"Ne adam kadını kendine çekmişti ne de kadın onu, bir fırtınadan kenetlenmişçesine birbirlerinin içine geçmişlerdi, birlikte ve iç içe dipsiz bir bilinmeze doğru düşüyorlardı ve oraya inmek tatlı ve bir o kadar da yakıcı bir şuursuzluktu - uzun zamandır birikmiş duygular beklenmedik bir mıknatısla ateşlenmiş ve tek bir saniyede boşalıvermişti. Kenetlenmiş dudakları yavaş yavaş birbirinden ayrılırken ve ihtimal dışı bu olayın henüz sersemliği sürerken, adam kadının gözlerinin içine bakmıştı; sevgi dolu karanlığın ardında tanımadığı bir ışık vardı bu gözlerde. Adam işte o zaman fark edişin akınına uğramıştı - bu kadın, sevdiği; nicedir, haftalardır, aylardır, yıllardır onu seviyor olmalıydı; yaşanan bu saat, ruhunu delip geçinceye kadar ona coşku içinde ana gibi yaklaşmış, usulca susmuştu. İşte tam da bu, inanması zor olan şey şimdi sarhoşluğa dönüşmüştü: O, o, seviliyordu, hem de o mesafeli kadın seviyordu onu - bir gökyüzü doğmuştu şimdi, ışıl ışıl ve uçsuz bucaksız, yaşamının ışık saçan öğlesi..."