Tumgik
#stoacılar
yorgunherakles · 2 years
Quote
bir engeli aşamazsan, çevresinden dolaş. su öyle yapar.
margaret atwood - penelopia
75 notes · View notes
stoastili · 1 year
Photo
Tumblr media
Yavaş yürüyene çelme takılmaz. #konfüçyüs #çelme #felsefeokumaları #sabır #krizyönetimi #keşfetteyiz #stoacılar #stoacılık #beğen (Beykoz, İstanbul) https://www.instagram.com/p/CpifqbeN-_v/?igshid=NGJjMDIxMWI=
10 notes · View notes
vinceverbatim · 1 year
Text
"
Güzel şeylerin tadını sevdiğinin yanında tatmamış birisi, onlardaki büyüleyici gücü tam olarak anlayamaz. Aşk, benliğin sert kabuğunu kırma gücüne de sahiptir, çünkü o, öyle bir biyolojik işbirliğidir ki, taraflardan birinin içgüdüsel amaçlarına ulaşabilmesi için, her iki tarafın heyecanlarına ihtiyacı vardır.
Dünyada değişik zamanlarda, bazısı soylu, bazısı daha az soylu olmak üzere, birtakım kendi içine kapanma felsefeleri ortaya çıkmıştır. Stoacılar ve ilk Hıristiyanlar inanıyorlardı ki, bir insan en yüksek "iyi"ye, ancak kendi iradesiyle, başka bir insanın yardımı olmadan ulaşabilir; daha başkaları hayatın amacını iktidar olarak; daha başkaları da yalnızca kişisel zevk olarak görüyordu. Bunların hepsi, "iyi"ye, büyük ya da küçük toplulukların değil, kişilerin ulaşabileceği inancı bakımından içe kapanma felsefeleridir. Bence hepsi, yalnız ahlâk kuramı bakımından değil, içgüdülerimizin serbestçe açığa vurulmaması bakımından da yanlıştır.
İnsanoğlu işbirliğine muhtaçtır ve doğa kendisine, biraz noksan da olsa, işbirliği için gerekli dostluk içgüdüsünü vermiştir. Aşk, insanları işbirliğine götüren ilk ve en yaygın heyecan şeklidir; sevgiyi şu ya da bu derecede tatmış olanlar, kendileri için en yüksek "iyi"nin, sevilen olmadığını söyleyen bir felsefeyi benimseyemezler..
- Bertrand Russell, Mutlu Olma Sanatı
9 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
Marcus Aurelius Antoninus Augustus (26 Nisan 121 - 17 Mart 180).
MARCUS AURELİUS KENDİME DÜŞÜNCELER Kendime Düşünceler adlı felsefik kitabı da 170-180 yılları arasında savaştayken kısa kısa notlar halinde ele almış; ölümünden sonra kitap haline getirilmiştir. Marcus Aurelius, aynı zamanda en önemli Stoacı filozoflar arasında görülmektedir. Peki nedir Stoacı felsefe? Kurucusu Kıbrıslı Zenon olan Stoacılık; Helenistik felsefe de öne çıkan akımlardandır. Stoacılar da temel esas mutluluktur. Mutluluğun dış koşullara bağlı olmadığını, doğaya uygun yaşayarak, topluma fayda göstererek, adaletli, ünün şanın geçici olduğunu ve her şeyden öte ölümün ve kaderin kabullenilerek mutluluğa erişilebilir. Erdemi doğaya uygun olarak yaşamak kabul etmişlerdir. Özellikle kişinin etik ve ahlak olarak iyiliğiyle ilgilenmektedirler. Kitaba geçecek olursak, tabiki Stoacı düşünceler üzerine yazılmış bir eser. Kitapta özellikle her şeyin gelip geçici olduğu, şanın, şöhretin, paranın, zamanın vs. günümüzde çok önem verdiğimiz hiç bir şeyin değerinin olmadığı düşüncesi ağır basmaktadır. Marcus için önemli olan topluma faydalı, iyi ve adaletli olarak yaşamaktır. İnsanın arzusu ve nefsinin isteklerine güdümünde yaşamasının gereksiz olduğu düşüncesini savunmaktadır. Her anında ölümü bilerek buna uygun yaşamanın gerektiği düşüncesindedir. Kitap 12 mektuptan oluşuyor, her mektup bir kitap olarak tanımlanmıştır. Her mektupta fikirlerini ve fikirsel hayatını anlattığı için deneme ve biyografi tadı vermektedir. Yazılar günlük gibi tutulduğu için kendi kendine yapılan açıklamalar ve anılar mevcuttur. Çoğaltılıp yayımlanmak için yazılmadığını anlıyoruz. Bu sebeple başkalarına öğüt verme amaçlı bir kitap olmadığını söylemeliyim. Bu yüzden yazarın kitapta sıkça kullandığı "Sen" hitabı aslında kendisinedir. Kendi iç dünyası ile yapmış olduğu bir söyleşi olarak da algılayabiliriz. Kitabı okurken okura "Bir insan olarak nasıl davranmalıyım?" sorusunu sorduruyor. Hemen ardından ise soruya cevap olarak "Ahlaklı" kavramını getiriyor aklımıza. İdeal insan olmasak bile bu yolda kendimizi nasıl geliştirmemiz gerektiğine örnek olacak fikirlere muhatap oluyoruz.Yazarın en çok vurguladığı temalar; stoacılığın, evren, us, usa uygun yaşamak, yönetici ilke, yaşam, ölüm, zaman, her şeyin akıcılığı, evrendeki her şeyin sürekli bir değişim içinde oluşu, mal mülk gibi dünyasal değerlerin geçiciliği, insanların kukla gibi içgüdüleri tarafından oynatılması, insanların oyunculara benzetilmesi, insanın evrenin bir parçası olduğu, tüm insanların birbiriyle kardeş olduğu gibi... Bu temalara kitaptan birkaç örnek vermek istiyorum: * "Her şey birbirine bağlıdır, onları birbirine bağlayan bağ kutsaldır: hemen hemen hiçbir şey insana yabancı değildir. Çünkü her şey birbiriyle ilişkili olarak düzenlenmiş olup birlikte evrenin düzenini oluştururlar. Var olan bütün şeylerden oluşan bir tek dünya vardır, onları kuşatan Tanrı tektir, öz tektir, yasa tektir, eğer anı türden olan ve aynı usu paylaşan tüm varlıkların yetkinliği doğruysa."
"Çünkü insanın çekileceği en güzel yer kendi içidir." ''Bir adamın kendi başına dik durması gerekir, dik tutulması değil.'' " Evrensel doğanın ne istediğini görüp kendilerini ona göre eğitselerdi, ardından giderdim onların; ama yalnızca sahnede kasıla kasıla rol yapan oyun kişileri gibi rol yaptılarsa, hiç kimse onları taklit etmeye yargılı kılmadı beni. Felsefenin işi yalın ve onurludur; boş böbürlenmelere kışkırtmayın beni." " Her birimizin yalnızca şimdiki zamanda, bu kısacık anda yaşadığını unutma ; geri kalan günlerimiz ya çoktan geçip gitmiştir ya da bilinmeyen gelecektedir. Dolayısıyla her birimizin yaşamı kısadır." Ölüm ve değişim-dönüşüm düşüncelerine neredeyse kitabın başından sonuna kadar sık sık yer verilmiştir. Bu konularla ilgili de birkaç alıntıyı buraya bırakıyorum: " İnsan ömrü bir an sürer, özümüz artsız aralıksız bir akış, algımız belirsiz, tüm bedenimiz bozulmaya yazıgılı, ruhumuz bir kargaşa, yazgımız öngörülmez, ünümüz güvenilmez." "Her şey dönüşür, sen de sürekli bir dönüşüm içindesin ve bir anlamda, sürekli bir çözülme içinde. Tüm evren de böyledir." ''Neyi sık sık düşünüyorsan, aklın da ona benzer bir şey olacaktır. Çünkü ruhu dolduran düşüncelerdir.'' ''Ruh, düşüncelerin rengiyle boyanır'' ''Neyi sık sık düşünüyorsan, aklın da ona benzer bir şey olacaktır. Çünkü ruhu dolduran düşüncelerdir.'' ''Ne zaman içtenlikle mutlu olmak istersen, birlikte yaşadığın, tanıdığın insanların özelliklerini düşün; örneğin birinin enerjisini, diğerinin alçakgönüllülüğünü, bir başkasının cömertliğini, bir diğerininse başka bir özelliğini düşün. Çünkü hiçbir şey birlikte yaşadığımız insanların görünüşüne yansıyan erdemlerinin imgeleri kadar mutluluk veremez, hele hepsi bir arada toplanmışsa. Bunu hep aklında tut.'' Marcus Aurelius'un hayat Kısa, Mutlu olmayı İhmal etme, kitabınıda okumanızı öneririrm
4 notes · View notes
okuyucus-posts · 7 days
Text
felsefede stoacılar yaşam felsefesine dair önemli şeyler söylüyorlar. kendi hesabımda felsefeden edebiyattan bahsedeceğim. çeşitli konularda değerlendirme yazıları, bilgi ve hikayeler tarihte önemli olaylardan dersler ve birçok konuda okuyup araştırdığım her şeyi zaman ve mekan elverdikçe buradan paylaşacağım. tüm bu süreçte işbirliği ve ortak olmak isteyenler ile açık iletişim kurabiliriz . Burada yeniyim. Şimdi yola koyulma zamanı.
1 note · View note
hayatayorumlar · 5 months
Text
"demek doğaya uygun yaşamak istiyorsunuz? ah, sizi soylu stoacılar, ne kadar da sahtekarsınız kullandığınız kelimelerde! doğa gibi bir varlık düşünün: sınırsızca müsrif, sınırsızca kayıtsız, amaçsız, düşüncesiz, merhametsiz ve adaletsiz; hem verimli, hem kısır, hem de belirsiz... umursamazlığı bir zırh gibi kuşandığınızı hayal edin: bunca ağır bir zırhın altında yaşayabilir miydiniz? yaşamak doğadan farklı olmaya çalışmak değil midir? yaşamak değer vermek, tercih etmek, insan kayırmak, sınırlı olmak, farklı olmaya çabalamak değil midir? hadi "doğaya uygun yaşamak" adı altında dayattığınız zorunluluğun aslında "hayata uygun yaşamak" anlamına geldiğini varsayalım: yaşarken "hayata uygun" yaşamamak gibi bir ihtimaliniz var mıdır ki?
nasıl yaşadığımız ve yaşamamız gerektiği konularında bir prensip oluşturmaya neden gerek duyuyorsunuz? çünkü gerçekte durum sizin için tam tersi: "doğanın kuralları" masalınızı coşkuyla anlatırken aslında tam tersi bir şey istiyorsunuz. sizi sıra dışı tiyatrocular ve kendini kandıranlar sizi! büyük bir gururla ahlakınız ve ideallerinizi doğaya, doğanın kendisine dikte etmek ve kendinizi oraya eklemlemek istiyorsunuz; siz doğaya uygun olmak konusunda değil, doğanın stoa'ya uygun olması konusunda ısrar ediyorsunuz ve her şeyin kendi suretinizin stoacılıkla enginleştirilmiş, ebedi olarak yüceltilmiş ve genelleştirilmiş bir haline göre ayarlanmasını istiyorsunuz! güya gerçeğe duyduğunuz büsbütün bir sevgiyle, kendinizi o kadar uzun süre, o kadar ısrarla ve o kadar hipnotik bir katılıkla doğayı yanlış bir şekilde, yani stoacı bir şekilde anlamaya zorladınız ki artık onu başka bir şekilde göremez oldunuz. hepsinden önemlisi, akıl sır ermez bir kibirlilik size, kendinize zulmetmeyi becerebildiğiniz için (çünkü stoacılık esasen insanın kendine zulmetmesidir) doğanın da kendisine zulmedilmesine izin vereceğine dair çılgınca bir umut veriyor: sanki stoacı kişi doğanın dışında mı yaşamaktadır?
ne var ki bu hem eski hem de ebedi bir hikaye: eski zamanlarda, stoacılar döneminde yaşananlar, bir felsefe kendini ne zaman ciddiye almaya başlasa derhal tekerrür ediyor. bir felsefe dünyayı daima kendi suretinde yaratır; başka türlü yapamaz; felsefe bu zalim dürtünün kendisidir: güç istencinin en manevi halidir. felsefe, "dünyayı yaratma", ilk nedeni var etme istencidir."
(bkz: friedrich nietzsche)
(bkz: jenseits von gut und böse)
0 notes
thelastkawa · 9 months
Text
Stoacılık
Stoacılık Helenistik Dönemin önemli akımlarından biridir. "Stoa" kelimesi "Kemeraltı" anlamına gelir. Stoacılık Atina Agorasının yanında bulunan Poikile Stoasında dersler vermeye başlayan Kıbrıslı Zenon'un kurduğu bir düşüncedir ve bu düşünce kemeraltında bir araya gelen düşünürler ile birlikte ünlenmiştir Stoacılık mutluluğun abartıdan uzak, doğa ile uyum sağlanarak elde edilebileceğini savunmuştur. Stoacılar mutluluğu "kendisi" dışında hiçbir etkene bağlamaz. Adalet, dürüstlük, ölçülülük, yiğitlik, bilgelik onlar için temel erdemlerdir. Stoacı felsefe geçmişi ve geleceği reddeder. Onlar için şimdiden başka bir zaman yoktur. İnsan için değişim kaçınılmazdır bu yüzden de geçmiş bir oldubittidir. Ona kin tutmak da intikam beslemek de akıllı insanın işi değildir. "Geleceği düşünerek kaygıya kapılma. Eğer varman gerekiyorsa, zaten varacaksın geleceğe... Üstelik şu ana hangi aklı layık gördüysen, o akılla yaklaşacaksın geleceğe..." diyor bu konuda Marcus Aurelius. Stoacılığın diğer bir değindiği nokta ki bu görüşler çoğu kişi için Stoacılıktan uzaklaşmaya gitmiştir. Abartmamak. Bir şeyi zorlaştırmaya veya ona tutunmak için çabalamak kadar saçma bir şey yoktur Stoacılar için. Romanın "Pax Romana" döneminde aktif rol oynayan bu düşünce adalet sistemine bile yansımıştır. Yine en iyi 5 Roma İmparatorundan sonuncusu olan Marcus Aurelius der ki: "Huzursuz olma, sade ve yalın ol... Biri bir yanlış mı yapıyor? Her ne yapıyorsa kendine yapıyor... Başına bir şey mi geldi yoksa? Şaşırma. Olan her şey evrensel doğanın karar süzgecinden geçmiştir, hayata ilmek ilmek dokunmuştur. Hatırla ki hayat kısa. Şu anın nimetlerinden adil bir şekilde faydalanmaya bak... Aklın karışıkken bile ayık ol... Hiçbir şeyi zorlaştırma, kolaylaştır..." Ve son olarak bir deneyime, bir unvana ve harhangi bir şeye duygular yüklemek... Stoacılar için unvanlar, nesneler, deneyimler senin bir parçana dönüşmemeli. Bunlardan arındığın gün kendine baktığında bunlar haricinde bir şey görebilmelisin. Bpşuna hiçbir şeye değer vermemelisin. İsminin önündeki unvan hatta ismin bile seni değerli kılmaz. Aslında bir yana hiçbirimiz fark etmiyoruz değil mi? Mutluluğumuzun temelinde gerçekten deneyimleri, nesneleri, olayları olumlu veya olumsuz diye ikiye ayırmamız yatıyor. Bir şey başaramadığın zaman gerçekten "Başarısız" mı oluyorsun? Hayır. Bunu "Başarısızlık" olarak yorumlayan da sensin, kendini de mutsuzluğa iten de... Ama şunu fark edemiyorsun. Bu verdiğin anlamların yaşamsal değerde tezahür edişleri aslında mutluluğunu elde edebilecek ve sağlayabilecek tek kişi sen iken bunu senin elinden alıyor. Artık bunlardan uzak duruyorsun. Olumlu olarak gördüğün şeyler ile de bu sefer motivasyon olmaya çalışıyorsun. Ama unutma mutluluk da senin elinde mutsuzluk da. Bunlardan vazgeçerek kendine yeni bir yol inşaa etmekte senin elinde. Şimdi görüyorsun değil mi nasıl da o yüklediğin anlamlar bir an değersizleşti? "Yaşamın doğal akışını ve bu doğal akış içinde yazgın olarak karşına çıkanı, başına geleni sev sadece... Bundan başka bir davranış yakışır mı hiç sana?"
0 notes
bibilenol-com · 1 year
Text
Stoacılık: İçsel Denge, Ahlaki Yaşam ve Pratik Öneriler
Stoacılık, Antik Yunan ve Roma felsefesinin en etkili ve en önemli okullarından biridir. Stoacılar, insanların nasıl yaşamaları gerektiği, neyin doğru veya yanlış olduğu gibi konular üzerine düşünmüşlerdir. Bu yazıda, temel öğretilere ve tarihsel gelişimine odaklanacağım. Stoacılık, Antik Yunan’da M.Ö. 3. yüzyılda Zenon tarafından kurulan bir felsefi okuldur. Antik Roma’da da oldukça popüler hale…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Text
Adalet Ağaoğlu / Başkaldırının her çeşidi insan hakkıdır
Tumblr media
"Hayır" adlı yapıtı ile ilgili soruları yanıtlayan Adalet Ağaoğlu, "romanda başkaldırı biçimlerini epey gösterdim sanırım" diyor. 
Adalet Ağaoğlu, son romanı "Hayır..."la, ilk iki kitabı "Ölmeye Yatmak" ve "Bir Düğün Gecesi" olan üçlemeyi tamamlamış oluyor. Geçen yılın "çok satan kitaplar" listelerinde yer alan "Hayır..."da "Ölmeye Yatmak"ın Doçent Aysel Dereli'si profesör olarak çıkıyor karşımıza. Yine sunulanı sorgulayan, kendi bilgisini oluşturmaya çalışan Prof. Aysel, bu kez "Yenins" aracılığıyla geleceği de arıyor. Toplumbilimci Prof. Aysel'in hazırladığı "Aydın İntiharları ve Geleceğin Başkaldırısı" adlı akademik çalışma, neredeyse "Aydın İntiharları" başlıklı bir inceleme kitabını ortaya çıkartacak denli derinlemesine ve kapsamlı yer alıyor kitapta. Camus'nün "en ciddi felsefe sorunu" olarak kabul ettiği "intihar" konusunda konuşmayı öneriyoruz Ağaoğlu'na. Ve ilk sorumuz "Neden intihar?" oluyor. - Tarih boyu pek çok düşünürü, yazarı derinden ilgilendirmiş, bazılarında, hatta en karşı oldukları anda bir edim haline gelmiş bu olgu. Son otuz  yedi yılda üç asker darbesi yemiş ve değişim sancılarını bu baskılar altında geçiren toplumumuzda aydın ya da değil, insanımızın belki de ilk kez bu kadar yoğunlukla yüzleşmek durumunda kaldığı bir olgu niteliği kazanmış olsa gerek. "Hayır..."daki intihar izleği, bir anlamda da bu olgunun yazarı tarafından sezilmesidir. Düşünce tarihinde yaşamlarını intiharla sonlandıran Stoacılar var. Ki bunlar, insanların kendi sonlarını kendilerinin belirlemeleri gerektiğini savunurlar. İntihara böylesi bir yaklaşım için siz ne diyorsunuz? - Stoacılık, tarih içinde evrildi. İnsanların kendi sonlarını kendilerinin belirlemesi gereği, yerini insanların kendi hayatlarını kendilerinin belirlemesi gibi durumlara bıraktı. Efendiye başkaldırı, sınıf mücadelesi, özgürleşme... Buna "direniş' dendi. Ben roman yazarıyım ve düşünceyi hayatla birleştirmeye en yatkın alan olduğu için roman yazmayı severim. Bu bakımdan 'direniş'le de epey alışverişim oldu. Çünkü direniş insan hayatında tek yönlü bir durum değil. Prof. Aysel'in savunularından, kendi iç tartışmalarından yola çıkarsak, gerçek aydının en geçerli seçeneği intihardır demek mümkün olur mu? - "Hayır..."da kendine başka bir yer, başka bir ufuk seçen de var, hayatta kalıp işini devletten ve resmi ideolojiden bağımsız olarak en iyi yapmaya çalışan da, "Hayatın yakasını koyvermeyelim dostlarım" deyip kendini pencereden aşağı bırakan da... Hayatta her şey kadar intihar da var. Roman önermez. Okuru düşünmeye çağırır. Hayat üstüne olduğu kadar ölüm üstüne de... Romanda Prof. Aysel'in ağzından, intiharla ilgili akademik çalışmaya geniş yer veriyorsunuz. Böyle bir düşünsel temele neden gerek duydunuz? - Zamanımız üstüne yeterince düşünmüyoruz. Bizim için en önemli sorun günlük hayat olup çıktı. Salt günlük hayat içinde debelenip durursak hayatı nasıl anlamlandıracağız. Zaten anlamlandırılmıyor da. Yeni düşünceler yeni hareket alanları yaratıyor, tam istendiği gibi, düşünemez keşfedemez olup çıkıyoruz.... Prof. Aysel umutsuzluğun umudunu yaratıyor bende. Ben bir bilim adamamızın, İsmail Beşikçi olayının üstünde bile yeterince durduğumuzu sanmıyorum. Beşikçi olayının büyük önemde boyutları vardı. Resmi öğreti nasıl bir öğreti olursa olsun, o öğretilerin sultası altında bilim yapılamayacağı durumu var. "Üstünde durulmadı, çünkü altında Kürt sorunu... vardı" gibi bir özür aramak... Budur işte resmi ideolojiyle uzlaşmak. Sonra da basında, TV'de günlerce Bulgaryada rehin tutulup Özal'ın özgürleştirdiği Aysel! Bundan büyük ikiyüzlülük olamaz... Romanın kahramanının toplumbilimci olması bir romana yedirilmesi kolay olmayan düşüncelerin irdelenişi bakımından olanaklar sağladı. "Bir Düğün Gecesi"nde de intiharı çağrıştıran bölümler vardı. Siz hiç intihar etmeyi düşündünüz mü? - Aşk, delilik, yaşlılık, özgürlük, cinayet, ölüm vb. üstüne düşündüğüm kadar düşünmüşümdür. Hayır henüz hiç denemedim. Ona bakarsanız ne aşkı kendi anladığım biçimde yaşadım, ne delirdim, ne cinayet işledim şimdiye kadar. İntihar, romanınızda bir başkaldırı olarak ele alınıyor. Bu tür bir başkaldırıyı da genellikle aydınlar seçiyor. Buna belli anlamlarda gücün tükenmesi de diyebilir miyiz? Başkaldırının başka biçimleri de var. - Romanda başkaldırı biçimlerini epey gösterdim sanıyorum. Bunun, üniversitelerdeki durumu var, bunun mahkemelerdeki durumu var, sokaktaki durumu, aşktaki durumu, ne bileyim kişiyi yenmeye azmetmiş her şeye karşın şeker pembesi terlikler, gül goncalı çoraplar, mercan küpeler ve yeni bir insan düşüyle karşı durulmuş değişik durumlar var. Başka ne diyebilirim? Örgütlü savaşım? Ama ben parti programı yazmıyorum ki... Düşünsel bir faaliyet sonucu intiharı, hayır hiç de gücün tükenmesi, yeniliş, kaçış gibi görme eğiliminde değilim. Tam karşıtı alçakgönüllülüğü hiç kaldırmayan güçlü bir başkaldırı intihar. Ancak gücü de anlamı da yapanından menkul. Güçsüzlük ya da kaçış demek kolay yol. Ben bunu diyemem, zorba bir yargıç yerinde olmak istemem. Başkaldırının her çeşidi insan hakkıdır. (Yurdagül Erkoca / 11 Ocak 1988 / Cumhuriyet gazetesi)
0 notes
bilgikanalim · 2 years
Text
Tükenmişlik Paradoksu
Tumblr media
Anahtar noktaları Tükenmişlik her şeyden önce mesleki bir olgudur, bir ruh sağlığı durumu değil. Tükenmişliği tedavi ederken, kontrol edebileceğimiz ve kontrol edemeyeceğimiz şeyleri net bir şekilde ayırt etmemiz gerekir. Tükenmişlik tartışmalarında kişisel sorumluluk kavramı iki ucu keskin bir kılıçtır: Buna ihtiyacımız var ama aynı zamanda ters tepebilir. Tükenmişlik tartışmalarının kalbinde büyük bir paradoks vardır: Tükenmiş danışanlarla çalışan koçlar genellikle danışanların tükenmişliklerini önlemek veya azaltmak için neler yapabileceğine odaklanma eğilimindedir. Ortak stratejiler, belirli stres faktörleri hakkında netlik kazanmayı, dayanıklılık , uygulanabilir kişisel bakım rejimleri üzerinde anlaşmayı, iş ve boş zaman arasındaki sınırları desteklemenin pratik yollarını belirlemeyi, zaman yönetimi becerilerini geliştirmeyi ve daha iyi dinlenme rejimleri oluşturmayı içerir. Bu senaryolarda, durumun sorumluluğu, tükenmişlikten muzdarip kişinin omuzlarına sıkıca yerleştirilir. Bununla birlikte, giderek artan bir araştırma grubu, vakaların çoğunda tükenmişliğin nedenlerinin hatalı başa çıkma mekanizmalarımız değil, çalışma ortamlarımıza bağlı olduğunu öne sürüyor. Başka bir deyişle, çoğumuz . kötü stres yönetimi becerilerinden dolayı değil, çevremizin bizi hasta etmesinden dolayı tükeniyoruz yaptığı röportajda , tükenmişlik araştırmacısı Christina Maslach, bizi kömür madenindeki kanaryayı düşünmeye davet ediyor: Sarı, cıvıl cıvıl ve canlılık dolu. Hastalıklı ve bitkin, üzeri isle kaplı, ruhu bozuk çıkıyor. Kanarya dayanıklılıktan yoksun değildi ve kendini hasta etmeyi de seçmedi. Bunu yapan kömür madeni oldu. tarafından 7.500 tam zamanlı çalışanın katıldığı bir anket, Gallup tükenmişliğin ilk beş nedenini belirledi: - İşyerinde haksız muamele - Yönetilemeyen iş yükü - Rol netliği eksikliği - Yöneticilerinden iletişim ve destek eksikliği - Mantıksız zaman baskısı Bütün bu nedenler açıkça içsel değil, dışsaldır. WHO, tükenmişliği açıkça bir zihinsel sağlık durumu değil, mesleki bir durum . Yine de, dış baskılara nasıl tepki verdiğimiz sorusu var. Tepki verme yeteneğimizi, dayanıklılığımızı ve öz bakım becerilerimizi geliştirmek, bu şekilde yanlış stratejiler değildir; bir kez kömür madenine girdikten sonra, içinde elimizden geldiğince hayatta kalmanın yollarını bulmalıyız. Daha da önemlisi, kontrolü ele almanın bazı yollarına sahip olduğumuzu, failliğe sahip olduğumuzu ve onu güçlendirebileceğimizi hissetmemiz gerekir. Ve acentemiz var. Soru ne kadar ve hangi alanlarda.
Tumblr media
sorumluluğun koçluğundaki çok fazla münhasıran acı çeken bireye yüklenmesidir. katabilir suçluluk ve utanç soruna Tükenmişliğin nedenlerine ilişkin daha sistematik, büyük bir resim gözden kaçırıldığında, durumumuzdan kişisel olarak sorumlu hissetmemiz sağlanır ve kişisel düzeyde başarısız olmuş gibi sık sık utanırız. Bu şekilde, çektiğimiz ıstıraplara “kirli” acıyı (kabul ve kararlılık terapisinden (ACT) çok faydalı bir kavram) – kendi kendini suçlama, olumsuz kendi kendine konuşma , güven kaybı ve kendine saygı kaybı. Bu şekilde, bir kısır döngü oluşur ve bitkinlik halimizi daha da kötüleştirir, çünkü böyle bir yerde olduğumuzda, kalan tüm enerji rezervlerimizi (sınırlı olduğu gibi) tüketen iç savaşlarda kullanırız. gerektiğine inanıyorum Etkili tükenmişlik koçluğunun Stoacı bir hareketle başlaması Antik Stoacılar, "kontrol çemberi" fikrini ortaya attılar ve neyin kontrollerinde olup neyin olmadığını titizlikle ayırt etmeye çalıştılar. Aslında bu soru hakkında oldukça aşırı görüşlere sahiptiler: Stoacılar, tüm dış olayların tanım gereği kontrolümüz dışında olduğuna inanırken, dış olaylara verdiğimiz iç tepkilerin tamamen kontrolümüz altında olduğuna inanıyorlardı. Makul olarak kontrol etmeye çalışabileceğimiz tek şeyin yargılarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız olduğuna ve bu nedenle tüm enerjimizi bilişsel süreçlerimize odaklamamız gerektiğine inanıyorlardı. “Kontrol çemberi” fikrinin güçlü bir araç olduğunu düşünmekle birlikte, gerçekte çoğu durumun Stoacıların izin verdiğinden daha karmaşık olduğunu düşünüyorum. Dış olayları şekillendirme gücümüzün olmadığı ve iç yaşamlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız üzerinde hiçbir zaman mutlak kontrole sahip olabileceğimiz doğru değildir. Biz de bu ideale talip olmamalıyız.
Tumblr media
Tükenmişlik ve bitkinlik tedavisi söz konusu olduğunda, her şeyden önce, kontrol edebildiklerimiz ve kontrol edemediklerimiz arasında elimizden geldiğince iyi bir ayrım yapmanın zorunlu olduğuna inanıyorum. Dış etkenlerden nasıl etkilendiğimizi ve etkilenmeye devam ettiğimizi net bir şekilde anlayarak, tükenmişlik durumunun bizim suçumuz olmadığını da anlamış olacağız. Tükenmişlik bir kişisel başarısızlık biçimi oluşturmaz. Neo-liberal çağımızda bunu söylemek modası geçmiş bir şey olsa da, işverenlerin bir bakım görevi olduğuna inanıyorum. Personelinin tükenmesini önlemek için ciddi prosedürler uygulamak, bu temel görevler listesinin başında gelir. Her şey kişisel sorumluluk ve irade - bazen ne kadar güçlü, dirençli, çalışkan ve etkili olursak olalım bizi hasta eden yapılar vardır. İlk etapta belirli bir kömür madenine uçmamız gerekip gerekmediğini merak edebiliriz. Ancak çoğu zaman, ilgili madenlerimizi bu kadar kolay seçemeyeceğimiz veya terk edemeyeceğimiz anlamına gelen zorlu finansal faktörler vardır. Onları içeriden reforme edecek ve içinde gerçekten gelişebileceğimiz ışık dolu kutsal alanlara dönüştürecek enerjiye veya güce de sahip olamayız. O halde, neyi değiştirip neyi değiştiremeyeceğimiz konusunda anlayışlı olmamız ve hangi dış faktörlerin neden olduğunu tam olarak anlamamız ve durumumuza katkıda bulunmaya devam etmemiz gerekir. İkinci adım olarak, değiştiremeyeceğimiz şeylerle daha iyi başa çıkmak için stratejilere bakabiliriz, ancak bu, ilgili mesleki kömür madenlerimizin gerçeklerini tam olarak tanıyan, açık görüşlü, suçsuz bir şekilde. Read the full article
0 notes
felsefebilim · 3 years
Text
Prohairesis ve Dihairesis Kavramları
Tumblr media
Epiktetos, köle olarak doğup sonrasında kölelikten kurtulmuş bir filozoftur, kendi adı bilinmemekle beraber ona Epiktetos denmesinin bir nedeni vardır. Epiktetos, kelime olarak elde edilen, kazanılmış olan anlamına gelir... Yani Epiktetos, köleyken azat edilerek özgürlüğünü kendisi kazanmış ve bu adı hak etmiştir.
Köleyken bile felsefeyle ilgilenen ve Stoa Felsefesine ilgi duyan Epiktetos, stoacı anlayışa göre bir yaşan sürmüştür. O, düşüncelerinde -eski yaşamının da etkisiyle- kendi hayatlarımızın efendisi olmamız gerektiğini savunmuştur. Epiktetos’tan öğrencilerine kalan iki önemli kavram vardır. Bunlar prohairesis ve dihairesis’dir. Prohairesis, insanların diğer varlıklardan ayrılmasına sebep olan yetidir. İsteme, vazgeçme, hem fikir olma gibi eylem ve davranışları yapmamıza sebep olur. Prohairesis ışığında bu davranış ve eylemleri yapmamız ise dihairesis’dir. İyi ve kötü, prohairesis yetisinde bulunur. Yani burada halk dilinde bir tabirle; önemli olan niyettir de diyebiliriz, bu niyet bizim eylemlerimizin iyi veya kötü olmasına sebep olur. Buna dikkat etmiş ve Epiktetos’un bu iki kavramına göre yaşamış, iyiye yönelmiş olan kişiler, mutluluğa ulaşabilir.
55 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
soğukkanlı zihin, senin meşru hükümranlığındır.
marcus aurelius - meditations
35 notes · View notes
stoastili · 2 years
Photo
Tumblr media
Alain De Botton'nun Mutluluğun Mimarisi isimli eserinden bir alıntı. Sizin düşünceleriniz nelerdir? #alaindebotton #mutluluğunmimarisi #mutluluk #mutlugünler #kişiselgelişim #motivasyon #psikoloji #kitap #kitaplık #alinti #acı #haz #stoacılar #hayatokulu #lifeofadventure (at Boğaziçi Üniversitesi) https://www.instagram.com/p/CfgWoNMNN0Z/?igshid=NGJjMDIxMWI=
6 notes · View notes
efsunluelvedalar · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
miletus ancient city 🏛💛
31 notes · View notes
aydinoztoprak · 3 years
Text
Pek yakında doğa ile tüketim arasında yaptığımız hatalı seçimin bedelini çok ağır ödeyeceğiz gibi duruyor. Doğadaki entropi, nereden bakarsanız bakın, hangi ekonomik modeli hangi yüzyılda plânlarsanız plânlayın, tüketim ilişkilerindeki entropiyi de körükleyecek ve böylece endüstri çökecektir. Endüstri çöktüğünde uygar insan kavramını yitirme sürecine girmiş olacağız. Uygar insanı yitirdiğimizde geriye kalanların entelektüellerin peşinden gideceklerini mi düşünüyoruz? Hiç sanmıyorum. Stoacılar, 2300 yıl geriden, uygar insana koca bir gol attı.
12 notes · View notes
mantikutayr · 3 years
Photo
Tumblr media
‘‘de providentia’da tanrıların özellikle iyi adamların başına niçin kötü olayların gelmesine izin verdiği, tanrısal sağduyunun ya da tanrının takdirinin neden bu yönde olduğu, hatta olması gerektiği tartışılmaktadır.’‘ 
‘‘seneca’ya göre ‘‘öngörü’‘ kavramı çerçevesinde insanın başına gelen şeylerin kendi başına ne iyi ne de kötü olması söz konusudur. başa gelen şeylerin iyi ya da kötü olması kişinin bunlar karşısındaki mücadelesiyle erdemli ya da erdemsiz duruşuyla belirlenmektedir. bu bağlamda iyi ya da kötü olma tamamıyla evrensel ya da ilahi bir öngörüyle bilinebilecektir. tanrılara ait bir öngörü neyin iyi neyin kötü olduğunun bir önbilgisidir aslında.’‘ 
‘‘stoa düşüncesinden ya da stoa ahlakından etkilenmeyen romalı hemen hemen yok gibidir. bütün stoacılar felsefede mantık, fizik ve ahlak bölümlemesi yapmak konusunda uzlaşsa da hangisine öncelik verecekleri konusunda birliktelik içinde değildirler.’‘ 
‘‘diyalektik aynı zamanda doğayı yöneten tanrısal aklı yansıtmaktadır, bu da doğayı bilmenin olanağını oluşturmaktadır. öyleyse stoa öğretisinde mantık temeldedir, çünkü mantık hem doğayı kavramamız için hem de bu kavradığımız doğaya, tanrısal akla ve yasaya göre yaşamamız için zorunludur.’‘ 
‘‘seneca da insan aklını dünyayı yöneten tanrısal aklın bir yansıması, tanrısal ruhun insan bedeni içindeki bir parçası olarak ele almıştır.’‘ 
‘‘insan kendi doğasını izleyerek kendisini doğaya uygun hale getirerek bu sayede evren ve doğa konusunda bir kavrayışa ulaşabilir.’‘ 
‘‘stoa kozmolojisinde dünyaya içkin olan akıl tanrıdır.’‘
‘‘stoa teolojisinde tanrının dünyaya aşın bir varlığı yoktur, o dünyaya içkin olan akıldır. dünya ‘akıllı bir yaşayandır, yalnızca tanrısal değil, tanrının kendisidir. tanrının stoa kozmolojisinde karşılığı evrensel logos’tur. tanrı ve dünyanın özdeşliği de ‘logos’un yine kendisinden gelen bir zorunluluktur. ayrıca bu evrensel logos tarısal iradeyle ya da tanrısal akılla özdeştir.’‘
‘‘tanrıyı evrene içkin teolojik bir ilke olarak kabul eden bu anlayış felsefi olarak ortaya konulmuş bir pantezim  demektir.’‘ 
‘‘sroa felsefesinde yazgı bir trajedi gibi görülmez, evrenin yapısından kaynaklanır. ‘yazgı dünyanın yapısında yer alan doğal bir gerçekliktir. dolayısıyla stoa evreninde rastlantıya da yer yoktur.’‘
‘‘yazgı dünyanın akıl ya da tanrısal öngörüyle yönetilen ve yönlendirilen dünyadaki bütün şeylerin yasasıdır.’‘ 
‘‘yazgı tanrısal öngörüdür.’‘ 
‘‘karşıtı olmayan bir erdemden söz edilemez. erdem, kendisi ile savaşım halindeki karşıtı ile daha güçlü duruma gelir. buna göre kötü olmaksızın iyinin varlığı da söz konusu değildir.’‘ 
‘‘kötülük tanrısal yasaya başkaldıran ve doğayla uyum içinde yaşamayı reddeden insanın akılsızlığından doğabilir. yani kötülük insanın eseridir, tanrının istemesinin değil. stoacı düşünürler moral olan kötülüğün varlığını iyi ya da kötü kavramlarının göreli kavramlar olmasıyla açıklar.’‘ 
‘‘bilgelik stoa düşüncesinde evrenin doğasını, evrensel düzenin yapısını kavramış olmayı gerektirir.’‘ 
‘’stoa felsefesinde tanrı’yı hegel felsefesindeki dünya tini’ne benzetebiliriz. tıpkı özel tinin mutlak tin’in bir yansıması olması gibi insan ruhu da evrenin ruhunun bir yansımasıdır.’’ 
stoa felsefesine giriş niteliğinde bir kitap, bu kitap yerine stoa felsefesini daha kapsamlı işleyen kitapları öneririm.  
12 notes · View notes