Tumgik
#seçilmiş şiirleri
aykutiltertr · 17 days
Video
youtube
Gözleri Aşk'a Gülen - Funda Arar - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Nihave...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=qeFWvaKxLjE Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Gözleri Aşk'a Gülen - Funda Arar - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Nihavend Şarkı TSM KORO) Beste: Gündoğdu Duran Güfte: Gündoğdu Duran Makâm: Nihâvend Usûl: Nim Sofyân Form: Şarkı Seslendiren: Jale Parıltı Nil ipek Funda arar muazzez ersoy Bm                 G              Bm Gözleri aşka gülen Taze söğüt dalısın       Em                    G              Bm Gel bana her gece sen Gönlüme dolmalısın   Em          Bm          Em              F# Tatlı gülüş pek yaraşır Gözlerin ömre bedel Bm             G Ah ne güzel ne güzel Seni sevmek Em             Bm Ah ne güzel ne güzel Bm Sensiz elem bana yar G                Em Doğ benim ömrüme doğ da güneş gibi Bm Aşkımı tazele gel ..   Nak.  ..   Bm                G              Bm Bekleme sonbaharı Bir acı rüzgar eser     ..   Em                    G                Bm Gel bana her gece sen Saçların bağrıma ser ..   Nak.  ..   Do Re Mi Notaları mi mi mi sol sol sol |si__ | si do re do si la |si__ :|| gözleri aşka gülen taze söğüt dalısın ||: mi(i) re do si la si | do__ | sol(i) fa# mi re mi do |si__ :|| gel bana her gece sen gönlüme doğmalısın ||: la la si do | sol sol la si | do(i) si la sol fa#mi | fa#__ tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel mi fa# sol la fa#sol |mi si(i) si si si ah ne güzel ne güzel seni sevmek mi fa# sol la fa#sol | mi__ :|| ah ne güzel ne güzel mi(i) re mi fa# mi re mi | mi(i) re mi fa# mi re mi si(i) si si fa#(i) mi re# | mi__ | sol__ sensiz elem bana yar ||: sol(i) fa# mi fa# mi re | mi re do re do si doğ benim ömrüme doğ da güneş gibi si(i) do re do si la | si__ :|| aşkımı tazele gel ||: la la si do | sol sol la si | do(i) si la sol fa#mi | fa#__ tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel mi fa# sol la fa#sol |mi si(i) si si si ah ne güzel ne güzel seni sevmek mi fa# sol la fa#sol | mi__ :|| ah ne güzel ne güzel Funda Arar 2009 yılında gerçekleştirdiği bir konserinde sahne performansıyla Funda Arar. Genel bilgiler Doğum 8 Nisan 1975 (48 yaşında) Ankara, Türkiye Tarzlar Anadolu Rock, Pop, Türk Sanat Meslekler Şarkıcı Çalgılar Ud, mandolin Etkin yıllar 1999-günümüz Müzik şirketi TMC (1999-2010) Emre Grafson Müzik (2012) DMC (2011, 2013-günümüz) Resmî site www.fundaarar.com Funda Arar (d. 8 Nisan 1975, Ankara), Türk pop müzik şarkıcısı. Bugüne kadar bir Altın Kelebek Ödülü ve bir Türkiye Video Müzik Ödülü dâhil olmak üzere çok sayıda ödül kazanmıştır. Hayatı İlköğrenimini Ahmet Vefik Paşa İlköğretim Okulunda, orta ve lise öğrenimini Muğla ve Adapazarı'nda tamamlayan Funda Arar, 1996 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'ndan mezun olmuştur. Eğitiminin ardından iki yıl boyunca Ataköy'de müzik öğretmenliği ve sahne çalışması yaptı.[1] Müzikal kariyeri 2000: İlk yılları Bir arkadaşının tavsiyesi üzerine Gayrettepe'deki Zorba Tavernasında çalışmaya başladı. Burada daha sonra evleneceği Febyo Taşel ile tanıştı. Daha sonra Kınalıada'da bir müzikholde bir süre çalıştı. Yaklaşık bir buçuk yıl ilk albümü için çalışmalarını sürdüren Funda Arar'ın Sevgilerde albümü TMC etiketiyle 11 Şubat 2000'de yayımlandı. Albümde ağırlıklı olarak müzisyen Yücel Arzen ile çalışan sanatçı çıkış şarkısı olarak Necip Fazıl Kısakürek'in şiiri "Kaldırımlar" seçilmiş, şarkıya Hakan Yonat yönetmenliğinde bir klip çekilmiştir. Aynı albümde bestelenen şiirlerden Behçet Necatigil'den "Sevgilerde", Gülsüm Cengiz'den "Yağmur" ve Şeyda Kılınç'tan ise "Ay Doğmadan Gel" şiirleri de yer almaktadır. Daha sonra sırasıyla "Aysel" ve sözü ile bestesi Yücel Arzen'e ait olan "Sonu Yok Bu Aşkın" adlı şarkılar kliplendirilmiştir. Yine aynı yıl Funda Arar dönemin popüler dizilerinden olan Ruhsar'da konuk oyuncu olarak rol almıştır. Dizide Sevgilerde albümünden "Ah Oğlan" adlı şarkı ön plana çıkarılmıştır. İlk albümünün ardından Funda Arar, çalıştığı müzik şirketi TMC'nin diğer bir sanatçısı olan Kıraç ile 14 Şubat 2001 yılında Sevgiliye adında bir düet albümü çıkarmışlardır. Albüme adını veren şarkıda düet yapan iki sanatçı, bu şarkıyı da kliplendirmişlerdir. Albümde Funda Arar tarafından solo olarak yorumlanan, söz ile müziği kendisine ait "Seni Düşünürüm" şarkısı da daha sonra kliplenmiştir. Sanatçı 2002 yılında ise Magazin Gazetecileri Derneğinden Kıraç ile birlikte yaptığı Sevgiliye albümü ile "En İyi Çıkış Yapan Sanatçı" ödülünü almıştır. 2002-07: Kariyerinin yükselişi Funda Arar bir televizyon programının konuğu (2009) Funda Arar 2002 yılında ikinci solo albümü Alagül'ü' çıkarmıştır. Albüme adını veren "Alagül" şarkısı çıkış şarkısı olarak düşünülmüş ve klibi yine Hakan Yonat tarafından çekilmiştir.
0 notes
haytaogluyunus · 4 months
Text
Tumblr media
ANMA:
BUGÜN 14 ARALIK (1978)
MİLLİYETÇİ-ÜLKÜCÜ CAMİANIN BÜYÜK ŞAİRİ
YETİK OZAN(TURGUT GÜNAY: BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN KIZI UMAY GÜNAY'IN EŞİ)
VEFATININ YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
Şair, edebiyat araştırmacısı (D. 1942, Soma / Manisa – D. 1978, Ankara). Şiirlerinde Yetik Ozan ve Firkatî mahlaslarını kullandı. İlköğrenimini Aydın’a bağlı çeşitli bucaklarda, ortaöğrenimini Rize’de tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1966) mezunu. Bir süre Kütahya Lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1967’de Atatürk Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne asistan olarak girdi. Doktorasını burada “Rize İli Ağızları” adlı tez çalışmasıyla (1972) tamamladı. 1975 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne geçti. Akademik çalışmaları yanı sıra TRT Halk Müziği ve Halk Oyunları dairelerinde yönetim kurulu üyeliği görevinde bulundu. Şiirleri ve makaleleri Töre, Hisar ve Türk Edebiyatı gibi dergilerde yayımlandı.
Kapatby ReklamStore
ESERLERİ:
ŞİİR: Atmaca Uçurumu (1973), Atmaca Uçurumu-Ülkü Bağı-Bütün Şiirleri (2002).
DERLEME-İNCELEME: Halk Şiirlerinde Atatürk (Saim Sakaoğlu ile, 1974), Balıkçıl ile Yengeç - Kelile ve Dimne’den Seçilmiş Hikâyeler (1977), Rize İli Ağızları - İnceleme-Metinler-Sözlük (1978).
HAKKINDA: Arslan Tekin / Edebiyatımızda İsimler ve Terimler (1999), Mehmet Çetin / Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi (2002).
0 notes
yorgunherakles · 3 years
Quote
nasıl da kararıyor bulut yağmurun tonları da koyulaşmakta çok azı yağıyor o zaman bulut ölüyü daha aydınlık bölgelere taşıyor
ingeborg bachmann - sürgün
21 notes · View notes
yurekbali · 4 years
Text
Tumblr media
“Cahit Sıtkı Tarancı“ anısına... (2 Ekim 1910, Diyarbakır - 13 Ekim 1956, Viyana, Avusturya) * * * Cahit Sıtkı Tarancı ile ne zaman, nerede, nasıl tanıştığımı anımsamıyorum. 1947’den sonra yakınlığımızın başladığını, giderek dostluğa dönüştüğünü iyice biliyorum. O sıralar Cahit bekârdı. Onu görmek isteyenler, akşamları -Ankara’nın Yenişehir semtinde, Sakarya caddesinden Bayındır sokağa sapınca sağda, bahçe içinde, yeşillikli- Missuri Lokantası’nda bir iki kadeh atıp yemeğini yerken, ya da -Ziya Gökalp’ten Selanik caddesine dönünce orada, yine bahçe içinde- Buket Lokantası’nda düşünür, bir yandan demlenir, bir yandan da şiir yazarken bulurlardı. Biz daha çok Ulus’ta, Posta caddesine girerken solda ‘Kürdün Meyhanesi’nde, kimi de, arası bir apartman kapısı ile ayrılan ‘Şükran Lokantası’nda toplanırdık. Sonraları Cahit Sıtkı da buraya sürekli gelmeye başladı. O, Şükran Lokantası’nın kapısından içeri girince, solda camın önünde bir masa edinmişti kendine. Hep orada oturur, tül perdenin arkasından Posta caddesini seyrederdi sanki!.. Çoğu zaman onu elinle koymuş gibi yerinde bulurdun. Bir akşam, çok sıkışık bir duruma düştüğüm bir sırada, onu orada bulmam beni zor durumdan kurtardı. Hızır gibi imdadıma yetişti. O gün, yayınlamakta olduğum Seçilmiş Hikâyeler dergisinin matbaa hesabını kapatmıştım. Şimdilerde gülünç gibi görünen, o tarihte önemli bir para sayılan ikiyüz, belki de üçyüz lira ödemiştim. Sonradan farkına vardım ki cebimde bir otobüs bileti alacak para bile kalmamıştı. Kendi kendime, ‘Nasıl olsa bir arkadaşı görür, ondan bir günlüğüne ödünç para alırım.’ diye düşünmüştüm. ‘Kürdün Meyhanesi’ne gittim, aksiliğe bakın kimsecikler yoktu, oturmadım. ‘Şükran’a bakayım,’ dedim. Daha içeriye girmeden Cahit’in camın önünde, tül perdenin arkasında bir masada oturduğunu gördüm. Her zamanki yerinde, güleç bir yüzle sarmaş dolaştı. Yeni dizeler düşünüyor olmalıydı. Onu görünce birdenbire ferahladım. Rahat bir soluk aldım. Dışarıdan camı tıklattım. Beni görünce, ‘Ne var’ anlamında baktı. İşaret ettim, ‘Dışarıya gel’ diye. Merak içinde kalkıp geldi. Kısaca durumu anlattım, onyedibuçuk kuruş otobüs parası ödünç istedim. Cahit rahatlar gibi oldu: “Ben de bir şey oldu sandım, merak ettim, gel, bir kadeh atarsın.” diyerek gülümsedi. “Sağ ol, gitmem gerek.” dedim. Bunun üzerine hemen çıkarıp birkaç lira vermek istedi: “Hayır,” dedim, “bana onyedibuçuk kuruş ver, yeter. Evde param var.” * Gecelerden birinde ‘Kürdün Meyhanesi’nde toplanmıştık. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, İlhan Tarus, Şahap Sıtkı, Fethi Giray. Sanırım Mehmed Kemal ile Suphi Taşhan da vardı. Yedi sekiz kişiydik. Orhan Veli, Cahit Sıtkı, İlhan Tarus, üçü sosyal güvenlik konusunu tartışıyor, biz de dinliyorduk. Konunun iyice kızıştığı bir sıra, meyhanenin sahibi Kürt Mehmet, bizim masanın bir ucunda, kapkara saçları, diş fırçasını andıran kaşları, iyice morarmış yüzüyle belirdi. Ondan hiç beklenmeyen yavaş, yumuşak bir sesle: “Orhan Veli Bey, Cahit Bey, biraz dolaşın, bütün masaları polisler tuttu. Yer yokluğundan gidiyor müşteriler.” dedi. Birdenbire zehirlenmişe döndüm. Bedenimin her yanını ateşler bastı. Şakaklarım zonkluyordu. Şaşırdım kaldım. Polis bizi neden izliyordu? Suçumuz neydi? Sol yanıma, meyhanenin derinliğine doğru baktığımda, ilk önce masaların altındaki çizmeler, sonra da gri kilot pantolonlar gözüme çarptı. Bakışlarımı şaşkınlıkla biraz daha yukarıya kaldırınca, beş altı masanın çevresinde, birer ikişer, lacivert ya da gri ceketli, şapka veya kasketli kişilerin oturduğunu gördüm. Masalarında boş bira şişeleri ile bardaklar duruyordu.  Bir şey yiyip içmediklerine göre, Kürt Mehmet’in polis dediği bunlar olmalıydı. Bir kâbus görmüş gibiydim. Onların bizi izlemeleri ağırıma gitmişti. Ne satacak önemli bilgiler vardı elimizde, ne de ülkemizin çıkarlarıyla ilgili önemli yerlerde görevliydik. Hepimiz birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Edebiyatı sevmekten, onunla uğraşmaktan başka bir suçumuz yoktu. Eğer bu suç ise... Hesaplarımızı ödedik, kalktık. Ne var ki, konuşma en heyecanlı yerinde kalmıştı. Kürdün Meyhanesi’nin bir üstündeki ‘Şükran Lokantası’na girelim’ denildi. Camın kenarında bir masaya oturduk. Konuşma bırakıldığı yerden başladı. Benim aklım polislere takılıydı. Konuşmayla hiç ilgilenmiyordum. Polisler bizim arkamızdan -çakılır düşüncesiyle- hemen dışarı çıkamadıklarından, izimizi yitirmiş olacaklar ki Posta caddesinin bir yukarısına, bir aşağısına koşmaya başladılar. Buraya girebileceğimizi bir türlü akıl edemediler anlaşılan. Tül perdenin arkasından onları izliyordum. Gecenin sessizliği içinde, Posta caddesinde çizme sesleri yankılanıyordu. * Cahit Sıtkı, ince yapılı, kısa boyluydu. Duygulu, sessiz, çekingendi. Böyle olmasına böyleydi ama, şiir ya da sanat konularındaki tartışmalarda acımasız olduğunu çok görmüşümdür. İyi Fransızca bilirdi. Dünya edebiyatını, özellikle Fransız sanatını yakından izlerdi. Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü Etüd ve Organizasyon Kurulu’nda birlikte çalıştık. O çevirmendi. Uzun çuha kaplı bir masanın çevresinde otururduk. Cahit de bu masanın bir ucunda çeviri yapar, boş zamanlarında yeni dizeler üzerinde çalışırdı. O dönemde Seçilmiş Hikâyeler’e gelen şiirleri Cahit okur, yayınlanacak olanları seçerdi. Öykülere ise, derginin ilk yayınlandığı 1947 yılından beri Esendal’la birlikte bakardık. Bunu Cahit de bilirdi. Sonra O, Çalışma Bakanlığı’na geçti. Şimdiki Dışişleri’nin bir bölümündeydi çalıştığı yer. Sık sık ona uğrardım, görüşürdük. Orada bir kızla ilişkisi oldu. Bunu uzun zaman bizlerden gizledi. O, her ne kadar aklıyla, çirkin bir adam olmanın burukluğundan kendini kurtarmış olsa da, zaman zaman bu acının içine düştüğü olmuştur. Kızla ilişkisini saklayışı da bu yüzden olabilirdi. Oysa Cahit’in altın gibi bir yüreği vardı. Onun ince, küçük yapısı alkole pek dayanıklı değildi. Bunu bildiği için de fazla içmezdi. Ama ender de olsa, ölçüyü kaçırdığı olurdu. Ankara’da Tandoğan Meydanı’ndan sonra gelen, o zamanki adıyla Mebus Evleri’nde otururdu. Böyle ölçüyü kaçırdığı gecelerde onu evine ya Sunullah Arısoy, ya da ben götürürdük. İkimiz de Bahçelievler’de oturuyorduk. Başka geceler evlerimize dönerken ya otobüsle ya da dolmuşla giderdik. Ama Cahit olunca bunu uygulamak olanaksızdı. Üstelik, biz taksiyle gidecek olsak ikibuçuk lira yazardı. Ama Cahit olunca bu, üçbuçuğa, kimi de daha çoğuna patlardı. İyi ki bu sık sık olmazdı. Yoksa buna bizim bütçe dayanamazdı. Mebus Evleri denilen mahallede tüm yapılar birbirine benzerdi. Üç sokağı vardı ki, onların da ayrılıklarını seçmek çok güçtü. Cahit’i evine götürdüğüm geceler, sokağın birinde rastgele taksiyi durdurturum, O, arabanın camından uykulu bir bakışla bakar, sonra: ‘Sava!..’ der. Bu sözcük bazen ‘Evet.’, bazen de ‘Hayır.’ anlamına gelir. Cahit’i tanıyorsan nerede ne anlamda kullandığını bileceksin. Bu bir yerde de zorunludur, delik olan bütçeni kurtarmak için... Yoksa, ha bu sokak, ha şu sokak, bu ev miydi, şu ev miydi derken sabaha dek Mebus Evleri’nde turlar durursun boş yere, Tarancı’nın evini bulacağım diye... Üç sokağı turladıktan sonra, ilk geldiğimiz yerde mi, biraz ötesinde mi, yoksa başka bir evin önünde mi, Cahit gene ‘Sava!..’yı çeker. Dikleşmesi arabadan inmeye hazırlanması demektir. Geceleri hep geç saatlerde, düzensiz aralıklarla yinelenir bu gelişler... Sokakların, evlerin birbirine benzemesi yanıltır insanı. Hangi sokaktı, hangi evdi belleyemezsin. Bu yüzden, getiren taksiye bir, birbuçuk lira fazladan ödemek zorunda kalırsın. * Evlendikten sonra Cahit, artık akşamları çıkamaz, sürekli geldiği yerlere gelemez olmuştu. O’nun yeri boş kaldı oralarda. Sevgiyle beklendi, arandı. Bu duruma mutluluğu için belki eyvallah demişti. Demişti ama bir süre sonra, kırkaltı yılının yarısından çoğunu geçirdiği bu yerler, daha çekici gelir olmuştu ona. Yaşama biçimini bozmak pahasına, konulan yasaklara karşı gelecek bir yapıda değildi Cahit Sıtkı. Boyun eğdi. Akşamüstleri, Bakanlıklar’da O’nu, akpak, tombulca eşinin kolunda asılı giderken gördüğüm çok olmuştur. Göz göze geldiğimizde sıkılırdı. Mahcup olmuş gibi kaçamak bir selam verdiğini anımsarım. Evliliğin zorlamalarıyla, mutlu da olsa, ev ev komşuluklar kuracak bir yaradılışta değildi. Sonunda ters de olsa, bütün bu olan bitenden öç almak istercesine, sabahları erkenden evden çıkar, ‘Çeviri yapacağım.’ diyerek, ‘Şükran’da iki kadeh atıp öyle işine gider olmuştu. Sanırım ki Cahit’in sağlığını bozan da bu davranışı oldu. Bir sefer, gündüz gözüyle Mebus Evleri’ndeki evini gördüm. O da hastalandığı sırada oldu. Sunullah Arısoy’la beraber yoklamaya gittik. Sonra Cebeci’deki bir hastaneye kaldırıldı. Oraya sık sık uğrardık. Bir türlü iyileşemiyor, hastalığı günbegün ağırlaşıyordu. Uzun süre hastanede yattı. Sonra, Samet Ağaoğlu’nun da ilgilenmesiyle, Viyana’da bir hastaneye gönderilmesine karar verildi. O gün havaalanında onu çiçeklerle uğurladık. Oldukça kalabalık bir sanatçı topluluğu, sevenleri vardı. Kim bilebilirdi ki bu gidişin dönüşü olmayacak. 13 Ekim 1956 günü, henüz genç denebilecek, kırkaltı yaşında Viyana’da yaşama gözlerini kapadı Cahit Sıtkı. Edebiyatımız ve Türk ulusu ünlü bir ozanını yitirdi böylece. - Salim Şengil, Cahit Sıtkı Tarancı (1) (Anılarda Kalan Portreler) * * * Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında. - Cahit Sıtkı Tarancı, Otuz Beş Yaş Şiiri * * * - Görsel: Hakan Arslan (Cahit Sıtkı Tarancı)
22 notes · View notes
perondakibostrenler · 4 years
Photo
Tumblr media
Merhaba! Sana böyle hitap etmek, ne bileyim sanki bir yabancıymışsın gibi, öylesine garip ki. Geride bıraktığım aylarda sana duyduğum birikmiş özlemimle, bir zamanların tüm sıcak ve içten kucaklamasıyla, ismini birinci tekil şahısa ait sahiplenmişlik çekimiyle söyleyerek hitap etmek istiyordum oysaki. Eskiden olduğu gibi... Benim olduğun zamanlardaki gibi... 15 ay oldu. Saydın mı bilmiyorum. Ben saydım... Her ayı, her haftayı, her günü... Gittiğinden beri tam on beş ay oldu. Her gün olduğu gibi, ertesi gün yine buluşacakmışız gibi birbirimizden ayrılışımızın üzerinden on beş koca ay geçti. O belediye otobüsünün koltuğuna yüzüme bakmadan oturuşunun ve benim ardından bakışımın üstünden on beş ay geçti. Seni son kez gördüğümün farkında bile değildim oysaki. Ben nasıl geçirdim bu on beş ayı? Sormadın. Sormazsın. Ben yine de elimden geldiğince anlatacağım. Bu kadarını borçlu olduğunu düşünüyorum bana. Sen gittiğinden beri... Her gün en az bir insana bakıp başımı öne eğdim. Önceden insanları kırmaktan korkardım, her gün en az bir insanın kalbini kırdım. Hiç okumayacağım kitaplar alıp her gün en az bir tanesinin sayfalarına boş gözlerle baktım. Her gün insanlar konuştu ve ben de her gün onları dinliyor gibi yaptım. Her gün çok kez "neden" diye sordum. O günden beri her gün fotoğraflarından kaçırdım gözlerimi. Bir kez bile bakamadım. Silemedim de... Her gün "uyuyabileyim artık" diye yakardım. Nihayet uyuyabildiğimde ise "ne olur bir daha uyanmayayım" diye yalvardım. Her gün birlikte geçtiğimiz en az bir sokakta kokunun izlerini aradım. Her gün yerini yadırgayan bir eşya gibiydim; en az bir kez "neredeyim ben" sorusunu sordum. Hiçbir zaman çok konuşkan biri değildim zaten ama sen gittiğinden bu yana soru sorulmadığı sürece sesi çıkmayan biri oldum. Şimdi bana artık kimselerle konuşmaya değmezmiş gibi geliyor. Her gün herkesin yoluna nasıl devam edebildiğine şaştım. Yolumu kaybettiğimden olacak, hatırlasana "yolum sendin". Her gün yedek bir t-shirt bile almadan otobüse atlayıp başka coğrafyalarda yitip gitmek istedim. Henüz yapamadım. Her gün hayatımdaki hataları hafızamdan silmeye çalışırken bir silgi gibi tükendim. Her gün parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmandan ölesiye korktum. Her günüm hayatlarının belli bir bölümünü birlikte geçirmiş iki insanın gün gelip de hakikaten birbirinden ayrılabileceğini inkar etmekle geçti. İnsanların ayrılınca değil, yeniden kavuşma umutları yitince yıkılacağını öğrendim. İşte o gün hayat son zerresine kadar kocaman bir can sıkıntısına dönüştü. Beni o sonbaharda bir tek sen terk edip gitmiştin ama sanki iki bin beş yüz kişi terk edip gitmiş gibi bir acı oturmuştu göğsümün üstüne. Nefessiz kalmıştım. Kötü bir hastalığa yakalandığımı ve sadece üç aylık ömrüm kaldığını öğrensem ölüm hoş gelirdi sefalar getirirdi. Bu yüzdendir sen gittiğinden beri her gün sağlıksız gıdalarla beslenmelerim. O günden beri... Yani seni son kez gördüğümden beri Turgut'lar vardı her gün sığınmaya çalıştığım, Edip'ler, Behçet'ler, Oğuz'lar, Özdemir'ler, Mahsuni'ler, Zeki'ler... Hepsi de güvenilir, hepsi de hâlden anlayan abiler. Sen gittiğinden bu yana her gün elim gitti telefona. Her gün ellerimle ittim telefonu. Sesini bir kez daha duyabilmek için ömrümü verebilecekken hayatında başka birinin olduğunu duymak korkusu iliklerime kadar işledi her defasında. Ve bu vesileyle senden bir rica... Bir gün cennetten düşme gülüşünü, kollarının sıcaklığını, o tatlı öpüşünü, sabahlara kadar bıkmadan dinlenecek sohbetini, sevdiğin bir şarkıyı dinletirken yaşadığın heyecanı, uykumu alıp almadığımı dert edinmelerini, sağlığım üzerine titremelerini paylaşacağın bir başkası olursa hayatında ne olur benim bundan haberim olmaması için elinden ne geliyorsa yap. Her gün ama her gün bu düşünce ile bin defa nefesim kesildi. Gerçek olduğunu bilmekle başa çıkamam. "Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna." Çok bilinen bir alıntısında böyle diyor Oğuz Atay. Seçilmiş yalnızlık insanı olgunlaştırır. Senden önce de yalnızdım ama bu yalnızlık benim seçtiğim bir şeydi. O zamanlar gücüme gitmiyordu öyle yaşamak. İtilmiş yalnızlık ise en zoru. Çünkü insanı içten içe çürütüyor. Sen her zaman tepeden bakardın, anlam veremezdin, biliyorum ama bir insan kendi seçtiği yalnızlıktan öyle kolay vazgeçmez. Bir insan yalnızlığa alışmış biri tarafından sevilmişse onu asla kaybetmemeli. Çünkü bir daha onun kadar sevenini bulamaz. 4,5 milyar yaşındaki bir pastanın üstüne dikilmiş iki minik mumduk seninle. Çok kez üflediler bize, ısrarla sönmedik. Sen gittiğinden bu yana nerede birlikte yanan, birbirini ısıtmaya çalışan iki mum görsem nefretle bakıyorum onlara. Bir gün sönmeleri için dua ediyorum. Dedim ya mumların kırılmasını umursamıyorum artık. İyi bir insan olarak tanımlardım kendimi. Öyle miydim, artık emin değilim ama umursamıyorum da. Beni sensiz bıraktığın günden sonra bir kutu edindim; sana dair özel günlerde, doğum günlerinde mesela, alacağım hediyeleri saklayabilmek için. İlkini geçen 5 Şubat'ta aldım. Seveceğini düşündüğüm, gördüğünde gözlerini mutlulukla ışıldatacağına inandığım hediyeler alıyorum senin için. Bir gün onları sana sunabileceğim umudunu hep yüreğimde taşıyacağım. Şarkılar, kitaplar, filmler, şiirler öğretmiyorsa da hayat öyle olduğunu söylüyorsa inanmalı insan. Korkumdan her sarılışımda geri ittiğim o telefon bir kez çalsın diye beklerken öğrendim ki herkesin acısı sevgisi kadarmış. Bendekini her gün defalarca tattım sen gittiğinden beri. Her gün o acıyı en az bir damla gözyaşı ile besledim. Dünyanın merkezi sendin her gün. Sokağa çıkmalıyım belki de artık. Çok uzun süredir görüşmediğim dostlarıma yeni adres bırakmalı, odamı havalandırmalı, etrafa saçılmış kitapları toplayıp rafları düzenlemeli, çocuklara dondurma ısmarlamalı, yarım kalmış şiirleri tamamlamalı... Ahmet Telli öyle yapmış aşk bittiğinde. Peki ama ya aşk hiç biter mi? Şarkıda ne diyordu? Kalır adımızla bir sokak duvarında... Çıralı'dan bir fotoğraf geliyor aklıma, bilirsin sen de. Kalır bir odada bir yastık oyasında... Kalır dilimizde yinelenen bir şarkıda... Buruk bir gülüşte, dağılmış yürüyüşte... Kalır bir sokakta, bir genel telefonda... Kalır bir pazarda, bir kahve kokusunda... Bir çiçekte, bir deniz kıyısında... Aşk hiç biter mi? Hiçbir şey olmamış gibi boşlukta kaybolup gider mi? Gitmez! Bitmez! Hâl böyleyken o pencereyi açık bırakıp, kitapları toplayıp, dostlara adres bırakıp, çocuklara dondurma alıp hayatıma devam edemiyorum işte. "Olursa seninle olsun isterim, olmazsa da başkasını istemem" demiştim ya, bende yalan yok, başkası için atmaz bu yürek. Öyle bir şeye niyetlendiği vakit kendi ellerimde sökerim yerinden. Seni öyle bir yere sakladım ki kalbimde, öylesine güvendesin ki o yerde, merak etme, hiçbir zarar gelmez sana orada, kimse söküp atamaz... Bir keresinde "keşke bu kadar yara almadan önce ayrılsaydık, 1-2 sene sonra, yaralarımız kabuk bağladıktan sonra yeniden birlikte olur, daha mutlu olurduk" demiştin. O vakitler çok üzülmüştüm bu sözüne. Şimdi, içinde bulunduğum şu ruh halinde, bunun bir gün gelip de gerçek olması ihtimalini düşünmeden edemiyorum. "Bizim hikayemiz böyle yarım kalmamalı" diyorum. Umut fakirin değil, benim ekmeğim artık. Bitmesin diye ufak lokmalar halinde tüketiyorum. Çünkü bir gün seninle yeniden birlikte olma umudu benim her şeyim. Başından ne geçerse geçsin, hayatına kimler girerse girsin, bir gün özlersen, seni sımsıkı sarıp sarmalayacak, eskisinden çok daha fazla ve çok daha doğru sevecek beni özlersen bil ki kollarımı kocaman açmış seni bekliyor olacağım. O gün geldiğinde, ki gelmesini umuyorum, tereddüt içine düşme, ne olur. O gün gelene kadar ben senin için olmak zorunda olup da asla olamadığım kadar doğru ve sorumluluk sahibi biri olmak için elimden geleni yapacağım. Unutmadığını düşünüyorum, Ayten Alpman'ın olsa da bizim hep Cem Adrian'dan dinlediğimiz ve benim sürekli senin kulağına fısıldadığım şu şarkının sözleriyle yâd et hep beni. Geldiğin gün yine bunu fısıldayacağım kulağına: "Bir akşam gözünde aşk tüterse, geçmiş günler aklından geçerse, kalbin bomboş ümitler biterse, sen üzülme ben varım. Neler geçti kim bilir başından Sevgi umdun hep başkalarından Ağlama gidenlerin ardından o giderse ben varım. Zaman durdu sanki beklerken seni Ben bir tek sevgiye bağladım kalbimi. Ayrılmam istersen hiç yanından Çağırsan gelirim çok uzaklardan Eskiden korkardım yalnızlıktan korkmam artık sen varsın."
6 notes · View notes
mgavsar-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
#MissTurkey🇹🇷 #MİSSTURKEY1966 #TurkiyeGuzellikKraliceleri #GuzellikKraliceleri #inciAsena #TurkishWriter #TurkishPoetry #1966TürkiyeGüzeliİnciAsena #Şair Doğum #1948DogumlularSeria #istanbulDogumlularSeria #TurkiyeDogumlularSeria 1948 İstanbul . Eğitim: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Filolojisi Bölümü Diğer İsimler #AniToros 1967 Türkiye Güzeli İnci Asena, vefat eden Duygu Asena'nın ablasıydı. Aynı İnci Asena bir gün önce vefat eden usta gazeteci #HalitÇapın 'ın da eski eşiydi ( #29TemmuzSeria 2006). Yazarın Adı:İnci Asena Unvan:Türk Yazar Doğum:İstanbul, Türkiye 1948 1948 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi'nde okudu. Adam Yayınları’nın, Adam Sanat ve Adam Öykü dergilerinin kurucularındandır ayrıca Pen Yazarlar Derneği üyesidir. Şiir ve deneme kitaplarının yanısıra çok sayıda derlemeye imza atan İnci Asena'nın ilk romanı Aldanış'tır. #30TemmuzSeria 2006'da hayata veda eden gazeteci-yazar Duygu Asena'nın Ablası dır ( #19Nisan1946seria #19NisanSeria #19NisanDogumlularSeria) Eserleri: 1993 Tramvay Döşeriz Ay Döşeriz 1996 Çıplak Bakamıyorum 2000 Tutamadığım Sözler, Yirminci Yüzyılda Yazınımıza Elverenler 1998 Üç Gün Paris 1999 Amsterdam’dan 1992 Türk Edebiyatından Aşk Şiirleri Antolojisi, Türk Yazınından Seçilmiş Aşk Şiirler, 1993 Türk Yazınından Seçilmiş Ayrılık, Özlem, Yalnızlık Şiirleri 1994 Dünya Yazınından Seçilmiş Mektuplar . #MissTurkeySeria🇹🇷 #MİSSTURKEY1966seria #inciAsenaSeria #AniTorosSeria #TurkiyeGuzellikKraliceleriSeria #GuzellikKraliceleriSeria #PoetriesSeria #WritersSeria #TurkishWritersSeria #TurkishPoetriesSeria (Pen Yazarlar Dernegi)
1 note · View note
numanca-blog · 4 years
Text
Gülşen Güzey yazdı: Bakma Zamanları
Tumblr media
Bahar toprağından yükselen tütsü
Umut ve acı, başlayan ve biten,
Yağmurun ve akıp giden hayatın türküsü”diyor Ataol Behramoğlu. Günümüz genç şairlerini merak ederek aldığım ve uzunca bir zamandır okumaya karar verdiğim Numan Çakır’ın Bakma Zamanları1 kitabı da bu dizelere uygun geliyor bana, bitirip kapağını kapattığımda.
Kitabın şairi Numan Çakır, 1990 Samsun doğumlu. Yazmaya, Radikal Gazetesinin Genç ekinde başlamış. İlk projesi olan Sanat Sokak adlı dergiyi, kendi çabaları ile internet üzerinden online olarak yayınlamış. 2014 yılında Türkiye’nin ilk “Âşık Veysel Müzikali”ni Sert Ünsüzler adındaki tiyatro ekibiyle sahneye koymuş. N10 TV’de creative yazarlık, Pijama Dergisi’nde editörlük, Roka Dergisi’nde genel yayın yönetmenliği yapmış. Şiirleri Edebiyatist, Artistik Bellek, Ayı, Başkan Peron, Zalifre; yazıları İsabet gibi dergilerde yayımlanmış. Üç şiir kitabı var Numan Çakır’ın: Kaburga Kemikleri, Bakma Zamanları, Meyus Atlar.
Kitabın kapağı da ismi de oldukça dikkat çekici. Bakma Zamanları’nın kapağı Kazı Kazan Fotoğrafları sergisinden seçilmiş ve Mustafa Cevahir Akbaş ‘a ait. Yaklaşık yirmi fotoğrafın içinden seçilmiş, yaşlı bir adamın fotoğrafı. Numan Çakır, “Şairlik aslında gözlerini kapattığında, görmediğinde, karanlıkta başlayan bir şey. Şairin gözlerini kapatsanız bile o her şeyi hisseder ve her yeri görür.  Aynı zamanda şairlerin hayata bakma açısı ve pencereleri çok farklı ve hayatı sürekli gözlemliyorlar. Bu yüzden kitabın adı Bakma zamanları.” diyor.2
“elbette kuşlar
acının fotoğrafını çekiyor”dizeleriyle başlıyor Bakma Zamanları. Şairin “Mutlu olduğum zaman şiir yazdığımı hatırlamıyorum. Hep sıkılganlık haliyle yazdım.”3 demesi aslında bu dizelerin açıklaması gibi. Kuşlar, şairler olarak düşünüldüğünde şiir acının ifadesidir. Nitekim söz konusu şiir kitabının da hemen hemen bütün şiirleri acıdan az veya çok nasibini alıyor.
Eser, dokuz bölümden oluşuyor diyebiliriz. Her şiir demetinin başındaki kısacık şiirlerden yola çıkarak bu ayrımı yaptım kendimce.
“bu/Hera’nın/öldüğü gün/yazıldı/taşa/toprağa/kâğıda/yani/gözyaşı/akıttığı gün/Zeus’un”Dizeleriyle başlayan ilk şiirlerde Antik Yunan tanrılarının ve tanrıçalarının yaşamlarıyla, yaşamış sayıldıkları şehirleriyle işlendiğini görürüz. Zeus, Hera, Gonia, Osopos, Kibele gibi tanrı ve tanrıçalar; Antik Yunan Çağı’nda yaşamış felsefeci Diyojen ile ozan Homeros başta bu bölümde olmak üzere şiirlerin çoğunda karşımıza çıkar. Numan Çakır’ın Karabük Üniversitesinde Sanat Tarihi Bölümü okuması bu şiirlerde kullanılan konuları açıklar. Bununla beraber tek tanrılı din unsurları ve liderlerine de yer verdiğini görürüz: Âdem ve Havva,  Habil, Kabil, Meryem Ana, Hz. İsa, Hz. Musa… Kısacası Antik Yunan’dan günümüze kadar birçok inanç biçimi şiirlerin çoğunda karşımıza çıkar.
Birinci bölümün ilk şiiri BEN İYONYALILARI GÖRDÜM’de “Güneşi yakıcı sabahların selasız uyanışlarında/Perdesini açar camın İyonyalılar/Ötelerden Zeus’un tuzlu suyla ağzını çalkaladığı/kıyısına Hera’yı uzatıp ayaklarından öptüğü şehir/Şimdi bir kadının evinde yalnızlığa boğulur/Boy verir denizin içinde ve tutunur mavi gözlü adamın diline”dizeleriyle bize İyonya’yı gezdirir. HOMEROS’TAN KALAN ise  “Önce ve her şeyden evvel Âdem/Bütün çıplaklığıyla toprağa uzanmış…”diye başlayarak “Sırtında Karıncalar gezen Âdem’in/ Havva’yı kucaklayıp bir çocuk çıkarması…”şeklinde devam eder. Ardından Homeros’un; Cemal’ler, Ahmet’ler, İskender’ler ile Brecht’ler, Neruda’ların dünyaya gelişi ve şiire ulaşması dile getirilir. Varoluşumuzla ilgili çıkarımları bu şiirde de önceki ve sonraki şiirlerde de karşımıza çıkarır şair. BİR DUVAR DENEMESİ’nde “Ölümü icat eden Kabil/Ölmeyi icat eden Habil gibi/Bugün bir yalnızlığı icat eder oluruz” ve “Bir duvar çekip ikimizin arasına/ Berlin’de gurbet çukurlarına düşmüş oluruz”dizelerinin açıkça gösterdiği gibi yalnızlaşma ve insanların birbirinden giderek uzaklaşması hüzünle dile getirilmiş. OSOPOS’UN GÜZEL KIZINA şiiri bir Sinop şiiridir aslında. Osopos’un güzeller güzeli kızı Snope’nin yaşadığı yerin Sinop olduğu kabul edilir bir efsaneye göre.“Balık kokusu geliyor dar sokaklardan/Dar sokaklarda babamın marşları/Babam geçiyor takım elbiseyle” dizeleriyse bu şiirin otobiyografik özellikler gösterip göstermediğini düşündürecek niteliktedir. MEYUS ATLAR şiiri aynı zamanda Numan Çakır’ın son çıkan şiir kitabının adıdır. Bu kitaba da aldığı şiirin şu dizeleri tarihin eski sokaklarında bize bir gezinti sunar: “Orta Asya’dan şimdi/Seni sevdiğim güne kadar çadırlar kurulurdu öylece/Öyle sulaktı göğsünün arazisi/Beni tut bindir şu atlara/Koştur ayaklarından saçlarına kadar” Bu bölümün son şiiri İŞÇİ, geçmişin de günümüzün de utanç izlerini taşır. Ekmek peşindeki yoksun, yoksul ve çoğu zaman da iş kazasına kurban verdiğimiz işçilerin üzgün yüzlerini resmeder bu şiir bize: “Yırtık atletiyle emeğini inşa eder/Nasıl olsun sabah tebessümleri/Cebinde akrebiyle uyanmışken/Karyoladan düşmüş gibi çalışan adamların/Yorgan dikmiş ölü kokan kadınların arasında/Zehir yutmuş gibi uyanan insanlar”
“Çarşılarda insan gezdim/bulamadım/Dükkânlarda neşe gördüm/alamadım ”dizeleri ikinci bölüme taşır bizi. Bölümün ilk şiiri KÖRPE “Çocukların gözünden kanlar/Kanların peşinden ölüm/Ölümün peşinden feryat/Feryadın peşinden sessizlik getirir bu/Bu, dağların Kerbela’sıdır.”dizeleriyle dükkânlardan neşe alamamasının sebebini dillendirir bir bakıma. HİKÂYE adlı şiirde insanın dünyadaki ilk hali ile gelişmiş hali tahkiye edilmiş. Acının ve terk edilmenin icadıyla şairlerin ortaya çıkışı arasında bağ kurulmuş. BİRDİRBİR şiiri “Birdirbir oynayan insanlar/Elinde secde taşları/Bu kuş/Bu bulut/Bu gökyüzü/Uzayı harçlar kaplamış.”dizeleriyle biter. Şairin gerçekten de çok insan gezdiğinin, çok insanı tanıdığının kanıtıdır bu şiir. Caferilerin veya Şiilerin inancındaki secde taşlarının kullanılması şairin din konusundaki bilgisine işaret eder. ZÜL, ismiyle müsemma olarak kalbe çöken ağırlığın, utancın şiiridir. Aynı zamanda bir kadın dramıdır. “Tanrım/Benden çok uzaklaşma/Yoksa bana dönerim”dizeleriyle biten SANRI şiiri bilinçaltının insana oynadığı garip oyunlarının ortaya dökülüşüdür. SALYANGOZ AĞIZLAR şiiri insanların gelgitlerini yaşamın zıtlıklarını ifade eder.
“ben/senin gökyüzünde/kuş uykusuna/yatıyorum.”dizeleriyle başlayan üçüncü bölümün ilk şiiri ZARİFE’YE MEKTUP’ta “Belki de özlemeye alışmışız/Kim bilebilir yanağını koklamanın/Ne “muzaffer”bir şey olduğunu, benim gibi?”dizeleri Fuzuli’nin sevgiliye kavuşma hasretiyle yanıp tutuşurken bir yandan da aşk acısının ve hasretin devamlılığını istemesini hatırlatır. Acı, aşk acısı, kavuşma isteği sevdayı yücelten duygular olarak görülmüştür divan şiirinde. Bilinçli bir seçim mi bilmem ama “Dudağından öptüm hasretinin”dizesi de aynı şiirde geçince bir Fuzuli tavrı sezdim. Aynı bölümdeki BİRİNCİ TEKİL KADIN şiirinde de kavuş(a)mama teması var. GÜNEŞİN OMUZLARI şiirindeyse bir arayış çıkıyor yine karşımıza. Burada “Göğün her köşesinde”, “Her sokak ağzında” aranan bir sevgili var. ÇAN PAZARI “Senin teninde ölü kaldırımlar var/Benim ayaklarımla yürünemeyecek/Gökyüzünden uzak yerdesin/Güneşi görmeyen/Beynin, düşünen yitik/Kanı midene çekilmiş/Eli ayağı tutmuyor sevmelerin/değnek dayamış gözbebeklerine” dizeleriyle başlar. Kaldırım metaforu bir kenara atılmışlığı, başıboşluğu çağrıştırır bu dizelerde. Aşk acısının, sevgiliye ulaşamamak sızısının, çaresizliğin dillendirildiğini görürüz  şiirde. Özellikle “gökyüzünden uzak yerdesin” sözü tam anlamıyla bir ayrılık imgesidir.
Dördüncü bölüm “öyle/yakıyor ki güneş/içimdeki/çaydanlık/taştı taşacak/ince belli/yüreğine”şiiriyle başlar. Buradaki çaydanlık önemli bir imgedir. Çünkü şiirlerin çoğunda “sofra”ları çağrıştıran ifadeler ya da doğrudan sofra, kahvaltı, çay, semaver sözcükleri vardır. Şairin çay memleketinden gelmesi ve çayın her an her insana eşlik etmesi bu imgenin açıklayıcısıdır bana göre. Hayatın içinden seçilen samimi ve gerçekçi manzaralar, evler, balkonlar ve içlerinde yaşayanlar resmedilir bu bölümdeki şiirlerde. SEN şiiri başlığıyla her ne kadar bir aşkı çağrıştırsa da aslında bir yoksulluk ve düşmüşlük çığlığıdır. BALKONSUZ ÇIKINTILAR, “Semaver güzelliğiyle gelir ve tekrar sevişir yokluğumuz”dizeleriyle sonlanır. Yokluğun kişileştirilmesi dikkati çeken en önemli imgedir burada. Yokluk şairin bütün şiirlerine bir şekilde girmiştir çünkü. YALIN HAL, toplumcu şairlerin imgesiz ve gerçekçi yaklaşımlarını yansıtır gibidir. Bu şiirdeki “Ansızın kar düşmeye başlar/Lap/Lap/lap”gibi dizeler kitaptaki alt alta yazılış şekli ve sesi vermesi açısından Nazım Hikmet’i andırır. BABA şiirinde eski ve yeni aşkların karşılaştırılması anne ve baba arasındaki sevgiyle verilmiş. “Baba ben artık kimi sevsem/Annemin sana bakışı doğmuyor”der şair bu aşka ulaşmak istediğini ifade edercesine. Bu bağlamda şairin Cahit Zarifoğlu’na ayrı bir hayranlık beslediğini ve bunu birkaç söyleşisinde dile getirdiğini ifade etmeliyim. Bu dizeler ve bu anne ve baba ilişkisini yansıtan şiir tarzı Zarifoğlu’nun da bazı şiirlerinde karşımıza çıkar. Zarifoğlu’nun en bilindik şiiri İşaret Çocukları’ndaki“Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan/Geçerdi babam/Başında yağmur halkaları/Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde/Daha ilk güzelliğinde/Alnını iki dağın arasına germiş/Bir devin göğsüne benzer/Göğsünden dualar geçermiş”dizeleriyle yine bir anne baba ilişkisine şahit oluruz. Dördüncü bölümün diğer şiiri SAFRANSI’da oldukça sembolik ve kapalı bir anlatım olduğunu sadece “Akşamları sessizliğe bürünürdü kasabalar/Ve çocuklar ezan saatlerinde sofrada ölürdü” dizelerinden bile yola çıkarak söyleyebiliriz. SONRASI şiirinde bir suçlunun itiraflarının anlatıldığını sezeriz. ÂŞIK VEYSEL’e şiiri bubölümün son şiiridir. Âşık Veysel’in ilk eşiyle ilgili talihsizliği ve yine yokluk, yalnızlık çekmesi ayrılıktan bahsedilen bu bölüme alınmasını açıklayabilir. Şairin Âşık Veysel’e duyduğu sevgi ve hürmetle onunla ilgili müzikal yaptığını da hatırlayalım.
Beşinci bölümün başındaki kısa şiir şudur:“çiğneyip/dilimi/ağız boşluğumdan/ ettiğim/bütün yeminleri/yutuyorum”Bölümün ilk şiiri İSTİYORUM Kİ, “Ahmet Erhan’a” ithafıyla başlar. “İstiyorum ki/Meclis kürsüsünde/Ahmet Erhan şiirleri” dizelerinden Ahmet Erhan’ın da Numan Çakır’ı çok etkileyen bir şair olduğunu anlıyoruz. NEM KALDI şiirinde başlıktan da anlaşılacağı üzere Âşık Mahsuni’ye gönderme var. Fakat şiir bir Âşık Mahsuni şiiri değildir. Bu bölümün son şiiri CEVHER HANIM, sokağa bakan bir kadının yaşamına ve kişiliğine bakış gibidir. Cevher Hanım göğü öper, sokağı dinler; biz de onu izleriz.
Altıncı bölüm “gök gözlü/tanrılar/biriktirdim/kumbaramda/cebimde/sonsuz/evren” sözüyle başlar. BALIK şiirinde “Balık kıyıya vurduğunda şair yazmaya başlar/Şair yazdıkça balık kıyıya vurur” dizeleri bir kısır döngüyü anlatır. Şair acıdan ve ölümden beslenir ama yazdıkça da öldürür, acıtır dizeleriyle. Yani şiir her şeye rağmen ve her zaman yazılacaktır. Yazıldıkça da sonsuzluğa ulaşacaktır. Şiir yukarıdaki dizelerde belirtildiği gibi sonsuz evrendir. KOYU İKLİMLER’de tadı kaçan yaşam her sabah kalkan bir cenazeye benzetilir. LUKA şiirindeki “İçimden cenaze kalkıyor Luka/Baştan ayağa gusle boğulmuş/Baştan ayağa El-Fatiha” dizeleri bir dinler sentezidir. Luka, kendi zamânında pek çok kimsenin İncîl yazdığı bir sırada, kendi adıyla anılan İncîli’ni yazmış Antakyalı bir papazdır. Burada hem Hristiyanlıktan hem de Müslümanlıktan beslenildiğini görüyoruz. Şiire genel olarak ölüm, yalnızlık, gitmek-kalmak ikilemi hâkim.
Yedinci bölümün başındaki “ne kadar/yalnızlık gezdimse/o kadar/çokluk dinledim” dizeleriyle yalnızlık anlarının zihindeki yoğunluğu beraberinde getirdiğini ve şiirlerin de buna uygun olacağını hissederiz. Bölümün ilk şiiri ÖFKE AĞACI, “Bin nasırlı öfkeler ağacından/ topluyorum kendimi/Heybemi onlarca meyveyle doldurup/Kendimi de atıyorum heybeme”şeklinde başlayarak yalnızlık uğultularının en bilindik sonucu öfkeyi sunar tema olarak. HAYAT şiirinde ise bir sevgilinin yokluğu hayatı çekilmez çileye çevirir. HASAT MEVSİMİ’nde ayrılık ve yokluk devam eder ve şiirin söyleyicisine “ölü çocukluğunu” toplatır. MURÇ, “Kalbimi/Bir murç marifetiyle/Kırdınız/Her yanımda kalp artıkları/Şirk koştunuz sevgime/Günahkârsınız” diye başlayarak İstanbul ağzıyla ve siz diyerek sitem eder sevgiliye. Kalp kırıklığının somut hikâyesidir bu şiir de. NE YAPSAM şiirinin sonundaki “Çocukların seslerine sarılıyorum” dizesi bu kitabın umuda bakan nadir dizelerinden bir tanesi.
“Kelimeler/seslerin/kıyafetidir”le başlayan sekizinci bölümün ilk şiiri TARLALAR hem konu hem de şekil açısından yine Nazım Hikmet’i çağrıştırır. Ancak kesinlikle bir taklit havası sezilmediğini, aksine şairin kendi sesini bulduğunu belirtmeliyim. Tekrar edilen yansıma seslerle ahenkli bir söyleyiş sağlanmış. KIYAM, adının çağrışımına uygun bir başkaldırı niteliği taşır. SAHİBİNİN SESİ beş dizelik kısa bir şiirdir. Bu şiirdeki “Gidişinde geriye sarmış bir kaset kokusu”imgesi birçok çağrışımı ve yaşanmışlığ�� beraberinde getiriyor. ZARİFOĞLU, Çakır’ın hayranlığını her fırsatta dillendirdiği Cahit Zarifoğlu için yazılmış. Dört dizeden oluşan şiir Zarifoğlu’nun da kısa yaşamı düşünüldüğünde oldukça anlamlıdır. GÖLGE şiiri özellikle son bendiyle Numan Çakır’ın bu kitaptaki şiirlerinin özeti gibidir: “Ve bu adam/Hangi hüzünden peydah olursa/O hüznün gölgesinde oturur/Buğday tarlalarında yeşeren/Emek vücutlarında/Tanrılarla tanrıçaların görüştüğü çeşmeden/Bir avuç su toplayıp/Kırmızı çöllerdeki Hüseyin’e saklar”.  “Neresinde atlar konulur bu gardırobun/ Çekmecesinde yılkılar büyütür çocukların”dizeleriyle başlayan GARDIROP VE ATLAR şiiri romandaki büyülü gerçekliğin şiirdeki halidir.
“konuşurken/herkes/lafı/kendi yarasına/getirmek ister”dokuzuncu ve tek şiirlik bölümün başlangıcıdır. YENİ ÇAĞ şiiri Mehmet Akif Ersoy’un “Medeniyet, tek dişi kalmış canavar!”dizesini hatırlatır. “Çarklar dönüyor, dedi Barbar/Hepimizin içinden geçip/Tenimizi yırtıyor dikenler”dizeleriyle başlarbu şiir ve çağımızın insanı ezip geçen hallerini dile getiriyor.
Kitabın bölümleri bittiğinde bir kapanış şiiri çıkıyor karşımıza:
“kaç kırlangıç
uçtu gönlümden
kaçının
kanadı elimde
kaçının
elinde kanadım”
Bakma Zamanları, farklı  imgelerin kullanımıyla İkinci Yeni şiirinin, ezilen ve yoksulluk çekenlerin derdini dile getirmesiyle toplumcu gerçekçi Türk şiirinin, dinsel ögelerin kullanımıyla mistik şiirimizin tadını verir. Şairin etkilendiği ve beslendiği bütün şiirleri kendinde sentezlemiş ve özgün bir tarz yaratmış olduğunu söylemek mümkün. Şiirinin taraf tutmamasından yana olan Numan Çakır bu şiir kitabında bunu başarmıştır. Yeni bir şair tanımak için Numan Çakır’ın Bakma Zamanları benim için iyi bir tercih oldu. Size de öneririm.
[1][2]
[1] Numan Çakır, Bakma Zamanları, 2017, Bursa
[2] Burcu Düzgün-Numan Çakır Söyleşisi, Haberin Sesi (https://youtu.be/T76ns3yErjI)
3 Burcu Düzgün-Numan Çakır Söyleşisi, Haberin Sesi (https://youtu.be/T76ns3yErjI)
Kaynak: https://edebiyatburada.com/gulsen-guzey-yazdi-bakma-zamanlari/
0 notes
tadiv · 4 years
Photo
Tumblr media
Şair ve oyun yazarı (D. 1906, Salahlı / Kazah / Azerbaycan - Ö. 1956). Çocukluğu doğduğu kentte geçti. Kazak Muallimler Okulu (1924), Azerbaycan Devlet Bilim Araştırma Enstitüsü (1931) mezunu. Kazak, Küba ve Gence’de öğretmenlik yaptı. Azerbaycan Yazarlar Birliği Sorumlu Kâtipliği (1934-37), Başkanlığı (1941-48), Azerbaycan Dış Ülkelerle Medeni İlişkiler Cemiyeti Başkanlığı, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bilim Araştırma Akademisi Başkan Yardımcılığı (1954-56) görevlerinde bulundu. Çağdaş Azerbaycan edebiyatının dünyaca ünlü, çok sevilen ve okunan temsilcilerindendir. Edebî faaliyetlerine 1926’da başladı. İlk şiiri “Mavi Göl”, Genç İşçi gazetesinde yayımlandı. 1920-30 yıllarında Vurgunun Sesi ile edebî çevrelerin ve geniş okuyucu kitlesinin dikkatini çekti. Bu yıllarda yazdığı “Şairin Andı”, “Nisan” gibi şiirler sosyal içerikli şiirlerdir. Sovyet İhtilali’ni takip eden yıllarda Hüseyin Cavid ile birlikte, Azerbaycan Türk şiirinde çok büyük bir yere sahip oldu. Sanat gücü ile bir okul haline gelerek kendinden sonrakileri etkilemiş olup, bugün bile çok sayıda takipçisi bulunmaktadır. Şiirleri kadar oyunlarıyla da tanındı. Eserlerinde yurdunun insanını, doğasını, coşkun bir sevgiyle dile getirdi. Yeni şiir biçimlerinin yanı sıra hece ve aruz ölçüyle yazılmış şiirleri de vardır. Bakü’de bir tiyatro binası ile bir caddeye ismi verildi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Devlet Mükafat Nişanı (1941-42) aldı. Dönemin Sovyet resmî ideolojisine hizmetinden dolayı Sovyet hükümeti tarafından 1936 yılında “Lenin nişanı” ile ödüllendirildi. 1936-37 yıllarında meşhur Rus şairi Puşkin’in Evgeni Onegin adlı manzum romanını, Gürcü klâsiği Şota Rustaveli’nin Pelenk Derisi Giymiş Pehlivan destanının bir kısmını ve Nizami Gencevi’nin “Leyla ile Mecnun” destanını Azerbaycan diline çevirdi. Bu tercümelerinden dolayı şair “Puşkin Madalyası” ve Gürcistan hükümeti tarafından da onursal vatandaşlıkla taltif edildi. ESERLERİ: ŞİİR: Şairin Andı (1930), Fanar (1932), Gönül Defteri (1934), Azerbaycan (1935), Şiirler (1935), Hür İlhamlar (1939), Saadet Nağmesi (1940), İstikbâl Teranesi (1947), Menim Andım (1950), Seçilmiş Eserleri (ölümünden sonra, 1976), Avrupa Hâtıraları. (Türkiye Azerbaycan Dostluk İşbirliği ve Dayanışma Vakfı) https://www.instagram.com/p/B9-RmNyJ-qP/?igshid=1paure6joinnz
0 notes
merzifontarihi · 5 years
Photo
Tumblr media
BIRAKIP GİTMEK YOK Nereye dokunsan Dokunduğun yerden Dökülüp dağılıyorsa Tuz kokuyorsa Burası Türkiye diyerek İngilizce sözcüklerle Felsefe yapmak yok Kaytarmak, özür bulmak Bırakıp gitmek yok! Berin TAŞAN Berin Taşan’ın özgeçmişinden söz etmek istiyorum önce. 1928 Merzifon doğumlu. Düşüncesi, dili, sözü genç ve dinç bir insan… Savcı olarak yıllarca Anadolu’yu dolaşan, anılar biriktiren, görevinin sorumluluğuyla şiirinin sorumluluğunu koşut yürüten gerçek bir aydın ve şair… İlk şiirini 1946 yılında Varlık Dergisi’nde yayımlayan Taşan şiirin yanında yazınla ilgili araştırmalar, incelemeler ve oyunlar da yayımladı. “Toplumcu ve bireysel izlekleri inançlı ve kendine özgü bir ses rengiyle, akışkan, doğal bir coşkuyla duru şiirler yazdı.” Türkçenin arı duru güzelliğini ürünlerine yansıtan, dile özen gösteren, Dil Derneği’nin kurucuları arasında yer alan Berin Taşan’ın Ellerim, Gözlerim, Yüreğim (1960), Yüzünün Bir Yanında (1969), Önce (1986), Şahdamarından ( Seçilmiş şiirler, 2001) adlı dört şiir kitabı var. Ayrıca Savcılık yaptığı dönemin olaylarını, insanlarını geleceğe taşıdı ve anılarını “Bir Tanığım Kalsın” (2005) adlı kitabında topladı: "Yarına bir şiirim kalır mı bilmiyorum. Şiran'ın dağ köylerinde atılan kurşunu bulmak için gemici feneri altında sabahladığımız gecelerden, İzmir-Sinop Cezaevlerinin koğuşlarında dinlediğim, dilekçelerini okuduğum, Karaburun'da, Karşıyaka'da kamu adına haklarını koruduğum binlerce insandan bir tek tanığım kalırsa bana yeter..." 1946 yılında Ulus Gazetesi’nde ünlü eleştirmen, yazın ustası Nurullah Ataç’ın saptamalarını, bugün de saygıyla anmak gerek: “Berin Taşan öğütçülüğe kalkmadan, sesini yükseltip boş sözlere düşmeden, yüreğimizi saran tatlı üzüncün de en büyük nimetlerden biri olduğunu bilerek söylüyor. (...) Berin Taşan günün birinde bize çok güzel şiirler verirse şaşmam.” Berin Taşan bu sözlerin hakkını, yazdığı toplumcu, ulusal değerlere saygılı, evrensel duyarlığı olan şiirleriyle verdi elbette. Üstelik bugüne dek kişiliğinden ödün vermeden, sapmadan, onurunu koruyarak... Mehmet Kemal’in Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde yazdıkları da bu saptamayı güçlendiriyor: “Berin Taşan'ın şiirleri incelendiğinde yaşadığını yazm https://www.instagram.com/p/By1sCBEpd9o/?igshid=mpmzmtztlxr2
0 notes
muratcelik81 · 5 years
Text
Elif Sofya Şiiri ve “hayhuy” Hakkında
Murat Çelik: “Uyumsuzluğa doğru yürü / Sade vatandaş iyi yurttaş / Ve millî meselelerin kompetanı / Bana doğru ilerle / Burası harikalar diyarı” Vaat ve ödül. İlk olarak harikalar diyarınızda çizdiğiniz insanı sormak istiyorum, ideal insanı.
Elif Sofya: İdeal olan, insan olabilir mi? Burada kastettiğim ya da sezdirmeğe çalıştığım “insan” olmanın dayatmalarından kurtulma vaadi olabilir ancak. Tekno-endüstriyel uygarlığın, prototip olarak özgürlük sınırlarını çizdiği, yaşam tarzını belirlediği, itiraz alanlarını gündelik politikalara göre daraltıp gevşettiği bir canlı türü var. Üstelik o da, bu dayatmalara uyum ve itaat gösterdiği ölçüde kendini idealize ediyor. Sistemin dişleri arasında yakaladığı ezilme ahengine ne kadar uyum gösterirse, o ölçüde sistemin işine yarıyor. Ödül, öyle görünüyor ki; “insan” olmaktan kurtulmakla elde edebileceğimiz bir var oluş biçimidir. Bu olabilir mi? Nasıl olur? Homo sapiens bunu başarabilir mi ya da bu isteği duyar mı? Bunların yanıtı konusunda, insanlık tarihine de bakarsak, ben hiçbir umut taşımıyorum, sadece şiir yazıyorum.
M. Ç.: Fedorla Ters Düşünce’de tanışmıştık, şimdi tekrar karşımızda. Elif Sofya’nın ifade etmek istedikleriyle Fedor Şiirleri çok ayrı şeyler değil gibi görünüyor, Fedor’un sahneye çıkışı hakkında ne söylersiniz? Bir “erkek ses” kendinden mi pişman, iki ayrı persona mı düşünmeliyiz?
E. S.: Fedor çok enteresan bir varlık benim yazma uğraşımda. İlk kitaptaki şiirleri yazdığım dönemde, çok ayrıksı bir şekilde çıktı ortaya. Söyleyiş biçimimi kendine doğru çeken bir yapısı vardı, akışı ona bıraktım diyelim, fantastik olsun. Ters Düşünce’yi toparlarken onları dışarıda bırakamadım, bölüm şiirleri olarak kullandım, çok da iyi olduğunu düşünüyorum kitabı böyle kurmuş olmamın. Sonrasında da bazı şiirleri yazarken, Fedor gelip ortasına yerleşiyor ve Fedor olmazsa o şiir ilerlemiyor. Yani ben pek çok deneme yapıyorum, Fedor’lu, Fedor’suz. Şunu söyleyebilirim, şiirde Fedor varsa, anlayın ki o şiiri Fedor’dan kurtaramamışımdır. Ben de çok hoşnut değilim kendisinden, cinsiyeti var sanırım, cinsiyeti olan bir adı var çünkü. Kendisinden pişman olduğunun farkına varması için uğraşıyorum. Kısacası Fedor, bütün göstergeleriyle, tam olarak bir “insan”. Belki ileride sadece Fedor şiirlerinden bir kitap yaparım ve böylece bırakır yakamı.
M. Ç.: Dik Âlâ’da ve hayhuy’da yarattığınız poetika Ekolojik Şiir’i imliyor, tabii başka tavırlar da var ama ilk seçilmiş tavrınız doğa; insan olmayan canlılar ve nesneler üzerinden seslenmek. Kuramsal düşüncenin şiire dönüştürülmesi hususunda nasıl bir hassasiyet gözetmek gerekir?
E. S.: “Kuramsal düşüncenin şiire dönüştürülmesi” dediğimiz yerde şiirden söz edilemeyeceğini belirtmek isterim önce. Şiir biçiminde dile gelmiş düşünceler, sezişler, arayışlar, algılayışlardır hepsi. Önce bir şiir duygusuna varır insan, bir şiir edası alır dil, oradan ilerler. Dilim düşüncemin ürünüdür elbette ama bir öbürünü öncelemez, birlikte ortaya çıkarlar. İçinde duygu da barındıran bir düşüncenin şiir biçiminde var olmasıdır sorun. Beni bir şiire götüren yaşantılar, okumalar düşünce yoğunlukludur. Elbette zaman içinde inandığım, vardığım düşüncelerle doludur kafamın içi ama onları ancak bir şiiri yazmaya başladığım zaman, bir dilin kıvrımları, bir söyleyişin incelikleri içinde kavrarım. Demek ki en başta bir kavrayışı arama çabası benim şiirim. Yazmak okurla birlikte bir düşünceyi ele geçirme uğraşına dönüşür bende. Yani bir kuramsal düşüncenin, bir ideolojinin kavramlarıyla değil, kendi sesimle, söyleyişimle yazabilirim ancak. Şiire bir bildiri yüklemek derdinde değilim ama okur şiirimde bin bir çeşit bildiri bulursa ona da sevinirim.
M. Ç.: Siz, “Adlandırarak azaltarak dünyayı bitirdik” diyorsunuz, İlhan Berk “Adlandırmak ölümdür!” Ad koymak iktidar yaratmak mıdır?
E. S.: Adlandırmak, doğa ile aramızdaki birliğin kırılma noktasıdır bence. Ad koyduğumuz anda bilincimizin işleyişi değişiyor. Bu değişim, gerçekliğin azaltılması, yapaylaşması, tek tipleşmesi anlamına geliyor aslında. Evet, tam da İlhan Berk’in kastettiği ölümdür bu. Ad koymak bir sınır çizer, bir toplamın içine hapseder, ayrıntıları, özgünlükleri ve özgürlük çıkışlarını gasp etmenin yöntemidir. Bundan daha güçlü bir yok etme, öldürme yöntemi var mı? Bundan daha güçlü bir iktidar alanı var mı? İnsan’lık doğal var oluşundan uzaklaştığı ölçüde, adlandırmıştır dünya üzerindeki her şeyi, bununla yetinmemiş kavramlar, semboller, ideolojiler üretmiş, bunları daha alt kümelere bölüp yeniden adlandırmış. Adı olmayan hiçbir şey bulamazsınız uygarlığın iktidarında. Adı olan ne varsa, kendi gerçekliğinden, yaşam enerjisinden, değerinden koparılmış ve yokluğa mahkûm edilmiştir. Kontrol edilebilir hale getirilmenin yolu buradan geçiyor.
M. Ç.: Son olarak bellekten söz edelim, “Alzheimer” şiirinizden: “Kafamızın içinde büyüyor / Bellek denen mezarlık”. Belleği mezarlığa dönüştüren sanırım görüntü oburluğu. Rutin akan hayat içerisinde hatırlamayacağımız anların bile fotoğrafını alıyoruz. Peki ya sözcükler? F. Jameson’dan ödünç bir ifadeyle sormak gerekirse ‘sözcüklerin belleği’ var mıdır?
E. S.: Ben çok daha geriye gidiyorum aslında, dilin olmadığı, dil varsa bile yazının olmadığı bir dönemi düşlüyorum. Sembolik bir algıyla var oluşumuzun sakatlanmadığı, doğamızın eksiltilmediği en saf halimize ulaşmanın zihniyle kendimi hayal ediyorum. İnsan isterse bunu becerebilir. Bunun için uğraşmak anlamlıdır. Tabii bir büyük trajedi; bunu dille ve yazıyla yapmak zorunda kalmaktır. Sanırım insan’ın bütün çıkışlarını kapatan bu sembolik işleyişe mahkûm olması, semboller üzerinden işleyen bir hafızayı kaybetmesiyle dibe vuruyor. Çünkü sembollerin ördüğü bir hafızadan başkası yok elimizde, doğallığımızı yitireli çok olmuş.  Hatırlamak isteyeceğimiz ne var ki zaten, noktasına geliyorum ben çoğu zaman. Hatırlamadığımız pek çok şey bizi daha mutlu edebilir, edecektir. Hayat boyu, yaşadığımız bu dünyayı her ayrıntısıyla hafızamızda tutmak korkunç bir şey. Alzheimer ve demans insan’lık için bir armağan gibi, unutsunlar kendilerini.
Cumhuriyet Kitap, S.1516
Tumblr media
1 note · View note
erkankarakiraz · 5 years
Photo
Tumblr media
Kitapta benim de bir yazım var... *** HÜSEYİN FERHAD KİTABI “Hüseyin Ferhad Kitabı”, şaire “Altın Defne Edebiyat Ödülü” verilmesi dolayısıyla gerçekleştirilen sempozyuma edebiyat dünyamızın önemli isimlerinin sundukları bildirilerden ve şair hakkında yazılmış çeşitli yazılardan oluşuyor. Kitapta ayrıca, şair tarafından seçilmiş kendi şiirleri, tam Hüseyin Ferhad bibliyografyası ve şairle yapılmış bir de söyleşi var. Yaşayan en önemli şairlerimizden olan Hatay Hassalı Hüseyin Ferhad’a anayurdundan bir saygı duruşu niteliğindeki “Hüseyin Ferhad Kitabı”, şairi kadim şehriyle buluşturuyor, edebiyat dünyasını da şairin kadim şehrine taşıyor. Yayına Hazırlayan: Faris Kuseyri, Hatay Büyükşehir Belediyesi, Güney Rüzgârı, 2018 Altın Defne Edebiyat Ödülü Sempozyum Kitabı. _____ “Hatay Büyükşehir Belediyesi, Defne Belediyesi ve Almanya / Aalen Belediyesi Antakya Kültür Derneği ‘2018 Altın Defne Edebiyat Ödülü’ sahibi, yazınımızın büyük ustası Hüseyin Ferhad’ı içtenlikle kutluyorum. Ödül töreni 22 Mart Cuma günü saat 15.00’da Hatay Büyükşehir Belediyesi Meclis Salonunda gerçekleşecektir. Tüm sanatseverleri aramızda görmek dileği ile. Saygılarımla. 30 kadar ustamızın katkı sunduğu, sevgili Faris Kuseyri’nin hazırladığı, 406 sayfalık ‘Hüseyin Ferhad Kitabı’ da tören sırasında tüm konuklarımıza armağan edilecektir.” (Hatay Büyükşehir Belediyesi) https://www.instagram.com/p/BuaUT5LAGj1dxPDGDzH8vnLQTJpEyisobtTZrk0/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=9ihl7c098wdq
0 notes
aykutiltertr · 22 days
Video
youtube
Ölüyorum Kederimden - Funda Arar - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Arabes...  Ayrıcalıklardan yararlanmak için bu kanala katılın: ( Join this channel to enjoy privileges.) https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join Şarkının Orijinal Versiyonunu Linkten Dinleyip Ritim Karaokesiyle Çalışabilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=tYGlCbntY28 Aykut ilter Ritim Karaoke Kanalıma Abone Olun Beğenip Paylaşın. Ölüyorum Kederimden - Funda Arar - Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Arabesk Fantezi) Söz Müzik Mustafa Sayan ÖLÜYORUM KEDERİMDEN - FUNDA ARAR GÖNÜL AKKOR MİNE KOŞAN Söz-Müzik: Mustafa Sayan Düzenleme: Febyo Taşel Davul: Volkan Öktem Bas: Birkan Şener Elektrik Gitar: Caner Güneysu Tuşlu Çalgılar: Febyo Taşel Klarnet: Hüsnü Şenlendirici Yaylılar: İstanbul Strings Ud: Yıldıran Güz Kanun: Turgut Özüfler Perküsyon: Cengiz Ercümer Kayıt-Mix: Daniel Taşel Am                    B Kederimden Ölüyorum Em        B                   Em El içine çıkmaya yüzüm kalmadı Bm       A        Em Ömrüm hiç gibi geçti Em             Em          C   B Derdin ne diye soran olmadı B     A             Em Ah, ömrüm hiç gibi geçti Em            Em   C   A     B Derdin ne diye soran olmadı Am                   B Çaresizlik içindeyim Em            B               C    Am  F#mF#B Karanlık dünyama ışık tutan  olmadı B Ah, ömrüm hiç gibi geçti Em             Em         C    B Derdin ne diye soran olmadı B    A              Em Ah, ömrüm hiç gibi geçti Em             Em         C   B Derdin ne diye soran olmadı Funda Arar 2009 yılında gerçekleştirdiği bir konserinde sahne performansıyla Funda Arar. Genel bilgiler Doğum 8 Nisan 1975 (48 yaşında) Ankara, Türkiye Tarzlar Anadolu Rock, Pop, Türk Sanat Meslekler Şarkıcı Çalgılar Ud, mandolin Etkin yıllar 1999-günümüz Müzik şirketi TMC (1999-2010) Emre Grafson Müzik (2012) DMC (2011, 2013-günümüz) Resmî site www.fundaarar.com Funda Arar (d. 8 Nisan 1975, Ankara), Türk pop müzik şarkıcısı. Bugüne kadar bir Altın Kelebek Ödülü ve bir Türkiye Video Müzik Ödülü dâhil olmak üzere çok sayıda ödül kazanmıştır. Hayatı İlköğrenimini Ahmet Vefik Paşa İlköğretim Okulunda, orta ve lise öğrenimini Muğla ve Adapazarı'nda tamamlayan Funda Arar, 1996 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'ndan mezun olmuştur. Eğitiminin ardından iki yıl boyunca Ataköy'de müzik öğretmenliği ve sahne çalışması yaptı.[1] Müzikal kariyeri 2000: İlk yılları Bir arkadaşının tavsiyesi üzerine Gayrettepe'deki Zorba Tavernasında çalışmaya başladı. Burada daha sonra evleneceği Febyo Taşel ile tanıştı. Daha sonra Kınalıada'da bir müzikholde bir süre çalıştı. Yaklaşık bir buçuk yıl ilk albümü için çalışmalarını sürdüren Funda Arar'ın Sevgilerde albümü TMC etiketiyle 11 Şubat 2000'de yayımlandı. Albümde ağırlıklı olarak müzisyen Yücel Arzen ile çalışan sanatçı çıkış şarkısı olarak Necip Fazıl Kısakürek'in şiiri "Kaldırımlar" seçilmiş, şarkıya Hakan Yonat yönetmenliğinde bir klip çekilmiştir. Aynı albümde bestelenen şiirlerden Behçet Necatigil'den "Sevgilerde", Gülsüm Cengiz'den "Yağmur" ve Şeyda Kılınç'tan ise "Ay Doğmadan Gel" şiirleri de yer almaktadır. Daha sonra sırasıyla "Aysel" ve sözü ile bestesi Yücel Arzen'e ait olan "Sonu Yok Bu Aşkın" adlı şarkılar kliplendirilmiştir. Yine aynı yıl Funda Arar dönemin popüler dizilerinden olan Ruhsar'da konuk oyuncu olarak rol almıştır. Dizide Sevgilerde albümünden "Ah Oğlan" adlı şarkı ön plana çıkarılmıştır. İlk albümünün ardından Funda Arar, çalıştığı müzik şirketi TMC'nin diğer bir sanatçısı olan Kıraç ile 14 Şubat 2001 yılında Sevgiliye adında bir düet albümü çıkarmışlardır. Albüme adını veren şarkıda düet yapan iki sanatçı, bu şarkıyı da kliplendirmişlerdir. Albümde Funda Arar tarafından solo olarak yorumlanan, söz ile müziği kendisine ait "Seni Düşünürüm" şarkısı da daha sonra kliplenmiştir. Sanatçı 2002 yılında ise Magazin Gazetecileri Derneğinden Kıraç ile birlikte yaptığı Sevgiliye albümü ile "En İyi Çıkış Yapan Sanatçı" ödülünü almıştır. 2002-07: Kariyerinin yükselişi Funda Arar bir televizyon programının konuğu (2009) Funda Arar 2002 yılında ikinci solo albümü Alagül'ü' çıkarmıştır. Albüme adını veren "Alagül" şarkısı çıkış şarkısı olarak düşünülmüş ve klibi yine Hakan Yonat tarafından çekilmiştir. Albümde bulunan, Erkin Koray yorumu ile bilinen "Arapsaçı" şarkısının Febyo Taşel tarafından yapılan yeni düzenlemesiyle Türk pop müziğinde bilinirliğini arttırmıştır. "Arapsaçı" da dâhil olmak üzere toplamda beş şarkının kliplendirildiği albüm aynı zamanda sanatçının kendi bestelerine yer verdiği albümü olmuş, 2003 yılının Ekim ayında çıkartmış olduğu üçüncü solo albümü Sevda Yanığı ile aynı ismi taşıyan "Sevda Yanığı" adlı şarkı ilgi çekmiş, aynı albümde Fikret Kızılok yorumuyla bilinen, Ahmed Arif'e ait "Haberin Var mı" adlı parçayı tekrar yorumlayan Funda Arar, Sevda Yanığı albümü ile Altın Kelebek Ödülleri'nde "En İyi Çıkış Yapan Sanatçı" ödülünü kazanmış, 2005 yılında Kanaltürk'te yayımlanan Funda Arar'la Performans programını yapmıştır.
0 notes
kitapidea · 6 years
Photo
Tumblr media
Türk Yazınından Seçilmiş Doğa Şiirleri
0 notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
benim gökyüzünde sana benzer güneş ile ayım yok güzeller hep sana kul senin gibi padişahım yok
muhibbi divanı
33 notes · View notes
semizotukultur · 4 years
Text
SALAH BİRSEL
Salah Birsel, (d. 14 Kasım 1919,[1] Bandırma - ö. 10 Mart 1999, İstanbul)[2] Türk şair ve deneme yazarı.
İzmir, İstanbul ve Ankara'da uzun yıllar yaşadıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdikten sonra, iş müfettişliği, kitaplık ve basımevi müdürlüğü gibi görevlerde bulundu.[3] Aynı zamanda Türk Dil Kurumu yönetim kurulu üyeliği de yaptı. 10 Mart 1999'da ölmüştür.
Şiir
Dünya İşleri (1947, Yirminci Asır Yay.)
Hacivat'ın Karısı (1955, Seçilmiş Hikâyeler Yay.)
Ases (1960, Yeditepe)
Kikirikname (1961, Yeditepe)
Haydar Haydar (1972, Bilg)
Köçekçeler (Bütün Şiirleri, 1981, İş Bankası Yay.)
Bütün Şiirleri (Bütün Şiirleri, 1986, Ada)
Varduman (Son dönem şiirleri, 1993, YKY) (Necatigil Şiir Ödülü)
Yalelli (1994, Adam)
İnce Donanma (1995, Korsan Yay.)
Rumba da Rumba (1995, Adam)
Yaşama Sevinci (1995, Adam)
Çarleston (1996, Adam)
Baş ve Ayak (1997, Adam)
Sevdim Seni Ey İnsan (1997, Adam)
Seçme Şiirler (1997, Adam)
Nardenk (1998, Adam)
Deneme
Şiirin İlkeleri (1952, Yenilik)
Sen Beni Sev (1957, Yeditepe)
Kendimle Konuşmalar (1969, Papirüs)
1001 Gece Denemeleri adı altında yayınlanan denemeleri:
Salâh Bey Tarihi adı altında yayınlanan denemeleri:
Şiir ve Cinayet (1975, Çağdaş)
Kurutulmuş Felsefe Bahçesi (1979, Ada)
Halley Kimi Kurtarır (1981, Yazko)
Paf ve Puf (1981, Ada)
Amerikalı Tolstoy (1983, Yazko)
Bir Zavallı Sarı At (1985, Çağdaş)
Yapıştırma Bıyık (1985, Özgür Yay)
Şişedeki Zenci (1986, Nisan)
Asansör (1987, Özgür Yay)
Kediler (1988, Bağlam)
Seyirci Sahneye Çıkıyor (1989, Nisan)
Hafiyeler Önde Gider (1991, Nisan)
Gandhi ya da Hint Kirazının Gölgesinde (1993, YKY)
Gece Mavisi (1994, Varlık)
Kahveler Kitabı (1975, Koza)
Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu (1976, Sander)
Boğaziçi Şıngır Mıngır (1980, İş Bankası Yay.)
Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi (1982, İş Bankası Yay)
İstanbul-Paris (1983, İş Bankası Yay)
Roman
Dört Köşeli Üçgen (1961)
Günlük
Günlük (1955, Yeditepe)
Kuşları Örtünmek (1976, Ada)
Hacivat Günlüğü (Günlük ve Kuşları Örtünmek ikisi bir arada) (1982, Ada)
Yaşlılık Günlüğü (1986, Ada)
Aynalar Günlüğü (1988, Ada)
Bay Sessizlik (1990, Ada)
Nezleli Karga (1991, Remzi)
Geceyarısı Mektupları (1991, Bağlam)
Yalnızlığın Fırınlanmış Kokusu (1992, Remzi)
Yanlış Parmak (1995, Adam)
Papağanname (1995, Adam)
0 notes
istandistmag · 5 years
Text
Cazdan Klasik Müziğe, Anadolu Ezgilerinden Edebiyata Uzanan Dolu Dolu Bir Şubat Ayı
İş Sanat, klasik müziğin duayenlerinden cazın yıldızlarına, yöresel ezgilerden şiirimizin usta kalemlerinden dizelerin seslendirildiği dinletilere ve müzikli çocuk oyunlarına uzanan renkli programıyla Şubat ayında da sanatseverlerin buluşma noktası olacak
Sanatseverlerin buluşma noktası İş Sanat’ta etkinlikler Şubat ayında da hız kesmeden devam ediyor.Ses rengiyle dikkatleri üzerine çeken başarılı müzisyen Cem Adrian, Anadolu türkülerini yorumlayacağı konserde,6 Şubat akşamı İş Sanat sahnesinde olacak. Klasik müziğin divası Magdalena Kožená ise Age Of Enlightenment Orkestrası ile eşliğinde sanatseverleri 9 Şubat akşamı büyülemeye geliyor. Bir şubat ayı klasiği haline gelen Aşk Şiirlerinden Seçmeler, 11 Şubat akşamı şiir tutkunlarına romantik bir gece yaşatacak. 17 Şubat günü, Evvel Zaman Dışından Masallar serisinin sevilen oyunu Orman Lokantası çocuklarla buluşacak. Sahneyi 19 Şubat’ta, kabare, vodvil ve opera müziklerini punk öğelerle alışılmadık bir tarzla harmanlayan The Tiger Lillies alacak. Çello ve fagotun iki parlayan yıldızı Simge Keskin ve Ece Özer,25 Şubat akşamı Millî Reasürans Konser Salonu’nda izleyici karşısına çıkacak. Ayın son konserinde ise sahne, cazınusta ismi Arturo Sandoval ile 27 Şubat akşamı kapanacak.
Cem Adrian’dan Seçkiler
Sıradışı ses rengiyle Türkiye’nin değerli müzisyenlerinden olan Cem Adrian, 6 Şubat Çarşamba akşamı İş Sanat’ta Seçkiler adlı projesiyle konser verecek. 2004 yılında Fazıl Say’ın öğrencisi olarak Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ne kabul edilen sanatçı, bu okulda aldığı şan ve kompozisyon eğitimleri sonrasında birçok farklı müzik türünde sergilediği yorumlarla dikkat çekti. Anadolu türkülerini kendine has tarzıyla yorumlayacağı Cem Adrian’ınSeçkiler adlı projesinde kendi alanlarında sayısız başarıya imza atmış olan Ahmet Aslan, JehanBarbur, Erdal Erzincan ve Gökhan Kılıç konuk olacak. 6 Şubat Çarşamba akşamı 20.30’da İş Sanat sahnesinde gerçekleşecek bu konseri kaçırmayın.
Klasik Müziğin Divasımezzo-soprano MagdalenaKožená İş Sanat’ta
Washington Post’un “gerçek bir diva” olarak söz ettiği, opera salonlarının aranan ismi mezzo- soprano Magdalena Kožená İş Sanat’ta sahne alıyor. 2001 yılında kaydettiği arya albümleri ile Gramophone Solo Vokal Ödülü’nü kazanan Kožená, klasik müzik dünyasına sayısız eser sığdırmakla kalmamış, 2017 yılında da ‘Magdalena Kozenameets Cole Porter’ isimli bir caz albümü çıkarmıştı. Albümle ilgili hislerini şöyle ifade eder: “Cole Porter’ın şarkılarına ve o dönemin müziğine öğrencilik yıllarımdaaşık oldum. Ben Ella Fitzgerald, Billie Holiday, Peggy Lee ve diğer caz efsanelerinin büyük bir hayranıyım. Kayıtları hala favorilerim arasında…”
Kožená’ya sahnede, 30 yıl önce, bilinen orkestra kurallarını yıkıp, yerine yepyeni müzikal anlayışa sahip bir topluluk oluşturan Londralı Age Of Enlightenment Orkestrası eşlik edecek. Orkestrada bulunan tüm müzisyenlerin hem eşsiz yetenekleri hem de birbirinden farklı fikirleri var. 9 Şubat Cumartesi akşamı 20.30’da İş Sanat’ta gerçekleşecek konserin şefliğini, kariyeri boyunca birçok prestijli orkestraya şeflik yapmış İtalyan Giovanni Antonini üstleniyor.
Edebiyatın Usta Kalemlerinden Aşk Şiirleri
Bir şubat ayı klasiği haline gelen Aşk Şiirlerinden Seçmeler, şiir tutkunlarına romantik bir gece vadediyor. “Sende Ben İmkânsızlığı Seviyorum” başlıklı dinletiyi Atilla Birkiye hazırladı, Mehmet Birkiye sahneye uyguladı. Serdar Yalçın’ın piyanosu ve besteleri eşliğinde bir sanatçı lokali atmosferinde gerçekleşecek dinletide, modern şiirimizin ustalarından Ahmed Hâşim, Nâzım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Oktay Rifat, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, İlhan Berk, Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Özdemir Asaf, Attilâ İlhan, Arif Damar, Can Yücel, Ümit Yaşar Oğuzcan, Turgut Uyar, Edip Cansever ve Cemal Süreya’dan seçilmiş şiirler yer alıyor. Tilbe Saran, Hümay Güldağ, Metin Belgin ve Hakan Gerçek’in sesleriyle hayat vereceği dizeler, Sevgililer Günü’nün hemen öncesinde 11 Şubat Pazartesi akşamı saat 20.30’da İş Sanat’ta yankılanacak.
Dinleti ücretsizdir. Yerler numarasız ve salon kapasitesiyle sınırlıdır.
Macera Dolu Bir Masal: Orman Lokantası İş Sanat Konser Salonu’nda
İş Sanat‘ın geleceğin sanatseverleri çocuklar için hazırladığı müzikli masal serisi Evvel Zaman Dışından Masallar serisindenOrman Lokantası, 17 Şubat Pazar günü çocukları eğlence dolu bir maceraya davet ediyor. Yekta Kopan’ın kaleme aldığı, Serdar Biliş’in yönetmenliğini üstlendiği ve Sevinç Erbulak’ın anlatımı ile renklenecek Orman Lokantası, çocuklara eğlenceli bir gün yaşatacak. Orman Lokantası oyununun müziklerini Çiğdem Erken, kostümlerini Tomris Kuzu, koreografisini Tuğçe Tuna, sahne ve dekor tasarımını ise Cem Yılmazer yaptı. Hansel ve Gretel’in macera dolu serüveninde yepyeni hikâyeler keşfedecek olan minik izleyiciler kendilerini bambaşka bir masalın ortasında bulacaklar.
Müzik ve dansla dolu bu oyunu kaçırmamak için 17 Şubat Pazar günü, saat 15.00’i takvimlerinize not etmeyi unutmayın.
Sıra dışı performanslarıyla TheTigerLillies geliyor
1989 yılında Martyn Jacques tarafından kurulan The Tiger Lillies, tiyatroyu, kabareyi, vodvilleri, çingene müziklerini, operayı, şansonları punk öğelerle alışılmadık bir tarzda ve sıra dışı bir sahne performansıyla harmanlıyor.
İki Olivier Ödülü sahibi grup, ‘TheGoreyEnd’ (2003) albümü ile Grammy’e aday gösterildi. Her yıl 200’ün üzerinde konser veren ve 30’u aşkın albüm kaydı olan TheTigerLillies, farklı disiplinlerden sanatçılarla (sirk performansçıları, avant-garde fotoğrafçılar, dansçılar, kuklacılar, klasik müzik toplulukları) bir araya gelerek performanslar sergiliyor. Unutulmaz gösterileriyle heyecanla beklenen TheTigerLillies’in sıra dışı performansı 19 Şubat, Salı İş Sanat sahnesinde.
Şubat Ayı’nın Parlayan Yıldızları Simge Keskin ve Ece Özer
Milli Reasürans’ta Parlayan Yıldızlar serisi, Şubat ayında genç çellistSimge Keskin ve fagot sanatçısı Ece Özer ile devam ediyor.
2009 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nı yarı zamanlı olarak kazanan Simge Keskin, 2013 yılında kurulan “EnsembleÇellizm”in grup üyesi oldu ve bu grupla birlikte konserler verdi. 2010 yılında Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Fagot Ana Sanat Dalı’na kabul edilen Ece Özer; Portekiz, İspanya, İtalya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan ve Almanya başta olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında birçok konserde yer aldı.
Genç müzisyenlerin dinleyicilere enstrüman hakimiyetlerini sergileyecekleri konser,25 Şubat, Pazartesi akşamı saat 20.30’da Millî Reasürans Konser Salonu’nda.
Konser ücretsizdir. Rezervasyon; 0 212 316 10 83 numaralı telefondan veya [email protected] adresinden yapılabilir.
Bol Grammy Ödüllü Trompetçi Arturo Sandoval İlk Kez Türkiye’de İş Sanat’ta
Caz sahnesinin en önemli isimlerinden biri olan Arturo Sandoval, Türkiye’de ilk kez İş Sanat Konser Salonu’nda sahne alıyor.19 Grammy adaylığının 10’unda bu önemli ödülü kazanan usta trompetçi, 12 yaşında tanıştığı trompetiyle kendine has bir çalma tekniği geliştirerek caz dünyasının sembol isimlerinden biri haline geldi.Bu yıl 70 yaşını kutlayacak sanatçının, Dizzy Gillespie orkestrasında başlayan ve Küba’dan Amerika’ya uzanan kariyer yolculuğu bugün hala birçok müzisyen için ilham verici olmaya devam ediyor. Trompette olduğu kadar piyanodaki ustalığı, dünyanın önde gelen orkestraları ile gerçekleştirdiği müzikal birliktelikler ve birçok film için bestelediği müzikler ile ArturoSandoval, İş Sanat’ta uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir performansa imza atacak. 27 Şubat Çarşamba akşamı 20.30’da gerçekleşecek konseri ajandalarınıza not etmeyi unutmayın.
İş Sanat’ta Şubat Ayı
6 Şubat Çarşamba, 20.30                              Cem Adrian “Seçkiler” Jehan Barbur vokal
Erdal Erzincan vokal-bağlama
Ahmet Aslan vokal-gitar
Gokhan Kılıc bağlama
9 Şubat Cumartesi, 20.30                             Magdalena Kožená
The Orchestra Of Age Of Enlightenment
GiovanniAntonini şef
11 Şubat Pazartesi, 20.30                            Sende Ben İmkânsızlığı Seviyorum
Aşk Şiirlerinden Seçmeler II
17 Şubat Pazar, 15.00                                  Evvel Zaman Dışından Masallar
Orman Lokantası
Yazan: Yekta Kopan
Yöneten: Serdar Biliş
Anlatan: Sevinç Erbulak
19ŞubatSalı, 20.30                                     The Tiger Lillies
25 Şubat Pazartesi, 20.30      Millî Reasürans’ta Parlayan Yıldızlar
Simge Keskin –çello               Ece Özer- fagot
27 Şubat Çarşamba, 20.30                          Arturo Sandoval
The post Cazdan Klasik Müziğe, Anadolu Ezgilerinden Edebiyata Uzanan Dolu Dolu Bir Şubat Ayı appeared first on İstanbul'a dair en güncel haber sitesi.
from WordPress https://istandist.com/cazdan-klasik-muzige-anadolu-ezgilerinden-edebiyata-uzanan-dolu-dolu-bir-subat-ayi/
0 notes