Tumgik
#sıcak su torbaları
hamilelikte · 10 months
Text
Hamilelikte kalça ağrısının nedeni, gebelik hormonu olarak da bilinen progesteron hormonunun salgılanmasındaki artıştır. Progesteron hormonu, gebelikte kasların ve kemiklerin gevşemesine neden olur. Bu da bacaklardan kalçalara gelen yükün artmasına ve bunun sonucunda kalça ekleminde ağrıya neden olabilir. Hamilelik dönemi kadınlar için oldukça farklı geçen bir süreçtir. Bu süreçte yaşanılan hormonal, fiziksel ve duygusal değişimler, kadınların hayatındaki en önemli değişimlerden biridir. Hamilelikte kadınların bedenlerinde birçok değişiklik meydana gelir. Bu değişikliklerden biri de kalça ağrısıdır. Peki, hamilelikte kalça ağrısının nedeni nedir? Hamilelikte Kalça Ağrısı Yürüyememe Nedenleri Nedir? Hamilelik sürecinde birçok fiziksel değişiklik meydana gelir. Bu değişikliklerin en yaygın olanlarından biri de kalça ağrısıdır. Hamilelikte kalça ağrısı, yürümeyi ve hatta bazen oturmayı bile zorlaştırabilir. Bu ağrının birçok nedeni olabilir. Artan Vücut Ağırlığı: Hamilelik sürecinde, artan vücut ağırlığı kalça eklemlerine daha fazla baskı yapabilir ve bu da ağrıya neden olabilir. Bebek Boyutu ve Pozisyonu: Bebek büyüdükçe, anneye daha fazla baskı yapabilir ve belirli pozisyonlarda yürüme veya oturma zorlaşabilir. Doğum Stili: Normal doğum sırasında kalça eklemi ve kaslarına baskı uygulanabilir. Bu da doğum sonrası kalça ağrısına neden olabilir. Bu nedenlerin yanı sıra, bazen hamileyken kalça ağrısı belirli tıbbi durumlarla da ilgilidir. Hamilelikte kalça ağrısının önüne geçmek için sık sık egzersiz yapmak, uygun pozisyonda oturup yürümek ve doktorunuzla konuşarak planlı bir doğum süreci geçirmek önemlidir. Bunların dışında hamilelikte kalça ağrısı, yetersiz veya yanlış egzersizler de sebep olabilir. Gebelikte ağır yük kaldırmak, yanlış duruşlar veya aşırı hareketsizlik de kalça ağrısına yol açabilir. Eğer hamilelikte kalça ağrısı başladıysa, dinlenmek ve vücudun belirli kaslarını güçlendirici egzersizler yapmak faydalı olacaktır. Bu nedenle, hamilelik döneminde kalça ağrısı yaşayan kadınların özellikle belirli egzersizleri yapması ve bacaklarını esnetmesi önemlidir. Kalça ağrısının ciddiye alınması ve hamilelik sürecinde doktor ile danışılarak önlem alınması gerekmektedir. Hamilelikte alınacak önlemler, hem annenin hem de doğacak bebeğin sağlıklı ve mutlu bir dönem geçirmelerini sağlayacaktır. Ayrıca, Hamilelikte Kalça Ağrısının Nedenleri ve Nasıl Önlenir? başlıklı yazımızı da mutlaka okumanızı tavsiye ederiz. Hamilelikte Kalça Ağrısına Ne İyi Gelir? Hamilelikte Kalca Agrisi Hamilelik döneminde oluşan kalça ağrıları zaman zaman çok şiddetli olup, hareket kabiliyetinizi kısıtlayabilir. Ancak endişelenmeyin, çünkü hamilelikte kalça ağrısına iyi gelen birçok yöntem bulunmaktadır. Birçok anne adayı egzersiz yaparak kalça ağrılarından kurtulabilir. Ancak doğru egzersizleri yapmak oldukça önemlidir. Emekleme hareketleri, köprü hareketleri, ayak bileği çevirme hareketleri gibi egzersizler hamilelikte kalça ağrısına iyi gelir. Ancak bu egzersizleri yaparken olası riskleri minimize etmek için bir uzmandan yardım almanız önerilir. Bir diğer yöntem ise sıcak su uygulamasıdır. Kalça bölgenize sıcak su torbaları veya sıcak havlular uygulayarak ağrılarınızı azaltabilirsiniz. Ayrıca sıcak banyo yaparak da rahatlama sağlayabilirsiniz. Hamilelikte kalça ağrısına iyi gelen bir diğer yöntem ise masajdır. Ancak bu masajı yalnızca profesyonel masörlere yaptırmalısınız. Masaj, kaslarınızı rahatlatarak ağrılarınızın hafiflemesine yardımcı olacaktır. Hamilelikte kaslarınız daha yumuşak ve esnektir. Bu nedenle kalça kemikleriniz kolayca kayarak ağrıya neden olabilir. Ancak yukarıda bahsedilen yöntemleri kullanarak kalça ağrılarınızdan kurtulabilirsiniz. Unutmayın, kalça ağrıları normal bir durumdur ve birçok hamile kadın bu durumu yaşamaktadır. Bu nedenle endişelenmenize gerek yoktur. Sadece doğru yöntemleri uygulayarak bu ağrıları en aza indirebilirsiniz. Hamilelikte Kalça Ağrısı Kaçıncı
Haftada Başlar? Kalça ağrısı, hamileliğin başında veya sonunda ortaya çıkabilir. Bazı kadınlar hamileliğin ilk dönemlerinden itibaren ağrıları hissederken, bazıları daha geç dönemlerde yaşar. Genellikle, 2. trimester sonrasında daha sık görülür. Bununla birlikte, her kadın farklıdır ve hamilelikte kalça ağrısı yaşama zamanı kişisel deneyime ve koşullara bağlı olarak değişebilir. Birçok faktör kalça ağrısının hamilelikte ne zaman başlayacağını etkiler. Bu faktörler arasında, kilo alımı, hamstring, kasların zayıflaması, pelvisin genişlemesi ve hormonal değişiklikler yer alır. Kilo alımı hızlanırsa, kadınların vücutları daha fazla gerilir ve bu da eklemdeki ağrıları arttırabilir. Ayrıca, pelvisin genişlemesi vücuttaki kasları ve kemikleri etkileyebilir ve hamstring, kasların zayıflamasına neden olabilir. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde, hamilelik boyunca kadınların %60-70'i kalça ağrısı yaşar. Öyleyse, hamile kadınlar kalça ağrısının başlama zamanına dikkat etmelidirler. Bu ağrılar hafif olabilir ve birkaç gün içinde geçebilir ya da ciddi sorunlar neden olabilir. Bu nedenle, hamilelikte kalça ağrısı rahatsızlığı yaşayan anneler, bir doktora danışmalı ve tedavi seçeneklerini keşfetmelidirler. Hamilelikte Kalça Ağrısı Nasıl Geçer? Hamileler icin yoga ve pilates Birçok doktor, hamile kadınlara egzersiz yapmalarını önermektedir. Bu egzersizler kalça kaslarını güçlendirir ve esnekliğinizi arttırır. Ayrıca, hamilelikte özellikle yüksek topuklu ayakkabılar yerine rahat ayakkabı giymek, bel söz konusu olduğunda yardımcı olabilir. Hamileler için yoga ve pilates tarzı derslere katılmak kalça ağrısını azaltabilir. Ayrıca, hamilelik dönemi boyunca soğuk veya sıcak kompres uygulamak ağrıyı hafifletir. Bunların yanı sıra hamileler için özel olarak üretilen, hamileliğin son dönemlerinde de rahat kullanılabilecek yastıklar da kalça ağrısını hafifletmeye yardımcı olabilir. Herhangi bir egzersiz veya tedavi uygulamadan önce doktorunuzla görüşmeniz önerilir. Hamileyken kalça ağrısı için uygun tedavi yöntemi şunlardır: Akupunktur: Akupunktur, yumuşak doku ağrılarını azaltmak için kullanılan geleneksel bir Çin tıbbı yöntemidir. Hamile kadınlar için güvenli olduğu düşünülmektedir. Fizik Tedavi: Belirli egzersizler ve manüel terapiler ile hamilelikte kalça ağrısı tedavi edilebilir. Bununla birlikte, hamilelik döneminde bazı teknikler önerilmemektedir. Doğal Besin Takviyeleri: Bazı doğal besin takviyeleri, hamilelikte kalça ağrısı tedavisinde yardımcı olabilir. Bununla birlikte, doktor tavsiyesi olmadan kullanılması önerilmez. Hamilelikte kalça ağrısını hafifletmek için farklı tedavi yöntemleri vardır. Fakat öncelikle doktorunuza danışmayı unutmayın. Kendinizi dinlemek, rahatlamak ve mutlu olmak da sağlıklı bir hamilelik için oldukça önemlidir.
0 notes
medikalfirmalar · 1 year
Text
Medikalfirmalar.com
İlk Yardım Ekipmanlarının Önemi
İlk yardım, acil tıbbi müdahale gerektiren bir durumda hayat kurtarıcı olabilir. Bu nedenle, ilk yardım ekipmanlarına sahip olmak ve bunları kullanabilmek son derece önemlidir. Bu makalede, ilk yardım ekipmanlarının önemi ve neden her evde, işyerinde ve araçta bulundurulması gerektiği hakkında bilgi vereceğiz.
İlk Yardım Ekipmanlarının Türleri
Birinci derece yanıklar, kesikler, çürükler ve daha ciddi yaralanmalar gibi acil durumlar için farklı türde ilk yardım ekipmanları bulunmaktadır. Bu ekipmanların bazıları şunlardır:
Bandajlar ve sargılar
Antiseptik solüsyonlar
Steril eldivenler
İlaçlar
Kılavuzlar
Birinci Derece Yanıklar için İlk Yardım Ekipmanları
Birinci derece yanıklar, sıcak su, buhar, güneş yanığı veya hafif bir ateşleme sonucu oluşabilir. Bu tür yanıklar için, hemen soğuk su altında yıkama ve soğuk kompres uygulama ilk yardım müdahaleleridir. İlk yardım çantasında bu tür yanıklar için ayrılmış bir yanık kremi, sargı ve sıvı ile dolu steril bir şişe bulundurmanız önerilir.
Kesikler için İlk Yardım Ekipmanları
Kesikler, sivri bir nesne ile temas sonucu oluşan yaralanmalardır. Derin kesikler kanamalara neden olabilir ve enfeksiyon riski taşırlar. İlk yardım çantasında bu tür yaralanmalar için steril bir bant, bir antiseptik solüsyon ve steril bir sargı bulundurmanız önerilir.
Çürükler için İlk Yardım Ekipmanları
Çürükler, düşme, çarpma veya darbe sonucu oluşan yaralanmalardır. Bu tür yaralanmalar için, ilk yardım çantasında buz torbaları, elastik bandajlar ve ağrı kesiciler bulundurmanız önerilir.
Neden İlk Yardım Ekipmanlarına Sahip Olmalısınız?
Acil tıbbi müdahale gerektiren durumlarda, ilk yardım ekipmanları hayat kurtarıcı olabilir. İlk yardım çantası, herhangi bir yaralanma durumunda hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmenizi sağlar. Ayrıca, ilk yardım ekipmanlarının bulunması, acil durumlarda sakin kalmayı ve gerektiğinde hızlı hareket etmeyi kolaylaştırır.
Sonuç
 Bu nedenle, her evde, işyerinde ve araçta birinci derece yanıklar, kesikler, çürükler ve daha ciddi yaralanmalar için uygun ilk yardım ekipmanları bulundurmak son derece önemlidir. İlk yardım çantasının içeriğinin düzenli olarak kontrol edilmesi ve yenilenmesi gerekmektedir. Bu şekilde, acil durumlarda hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilir ve hayat kurtarabilirsiniz.
1 note · View note
mansetmalatya · 1 year
Text
Çocuğunuzun Ateşi Varsa Bu 7 Hataya Sakın Düşmeyin!
Tumblr media
Kış aylarında çocuklarda soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonları oldukça sık görülüyor. Bu hastalıklarda ebeveynlerin en büyük endişelerinden biri ‘yüksek ateş’ oluyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, özellikle enfeksiyon hastalıklarında sık görülen bir belirti olan yüksek ateşin aslında çocuklar için zararlı değil, tam aksine yararlı olduğuna dikkat çekerek, “Zira ateş, vücudun enfeksiyon etkeni ile savaşmasını kolaylaştıran bir savunma mekanizmasıdır. Bu nedenle çocuklarda ateşi hemen düşürmeye çalışmak gereksizdir. Ancak çocuk ateşli dönemde kendini kötü hissediyorsa ve halsiz ise doktorunuzun önereceği ateş düşürücü ilaçlar ile daha iyi hissetmesini sağlayabilirsiniz” diyor. Çocukların ateşi yükseldiğinde ebeveynlerin doğru müdahalede bulunmaları da büyük önem taşıyor, aksi halde hipotermiden ilaç zehirlenmesine kadar pek çok sorun gelişebiliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, yüksek ateşte kaçınmanız gereken hatalı alışkanlıkları anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu.
Tumblr media
Hemen ilaç vermek. YANLIŞ!   DOĞRUSU: Ateş çocuğunuz tarafından iyi tolere ediliyorsa hemen ilaç vermeniz gerekmiyor. Eğer bir enfeksiyon söz konusu ise ateşi düşürmek sorunu daha çabuk çözmüyor, nedeni ortadan kaldırmıyor. Ateşi çok yüksek değilse ve çocuğunuz kendini kötü hissetmiyorsa, üzerini soyup, ılık bir duş aldırabilirsiniz. Eğer kendini iyi hissetmiyorsa, dozlarına ve dozlar arasındaki sürelere dikkat ederek ateş düşürücü ilaç vermeniz ise önem taşıyor. Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, “İlaç kullanımına rağmen ateş 72 saat boyunca düşmemiş ise mutlaka doktorunuza danışmanız gerekiyor” uyarısında bulunuyor. Yeterince su vermemek. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, yüksek ateşte çocuğunuza düzenli olarak sıvı vermenizin çok önemli olduğunu hatırlatarak, sözlerine şöyle devam ediyor: “Susuz kalmayı engellemek hayati bir öneme sahip. Zira hem ateşe karşı direnç hem de bağışıklık sisteminin etkin çalışmasında sıvı dengesi kilit rol üstleniyor. Bu nedenle çocuğunuz istemese bile ona bol bol sıvı vermeyi ihmal etmeyin” ‘Üşüyor’ diye odanın ısısını yükseltmek. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Ortam ısısı yüksek olduğunda çocuğun ateşi daha hızlı yükseliyor. Dolayısıyla ortam sıcaklığının sabit ve 18-20°C aralığında kalması gerekiyor. Ayrıca ateşli çocuğun hava ihtiyacı artıyor, bu nedenle konforlu bir solunum için havanın çok nemli veya çok kuru olmaması gerekiyor. Odasını düzenli olarak havalandırmanız da, mikropların ortamdan uzaklaşmalarını sağlıyor. Çocuğun üzerini örtmek. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Ateşi yükseldiğinde çocuğunuzun üzerini örtmeyin. Üşüme hissini azaltmak için vücut ısısını yükseltmeyecek incelikte ve pamuklu giysi veya örtü tercih edin. Zira küçük bebekler, özellikle yeni doğanlar sıcak ortamlarda fazla kalın giydirildiklerinde, vücut ısılarını dengeleyemedikleri için ateşleri çıkabiliyor. Bu yüzden ateşlendiklerinde fazla kalın giydirmemek ve üzerlerini örtmemek gerekiyor. Ancak vücut ısısının fazla düşmesine ve üşümesine yol açacağı için ateşi takip etmeli ve düştüğünde uygun giysiler giydirmelisiniz. Soğuk suda yıkamak. YANLIŞ! DOĞRUSU: Ateşin yükselme evresinde üşüyen çocuğu soğuk suda yıkamak kendisini daha kötü hissetmesine neden olacağı için önerilmiyor. Ateş düşürücü ilaca rağmen vücut ısısı düşmüyorsa ılık suyla duş aldırmanız ilacın etki hızını artıracaktır. Kolonya ve sirkeli su ile ovmak. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Sirke gibi asidik içerikli sıvıların veya alkolün uçucu özelliği nedeniyle buharlaşmayı artırarak ateşi düşüreceği düşünülüyor. Ancak yapılan çalışmalarda bu tür sıvıların hiçbir olumlu etkisi gösterilmemiş. Aksine deriden emildikleri takdirde çocuklarda zehirlenme bulgularına yol açabiliyor. Buz ve buz torbaları uygulamak. YANLIŞ!  DOĞRUSU: Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Tarkan İkizoğlu, enfeksiyona bağlı gelişen yüksek ateşte ‘buz veya buz torbaları’ uygulamasının kesinlikle önerilmediği uyarısında bulunarak, “Bu tür işlemler çocuğun üşüme duygusunu artırmasının yanı sıra vücudun ısıtma mekanizmalarını daha güçlü çalıştırarak ateşin daha da yükselmesine neden olabiliyor” diyor. Read the full article
0 notes
bilgivitrini · 3 years
Text
Sıcak Su Torbaları Nasıl Kullanılmalı
Sıcak Su Torbaları Nasıl Kullanılmalı
Sıcak su torbaları nasıl kullanılmalı? Sıcak su torbaları, özellikle soğuk kış günlerinde vazgeçemediğimiz şeylerden. Pek çok faydası bulunmasına rağmen Sıcak su torbası herkes için faydalı mı? Sıcak su torbaları sadece soğuk günlerde kullanılmıyor. Spor yaralanmaları ve fizik tedavide sıcak su torbalarından faydalanılıyor. Ancak yaralanmaların ilk zamanlarında bu torbalar damarları genişletip…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
pembelojicom · 3 years
Text
Regl Sancılarına Ne İyi Gelir?
Regl Sancılarına Ne İyi Gelir?
Biz kadınların her ay yaşadığı ve zorlayıcı ağrılara ve sancılara neden olan adet döneminde aşağda belirteceğim yöntemler sayesinde hali hazırda yaşadığınız adet ağrısını hafiflete bilirsiniz. Bir diğer adıyla regl sancıları bazen dayanılmaz bir hal alabilir. Sizlere vereceğim bu bilgilerle sancılarınızı daha hafif hale getirebilirsiniz. Sıcak su torbaları, ısıtıcı yastıklar ya da sıcak bir duş…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
vehayvanlar · 3 years
Text
küresel iklim değişikliği
Genel olarak bakıldığında Küresel iklim krizinin neredeyse tümüyle küresel ısınma kaynaklı olduğu söylenebilir. Daha önce ağırlıkla ‘Küresel Isınma’ olarak anılan olgu giderek yerini ‘Küresel İklim Değişikliği’ terimine bırakmaktadır. Küresel ısınmayı da kısaca  atmosfere salınankarbondioksit gibi sera etkisi yaratan gazların denizlerin ve yer kabuğunun ortalamasıcaklığının artmasına neden olan bir olay olarak tanımlayabiliriz. Sera etkisi doğal bir olaydır fakat bizler  tarafından doğaya verilen çeşitli zararlı gazların atmosfere zarar vermesine vedoğal dengenin bozulmasına, küresel ısınmanın yaşanmasına neden olur. Bir yanda dünyayıtemizleyen kaynaklar tüketilirken, öbür yanda havayı kirleten gaz salınımı sürekli artmaktadır.Atmosfere zarar veren çeşitli zararlı gazların salınımını çevremizden örneklerle açıklamakistersek,öncelikle yaşadığım şehirden yola çıkarak sanayileşmenin giderek arttığı ve geliştiği bir dönemi göz önünde bulundurabiliriz. Sanayileşmenin hızlı bir şekilde artması ülke ekonomisine ne kadar olumlu bir etki yaratıyorsa küresel ısınmaya karşı da karbon emisyonuve hava kirliliği açısından fazlasıyla olumsuz bir etki yaratmaktadır. Bunun yanı sıra çoğumuzun severek gittiği hatta büyük şehirlerde birden fazla bulunan avmlerin ve ülkemizde ki hızlı nufüs artışından dolayı konut alanlarının çoğalarak yeşil alanların katledilmesinden dolayı hava kirliliği oluşmaktadır. Oluşan hava kirliliğinin küresel ısınmaya ve geleceğimize olumsuz yönde etkisi çok büyüktür. Yukarıda da bahsetmiş olduğum üzere nufüsun da artmasıile paralel olarak şehir içerisinde kullanılan araç sayısı da artmaktadır. Araçların artması vefosil yakıt tüketimindeki artışta hava kirliliğine büyük ölçüde sebep olmaktadır. Fosil yakıtların(kömür, petrol ve doğal gaz) ağırlıklı enerji kaynağı olarak kullanımının sonucu olarak atmosfere salınan ve sera etkisi yaratan gazların dünya sistemi tarafından geri emilememesi nedeniyle iklim küresel olarak değişmeye başlamıştır. Denizler ve okyanuslardaki suyunısınması dolayısıyla genleşmesi ve karasal buzulların erimesiyle birlikte denizlerde artan su miktarı nedeniyle deniz seviyesinin yükselmesi ve atmosferde artan karbonun deniz yüzeyince emilimi nedeniyle okyanus asitlenmesi adı verilen yüzey sularının pH değerindeki azalma daiklim krizinin diğer temel sonuçlarıdır. Bu sonuçların insan ve toplum yaşamında bir dizi olumsuz etkiye yol açması ya da açıyor olması kaçınılmazdır. Özellikle son 50 yıldaki artışartık fark edilebilir boyutta. Kıyı kesimlerde toprak kayıpları yaşanıyor. Kar örtüsünde azalmaoluyor. Küresel ısınmadan kaynaklı bazı bölgelerde kasırga, sel ya da taşkın gibi doğal afetleroluyor. Tam tersi olarak uzun süreli ve şiddetli kuraklıklar da görülebiliyor. Kışın sıcaklıkların artması da küresel ısınmanın etkilerinden. Göz açıp kapayana kadar ilkbaharın geldiğinigörüyoruz ve tam tersi olarak sonbaharın da geciktiğini. Hayvanların göç dönemleri dahi artıkdeğişebiliyor. İklimler değiştikçe biz de onlara uyum sağlamaya çalışıyoruz. İklimlerdeki bu değişimlere hayvanların ve bitkilerin kolay adapte olması zor oluyor bunun neticesinde pek çok bitki ve hayvan türü azalmış oluyor. Hatta türü sonlanan hayvanlar da mevcut.
    Peki, bunu önlemek için ne yapmalıyız?
Basit bir adım, büyük adımların öncüsü olabilir. Bu nedenle bizlere çok iş düşüyor. Daha temiz bir çevre, olağan seyrinde bir hayat ve dahası sağlıklı bir yaşam için elimizi taşın altına koyarak işe başlamamız gerekiyor. Küresel ısınmayı önlemek için atılması gereken basit birkaç adım var.
Eğer imkânınız varsa bahçenizde ya da evinizin etrafında bir fidan dikerek işe başlayabilirsiniz. Daha büyük çapta bir organizasyon için yerel yönetimlere başvurabilir ve yollara ya da boş yerlere ağaç dikmek için izin alabilirsiniz. Ağaçlar nefes kaynağımızdır bu nedenle öncelikle nefes alarak işe başlayabiliriz.
Enerjiden biraz tasarruf etmek bile büyük bir adım. Kışın eviniz çok sıcak olduğunda serinlemek için pencereleri açmak yerine kaloriferi kısmanız yeterli. Isıtıcıyı son seviyede açmak yerine biraz kalın giyinmek de bir çare. Normal ampuller yerine tasarruflu ampuller kullanabilir ve böylece hem elektrik faturanızı azaltabilir hem de sık sık ampul değiştirmek zorunda kalmazsınız.
Akşam yatmadan önce elektrikli aletlerin fişini çekin. Hem yayılan radyasyonu önlemiş olursunuz hem de tasarruf sağlarsınız. Kullanmadığınız şarj aletlerini fişte bırakmayın mesela. Böylece şarj aletinin fazla ısınmasından dolayı olası bir patlama tehlikesini de önlemiş olursunuz. Kullanmadığınız elektrikli aletlerin fişini çekin böylece karbondioksit emisyonunu önemli ölçüde azaltmış olursunuz.
Güneş enerjisini kullanmanız, çevreye yapacağınız en büyük faydalardan biri. Mümkün olduğunda güneş enerjisi kullanın ve böylece doğanın da dengesini koruyun. Güneş enerjisi ile evinizi ısıtabilir ve elektrik enerjisi üretimini gerçekleştirebilirsiniz.
Geri dönüşüme gereken önemi vererek de çevreye katkı sağlarsınız. Sürekli tükettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Bu nedenle sık sık elektronik cihazları, plastikleri, torbaları ya da benzeri şeyleri tüketebiliyoruz. Geri dönüşüme verdiğimiz her ürün bize nefes olarak geri gelecektir. Daha sağlıklı bir dünya için mutlaka geri dönüşüm bilincini yayalım.
1 note · View note
Text
Bölüm 116
Refiye çıktığında bornozuna sıkı sıkı sarınmıştı. “Uhh, rahatladım vallahi, hadi sen de gir yıkan hemen!” dedi. Onun ardından ben de geçtim banyoya. Sıcak ve tazyikli suyun altında yıkandım güzelce. Sıcak su ve buharla mayıştım, rahatlayıp kendime geldim. Ancak bedenim rahatlasa da aklım kasanın içindekilerdeydi. Konya gibi bir yerde titreşimli ve belden bağlamalı plastik yarakları nerden bulmuş, edinmişti Refiye?
Ama bunlardan hariç aklımı meşgul eden başka bir şey de kondomlardı. Ne arıyordu bunlar kasada? Plastik yaraklara takmak için miydi? O ara aklıma Ceren geldi. O gece sabaha karşı yukarıya annesine bakmak için çıkmış, sonra elinde bir kondomla dönmüştü. Bu ne diye sorduğumda da Ceyhun’un olduğunu ve burada unuttuğunu söylemişti. Sonra da kondomu yarağıma takıp güzel bir sakso çekmişti.
Şimdi düşününce bu işte başka bir işin olduğu ortaya çıkıyordu. O kondom Ceyhun’un değildi, Refiye’nindi ve Ceren onu annesi uyurken kasadan almıştı. İlk önce bunun kesinlikle böyle olduğunu düşündüm, ama sonra belki de yanılıyor olabileceğim geldi aklıma. Belki de kondomlar gerçekten de Ceyhun’undu, o Almanya’ya gidince Refiye bulmuş ve kasaya koymuştu.
İlk düşünce ne kadar doğruysa, bu da o kadar doğru görünüyordu. Oğlunun kondomlarını bulması pek tabii mümkündü. Annem de odamda benim porno dergilerimi bulmuştu zamanında. Annem dergileri atmak yerine onlara bakmayı tercih etmişti. Belki Refiye de oğlunun kondomlarını atmak yerine saklamayı uygun görmüştü. Ama ne olursa olsun, kasadan ve içindekilerden Ceren’in haberinin olduğu kesindi. Doğru cevabı bulmam zamanla mümkün olacaktı.
Çıktığımda Refiye giyinmiş, hazırlanmıştı. Uzun, parlak siyah kadifeden bir elbise giymişti. Dün karımın üzerinde gördüğümün bir benzeriydi bu elbise. Zaten o elbise de aslında Refiye’ninkilerden biriydi. Elastik kumaştan yapılan elbise vücut hatlarını ortaya çıkartmıştı. Dolgun memeleri elbisenin altında belirmişti iyice. Karnı ve hafiften çıkıntı yapmış göbeğiyle kalçaları da ortadaydı. Başını sarı siyah desenli büyük bir türbanla bağlamıştı. Çok hafif de makyaj yapmıştı. Dün akşamki halinden bile daha güzeldi.
Yatağın üzerinde epeyce pantolon, gömlek, kazak, iç çamaşırları vs. vardı. “Bunlar ne?” diye sorduğumda, “Senin, sana almıştım daha önceden!” dedi Refiye. Hepsi yeniydi, etiketleri üzerindeydi. Bazıları pahalı, lüks sayılacak markalara aitti üstelik. Evden birkaç parça kıyafet getirmiştim, ama şimdi epeyce yeni kıyafetim olmuştu.
“Hadi şunları giysene, çok merak ediyorum nasıl olacak!” deyince içlerinden seçtiklerini giyindim. Refiye zevkli bir kadındı. Aynada kendime bakınca bir kez daha anladım bunu. Giysiler üzerime tam oturmuştu üstelik. Sonrasında çekmecelerden birini açıp küçük bir parfüm kutusu çıkardı. Oldukça pahalı, lüks bir markaya aitti bu parfüm ve daha önce hiç kullanmamıştım.
Kutunun içinden zarif bir şişe çıkardı, “Yaklaşsana!” dedi ve üzerime sıktı birkaç kez. İlk anda anlamasam da saniyeler sonra koku kendini göstermeye başladı, müthiş bir kokuydu. Refiye gözlerini kapatıp havayı koklarken, “Bu kokuya bayılıyorum!” dedi. Sonrasında sarıldı sıkıca ve yanaklarımı öptü. Kim bilir belki de ölen kocası da bu kokuyu kullanıyordu.
Önü boydan boya fermuarlı penye bir pardesü giyindi. Krem renkli yüksek topuklu ayakkabılarını da giyinince beraber çıktık. Alışveriş merkezlerinden birine gittik. Mağazaları dolaştık ve biraz alışveriş yaptık. Ardından yeme içme katına geçtik. Ortak alandaki masalardan birine oturmuş yemeğimizi yerken, önümüzdeki masaya iki genç kız gelip oturdu. Kızların birini tanımıyordum, ama diğerini görür görmez tanıdım. Cevat’ın otele gönderdiği Zümrüt’tü bu kız.
O geceki halinden çok uzaktı, ama tanımama engel değildi bu. Bebek gibi bir yüzü vardı ve yüzünü unutmamıştım hiç. Götünü sikmek istediğimi söylediğimde beni terslemiş, hatta küfretmişti. Sonrasında ben de ona küfretmiştim. Cevat, Zümrüt yerine Şermin’i göndermişti daha sonra.
Uzun kızıl saçlarının yerinde daha kısa kestane rengi saçları vardı. Beyaz, parlak bir gömlekle siyah kumaş bir pantolon giymişti. Karşısındaki kız da onun gibi giyinmişti. Göğsünde metal bir isimlik vardı, ama uzak kaldığından adını okuyamıyordum. Zümrüt’ün gerçek adı olmadığından emindim. Buradaki mağazalardan birinde çalıştıkları çok belliydi. Öğle yemeğine çıkmışlardı.
Refiye’nin arkasında kalmışlardı, ama yine de fark etmesin diye çaktırmadan bakıyordum. Derken kaçamak bakışlarımı fark etti. Yemeğini yerken onun da bana bakmaya başladığını gördüm. Kızla neşeli sohbetinin arasında ara sıra ciddi bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Belki de beni hatırlamıştı benim onu hatırladığım gibi.
Bir ara kız kalkınca tek başına kaldı masada. Refiye’nin sözlerine cevap verirken ara ara ona bakmadan edemiyordum. Elindeki telefonla ilgileniyordu. Ancak yan gözle bana bakmayı ihmal etmiyordu. Kız gelince masadan kalktı, bizim masaya doğru bir iki adım yaklaştığında isimlikte yazan yazıyı nihayet okuyabildim. Gerçek adı Beyza idi. Çalıştığı mağazanın amblemi de vardı isimlikte, bir kozmetik mağazasında çalışıyordu. Kızla beraber kalabalığın arasına karıştı az sonra.
O gece göt sikme uğruna reddettiğim kız onca zaman sonra bir anda karşıma çıkıvermişti. Hem ismini hem de nerde çalıştığını öğrenmiştim. Gözüm onda kalmışken, Refiye’nin, “Kalkalım mı?” demesiyle kendime geldim.
Kalktık ve birkaç mağazaya daha girip çıktık. Refiye, “Sinemaya gidelim mi?” deyince, “Tamam, gidelim!” dedim. Sinemaya en son karım ve kızlarla beraber gitmiştim. Refiye afişlere baktı bir süre, sonra da, “Şuna gidelim, ben bu kadını çok beğeniyorum!” dedi. Romantik türde bir Türk filmiydi bu. Filmin başlamasına az bir zaman kalmıştı, o nedenle hemen içeri girdik.
Yerimiz önlerdeydi. Günlerden Pazartesiydi ve öğle saatleri olduğundan salonda çok kişi yoktu. Hepsi de arka taraflarda kalmıştı. Refiye ile bize gösterilen yere oturduk. Işıklar kararıp da film başlayınca kolumu omzuna attım, o da bana yaslandı. Çok sevdiğim parfümünün kokusunu çektim içime.
Film beni sarmadı, ilk 10-15 dakika içinde sıkıldım. Ancak filmden sıkılsam da halimden memnundum. Elimin altında onun yuvarlak, biçimli omzunu, kolunu hissetmek çok hoşuma gidiyordu. Omzuma başını koyup yaslandığında ipek eşarbının yumuşaklığını yanağımda hissediyordum. Parfümüyle ise ciğerlerim bayram ediyordu. Tüm bunlara ilaveten dolgun memesini göğsüme yaslamıştı. İnce penye pardesüsü ve kadife elbisesine rağmen sutyeninin yumuşaklığını hissedebiliyordum.
Yarağım ufak ufak hareketlenmeye başladı tüm bunlar bir araya gelince. Külotuma ve kot pantolonuma karşın sinema salonunun karanlığında çadırı dikmiştim. Refiye kendini filme vermiş, büyülenmiş gibi koca ekrana bakıyordu. O anda bendeki değişikliği fark etmiyordu hiç.
Sağ elim omzunda, kolunda geziniyordu sürekli. Kolunun dolgun ve yumuşak etlerine avucumla bastırıyordum. Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Salonda kimse olmasa ve kimse görmese, ekranda film oynamaya devam ederken onu oracıkta, koltukların üzerinde çatır çatır sikmek istediğimi fark ettim.
Bir saat kadar sonra ışıklar yandığında nihayet Refiye durumu anladı. Pantolonumun önündeki şişkinliği gördü. Yanımızdan diğer seyirciler geçerken durumu anlamasınlar diye hemen alışveriş poşetlerinden birini kucağıma koydu. Fısıltılı bir sesle, “Bu halin ne böyle?” dedi. Bunu söylerken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu, utanmış gibiydi ayrıca.
Kulağına iyice yanaştım. “Ne bileyim, sana sarılınca birden canım çekti seni!” dedim. Adetliyken benimle birlikte olamamanın verdiği üzüntü ona yetiyordu. Bir de ben böyle söyleyince daha da üzüldü. “Biliyorsun durumumu!” dedi. “Tamam, biliyorum ama elimde değil!” dediğimde bir süre bir şey söylemedi. “Hadi çıkalım!” deyince, “İzlemek istemiyor musun?” dedim. Refiye bu soruma, “Hayır!” dedi kesin ve sert bir sesle.
Önümdeki şişkinliğin inmesi için bir süre daha oturduktan sonra kalktık. Refiye duruma hem üzülmüş, hem sinirlenmişti. Adetli olduğu için kendisini suçladığımı düşünüyordu belki de. Oysa böyle bir şey yoktu. Sivri, yüksek topuklu ayakkabıları ile mermer zemine sert sert basarak yürüyordu. Çıkan 'Tak tuk' sesleri koca katta yankılanıyordu.
Anlamsızca dolaştık bir süre. Sonra, “Benim tuvalete gitmem lazım!” deyince, “Tamam sen git, ben beklerim!” dedim. O gidince mağazaların vitrinlerine bakındım. O ara arkamdan bir kadının, “Osman Bey?” demesiyle geriye döndüm. Günün ikinci sürprizi tam karşımdaydı. İnternetten tanışıp siktiğim Moldovalı Natalya karşımda duruyordu.
Elinde birkaç alışveriş torbası vardı. “Ben gördüm seni. Yanında bayan vardı, onun için gelmedim yanına!” dedi kendine has kırık Türkçesiyle. Uzun siyah bir etek giymişti, üstünde ise çiçekli uzun kollu bir bluz vardı. Sarı saçları omuzlarına dökülüyordu yine. Ayağındaysa siyah yarım botlar vardı.
“Nasılsın, iyi misin?” diye sordum. “İyiyim, sen nasılsın, aramadın hiç?” dedi sitem eder gibi. Cep telefonunu vermiş, ne zaman istersem arayabileceğimi söylemişti, ama o geceden sonra ne aramış ne sormuştum. Arada kaynayıp gitmiş, hatta unutmuştum Natalya’yı. “Kusura bakma, iş güç, arayamadım!” deyince, “Hadi hadi, siz Türkler hep aynısınız!” dedi gülerek.
“İzinli misin?” diye sorduğumda, “Niet!” dedi Rusça. Sonra da, “Benim hanım var, onunla geldim alışverişe!” dedi elindeki torbaları gösterip. O bunu söylerken mağazadan bir kadın çıktı ve elindeki torbayı uzatarak, “Şunu alsana!” dedi Natalya’ya. Natalya torbayı alırken kadın bana baktı ve “Aaa, Osman Bey, merhaba, nasılsınız?” dedi gülümseyip. Bir başka sürpriz daha karşımdaydı, ama bu kadının kim olduğunu bilmiyordum.
“Merhaba!” dedim utana sıkıla. Ardından, “Kusura bakmayın, çıkartamadım sizi?” dediğimde, kadın gayet kibar ve alttan alır bir şekilde, “Ben Fikriye, geçen sabah görmüştüm sizi, Ayşe Hanım’ın görümcesiyim!” dediğinde bende jeton anca düştü. “Çok özür dilerim, kusura bakmayın!” dedim ayıbımı kapatmaya çalışarak. “Ne demek, estağfurullah, olur böyle şeyler!” dedi gülümseyerek.
Demek Natalya Fikriye hanımın yanında çalışıyor, onun hasta ve yatalak kaynanasına bakıyordu. Dünyanın ne kadar küçük olduğunun bir kanıtıydı bu durum. Fikriye Hanım ile Ayşe Hanım karşılıklı oturuyorlardı. O gece Natalya’yı eve bıraktığımda tam karşıdaki villanın bahçesinde Ayşe hanımın kullandığı cipi görmüş, Natalya’ya orada oturanları tanıyıp tanımadığını sormuştum. Natalya da hiç düşünmeden Ayşe hanımın adını vermişti.
“Nasılsınız, iyi misiniz, Özge nasıl?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim. Özge’nin annesinden fena bir dayak yediğini, yüzünün gözünün morardığını söyleyemezdim elbette. “İyi, nasıl olsun!” dedim herhangi bir şey çaktırmamaya çalışarak. “Aradım ama ulaşamadım kendisine, selamlarımı iletirsiniz!” dediğinde, “Ne demek, tabii ki!” dedim.
Ayşe hanımdan hariç Fikriye Hanım da Özge ile görüştüğüne göre durum oldukça ciddi demekti. Özge her ne kadar Ahmet’i sevmediğini söylese de, Ahmet’in ailesinin Özge’yi pek sevdiği belliydi.
Fikriye hanımı o gün ayaküstü görmüştüm ve aklımda yer etmemişti, ama şimdi daha dikkatle baktığımda gayet hoş ve zarif bir kadın olduğunu fark ettim. Uzun boyluydu. Dizlerinin altına inen krem renkli bir pardesü giymişti. Pardesünün altından kahverengi eteğinin uçları görünüyordu. Bordo renkli yüksek topuklu çizmeleri ile zaten uzun olan boyu daha da uzamıştı. Başındaki desenli türbanı ve elinde tuttuğu çanta da bordoydu ve oldukça pahalı bir markaydı. Yüzünde çok hafif bir makyaj vardı. Yüzündeki ve alnındaki çizgiler ona ayrı bir hava ve güzellik katıyordu. Bu haliyle en fazla 40 yaşında gösteriyordu.
Natalya’ya bakarak, “Siz tanışıyorsunuz galiba?” dediğinde, Natalya, “Da, Osman bey eski arkadaş benim!” dedi. Natalya bir yabancı olarak bunu söylemekte herhangi bir sakınca görmemişti, ama Fikriye hanımın yüzündeki ifade tam tersini işaret ediyordu. Zoraki bir gülümsemeyle, “Ne güzel!” dedi. Evli bir erkekle, yabancı, yalnız bir kadının ne tür bir arkadaşlık yaptığını düşünüyordu muhtemelen. Belki de beni yanında çalışan yabancı kadınla karısını aldatan biri olarak görüyordu.
Konuyu değiştirmeye çalışıp, “Ayşe Hanım nasıl, Mümtaz Bey nasıl?” diye sordum. “İyiler sağ olun, aslında yengem de gelecekti benimle, ama başka bir işi çıkmış, gecikeceğini söyledi!” dedi gülümseyen yüzüyle. Fikriye Hanım, “Bir gün buluşalım ailecek, eşinizle de tanışmak isterim!” dediği sırada bir anda Refiye bitiverdi yanımda. Tam konuşmanın üzerine denk gelmişti. Beni iki kadınla konuşurken görmenin verdiği şaşkınlık ve siniri yüzünde görebiliyordum.
“Eşim Refiye!” diyerek kendisini tanıştırdığımda, Fikriye Hanım, “Merhaba, biz de tam sizden bahsediyorduk!” dedi gülümseyerek. Fikriye Hanım Refiye’yi Özge’nin annesi sanmıştı. Refiye sinirden uzun deri cüzdanını koparırcasına sıkarken hiçbir şey söylemedi karşılık olarak. Bir Fikriye hanıma, bir Natalya’ya bakıyordu.
Refiye’nin gelmesi ile oluşan soğukluğu benim gibi Fikriye Hanım da fark etmişti. “Peki, bize müsaade, iyi günler!” diyerek yanımızdan ayrılırken, “İyi günler!” dedim. Onlar giderken Refiye’nin siniri bana yönelmişti. “Kim bunlar?” dedi dişlerini sıkarak. “Özge’nin bir arkadaşının halası, öbürü de yanında çalışan hizmetlisi!” diye cevap verdim. Sonra da, “Çok ayıp ettin insanlara!” dedim. “Başlarım senin ayıbına!” dedi sinirli sinirli. O sırada yanımızdan çocuğuyla geçen bir kadın bakışlarını bize yöneltti.
Daha önce Refiye’yi kıskançlık ederken hiç görmediğimden şimdi bu hali çok tuhaf geliyordu. Kendi yatağında Elif’le sikişmeme sesini çıkartmazken, iki kadınla ayaküstü konuştuğum için kıyameti kopartacaktı nerdeyse. “Sakin olsana, derdin ne senin?” dedim, ama beni dinlemeden hızlı hızlı yürüyordu. Kolundan tutup, “Nereye gidiyorsun, beklesene!” dediğimde, “Bırak beni, eve gidiyorum!” dedi. Çok güzel başlayan günümüz bir anda bombok hale gelmişti.
Garaja inip arabaya bindik. Kapıları kapatır kapatmaz Refiye sinirden kendinden geçmiş bir halde, “Hangisini siktin daha önce, kapalı karıyı mı, yoksa hizmetçisini mi?” dedi. “Sen manyak mısın, bu nasıl konuşma?” dedim, ancak Refiye beni dinleyecek halde değildi.
“Tabii, beyefendi ne de olsa genç, yakışıklı. Kalkıp sadece bana bakacak hali yok. Adetliyim diye daha şimdiden gözünü elin karılarına kızlarına dikmiş bile!” dedi sinirden titreyen sesiyle. “Refiye kendine gel. Aptal aptal konuşma, sana dedim, kadın Özge’nin bir arkadaşının halası, istersen aç telefonu sor!” dedim. Ancak Özge’nin adının geçmesi ateşin üzerine benzin dökülmüş gibi Refiye’nin sinirini ve kızgınlığını artırdı.
“Haa, tabii bir de Özge Hanım var. Onu unuttuk. Beyefendinin genç aşkı, tabii. Salaklık işte, nasıl unuttum bunu. Ne zamandan beri o götçünün arkadaşlarının akrabaları ile görüşmeye başladın sen? Artık o götçü de sana yetmez oldu demek ki, arkadaşlarına falan sulanmaya başladın!” dediğinde sinirimden ağzının ortasına bir tane vurmamak için kendimi zor tuttum.
Arabayı çalıştırıp yola koyulurken içimden (Ya sabır, ya sabır!) diyordum sürekli. Ancak Refiye’nin açılan çenesi pek kapanacağa benzemiyordu. “Ana kız nikâhımın içine sıçtılar. Dün senin için kavga ettiklerini bilmiyorum sanki!” dedi elini çantasına götürürken. Bu sırada Özge ve Özlem’e epey bir küfür savurdu. İnce sigaralarından birini çıkardı ancak çakmağını bulamıyordu bir türlü. Uzattığım çakmağımı elinin tersiyle iterken sonunda çakmağı buldu ve sigarasını yaktı.
Elleri titriyordu sinirinden. Parmaklarının arasındaki sigara da düştü düşecek gibiydi. Üst üste birkaç derin nefes çektikten sonra, “Beni ilerde indir!” dedi. “Nerde, nereye gidiyorsun?” diye sordum. “Sana ne, nereye istersem giderim! Sen de koş git o karıların peşinden!” dedi. Bunları söylerken ağlamaya da başlamıştı.
“Refiye abartma lütfen, iki kadınla ayaküstü konuştum, merhabalaştım sadece, ne var bunda?” dedim, ama Refiye beni dinleyecek durumda değildi. Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı iyice. “İndir şurada!” deyince, “Nereye gideceksin?” dedim bileğinden kavrayarak. “Hüsniye’nin yanına!” dedi bileğini kurtarmaya çalışırken. “Sen manyak mısın, Hüsniye burada oturmuyor!” dedim ve gaza bastım. “Ben taksiyle giderim, indir beni!” dediyse de onu dinlemedim.
Yengem ve Hüsniye’nin oturduğu binanın önüne gelene kadar hiç konuşmadık. Refiye arabadan indi, binadan içeri girene kadar bekledim orada. O gözden kaybolunca sürdüm arabayı. Ancak nereye gideceğimi hiç bilmiyordum.
Trafikte öylece araba sürdüm bir süre. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşünüp durdum. Hiç beklemediğim, ummadığım bir tepkiyle karşılaşmıştım. Kafam allak bullak bir haldeydi. Son birkaç gündür yaşananların üzerine tuz biber ekmişti bu durum. Daha evliliğimin ilk gününde kavga etmiştim.
İşe mi gitsem diye düşündüm, ama gitmek istemiyordum hiç. O sırada telefonum çaldı. Sabit bir numaraydı. Açınca karşıdan Hüsniye’nin sesi geldi. Nasılsın, iyi misin muhabbetinden sonra, “Merak etme, Refiye iyi, sinirleri bozulmuş biraz. Gelsene bize, konuşmuş oluruz!” deyince, “Şimdi gene kavga başlatır filan, boş ver!” dedim, ama Hüsniye ısrar edince, “İyi, tamam, geliyorum!” dedim ve geri döndüm.
10-15 dakika sonra yengemin dairesinin önündeydim. Zile bastım. Az sonra Hüsniye açtı kapıyı. “Hoş geldin, buyur!” dedi gülümseyerek. Beni gördüğüne çok sevinmiş gibiydi. Siyah, dizlerinin üzerine gelen dar bir etekle, açık pembe V yakalı bir bluz vardı üzerinde. Bluzun altından siyah sutyeni belli oluyordu. Derin V yaka ise memelerinin çatalını meydana çıkartmıştı. Ayağında yüksek topuklu ayakkabıya benzer terlikler vardı.
Salona geçtim, ancak Refiye görünmüyordu. “Refiye nerde?” diye sorunca, “Gel!” diyerek önüme geçti ve koridora yöneldi. Yüksek topuklu terlikleri ile takır tukur sesler çıkarta çıkarta ve fena halde götünü sallayarak yürüyordu. Götünün dolgun yanaklarının siyah eteğin altında sağa sola sallanışlarını fark etmemek mümkün değildi. Külot giymemiş gibiydi Hüsniye. Bu manzara karşısında yarağım ister istemez sertleşirken, arkadaki odalardan birinin kapısını açtı.
Açılıp yatak haline getirilmiş bir koltukta yatıyordu Refiye. Derin bir uykudaydı. Bir süre izledim kendisini, ama beni fark edecek halde değildi. Ara ara ufak horultular çıkartıyordu. Hüsniye, “Sinirleri çok bozulmuş, anlattı bana meseleyi. Merak etmene gerek yok, ilaç verdim. Daha birkaç saat uyanmaz!” dedi. Kapıyı kapatırken, “Hımm, kokun da çok güzelmiş!” dedi gülerek. “Refiye’nin hediyesi!” dediğimde, “Zevkli kadındır bilirim, erkeğinin güzel görünmesi için her şeyi yapar!” dedi. Aynı şekilde götünü çalkalayarak önümden salona geçti.
“Otursana, çekinmene gerek yok!” dedi koltuğu işaret ederek. Koltuğa otururken, “Yengem nerde, görünmüyor?” dedim. “Size gitti, annenle beraber işleri mi ne varmış, baban gelip götürdü sabahtan!” diye yanıtladı. Refiye’yi saymazsak, ki o da horul horul uyuyordu, evde ikimizden başka kimse yoktu. Hüsniye karşıma geçip bacak bacak üstüne attığında kaymak gibi bacakları ve kalçaları açığa çıktı. Çok rahat davranıyordu. Bu rahatlığı teşhirciliğinden ileri geliyordu.
Sarı, dalgalı ve uzun saçlarının uçları ile oynarken, “Refiye biraz kıskançlık yapmış, haksız da sayılmaz hani!” dedi. Hüsniye de Refiye gibi mi düşünüyordu bu konuda bilmiyordum. “Kıskançlık yapacak bir şey yok ortada. Tanıdığım iki kadınla merhabalaştım, hepsi bu!” dedim.
Hüsniye saçlarının uçlarıyla oynarken üstteki bacağını da sallamaya başlamıştı hafifçe. “Ben onu demiyorum!” deyince, “Sen neyi diyorsun?” dedim. Sırtımı yasladım koltuğa iyice, onun gibi bacak bacak üstüne attım. Hüsniye, “İnsanın senin gibi genç, yakışıklı kocası olunca değil başka kadınlardan, dişi sinekten bile kıskanır!” dedi. Hüsniye’nin amacı yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu bu sözleriyle. Yengem evde yoktu, Refiye de uyuyordu.
Hiç beklemediğim bir zamanda elime altın bir fırsat geçmişti ve bunu kaçırmaya hiç niyetli değildim
21 notes · View notes
hamilelikte · 11 months
Text
Hamilelikte sağ kasık ağrısı gerçekten cinsiyeti gösterir mi? Sorusunun cevabı birçok anne adayı tarafından merak ediliyor. Gerçekten de gebelikte annede meydana gelen değişiklikler bebeğin cinsiyeti hakkında ipuçları verebilir mi?  Sizlerin merakını gidermek için bu yazıda, hamilelikte sağ kasık ağrısı ile ilgili bilmeniz gereken her şeyi derledik. Nedenleri nelerdir, cinsiyet belirtir mi, nasıl geçer, doktora ne zaman gidilmeli ve dikkat etmeniz gereken noktalar nelerdir? Tüm bu soruları yanıtlamak için yazımızın devamını okuyun. Hamilelikte Sağ Kasık Ağrısının Nedeni Nedir? Hamilelik döneminde birçok kadın sağ kasık bölgesinde ağrı hissedebilir. Bu durum oldukça yaygındır ve genellikle endişe edilecek bir durum değildir. Ancak bu ağrıların birçok nedeni olabilir. Hamilelikte sağ kasık ağrısının en yaygın nedenleri şunlardır: Round Ligament Ağrısı: Round ligament, rahmin alt kısmından başlayarak kasık bölgesine doğru uzanır. Bu ligamentin gerilmesi, hamilelik döneminde sağ kasık ağrısına neden olabilir. Bu ağrılar genellikle hareket ettiğinizde veya pozisyon değiştirdiğinizde hissedilir ve keskin bir ağrı gibi hissedebilirsiniz. Bağırsak Problemleri: Hamilelik döneminde bağırsaklarınızda meydana gelen değişiklikler, kabızlık, gaz ve diğer bağırsak problemlerine neden olabilir. Bu problemler de sağ kasık bölgesinde ağrıya neden olabilir. Yorgunluk: Hamilelik döneminde vücudunuzda birçok değişiklik meydana gelir ve bu da yorgunluğa neden olabilir. Yorgunluk, kaslarınızın daha hızlı yorulmasına ve sağ kasık bölgesinde ağrı hissetmenize neden olabilir. Hamilelikte sağ kasık ağrısının nedenleri çok çeşitli olabilir, ancak genellikle endişe edilecek bir durum değildir. Ancak, ağrılar şiddetli ve dayanılmaz hale geldiğinde veya diğer semptomlar da ortaya çıktığında doktorunuza başvurmanız gerekir. Daha fazla ve geniş bilgiler için şu yazımızı da okumanız önerilir: Hamilelikte Sağ Kasık Ağrısı Ne Zaman Başlar? Hamilelikte Sağ Kasık Ağrısı Cinsiyet Belirtir Mi? Hamilelikte Sag Kasik Agrisi Cinsiyet Hamilelikte sağ kasık ağrısı, erkek bebek cinsiyet belirtisi olabilir. Ancak bu kesin bir sonuç değildir ve kesin bir teşhis için doktorunuza danışmalısınız. Ayrıca, ağrılar diğer faktörlere bağlı olarak da oluşabilir. Örneğin, aşırı aktivite, kabızlık veya enfeksiyon gibi. Bu nedenle, doktorunuza danışarak doğru teşhisi almalısınız. .Hamilelik döneminde sağ kasık ağrısının cinsiyetle ilgili olarak herhangi bir belirti göstermediği unutulmamalıdır. Ağrıların nedenleri araştırılmalı ve doktor tarafından gerekli tedavi yöntemleri belirlenmelidir. Hamilelikte Sağ Kasık Ağrısı Nasıl Geçer? Hamilelik döneminde hormonlar vücudun farklı yerlerinde değişikliklere neden olur ve bu da çeşitli ağrıların ortaya çıkmasına neden olabilir. Sağ kasık ağrısı da bu ağrılardan biridir. Peki, hamilelikte sağ kasık ağrısı nasıl geçer? Hamilelikte sağ kasık ağrısının nedenleri arasında bebeğin büyümesi, rahmin genişlemesi ve vücuttaki hormonal değişiklikler yer alır. Sağ kasık ağrısı genellikle keskin ve batıcı bir ağrıdır ve özellikle yürürken veya pozisyon değiştirirken hissedilir. Ancak bu ağrıların şiddeti her kadında farklı olabilir. Bu ağrıların hafifletilmesi için kadınlar şunları yapabilir: İlk olarak, yeterli miktarda su içmek ve düzenli olarak egzersiz yapmak sağlıklı bir hamilelik için önemlidir. Ayrıca, sıcak su torbaları ve gevşeme egzersizleri gibi basit yöntemler de sağ kasık ağrısını hafifletebilir. Eğer hamilelikte sağ kasık ağrısı dayanılmaz hale gelirse veya kanama gibi diğer semptomlarla birlikte gelirse, bir doktora danışmak önemlidir. Doktor doğru teşhisi koymak ve uygun tedaviyi önermek için gerekli incelemeleri yapabilir. Hamilelikte sağ kasık ağrısını hafifletmek için yukarıdaki önerileri deneyebilirsiniz. Ancak, her zaman olduğu gibi, herhangi bir şüpheniz varsa veya ağrınızı hafifletmek için neler yapabileceğinizi bilmiyorsanız, bir doktora danı
şmanız önemlidir. Gebelikte Sağ Böbrek Ağrısı: Nedenleri, Belirtileri ve Tedavisi hakkında daha fazla bilgiye yazımızdan ulaşabilirsiniz. Hamilelikte Sağ Kasık Ağrısı İle İlgili Doktora Ne Zaman Gitmeli? Hamilelikte sag kasik agrisi Hamilelikte sağ kasık ağrısı genellikle hafif bir ağrı olarak başlar, ancak zamanla şiddeti artabilir. Genellikle 12. haftaya kadar devam eden bu ağrı, bebek büyüdükçe özellikle 22. haftadan sonra daha şiddetli hale gelebilir. Genellikle ağrının zayıf bir kasık ucundan kaynaklandığı, pelvis bölgesindeki dokuların gevşemeye başladığı ve hamileliğin erken dönemlerinde uterusun büyümesine bağlı olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, bazı durumlarda ağrı daha ciddi bir sorunun belirtisi olabilir. Hamilelikte sağ kasık ağrısı her zaman ciddi bir sorun olmasa da, hafif bir ağrı bile hamileliğin ilerleyen dönemlerinde daha da şiddetlenerek rahat hissetmenizi engelleyebilir. Eğer hamilelikte sağ kasık ağrısı yaşarsanız ve endişeleriniz varsa, muayene olmak için doktorunuza danışmanız önemlidir. Özellikle ağrı şiddetliyse veya doğum öncesi kanama veya lekelenme varsa, acil olarak bir sağlık kuruluşuna gitmeniz önerilir. 
0 notes
ananassbey · 4 years
Note
Regl sancısı yüzünden kırmızı görmek bile istemiyorum artık Allah kahretsin annas
allah yardımcınız olsun ;( sıcak su torbaları çikolatalar ve ilgin bol olsun
1 note · View note
Text
Hamilelikte Sıcak Su Torbası Kullanımı Zararlı mıdır?
Hamilelikte Sıcak Su Torbası Kullanımı Zararlı mıdır?
Bebeğini sağlıklı bir şekilde kollarına alma hayali ile yola çıkan her anne adayı için hamilelik dönemi bir hayli heyecanlı ve endişeli bir süreçtir. Fakat hamilelik döneminde anne adayları bazı rahatsızlıklar geçirebilirler. Yaşayabileceğiniz kasık, sırt ve bel ağrıları gün içinde stres yaşamanıza sebebiyet verebilir. Sıcak su torbaları kadınlar için özellikle regl dönemlerinin vazgeçilmezidir.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bursamasaj78 · 3 years
Photo
Tumblr media
Kulunç Belirtileri ve Tedavisi… Hemen her yaş grubunda özellikle gençlerde daha sık rastlananan bir durumdur. Masa başında uzun saatler boyunca hareketsiz oturanlarda ve stresli ortamlarda çalışanlarda görülebilir... Tıp dilinde fibrositis denen kulunç, oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Genellikle boyun ve sırt ağrısı olarak yaygın olarak görülür. Kasın olduğu her yerde rastlanır… KULUNÇ BELİRTİLERİ – Eklemlerde tutulma – Boyun, sırt ve omuz ağrıları – Nefes alırken batma hissi – Yorgunluk ve halsizlik – Ağrı kesicilerin etki göstermemesi – Kaslarda karıncalanma, batma ve uyuşma – Sırt bölgesinden kola doğru ağrı ve uyuşma – Kaslarda şiddetli ağrı – Ağrı nedeniyle uyku problemleri KULUNÇ NEDEN OLUR? Kulunç yaş gözetmeksizin görülen bir rahatsızlıktır. Boyun, sırt ve omuz bölgesinin kötü kullanımından ortaya çıkmaktadır. Kulunç her meslek grubunda görülebilir. Kulunç oluşumuna neden olan diğer etkenler şunlardır: – Kaslara aşırı yüklenme – Psikolojik sebepler (Aşırı gerginlik ve kasılma) – Yanlış oturma pozisyonları – Omur arası problemler – Hareketsiz yaşam tarzı – Soğuk algınlığı ve rüzgarda kalmak KULUNÇ TEDAVİSİ Kulunç kasılmalarını geçirmenin bir yöntemi sıcak kompres uygulamalarıdır. Sıcak havlu ve sıcak su torbaları ağrılı bölgeye uygulandığında etkili sonuçlar alınabilir. Gevşeme hareketleri, egzersiz ve stres ortamlarından uzak durmak kulunç ağrılarının hafiflemesini sağlar. Bazı etkili olabilecek tedavi yöntemleri şunlardır: – Soğuk ve sıcak uygulamalar – Masaj – Fizik tedavi – Kuru iğne tedavisi – Şok dalga tedavi uygulamaları – Gerilme ve gevşeme egzersizleri Bursa Masör | Bursa Masaj | Bursa Refleksoloji ~ 0543 325 46 12 #bursamasaj #bursamasör #bursarefleksoloji #fibromiyalji #belfıtığı #boyunfıtığı #sırtağrısı #selülit #migren #stres #sırtmasajı #kupaterapi #bardakçekme #hacamat #bursahacamat #kulunç #kulunçağrısı #kulunçağrıları #kulunçkırma #tetiknokta #fibrozit #boyunağrısı #belağrısı #hacamatbursa #hacamatolunşifabulun #nalbantoğlu #bursamasor (Heykel) https://www.instagram.com/p/CQ1l1EmFWXn/?utm_medium=tumblr
0 notes
aksaminsefasi · 3 years
Text
KUMKUMUN HİKAYESİ
Bu sene sonbahar kurak ve sıcak geçiyor diye düşündü kadın, bahçede çimler üzerine dökülmüş kuru yaprakları demir tırmıkla toplarken. Önceki günlerde gübre olsun diye bahçe duvarının dibindeki çam ağaçlarının altına yığmıştı sarı kahverengi ve solgun yeşil renkli yaprakları ve küçük bir tepecik oluşmuştu. Eliyle tepeciğin üzerine bastırmış, tıpkı yumuşak bir yatak gibi hissetmişti. Kediler yağmurdan soğuktan korunmak için ağaçların duldasında bu yumuşak yaprak döşek üzerinde yatarlar diye içinden geçirmişti. Gerçekten de sonraki günlerde bir erkek tekir kedi burayı mesken tutmuş, bazen hiç kımıldamadan gün boyu yatmıştı yapraktan tepecik üzerinde. Bugünde topladığı yaprakları o tepeciğin üzerine yığarken derinden iniltiye benzer bir miyavlama işitti. Etrafına bakındı, bahçenin diğer kısımlarına göz gezdirdi, ancak sesin sahibini göremediği gibi iniltili miyavlamayı da kulak kabartmasına rağmen işitmedi. Yeniden yaprakları toplamaya koyuldu. Bir süre sonra komşu bahçe ile kendi bahçelerini ayıran duvara yakın bölgede aynı iniltili miyavlama sesini bu kez daha yakından işitti. Tekrar sesin geldiği bölgeye ve evin duvarı içine doğru girinti yapmış aydınlatma kısmına baktı. Sesin sahibini göremedi. Belki de komşu bahçeden geliyordur diye bahçelere sınır oluşturan duvar üzerinden diğer bahçeye baktı ve yerde yatan tekir kediyi gördü. Yaralı veya hastaydı ve yardım istiyordu.
Evin ön tarafındaki bahçenin sokağa yakın kısmına sokak kedilerinin beslenmesi için her gün süt ve kuru yem koyardı. Farklı zamanlarda Üzüm, Püskül, Tırtıl ve Çekirdek isminde tekir kedileri olmuştu evde birlikte yaşadıkları. İlki Üzüm'dü, bir aylık yavru iken kızı sokakta bulmuştu. Zavallı yavrucağın gördüğü işkenceye bağlı, bıyıkları kesik, tırnakları sökülmüş ve karının sol tarafında kendisi kadar ağırlığı olan kocaman bir fıtığı vardı. İlk aşıları ve bakımı veteriner tarafından yapılmış, sonrasında fıtık ameliyatı olmuştu. Kısa sürede ev yaşamına alışmış, büyümüş ve gelişmişti, ancak ne yazık ki tırnaklarının olmayışı onu en önemli savunma aracından yoksun bırakmıştı. O vakitler apartman katında oturuyorlardı. Üzüm birkaç aylık olunca dışarıyı merak etmeye başlamıştı. Birlikte parka gidiyorlar veya apartmanın önüne çıkıyorlar yeterince dışarı havasını aldığını düşününce de eve giriyorlardı. Bu bir yıl kadar böyle sürdü, yine Üzüm'ün kocasıyla birlikte dışarıya çıktığı karlı bir gün, kocasının kediyi kısa süreliğine yalnız bıraktığı bir anda sokak köpekleri zavallı hayvanı boynuna bir diş geçirerek solunum merkezini tahrip edip öldürdü. Üzüm'ün ölümü ile depresyona girdi. Birkaç ay sonra kızı okuduğu üniversitenin bahçesinden yetişkin bir tekir kedi getirdi. Uzun tüylü çok güzel bir hayvandı, fakat aşırı çekingen ve korkaktı. Gündüz kanepenin bazasına saklanıyor, gece çıkıp ihtiyaçlarını gideriyordu. Evdekilere alışıp iletişim kurması zaman aldı Püskül'ün. Tüylerinin uzunluğundan dolayı bu adı koymuşlardı. Püskül'ün eve gelişinden birkaç ay sonra şimdi oturdukları bahçeli eve taşındılar. Başlangıçta mekanı yadırgayan Püskül bir süre sonra alıştı, bahçeye çıkmaya başladı. Giderek süresi uzayan dışarıda kalışların sonunda hep eve dönüyordu. Böylece birkaç ay geçti. Aralık ayının son günleriydi, Püskül akşamüzeri yine sokağa çıkmak istedi. Kapıyı açar açmaz ok gibi fırlayarak dışarı çıktı ve bir daha geri dönmedi. Günlerce aylarca Püskül geri döner ümidi ile bekledi fakat bu gerçekleşmedi. Avunmak için sokaktaki kedileri besliyor, izin verenleri seviyordu. Bu iki kedinin gidişi onu derinden yaralamıştı. Artık eve kedi almamaya sokaktakileri beslemeye karar vermişti. Kızı bir kız arkadaşı ile ayrı evde oturuyordu. Başka bir arkadaşı yurtdışına gideceğini söyleyerek kedisini ona bırakmıştı. İnce uzun vücut yapısıyla tıpkı bir tırtıla benzediği için Tırtıl adını koydukları bu dişi tekir kedi bir süre sonra kızının eve dönmesi ile evi yeniden kedilendirmişti. Tırtıl sık sık bahçeye çıkıyor, gezip dolaştıktan sonra eve dönüyordu. Üç ay sonra gebe kaldı ve biri siyah, ikisi tekir üç yavru doğurdu. Siyah olana Gece, tekirlerden daha iri yapılı olana Badem, biraz daha çelimsiz olanına da Çekirdek adını koydular. Yavrular büyürken Tırtıl yeniden hamile kaldı ve dört yavru daha doğurdu. İkisi tekir, ikisi de gri beyaz karışımı bu yavrularla birlikte evde sekiz kedi olmuştu. Tırtıl o incecik narin yapısından beklenmeyecek bir anaçlıkla yavrularını besleyip, eğitip hayata hazırlıyordu. Son dört yavrudan ikisini kedileri çok seven bir arkadaşlarına verdiler. Evde bakılacak altı kedinin yeterli olduğunu düşünerek Tırtıl'ı ve Gecey'i istemeden de olsa kısırlaştırmak zorunda kaldılar. Yavrular büyüdü ve erişkin kedi görünümüne kavuştu. Bu arada ilk yavrulardan olan Çekirdeğin büyümesi ile bel bölgesin de bir kamburlaşma ortaya çıktı. Veterinerlik fakültesinde yapılan muayene ve tetkikler sonucu iki arka patisinin vücuduna eklemlendiği kısımda olan doğumsal bir anomaliye bağlı olarak belin kamburlaştığı söylendi. Ameliyat olsa da yararlanma şansı düşük olacağından ve kedicik bu duruma alışmış göründüğünden herhangi bir tedavi yapılmadı. Sonbahara doğru Tırtıl ve yavru kedilerden üçü sırayla eve dönmemeye başladı. Kış geldiğinde evde sedece Çekirdek ve son yavrulardan birisi olan Zeze kalmıştı. Yaza kadar iki kardeş bazen evde, bazen bahçede zaman geçirerek erişkin birer kedi oldular. Zeze ergenliğe girdi ve dışarıda daha çok zaman geçirmeye başladı ve kışa doğruda bir daha eve dönmedi. Çekirdek yalnız kalmıştı. Vücüdunda ki deformite
nedeniyle bahçeden fazla uzaklaşmıyordu. Bazen evde, bazen bahçede, bazen de evin karşısındaki boş arsaya geçerek bulduğu küçük farelerle oynuyor, yumuşak huylu sokak kedileri ile arkadaşlık ediyordu. İki buçuk yaşına kadar zaman bu şekilde geçti, bir gece eve gelmedi, ertesi sabah karşı boş arsa da soğumuş cansız bedenini buldular. Sık sık çevrede dolaşan tilkinin saldırına uğramıştı.
Çekirdeğin ölümünden sonra bahçede sokak kedilerini beslemeye devam etti. Bitişik bahçede gördüğü yaralı ve yardım isteyen kedide bunlardan biriydi. Hemen komşunun bahçesine geçip kediyi kucağına aldı ve hayvanın çok acı çektiğini, güçlükle nefes aldığını gördü. Kızıyla birlikte en yakın veterinere götürdüler, arka bacağının kırılmış olabileceğini söyleyen veteriner hekim çok sıvı kaybettiğini bu nedenle vücut ısısının düştüğünü ve şoka girdiğini söyledi. Şok için acil tedavi yapıldıktan sonra ileri tetkik ve tedavi için tam donanımlı bir kliniğe götürdüler. Çekilen tüm vücut filminde diyafragmanın yırtıldığı, karın organlarının büyük bir kısmının göğüs boşluğuna geçtiği, akciğerlerin bu nedenle yukarıya doğru itilip sıkıştığı, sağ arka bacakta parçalı kırık olduğu görüldü. Çok sıvı kaybetmişti. Vücut ısısı çok düşmüştü. Sıcak su torbaları ile ısıtılmaya çalışılırken bir yandan da damar bulunup sıvı verildi. Bu işlemler yapılırken kırık bacak ve solunum güçlüğü nedeniyle çok acı çektiği her halinden belli idi. Artık inleme sesi çok zayıf ve derinden geliyordu. Başucunda bekleyen kadına "yeter artık daha fazla acı çektirmeyin, benim iyileşmem olanaksız" der gibi bakıyordu. Kızı adını Kumkum koyalım dedi, iyileşince de biz sahiplenelim. Kumkumun ilk tedavileri yapıldıktan sonra, veteriner hekim genel durum düzeldikten sonra, önce diyafragma yırtığı sonra da kalça kırığı için ameliyat olması gerektiğini söyledi. Kumkum büyük olasılıkla araba çarpması sonucu bu hale gelmişti. Benzer durumda on beş gün önce aynı kliniğe getirilen bir yavru kedi ameliyat olmuş ve iyileşmişti. Kumkumun iyileşmesi ümidiyle onu klinikte bırakarak eve döndüler. Nöbetçi veteriner hekim onları gelişmelerden haberdar edecekti.
Eve dönerken trafik ışıklarının olduğu dört yol ağzında bir kaza gördüler. Kavşaktan dönmekte olan ticari bir araç ile yukarıdan düz gelen lüks binek otomobil muhtemelen sarı ışıkta hızla geçmeye çalışırlarken çarpışmışlardı, araçların ön kısmı hurdaya dönmüştü. Beyaz renkli lüks binek otomobilin sürücüsü akordion haline gelen aracın ön kısmında sıkışmış, başı direksiyon üstüne düşmüştü. Emniyet kemeri bağlı değildi. Çevredeki insanlar ambulans ve kurtarma aracı çağırıyorlar bir yandan da sıkışmış sürücüye zarar vermeden nasıl kurtaracaklarını tartışıyorlardı. Henüz yirmili yaşlarında gösteriyordu, araçta sıkışan sürücü. Paralı bir vakıf üniversitesini kazanınca okula ulaşım problem olmasın diye babası almıştı bu aracı. Hız yapmayı seviyordu, trafik kurallarına pek dikkat ettiği söylenemezdi. Bilinci bulanıktı. Gözlerinin önünden bulutlar içinden kendisine doğru gelen ve onu tırmalamaya çalışan tekir bir kedi geçti. O zaman düşündü, sabah evden çıkıp evin bulunduğu sokaktan ana caddeye hızla çıkarken sokakta karşıdan karşıya geçmekte olan bir kediye çarptığını. İnip ne olduğuna bakma gereği bile duymamıştı, nasılsa sokaklar kedi doluydu, varsın onlardan biri ölsündü ne çıkar. Çarpmanın şiddeti ile kedi yan taraftaki bahçeye fırlamış, oda yoluna devam etmişti. Ancak yoldaki ve dünyadaki yolculuğu buraya kadardı. Yavaş yavaş kedinin silueti gözden kayboldu, gözlerinin önü karardı. Kısa bir süre sonra gelen kurtarma ekibi cansız bedenini ön kısmını kestikleri araçtan çıkarıp siyah renkli ceset torbasına koydular.
Gece on sıralarında veteriner kliniğinden gelen telefonla kumkumun acıya daha fazla dayanamadığını ve yaşamdan koptuğunu öğrendiler. Ertesi gün Kumkum'u, bahçenin köşesine, Çekirdek'in mezarının yanına gömdüler, gelecek baharda yeşerecek çimen çiçekte can bulsun diye.
0 notes
kolej-postasi · 3 years
Text
BİR PANDEMİ ÖYKÜSÜ: YARASA ÇORBASI KISIK ATEŞTE
Tumblr media
İyi güzel diyorsun da bu hikâyenin hikâyesi ne? Sonu meçhul ama başı ne? Kapanmak zor, kapana kapanmak daha zor. Bu zamana kadar ne sakladın ki kendine zaten. Evham… Evham, endişe, kaygı iyi değil karantinada. Dinlersen kendini baş edemeyeceğin sesler duyarsın duvarlardan. Hıyarcıklı vebadan tehlikelisi kendini dinlemek. Karantina. Şimdiden çürüttü sol yanımı. Ne kelimeymiş. Düşündüm de hiç cümlede kullanmamışım. Kendinden bile kaçacak yer bırakmıyor insana.
“Hiç böylesini görmemişiz faslı baharın”
Kısa zaman önce liseden arkadaşlarla bir sosyal medya mecrasında toplaştık. Sonbaharda ilkbaharı yâd etmenin sevincini yaşadık. Tazelenen küçük hatıralarla herkes birbirine güzel sıcak şeyler söyledi. Küçük duygusallıkları, belli imgeleri yeğnimizde saklamışız ama hayat bazılarımızı çimen gibi ezmiş. Kırk yıl sonra sınıfça kırkımızın bir araya gelmesi müthiş bir ruhsal tecrübe oldu. Yerinde kalanların duyguları, hatıraları teru tazeydi. Zaman onları aşındırmamış, olmadık detayları hatırlıyorlar ve konuşmaya, buluşmaya şiddetle arzu duyuyorlardı. Benim gibi uzakta karmaşık bir hayat sürenlerse mesafeli ve yorgun. En heyecanlımız Sacit, sanal mecrayı sınıf gibi görüyor, herkesi kaynaştırmak istiyor, önden giden kırk yılın açığını kapamaya çalışıyor.
Derken tazelenecek hatıra kalmadı ve allı güllü cuma mesajları ile dua zincirlerine kaldık. Bir akşam bir iki arkadaş mevzu açıp muhabbeti koyultmaya çalışırken Sacit’ten tuhaf bir cümle düştü: “Arkadaşlar dün evim yandı.” Yekten böyle deyince Sacit, kanım dondu. Herkes resmi geçit gibi sırayla “Geçmiş olsun” dedi, o da “Sağolun arkadaşlar” diye yazdı. Başkanımızı aradım sordum. “Bilemedim, sufi meşreptir Sacit, acaba bir metafor mu diye düşündüm” dedi. Sacit’i aradım ulaşılamıyor. Her hatıraya iç geçiren arkadaşlar tekrar can ciğer olmaya çalışırken bu haberi her hafta birimizin evi yanıyormuş gibi karşılamışlardı. Kimse vay kardeşim adresini ver demedi. Neyse Harun gitti de öğrendik ki, otuz beş yıllık ev iğneden ipliğe kül olmuş. Üç kızı ile karısı perişanmış, neyse ki can kaybı yokmuş. Ev başıma dar geldi ve sınıftan çıktım. Derken Çin’den Pandemi geldi. O gün bugündür kendi kendime konuşuyorum ama kelimelerim yetmiyor.
Kapanmak zor, kapana kapanmak daha zor. Bu zamana kadar ne sakladın ki kendine zaten. Evham. Evham, endişe, kaygı iyi değil karantinada. Dinlersen kendini baş edemeyeceğin sesler duyarsın duvarlardan. Hıyarcıklı vebadan tehlikelisi kendini dinlemek. Evde kal, zaten kalmak istiyorum ama önce ekmeğin aşın, unun bulgurun var mı diye sorman gerek. Evet, evde kal ama bir şeyler yap, yaz, oku. Veba romanı hariç. Karanlık kitaplar okuma. Varoluşçuluğun lüzumu yok. Kaldıysa dostlarını ara. Kusur arama. Eski yeni deme. Kendinden çık. Dizinde top sektir, ters takla at, yirmi üç nisan sevincini tazele, balkona çık, kendini alkışla. Egzersizlerle kültürfizik yap.
Karantina. Şimdiden çürüttü sol yanımı. Ne kelimeymiş. Düşündüm de hiç cümlede kullanmamışım. Kendinden bile kaçacak yer bırakmıyor insana. Bilirsen seni salıvereceğiz deseler, zinhar bilemezdim. Bitecek mi, inşallah ama ne zaman bitecek? Kapandık, kısıldık kaldık. Bütün sesleri, insanlı insansız motorları, savaş uçaklarını nasıl da susturdu. Kozmetik sektörü bile çöktü. Kim evinde güzelleşmek ister? Kim kime? Covid 19 Parisli bir parfüm değil. Neyse, zor günler. Kendinle çatışma, çapın hududun belli, ülke sınırı değil ki tel örgü öresin boylu boyunca. Yahut duvar. İçine dön, ama düşme. Hayattan alacaklarını tam tahsil edecekken yakalanman üzücü tabii. Kıskıvrak. İyiler önden gitmişken kime tutunacaksın? Dünya dedikleri gölgeliğe nasıl?
Ellerimi yüzümü, kollarımı ayaklarımı yıkıyor, dönüp tekrar yıkıyorum. Gözümün önünde minnacık bir leke beliriyor, gözlerini gözlerime dikmiş, büyüyor. Korona sen misin? Ses vermiyor. Kimselere göstermeden eldiven giyiyor, toz beziyle onu alıyorum. Önce toz bezini sonra ellerimi yıkıyorum. Sonra bir daha yıkıyorum. Fena bir karıncalanma var, boğazım yanıyor mu ne? Aynada yüzüme bakıyorum, bir fark göremiyorum. İnşallah yakalanmamışımdır. Biri mi öksürdü? Aaa o ben miydim, hiç anlamadım?
Kapıdan ayrı, eşiğinden ayrı korkuyorum. Bina akıllı ama virüs değil. Ekmek poşetine eldivenle uzanıyor, bir metre uzağımda tutup balkona bırakıyor, dönüp ellerimi Siirt’in Bıttım sabunuyla yıkıyor el havlusuyla kuruluyorum. Afyon’dan almıştık bu havluları bir seyahatte. Çok alalım demiştim de karım yok demişti. Almak ne güzeldi, gitmek ne güzel. Şehir yaşamıyor. Dünyanın hiçbir şehri yaşamıyor. Kafka’nın şehri bile şen şakrak. Bu labirentten çıkılmaz galiba. Toplu yaşanan yerler tehlikeli. Sosyal medya gruplarından çıkıyorum ama çıkılmıyor. Af mesajları beyhude. Suç ve cezalar orantısız. Cezaevleri boşalsa mahkûmlar geri döner. Otobüs dolmuş çalışmıyor. İn, cin evde. Peki ya asiyab-ı devlet. Dönüyor. Ya çarkıfelek? O da dönüyor. O hâlde sorun ne? Bilemiyorum. Eve ekmek götürecek emekçiler zorda ama memur değil. Küçük esnaf çok zorda. Sen ne hâldesin? Böyle işte. Kabristana bile gidemiyorum.
İnsanlık ellerini yıkar diyorsun ama yıkamaz. Kulları sahi bir ar damarım vardı dese devletler müsaade buyurmaz. Bu bir döngü, kısır ama döngü işte. Su ve değirmen ve taş değişmez. Sana verseler sen de değiştirmez, haz alırsın. Tütün gibi, keyif veren bir şey. Böyle gelmiş böyle gider. Devletler bin pişmanlık duysa kulları müsaade etmez. “Haşa” derler. Biz emir kuluyuz, malum, bize acz sana güç kudret yaraşır derler. Öyledir, haşa derler. Roma’dan Kartaca’ya, Bizans’tan Sasani’ye bilirim. Ve bunu diyecek ve bunu böyle diyecek ne çok ama ne çok beslemesi, halayığı, horantası, leşkeri, yanaşması vardır. Öyle yani.
Koronanın, Pandeminin, karantinanın kırkı çıktı mı? Çıktı ama elimiz, evimiz şehrimiz daha yıkanmadı yunmadı. Yunmaz. Ölümlerin seyri de yükseliş eğrisini düşürmedi henüz. Kaç oldu ölüm diye istatistik soruyor, aldığımız cevaba hmmm diyoruz. “Hmmm”. Elimiz yüreğimizde, yüreğimiz boş. Eskisinden de mi boş? Korkarım diyor ya ecnebiler, korkarım öyle. Bizim sınıf acaba ne konuşuyor? Sacit’in evi ne oldu? Üniversite çağındaki kızları eve, giysilerine değil de oyuncaklarının kül oluşuna yanmış. Ya hayat böyle derdik. Onu bile diyemez olduk.
Eee. E işte. Hayat sedyede. Ölüm, yoğun bakımdan çıkarak doğru kabristana gidiyor. Şu aralıktan, bak gidiyor. Ambulans sessiz, sirensiz. Morg iptal. Musalla taşı bile yok. Düşünsene. Ecel şerbetinin nasıl içileceğinin bilgisi yok. Sahi ilk kim ‘Ecel’ ile ‘Şerbeti’ bütünledi? Kim bilir? Ne terkip ama? ‘Ölüm’ ile ‘Döşeği’ kim birleştirdiyse o olmalı. Mümkün. Gezegene hükmedemediğine hayıflanan bir dangalak “Hayat inisiyatifimizin dışına çıktı” dedi radyoda. Duydum. “Nasıl bir edep yoksunusun” demeye davrandım ama bağlamadı dijital kadın. Zaman durdu. Sahi durmayı hiç düşünmemişim. Ne hâlin varsa gör diye elini çeker mi ki insandan Allahımız? Çekmez, hayır.
Hayrolsun. Pandemiden iyileşerek çıkar insan, modalar fikirler değişir deniyor. Kötülükler azalır diyen de var, ırkçılık mesela biter diyen de. Şahsen, hiç sanmam. Benim bildiğim insan bir yol bulur kötülüğe, bulur cenabetliğe. İlla bulur. ‘Adalet’ ve ‘Anlam’ açığı kapanmaz insanın. Bunca güç aşısı yapılan varlık azmanlığından geri adım mı atar, saldırganlaşır mı? Şu Covid 19’a da bir aşı yakıştırsın, gör bak tababet tanrısını. Yunan’ın tıp tanrısı başka Mısır’ınki başka. Akupunktur, Çin işkencesi, istemez. Kalsın.
Bu illüzyon ne kadar sürer? Nasıl bileyim. Bu perde kapanır yeni bir perde mi aralanır? İnsan esaslı bir sorgulamadan geçerek vahdet yönünde dirilir mi? Zor. Bir metafizik dalga mı gelir çıkışta, yoksa alır başını gider mi nihilist yahut batıni yorumlar? Yine herkesin hakikati kendine kabilesine mi olur? Bilemem. “Yetti artık” diye insandan arınmaya mı gidiyor dünya? Bunu da bilemem. Sanal dünyamızın yakıtı tükenir, oyun oynaş tedavülden kalkarsa esas o zaman kime çalınır çanlar? Ya şu davetsiz ezanlarımıza ne demeli. İnsan hangi ufka, hangi ufuk noktasına baksın? Beni en ziyade müezzinler üzüyor. Ya seni? Gün gelecek, “ışık gölgeye, dişi erkeğe, iyi fenaya, dünya insana ihtiyaç duymayacak” diye senaryolar okuduyduk da absürt dediydik. Absürd. İnsan ölümü bile ortadan kaldırmak istiyor absürd ama istiyor.
Ölüm bir rakamla bir sayıyla öldürülmek isteniyor. Cesetler ceset torbaları sayıyoruz eldivenli ellerimizle, maskelerimizle. Biz alışkınız da ceset saymaya, torbaya, maskeye, eldivenli batılılar unutmuştu. Onların da ışıkları sönen şehirleri insanın içini ayrı yakıyor. Ya biz? İlk taşı biz mi atıyoruz yoksa? İnsanlık ölürken bile ayrımcılıktan vazgeçmiyor muyuz; haklı olmanın konforundan hissemize pay mı çıkarıyoruz? Başkasının felaketi bize haz mı veriyor? Biz vaftizle arındık siz hak ettiniz mi diyoruz Veba’daki Oran Şehri’nin papazı gibi? Hak ettiniz diyordu doktora papaz. Milano, Venedik, Floransa dahil Doğu ve Batı solunum cihazına bağlı.. Yurtsuzlar şimdilik nasyonalistlerden daha mutlu ama yarın onlara da meçhul Uzun namlular, keskin nişancılar sosyal mesafeye tabi. Kimseye saklanacak yer yok. Acz hepimize.
Ev, evet ev… Ev iyi de çitilenmeden oturulmuyor evde. Kolonya kokusu da sıktı artık. Şu gördüğün koltuktayım ya kırk gün kırk gecedir. Aynanın karşısında gizliden iki kültürfizik hareketi yapayım dedim utandım. Kapıya gelen komşumun hem kapımı çalması, hem böyle bir zamanda ekmek istemesi şu kuş kursağıma küçük bir umut ile az sevinç doldurdu ama verdiği habere de içim yandı. Komşu komşu. Hu huuu. “Yaşın yetmiş işin bitmiş, otur oturduğun yerde” diye taşlıyorlarmış akranlarımızı.. Ben çok üzüldüm. Üzerine gazap yağar da bu büyüklükte bir musibetten daha büyük bir musibet ancak böyle devşirilir. Taş mı yağacak üstümüze, taş devrine mi döneceğiz? Daha toprağa, betona, yutonga doymamışken.
Süper yapay zekâcılar medeniyet biterse kimlerin ayakta kalacağını hesap ediyor? Nükleer savaş, iklim krizi an meselesiymiş. Her an gezegenin işi bitebilirmiş. Daha ben komşuya gidemeden, ekmek borcunu ödeyemeden, Sacit’in Bursa Çekirgedeki yeni evine varamadan. Karantina ağırlaştı, yaprak kımıldamıyor. Ne hazin. Onca sokak, yol, kapı kapalı. Bir eczaneler açık. Rüyalarımda bazı mekânlar ve başlarken bitmesinden korktuğum sohbetimiz devam ediyor ama şehir kapalı. Hamuşan diyeceğim de şu ucubeye hamuşan dersem de o canım kelimenin gönlü incinir. Bu insansız heyulalar arasında bir sana yetiyordu sesim, şimdi sana da yetmiyor. Sen de zaten ısrarla evde kal diyorsun.
Şu ev bahsi de ayrıca can sıkıcı. Sanırsın herkes ehli beyt. Yirmi üç nisan ağzıyla neşe dolu sınıfımız. On bir ayın sultanı da geldi. Sefalar, şifalar getirmiştir inşallah. Hazır giyim, ahiret azığı, oh ne ala. Kendinle baş başa ol, içine dön, dünyayı evine al, daha neler. Şu bol baharatlı, tuzu kuru mistisizm de ayrı bir lezzet. İçine dönüyor, oradan cevher çıkarıyormuşsun. Cevher projesi yani… Bir cevher bir proje, bir proje bir cevher… Eve dön, tamam da evin, gönlün yerinde mi? Sonra bizi niye hep kendi odunumuzla dövüyorlar? Niye ama?
Plan projelerinizi kapalı devre ortaklarınızla yapsanız da bize de ekmek arası bir şeyler kalsa. Ramazan pidesinin kokusu mesela. O koku bana bize annedir. Sancak’ta aldım en son. Din, medeniyet, kültür, tasavvuf, tıp, tabiat, ruh. Karalahana, Çubuk turşusu, Etli ekmek, Çi börek değil ki hepsini yiyesin. Yemesene. Sonra fosilin ne ki cevherin ne olsun. Bir bak haline. İşini yap git. Şeyhi Ekber’den iki pasajla, Mevlana’dan iki mottoyla başımıza Buda kesilme. Eğ başını git. İçimizi kemiren, ruhumuzu boşaltan şu daraldığımız günlerde bari yaşam koçluğu etmesin bari? Call Center mi, maneviyat rehberi misin, nesin? Herkesin elinde avucundakini kapmak zorunda mısın? Yapma etme.
Yoğun bakım üniteleri yetersizmiş de sokaklarında insanların öldüğü Avrupa’yı en ziyade bu vurmuş. Uğruna denizlerde boğulan, sınırlarda vurulan yurtsuzların can attığı ama varamadığı güzelim sokaklarında. Hayat fışkıran Birinci Viyana’da, Champs Elyses’de bile öksürükle hapşırıkla yayılıyormuş. Hapşuuu. Elhamdulillah. Çok yaşa demeye varmadan dökülüyormuş insan. Boğazda bir yanmayla başlıyor, ateş, nefes darlığı, kuru öksürükle devam ediyormuş. Çare maske, çare sosyal mesafe, çare evden çıkmamak. Naçara ne çare? Dışarı çıkma diyorlar bana. Çıkmıyorum. İmmun sistemin zayıf, diyabetin, tansiyonun, kalbin, zatürren var sakın diyorlar. İçimde deli sorular dönüp durduğu halde pencere aralığından bile bakmıyorum. Söz hekimlerin, korkuyorum onlardan, istemeseler de dua ediyorum kendilerine. Benim duamdan ne olursa.
İyi güzel diyorsun da bu hikâyenin hikâyesi ne? Sonu meçhul ama başı ne? Anlatayım. Çin’in Vuhan’ında bir kadın bir yarasa çorbası içmiş ve dişlerinin arasında virüs infilak etmiş. Saraybosna’da köprünün üzerinde Veliahd Franz Ferdinand’ın Sırp kökenli bir çakal tarafından öldürülmesinin Cihan harbine giden yolu döşemesi gibi. Ya da “Yetti artık” diye sebze sattığı ruhsatsız işporta tezgâhını devirerek kendini ateşe veren Tunus’lu Muhammed Buazizi gibi. Hangi laboratuvarda üretildiği meçhul bu biyolojik silahla her milletten her ülkeden binler on binler ölüyor. Gerçeği yalnız gerçeği kimse söylemeyecek. Ne Şi Jipling ne Tramp. Irak kavruldu, Saddam öldürüldü de nükleer silahlarının yerini hiç bilemedik..
Eski dünya akıldaneleri hiçten başka ne dedi? Başımızı eğelim, bize acz iyi demedi, demezler. Dünyanın kudretli kudretsiz tüm otoriteleri yek ağız virüse savaş ilan etti ya ben esas bundan korkuyorum. Savaşkan bir dil ile düşmanı virüs olan bir topyekun savaş nasıl kazanılsın? Daha dünya kısık ateşte, pişiyor. Manhattan’dan Roma’ya uygarlık kavruluyorken. Herkes biçare..Azmanlaşan Çin deyince artık akla Çin işi, Çin İşkencesi, Ucuz İşgücü, Konfüçyüs, Tao, Mao gelmeyecek. Çin gayrı yarasa çorbası, Amerika nasıl o çirkin şebekse. Öyle işte.
Ya biz? Allah’ın izniyle yine yol açılır bize. Rah vardır sevdiğim dilden dile. Yine tavafımıza döner, yine saflarımızı sıklaştırır, sosyal mesafelerin tamamını aşar, birbirimize kavuşur, sarıp sarmalar, beraber yürürüz yağan yağmurda, cem eder, cumamızı eda ederiz. Yine söyleriz ilahilerimizi: “Kâbe’nin yolları bölüktür. Benim yüreciğim delik deliktir. Dünya dedikleri bir gölgeliktir.” Öyledir. Bakmayın, gölgeliğe gökdelen diktik ama o başka. Nasip kısmet olursa evden çıkar, yine çalarız sazımı söyleriz umut türkümüzü. şiirimizi: “Taş bağırda sular dizde gideriz/ Bir gün akşam olur biz de gideriz/ Kalır dudaklarda şarkımız bizim.”
“Hiç böylesini görmemişiz faslı baharın” diyen Taşlıcalı Yahya’ya hürmetler bu kıvamını bulmamış öyküden. Evi yanan Sacit’e de yeni dijital dünyamızdan sevgiler. Evinde, oturma odasında oturan insanlığa da şifalar. Kısık ateşte, yarasa çorbası, yani yalan dünya. Kapitalizm krizde, petol savaşları dinlenmede, silahlanma biyolojiye kaydı. Corona sen misin? Seni alacak toz bezimiz yok. Ah bir toz bezimiz olaydı. Bir de aşımız. Sacit’e koşsaydık. Tabiat dersinde çocukları dövmeseydi öğretmen. Keşke. Yollar tutuk, mabetler insansız. Cami, mescit, iftar, sahur mahzun. Hüzün dere tepe, dağ taş. Maske zorunlu, sokak yasak, hayat karantinada. Şaftı kayan dünyayı endişe rehin aldı. Boşa kostaklanan haydutlar başlarını uzatamıyor. Acz göründü herkese, hepimize. “Solgun halk çocuklarına” devletler belki yanlış sorular sormaz bir daha. İnsan dizini kırdı ama kimsenin minderi altında değil. Şimdilik şeşi beş görüyor insan. Şarkı sustu, susacak. Sala okunuyor. Acz yalnız bilime yakıştırılamıyor. Tababet ateşlendiriyor. Virüs üreten bilim çırpınıyor. Adamları çırpınıyor. Dünya soğuyor, İnsanlar ölüyor. Devletler ve uygarlık öksürüyor kuru kuru.
NİSAN 26, 2020 | PERSPEKTİF ONLİNE*
MUSTAFA ŞAHİN |  BİR PANDEMİ ÖYKÜSÜ: YARASA ÇORBASI KISIK ATEŞTE
Tumblr media
0 notes
evcilhayvanbakicisi · 6 years
Text
evcilhayvanbakicisi.com’a Hoş Geldiniz...
Tumblr media
Kendimi bildim bileli yaşamımda hep hayvanlar var oldu ve bundan sonrasında da olmaya devam edecek. Hayvan sevgisine dair ilk deneyimim, hayal meyal hatırladığım kadarı ile evimizdeki rengarenk balıklar ve kanaryamız. Sonrasında ise çocukluğumun en eğlenceli zamanlarını rahmetli teyzemlerin Ankara İncek’teki çiftliklerinde geçirdim. Alman kurt köpeklerinden tavuklara, ördeklerden taya... Hepsi oyun arkadaşımdı... 
Annemin hayvanları uzaktan sevme alışkanlığına rağmen, rahmetli babam sağ olsun bizlere bu karşılıksız ve beklentisiz sevginin hak ettiği yakın iletişimi kurmayı öğretti. Ve kendi müstakil evimize taşındığımız zamanda da kurt ile çoban kırması olarak çiftlikte dünyaya gelen Rex’i sahiplendik. Ailemizin 4. çocuğu oldu... Ben o zamanlar henüz 5 yaşlarında olduğumdan, bakımına dair bir sorumluluğum yoktu. Abim, ablam ve babam her şeyi ile ilgileniyordu. Ben ise ancak gezdirme turlarında Rex ile koşturup dururdum. Senelerce ailecek tatile gitme şansımız olmadı. Çünkü mutlaka birinin evde kalıp Rex ile ilgilenmesi gerekirdi. Ama kimse de bundan şikayet etmezdi. Onun varlığı evimizin neşesiydi... Koruyucumuzdu... Ablam ile ben evde yalnız olduğumuz geceler, kulübesine girmez, gözünü bile kırpmadan kapıda nöbet tutardı. 
12 yaşımdayken geçirdiği bir kist ameliyatı sonrası maalesef toparlayamadı ve son nefesini ellerimde verdi. Yaşadığımız üzüntünün tarifi yoktu... Komşuların bile baş sağlığı ziyaretine geldiğini hatırlıyorum. Bir süre sonrasında yeni bir köpek sahibi olma hayalim, bizimkilerin tekrar aynı üzüntüyü yaşamak istememeleri ve başka bazı sebeplerden gerçekleşemedi. Rex gidince bahçemiz hali ile kedilerin yaşam alanına dönüştü. Yıllardır giremedikleri bahçeye nispet yaparcasına yerleştiler. İyi ki de geldiler... Okul dönüşlerinde bu sefer onlar yeni oyun arkadaşlarım olmuştu. 
Seneler sonra İstanbul’a taşındığımda da, abimlerin bahçelerinde bulduğu 1,5 aylık koca kulaklı, tipsiz bir yavru pisiden, bilge bir ruha dönüşen Bay Gizmo ile 16 sene beraber yaşama şansım oldu. Konuşmadan anlaşırdık. En büyük keyfi işten geldiğimde önüme yatıp göbeğini sevdirmesiydi. Tabii bir de sonrasında kanepeye uzandığımda göğsüme uzanıp, o kocaman fok balığı gözleri ile beni uyuklarken izlemek. Çok şey paylaştık... Hali le Bay Gizmo’nun kaybı çok daha ağır geldi... O gittikten sonra evin boşluğu... Sanki her an bir yerden çıkıp gelecekmiş hissi uzun süre devam etti.
Ama çok da yalnız kalmama müsaade etmedi ve bana  kendi ölüm günü yakınlarında doğmuş, 3 haftalık bir sarman yavru yolladı. Bir arkadaşımın sokakta bulduğu oğlan pisi, kedi gribinden ölmek üzereydi. Uzun bir tedavi ve iyi bakım sonrasında süper kedi Simba hayata tutundu. Bir gözünü kurtaramadık. Diğer gözünde de durmadan kendini tekrarlayan bir tür katarakt... Bizlere göre kör... Günlük göz damlalarını filan hiç sevmez... Ama kendine sorsan o çok mutlu bir pisi... Hele şimdilerde terasta arısından sineğine uçan kaçan her şeyi yakalıyor. Peçetelere dayanamaz... Top yapar atarsın, bir koşu alır geri getirir önüne koyar. Tekrar at diye bekler... Çok bekletirsen bacağına bir tane çakar. Patisi de ağırdır hani...
Simba’nın hayatıma katılmasından yaklaşık bir sene sonra Barbaros bulvarında bir kafede arkadaşlarımla kahve içerken birden kucağıma çıkıp, kollarımın arasında uyuklayan Pati hanım ile tanıştım. 3 aylık, bir kulağının ucu köpek ısırığından pırtık, sarman, uzun tüylü bir prenses... Adını arkadaşım Özgür daha ilk anda koydu. Pati ama telepatinin patisi...  Simba ile hayatımıza ayrı bir heyecan kattı. İlk başlarda tıslamalar pıslamalar... Sonrasında oyunlar, sarılıp uyumalar... Ailem, arkadaşlarım evde iki kedi bakmanın zorluğundan konuşsalar da ben bu durumdan epey mutluydum, çünkü Gizmo ile ilgili en büyük üzüntüm hep tek başına kalmış olmasıydı. Şimdi en azından bir kaç günlüğüne bir yerlere giderken iki pisi birbirine eşlik ediyordu. Yine öyle baş başa kaldıkları iki günün sonrasında eve döndüğümde Pati hanımın ucu pırtık kulağının neredeyse başı kadar şiştiğini gördüm. Panik halde veterinere... Kulak içi iltihap olmuş. Ameliyat oldu. Ancak kulağın iç yapısı iltihap üretmeye devam edince ikinci bir ameliyat ile maalesef o kulağını kaybetti. Tek kulak ile idare ediyor ama en azından sağlıklı. O da her şeye rağmen keyifli... Gözü biraz dışarıda olsa da bir iki evden kaçma girişimi sonrası panik halde eve geri döndüğünden, artık terasta sadece uzaklara dalıp gidiyor... Sonra koşarak içeri... Evin en bücürü Hera cadısı da iki sene sonra aramıza katıldı. Kendisi de bir Pazar sabah kahvaltısı için yürürken kaldırımda karşıma çıktı. Kendinden geçmiş, sırılsıklam, bir avuca sığan minik bir pisi... Veterinere götürdüğümde 2-3 gündür aç ve susuz kaldığını, vücut ısısının çok düşük olduğunu ve yaşama şansının pek de olmadığını öğrendim. Veterinerde yer olmadığından mecburen o da eve alındı. Kendine özel bir odada günlerce battaniyeler ve sıcak su torbaları arasında ağzına şırınga ile verilen yemek, ilaç, su derken bir sabah ayaklandı. Sahiplendirmek için çok uğraştım. Ama garibim alacalı bulacalı, suratsız bir tipti. Kimse beğenip de istemedi. Evde 3 kedi olur mu olmaz mı derken, o gün bugündür evin delisi... Simba ile Pati’nin tüm düzenini alt üst edip kendine yer edindi.
Tüm bu süre boyunca, sokaklarda bulduğum pek çok yavru pisiyi yuva sahibi yaptım... Her biri ayrı bir hikaye konusu... Şimdi de şehir hayatının tüketen enerjisinden kurtulmak için taşındığımız ve kendimize doğanın içinde nefes alabildiğimiz bir yaşam kurduğumuz Seferihisar’da her gün 20-25 pisi ile ilgileniyoruz. Mama ve suyun dışında özel bakım ihtiyacı olanlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bu, benim pati aşkı ile dolu geçen 45 yılımın özeti... Tüm bu yaşadıklarıma benzer hikayelere, tutku dolu sevgiye ve sorumluluk duygusuna sahip milyonlar olduğunu biliyorum.
Ve evet, kesinlikle hayat tüm bu can dostlarımızla paylaşınca çok daha güzel, çok daha anlamlı... Ama can dostlarımızın bakımına ve ihtiyaçlarına dair de yapılması gereken pek çok şey var. İşte evcilhayvanbakicisi.com da bu eşsiz sevgiyi bilinçli bir şekilde yayabilmek, koruyabilmek adına tüm hayvan dostlarını bir araya getirecek bir platform olma amacı ile kuruldu. Hem evcil hayvan sahibi dostlarımız olan sizlerin hayatlarını kolaylaştıralım hem de sevinçlerimizi, dertlerimizi paylaşalım, ihtiyaçlara çözüm bulalım, pati aşkına tek bir yerde tek bir yürek olalım...
Tekrar hoş geldiniz...
Sevgiyle, Feray Altan
1 note · View note