Tumgik
#kitaptan ekrana
tozluveolagan · 11 months
Text
Tumblr media
Bundan böyle izlediğim diziler hakkında üç beş cümle de olsa birkaç şey söyleyip, beğendiklerimi sizlere önermeye karar verdim ve işte ilkiyle karşınızdayım: #NormalPeople
Diziyi sevme nedenlerim: • Benim için kısmen önemli. IMDb puanı: 8.4 Çok göz önünde bulundurmamaya çalışıyorum seçim yaparken ama vasat bir yapımla da karşılaşmak istemediğim için bu tür puanlara bakıyorum izlemeden önce. • 12 bölümden oluşuyor ve her bölümü yaklaşık 30 dakika. Çerezlik gibi görülebilir, kahvaltı yaparken izlerim gibi düşünebilirsiniz ama bunu pek tavsiye etmem. Çekim kalitesi ve sinematografisi yüksek olduğu için her bölüm sanki 1 saatmiş gibi bir his uyandırabilir. Çünkü sahneler oldukça estetik. • Kitaptan uyarlama bir yapım, çoğunlukla kitaba sadık kalınmış. Yer yer bazı sahneler kitaptan (dolayısıyla hayal gücümüzden) çok daha güçlü. Bunun bir nedeni oyuncuların da oldukça başarılı olması olabilir ama asıl nedeni kitabın yazarı #SallyRooney nin dizi ekrana uyarlanırken yönetmenlerle birlikte çalışması. • Ana karakterlerle bağ kurmak çok kolay. #PaulMescal kaygı sorunları yaşayan popüler ama bir o kadar da özgüven sorunları yaşayan bir karakteri canlandırırken, #DaisyEdgarJones ise zeki ama aile problemleri olan, yalnızlığı dibine kadar yaşayan bir karakteri canlandırıyor. Birbirlerine pek benzemiyorlar ama dışarıda gördüğümüz, çevremizde olan insanlara hatta belki de bizlere öylesine benziyorlar ki... • Kişilikleri, ekonomik ve sınıfsal durumları, hayalleri tamamen farklı olmasına rağmen eşsiz bir aşk kimyasıyla biraraya gelen iki karakter, farklı bağlanma stillerine sahip oldukları için inişli çıkışlı bir ilişkiye başlıyorlar. Birbirlerini destekliyorlar, birbirlerine meydan okuyorlar, çoğu zaman incitiyorlar. Bu durum toksik ilişkilerden muzdarip olan, herkesin ilgisini çekebilir. Buna rağmen kendilerinde ve karşılarındaki kişilerdeki kusurları öyle güzel kabulleniyorlar ki, bu da izleyicide "Ah be..." duygusu uyandırıyor. • İki karakter arasındaki sohbetlere odaklandığımızda bu denli dürüst ve ham bir iletişim çeşidi görmeyeli o kadar çok zaman ki. Bu samimi durum romantiklerin kalbini fethediyor. E tabi haliyle benim de.
4 notes · View notes
okurunkosesi · 3 years
Text
0 notes
karihayayinlari · 3 years
Photo
Tumblr media
DEHLİZLERE SIZAN IŞIK 
“Bu size bir u-dönüşü armağanı!” Levent Büdüş
Kitap Adı: Dehlizlere Sızan Işık
Yazar: Levent Büdüş
Yayınevi: Potkal Kitap Yayınları
Dil: Türkçe
Barkod: 9789944362573
Sayfa Sayısı: 62
Boyut: 13 x 19 cm
Tür: Şiir
Fiyatı: 120,00 TL (Kargo Dahil 140,00 TL) 
Almak için: [email protected]
Kitaptan Dizeler
Uzak dur, çift belleklilerden Torka dostlarını düşman gibi gösterir
Düşmanların dostun olabilir, gönle yapılan dil büyüsü bağlamasın gözlerini
***
Biliyorum dokumacı kız! Aramızda tahrip edilmiş demiryolu hattı var
Taşımama müsaade etmeseler de furgon ranzalarında etimi
Değiştirmeye yeter mi fikirlerimi, gölgeli parlamenterlerin kulluk emirleri?
***
Sahip olmak ister her şeye, stokçu ruhlar
Paranoyak anti virüs sinyalizasyonu gözlerinde
Blöf çerçeveli ekrana yerleşen teknolojik deha
İletişim adına sadece fantasma katafalk inşa edebilmiş
***
Bir çift göz kendine sefahat imgelemekte tependeki kulübede
Bir çift göz pusarık zevk alemlerinden iğrenerek dışarıdan seyrediyor seni
Statik yıldızların yansıdığı kulübenin penceresinden
Ay ışığında gölgen su gibi akıyor yolun tozunu kendi tozuna katarak
Piyasa ikonlarının banka hesaplarına, yolun tozunu kendi tozuna katarak!
***
Bazen kadim çocukluk kuşağını bulmaya çalışırsın
Ağaçların arasında yolunu ararsın
Fakat dikenleri ezersin pahalı arazi botlarınla!
Alıcı dünyandaki bilinmeyen vericiliğinin sembolüdür bu pahalı arazi botları
Ezer geçer filizleri de
POTKAL KİTAP 
Yitik Ülke - Delta Yayınları
2 notes · View notes
olmuycam · 5 years
Text
Ben de artık lise gibi kitaptan defterden ders çalışmak istiyorum. Ekrana baka baka gözler gitti.
Her gün işe gittiğimde yeni mi kalktın diyolar hayır 3 saattir ekrana bakıyorum o yüzden gözler balon 🎈🎈💆🏻‍♀️
2 notes · View notes
kagitkalem · 2 years
Text
Haydar
Bilgisayarı açmış öylece oturuyor başında. Uzaktan görsem ölmüş diyeceğim. Bu zamana, şimdiye ölmüş bir beden. Şimdiye ölmüş bir akıl. Göz bebeklerine bakıyorum, ellerine bakıyorum, dudaklarına bakıyorum hiçbir hareketlilik yok.Düşünüyor mu acaba? Bütün bu hareketsizliği düşünselliğinden mi? Ne düşünüyor peki? Gidip yanına dokunsam uyanırmıydı acaba? Bir çay alıp masasına bırakayım en iyisi. Kokusu içini, buharı gözlerini, sıcaklığı dudaklarını, tuttuğu bardak ellerini ısıtsın. Sıcaklık bir hareketlilik verir belki bedenine. Belki gözleri gözlerime denk gelir oda beni görür. Gözleri önce gözlerimde gezinir, sonra saçlarımı okşar. Daha sonra dudaklarımda gezinir belki ordan kalbime iner içimi görür. Biz neden böyle olduk seninle? Neden biz olamadık? Düşüncelerimizi, kalplerimizi, ellerimizi, bedenimizi buluşturamadık. Her şey daha samimi olmaz mıydı? Ben sana uzaktan bakmazdım. Sen gözlerini boşlukta kaybetmezdin. Çayını yalnız yudumlamazdın. Dünya bu kadar basit ve anlamsız olmazdı. Hatıranın ağırlığı bedenimi ezmezdi. Düşünüyorum da bizim hiç özel anımız oldu mu? O anılar bizimmiydi yoksa bir kitaptan alıntı bir filmden sahne... Geçmişin bu kadar geride kalacağını hiç hesaplamamıştım. Şimdi bir kapı ötede ama milyonlarca yıl arkamdasın. Aramızdaki şey sadece mesafe değil zaman demiştin hatırlıyormusun? Ve zaman seni sonsuzluğa uğurlarken beni bir kapı arkasına hapsetti. Sana bakmaya Seni düşünmeye gücüm yetmiyor artık. Bende o yüzden şu anı şimdiyi seçtim. Anı yaşıyorum ve unutuyorum seni. Elimdeki çaya bakıyorum o kadar soğumuş ki içsin istemem. Dayanamıyorum gidip taze çayını getiriyorum ama sonra yine kapında sana öyle bakakalıyorum, sen ise kim bilir kimin zihnindesin. Gözlerini, ellerini bilgisayarına dikmişsin ama boşlukta savurup duruyorsun parmaklarını ve ekrana dahi bakmıyorsun. Çayı usulca bırakıyorum masana ama ne kokusunu ne de sıcaklığını hissediyorsun. burada değilsin çünkü belki de bende burada değilim. İkimiz birden kaybolabiliriz. Çayı bırakıp çıkıyorum. “Haydar, buz gibi bu çay” “Ya, öyle mi?” “Evet bak  buharı falan kaybolmuş” “Tamam hemen yenisini getiriyorum.” sözlerin konuşuyor ama sen susuyorsun. gidiyorum ve sana çay getiriyorum.
0 notes
mevsimsizcicek · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Tam bir haftadır bir gün sinemaya gitmek dışında hep evdeydim. Geçtiğimiz çarşambayı sadece kendime ayırarak öğle civarı evden çıktım. Ego bekledim, geldi bindim. Ve gerçekten uzun zamandır ilk defa canım müzik dinlemek istemedi, o sırada otobüste dışarıyı seyrederken tam arkamda oturan iki teyze Ankara’da grip, nezle salgını olduğundan vs bahsettiler hatta bir ara birisi hapşurdu sonra  ‘’ dikkat edelim sağlığımıza’’  dediler ve sustular.  O anda iç sesim konuşmaya başladı ve uzun zamandır şükür ki grip felan olmadığımı hatırlattı bana. Aman mutlufil nazar değdirme kendine sus deyip iç sesimi susturdum. İşte bu noktada insanın kendisine nasıl saniyeler içerisinde nazar  değdirdiği hikayesine başlıyoruz. Sinemadan çıkarken birden burnumun aktığını ve hapşurduğumu fark ettim ve bunu salonun tozlu olmasına bağladım bunu. Dışarıda topu topu 4 saat geçirip eve geldim. Akşam yatarken gittikçe beter bi hale düştüm ve o geceden düne kadar en iyi arkadaşlarım yastığım, battaniyem, peçeteler, portakallar ve ballı limonlu çaylar oldu. Gerçi bir ara evdekiler misafirliğe gideceklermiş götürmek için kek yapmamı istediler. Bir ara bunun için ve arada kendime kahve yapmak için ayaklandım. Onu bunu bilmem  sağlık çok önemli çok. 
İşte yine dün hasta hasta yatarken akşam biraz yer değişikliği yaparak salona geçtim. Gündüz annem neredeyse her hastalık için kullandığı yedi baharatlı bir karışımı yedirdi ona söylemiyorum ama beni canlandırdı galiba. İzlemek için birkaç belgesel belirlemiştim, birisini seyretmek için televizyonu açtım ki aklıma pazar günleri gündem özel programı olduğu geldi. Hızla kanalı açtım. Konuyu gördüğüm an ekrana kilitlenip kaldım zaten. Program öğrenmek ve öğretmek üzerineydi. Arkadaşlar çok çok çok güzeldi. Bir izleyin olur mu ? 
Bahsetmek istediğim bir başka konu ise dün programı seyrederken aklıma geldi. Konuşmacılar, birbirinden farklı kitaplardan o kadar güzel alıntılar yapıp o konuşmaları zenginleştiriyorlar ki. Bu konuya sürekli takılıyorum. Okuduğum  kitapların büyük çoğunluğunu elbette hatırlıyorum fakat fark ettim ki zamanla zihnim bazı noktaları silmeye başlıyor. Bunun için bir ara okuduğum kitaplardaki altını çizdiğim ve özellikle etkilendiğim şeyleri bir deftere yazmaya başlamıştım. Bir zaman sonra bıraktım. Çünkü sadece kitaptan aldıklarımı yazmak inanılmaz sıkıcı gelmeye başladı. Ve dün aklıma bir fikir geldi: Benim bir şeyi hayatıma geçirebilmem için ya da zihnime kalıcı bir şekilde yerleştirebilmem için yaptığım iş her ne ise, onunla aramda duygusal bir bağ olmalı. Yani okuduğum şeye dair hislerimin farkına varmalıyım ki aklımda yer etsin. İşte bu yüzden yeniden bir kitap günlüğü tutmaya fakat bu sefer kitabın bana hissettirdikleri, okurken düşündürdükleri ve bende neleri uyandırdığını yazmaya karar verdim. Umarım bu sefer devam ettirebilirim. 
Nasıl bir hastalıktan kurtulmuşsam günlerdir konuşamadığımı buraya döktüm galiba. Çok yazdım. Dolu mu yazdım boş mu bilmiyorum ama bu sefer sonu güzel bağladım bence. Şimdi çıktığından beri defalarca dinlediğim şarkıyı bırakıp gidiyorum. Sağlığınıza çok dikkat edin olur mu ? Sağlık önemliymiş.
Öyle Kolaysa.
05.02.2017
39 notes · View notes
reshekimi · 3 years
Text
Fahrenheit451 - Ray Bradbury
"Bu inceleme spoiler içerir."
Yılını hatırlamamakla birlikte en az 10 yıl kadar önce İzmir’de DESEM sinemasında 1966 yapımı Fahrenheit451’i izlememle birlikte başlar Ray Bradbury ile tanışıklığım. O zamandan aklımda kalanlar, filmden ne kadar etkilendiğim, 1966 yılında böyle bir bilimkurguyu o günün teknolojisi ile ne güzel çektikleri, yarattıkları dünyanın sinematografik olarak gözüme ne kadar gerçekçi göründüğüydü… Herşeyiyle çok etkilenmiştim, en çok da sonundan. Ray Bradbury’nin kitabında en çok eleştirdiği ve dikkat çekmek istediği noktanın insanların TV-Ekran odaklı yaşamları oluşu filmde çok güzel vurgulanmıştı. Ki kitabında da ilk aldığım mesaj budur, dört duvarı da boydan boya ekrana döndürülmüş evler ve hayatlar vurgusu (sf:45 İthaki Yayınları, 2012). Öyle ki, bir yıllık gelirlerinin üçte birini bir duvarın ekrana dönüştürülmesine ayırabilirler (bknz:asgari ücret VS televizyon fiyatları). “Şimdi farklı mı durum sanki?” hissi ve Ray Bradbury ne ileri görüşlü bir yazarmış tekerlemelerim kitabı okuduğum süre boyunca tekrar etti. 
İnsanların arasındaki iletişimin, kaybolan dil ve kelimelerle birlikte ne kadar bozulduğunu görmekteyiz dialoglarda; Clarisse Montag’a “Siz diğerlerine benzemiyorsunuz….” diyor “Konuşurken yüzüme bakıyorsunuz.” (sf:49) Yine aynı his, tanıdık mı? En son mesela hizmet sektörlerinden birinde ya da bir devlet dairesinde yüzünüze bakılarak konuşulduğunu hatırlıyor musunuz? Ya da siz bakıyor musunuz mesela bu özeni gösteriyor musunuz? İnsanların birbirlerine tahammülsüz oldukları, hatta katlanmaya tahammülsüzlük haline dönen bir durum: “Kimsenin bir başkasına ayıracak zamanı yoktur. Bana katlanan ender kişilerden birisin.” (sf:50). Ve Clarisse bu düzende antisosyal olarak tanımlanmıştır çünkü sosyal olma kavramı değişmiştir, insan konuşamıyorsa sosyal bir varlık olarak hayatına devam edebilir mi? Hiçkimsenin diğerlerinden farklı şeyler söyle(ye)mediği bir toplumda sosyallik ne anlama gelir? 
Devamında kelimelerin yok olmasıyla beraber geçmişlerinin de yok olduğunu okumaktayız, “Bir zamanlar” diyor Montag; “Bu ne biçim söz!” diye bir yanıt geliyor akabinde. Zaten Montag kitabın devamında da geçmişle ilgili en önemli olabilecek ayrıntıları hatırlamıyor, mesela karısıyla nasıl ne zaman ve nerede tanıştığını. Çünkü geçmiş zaman kelimeleri bile yok. Karısı da hatırlamıyor (sf:74 sorduğu zaman adeta Millie’de bir mavi ekran tepkisi). Kaybolan kelimelerden geriye kalan sürekli tekrar edilerek aslında anlamını da iyice kaybeden cümleler... O saçma dialoglar filmde de çok güzel verilmişti, en önemli hatıladıklarımdan biri de bu. O korkunç hiçbir anlama gelemeyen saçma dialogların kelimelerimiz kaybolursa biz de böyle bir hale döner miyiz endişesi. Ve ilk yakılması gereken eve geldikleri zaman… Çoğu okurun da hissettiği gibi hissettim belki, ben de verandada duran o kadın gibi yapabilir miydim acaba? Ya da ne yapardım? Uyanmalı artık Montag diyorum ve Montag’ın doğum sancıları başlıyor. Yakarıyor karısına mesela “Orada değildin, görmedin. Kitaplarda birşeyler olmalıydı, hayal edemeyeceğimiz şeyler, kadının yanan bir evde kalmasını sağlayacak bir şeyler; orada birşeyler olmalı. Bir hiç için kalmazsın.” bunun peşisıra da rahat bırakılmaya değil rahatsız olmaya ihtiyaçları olduğunu anlatmaya ve anlamaya çabalıyor (sf:85-86).
Montag’ın itfaiyeci olması, devletin kontrolünde bir kolluk kuvveti olarak çalışması ve şefleri Beatty ile olan dialogları da aslında yönetim biçimi ve sistemle alakalı bilgiler veriyor. Ne zaman Beatty ile yanyana gelse kendim yakalanacakmışım gibi geriliyorum açıkçası. Ve Beatty’nin her kelimesinden inanılmaz rahatsız oluyorum. Çünkü mümkün; hatta halen bazı yerlerde çok benzerlerinin yaşandığı anlar kelimelere dökülen. Sayfa 94’te aralarındaki dialogta öğreniyoruz ki, içi boşaltılan kitaplar, insanların artık kitap okumayı tercih etmemeleri aslında fitili ateşleyen şeylerden biri olmuş. Ve entelektüel olmak kavramının anlamı değişmiş. Bilinmeyenden korkuluyor olmasıyla insanoğlu bilinenin rahat kucağında bulmuş kendini ve “Bitişik evdeki kitap dolu bir silahtır. Yak gitsin!” şeklinde bir gözü dönmüşlüğe getirmiş bu rahat hissetme arzusu. 
Başkaları da olmalı kitapları arayan, burada birşeyler yolunda gitmiyor diyen, derken Faber karakteri geliyor, onunla birlikte de Montag’in birşeyleri değiştirmek adına örgütlenme çabası. Faber’le olan dialoglarıyla görmekteyiz ki din kitapları da yok mesela, İncil’in bir kopyası ya da kaç kopyası var kimse bilmiyor. Ki öyle bir dünyada insanların dine ihtiyaçları var gibi görünmüyor da. Sf 124’te Faber “İsa’nın şimdilerde aileden biri”olduğunu söylüyor. Beatty’e olan okurun öfkesinin soğuduğu, Beatty’nin öldüğü sahnede yanışının tasviri zalimce detaylı. O kadar kitap yanarken de sonunun yanarak olması kaçınılmaz hissettiriyor. Beatty karakteri biraz Montag’ın ona tepeden bakan ahamkâr sesi  gibi geliyor bana, bu karakterin beni bu kadar rahatsız etmesinin altında bu yorumum da olabilir tabii. 
Sona yaklaşırken, artık belirsiz olan gelecek, gerçekle eş tutuluyor ve korkutucu bir düşten gerçeğe doğru gitmekte Montag (sf:205). Nehrin kenarlarında her bir insanın bir ya da birden fazla kitaba dönüştüğü, kitaplara dönüşürken de hayat ağacına benzetildikleri bir son. Filmin ve kitabın sonu birbirinden temelde çok ayrı olmasa da hatırladığım farklılıklar var filmde bana daha güzel gelen ancak daha iyi yorumlamam için filmi tekrar izlemem gerekiyor (burası kendime not).
Ray Bradbury iyi ki böyle bir deneyim yaşamamıza vesile olmuş.
Hangi kitap olurdum? … Cevabını henüz bulamadığım bir sorudur.
Her soru cevaplanmak için var olmuyor kanımca. Belki bir nehrin kenarında ben de cevabımı bulurum.
PS: Ray Bradbury Fahrenheit451’i yazarken kağıdın tutuştuğu dereceyi Los Angeles İtfaiye teşkilatını arayarak öğrenir. Bu bilgiyi kitaptan sonraki okumalarımda öğrendim ve isminin geldiği yer beni etkiledi.
Cemile Tekirdağ 2021
0 notes
kitapcimcimesi-blog · 6 years
Text
1984
Kitabın Adı:1984   
 Yazar: George Orwell  
  Çeviri: Celâl Üster  
  Sayfa Sayısı: 350    
Yayın Evi: Can Yayınevi  
  Baskı Sayısı: 61. Baskı   
 Baskı Yılı: 2018    
       Lise edebiyat derslerinde  "BÜYÜK BİRADER'İN GÖZÜ ÜSTÜNDE"  sloganıyla işlediğim ya da öğrendiğim bir kitaptı 1984.Yıllarca merak edip okumak istemiş ama okuyamamıştım ve sonunda okudum şimdi de blog yazısını yazıyorum.(Ayrıca bu benim ilk blog yazım😉)         Kitap 1984 yılında İngsos(İngiliz Sosyalizmi) yönetimindeki Okyanusya adındaki bir ülkede geçiyor. Okyanusya dışında Doğuasya ve Avrasya adında iki ülke ve sürekli el değişen bağımsız bir bölge var.  Kahramanımız Winston Smitt partinin dogmalarına ters düşen bir dış parti üyesi yani bir düşünce suçlusu. Partinin suç saydığı birçok eylemde bulunması ve Parti tarafından "temizlenmesi" anlatılıyor.       Kitap ilk zamanlarda biraz zorlasa da yenisöylem sözcüklerine alışınca çok akıcı ilerliyor. Tasvirler çok kuvvetli yani okurken yerleri, insanları ve yaşanan olayları çok güzel gözünüzde canlandırabiliyorsunuz.  Bence herkesin okuması gereken düşünce ve sosyal düzen hakkında güzel bilgiler veren bir kitap.   Son olarak kitaptan bir paragraf paylaşmak istiyorum:         "Tabii ki suçluyum!" diye bağırdı Parsons, tele-ekrana dalkavukça bakara. "Parti masum bir adamı tutuklayacak değil ya!" Kurbağayı andıran yüzüne bir dinginlik, dahası bir ermişlik gelmişti. "Düşüncesuçu korkunç bir şeydir, dostum" dedi bir özdeyiş söylüyormuşçasına. "Sinsi bir şeydir. Adamı esir alır da, farkına bile varmazsın. Beni nasıl ele geçirdi, biliyor musun? Uykumda! İster inan, ister inanma. Çalışıp  çabalayan, üzerine düşeni yapmaya çalışan bir adamım ben, kafamın içine kötü şeyler olduğunu nereden bileyim. Sonra uykumda hem de ne demişim, biliyor musun?"  Sağlığından söz ederken tiksinç bir şey söylemek zorunda kalan biri gibi, sesini alçalttı.   "Kahrolsun Büyük Birader!" Evet, böyle demişim. Hem de kaç kere. Aramızda kalsın, dostum, iş     çığırından çıkmadan beni yakaladıklarına öyle memnunum ki...  
1 note · View note
gocmevsimi · 7 years
Text
VIII
En basit yalanlar yakar geniş yankılar uyandırmaz en çarpıcı gerçekler, çünkü adı üstündedir gerçektir, gün gibi ortada olduğu müddetçe pekte alakadar olduğumuz söylenemez, ama o gerçeğin üstü yalan tortularıyla kaplanmaya görsün, nasılda merakına mucip olur insanların nasıl da ilgisini çeker. ve özünde sakladığı halinden daha fazla alakadar eder insanları, böyledir bu değişmez çünkü insan oğlu hakikatle değil de hakikatin işine geldiği şekilde değiştirilmiş, yalanlarla rötuşlanmış ya da bir miktar müphemiyet kazanmış haliyle daha fazla alakalıdır. Ve bunu böyle kabul etmeye, bu haline inanmaya daha meyillidir, ama bir de o hakikat açığa çıkmaya görsün. Nasıl da fırtınalar kopartılır, nasıl da derinden sarsar insanları. Oysa hiçbir şey yapmadan da orada dururken nasıl da ilgisizdiniz ona karşı nasıl da umursamıyordunuz nasıl da işinize gelmiyordu. Bir miktar size uyarlandığında ne muazzam olmuştu ama değil mi.
O zaman ne yapmalıydı, insanlara bir türlü ulaştıramadığımız o yalın gerçeği yalan kılıflarıyla mı sürmeliydik piyasaya. Ancak o zaman mı ilgilenir olacaktı insanlar bu gerçekle ancak o zaman mı onu anlamak isteyeceklerdi, o zaman mı kabulleneceklerdi varlığını.. Bir insanı hayatımıza sokabilmek de aslında bir gerçeği yalanlarla süslemekle mi mümkündü. Yani o insana dair aslında gün gibi ortada olan şeyleri kendi elimizle, kendi gözümüzle, kendi kulağımızla ört  bas edip, onu hayalimizdeki forma sokup ve onun da bu yalana teşvik olmasıyla kabullenip nihayetinde bir gün gerçeği ortaya çıkarmak arzumuz uyanınca da, aslında kabullenmek istemediğimiz yanını keşfedince mi sarsılıp yıkılmalıydı insan ilişkileri. Ya da yıkılmak zorundalar mıydı? Aslında ne olduğunu bildiğimiz şeyler ya o aslında değil diyerek bilmemezlikten gelişlerimiz, kendimizi aldatışlarımız ve karşımızdaki insanı da bu aldatmacaya ortak edişlerimizle bir arada kalmıyor muyuz çoğu zaman. ve sonunda birbirimizden sıkıldığımızda o gerçeği kanatarak çıkarmıyor muyuz gün yüzüne sonra da en büyük mağduru oynamıyor muyuz gerçeğin gölgelendiği, yalanlara alet edildiğimiz aptal yerine konduğumuz iddialarıyla. 
İşte bütün bunları düşünüyordu Ecenin profilinde gezinirken. Şimdi gün gibi aşikar olan bir gerçeği duygularıyla örtüp Eceye olmadığı bir insan rolünü yakıştırmalı  ve onun hayatında kalmakta ısrarcı olarak onu da bu yalana alet etmeli miydi? Asla aynı kutbun insanı olamayacakları hakikatine rağmen zırıl zırıl ağlayan bir çocuk gibi ağlayan kalbini susturabilmek adına bu aldanışa devam etmeli miydi? Bunun cevabını bir türlü veremiyordu. Onun hakkında elde ettiği malumatlar onu derin bir teessüre gark etmiş büsbütün hayallerini karartmıştı neredeyse. Ama yine de ona karşı duyumsadığı şeyler onun değişebileceğini, her şeyin her zaman aslında göründüğü gibi olamayacağını fısıldıyordu ve buna inanmakta istiyordu. uyumakta istiyordu aynı zamanda, ekrana bakmaktan kanlanmış gözleri artık isyan ediyor, şarabın uyuşturduğu vücudu onun kontrolünden çıkmak için fırsat kolluyordu. Bir müddet gözlerini dinlendirmek için kolunu masaya dayadı ve başını yerleştirdi. Ne olduğunu anlayamadan telefonun sesiyle uyandı. Masada uyuyakalmıştı ve sabah olmuştu. Sandalyede uyumuş kalmış olmanın verdiği ağrılarla doğruldu, acı bir küfür sektirip banyoya gitti.
Hazırlanıp çıkarken dün gece neler olduğunu düşünmeye başlamıştı, ne yapması gerektiğini ilk defa gerçekten bilmiyordu. Aklı onu artık daha fazla devam etmemesi gerektiği yönünde iknaya çalışırken kalbi  meme isteyen arsız bir çocuk gibi bas bas bağırıyor ortalığı ayağa kaldırıyordu. Ve bu gürültü yüzünden aklıyla bir türlü rahat konuşup anlaşamıyordu. Bütün bu düşüncelerle nereye nasıl geldiğinin farkında olmadan tanıdık bir yüzün kendisine yaklaştığını ayrımsayabildi ve merhaba diyen sesle büsbütün kendine geldi. Mer-merhaba diyebildi kekeleyerek. Evet Ece ile aynı otobüste denkleşmişlerdi.
-Nasılsın Ece?
-İyiyim sen nasılsın bakalım?
-ben de iyiyim, dün yoktun endişelendim senin için hasta falan değilsindir umarım her şey yolundadır.
-İyiyim ya bişey yok sadece önceki gece arkadaşlarla baya dağıttık sabah uyanamadım geç kaldım o yüzden. Sen ne yaptın asıl sen söyle hasta mısın baya durgun görünüyorsun?
-ben mi! yok durgunluk değil o ya gece masanın başında uyuyup kalmışımda ondandır- dedi gülümseyerek.
-Bu kadar çok çalışma yahu, kendini harap ediyorsun baya kötü görünüyorsun bence biraz dinlen- dedi umursamazlığı besbelli zoraki bir tebessümle.
-Yapacağım- diyebildi sadece. Tam lafa devam etmek için ne söyleyeceğini düşünüyordu ki Ece sanki o karşısında değilmişçesine kitabını açıp aynı kayıtsızlıkla kitabını açıp okumaya devam etti. 
Otobüs hızla ilerliyor, Ecenin ineceği durağa doğru hiç olmadığı kadar aceleci yaklaşıyordu bugün. Volkan hala aklıyla kalbinin harbinde ne yapacağını bilmez bir  halde Ecenin ardından açtığı kitabını okumaya çalışıyor ama bir türlü odaklanamıyor ve kimileyin kaçamak bakışlarla karşısında oturan Eceyi süzüyordu. Ama Ece büyük bir dikkatle önündeki satırları okuyor ve Volkanı unutmuşçasına kafasını kaldırıp bakmıyordu. Bir müddet sonra, -kitap- dedi Volkan ve duraksadı.
Ece başını kitaptan kaldırıp soru dolu gözlerle Volkanın yüzüne baktı?
-Kitap diyorum, sana bir kitap hediye edecektim ne zaman edeyim ne zaman müsait olursun hem hediyeni veririm hem de bir kahve içmiş oluruz
-Kitabın acelesi yok hem daha bu bitmedi ki bu bitse bile okumam gereken başkaca kitaplarım var hem kaçmıyoruz ya daha edersin bir gün acelesi yok dedi yine aynı umursamazlık akan tebessümüyle.
Volkan bunca yok sayılışla  yaralanan gururuna rağmen -o zaman bir kahve içelim geçen sefer pek konuşamadık ya da yemek yiyelim ama geniş bir zaman olsun lütfen kalkmam gerek deyip gitmeli olmasın bu sefer- dedi yüzünde içten ama serzenişini de belli eden bir ifadeyle. 
Ece bu ifadenin çocuksu samimiliğinden midir bilinmez bütünüyle reddedemeyip lafı dolandırır gibi bir kaç şey söylemeye niyetlendi ama karşısında ağzından çıkacak her kelimeyi büyük bir heyecan ve merakla bekleyen bu çocuksu adama acır gibi oldu bir an ve- tamam bir yemek yiyelim o halde bu akşam senin içinde müsaitse.
-Tabii benim için sorun yok.
-Tamam o halde iş çıkışında yine aynı yerde buluşabiliriz saat de aynı olsun.
Telefon numarasını istesem mi acaba diye tereddüt etti bir müddet, şimdi otobüsteydiler ve çevrede pek çok insan vardı. Her ne kadar bütün konuşmalarına tanıklık ediyor olsalar da telefon numarasını istediğinde vermemesi kendisi için büyük bir aşağılanma konusu olurdu. Hoş bunu yemek teklifinde bulunurken de düşünmüştü ama telefon numarasını istemeye gelince iş değişmişti. Belki de insanlar telefon numarası bile olmayan bir kıza yemek teklifinde bulunuyor bu nasıl adam diye onu ayıplayabilirlerdi. Belki de yemek teklifi reddedilse bile yakın olmayan iki arkadaş gibi düşünürlerdi. Onun reddedilmeye ve aşağılanmaya hiç alışık olmayan yapısı bu tarz şeyleri ilk defa tecrübe ediyordu. Hayatı boyunca reddedileceği hiçbir işe girişmemişti, girişeceği işte de  zaten reddedilip aşağılanabileceği bir durum hiç bırakmadan hakkını vermişti. Ama şimdi içinde bulunduğu durum her şeyden daha farklıydı, bu yeni tanıdığı duygular yılların birikimine meydan okuyor o çok sevdiği gururunu ayakla altına aldıkça inanılmaz bir haz duyuyordu. Ve gururu bu duygulara temelli can düşmanı gibi  bakmaya başlamıştı.
Nihayet Ece otobüsten indi ve Volkan düşünceleriyle baş başa kalabildi. Onunla akşam yemeği yiyecek olmanın heyecan ve mutluluğuna rağmen içinde bir yerlerde bir takım huzursuzlukların gizli bir yapılanma içinde bir şeylerin hazırlığını yaptıklarını sezebiliyordu. Bir an duraksadıktan sonra düşünmek istemedi büyün bunları. Kendini o sevinç dalgasının kollarına bıraktı. Zafer kazanmış muzaffer bir komutan edasıyla ellerin üstünde dalgalanıyor ve bu eller onu Eceye doğru yaklaştırıyordu. Geçen geceden kalan tereddütler bütünüyle yok olmuştu, fikirlerini yok saymış onları susturup zindanlara tıkmıştı. Duygularının ihtilalinde zafer sarhoşu olmuştu, bir tür kendinden geçme hali hakimdi. Nasıl olmasındı, bir kere daha görebilmek için can attığı kızla bir akşam yemeği yiyecek ve bu sefer  meramını tam manasıyla anlatacak ve belkide  daha samimi bir boyuta geçeceklerdi. Aklında türlü senaryolar parlayıp sönüyor ama hiçbiri umutsuzluk ve kötülük içermiyordu. Büyük bir safdillikle kurguluyordu her anı. Nerede yemek yiyecekleri çok önemliydi zira geçen sefer kendi beğenilerini ortaya çıkarabilecek bir zemin se süreç söz konusu değildi fakat şimdi öyle miydi. Gidecekleri yerden söyleyeceği yemeğe, isteyecekelri içeceğe kadar her şey önemli bir detaydı. Ve aksi gibi bugün de o kadar hırpani bir haldeydi ki. Üstü başı her zamankinden kötü bile sayılabilirdi üstelik göz altları yine mosmor olmuşlar dün gecenin yorgunluğunu taşıyorlardı. Ama duyguların iyileştirici gücüne inanılması gerektiğinini spatı niteliğinde bir başkalaşım geçirdi gün içinde. Yüzü aydınlandı ve o sancı dolu günlerin yorgunluğu bir kalemde silinip gitti. Şen şakrak bir adama dönüşmüştü ve yerinde duramayan kıpır kıpır bir hali vardı. Herkes  bir gariplik olduğunun farkındaydı, özellikle Ali farkındaydı ama bir türlü cesaret edip soramıyordu. Nasıl sorsundu ki, geçen sefer fena paylanmıştı. Şimdi de Volkan ona anlatmadan bir şey sorup öğrenmeye yeltenmeyecek kadar da gururluydu. O da kadınlardan yana çok çekmişti. Bir kaç rakı sofrasında hikayesini anlatmıştı ancak duygulara inanmadığı için Volkan onu pek dinlememişti. Onun hikayesine dair aklında tek kalan şey bir kadına asla bağlanılmaması gerekti teziydi. Bunu neden bu kadar altını çizerek söylüyordu bilmiyordu, hele şu an içerisinde yüzdüğü duygu selini düşününce bu o kadar da kötü değildi, hatta büsbütün muhteşem bir histi bu. Baharı yutmuş gibi çiçeklerle doluydu içi ve hava bahar kadar berrak ve ılıktı. Bütün bunları düşünürken sandalyesini Aliye doğru kaydırıp lafa girdi.
-Napıyosun suratsız
Napayım iyiyim iş güç sen napıyosun asıl nasıl keyifler?
-İyiyim ben de gördüğün gibi bomba gibiyim hatta bombaaaa.
-Yine bana patlamasın da o bomba!
-Of be oğlum keyifsizdim biraz alınganlık yapmanın sırası değil bak şimdi sana ne soracağım ben. Hani geçen konuşuyorduk ya bu ofisteki kızları kritik ediyorduk, bu Aslıyı diyorum yemeğe çıkaracak olsan nereye götürürdün?
-Hayırdır Aslıyla yemeğe mi çıkıyorsun
-Saçmalama lan ne Aslısı. O değil ama ona benzer bir kızla yemeğe çıkacağım her şeyi anlatacağım sana konuyla ilgili şimdilik bir şey sorma ben zamanı gelince en başından hepsini tek tek ayrıntılı bir şekilde  anlatcam ama sen şimdi bana bir akıl ver bakalım Aslıyı nereye yemeğe götürmek uygun olur.
-Hımm öyle diyosun. Bildiğim harika bi yer var ama sana tuzlu olur bak söyleyim.
-Parasında değilim güzel bir akşam yemeği olsun yeter.
-İyi bakalım gel o zaman internetten göstereyim.
Mekanı inceledikten sonra telefonla arayıp akşam için iki kişilik rezervasyon yaptırdı. Ve bu sefer onu etkilemek ve kararını değiştirmek adına nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini ince ince düşündü ama onu nasıl etkileyeceğini bir türlü bilemiyordu. Nihayet Aliden tekrar akıl alması gerektiğine ikna oldu ve sandalyesini Alinin yanına tekrar kaydırıp
-Kanka ya bu Aslıyı nasıl etkileriz bi akıl versene bana
-Olum bu iş Aslı üzerinden olmaz sen bu kızı tavlamak istiyosan iyice bi anlat bakalım yoksa elin boş döneceksin haberin olsun.
-Kanka ben de tam tanımıyorum geçen bi kahve içtik o kadar şimdi yemek yiyeceğiz
- E oğlum yok mu bu kızın feysbuku şusu busu bakalım tanır anlarız
-Var kanka da nasıl olur bilmem ki
-Sen hele getir şu profilleri bir inceleyelim
Neredeyse yarım saat boyunca profilerini inceleyip analiz yapmakla geçirdiler. Ali büyük bir ciddiyetle her gönderiyi  tek tek inceliyor yorumlara beğenilere bakıyor nerelere gittiğine göz atıyordu. Volkansa büyük bir heyecan ve sabırsızlık içerisindeydi. Daha önce bu tarz işleri hiç olmamıştı hiç kimseye de açmamıştı. İlk başta baya utana sıkıla anlatmıştı Aliye durumu ancak şu an baya rahatlamıştı ve onun vereceği tavsiyeleri büyük bir dikkatle dinleyip uygulayacaktı. Ali incelemelerini bitirdikten sonra ilk olarak
-sen bu kızla ciddi mi düşünüyorsun takılacak mısın yoksa?
-Nasıl yani?
-Anla işte oğlum sevgili mi olacaksınız uzun süreli ve sonrası da olacak mı yoksa sadece biraz takılacak hoş vakit geçirecek sonra yolları ayıracak mısınız?
-Valla kanka bilmiyorum ki işte tanıyınca karar vereceğim neden ne oldu ki böyle sordun?
-Çünkü kanka sen bu kızı bana Aslı gibi anlattın ama bak bu kız Aslının formatından farklı bir kız, buna aslı gibi eğlen geç diye yaklaşıyorsan olmaz, bana bu kız ciddiye alınacak bir kız gibi  geldi, keşke rezervasyonu yapmadan önce inceleseydik profilini başka bi mekan tavsiye ederdim sana.
-Nasıl yani şimdi bu kız Aslı gibi değil mi?
-Bana öyle gelmedi kanka bu kız o kadar zıpır bir şeye benzemiyor, öyle hafife alarak yaklaşma derim.
-Anladım kanka Aslansın sen aslan. Şimdi söyle bakalım ben ne yapacağım bu kızla muhabbeti ilerletmek için.
-Kanka kendin ol yeter, cidden bu kızın beğenileri vs baktım da yani tabii görebildiğimiz kadarıyla sana çok benziyor sadece senin ileri derecede sosyalleşmiş halin diye düşünebiliriz. Okuduğu kitaplardan, dinlediği müziklere filmlere, gezdiği yerlere vs pek çok şey seninkilere benziyor. Bu alanlara odaklan bunlardan bahset daha çok. Mesela kitaplara baya meraklı görünüyor sen de öylesin zaten, bunalrdan bahset konu konuyu zaten açacaktır, kasma yani kendin olsan yeter muhabbeti ilerletmek için
-Sana yemek ısmarlayacağım ulen sen bi tanesin bi- dedi kocaman bir gülümsemeyle dünyalar onun olmuştu. O Ece hakkında farklı kanılara varmıştı ama Ali onu haksız çıkarmıştı. Tam da ona göre olduğunu söylemesi sanki onunla artık berabermiş gibi mutlu etti. Türlü hayallere dalıyor coştukça coşuyordu. İlk defa aşık olmasından mıdır nedir o yaşına kadar hiç olmadığı kadar hayalperest davranıyordu. Her şeye olanca gücüyle realistik yaklaşan Volkan vitesi boşa almış hayallerine kapılmış gerçeklikten sürüklenerek uzaklaşıyordu...
1 note · View note
icteolan · 7 years
Text
Hastalığa İsyan Yerine Şükran
Gece saat 3 te verilen randevuma tam saatinde alınıyorum.
“Üzerinizdeki metalleri çıkartın. Sırt üstü uzanın. Omzunuzu buraya, kafanızı şuraya koyun. Dik durun ve hiç kıpırdamayın. Ellerinizi de hareket ettirmeyin. Çeşitli sesler duyacaksınız. Korkmayın, ben sizi izliyor olacağım” diyor görevli. 
O dışarıya çıktığında ben uzandığım raylı sistem üzerinde kademe kademe yukarı doğru ilerlemeye başlıyorum ve böylece tüpün içine giriyorum. Gözlerim açık mı olmalıydı kapalı mı işte bunu sormayı unutmuştum. Tedbiren kapattım. Tahminimin ötesinde gürültüler başladı. Ta ta taaa  taaa. Sanki taş kırıcı çalışıyor. Hemen peşinden sesler değişiyor. Gurrr gur gur guur. Dum tıss dumm tısss. Duinggg duingg duinggg.  Allahım bu nasıl bir gürültü. Derin nefes alıp vererek kendimi rahatlatıyorum. Güzel şeyler düşünüp bir an evvel bitsin istiyorum. 15-20 dakika kadar sürüyor. Artık nasıl gerildiysem çıkınca epey bir rahatlama hissediyorum.
Sonuçlar 2 gün sonra dr un bilgisayarından bakılacak. Doktorun yanına çıkıyorum. Ekrana bakıyor. Ekranı bana çeviriyor, ben de omurgama bakıyorum. Boyun sırt bel bütün omurları tek tek inceliyor. “Boyun ve sırtta bir şey yok. L4 omurunda bel fıtığı başlangıcı var” diyor. Fıtık adayı kısmı gösteriyor. “Bak bu bozulmuş disk, şu normal disk. Bu disk şöyle baskı yapıyor. İşte şurası sıkışmış kısım” Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. Başlangıç olduğuna göre geri döndürülebilir bir şey mi diye düşünüyorum. İğne mi ilaç mı tercih edeceğimi soruyor. Hap tercihim diyorum. Antienflamatuar ve ağrı kesici ilaç yazıyor. Bir de merhem. “Fizik tedavi önerir misiniz” diye soruyorum. “Şimdilik gerekli değil” diyor. Spora engel bir durum var mı soruyorum. Tersine bel kaslarının güçlenmesi için ağır ve zorlayıcı olmamak kaydı ile ağrılarım geçtikten sonra sporu, yürümeyi ve özellikle sırt üstü yüzmeyi öneriyor. Dilersem internetten çeşitli egzersizler bulup yapabileceğimi söylüyor. Evde istirahat edip ilaçları kullanmaya başladıktan 2 gün sonra italik şekilde yürümem normalleşiyor. İş çıkışları havuzun yolunu tutuyorum.
Önceki yıllarda düzenli olarak yüzmeye gidiyordum. Haftada 2-3 kere 1 saat boyunca yüzüyordum. Bu vesile ile  yüzmeye tekrar başladım. Artık kullandığım ilaçlar mı yoksa yüzme mi bilemiyorum ama belime iyi geldiğini hissettiğimi söyleyebilirim. Zaten yüzme doktorlar tarafından da genç-yaşlı herkese tavsiye edilen bir spor. Fakat bir ay kadar devam ettikten sonra tadilat nedeni ile şahane havuzum yaz sezonuna kadar kapatılıyor.
Tumblr media
İşte böyle bir dönemde bir yandan da internetten ve çevremden bel fıtığının ilaçsız veya operasyonsuz kalıcı çözümü var mı bunları araştırıp durdum. Çünkü geçti diye düşünerek üzerine rutin yaşamıma devam ederek hasarlı bir organı daha hasarlı hale getirmek istemiyorum. Prevention is better than cure mantığı. Bu esnada şunu gördüm ki ya beli ya boynu ağrımayan hemen hemen hiç kimse yok. Aslında bedeni dengede olan neredeyse hiç kimse yok. Acı, ağrı arttığında çare aramaya başlıyoruz. İlaçlarsa tedaviden ziyade ağrıyı kesme yolu ile semptomları kapatmaya yönelik. Özellikle sağlık konusunda hem meraklı hem de şüpheci bir insanım. Kafama takılan bir şeyi etraflıca araştırmadan, mekanizmasını tamamen anlamadan içim rahat etmiyor. Bu konuda aile hekimi olarak görev yapan bir arkadaşıma danıştım. Kayropraktik adı verilen alternatif bir tedavi yönteminden bahsetti. Eklem ve omurilikle ilgili ağrıların tedavisinde kullanılan elle tedavi metodu olduğunu öğrendiğim bu yöntem aslında epey yaygınmış. Türkiye’de yeni olmasına rağmen Amerika’da yüz yıldır uygulanan bir metotmuş. Klinik ortamında eğitimli uzmanlar tarafından yapılıyormuş. Sanki modern tıbbın alternatif tıp ve geleneksel bilgilerle kollektif bir çalışması gibi. Fakat yine de omurgaların sağa sola oynatılması biraz korkutmadı değil. Bu bilgiyi belki daha sonra raftan indirmek üzere şimdilik rafa kaldırıyorum. Bu yöntem hakkında detay merak edenler uzman tv deki şu videoları inceleyebilir.
Şimdi buraya kadar okumuş değerli okuyucu, aslında bu kadar uzun bir girizgah ile varmak istediğim nokta elime geçen faydalı bir kitaptan edindiğim bilgileri, kendime aldığım notları bu konuya ilgi duyanlar, benim gibi alternatif yöntemler arayanlar ile paylaşmak. Kitabın adı “Bel ve Boyun Ağrılarından Kurtulma Yolları - Dorn Metodu İle Öğren” yazarı ise Çağla Yüksel   👇
Tumblr media
Burada kitaptan aktaracaklarım sadece unutmamak için kendimce aldığım notlar. Tedavi tavsiyesi değil. O nedenle anlatmaya başlamadan önce bu kısmı özellikle not düşmek isterim.
Çağla Yüksel 1970 doğumlu. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Hikayesi kısaca şöyle: Henüz 16 yaşındayken bel problemleri başlamış. Bel problemi nedeni ile kendini bildi bileli çok acı ve ağrı çektiğinden bahsediyor. 36 yaşında altı haftayı yatarak geçirmek zorunda kaldığı için ameliyat olmak üzere hastaneye yatmasının ardından ön tetkiklerde kalbinin delik olduğu tespit edilince bel ameliyatı ertelenerek kalp ameliyatına alınmış. Kalp ameliyatı sonrası sağ kolunda, akciğerlerinde problem yaşıyor ve yine bir hafta sonrasına planlanmış olan bel ameliyatını olamıyor. Bunun üzerine bir yakınının tavsiyesi ile Hollanda’dan davet ettiği ve evinde ağırladığı bir terapist yardımı ile dorn metodu adı verilen yöntem uygulanılarak tedavi olmuş ve omurga sağlığına kavuşmuş. Bunun üzerine pazarlama müdürü olarak çalıştığı şirketten ayrılarak hem yurt içinde hem yurt dışında insan anotomisi, fizyolojisi, dorn metodu, psikolojik, psişik, enerjetik vb birbirinin devamı niteliğinde eğitimler almış. Nihayetinde onaylı bir dorn metodu uygulayıcısı ve eğitmeni olmuş. Edindiği bilgileri ve tecrübelerini de bu kitabında toplamış.
Normal şartlar altında yazarın bir doktor olmadığını öğrendiğim anda kitabı okumaya devam etmeyebilirdim fakat deneyim, açıklanabilirliğin üzerindedir. Buna inanırım. Bu inançla okumaya devam ettim.
İyi ki de etmişim. Çünkü başta omurgamı ve üzerindeki omurlarımı daha iyi tanımama vesile oldu. Çünkü mr sonrası doktor bana L4 dediğinde bu ifade o kadar da anlamlı değildi. Oysa şimdi boyundan kuyruk sokumuna kadar bütün omurlar hakkında daha detaylı bilgim oldu.
Tumblr media
Peki nedir bu Dorn metodu derseniz,
Dorn metodu yaşam süresince çeşitli dış etkenler ile (kaza, travma, düşme, kayma, yanlış hareket, yanlış oturma, hareketsizlik vb) hizası bozulmuş olan iskelet sistemimizin kişinin dinamik hareketleri ile olması gereken orijinal pozisyonuna hizalanması tekniğidir. Hizalanma ile birlikte kan dolaşımı doğrulanır ve dolaşan oksijen miktarı artar. Terapiste bağımlı kalınmasına gerek yoktur. Tekniğini öğrenerek kişi kendi kendisine de yapabilir. Yani bu metotta hasta pasif değil aktiftir. İşte benim aradığım da tam olarak böyle bir şeydi. İnsan vücuduna yapılan rot-balans ayarı gibi düşünebilirsiniz 😉
Bu metoda göre vücudun dengede olup olmadığını anlamak için önce bacak boyunun eşit olup olmadığına bakılıyor. Bacak boyunun eşitsizliği kulağa tuhaf gelse de çok sık rastlanan bir durummuş. Kiminde yarım cm olabileceği gibi bazı insanlarda 4 cm kadar eşitsizlik söz konusu olabiliyor. Bunu pantolonun bir paçasının daha fazla eskimesinden ya da sürekli giydiğiniz ayakkabınızın bir topuğunun diğerinden daha fazla aşınmış olmasından anlayabilirmişiz. Çok eskiyen taraf üzerine daha fazla yük bindiği için kısa olan bacağımız oluyor. Ya da ayakta durduğunuzda hep bir tarafınıza duruyorsanız o taraf kısadır diyor yazar. Bacak boyunun kontrolünün nasıl yapıldığını şu videodan inceleyebilirsiniz. Yazarın belirttiğine göre fizik bedenimizde bacak boyu farklılığından kaynaklı kalçada olan hizasızlık yürüye yürüye kafatasına kadar gelebilir ve asimetrisini yüz eklemlerinde tamamlar. Kalçanızda olan ne dengesizlik varsa tam tersi yüzünüzde şekil alır. Tecrübeli gözle sadece yüze bakarak da dengesizlik tespit edilebilmekte imiş.
Bu metot bedeninde platin vb metal bulunan operasyon geçirmiş kişilere, kanser hastalarına, hamilelere uygulanmıyor.
Yazar bu metodun hasta kendi sorumluluğunu alırsa kalıcı bir çözüm olduğunu belirtiyor. Çünkü hem egzersizleri düzenli olarak yapmak gerekiyor hem de beslenmeye dikkat etmek gerekiyor. Fiziksel, ruhsal ve zihinsel farkındalıklı bir hayat sürmenin gerekliliğini pek çok alt başlıkta anlatmış.
Dorn metodu ile vücut hizalandıktan sonra diğer hastalıkların da iyileşme sağlayacağını belirtmiş. Fizik bedende denge yoksa omurga olması gereken pozisyonda olmayacak, merkezi sinir sisteminin yer aldığı omurganın içerisinden geçen sinir ağında ilgili iç ve dış organlara giden hatta elektrik kesintisi olacaktır. Dengelendiğinde elektrik akışı başlayacaktır. Mesela sacrum kaymış olan bir insanda , bel ya da siyatik ağrısı olmasına ilave olarak sık idrar, diz gibi problemler ya da C1 hizasız olduğunda baş ağrısı görülmesi bundandır.
Ülkemizde en sık rastlanan durum L4 ve L5 omurlarındaki hizasızlık sonucu bel ağrısı ve bel fıtığıymış.
Günlük Hayatta Dikkat Edilmesi Gerekenler
Otururken eşit oturmak. İki kalça kemiğinin üzerine oturmalı, bacak bacak üstüne atılmamalı. Dizden aşağıda kalan kısımlarda bacakların birbirine çaprazlanmasında problem yok. Bir kişi otururken bacak bacak üstüne atma ihtiyacı hissediyorsa kesinlikle fiziksel dengesizlik mevcuttur diyor Çağla Yüksel. 
Geceleri yatarken sırtüstü yatılmalı. Çünkü omurgaya en az yük binen yatış pozisyonu sırtüstüdür. Daha rahat bir uyku için dizlerin altına ince bir yastık konularak bel çukurunun azaltılması da sağlanabilir.Ya da sağa sola dönüşü engellemek için yanlara da yastık konulabilir.
Otururken, yürürken, konuşurken kafatası her zaman karşıya bakar pozisyonda olmalı. Boyun ile çene arasında 90 derecelik bir açı olmalı. Bilgisayar kullanırken, cep telefonu kullanırken, kitap okurken bu kurala çok dikkat etmek lazım
Pantolonlarınızın arka cebinde bir şey taşımayın. Özellikle taşınan cüzdanlar kalçanın dengesini bozuyor.
Bedeni dengeli kullanmak alışkanlık haline getirilmeli. Örneğin, akşam yemeğinde masada su servisi yaparken, sürahiyi dökmek için bir taraftan öbür tarafa uzanmayın. İki adım daha atarak diğer tarafa geçin ve bedeninizi tek taraflı uzatmadan işinizi görün. Ya da mutfakta üst raftan bir şey alırken dengesizce uzanmak yerine, ayağın altına sağlam bir tabure alınmalı ve alınacak şeye iki kolla birlikte uzanmalı. Elektrik süpürgesi veya paspas kullanırken sadece bel ve kol değil, tüm beden yaylanarak kullanılmalı. Ayakkabı giyinip çıkarılırken oturulmalı. Abdest almak vb eylemler için bacaklar kalça boyundan yukarıya çıkarılmamalı. Yani özetle her hareket öncesi iki saniyecik düşünmek alışkanlık haline gelmeli.
Ellerinizi içten dışarıya sanki forkliftmiş gibi kullanın. Alışverişe gittiğinizde, sepetinizi iterken elleriniz üstten değil alttan tutuyor olsun. El ayamız gözükecek. Sanki dua eder pozisyonu. Bu şekilde omuz başları geride kalacak ve sepeti sadece kol gücü ile değil tüm bedeninizle itiyor ve ağırlığı dağıtıyor olacaksınız. Benzer şekilde elde poşet taşınırken poşetin sapının üstünden değil altından tutmak daha doğru imiş.
Her fırsat bulduğunuzda , boş zamanlarınızda ellerinizin ayası yukarıda kalacak şekilde durmamızı öneriyor. Bu şekilde omurga ve kürek kemiklerini bağlayan kasları doğru kullanıyor oluyoruz. Enerji akışı için faydalı bir duruş hali.
 Dorn Metoduna Göre Kendi Kendine Yardım Egzersizleri
Eh malum  çaba yoksa iyileşme de yok. Hadi bakalım eğer onu dinlemeyi bilirseniz bedenimiz bize birçok şey söyler. 
1)Bacak Boyu Eşitleme
Her sabah kalkınca ve akşam yatmadan önce her bir bacak için en az beşer defa yapılması öneriliyor. Hareket için bir adet el havlusuna ihtiyaç var.
Hareket her bir bacakta sırayla yapılacak. Bunun için önce sırt üstü uzanılır. Bir adet el havlusu sanki suyunu sıkarmış gibi kıvrılarak hazırlanır. Bacak dizden bükülerek 90 derece açıda olacak şekilde kaldırılır. Kalçaya yakın olmak kaydıyla bacak arasından kıvrılmış olan  havlu geçirilir. Havlu her iki ucundan iki elle birlikte sabit bir şekilde tutulur. Eller ile havlu uçlarından sıkı bir şekilde tutulurken bacak yavaş bir hareketle yatağa doğru indirilir ve yatağa değdirilir. Bu esnada bacağın inişini zorlaştırmak için iki elin sabit tutulmasına dikkat edilir.  Bacağın her indirilişinde karın nefesi vermek gerekir. Bu hareket uyluk kemiğinin kalçanın içerisindeki yuvasına yerleşmesini  ve diz kapaklarında da var olan herhangi bir dengesizliğin eşitlenmesini sağlıyormuş. Videosunu izlerseniz ne kadar basit olduğunu göreceksiniz. 
2)Kalça Dengeleme
Kalçamızda 2 leğen kemiğimiz arasında sacrum vardır. O nedenle önce leğen kemiklerinin dengelenmesi ardından da sacrumun dengelenmesi yapılıyor.
Pelvis bölgesinin dengesini sağlamak : İlk iş leğen kemiklerimizi dengelemek. Bunun için tek el yumruk yapılarak leğen kemiğinin üzerine yerleştirilir. El yerleşik vaziyette iken mümkün olduğunca kas kullanmadan aynı hizadaki bacak kalçadan ileri geri hareket ettirilir. Bacağın her geri hareketinde yumrukla kalça üzerine baskı uygulanır ve aynı esnada nefes verilir. 10 kere tekrarlanır ve aynı işlem diğer bacak için de eşit miktarda uygulanır. Bu şekilde leğen kemiği üzerinden baskı yapılarak bacağın ileri geri sallanma hareketi ile kalçada olası yukarı ya da aşağı olan dengesizliği eşitliyor olacaksınız. Videosu için  👆
Sacrumun dengelenmesi:  Bu işlem için tezgah köşesi, sehpa ya da masa köşesi gibi sivri köşeli bir yer gerekiyor. Bunda amaç sacrumun üçgensel yapısı ile masa köşesini örtüştürmek ve eşitlemeyi kolaylaştırmak. Ayaklar yerde olacak şekilde masa köşesine sacrum denk gelecek şekilde oturulur. Eller ile masanın kenarları tutulur. Gövde hafif geri verilerek bacaklar havaya kaldırılır. Ardından sanki bir pompa yapıyormuş gibi her iki bacak birden yukarı aşağı hareket ettirilir. Bir bacak yukarı diğeri aşağı şeklinde sakince acele etmeden hareket yapılır. Bacağın her bir aşağı pompalama hareketinde de  nefes verilir. Hareket 10-15 kere tekrar edilir. Bu egzersiz ile masanın köşesi ile üçgen kemik olan sakrum üst üste gelir ve sanki öpüşürler. Leğen kemikleriniz boşta kalır. Bacağınızın havaya kaldırıp yaptığınız her yukarı aşağı hareketi ile sakroiliak eklem tam yerine oturur ve sanki su terazisi gibi kalçanın dengelenmesi sağlanır. Videosu için 👆
Pelvik taban egzersizi: Pelvik taban kaslarını kuvvetlendirmek için yapılması faydalıdır. Oturduğunuz yerde pelvisinizi öne doğru ivmeleyerek kaslarınızı sıkıp-bırakarak yapılır. Bu esnada nefes alışverişi normal devam etmelidir.Sabah akşam yapabildiğimiz kadar çok yapmak faydalıdır. Kegel egzersizi olarak da bilinir. Video için  👆
Masaj egzersizi: Bir yandan yürürken ya da yürür gibi yaparken yani olduğunuz yerde sayarken diğer yandan kalçada leğen kemiklerinin kenarlarına arkadan öne doğru masaj, kaba etin kendisine masaj sakrumun kenarından çatalınıza kadar masaj ya da pıt pıt diye hafif yumrukla vurmalar  enerji akış kanalları üzerinde etkili olacağından elektrik akımının artmasına ve kas hafızasının değişmesine yardım eder.
Hem yürüyüp hem masaj yapacağınız için bu hareket esnasında bedenin duruşu çok önemli. Kafa yere değil karşıya bakar vaziyette olmalıdır.
3)Omurga Dengeleme
Bel Dengeleme: Kollarınızı arkaya doğru aldığınızda elleriniz normal şartlar altında göğüs hizasına kadar çıkabilir. Bir yandan karşıya bakarak yürüyün ya da yerinizde saydırın ve elinizin uzanabildiği belirlediğiniz hizadan itibaren omurganın hemen iki yanından (kesinlikle üzerinden değil) baş parmaklarınızla baskı uygulayarak ellerinizi kuyruk sokumuna varıncaya kadar yukarıdan aşağıya doğru masaj hareketi ile indirin.Parmaklar yorulursa eller yumruk yapılarak da kaydırmaya devam edilebilir. Yürüme hareketi esnasında omurganızın elinizin altındaki hareketini hissedeceksiniz. Bu hareket ile omurlar hizalanmaya başlayacaktır. 2-3 dakika kadar yapılabilir. Ardından yürüme hareketine devam edilirken leğen kemikleri etrafına ve kalça üzerine masaj yapılır. Video için 👆
Sırt Dengeleme: Duvar köşesi ya da kapı pervazı gibi bir yere sırt omurgamızın tek tarafını dayıyoruz. Sanki duvarın köşesi sırtıma baskı uyguluyormuşçasına ağırlığımızı ona doğru veriyoruz ve aynı anda her iki kolumuzu da ileri geri sallıyoruz. Mümkün olduğunca üst sırtımızdan başlayıp, bedenimizi öne doğru kavislendirerek alt sırt omurlarımıza kadar duvarın köşesini omurgamızın kenarında hissediyoruz. Daha sonra aynı hareketi omurgamızın diğer tarafı için de yapıyoruz.
Ya da ev halkındaki en uygun kişiden yardım istenerek de yapılabilir. Sırt çıplak olarak bir tabureye oturulur. Kafa sağa sola çevrilirken kollar da ileri geri sallanır. Biz hareket yaparken diğer kişi boynun bitişinden başlayarak omurganın iki yanından (kesinlikle omurga üzerinden değil) yukarından aşağıya doğru baskı ile masaj yapar.
Boyun Omurlarının Dengelenmesi: Başımızı sağa ve sola doğru minik minik sakince hareket ettiriyoruz.Bu esnada boynumuza masaj yapacağız. Bunun için işaret, orta ve yüzük parmaklarımızı bir arada tutarak ellerimizi boynumuzun iki yanına alıyoruz.Kafatasımızın tam altındaki çukur yerin hizasından başlamak üzere iki yandan aşağıya doğru baskı ile masaj yaparcasına kaydırıyoruz. Omurların üzerinden yapılmayacak.Sadece kaslar üzerinden yapılarak kas hafızası temizliği ve enerji akışı sağlanacak . / tekrar yapılması uygundur. Video için 👆
Otonom Sistemin Çalıştırılması: Boyun masajının ardından kollarınızı geriye doğru alın. Elleriniz kalçanız üzerinde birleşebilir. Omuzlar sabit ve naturel formunda kalsın. Namazdaki selam hareketi gibi kafanızı sağa çevirin, gözleriniz omuz başına baksın ve nefes verin. Sakin ve yumuşak hareketler ile aynısını sol taraf için de yapın. Her bir taraf için 7 kere yapın. Başa biraz açı verilerek de uygulanabilir. Video için 👆
4)Omuz Dengeleme-Göğsün Açılması
Göğüs ve köprücük kemiklerinin etrafı bizim vesvese, sıkıntı ve kuruntu bölgemizdir. Onun için panik atak, nefes darlığı, astım, alerji, uyku problemi, reflü ve baş dönmesi ile migren gibi hastalık sahiplerinde göğsün açık olması çok önemlidir. 
Bunun için sandalyeye oturun veya yatakta dik bir şekilde uzanın . Her iki elinizin parmaklarını köprücük kemiğinizin altından göğüs kafeslerinizin üzerine koyup nefes alın. Nefes verirken sanki kemiğinizi sıyırıyormuş gibi omzunuza kadar parmaklarınızı çekin. Aynı hareket göğüs altındaki kaburgalara da yapılır. Video için  👆
Bunun ardından da köprücük kemiklerinin dengelenmesi sağlanır. İki parmak köprücük kemiği üzerine konulur. Omuz yukarı aşağı hareket ettirilirken yine köprücük kemiği üzerinden parmakla kayılarak masaj yapılır.
Sempatik ve parasempatik sistemi dengelenmesi:  Kollarınızı yana serbest bırakıp omuzlarınızı kaldırın. Kafanızı sağa ve sola çevirerek aynı anda omuzlarınızı kaldırın ve indirin. Her bırakma hareketi sırasında nefes verin. 
🎥 Böyle uzun uzun okumak istemiyorum, izlesem kafi derseniz de Dorn metodu ile ilgili videoları şurada toparladım. 
Ben burada kitapta etraflıca anlatılan Dorn metodundan bahsettim. Ama kitap bundan daha fazlası, bütüncül bir kitap. İçerisinde kan grubuna göre beslenme, hastalıkların duygusal sebepleri, kan temizliği, hacamat, insan bedeni üzerindeki enerji akış kanalları, masaj, cibriş vb alternatif tedavi yöntemleri ile ilgili bölümler de içeriyor. Bunlara kısa bir şekilde değinmiş. Fakat meraklı okuyucu bu başlıklardan yola çıkarak araştırmasını derinleştirebilir. Satır aralarında çok faydalı detay bilgiler de gizlenmiş. Hastalıklar ve duygusal sebepleri ile ilgili sayfalar dolusu tablo ilave etmiş kitabına.
Ayrıca bu kadar uzun bir post hazırlarken boynum, belim her yerim inanılmaz ağrıdı. Bunların değerli bilgiler olduğuna inanıyorum ve paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Çağla Yüksel hanıma da pek çok insanı şifalandırdığı ve bunu yaymak için harcadığı çabaya minnet duymamak mümkün değil. Ayrıca kitabının satıştan elde edeceği geliri Çocuk Esirgeme Kurumuna bağışladığını da öğrendim. Kitabını okuyunca ve videolarını izledikçe karşımda hastalığına isyan etmeyip hamd eden, şükran duyan bir insan gördüm.
Bu rahatsızlığım esnasında sahip olduklarımın önemini, değerini ve kırılganlığını bir kere daha hatırladım. Kendinize -kelime anlamıyla- iyi bakın ve bedeninize iyi bakın. Şu hayatta gerçekten sahip olduğumuz tek şey bedenimiz. Musibetler olmasa hatırlayacağımız da yok maalesef. Ne diyordu Thomas Fuller hastalık hissedilir de, sağlık hissedilmez.
Esen kalın   🎶🎶
21 notes · View notes
apologizegirls · 4 years
Text
Dava
Şu an ekrana boş boş bakıyorum çünkü ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim yok.Vay anasını durumundayım yani dbdjjcjff.Şöyle ki bu kafkanın okuduğum 2.kitabı(ilki dönüşümdü) ki ben yine hiç bi bok anlamadım afedersin kendim djcndj.Yani kitabı okurken çıldırıyorum böyle.O kadar anlamsız ,mantıksız bi dünya var ki kitapta böyle okuyup bıraktiktan sonra bi süre etkisinde kaliyodun yani o mantiksızlığin.Bunu nasıl anlatıcağimı bilmiyorum şu an ama emin ol okurken yaşadın bunu.Hatta bu durumun bi açıklaması bile varmiş.(demekki sadece bana olmuyomuş sjdn)onu da hemen şöyle ekliyim kopyaladığım yerden djdnf.
"Kafkayesk” anlamsız, çözümsüz, tekinsiz bir dünyada, kapana kısılmış, çıkış yolu bulamayan, korku içindeki bireyin açmazıdır. 
Evet tanımi da buymuş.Neyse biraz kitaptan bahsedeyim.Şimdi cıma Josef K (Hep K.olarak bahsediliyor.)diye 29-30 yaşında bi adam var.Bu bi bankada gayet yüksek bi konumda çalışıyo bi de neyse bak kitap boyle başlıyo şimdi bu K bigün uyaniyo bi bakıyo görevliler gelmis bunu tutuklamaya.Ama ne yaptığinı bilmiyo ve asla da öğrenemiyo(amk o kadar sacma ki bu dava uğruna ölüyo ama ne yaptığinı hala bilmiyoz jdjdjf)Neyse bu pek umursamıyo başlarda ben bi sey yapmadım masumum zate sorun degil ki diyo.Ki gerçekten de bir şey olmuyo yani tutuklu ama istediğini yapabiliyo.Neyse işte boyle başlıyo dedik.Sonra cıma anasını sattımının herkesin de bu davadan haberi var ama.Yok mahkemeye gidiyo oradaki çamaşirci kadın vay efendim iş yerine bi adam geliyo o da biliyo ebesinin şeyindeki ressam biliyo.Iş yerine birisi geliyo biliyo.Ulan ressamın mahallesindeki kızlar bile biliyo.Rahip biliyo.Neyse işte bu davayı bilmeyen biri yok yani.Bu başlarda umursamıyo dedik sonra bunun amcası geliyo tabiki o da biliyo olmaz böyle diyo sana bi avukat lazım sonra bunu avukat arkadaşina götürüyo ama avukat da öldü olecek ha neysee.Haa bi de şey bu davayı bilen herkes dde yardim etmek istiyo anasinı satiyim.Mahkemedeki çamaşircı kadın diyo aman ben yardım edeyim avukatın yanında çalısan hizmetçi kız diyo ben yardım edem.İş yerine gelen adam diyo ben yardim edem hatta bi ressamı öneriyo bu yardım etsin diye o da ben de yardım edem diyo.Avukatım evindeki (o ne sacma biseydi la müvekkil avukatın köpeği olmuş ejdjd)müvekkil diyo ben yardım edem.Neyse işte oyle herkes yardım meleği mubarek sjjdjf ama kimse gercekten yardim edemiyo o ayrı.Boyle işte kitap bi dava var ama ne hakkinda olduğu belli değil K bi türlü kurtulamıyo işte bundan.Sonunda davayı bilen bi rahip de var o bi hikaye anlatıyo sanırim kitabın özetiymiş işte tabi ben anlamadım yine xhndjf okudum biyerlerden yine bi mantığa oturtamadım djcnfjf en sonunda da bunu infaz ediyolar işte.Bu kadar.Yani şöyle söyliyim gayet rahat okunuyo yani akıyo da kitap ama dediğim gibi anlamsızz djxhhd tam bir kafkayeks durumuna girdim fncnnf.Amk okuyom boyle her kapattigımda vay anasinı ne kadar anlamsız diyom djcnfjfn Neyse işte tabi bu pek bi şey açiklar nitelikte olmadığı için özet istiyosan git internette oku amk malı bi kitabi anlayamadın.
0 notes
fragmanwebtr · 6 years
Link
The Terror 1. sezon 2. tanıtım fragmanı yayınlandı!
Kraliyet Donanması görevlilerinin tehlikeli bir görev için çıktıkları yolculuğu ele alan dizide başrolleri Mad Men ve The Crown serilerinden tanıdığımız Jared Harris ile Outlander’ın yıldızı Tobias Menzies paylaşıyor.
1847 yılında geçen sürükleyici hikâye, kuzey kutup bölgesinde yer alan Northwest Passage’ı bulmak için son derece tehlikeli bir yolculuğa atılan Kraliyet Donanması’nı merkezine alıyor. Gemideki insanlar günden güne paranoyaklaşırken yolculuk zorlu bir hayatta kalma mücadelesine dönüşür.
Gerilim dolu dizi, Dan Simmons’ın kaleme aldığı, 2007’de basılan The Terror adlı çok satan kitaptan ekrana uyarlanıyor.
The Terror’ün 1. sezon 1. bölümü 26 Mart 2018 (Pazartesi) tarihinde yayınlanacak.
0 notes