışmak çok yorucu. Cehennemin kendisi, ta kendisi bu dünya. Bundan daha iyi bir cehennem yok.