Tumgik
#pasajlar
yorgunherakles · 7 months
Text
boğulmak isteyen kimse kafa üstü dalmaz suya, kendisini bırakır.
milan kundera - yavaşlık
38 notes · View notes
kaanozer · 2 years
Text
Kabadayılığın şiiri bulanık bir ışıkla sarılıdır. Süprüntüler büyük kentin kahramanlarını mı temsil eder? Yoksa kahraman, eseri için bu malzemeyi kullanan bir şair midir? Modernizmin kuramı iki olasılığa da yer verir. Ancak yaşlanmakta olan #baudelaire, “Les plaintes d'un Icare” adlı geç dönem ürünü bir şiirinde, artık gençliğinde aralarında kahramanlar aramış olduğu insanlarla aynı duyguları paylaşmadığını sezdirir.
les amants des prostituées sont heureux, dispos et repus; quant à moi, mes bras sont rompus pour avoir étreint des nuées.
(mutludur fahişelere âşık olan, doyuma ermiş ve özgürdür; bana gelince, kırılmış kollarım bütünüyle yukardan geçen bulutlara sarılmaktan.)
1 note · View note
kilerguvesininrafi · 2 years
Text
Walter Benjamin” PASAJLAR”
Çeviren: Ahmet CEMAL
Dünyanın her yerinde sürekli olarak aynı dram, aynı dar sahne üstünde aynı dekorlar, kendi büyüklüğünün sarhoşluğu  içerisinde başı dönmüş, köpürüp duran bir insanlık. Bu insanlık her yerde ve her zaman kendini evrenin yerine koymakta ve hapishanesinde sanki ölçülerek tüketilmesi olanaksız bir yerdeymişçesine yaşamaktadır; ama yazgısı kısa zaman sonra yerküreyle birlikte kendini beğenmişliğine bir çırpıda son verecek gölgenin içine yuvarlanacaktır. Öteki yıldızlarda da aynı tek düzelik, aynı devinimsizlik. Evren kendi kendisini sonrasız olarak yineler. Sonrasızlık, sonsuzlukta yolunu hiç şaşırmaksızın her zaman ve kesintisiz aynı oyunu sergiler.
Syf:106 yky yayınevi.  10/10
0 notes
kalemin-dili · 2 months
Text
🌊Gazze'de hiç bir ahlaki insani kriteri olmayan vahşi alçak Siyonistler,canlı gördükleri her şeyi hedef alıyorlar.Görümtüdekü koyunları siyonist alçaklar keskin nişancılar kanasla vurulma anı görülüyor.Aslında o kadar da şaşırmadım bebekleri öldürmekten zevk aldığını söylemekten çekinmeyen vahşi zombiler hayvanlara mı acıyacaklar.Ki onların tahrif edilmiş tevratlarında şöyle pasajlar var:
"Allah'ın Rabbin sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. Allah'ın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin." (TEVRAT, Tesniye, Bap 20, Ayet 16,18)
"Vurun; gözünüz esirgemesin ve acımayın; ihtiyarı, genci ve ere varmamış kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun." (TEVRAT, Hezekiel, Bap 9, Ayet 5-6)
Kendilerine göre uydurdukları bu görüşler hangi ruh hali taşıdıklarını gösteriyor..📖
88 notes · View notes
kuzeyildizindan · 2 years
Text
Tumblr media
Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların yankısı da yok mudur?
Walter Benjamin / Pasajlar
68 notes · View notes
hetesiya · 11 months
Text
Öfkeli Tugay: Araçlar ve Amaçlar
Tumblr media
 Stuart Christie, Çeviri: Ayşe Boren
Aşağıdaki pasajlar, Öfkeli Tugay davasında yargılanıp beraat edenler arasında bulunan Stuart Christie’nin, The Angry Brigade: A History of Britain’s First Urban Guerilla adlı kitaba yazdığı önsözden alınmıştır. Gordon Carr’ın kaleme aldığı kitabın tamamı için bkz. libcom.org
Tumblr media
Araçlar ve amaçlar arasında bir tutarlılık olması gerektiği sonucuna varmak için konu hakkında derin bir felsefi tartışmaya girmek gerekmez; sağduyu yeterlidir. Öfkeli Tugay’ın da araçları ve amaçları tutarlıydı. Bildirilerinin retoriğine ve teatralliğine rağmen, iktidarı ele geçirmek ya da Britanya’da bir devrim başlatmak gibi bir hedefleri yoktu. Bombalı saldırıları, yaralamaya ya da öldürmeye yönelik değildi – ve zaten böyle bir şey de olmadı.
Bana sorarsanız, Öfkeli Tugay’ın sembolik hedeflere yönelik saldırıları, sorunlara dikkat çekmeye, Britanya’ya ve zamanın endüstrileşmiş demokrasilerine damgasını vuran  toplumsal ve politik huzursuzluğu vurgulamaya yönelik jestlerdi. Bob Dylan’ın şarkısında dediği gibi: “Havada devrim kokusu var”dı.. Öfkeli Tugay’ın bir amacı da , kişisel olsun kamusal olsun her eylemin beraberinde bir sorumluluk getirdiğini vurgulamak; politika ve iş dünyasının, verdikleri kararların bir bedeli olduğunu ve her eylemin önceden kestirilemeyen sonuçları olduğunu idrak etmelerini sağlamaktı.  
Politikacılar ve kamu görevlileri de dahil olmak üzere hiçbirimiz, gerçekleşmesinde dolaylı ya da dolaysız payımız olan ölümlerin, yaralanmaların, acının ve terörün sorumluluğunu üstlenmekten kaçamayız. Emirlere itaat ettiğimizi iddia ederek, “devletin hikmetinden” ya da “ulvi” amaçlardan dem vurarak kendimizi aklayamayız. Anarşistler, milliyetçiler, Marksistler, köktendinci Müslümanlar, ev yapımı bombalarıyla psikopatlar, meskun mahallere Büyük Ordonat Hava Bombası (MOAB) ya da parça tesirli bombalar fırlatan askeri pilotlar, seyir füzeleri fırlatan silah sistemleri uzmanları, onların astları, astlara emirleri veren bakanlar, politikacılar, ya da savaşın masum kurbanları arasında “sivil zaiyat”lara sebep olan harekâtlara rıza gösterenler... Kim olursa olsun herkes eylemlerinden ve kendi adına yapılanlardan sorumludur. Neyse ki, Öfkeli Tugay’ın bombalı eylemlerinde hiçbir can kaybı veya ağır yaralanma yaşanmadı.
Tumblr media
Aradan otuz sene geçtikten sonra dönüp bakacak olursak, Öfkeli Tugay dönemin olaylarında tam olarak nasıl bir rol oynamıştı, ne gibi bir etki yaratmıştı? Dünya tarihinde çok da ciddi bir etki yaratmamış olabilirler. Ama, grevlerden ve sokak eylemlerinden geçilmeyen o çalkantılı zamanlarda gerçekleştirdikleri eylemler ciddi anlamda ses getirdi. [Jake] Prescott, [Ian] Purdie ve “Stoke Newington Sekizlisi”nin (bu isimle anılıyorduk) yargılanması, ve özellikle de Old Bailey Ceza Mahkemesi’nde siyasi savunma yapmayı tercih eden üç sanığın (Anna Mendelson, John Barker ve Hillary Creek) dillendirdikleri savlar, sınıf politikalarının doğasına ve Britanya toplumunun adalet anlayışına ilişkin önemli meseleleri gündeme getirdi: evsizlik, işsizlik, sınıf farkı gözeten yasalar, derme çatma evlerinde soğuktan donarak ölen emekliler, Kuzey İrlanda’daki hapis cezaları, ve hatta her hafta iş kazalarından ve iş yerindeki yanlış uygulamalardan ötürü hayatını kaybeden ve yaralanan insanların sayısı bile tartışma konusu haline geldi.   
Oybirliğine varamayan Old Bailey jürisi, sanıklar lehine bir tutum benimsedi (jüri üyelerinden ikisi, davanın sonuna kadar sekizimizin birden beraat etmesi gerektiği hususunda diretti) ve emsali olmayan bir şekilde, nihayetinde mahkûm edilecek dört sanık için hâkimden af talep etti. Bu sempatinin sebebi, muhtemelen, Öfkeli Tugay’ın bazılarınca bir direniş hareketi olarak görülmesiydi... 
Peki, Öfkeli Tugay’ı bu kadar önemli kılan neydi?
Şahsen ben Öfkeli Tugay’ın oynadığı rolü Antik Yunan tiyatrosundaki koronun rolüne benzetiyorum. Koro, siyasal teşekkülün çıkarlarını korumaya adanmış ideal bir kamunun işlevini yerine getirirdi. Koro, oyunun vazgeçilmez unsurlarından biriydi: olayların gelişimini takip eder; bazen uyarmak, bazen yüreklendirmek, ender olarak da münasip bir dramatik jest ya da eylemle olaya müdahale etmek için kritik bir anda araya girerdi.
Belki de Öfkeli Tugay, bazı Roma imparatorlarının, iktidarlarının zirvesindeyken kulaklarına “bir fâni olduğunu ve birgün öleceğini unutma” diye fısıldamaları için tuttukları hizmetkârlara benziyordu – tabii, bir farkla: Öfkeli Tugay’daki çocuklar, iktidar sarhoşluğunu dizginlemek için kimseden para almıyordu.
2 notes · View notes
alaboralar · 1 year
Text
ankara, çok büyülü bir şehir. belki burada doğup büyüdüğüm için böyle geliyor. bilmiyorum ama aynı sokaktan beş yüz defa geçsem bile içimde bir şeyler kıpırdanıyor. az evden yürüyorum, esat. sanki kırk yıldır buradaymışım gibi adım adım an kokuyor. valla öyle çok anım falan olduğundan değil. benim değil ama bu şehrin sanki kocaman anıları var. az önceki köşede birilerini sarılırken gördüm. biraz daha yürüyorum, tahran caddesi. teğmen kalmaz’ın önünden geçerken eğer ileride evlenirsem bir de üstüne çocuk yaparsam net bu okula gönderirim diyorum. ben orada okumadım. ama şehrin tam içinde, capcanlı -bilmiyorum böyle bi kelime mi var-  ve çok aydınlık nokta, sanki sen burada şehirle birlikte atmalısın. ayrıca çok güzel evleri var çevresinde. hep diyorum burada bir ev, olmadı ofis. biraz daha yürü. tunalı. üstü seğmenler, göbeği kuğulu. emrah serbes romanında fırlamış gibi hissediyorum burada. uzun süredir de okumuyorum. ama buradaki her şey aklıma milim milim işleniyor. aradan çocukluğum el sallıyor. tunalı bana hep ayrılığı ve ayrımcılığı hatırlatıyor. az daha yürü. çiçekçi ve plakçılar, pasajlar. biraz daha yürü, akay kavşağı.buranın çok anlamı yok. eğer buradaysam ya biriyle ayaklarımız bizi terk edene kadar yürümüşüzdür ya da kitapçıya gidiyorum. sonrası bilindik. olgunlar, meşrutiyet, meydan. durup insanları izlemek için muhteşem noktalar. tabii bir de çok durursanız yol tarifi sorulması da malum ihtimal. her noktasında ayrı bir hayat. üzüntüler, sevinçler, barışmalar ve ayrılıklar. ama en çok da kavuşmalar. kızılay avm önünde -şehir dışından gelenlerin genel ve normal olarak tek bildiği adres- insanların birbirine delicesine sarılıp kavuşmasını izlemek, uzaktan benim bile gözlerimi dolduruyor. ayrıca başkentimizin kalbi olarak da -ulus kalbi diyenlerle sonra konuşuruz ama yine de hadi işlek olsun- haliyle çok fazla insan, kültür çeşitliği var. herkes kendi halinde. özgür büfe’nin önünden geçerken hala ayda ne kazanıyordur abi ya, diyoruz ve bakkal hesabı yapıyoruz. buradan daha üç romanlık cümle çıkar da yürüyoruz işte, insan durmak istese bile hiçbir yerde duramıyor. kızılay metro altı, eğer yönergesiz doğru yerden çıkıyorsanız tebrikler gerçek bir ankaralısınız. ben çıkıyorum, burada gezmeyi de seviyorum ama genelde caddeler arasında hızlıca karşıya geçmek için de güzel bir yöntem. metroyla bahçelievler’e geçiyoruz. bir kurtuluş, iki bahçeli metrosunun sayısız tanık olduğu güzel an vardır. buraların kalbi var. bahçeli, kızılay’a göre daha enerjik geliyor. sanki kızılay’a işin varsa gidersin ama bahçeli’ye geldiysen bir ortam vardır kesin. bu şehir bana yaşadığımı hissettiriyor. ayaklarımın daha sert yere bastığını bu kalabalığın arasında anlıyorum. bazen hayat kavgamı bazen hayallerimi yeniden hatırlıyorum. neyse çok daha fazlası var ama çok konuştum
6 notes · View notes
yeryuzugokyuzu · 2 years
Text
“Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların yankısı da yok mudur?”
Walter Benjamin · Pasajlar
8 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
PASAJLAR WALTER BENJAMİN 4-) ❦ Tarihi dönemi düşünmek isteyen tarihçi, o dönemden sonraki akışına ilişkin tüm bildikleri düşüncelerden uzaklaşmasını öğütler. ❦ Tarihsel bilginin öznesi, kavga eden, ezilen sınıfın kendisidir. ❦ Alt yapımı; ekonomik ilişkiler, her türlü iktisadi, finansal ve sosyal faaliyetlerin ve üretim biçimlerinin tümü. ❦ Alt yapı, bir toplumun sosyo-ekonomik ilişkilerin verilen addır. Ekonomik karakterler, üretim araçları, üretim güçleri, üretim ilişkileridir. ❦ Üst yapı; hukuksal sistem ve devlet olma gibi ekonomik olmayan kısımdır. ❦ Alt yapı her zaman üst yapıyı belirler. Bu marksizm kuramının özelliğidir. ❦ Tahta baskı, grafik, litografi (taş baskı), fotoğraf, sinema, hiyeroglif (resim dili) sanatlarından bahseder. ❦ Litografi; resimli gazetenin temelidir. Fotoğraf ise sesli filmin temelidir. ❦ Sanat yapıtının orijinalliği tarihe yaptığı tanıklık ve insanlarla kurduğu ilişki ile belirlenir. Yeniden üretilen eserde bu yoktur. ❦ Gazlı aydınlatma ilk kez Pasajlar’ da kullanılmıştır. Panorama resim doruğu pasajların yükseliş döneminde ulaşmıştır. Fotoğraf gelişir ve resmin yerini alır. ❦ Dünya fuarlarının öncülüğünü ulusal endüstri fuarı yapar. İşçi sınıfını eğlendirmek amacıdır. İşçiler bunu eşitlik şenliği olarak görür ama yabancılaşırlar. Sadece izlerler. Bunu kapitalizm, fantazmagori (aldatıcı görüntü) sayesinde başarır. ❦ Bireyin ilk kez yaşam alanı iş yerinin karşıtı olarak iç mekanda gerçekleşir. Büro bölümü bunun tamamlayıcısıdır. İç mekanı evren olarak görürler. ❦ İç mekanda hem uzakta, hem geçmişte kalanlar toplanır. ❦ Bireyin salonu dünya tiyatrosunun bir locasıdır. ❦ Sinema x Hiyeroglif, Sinema x Tiyatro, Edebiyat x Hayat Kadını ❦ İç mekanın ilk fizyonomisti Edgar Allan Poe. ❦ Baudelaire kalabalıklar temasını sık işler. Doğrudan tanım vermez. İmge ve dolaylı anlatım kullanır. Bunun daha kalıcı yer ettiğini düşünür. ❦ Kalabalıklar modern hayatın doğduğu yerdir. ❦ Hep karmaşa, karışıklık olan kalabalık bünyesinde kahramanları barındırır. Bu kahramanlar paçavracılar, yosmalar, kumarbazlar, sihirbazlar ve hokkabazlar. Neden bunlar kahraman? Çünkü hepsi bu karmaşanın çağdaş kaosun ürünüdür. Kötü olmayı iyi olmaktan daha iyi becerirler ve aslında hepsi de bohem hayatta suretlerini görürler.
Tumblr media
3 notes · View notes
tolgaulusoy · 2 years
Text
Tumblr media
Son Bakışta Aşk: Walter Benjamin'den Seçme Yazılar, Nurdan Gürbilek'in yayına hazırlamış olduğu bir Walter Benjamin derlemesi. Benjamin'in pek çok denemesini okumuş olmama rağmen daha fazla okumak istediğim hatta sistematik olarak okumam gereken önemsediğim bir filozof. Pasajlar kitabı özellikle kafa açıcı denemelerden oluşuyordu. Bu eser de Benjamin'in fikirlerine giriş için önemli bir eser. Girişte Nurdan Gürbilek'in yazmış olduğu ve Benjamin'in hayatını hem de temel fikirlerini özetlediği tatmin edici bir sunuş yazısı var. Sonrasında "Tarih Kavramı Üzerine", "Tek Yönlü Yol", "Hikâye Anlatıcısı", "Proust İmgesi", "Baudelaire'de Bazı Motifler Üzerine", "Gerçeküstücülük: Avrupalı Aydının Son Fotoğrafı", "Kendi Başına Dil ve İnsan Dili Üzerine" denemeleri yer alıyor. Özellikle Benjamin'in sanat, edebiyat, tarih, kültür, dil gibi temalarını işlediği denemeleri bu derleme içerisinde okunabiliyor. Benjamin'in görüşlerine daha fazla eğilebilmek adına mutlaka okunması gereken bir kitap.
3 notes · View notes
acid-gramma · 2 years
Note
Keşke izmirde yaşasam ya didik didik ederdim her yeri çok güzel pasajlar var
evet... pasaj gezme buddysi ariyorum
5 notes · View notes
yorgunherakles · 8 months
Text
toplumsal sorunlarda suçlu aradın mı bulursun birilerini ama işin altını biraz daha kurcaladın mı bütün bir toplumun suça katıldığını görürsün.
afşar timuçin - ahlaksızlık üzerine
28 notes · View notes
kaanozer · 1 year
Text
Toplama Kampları
Pasolini, Mayıs 1958’de İtalyan Komünist Partisi’nin haftalık dergisi Vie Nuove’ye “Roma’da ve Çevresinde Yolculuk” başlıklı bir araştırma yazısı yazar. Yazı için, zaten iyi bildiği ve hem filmlerinde hem de romanlarında işlediği Roma’nın kenar mahallelerine yeniden gider. Aşağıda inceleyeceğiz pasajlar, bu yazının “Toplama Kampları” başlıklı ikinci bölümünden seçilmiştir. Kaynak: “The Concentration Camps”, Stories from the City of God: Sketches and Chronicles of Rome 1950-1966 içinde, çev. Marina Harss (New York: Other Press, 2003) [İtalyanca baskı: Storie della città di Dio: Racconti e cronache romane (1950–1966)].
Tumblr media
Her İtalyan şehrinde, hatta ülkenin kuzeyinde bile, son bostanın bittiği yerde, çoğunlukla ambarlardan, kulübelerden, barakalardan oluşan, yoksullara mahsus “toplama kampları” görürsünüz. Fakat bu hadisenin en çarpıcı, en karmaşık, hatta görkemli diyeceğim örnekleri Roma’dadır. Roma borgata’sı, başkenti Roma olan Faşist devletten türemiş, tam anlamıyla modern bir olaydır. Bu mahallelerin bugün bile inşa edildiği bir gerçektir. Tabiricaizse “başıboş” mahallelerdir bunlar – taşrada yıllar boyu tamamlanmadan bırakılmış, bir veya iki katlı, çatısı olmayan, sıvasız, kireç beyazı baraka kümeleri… Roma’nın kırsal bölgeleri, çevre yolu boyunca böyle borgata’larla doludur.
Bu alanlar, yoksul ama genellikle dürüst ve çalışkan olan insanların evidir. Çoğu göçmendir, ya bölgeden ya da civar bölgelerden gelmişlerdir – kentin keşmekeşine ve yaşadıkları mahallelerin daha küçük çaplı keşmekeşine, derin taşranın ağırbaşlı ve vakur havasını taşımış insanlar.
Ancak asıl borgata’lar bunlar değil. Asıl borgata’ların ayırt edici özelliği, “resmî” mahiyetleri. Bunlar yoksulları ve istenmeyenleri biraraya toplama planı kapsamında kent yönetimi tarafından inşa edildi. Hem kronolojik hem de ideolojik kökenleri budur.
İlk borgata’ları Faşistler, şehir merkezindeki koskoca mahalleleri yerle bir ettikten sonra inşa ettiler. Bu planlama projeleri, [Gabriele] D’annunzia’dan mülhem bir estetik ideali somutlaştırmakla kalmıyordu, bunlar aynı zamanda esasen birer polis operasyonuydu. Roma’nın geniş proletarya-altı [lümpen-proletarya] kitleleri tarih boyunca şehir merkezindeki kadim mahallelerde toplanmıştı; bunlar taşraya, tahmin edilebileceği üzere kışla ve hapishaneye benzeyecek şekilde inşa edilmiş yalıtılmış mahallelere “sürüldüler”.
Borgata “stili” bu dönemde doğdu. İlham alınan başat kaynaklar “klasik” ve emperyal stillerdi. Borgata stilinin bir diğer ayırıcı özelliği, tek bir mimari motifin takıntılı biçimde tekrar edilmesiydi: Aynı ev, bir sıra boyunca beş, on, yirmi defa tekrar ediyordu. Bir ev grubu da aynı şekilde beş, on, yirmi defa tekrar ediyordu. İç avlular tıpatıp aynıydı: Çamaşır iplerinin konduğu, darağacına benzeyen sıra sıra beton zeminleri, müşterek helaları ve çamaşırhaneleri olan soluk, pis hapishane avluları.
Hakları alınmış bu ilk gruplar Faşistler eliyle sürüldükten sonra, evlerinden çıkarılan ailelere, onlardan sonra da tahliye edilenlere sıra geldi. Ardından, [güney İtalya’daki] Cassino ilçesinden insanlar sürüler halinde buralara gelmeye başladı.
Geçenlerde Gordiani borgata’sına yeniden gittik. Şimdi burası yıkılıyor. İnsanın içini acıtacak kadar kasvetli, pis, gayri insani sıra sıra barakaların yerinde şimdi kızıla çalan kırmataşlardan gepgeniş bir alan uzanıyor.
Hâlâ ayakta kalmış birkaç baraka var, onlar da kısa süre içinde yok olmayı bekliyor. Yakında Gordiani platosu dümdüz olacak, mahalleyle ilgili tüm anılar da yok olacak.
Bu evlerde yaşayanların çoğu, çatışma ve umutlarla geçen on yılın ardından, Via Prenestina üzerinde yeni inşa edilen, eski borgata’ya çok da uzak olmayan Villa Gordiani ile Villa Lancellotti’ye taşındılar.
Onları görmeye gittim. Gerçekte değişen bir şey yok. Önünde avlusu olan küçük, tek katlı  barakalar yerine, kazı alanlarının, metruk arazilerin ve çöplüklerin ortasındaki yepyeni binalar var. Bu yeni binaların stilistik, sosyolojik veya insani ölçütleri neler? Öncekilerden bir farkları yok. Burası hâlâ bir toplama kampı. İki-üç sene sonra bu duvarlar da dökülecek, avlular leş olacak, yer darlığı olacak. Hatta şimdiden var. Ortada bir toplumsal yenilenme yok, yeni bir toplumsal çevre oluşturulmuş değil, özgürleşme namına bir şey yaşanmış değil. Aynı insanlar, toplu halde, bir toplama kampından diğerine nakledildi.
Hıristiyan Demokratların inşa ettiği borgata’lar da Faşistlerinkinin tıpatıp aynısı, çünkü “yoksullar” ile devlet arasındaki ilişki değişmiyor. Hâlâ otoriter, paternalist ve “dinî” mistifikasyona dayalı son derece gayri insani bir ilişki…
geri bildirim: e-skop
2 notes · View notes
yalnizcakendiolan · 2 months
Text
08.02.2023
(Öncelikle kusura bakmayın gece müsait olamadım. Bekleyen arkadaşlardan özür diliyorum.)
Her çözüme adım adım, her çözüm aslında bir adım
Bugün benim için biraz geç başladı. Doktor randevusu (tamamen kontrol amaçlı ciddi bişi değil) günümün yarısını yedi. Çünkü tam günün ortasındaydı. Ama sonrasında eve döndüğümde özgürce kendime kalan zamanımı ayırabildim.
Yine de eksik kalıyorum. Yine de kendim için her konuda yeterince çabalayamıyorum. Çok çabuk çokça şey yüzünden dağılıyorum. Yarın bunun olmaması için çabalamalıyım.
Bir çiçek açtı diye bahar olmuyor. Ama her bahar bir çiçekle başlıyor. Yalnızlığım bir kişi yanımda oldu diye ölmüyor tükenmiyor. Ama her yanımda olan insan bana yalnız olmamanın da mümkün olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Geçmiş bir günü üzerine uyuduktan sonra yazmak çok zormuş.
******
"Evet dedim ya seni çok güzel bir mekana götüreceğim. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacaksın. Tamam. Hayır şu an kapatmalıyım. Çalışıyorum dedim ya... Hayır kadın falan yok. Tamam (daha kısık sesle) ben de seni seviyorum. Hoşçakal." Telefonu kapadıktan sonra ağzı bağlı şekilde içinde saklandığım dolabın önünde bir sandalyeye bağlı olarak oturan adamın yanına geldi.
Bana bekleme odasında bekle demişlerdi. Önüme su ve o pahalı ama tadı aslında iğrenç olan şekerlerden de koymuşlardı. Ama ben heyecandan ve sabırsızlıktan, gizlice patronun odasına girmek ve onunla hemen yüzleşmek istemiştim.
Neyse ki, koridorun başından gelen bağırışmaları ve dayak atıla atıla getirilen bu adamı fark etmiş ve hemen ceket dolabına saklanmıştım. Nefes almamaya ve kesinlikle dolabın kapaklarına dokunmamaya çalışarak olanı biteni anlamaya ve izlemeye çalışıyordum. Daha adamların geldiğini gördüğüm an, telefonumu sessize almıştım. Bu tarz saçma klişelerle uğraşmak istemiyordum.
Patron sonunda telefonu kapatınca adamın önüne geldi. Adamın sandalyesi benim saklandığım dolabın tam önünde olduğu için, şu an patronla neredeyse yüz yüze sayılırdık. Babamla...
Biraz inceleyince gözlerimi ve ağız yapımı kimden aldığım belli oluyordu.
"Eskiden bu ülkede hiç tanımadığı birinden bile olsa bir şey çalanın eli kesilirmiş. Sen ise ekmek paranı kazandığın yerden çaldın. Bu ikisine aynı ceza verilmesi yanlış olurdu, değil mi? Üstelik henüz başka neler çaldığını ve o paraları ne yaptığını bile bana söylememişken..."
"Durun! Durun yalvarırım. Her şeyi anlatacağım. Her şe-" Adamın sesi silah sesinin ardından çığlığa dönüştü. İzlediğim açının darlığı ve yönünden dolayı vurulan adamın sırtını gördüğüm için tam olarak neresinden vurulduğunu anlayamamıştım. Fakat bu sefer parmaklarından birinden daha fazlasını kaybettiği belliydi.
"Gerçekten benden ne kadar çaldığını umursamayacağımı, gerçekten benden beni zarara sokacak kadar çok çalabileceğini, GERÇEKTEN BU KADAR GÜÇSÜZ VE AZ KAZANAN BİRİ OLDUĞUMU MU SANDIN?!"
"Seni birazdan öldürecek olmamın nedeni, benden çaldığın paranın miktarı değil. Benden para çalmaya cüret etmiş olman."
"Keşke sana harcadığım mermiye bile layık olabilecek kadar dürüst ve onurlu biri olsaydın. O zaman en azından seni öldürmenin bir anlamı olurdu." Dedikten sonra tek bir el daha silah sesinin ardından çığlıklar, gözyaşları her şey sustu. Odaya ilk girdiğimde duyduğumu fark ettiğim saatin tik takları bile artık duyulmuyordu.
Ölümün girdiği her ortamdaki her sesi susturup her şeyi durdurmak gibi izleyenleri bile duraklatıcı bir etkisi vardı. Çünkü ölüm her şeyin nihai sonuydu. Her şeyin ama her şeyin başına gelecek en son şey ve varacakları en son durak ölümdü. Ve birini öldürmek, onu son durağına yollamak değil; gittiği yolda arabadan aşağı atıp yarı yolda bırakmaktı.
(Bazı günler çok kısa pasajlar yazabilirim. Nihayetinde her gün yazacağım için, şu an pek öyle yapamıyor olsam da, sizi çok fazla bekletmemiş olacağımı düşünüyorum. Kurgu nereye gidecek nasıl olacak hiçbir şey bilmiyorum. Karakterlerin hiçbirini tanımıyorum. Hep beraber göreceğiz. Bu yüzden ilk başlarda herhangi bir mantık hatası zıtlık olursa çekinmeyin söyleyin düzeltirim hemen.)
Okuduğunuz için teşekkür ederimmm. 😊
0 notes
pikselog · 6 months
Link
Ira Sachs’ın Franz Rogowski, Adèle Exarchopoulos ve Ben Whishaw’u bir araya getirdiği cesur öyküsü PASAJLAR, Korhan Yurtsever’in yıllarca yasaklı kalan 1979 yapımı filmi KARA KAFA, Yüksel Aksu’nun saklı bir hazine değerindeki belgeseli ANADOLU’NUN SON GÖÇERLERİ: SARIKEÇİLİLER ve Cüneyt Arkın ile Çetin İnanç işbirliğiyle ortaya çıkan kült filmlerden oluşan özel bir seçki ekim ayında MUBI'de. PASAJLAR / PASSAGES (Ira Sachs, 2023) İlişkilerin ve arzunun karmaşık doğasını anlatan, günümüz Avrupa sinemasının üç büyük yıldızı Franz Rogowski, Adèle Exarchopoulos ve Ben Whishaw’un başrolleri paylaştığı bir aşk üçgeni öyküsü. Amerikan bağımsız sinemasının en saygın isimlerinden Ira Sachs imzalı bu cesur film, etrafındaki herkesi toksik bir kuyunun içine çeken bir yönetmenin etrafında gelişiyor. KARA KAFA (Korhan Yurtsever, 1979) Korhan Yurtsever’in yıllarca yasaklı kalan filmi KARA KAFA, Cafer adlı bir işçinin, eşi ve çocuklarıyla Almanya’da ayakta kalma mücadelesini ve sınıfsal bilinçlenmeye paralel olarak yaşadığı çatışmaları anlatıyor. 1980’de Türkiye’deki sansür kurulunun “dost ülke Almanya’nın onuruyla oynandığı” gerekçesiyle yasakladığı KARA KAFA, orijinal negatiften restore edilmiş kopyasıyla 2023’te Berlin Film Festivali’nde gösterilmişti. Film MUBI aracılığıyla ilk kez geniş kitlelere ulaşacak.  ANADOLU’NUN SON GÖÇERLERİ: SARIKEÇİLİLER  (Yüksel Aksu, 2010) Ege insanına dair keskin gözlemler yapan komedileriyle tanınan Yüksel Aksu, daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan bu belgeselinde konar-göçer yaşam biçiminin Anadolu’daki son temsilcilerinden Sarıkeçilileri anlatıyor. Belgesel, Sarıkeçililerin geleneklerini, mevsimlerle değişen yaşamlarını, göç yollarını ve ritüellerini izleyiciye aktarıyor. Zorlu bir yaşam mücadelesini belgeleyen film, aynı zamanda zengin bir folklor ve etnografyayı da gözler önüne seriyor. R.M.N. (Cristian Mungiu, 2022) Altın Palmiye kazanan ilk Rumen yönetmen Cristian Mungiu’nun imzasını taşıyan film, Transilvanya’daki bir dağ kasabasında ırkçılık meselesini irdeliyor. Bir fırının odağında gelişen hikaye, suçu hep yabancılarda arayan kitleler ve toplumsal şiddet gibi güncel sorunlara değiniyor. Cannes’da Altın Palmiye için yarışan R.M.N., 14 Ekim’den itibaren sadece MUBI’de izleyicilerle buluşacak. KESTİK! / COUPEZ! (Michel Hazanavicius, 2022) 2011 yapımı Artist ile Oscar kazanan Michel Hazanavicius, korku filmlerine saygı duruşunda bulunduğu bu yeni filmiyle 2022 Cannes Film Festivali’nin açılışını yaptı. MUBI’de ekim ayı boyunca sürecek korku sineması seçkisi kapsamında gösterilecek film, zombi filmlerine göndermelerle dolu, temposu hiç düşmeyen bir komedi. KESTİK!, 20 Ekim’den itibaren itibaren sadece MUBI’de izleyicilerle buluşacak. DÜNYAYI KURTARAN ADAM (Çetin İnanç, 1982) Artık tüm dünyada kült statüsüne erişen DÜNYAYI KURTARAN ADAM, Cüneyt Arkın ve Çetin İnanç’ın 80’lerde imza attığı filmlerden oluşan özel bir seçkinin parçası olarak MUBI seyircisinin karşısına çıkıyor. Cüneyt Arkın’ın başrolde olduğu, Çetin İnanç’ın yönetmen koltuğunda oturduğu bu yapımlar, dönemin gözde “B tipi” filmlerinden esinlenerek, westernden bilimkurguya, karate filmlerinden fanteziye pek çok farklı türü harmanlıyor. SÜRGÜN / IZGNANIE (Andrey Zvyagintsev, 2007) Rus sinemasının son dönemdeki en büyük yeteneklerinden, tarzıyla Tarkovski’ye benzetilen Andrey Zvyagintsev’in ikinci filmi, William Saroyan’ın “Gülme Meselesi” hikayesinden uyarlandı. Film, pastoral tabloları andıran kareler eşliğinde, bir ailenin sakladığı sırlar ve yaşadığı trajediler üzerinden Rusya’nın etkileyici bir portresini çiziyor. BEN TEK SİZ HEPİNİZ  (Nükhet Taneri - Sami Barış Kefeli, 2022) Hakan Bıçakcı’nın “Karanlık” adlı hikayesinden uyarlanan kısa film, 59. Antalya Film Festivali’nde En İyi Kısa Film ödülünün sahibi oldu. Film, tüm İstanbul’da yaşanan elektrik kesintisi esnasında elektrikleri kesilmeyen Deniz’in giderek yalnızlaşmasını ve tekinsiz duygularla yüzleşmesini anlatıyor. 
0 notes
hetesiya · 7 months
Text
/ Pasajlar / Me-ti: Deyişler
Bertolt Brecht, Çeviri: Elçin Gen
Aşağıdaki pasajlar, Brecht’s Me-ti: Book of Interventions in the Flow of Things (ed. ve çev. Antony Tatlow, Bloomsbury 2016) başlıklı kitaptan alınmıştır. Brecht, antik Çin düşünce okulu Mohizm’in kurucusu Mo Di’nin (MÖ 5. yüzyıl) öğretilerinden esinlendiği, “özdeyişler” olarak da anılan bu metinleri 1934-1955 yılları arasında kaleme almış, hayattayken yayınlamamıştır.
Tumblr media
Koruma ve Yağmalama
Eskiden Wei baronları köylülerin kanını emerdi. Ama komşu baronlar saldırınca da, köylüleri kılıç marifetiyle onlara karşı korurlardı. Yağma bir koruma biçimi, koruma da bir yağma biçimiydi; zira köylülerin evine yerleştirilen baronların uşakları, orada ne bulurlarsa alırlardı. Baronlarla köylülerin davranışlarında çelişkili bir şeyler vardı. Baronlar vesayetleri altındakileri döver, köylülerse baronları sabırsızlıkla beklerlerdi.
Bu çelişkileri gözlemlemek sağlam çözümlere götürebilir. Köylüler arasında, baronların hepsinin yağmacılık yaptığını, ama yağma uğruna kendi içlerinde bölünüp savaştıklarını görenlerin sayısı arttığında, yanılgıya düşüp sadece kendi baronlarını defetmektense, ganimet kavgalarından istifade edip, tümünü birden kovmaya başladılar. Yağma böyle son buldu. (s. 47)
Kuşku Üzerine
Me-ti’nin öğrencisi Do, insanın gözüyle görmediği her şeyden kuşku duyması gerektiğini savunmuştu. Bu olumsuz tavrı nedeniyle hakarete uğradı ve canı sıkılarak evden çıktı. Az sonra geri döndü ve şöyle dedi: Yanlış söyledim. Gözünle gördüğün şeylerden de kuşku duyman gerek.
O zaman kuşku duymanın sınırı nedir, diye sorulduğunda, Do şöyle cevap verdi: Eyleme geçme arzusu. (s. 95)
Klasik yazarlar ve çağları
Klasik yazarlar [Marx ve Engels] en karanlık ve kanlı zamanları yaşadılar. En neşeli ve inançlı insanlar onlardı. (s. 98)
Öldürmenin pek çok yolu
Öldürmenin pek çok yolu vardır: Karnına bıçak saplamak, ekmeğini elinden almak, hastalığını iyileştirmemek, kötü koşullarda yaşatmak, ölesiye çalıştırmak, intihara sürüklemek, savaşa yollamak vs. Ülkemizde bunların sadece bazısı yasaktır. (s. 99)
Kafa işçilerinin devrimden çıkarı
Fe-hu-wang [Lion Feuchtwanger] şöyle sordu: Kafa işçilerinin, genel menfaatin dışında, devrimden ne çıkarı olabilir?
Me-ti şöyle cevapladı: Hekimleri ele alalım. Malum, hekimlerin sayısı iyi kazanmalarına elvermeyecek kadar çok, ama iyi şifa dağıtmalarına yetmeyecek kadar da azdır. Birçok hekim kötü işlerde çalışırken bir yandan da derslerini birkaç yıla sığdırıp, alelacele, baştan savma bir şekilde tamamlamak zorunda kalır. En çok hastası olan hekimler en az parayı kazanır, zira hasta olanların çoğunluğu yoksuldur. Hastalıklara en çok yoksullar maruz kalır ve en kötü tedaviyi onlar görür. Onlara bakan hekimlerin daha fazla tetkike vakti yoktur. Yanlış yöntemlerle o kadar meşguldürler ki daha iyi yöntemler üzerinde çalışmaya vakitleri kalmaz. İlaç satıcıları, onların nasıl kullanılacağı konusunda da son sözü söyler. Hastalara genelde onlara en iyi gelecek ilaç değil, en pahalıya mal olacak ilaçlar yazılır. Ama en kötüsü, hekimlerin hastalıkları önlemek için hiçbir şey yapamamasıdır. Yalnızca sömürücülere kâr sağlanabilecek noktalarda devlet üzerinde etkide bulunabilirler; bu bazen insanlara faydalı olan önlemlerle de yapılabilir, ama aynı ölçüde, hatta daha sıklıkla, onlara zarar veren önlemlerle yapılır. Hekimler, muayenehanelerinde herkesin eşit olduğunu söylerler. Hasta kişi onlara, gerçekte olmadığı şekilde görünür: belirli bir geçmişi veya geleceği olmayan, bozulmuş, çıplak bir beden olarak. Hastalığa sebep olan şey ortadan kaldırılmaz; bertaraf edilen, en iyi ihtimalle, sonuçtur, yani hastalığın kendisi.
Hekimlerin konumu, en iyi, savaş zamanlarında ortaya çıkar. Savaşı durdurmak için ellerinden hiçbir şey gelmez; tek yapabildikleri, kopmuş uzuvları yerine dikmektir. Üstelik kentlerimizde daima savaş vardır. (s. 103)
Su [SSCB] polisi
Me-ti şöyle dedi: İyi insanlar talep etmeyin, iyi mevkiler yaratın! İyi bir mevki, iyi bir insanı gerektirmeyen mevkidir. Polislik meslek değildir. Ancak geçici bir görev olabilir. Kimi işler ancak kısa süreliğine yapılabilir. Polisin işi de bunlardandır. Bir polisin, polis olma tecrübesine ihtiyacı yoktur, çalışan bir insan olma tecrübesine ihtiyacı vardır. (s. 139)
Büyük ustalar
Birçokları, büyük resim ve müzik ustalarının, başka kimsenin yapamadığı şeyleri yapabildikleri için gururlandıklarını düşünür. Ama bence, dedi Me-ti, büyük ustalar, insanlık böyle şeyleri yapabildiği için gururlanmış olmalılar. (s. 152)
Güzel, işe yarayandır
Mu-sin Tui’leri [Bauhaus aydınları], büyük yapı ustalarıydı. Büyük bilgi birikimleri ve deneyimleri vardı ve onlarla en az 15 sene çalışmamış hiçbir öğrenci, usta unvanı alamazdı. Tahmin edileceği üzere, yeni ve ilerici her şeye açıktılar. Bu nedenle, makinenin güzelliğini ilk keşfeden onlar olmuştu. Makine neden bu kadar güzel, diye soruyorlardı kitaplarında, makineyi günümüzün en güzel ve en göz okşayıcı şeyi yapan ne? Her yönüyle işe yarar olması, diye cevap veriyorlardı, en küçük parçasının bile işlevi olması. Ahengin cisimleşmiş hali olması…
Bu kavrayışın tesiriyle, evlerini, hatta mobilyalarını tasarlarken, sade, basit ve kullanışlı makineyi model aldılar. Zamanın mal sahiplerinin de yeni ve ilerici her şeyden yana olmaları, Mu-sin ustalarına yaramıştı. Mal sahiplerinin mantığı şöyleydi: Chima [Almanya], makinelerini ve dev fukara ordusunu kullanarak o kadar çok mal üretmişti ki, halk yoksul olduğundan bunları sadece yurt içinde satması mümkün değildi. İmparator’un; Chima mallarının, dokumalarının, makinelerinin, petrolün vs. satılabileceği ülkeleri fethetmek için yedi ülkeyle yürüttüğü büyük savaş kaybedilmişti. Her yerdeki ağır vergiler ithalata köstek oluyordu, bu yüzden Chima’lı imalatçılar herhangi bir şey satabilmek için olağanüstü düşük ücretler koymak zorunda kalıyorlardı. İmalat giderlerini düşürmek için, daha az işçi gerektiren yeni makineleri geliştirenlere ödül verdiler ve bütün ülke, ağız birliğiyle, yeni ve ilerici olan şeyleri, tasarrufu ve kalkınmayı, pratik yöntemleri ve işe yarar bakış açılarını desteklemeye başladı.
Bu durum Mu-sin’in yapı ustaları için çok elverişliydi; evleri, apartman dairelerini ve mobilyaları birer makine gibi, en ucuz ve kullanışlı şekilde inşa etme fikirleri, herkesi memnun etmişti. (s. 152)
0 notes