Hayber kalelerine sığınan Yahudiler yiyecek ve içecek stokları ile Peygamber Efendimizin gitmesini bekliyordu.
Hayber kaleleri sağlam, yüksek bir yerdeydi. Ok atsan sana geri dönüyordu. Taş atsan yetişmiyordu. Bağırsan sesin yetişmezdi. Hayber yıkılmıyordu. Hayber fethedilmiyordu.
Günlerce bekledi İslâm ordusu. Ama Yahudiler kalelerden çıkmıyordu. Müslümanların stoğu tükenmek üzere, moralleri bitmek üzereydi. Günlerce beklediler. Ama nafile!
Bu uzun bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz bir strateji geliştirdi. Hurma ağaçları kesilecekti. Hayber Yahudilerinin ekonomisi birer birer kesilecekti. Servetleri devrilecekti. Gelecekleri köklerinden kazınacaktı. Zira Yahudi için para, servet, zenginlik herşeydi.
Ağaçlar kesildikçe Yahudiler kahroluyordu. Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı.
Anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle Yahudilerin başkenti Hayberi terk edeceklerdi.
Sen de Hayber savaşına katılmak istiyorsan bir ağaç da sen kes! Sen de bugün sövsen sesin yahudiye ulaşmaz! Taş atsan İsraile ulaşmaz! Ok atsan Tel Aviv'e yetişmez.
Ama sen de Peygamber Efendimizin stratejisini yapabilirsin! Al eline baltayı kes Yahudilerin ağaçlarını! Nasıl mı?
Evine giren her Yahudi malı bir ağaçtır. Kullandığın her Yahudi malı deterjan bir ağaçtır. İçtiğin her kola bir ağaçtır. İçtiğin her Yahudi malı suları bir ağaçtır.
Kolalar, pepsiler, fantalar, damlalar, hacı şakirler, ariel matikler, Algidalar, Max, Danoneler birer ağaçtır.
Hayber savaşına katılmak istiyor musun? Öyleyse al eline boykot baltasını kes Yahudilerin ağaçlarını!
Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa mutlaka karşılığını bulur, diyor Rabbimiz!
Hayber kalelerine sığınan yahudiler yiyecek ve içecek stokları ile peygamber efendimizin gitmesini bekliyordu. Hayber kaleleri sağlam, yüksek bir yerdeydi. Ok atsan sana geri dönüyordu. Taş atsan yetişmiyordu.Bağırsan sesin yetişmezdi Hayber yıkılmıyordu Hayber fethedilmiyordu Günlerce bekledi islam ordusu Ama yahudiler kalelerden çıkmıyordu. Müslümanların stoğu tükenmek üzere,moralleri bitmek üzereydi Günlerce beklediler. Ama nafile!Bu uzun bekleyişten sonra peygamber efendimiz bir strateji geliştirdi. Hurma ağaçları kesilecekti. Hayber YAHUDİLERİNİN EKONOMİSİ birer birer KESİLECEKTİ. Servetleri devrilecekti. Gelecekleri köklerinden kazınacaktı. Zira yahudi için para, servet, zenginlik herşeydi. Ağaçlar kesildikçe yahudiler kahroluyordu. Ağaçlar kesildikten sonra burada kalmanın da bir anlamı kalmayacaktı. Anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle Yahudilerin başkenti Hayberi terk edeceklerdi. Sen de Hayber savaşına katılmak istiyorsan bir AĞAÇ da SEN KES!
Sen de bugün sövsen sesin yahudiye ulaşmaz! Taş atsan İsraile ulaşmaz! Ama sen de peygamber efendimizin stratejisini yapabilirsin!Al eline baltayı kes Yahudilerin ağaçlarını! Nasıl mı?
Evine giren her yahudi malı bir ağaçtır. Kullandığın her yahudi malı deterjan bir ağaçtır.
"Peygamber ocağı denilen Türk ordusu da var Marilyn Monroe'nun konser verdiği bu askerler arasında; Kore Savaşı'nda. O gün 'Mehmetçiğin ne işi var Kore'de?' diyemeyen zihniyet, bugün 'Mehmetçiğin ne işi var Gazze'de?' diyebiliyor."
Mehmet Akif Ersoy, Sultan AHMET Camii’ne her gittiğinde orada iki gözü iki çeşme ağlayan yaşlı bir zâta rastlamaktadır. Bu yaşlı zât, başından geçen bir olayı kendisine anlatınca, Mehmet Akif Ersoy bundan çok etkilenmiş, bu yaşlı zatla aralarında geçen konuşmayı ise bizlere şöyle nakletmiştir:
Sabah namazlarını kılmak için Sultan AHMET Camii’ne gidiyordum. Her sabah ne kadar erken gidersem gideyim, mihrabın bir kenarına oturmuş, saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir adam, ümitsizce, bedbin bir şekilde durmadan ağlıyor. O kadar ağlıyor ki, ağlamadığı tek bir dakikayı yakalayamadım. Nihayet bir gün yanına sokuldum ve “Muhterem” dedim,”A efendim!” dedim.
“Niye bu kadar ağlıyorsun? ALLAH’ın rahmetinden bir insan bu kadar ümitsiz olur mu?”
Yaşlı gözlerle bana baktı ve:
“Beni konuşturma! Neredeyse kalbim duracak.” dedi. Ben çok ısrar edince bana anlattı:
“Efendim, ben ABDÜLHAMİD Han cennet mekânın devrinde orduda bir binbaşıydım. Annem-babam vefat edince servetimiz vardı, pay-i mal olmasın diye Sadarete bir istifa dilekçesi gönderdim. Dilekçemde dedim ki: ‘Annem-babam vefat etti. Falan yerde mağazalarımız, filan yerde gayrimenkullerimiz vardır. Netice itibarıyla bunlarla ilgilenecek, ticarî işlerin yürümesi için mağazaların başında duracak bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. Bu vesileyle şayet kabul buyrulursa, görevimden istifa etmek istiyorum.’
Bu dilekçeyi yazdıktan bir müddet sonra, doğrudan doğruya hünkârdan bana bir yazı geldi. Heyecanla gelen mektubu açtım ve okudum. Orada istifamın kabul edilmediği yazılmıştı. Öyle anlaşılıyordu ki, istifa dilekçem bizzat padişaha gönderilmişti. Ben istifa dilekçemi yenileyip, bir daha verdim. Fakat bana yine aynı cevap geldi. Bunun üzerine bizzat sultanın huzuruna çıkıp, kendisiyle şifahi olarak görüşüp istifamı vereyim, diye düşündüm. Ben, bizzat o celâdetli ve haşmetli padişahın huzuruna çıkınca:
“Hünkârım, sizden istifamın kabulünü istirham edeceğim, durumum ise böyleyken böyle” diyerek istifa sebebimi anlattım. Bunun üzerine bir müddet derin derin düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzündeki ifadeden anlaşılıyordu. Israrıma da dayanamadı. Öfkeli bir edayla ve sanki elinin tersiyle beni iter gibi: “Haydi seni istifa ettirdik!” dedi. Tabiî ben istifamın kabul edilmesi sebebiyle çok sevindim. Döndüm geldim işlerimin başına. Derken gece müthiş bir rüya gördüm. Âlem-i manada, bütün ordular teftiş ediliyordu. Son savaşı vermek üzere, memleketin şarkında ve garbında savaşan tüm orduları bizzat Peygamber Efendimiz teftiş ediyordu.
Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, Yıldız Sarayı’nın önünde duruyor, bütün Türk ordusu büyük bir disiplin içerisinde Aleyhissalatü Vesselam’a teftiş veriyordu. O esnada orada Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de vardı. Sultan ABDÜLHAMİD Han cennet mekân ise, edeble, kemerbeste-i ubûdiyetle Kâinatın Efendisi’nin hemen arkasında duruyordu. Derken benim birlik geldi. Başında kumandanı olmadığı için askerler darmadağınıktı.
Bu hâli gören Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, Abdülhamid’e dönüp buyurdu ki:
“Ey ABDÜLHAMİD! Nerede bu ordunun kumandanı?” Bunun üzerine Sultan ABDÜLHAMİD, mahcup bir hâlde başını önüne eğmiş olarak, hürmet-i edeple Efendimize:
“Ya Resûlallah! (s.a.s) Bu ordunun kumandanı çok ısrar etti, istifa ettirdik.” dedi.
Bunun üzerine Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm:
“Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik.” buyurdu. Ben ağlamayayım da kim ağlasın?
Tâ hâ sr. : Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. 135 âyettir. Bir ismi de Suretü'l-Kelim dir.
Ta ha nın Ya racül demek olduğu da rivayet edilir.
30 - Hz Hârun Hz Musa Aleyhisselam' dan 4 yaş büyüktü.
78. Derken Firavun ordusuyla onların arkasına düştü. Artık kendilerini -Firavun ile ordusunu- denizden saran sarıverdi.
78 - Rivayete göre Musa Aleyhisselâm'ın beraberindeki zatlar, altıyüz yetmiş bin kimse imiş. Firavun'un ordusunun öncü birliklerinde ise yediyüz bin kişi var imiş. Denizde Hz. Musa'nın vurduğu âsa ile oniki yol açılmış, müminler bu yollardan sağ salim sahile kavuşmuşlardır. Firavun ile ordusu bunları takip ederken tamamen boğulup gitmişlerdir.
85. Buyurdu ki: Biz senden sonra kavmini fitneye düşürdük ve onları samiri saptırdı.
85 - Rivayete göre Hz. Musa'nın arkasında Harun Aleyhisselam ile altı yüz bin kişi kalmıştı. Bunlardan ancak oniki bin kişi, buzağıya tapmamış, diğerleri tapmışlardı. Samiri ise münafık bir şahıs idi. İsrail oğullarından "Samire" denilen bir kabileye mensup idi veyahut sığıra tapan diğer bir kavmin fertlerinden bulunuyordu.
132. Ailene namazı emret, ve sen de onun üzerine sabret, biz senden bir rizk istemiyoruz, seni biz rızıklandırırız. Akibet ise takva içindir.
132 - Rivayete göre bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra Peygamber efendimiz her sabah muhterem kızı olan Hz. Fatma ile damadı Hz. Ali'nin bulunduğu yere gider, "Namaz" diye buyururdu. Binaenaleyh her müslüman için de lazımdır ki: Kendi çoluk çocuğunu, akrabasını namaza teşvik ve özendirmede bulunsun..
Ve yine rivayet olunuyor ki: Resûl-i Ekrem Efendimiz, ehlibeytine bir zarar isabet etse onlara namaz ile emreder ve bu ayet-i kerimeyi okurmuş.
Bu denklem kadar büyük bir imtihan ile başlamıştı, tozu bulutla buluşturan savaş .
"Kim nereye giderse, siz Ali(as)'ye bakın!" diyen öğüdü çağdaşlaştıranların ne yanlızlık günleriydi, hatırlar mısın?
Dişisi ile erkeğini ayırt edemediği deveyi biniyordu cehalet ordusu. Elinde Kur 'an yoktu bu sefer ama yerine peygamber mühüru olan siyah bayrağı geçirmişti.
Tam tamına 100 ülke, ruh hastaları, Nehrâvan'dan ışınlanmış "hâd bildirme" nasıl heyecanlıydı hatırlıyorsun değil mi?
Hatırlamazsan eğer, yazık olursun.
Yazık olduğunda değersizlik, değersizlik ise zaten hilebaz düşmana şarjör...
Biz tarihin sinesindeki o gün, bunun kırbacını yememiş miydik?
Ali(as)'nin uzun yolunu hilebâz düşman kesmedi mi?
Osmanlı Devleti dönemi Anadolu'da, İslam'a ve Türklüğe bakış acıs�� nasıldı? Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam kitabında şöyle bir hatırasını anlatıyor:
''Yedek subay olarak geldiğim Anadolu'da bizim bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başcavuştan başka okuma yazma bilen yoktu. Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktu.
Askerlere sordum:
-Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?
Hepsi birden:
- Elhamdü-l-illah Müslümanız, diye cevap verecekler sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi ''İmamı azam dinindeniz'' dedi. Kimisi ''Hz.Ali dinindeniz'' dedi. Arada islamız diyenler çıktı ama, Peygamberimiz kimdir? diye sorunca onlarda puslayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi ''Peygamberimiz Enver Paşa'dır''' dedi.
- Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü? diye sorunca iş gene çatallaştı. Herkes akla gelen ilk cevabı veriyordu. Dakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu. Peygamberimiz sağdır diyenlere:
- O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur? diye sordum. Onu İstanbul'da, Şam'da yahut Mekke'de yaşatanlar oldu. Hiçbir yer tayin edemeyenler daha çoktu. Peygamber ölmüştür diyenlere de ''ne zaman nerede ölmüştür? denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. Yüz sene, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, tayin edemiyordu.
Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de, din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı. Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan okumayı bilen yoktu. Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Fakat onların da hiçbiri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar. Sonra ''köyünde camii olanlar ayağa kalksın'' dedim. Gerçi köylerinde camii olan birkaç kişi kalktılar. Fakat onlar da bayramlarda, cumalarda adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı.
İlk ders beni şaşırtmıştı. Bu bölük, o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.
Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyordu.
- Biz hangi milletteniz, deyince her kafadan bir ses çıktı.
-Biz Türk değil miyiz? deyince de hemen:
- Estağfurullah!... diye cevap verdiler.
Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk'tük. Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi. Fakat ne çare ki, bu ''Biz Türk değil miyiz'' diye sorunca ''Estağfurullah'' diye cevap verenlerin görüşüne göre, Türk demek Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. Ama, onu herhalde kötü bir şey sayıyorlardı.
III. Selim dönemi… Avusturya ordusu Yerköy Kalesi'ni sarmıştı. Bir Ramazan ayı idi. Kaledeki Osmanlı askerlerinin tamamı oruç tutuyordu. En büyük sıkıntıları oruç olmak değildi. Hayvanların otlaklarının düşman işgali altında olması ve ot ihtiyacıydı…
Bir süre sonra cesur bir yeniçeri¸ ot getireceğini söyleyerek kaleden ayrıldı. Avusturyalılara başvurup izin istedi:
– Hayvanları aç bırakmak mertliğe sığmaz. İzin verin biraz ot yolayım!
Avusturyalılar önce izin verdiler. Osmanlı askeri¸ ot yolup arabalara yüklemeye koyuldu. Ardından düşman askerleri etrafını sardı. Alay etmeye¸ hakaretler savurmaya başladılar.
Yeniçerinin sabırlı davranışları karşısında iyice zıvanadan çıktılar. Sonra da acımasızca katlettiler. Kesik başını kalenin önüne getirip¸ bağırıp çağırmaya¸ tehdit etmeye başladılar:
– Hepinizin kellesini süngülerimize geçireceğiz! Alçak Türkler!
Daha da ileri gidip Peygamber Efendimize ve padişaha dil uzatmaya yeltendiler. İşte o zaman kaledeki Osmanlı askerlerinin sabrı tamamen tükendi. Galeyana gelen yeniçerilerin dilinde aynı tepki vardı:
– Düşmanın hakaretlerini daha fazla dinleyemeyiz¸ tahammülümüz kalmadı. Düne kadar padişahlarımızın ayaklarına kapananlar şimdi aslan kesiliyorlar.
Komutan emrini verdi. Avusturyalılara haddi bildirilmeli¸ Peygamberimize ve padişahımıza hakaret etmek ne demekmiş gösterilmeliydi:
– Herkes hazırlansın! Allah aşkı için savaşımız vardır. Peygamberimize ve padişahımıza dil uzattırmayız!
Allah¸ din¸ peygamber ve padişah aşkı ile savaşan Osmanlı askerleri¸ Avusturyalılara öylesine saldırdılar ki¸ düşman feleğini şaşırdı¸ neye uğradığını bilemedi. Aslında bu denli şiddetli bir tepki ve hücum beklemiyorlardı. Osmanlı'nın en hassas damarına bastıklarının farkında değillerdi. Osmanlılar için din ve kutsal değerler olunca akan sular durur¸ canlar feda edilirdi. Şiddetli çarpışmalar sonunda beş binden fazla düşman askeri cezalandırıldı. Geri kalanlar da canlarını zor kurtardılar. Çareyi kaçmakta ve her şeylerini arkada bırakmakta buldular. Yerköy Kalesi önünde¸ bir Ramazan ayında zafer Osmanlıların ve İslâm'ın olmuştu. Takvimler¸ 8 Haziran 1790 tarihini¸ parlak bir sayfa olarak yapraklarına ekledi…
DEĞERLİ DOSTLAR, GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ, GÖNÜLLERDE DUA EDİLEN ORDU OLMAMIZ DİLEĞİYLE İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki:“Bir zafere iki ordu iştirâk eder. Biri cephede harp eden ordu. İkincisi de duâ ordusu.”Peygamber ocağı olan ordumuz, sînesi îman dolu Mehmetçiğimiz, bir vatan müdâfaası veriyor . Mehmetçiğimiz; aslan yürekli yiğitlerimiz, canını fedâ etmek pahasına fedakârca gayret ediyorlar. Şehidlerimiz var. Yine, aslan yürekli yiğit olan gâzilerimiz var. Şehidlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Gazilerimize de âcil şifâlar, yakınlarına da sabr-ı cemîl niyâz ediyoruz.. Lütfen bu kardeşlerimizin yakınlarını ziyaret edelim -inşâallah-. Onların gönüllerini alalım. Tarihe baktığımız zaman görüyoruz ki, bir harpte hakikî şehidler veriliyorsa, ardından zaferler geliyor. Bugün Allah için can veren şehidlerimizden güzel vasiyetler duyuyoruz. Bir şehidimizin abisine bıraktığı vasiyetinde şöyle diyor -gazetelerde paylaşılmış:“Ağabey diyor vasiyetinde, şehid olmak nasip olursa, devletimizin vereceği tazminatla anne-babamı hacca gönder. Babamın borçlarını da öde, sen de kalan parayla evlen.”Tam böyle, aslan yürekli bir yiğit… Yine diğer bir şehidimiz de “Beni beklemeyin!” diyor. Ben Allah yolunda sefere gidiyorum diyor.. Şanlı tarihimizde de böyle şeyler çoktur. İşte böyle duyarlılıkların, gayretlerin arkasından zafer gelir.. Meselâ İstanbul’un fethi çok zordu. Kalelerden kızgın yağlar dökülüyordu. Rum ateşleri atılıyordu. Orada da Fâtih’in askerleri surlara tırmanırken; "Bugün şehîd olma sırası bize geldi.” diyorlardı. Arkasından zafer geldi. İstanbul fethedildi.. Rabbimiz, milletçe aydınlık yarınlara ulaşması için her türlü gayret ve fedakarlığı yapanları rahmetle ve saygıyla anıyoruz. Ölenlere de gani gani rahmet diliyoruz. Mekanları Cennet olsun, Peygamberimiz arkadaşları olsun. Amin İnşaAllah En içten dileklerimle selam ve dua ile. https://www.instagram.com/p/CpO-h5ODwWT/?igshid=NGJjMDIxMWI=
Şeytanın elçisi büyük domuz beyaz miğverli denilen barbarların öküzleriyle incirlikte görüşmüş bırakın o pislikleri desteklemeyi onlarla değil Esadı🔗Putini🔗Çin şalamayasını devirmek bizim sıska ama obur kedi ponçiği kebap yemekten vazgeçiremezsiniz siz istediğiniz haini suriyenin başına getirseniz bile ilk 2-3 yıl suyunuzdan gider sonra güç sarhoşu olup oraya kendisini kimin getirdiğini unutup diktatör hatta peygamber kesilir bu coğrafyada şimdiye kadar seçtirip ya da darbeyle getirip halkın başına belâ ettiğiniz megaloman akıl hastaları gibi! usa halkı cahildir dünyadan habersizdir vergisi Ukraynadaki nazi sevici bozuk kanlı zelensky ve azov çetesine ve de Kürt - Türk düşmanı uyuşturucu-insan-organ-çocuk-silah tüccarı pkk'ya gider bilmez kendine düşen milli gelirden ortadoğu Müslüman Asya terör örgütlerine pay verilir anlayamaz çünkü onu idrak edecek düşüncesi ıq'su yoktur tek bildikleri hafta boyunca köle gibi çalışıp haftasonu sex partilerine katılmaktır o nedenle dünyadaki hiç bir reform devrim bu salak insanların topraklarında olmamıştır biat eden bir b...k anlamayan gürûhturlar Esadla konuşun oraya buraya yolladığınız orospu döllerini kafeslerine(mülteciler) geri çekin taliban/daeş/pkkk-pyd-ypg/özgür suriye ordusu katil barbarlarını siz yarattınız şimdi onları yok edin siyasal islamı iptal edip onların temsilcisi olan kişi ve kuruluşları lağvedin şimdiki strateji sizi ortadoğu patronunu boşver lağımcısı bile yapmaz sonra cıa tüm stratejistlerini değiştirip büyük ağzını yaymaktan başka birşey bilmeyen kamala harris ve bunak bidenı kanlı veya kansız(Erbakan deyimi)yönetimden uzaklaştırın bu sizdeki aptallıkla Rusya-Çin ananızı çırılçıplak soyup tek telli saz ile oynatırlar hıhıhı instagram paylaşımı kaldırın hesapıma saldırın ama gerçekler acıtır ve can acıtır siktirin gidin😤😠😈
Türk ırklar birliği bir ulus ve kimsenin inancını sorgulamayan yeryüzünde yaratan ulu, yüksek gücün adına töre ile adaleti sağlayan üst kimliğin adıdır.
Din tektir. Türklerde din yoktur töre vardır. Töre yeryüzünde adaleti sağlama görevidir.
Sonradan ortaya çıkan sami dinler Türk'e ait töreden alıntı yapılarak bu gücü ele geçirmek yoluyla rol çalmaktır.
Neticede bu dinlerde anlatılan her olgu bu dinler ortaya çıkmadan önce Türk olan Sümer tabletlerinde yazmaktadır.
İnsanlığın ikinci atası olarak bilinen Nuh tufanı Türk'ün yurdu Anadolu'da yaşatmıştır.
İstanbul boğazı Nuh tufanında açılmış ve dünyayı yıkayarak temizleyen suyu dünyaya vermek için açılmış doğal bir boğazdır.
Türklere emanettir. Dünyanın gemisi Anadolu gibi.
Türk kadim bir ulus, budun veya toplum demektir.
Türk sayısızca ırk birliğinin üst kimliğidir. Türklerde ırkçılık yoktur. İnanç ayrımcılığı yoktur.
Üst yapı kendini oluşturan alt kimlikler ile yer değiştirmesi mümkün değildir. Çünkü diğer her ırk, mezhep, din, devletler buradan türemiştir.
Türk birlik ve beraberlik içinde yaşamak demektir. Birlik ve beraberliği yok edenleri cezalandırmak demektir.
Türk insanlığın ve her canlının huzur içinde doğaya zarar vermeden yaşamasını sağlamak için yaratılmış bir üst ulus kimliğidir.
Kafa karıştıran tüm ideoloji adı altında ki faaliyetler hileli ve Türk ulusuna karşı düşmanlık etmek amacıyla yürütülen beyhude faaliyetlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti bu kadim ulus birliğini sonsuza kadar yaşatmak adına ulu güç tarafından kut verilmiş devlet kurma güçlerinin Atatürk adında birleşerek kişiler üstü bir gücün sonsuza kadar yaşayacak olmasının son mesajıdır.
Bu temsilin kişi olarak adı Mustafa Kemal'in fani olması fikrin yaşanmayacağı anlamına gelmez.
Atatürk laiklik devrimi ile dinlerin ne olduğunun anlaşılmasını sağlayan o yüksek iradenin görevini yapmış bir insanlık adına devrimin sonsuzluk adına adıdır.
Atatürk bir din ve dogma icat etmemiş kendisini bir peygamber olarak görmeyecek kadar ulu güç tarafından olgunlaştırılmış din, dinler ve yaratan adına insanlığa zarar veren zulmün sonunu getirecek görevi yapmıştır.
Kendisinin edebiyete intikali sonrası yeniden devleti ele geçiren şer güçler dini siyasete alet ederek bu kadim güce karşı bir savaş içine girmişlerdir.
Bugüne kadar onun bedenini öldürerek yendiğini sanan zavalılık fikirlerini yenebilecek bir gücü ortaya koyamamış koyamayacaklardır.
Hilenin doğruyu ve gerçeği yendiği nerede görülmüştür.
Kut güç başka bedenlerde yeniden ortaya çıkarak Atatürk'ün yaptıklarını ve yarım kalan insanlık devrimini tamamlamak adına görevlerini layıkıyla yerine kendi adlarına beklentisiz bir tutum içinde bütün düşmanlığı darmadağın edecek iradeyi ortaya koyarak onları yenmiştir.
Bugün yaşanan kaybedenlerin son kez acaba bu sefer başarabilir miyiz adına çabalarından ibarettir.
Ulu gücün yeryüzünde ki ordusu Türklerdir.
Bu gücü yenebilecek yeryüzünde herhangi bir devlet veya güç ortaya çıkarmak olanaksızdır.
Kurtuluş savaşı yıllarında Mustafa Kemal Atatürk cepheye gider ve Kazım Karabekir paşaya durum nedir diye sorar?
"Öyle puslu hava ki şeytan bile müslüman mintanı giymiş" paşam diye yanıt verir.
Bugünde durum bundan farklı değildir.
O gün o hile nasıl kaybetti ise bugünde aynı şekilde kaybedecek.
Din ve yaratan adına Türk'ün töre ile yeryüzünde adaleti sağlama çabası dışında her çaba hileli ve çıkar sağlamaya yöneliktir.
Türk insanlık tarihinin kendisidir.
Amerika, İngiltere, Almanya, Rus, Fransız en fazla geçmişleri iki bin yıl öncesine dayanır.
İnsanlık tarihinin başlangıç tarihi Türk'e dayanır.
Yukarıda saydığım devlet ve milletlerin yaşadığı her yerde daha önce Türkler yaşamıştır.
Dünyada herkes Türk olup küresel fitnenin bize karşı çabaları insanlığı içinden çıkılmaz bir noktaya gelmesine sebep olmuştur.
Mehdi, Mesih ve Deccal gelecek şekilde yalanlar ile Türklere ait o üstünlüğü bu yolla ele geçirmek adına bir beyhude çaba içerisinde debeleniyorlar.
Mustafa Kemal Atatürk'ün kurtuluş savaşı sonrası planlarımızı yüz yıl ertelemek zorunda kaldık diyen o küresel çete Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri ve kut verilmiş güçlerin yaşattığı hezimet sonrası sonsuza kadar bir daha Türklere karşı plan yapamayacak duruma gelerek yok olacaklar.
Mobbing Bank bu sebeple Atatürk'ün yazdığı Nutuk kitabının devamıdır.
Nutuk bir mücadele sonrası yazıldı. Mobbing Bank o mücadeleyi yeniden başlattı.
Görevini yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti yarım kalan insanlık devrimini önce partisiz yönetime geçerek, kamulaştırma yapmak adına büyük kararlar alarak sonsuza kadar yoluna devam edecek.
Para bizim için yurt, toprak ve doğal kaynaklar ile emeğimizdir. Küresel sömürgeci çetelerin parası bizim felaketimiz olmuştur. Bunu devam ettiremeyiz.
Bütün doğal kaynaklar Türklerin yaşadığı Anadolu ve Asya topraklarında bize aittir. Anadolu Türklerin dünyaya açılan kapısıdır. O kapı bugün kuşatma altında olabilir. O kuşatmayı yararak yok edeceğiz.
Türk Birliği kurarak yeniden dünyanın yönetimi ulu güç adına töre adaletine geçecektir.
Devleti küresel sömürgeci çetelere hizmet etmekten kurtardığımız gün yeni kurtuluşun tarihi olacak.
Büyük kararlar içten pazarlık içinde hareket eden siyasi partiler aracılığıyla olması mümkün değildir.
Herkes partisiz yönetim sistemini benimsemek zorunda kalacak. Kendi kendini yönetmenin başka bir yolu yoktur.
Kamulaştırma ile maddi güçler Türk ulusu adına devlete geçtiğinde küresel çeteler ve onlar adına yerli işbirlikçi taşeronlar tarih olacaklar.
O günlerin eşliğinde sancılı günler yaşamaktayız.
Anadolu dünyayı doyuracak bir yurttur.
Biz ona sahip çıkmadığınız için o da bizi cezalandırmış bizi doyurmak yerine açlık, kıtlık, kuraklık, yokluk ve yoksulluk ile sınayarak kendimize gelmemizi sağlamaktadır.
Acımızı toplum olarak biz hep birlikte artırdık hep birlikte olduğunuz gün azaltacak ve yok edeceğiz.
O günler kapıya dayandı. Bizim hep birlikte o kapıyı açma cesaretimizi bekliyor.
(Mehter ruhuyla) -I-Yıl, bindörtyüzelliüç, kutlu fethin zamanıBir muhteşem ordu ki, zafer arzular canı Fetihle müjdelenmiş, ordusu ve kendisiDaha yaşı yirmibir, Osmanlı efendisiCihangirlik ruhu var, yok korkusu pervasıMelekleri gönderir, yardım eder Mevlâ’sıÖver onu Peygamber, askeriyle beraberİstanbul’u kuşatır, binlerce kutlu neferElliüç gün savaşır, toplar surları delerTopkapı surlarından,…