Tumgik
#serseri bey
Text
1510
4 notes · View notes
karanligaesir · 2 months
Text
13 notes · View notes
karanfilsblog · 11 months
Text
En sevdiğiniz şarkıları rble söyleyin bakalım ne çıkıyor
Stabil -serseri bey
32 notes · View notes
kiriksarapbardagi · 1 year
Text
Daraldı göğsüme dayandı dünya
3 notes · View notes
hetesiya · 1 year
Text
İpsiz Recep: Kahraman mı, Eşkiya mı?
İpsiz Recep: Kahraman mı, Eşkiya mı?
İlk dönem cumhuriyet tarihinin kahramanlaştırdığı Karadenizli iki kişiden biri Topal Osman, diğeri de İpsiz Receptir. Her ikisinin de müşterek özelliği, Anadolu’yu kan gölüne çeviren Teşkilat-ı Mahsusa’nın elemanı olmaları ve şartların zorlamasıyla, “eşkıya prangası”sından kurtulmak için Kemalist harekete katılmış olmalarıdır. İpsiz Recep’in diğerinden tek farkı ise ölümünün doğal olması ve TRT’de hakkında diziler çekilip gençlere örnek gösterilmesidir.
İpsiz Recep, 1862 senesinde Rize’nin Halda mahallesinde doğdu. Topal Osman gibi, Bektaşi-Alevilikten dönüp Sünnileşen Çepni halkına mensuptur. İpsiz sıfatına, ona övgü düzenler olumlu anlam yüklese de yöredeki anlamı serseri, haytadır.
İpsiz Recep, 1900’lerin başlarında, Batum-Rize hattında takasıyla sevkiyat ve kaçakçılık yapardı. Rusya kıyılarına dümen kırıp, seyreden yelkenlileri soyup korsanlık yaptığı da olurdu. Reisin ilk vukuatı, Batum’dan yolcu olarak aldığı Rus vatandaşı on yedi Ermeni’yi, gasp edip öldürdükten sonra denize atması oldu. Bir hafta sonra İstanbul hükümetine protestolar yağmaya başladı. Rusya İpsiz Recep ile Rizeli Abdullah’ı istiyordu. Recep Reis bunun üzerine İnebolu’ya kaçarak Cebeci Köyü’ne yerleşti. Kerempe burnu ile Kefken arasında, küçük çapta taşımacılık kılıfı altında, oradan geçen takaları, yelkenlileri vurup korsanlığa devam ediyordu. 1912 senesinde Balkan savaşı başlayınca, çıkan genel aftan yararlanarak tekrar Rize’ye döndü. Karanlık işlerine orada da devam edince zabıtanın takibinden kurtulamadı. Çareyi Batum’a kaçmakta buldu. Çok geçmeden yakalandı. On yedi kişinin katlinden sorumlu tutulup hapse atıldı. 6 ay hücrede kaldıktan sonra kampa gönderildi. Birinci Paylaşım Savaşı başladığında, bir şekilde kamptan kurtulup Rize’ye döndü.
1917 Bolşevik devriminden sonra Rus güçleri Batum’dan çekilince yörede Gürcüler ve Rumlar kalmıştı. Anadolu’yu kan gölüne çeviren Teşkilat-ı Mahsusa’nın Batum harekâtına Deli Halit ve Muhittin Paşa ile katıldı. Bir haftalık bir savaştan sonra, kalan Rus askerleri de geri çekilince şehri ele geçirdiler. İpsiz Recep’in yaptığı ilk iş orada yerleşik Rumları katletmek oldu. Çetecilerin işleri bitince İpsiz Reis Rize’ye döndü.
Recep Reis motorla kömür taşıma işine girişmişti. Ne var ki motor bir sevkiyat sırasında battı ve İpsiz, rotayı İstanbul Sarıyer’e çevirdi. Geldikten bir müddet sonra Harbiye Nezaretinde görevli Yüzbaşı Ziya Bey ile irtibat kurması fazla zaman almadı. Ziya Bey onu karakol teşkilatı üyesi yapıp; Sarıyer, Beykoz ve Şile’ye kadar uzanan geniş alan içinde, Rumların işbirlikçi faaliyetlerinin önlenmesi görevini verdi. Recep Reis’e ilk etapta on iki tüfek ile iki sandık cephane ve para verildi. Sekiz tayfası ve onlara Sarıyer’den katılan üç Rizeli ile toplam on iki kişiydiler. İpsiz Recep, konuyu mahiyetindekilere açtığında, onlara emsalsiz bir ganimet vaat etti.
İpsiz Recep kısa zamanda, Sarıyer ve Beykoz’da tüm Rumları katliam yaparak, korkutarak mallarına el koyup temizledikten sonra, yaptığı katliamlardan dolayı İngilizlerin sıkı takibi başlayınca takanın dümenini bu defa Şile’ye çevirdi. Anadolu’ya kaçırılacak silahların güvenli sevki için, Şile’yi de  Rumlardan temizleme görevi almıştı. Şileye gitmeden önce son bir katliam daha yaptı. Bir baskında yakalanan iki çete üyesini ihbar edip yakalattıkları iddiasıyla, on sekiz Rum’u Belgrad Ormanları’nda katletti.
Şile’de ilk işi, önemli bir engel teşkil eden kaptan Atanas’ı kahveye yapılan baskında ortadan kaldırmak oldu. Oradaki işini bitirdikten sonra ilk korsanlık döneminde de üs olarak seçtiği Kefken’e geçti.
İpsiz Recep’in tayfaları, müfrezesi, “ipten kazıktan kurtulmuş” eşkıyalardan oluşuyordu. İçlerinde müebbet, hatta idam mahkûmları da vardı. Akçakoca’ya çekilmek zorunda kaldığında, Rize Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ne bir telgraf çekerek, hemen Rize eşkıyasının toplanıp kendisine gönderilmesini istedi. Bunun üzerine, Rize Cezaevi’nden başlanıp tüm cezaevlerinden korsan, eşkıya ve hükümlüler yazıldı. Ayrıca Rize, Hopa ve Ardeşen’den tellallar çıkartılarak toplanan gönüllülerle birlikte alt yüz kişi İpsiz’in emrine verildi. Bunların ekserisi yüz ila on beş seneye mahkûm kişilerdi. Kendilerine askerlikten muaf olacakları ve affedilecekleri garantisi verildi. Uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra iki yüz seksen kişi İpsiz’in emrine girdi. Bunlar gelince İpsiz Recep’in kuvveti birkaç misline çıktı. İlk iş olarak Karasu’ya saldırarak iki Rum köyünün kaçamayan sakinlerini işbirlikçi diye kurşuna dizdi.
İpsiz Recep’in gurubu ve diğer çetelerin efradının; bireysel adam kaldırma, gasp, cinayet, yağmacılık, öteye beriye sarkıntılıkları halkta tepki toplayınca, idari ve askeri makamlarca Ankara’ya raporlar gönderilmeye başlandı. Şikâyetlerin yoğunlaşması üzerine, çetelerin Kuvva-i Milliye içinde zapturapt altına alınmasına karar verildi. Kandıra, Karasu’da eşkıyalık yapan İpsiz’le Doktor Raif Bey kanalıyla irtibata geçildi. Eğer Kuvva-i Milliye için çalışırsa, hem cezadan kurtulacağı hem de kahraman olacağı söylenerek Milli Mücadeleye katılması için ikna edildi. Mükellefiyet dışı eratı terhis edilerek Orhanlı müfrezesi adını aldı ve Anadolu hareketine katıldıktan sonra da aynı eylemlerini Adapazarı, İzmit bölgesinde sürdürdü. Daha sonra düzenli orduya geçildiğinde, 13 Mayıs 1921’de 41’inci Alayın 3. Taburunu oluşturdu. ”Başarılarından” dolayı milis yüzbaşısı rütbesi ile ödüllendirildi
İpsiz Recep, savaş sonrası çetenin önde gelen yaklaşık yirmi beş efradı ile Ankara’ya geldi. Bando ile karşılandı. M. Kemal tarafından kabul edildi. İki yüz elli lira maaş bağlandı. İstiklal madalyası ile taltif edilen İpsiz, 1928 senesinde Sakarya’da vefat etti.
Son Yerine
İpsiz Recep bir çetecidir ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanıdır. Bireysel eşkıyalığı, korsanlığı ve katliamcılığı haricinde, Kafkasya’da Ermeni soykırımında ve Karadeniz’de Helen kökenli Pontus’luları ölüm ve sürgün ikilemine sokarak, bölgenin etnik temizliğinde önemli rolü olmuştur. Bu eylemlerde yer alan herkes gibi, mütarekeden sonra cezalandırmadan kaçmak için milli mücadeleye katılan,  Topal Osman gibi bir katildir. Maalesef gençlerin örnek alması istenen İpsiz Recep’in serüveni, resmi tarihin hilafına budur.
Ahmet Hulusi Kırım
9 Ocak 2023
Kaynakça
Ergun Hiçyılmaz-İpsiz Recep
Murat Sertoğlu-Tefrika no 49
Askeri tarih Bülteni sayı 36
Dün ve Bugün mecmua-5.12.1955
ATES, Kı-955
1 note · View note
istanbulinanc-blog · 5 months
Photo
Tumblr media
ABDÜLHAMİD II. DEVRİNDE GAZETELER VE SANSÜR
Tabut, Babüssaadeden Ortakapıya kadar, serviler arasından, yavaş yavaş ilerledi. Orta kapıdan vekar ve ihtişam ile çıkarken hazin bir titreme ruha huşu ve tevekkül veren tatlı bir şâdâ, Orta kapının taş duvarlarına, bir zamanlar vezirlere mahbes teşkil eden kapı arasına aksetti, önde dedeğânın fasıladan, hazin nevâları işleniyordu. Şazeli dergâhı şeyhlerinin hüzünlü bir ârap lâhni ile okudukları Kelime-i Tevhid; tekbirler ve naatlar arasında, âhaste bir nakarat gibi yükseliyordu. Ortakapı ile Babı Hümayun lirası Atman zabitlerinin otomobilleri, mükellef konak arabalarıyla dolmuştu, iki zarif hanım, arabada, ayağa kalkmışlar, yüzlerinde ince peçeler, alayı seyrediyorlardı. Biraz ötede, Bizans’ın İrini kilisesi ve son devrin askeri müzesi önünde, Mehterhane takımı, cesim kavukları, kırmızı şalvarları, sırma cepkenleri, sarılı ve kırmızılı bayraklarıyla durmuşlardı. Canlı bir tarih, hürmet ve tebrik ile tabutu selâmlıyordu.
Cenaze Babı Hümayundan çıktı. Sokaklar insandan görülmüyordu. Ayasofya önünden Sultan Mahmud Türbesine kadar caddeye sıra sıra asker dizilmişti. Ağaçlar, evler, pencereler, damlar kadınlarla, çocuklarla dolmuştu. Tramvaylar durmuştu. Tabut acıklı ve etkileyici dualarla, tekbirler ve tehlillerle ilerliyordu. Cenazeyi görenler, etkileniyorlardı. Evlerin pencereleri kadınlarla doluydu. Bir hanım, hıçkırıklarını zaptedemiyor, mendili gözlerinde, başını duvara dayamış, ağlıyordu. Cenazeyi lakaydane seyredenler de vardı. Fakat hassas kalpler, bu hüzünlü merasime, bu etkileyici feryatlara, bu dini ihtişama karşı gözlerinin yaşardığını hissediyordu. Otuz dört sene Hilâfet makamını işgal eden Osmanlı Padişahının son merasimi hürmetle ifa ediliyordu.
Son şehâdı andıran “Allah! Allah!” nida lariyle tabut türbe kapısından içeri girdi. Sultan Abdülhamid hürmet ve tekrim ile kabre indirildi. Osmanlı tarihinin otuz dört senelik safhası hüzünlü bir şekilde sona erdi. (Ahmed Refik, Abdülhamid Saniye dair).
ABDÜLHAMİD II. DEVRİNDE GAZETELER VE SANSÜR
İkinci Abdülhamid devrinde hükümetin matbuattan istediği, Hükümdara mutlak “sadakat” ve “ubudiyet” idi; bu sadakat ve ubudiyetin de her vesile ile ve sık sık arz ve beyanı beklenirdi: matbuata ve muhaberata konulmuş olan sansür, Hükümdarın vehmile denk bir hassasiyet gösterirdi, hükümete muhalefet ve tenkid yollu yazılar caniyane bir teşebbüs olarak, sansürün iptal etmesiyle kalmaz, eklenen bir jurnal ile muharririnin sebebi felâketi olurdu; sansür, o zamanın tabiriyle, “zülfü yare dokunan” ya de bir mukaddemeden sonra konulurdu. Cumartesi günleri gazetelerin başında bir “Selâmlık resmi âlisi” serlevhası bulunurdu; bu bende, Padişahın Cuma namazını imamlık merasimi ile kıldığı haber verilirdi. İkinci Abdülhamid, halka sıhhatte olduğunu bildirmek bakımından bu yazılara çok önem verirdi. Her gazetede gayet dikkatlice kaleme alınmış beş altı türlü selâmlık resmi âlisi bende bulunurdu. Örnekler beş altı hafta süren bir devir ile değiştirilerek kullanılırdı Visit Bulgaria.
Günlük gazetelerin önemli benderinden biri de “Tevcihat ve Nişan-ı Hümayun” idi; burada, her gün, sadakat ve ubudiyeti görülen kimselere ihsan olunan rütbeler, memuriyetler ve nişanlar yazılırdı.
İstanbul’da, Abdülhamid’in doğumu ve cülûsu münasebetiyle yapılan donanmalar da büyük şehir gazetelerinde günlerce süren “şebrâyin” benderleriyle anlatılırdı. Gazetelerin şehrâyin muhabirleri, kandillerle donatılan ve “Padişahım çok yaşa”, ya da “Sultan Abdülhamid Hanı Sâni” yazılan veya “Tuğrayı Hümayun” ile süslenen yalı, konak ve evleri sahiplerinin isim ve memuriyetleriyle birer birer yazarlar; sadakat ve ubudiyetlerini gazete sütunlarına geçirdiklerinden ötürü de kendilerinden hakettikleri “rüşveti tahrir’i alırlardı.
Gazetelerde Padişahı medih yollu yazılar yazmada büyük hüner sahibi olarak tanınmış muharrirlerden biri de “Meşâhiri Islâm” sahibi Hamid Vehbi Bey, diğeri de “Serseri Yahudi” mütercimi Selanikli Tevfik Bey idi. Ahmet Rasim de, edebi hatıraları arasında “Ben bu yolda ilerliyordum. Hatta cülûs veya velâdeti hümayundan birkaç gün evvel eve kapanır, o günlerde neşredilmek üzere iki üç tane makale-i mahsusa yazar, hazırlardım. Çünkü gazetesinde en parlak cülûsiye, velâdetiye bulundurmak imtiyaz sahiplerinin birinci meşguliyetleri idi. Makalâtı mütenevvîaya ikişer üçer mecidiyeden fazla veremiydi ve ekseriya desti fakiri muharrirden bedava almak kurnazlıklarını hiçbir dakika gözden düşürmeyen ve düşürmemiş olan bu vatanda bu nevi makaleler için iki, üç, hatta dört-beş lira verirlerdi. Ben bu hâni yağmâ’ı etrafiyie bildiğim için makaleleri der eebeyb ederek Babıâli Caddesi’nde bunların güçlü ihlâlinde durur, kollardım. Biri geçtiği mi, Kalpakçılarbaşı çığırtganları gibi:
Ne âlâ cülûsiyelerim, velâdetiyelorim var!
der, nazan dikkatlerini celbeylerdim. Gün olurdu ki bütün cerâidi münteşire benim makalelerle Hâkima-yı Padişahiye arzı tebrî kât ve tes’idât ederlerdi” (Muharrir, şair, edip).
Gazetelerde basma kalıp manzumeler de yayımlanırdı; bunlar muharrirler tarafından hazırlanan muhtelif türlerdeki yazılar arasına eklenirdi. Bu manzumeler genellikle muharririn halka hitap etme amacı güttüğü, bir takım kandil ve bayramlarda, özellikle de Ramazan aylarında basılırdı.
Son olarak, Hırka-i Saadet ziyaretleri ve cami ziyaretleri üzerine yazılmış makaleler de gazetelerin sıkça rastlanan konularındandı. Bu yazılarda, devlet erkanının ve halkın cami ve dergah ziyaretlerine dair detaylı bilgiler ve övgüler bulunurdu. Tabutun geçişinden, cenaze merasiminden ve kabre definden ayrıntılı bir şekilde bahsedilirken, halkın ve devlet erkanının bu olaylara gösterdiği ilgi ve saygı vurgulanırdı.
0 notes
haytaogluyunus · 5 months
Text
Tumblr media
ANMA:
03 ARALIK (1964) BÜYÜK ALİM HASAN BASRİ ÇANTAY'IN VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
MERHUMA ALLAH'TAN RAHME DİLİYORUM. SAYGIYLA ANIYORUM.
HASAN BASRİ ÇANTAY
1887’de Balıkesir’de dünyaya geldi. Babası, tüccar ve ulama Çantayoğlu Halil Cenabi Efendi; annesi ise Sincanoğulları ailesinden Kepsutlu Hatice Hanım'dır. 1903 yılında Balıkesir idadisi 4. sınıfındayken babası vefat eden Hasan Basri, annesi ve 3 kızkardeşinin geçimini sağlamak üzere okulunu yarım bırakarak nafia dairesi, tahrirat kaleminde görev alarak memuriyet hayatına atıldı. Mutasarrıf Ömer Ali Bey’in desteği sayesinde memuriyet hayatını sürdürürken babasının dostu Ahmet Naci Efendi’den ders alarak eğitimine devam etme fırsatı buldu. Daha sonra valilik yazı işlerinde görev yaparken öğrenimine devam etti ve bir yandan da edebiyat ve felsefeyle meşgul oldu, makaleler yazıp tercümeler yaptı. Arapça ve Farsça öğrendi, maliye ve iktisat dersleri aldı. Meşrutiyet'in ilk yıllarında Balıkesir’de "Nasihat" ve “Balıkesir” adlı iki gazete çıkardı. 1909 yılında İstanbul’da Sirat-ı Müstakim Dergisi’nin idare merkezinde Mehmet Akif ile tanıştı. 1911’de Balıkesir Gazetesi’ni çıkarmayı matbaanın sahibi Cemil Efendi’ye bıraktı[3]; kendisi gazeteciliğie " Yıldırım Gazetesi" ve "Karesi" gazetelerini çıkararak devam etti; I. Dünya Savaşı sonlarına doğru "Ses Gazetesi"’ni çıkardı (17 Ekim 1918- 13 Mart 1919). Bu gazetede yayımladığı bağımszı yazılarla Kurtuluş Savaşı'na kalemiyle destek verdi. Mehmet Akif, onun daveti üzerine İstanbul’dan gelerek Zağnos Paşa Camii’ndeki ünlü vaazı verdi. asan Basri, İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti kongresine katılacak delegeler arasında yer aldı. Kongreye katılmak için Balıkesir’den ayrıldığı sırada, padişah Mehmet Vahdeddin'e açıktan hücum eden yazıları nedeniyle gazetesinin kapatılması ve tutuklanması emri çıktı. Balıkesir’e dönmeyerek Burhaniye, Kepsut ve Dursunbey’de 9 ay sürecek bir kaçaklık dönemi yaşadı. Bu arada köy ve kasabaları dolaşarak, halk içinde, vatan savunması yolunda bir milli birlik sağlama ve milli şuur uyandırma gayreti içinde bulundu. Sürgün ve kaçaklık dönemi, Gazi Mustafa Kemal'in Ankara'ya gelmesiyle ve kendisinin de Balıkesir'e dönmesiyle son buldu. Karesi Milletvekili olarak Millet Meclisi'ne seçildi. Hiçbir gruba girmeyip bağımsız olarak kaldı. 3 yıl Ankara’da Taceddin Dergahı’nda Mehmet Akif ile birlikte yaşadı. Israrları ile Mehmet Akif'i, "İstiklâl Marşı"nı yazmaya ikna etti[4]. Akifname adlı eserinde İstiklal Marşı’nın yazılış öyküsünü “Milli İstiklal Marşı Nasıl Yazıldı? Nasıl Kabul Edildi?” başlığı altında ayrıntılarıyla anlattı. Büyük Millet Meclisi'nin birinci dönemi sonunda tekrar Balıkesir’e dönen Hasan Basri Bey, okullarda edebiyat öğretmenliği ve Çocuk Yuvası Müdürlüğü yaptı. Mahalli gazetelerde yazı yazdı. 1928 senesinde rahatsızlığı sebebiyle emekliye ayrıldı. Ziraat ve ticaretle uğraştı; bir hukuk bürosunda avukatlık yaptı. 1936’da dostu Mehmet Akif’in ölümü üzerine onunla ilgili hatıralarını Balıkesir’de çıkan Türk Dili Gazetesi’nde yayınladı.
Bir ara İstanbul İmam Hatip Okulu’nda öğretmenlik yapan Hasan Basri Çantay, 1950’den itibaren İslam dininin yaşanması, öğretilmesi ile ilgili faaliyetlere katıldı[3].
Türkiye'de yapılan ilk meal çalısmalarından olan “Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim” adlı 3 ciltlik eserinin ilk cildini 1952’de, ikinci ve üçüncü ciltleri 1953’de yayımladı[2]. Eser, peşpeşe basılarak 1984 tarihinde 13. baskıya ulaştı. 1993’te başka bir yayınevi tarafından biri 3, diğeri tek cilt olmak üzere iki farklı baskısı daha yapıldı. Eserin gelirini Balıkesir’de kendi adına yaptırılan camiye harcadı[3].
Ömrünün son yıllarını dinî, ilmî, edebî araştırmalara veren Hasan Basri, şiir ve musiki ile de ilgilenmiş, çeşitli besteler yapmıştır. Şiirlerinde, Basri, Hüzni, Serseri, Aşık Hasan mahlaslarını kullanmıştır.
3 Aralık 1964'de İstanbul'da vefat eden Hasan Basri Çantay, Fatih Camii'nde kılınan namazdan sonra Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi. 1971’de toprağa verildiği yerden çevre yolu geçtiği için mezarının yeri değiştirildi; hayattayken çok sevdiği Mehmet Akif Ersoy ile Babanzade Ahmet Naim Efendi’nin kabri yakınlarına defnedildi[3].
Cumhuriyet"in kurucularına verilen "yeşil-kırmızı şeritli İstiklal Madalyası" sahibidir.
Ölümünden sonra oğlu Mürşit Çantay, babasının Âkif hakkındaki yazılarını "Âkifname" adıyla, şiirlerini ise "Babamın Şiirleri" adıyla kitaplaştırmıştır.
• Mektebli Yavrularıma, Kurtuluş Savaşından sonra Balıkesir’e dönünce yöneticiliğini üstlendiği “Şehit Çocukları Yuvası” öğrencileri için hazırlanmıştır. Vatan, millet, istiklal kavramlarını işleyen okul piyesleri şeklindedir. 1922’ de Balıkesir’de iki kitaplık bir seri halinde yayınlanmıştır.
• Müslümanlıkta Himâye-i Etfâl: Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Merkezinin isteğiyle hazırlanmış olan eser, çocukları korumanın, onları yetiştirip topluma faydalı olmalarını sağlamanın dini ve sosyal açıdan önemi hakkındadır. 1922’ de Ankara’da basılmıştır.
• Ülkü Edebiyâtı: Edebi sanatları olabildiğince ustalıkla kullanarak şiirler yazan genç bir şâir ile karşılıklı konuşma ve tartışma şeklinde kaleme alınmış bir eserdir. Sanat sanat içindir felsefesinin eleştirilir; her türlü sanatın toplum için olduğu tezini savunur. 1939’da Balıkesir’de basılmıştır.
• Fıkh-ı Ekber Tercümesi: İmâm’ı Âzam Ebu Hanife’ye nisbet edilen El-Fıkh-ul-Ekber isimli risalenin Türkçe çevirisidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın isteği üzerine hazırlanmıştır.
• Zeka Demetleri: Mecâni’l-edep isimli derlemeden seçilmiş bazı fıkra, latife ve vecizelerin tercümesi olup Arapça’dan çevrilmiştir. Son kısmına bir kısım Türkçe fıkralar eklenmiştir. 1939 da Balıkesir’de basılmıştır.
• Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm: Üç ciltlik Kur’an meâlidir. Cumhuriyet tarihinde yazılan Kur’an tercümelerine kaynak oluşturmuştur[3]. İlk baskısı 1952-53’te İstanbul’da yapıldı.
• Kara Günler ve İbret Levhaları: Hasan Basri Bey’in kaçaklık günlerine ait hâtıralarını içerir. 18-27 Ocak 1939 tarihleri arasında Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde yayınlanan bu hatıralar; 1964’de İstanbul’da kitap olarak yayınlanmıştır.
• The Straight Path of İslâm adlı kitabın İslamiyet Bölümü: Amerikalı İlahiyatçı Kenneth Morgan, bu kitapta; yeryüzünde taraftarı bulunan dinlerin her birini o dine inanan bir âlimin yazdığı yazıyla anlatmıştır. Hasan Basri Çantay, İslâmiyet’e ayrılan kısmı kaleme almıştır. İngilizceye çevrilerek Amerika’da yayınlanmıştır.
• Hadisler (On Kere Kırk Hadis): 400 hadisin yer aldığı 10 kitapçığın bir araya gelmesiyle oluşur; tamamı 1200 hadislik bir derlemedir. 3 cilt olarak 1958’de basıldı.
• Babamın Şiirleri: Hasan Basri Çantay’ın oğlu tarafından derlenmiş şiirleridir.
• Âkifnâme: Mehmet Âkif’in kısa hayat hikayesi, sanatı, fikirleri, onunla ilgili hâtıralar ve ölümünü izleyen günlerde onun hakkında çıkan yazılardan bir kısmına dâir hatıra türünde bir eserdir (1966).
Mehmet Âkif 'in Hasan Basri Bey'e ithaf ettiği şiir
Mehmet Akif Ersoy, 1922’de Bursa’nın Yunanlar tarafından işgal edildiği duyumu üzerine isyanını dile getirdiği “Bülbül” şiirini, “Basri oğlumuza…” notuyla Hasan Basri Çantay’a ithaf etmiştir.
BÜLBÜL (Basri Bey oğlumuza)
Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım:
Nihâyet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı.
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhîtin hâli "insâniyet"in timsâlidir sandım;
Dönüp mâziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd.
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ sûr-ı Mahşer'di!
Eşin var âşiyanın var, bahârın var ki beklerdin.
Kıyâmetler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüt tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun,
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun!
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen!
Hazansız bir zemîn isterse, şâyet rûh-ı serbâzın,
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandın mı - eb'âda
Hayâtın en muhayyel gâyedir âhrara dünyâda.
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perişandır,
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşândır?
Hayır mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım.
Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.
Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.
Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!
Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;
O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;
Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!
Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!
Mehmet Âkif Ersoy, Ankara, Tâceddin Dergâhı, 9 Mayıs 1337 (1921)
0 notes
5 notes · View notes
sahipsisblog · 3 years
Text
Şöyle yarı serseri, yarı komikli bir bey bulsam her şey düzelecek gibi
30 notes · View notes
kadinkizcocuk · 2 years
Text
Tumblr media
oğlum bana böyle serseri gülüşlerle dik gözlerini, ben daha ne isterim. her sabah biraz daha yaşama sevincisin, biraz da çorap teki.
atlas bey, sizi bin kere öpebilir miyim?
5 notes · View notes
kvrndsn · 3 years
Text
Tumblr media
Serseri demeye devam edin bana
6 notes · View notes
stanin50tonu · 3 years
Text
Tumblr media
Daraldı göğsüme dayandı dünya
17 notes · View notes
Note
Alan Walker mı.. Lost Control şarkısı da çok güzell. Bende iyiyim teşekkür ederim, şarkı dinliyorum. Birkaç şarkı önerebilir misin?
elbette öyle, alan walker -darkside/play/different world/alone/sing me to sleep/fade/faded/the spectre/alone pt2./ignite/on my way
coldplay paradise/something just like this/viva la vida/hymn for the weekend
ava max salt/so am I/kings&queens/sweet but pyscho/who's laughing now
avici the nights/ wake me up
wiz khalifa cant be stopped
stabil ben kimim?/ reenkarne/serseri bey/O
perdenin ardındakiler beni kendinden kurtar/uzaklara savrulalım
özdemir erdogan gurbet
passenger let her go
lea michele-run to you
lp forever for now
hande mehan - sen beni güzel hatirla
eylem aktas- söyleyemedim/ikrar/tut yuregimden
contra-ıslak kum
cinare melikzade-ihtiyaci var
baris manco-unutamadim
:)
1 note · View note
miyoov · 3 years
Text
Sabah şuan 08.22 anı karin ağrısıyla uyandim apandistim umarim iyisindir minik ve serseri bey
2 notes · View notes
slmbnetutu · 3 years
Text
bu yıl en çok serseri bey dinlemişim... way be
3 notes · View notes
yantekerlek · 4 years
Text
rûyam
annem, ben, kızkardaşım, teyzem kızı elif, eşi emekli olunca memleketleri edirne'ye kalıcı olarak yerleşen meryem teyze nedenini kimsenin bilmeyeceği bir duruşla cevizlibağ üst geçitin orada yürür vaziyetteyiz. rüya böyle başlıyor. rüyalarım durgun olmaz hiç. hep birileri bir şeyler yapıyor olur. hiç biriyle öylece sessizce durduğum, bakıştığım bir rüya yok. (gerçi geçen gece biz çınaraltı çay bahçesinde masada espriler yapıp kendi aramızda gülüşürken yan masada 99'luk - 33'lük tesbih olsa serseri misin kardeşim ne bakıyorsun derdim belki kalkar tesbihi ağzına sokardım. rüya çünkü her şey serbessss. gerçi benim de 33'lük tesbihlerim var çekerken tebessüm edebiliyorum sağda solda kızlara bu beni serseri yapmaz. ama onu yapar- tesbih çeken mütebessim bir bey ile göz göze gelmiştik. biz esprileşip güldükçe o da esprilere gülüp tesbih çekmeye devam ediyordu. rüya boyu esprilerimize korsan bir şekilde güldü. herhangi bir kesin sona varmadı. tesbihli beyefendiye "yan masadan gönderdiler😜" notuyla bir çay gönderip pis pis sırıtmayı isterdim. rüya sonuçta. istediğimiz iğrençliği yapabiliriz. neyse biz bugünkü rüyama dönelim.
cevizlibağ'da yürürken 85c'nin durağına iki katlı bir otobüs yanaşıyor. gözümün önünde mültecilerin ve arzu eden herkesin bu otobüslerle avrupa'ya götürüleceğini (son durak nedense ispanya) anlatan gazete yazıları, gökyüzünde bunun söylendiği anonslar. yön şirinevler yönü. fatih yönü duraklarda değiliz. beşimiz de otobüse biniyoruz. lan hadi ben bindim, annem bindi, kızkardaşım bindi, hadi elif de bindi. meryem teyze sen niye bindin dkflgl ahmet amca merak edecek. adam tek zaten çoluğu çocuğu evlendirdiniz maşallah. sıkılmasın nasıl olacak? o da gelse bari fjfjg.
neyse beşimiz bindik. kimseyi aramadık. biz avrupa'ya geçiyoruz diye. üstümüzle başımızla, hiçbir şeyimiz olmadan bindik. ne bir bavul, ne azık, ne para hiçbir şey yok. bindik. en arkadaki üçlüye oturduk annem, ben, meryem teyze. elifle kızkardaşım ayaklarımızın dibine oturdular. otobüs boş ama öyle yaptılar. diğer insanlar da binebilsin diye. otobüse her milletten insan biniyor. sıra sıra geçiyorlar. otobüsü normal bir iett hattı gibi kullanan gençler, teyzeler, ablalar, amcalar da var. sonraki duraklarda iniyorlar filan. (hatta boş ikili koltuğa tam geçecekken yaşlı bir çift de koltuğa gelmeye çalışıyorlar, neyse deyip kalkıyorum. kumrular ayrılmasın) 500t gibi bir şey. neden 500t çünkü otobüs hareket edince saçma bir şekilde avrupa yakasından anadolu yakasına geçiyoruz. olum biz avrupa'ya gitmiyor muyuz? bindiğimizde yön şirinevler yönüydü neden fatih yönüne ilerledi bu otobüs? ha rüya. rüyada her şey serrrrbesss.
neyse kasımpaşa'dayız. artık rüyamın tuhaflıklarını atlatıp avrupa seyahatimiz için heyecanlanıyorum. kaç saatte gideriz acaba diyorum. aaaaaaaaaaağnnne! şarj cihazımız yok. şuralardan bi şarj cihazı alsak. nasıl çekeceğiz gördüğümüz yerleri? keşke fotoğraf makinem olsaydı ya. üff çekemeyeceğiz. şarjım da az. çizim yaparım. gördüğüm yerleri çizerim naapim diyorum. ama ne kağıt kalem, ne de böyle bir yeteneğim var. acaba rüyada yeteneğim mi açığa çıkacaktı. tüh keşke kağıt kalem olsaydı. sonra diyorum ki hiç para yok yanımızda bari para olaydı. annem çorabından 104 lira çıkarıyor. shdjfkfkxlşslf. çantan var anne neden çorap diye sorgulayacak oluyorum sonra diyorum ki rüya kızım sakin ol. sorgulama. 104 lira beni baya bi sakinleştiriyor. çünkü kanaatkar bir insanım.
yola devam ediyoruz. inenler binenler oluyor. kızkardaşımla elif ayaklarımızın dibinden otobüsün boş koltuklarına geçiyorlar ayaklarımız rahatlıyor. (ben uyurken bacaklarımı çok büküyorum, bacak bacak üstüne filan da attığım için kan gitmiyor uyuşuyor olabilir. o da rüyamda ayağımın üstünde bir şey var hissi oluşturmuş olabilir. rüya dizaynı kusursuz. gerçek hayatımla uyuşuyor. mültecileri görmemin sebebi dün haber okumuş olmamdı bence. okuduğum haberlerdeki insansız insafsız yorumlara kızmış olmamdı belki veyahut sahurdan sonra izlediğim kısa film de bir şeyler eklemiş olabilir o da etkiledi çünkü. iki komşu biri mülteci biri türk aynı apartmandalar. çocuklar da sınıf arkadaşı. bir gün çocuklar ısrar ediyorlar birlikte oturalım diye. kadınlar da tamam diyor. işte ev sahibi çay hazırlıyor kek filan. ama kısa sürüyor oturuş arapça konuşan hanım eve geçmek istiyor. oğluna sesleniyor. ev sahibi hanım hemen kalktılar diye keki tabağa koyup üzerini peçeteyle örtüp evde yersiniz yemediniz bir şey diyor. hanımefendi alıp eve geliyor. mutfağa geçiyor. tabağı boşaltıp yıkıyor. yıkayıp suyunu süzsün diye koyuyor tezgaha. bakakalıyor. içine ne koyacak da geri verecek komşusuna. dolabı açıyor. limon ve salatalık koyuyor. komşusunun kapısını çalıp tabağı yere bırakıp kaçıyor. sonra komşusu aynı şekilde tabağı bırakıp kaçıyor. tabakta börekler var. kadın tabağı alıyor mutfağa geçiyor. tabağı boşaltıyor. tabağı boşalttıktan sonra sahne çöpte bitiyor. tabağı çöpe atıyor. çünkü tabak tek kullanımlık plastik bir tabak. kamera plastik tabakta bir süre duruyor. ekran kararıyor. sonra jenerik akıyor. aksın bakalım. ak jenerik.)
neyse yolumuza devam edelim biz. hep ederiz çünkü. bize bir şey olmadıkça sorun değildir bizim için. herkes başının çaresine baksın değil mi a dostlar? (değil) otobüs yolcu alıp indirmeye devam ediyor. okul çıkış saati. öğrenciler de dağılıyor. bitki örtüsü öğrenciler. konuşan, gülüşen, çantalarını yere üst üste yığıp bekleşen, duraklarda yollarda her yerde öğrenci. anadolu yakasındayız ama benim öğrencilerim de burada dağılıyorlar okuldan. jdkgg olum siz karşının öğrencisisiniz burada ne işiniz var. işin tuhaf tarafı bizim okul çıkışı eve dönerken gördüğüm diğer okulun öğrencilerinden siması aklımda kalanları da görüyorum rüyamda. nasıl bir bilinçaltıysa artık. yaz kampından tanışık olduğumuz kızlar da otobüsün üst katında. aaaa ebrarlar da burda anne. ooo ebrarlar dediğimi hatırlıyorum. rüya böyle kesilmeye başlıyor. görüntüler silikleşiyor. sesler kesiliyor. derken uyanıyorum. avrupa yalan oluyor.
rüyam bitti.
10 notes · View notes