Nihayet insanlık öldü. Haber aldığımıza göre uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, "yahu insanlık öldü mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. Bu nedenle gazetelerinde,"insanlık öldü mü?" ya da "insanlık ölür mü?" biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsada, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok. İnsanlıktan uzun süredir ümidini kesenler ya da hayatlarında insanlığın hiç farkında olmayanlar bu haberi yadırgamamışlardır. Fakat insanlık aleminin bu büyük kaybı, birçok yürekte derin yaralar açmış ve onları ürkütücü bir karanlığa sürüklemiştir; o kadar ki, bazıları artık insanlık olmadığına göre bir alemden de söz edilemeyeceğini ileri sürmeğe başlamışlardır. Bize göre, böyle geniş yorumlarda bulunmak için vakit henüz erkendir. İnsanlık artık aramızda dolaşmasa bile hatırası gönüllerde her zaman yaşayacak ve çocuklarımız bizden, bir zamanlar insanlığın olduğunu bizim gibi nefes alıp ıztırap çektiğini öğreneceklerdir. İnsanlığın güzel ve çekingen yüzünü ben de görür gibi oluyorum. Zavallı insanlık kendini belli etmeden sokaklarda dolaşır ve insanlık için bir şeyler yapmaya çalışanları sevgiyle izlerdi. Bugün için insanlık ölmüşse de onun ilkeleri akıllara durgunluk verecek bir canlılıkla aramızda yaşamaya devam edecektir. İnsanlıktan paylarını alamayanlar için zaten bir ölüydü; onun bu kadar uzun yaşamasına şaşılıyordu. Yıllarca önce küçük bir kasabada dünyaya gelen insanlık, dünya savaşlarından birinde çok rutubetli bir siperde göğsünü üşütmüş ve aylarca hasta yatmıştı. Bu olaydan sonra hastalığın izlerini bütün ömrünce ciğerlerinde taşıyan insanlık önce ki gece sabah karşı nefes alamaz olmuş ve gösterilen bütün çabalara rağmen gün ağarırken doktorlar insanlıktan ümitlerini kesmek zorunda kalmışlardır. Doğru dürüst bir tahsil göremeyen ve kendi kendini yetiştiren insanlık hiç evlenmemişti. Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa doğru dürüst bir mirasta kalmamıştı. Bu yüzden sıkıntılarla geçen hayatı boyunca insanlık, başkalarının yardımıyla geçinmeğe çalışmıştı. İnsanlığın ölümüyle ülkemiz boşluğu doldurulması mümkün olmayan bir değerini kaybetmiştir. Gazetemiz, insanlığın yakınlarına baş sağlığı ve sonsuz sabırlar diler. Not: merhumun cenazesi önce uzun yıllar yaşamış olduğu hürriyet caddesinden geçirilecek ve ölümüne kadar içinde barındığı ümit apartmanı bodrum katında yapılacak kısa ve sade törenden sonra toprağa verilecektir.
Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım;böyle budalaca biz özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor.
Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir. Şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Dön Kişot'a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: ben kendimi Don Kişot sanıyorum.
Tutunamayanlar'da; “Kollarımı açıp tüm insanlığı kucaklıyorum.” diyen Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar'da: “Bütün insanlığı kucaklamak isterken, neredeyse bu dünyanın altında eziliyordum.” diyerek umudunu kesmişti insanlardan. Bu, hayatın en yorucu vazgeçişidir.
Kocaman bir beklentiyiz albayım. Öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık, sevilmeyi beklerken beklemeyi sevmişiz. Sahi beklediğimiz, umut ettiğimiz şeyler bir gün gerçekleşecek mi? Gerçekleşmeyecekse bile bu çektiğimiz sıkıntılar dertler boşuna mı albayım? Ne olacak bu içimiz de ki yarım kalmışlıklar? Mutluluk bize uğramıyor albayım, mutsuzluğa nedense yemin etmiş gibiyiz. Olmaması sorun değil ki albayım. Olacakmış gibi olup olmuyor ya o kötü işte. Ne eskisi gibi olabiliyoruz ne de başladığımız yere dönebiliyoruz. Nasıl yapalım albayım? Ben büyüyemedim albayım, aslında büyümek istemedim. Bu aralar ne istediysem olmuyor zaten, neyse... Büyümek insanı olgunlaştırıyor albayım, olgunlaştıkça yalnızlaşıyorsun eksiliyorsun yarım kalıyorsun olmadı albayım ben yapamadım diğer insanlar gibi olmadım diğerleri gibi mutlu olmadım. Bu yüzden galiba eksildim. Fakat albayım mutlu olmak için sıradanlaşmak mı gerekiyor? Diğer insanlar gibi olmak mı gerekiyor? Ben büyümek istemiyorum sayın albayım. Diğerleri gibi olmak istemiyorum. Mutsuz olmakta istemiyorum. Ben hiçbir şey istemiyorum albayım. Hissizleştim resmen. Beni kurtar albayım. Beni bu benlikten kurtar. Gülmeyi unuttum albayım, insanlara gülmeyi, tebessüm etmeyi... Neden böyle oluyor soruyorum sana albayım, neden böyle oluyor? Bir şey yapmak lazım ama albayım ama ben ne yapabilirim ki? Ben Ber-kutayım. Buraya yazdıklarımı neyin var diye sormadan anlarlar mı acaba? Bırak anlamasınlar albayım. Zaten kim anladı ki bizi, kim elimizden tuttu ki, kim seninle mutsuzluğa da varım dedi ki, gelmedikleri için bırak gitsinler sayın albayım. Yürüsün gitsinler? Geldikleri zaman olmuyor, gittikleri zaman da olmuyor. Gelecek şeylerden ümidimiz yok albayım ama o gemi bir gün kesin gelecek..
Hikmet biraz düşündü. “Oyunun sonunda Mills evlensin Monika ile, albayım,” dedi sonunda. “Çünkü, susup beklemesini bilenler kazanır. Schlick’i de savaşta öldürmekten vazgeçelim; zaten eninde sonunda aklını kaybedecektir, bu gerilime daha fazla dayanamaz. Eskiden böyle kocalar, düelloda filan ölürdü; ben buna benzer bir film görmüştüm. Şimdi kılıcın yerini ruh hastalıkları aldığı için, bu çeşit ölümleri tasvir etmek biraz teknik bilgiyi gerektiriyor. Schlick’in akıl hastanesindeki yaşantısını da anlatalım mı albayım?” Hüsamettin Bey elini tahtaya vurdu: “Oraya girmiş gibi konuşuyorsun Hikmet.” “Girmesine girerim de albayım, çıkması zor olur diye korkuyorum. Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar.. ”
” Beni anlamalısın. Çünkü ben kitap değilim,öldükten sonra beni kimse okuyamaz,yaşarken anlaşılmaya mecburum”
“Işık mı azdı? Yoksa insan aynı parlaklıkla görmüyor muydu kafasından geçenleri”
Oğuz Atay’ın bu kitabını Beyoğlu’ndaki evine kapanıp sürekli yazdığı bilinmektedir. Bir okuyucu olarak da bunu devamlı okumak istemenizle anlıyor hatta yaşıyorsunuz. Okumaktan çok ; anlıyor ,yaşıyor…