ROBOTLARIN YÜKSELİŞİ -05- ''Martin FORD ''
SÜPER ZEKÂ ve TEKİLLİK
2014 Mayıs'ında Cambridge Üniversite’sinden fizikçi Stephen
Hawking, hızla gelişen yapay zekanın tehlikelerine karşı alarm zilini
çalmak üzere bir yazı kaleme aldı.
The Independent gazetesinde çıkan yazıda Hawking'in dışında
MIT'de fizikçi olan Max Tegmark, Nobel ödüllü Frank Wilczek ve
California Üniversite’sinden bilgisayar bilimci Stuart Russell gibi
isimlerin de imzası vardı.
Gerçek anlamda düşünme becerisine sahip bir bilgisayar
“insanlık tarihindeki en büyük olay olur”du. İnsandan daha zeki bir
bilgisayar “para piyasalarından zengin olabilir, keşifleri
araştırmacılardan daha hızlı yapabilir, insanları politikacılardan daha iyi
manipüle edebilir, nasıl çalıştığını bile anlamadığımız silahlar
geliştirebilir”di. Tüm bunları bilimkurgu diye göz ardı etmek
“tarihteki en büyük hatamız” olabilirdi.
Şu ana kadar bahsettiğim tüm teknolojiler ,kutu taşıyan,
hamburger yapan, müzik besteleyen, rapor yazan veya borsada işlem
yapan makineler özel veya "dar" olarak sınıflandırılan bir yapay
zekâ kullanırlar.
Makine zekasının bugüne kadarki en etkileyici gösterisi olarak
niteleyebileceğimiz IBM'in Watson'ı bile insanlardaki gibi bir genel
zekanın yanına dahi yaklaşamaz. Hatta bilim-kurgu dünyasının
dışındaki, gerçek hayatta herhangi bir kullanım alanı olan tüm yapay
zekalar dar yapay zekâdır.
Fakat gerçek dünyada kullanılan yapay zekâ uygulamalarının
dar alanlarda uzmanlaşmış olmaları, pek çok işin otomatize edilmesi
için bir engel teşkil etmez. Yapılan işlerin büyük bölümü rutin ve
öngörülebilir görevlerden oluşur. Robotların ve makinelerin
öğrenme algoritmalarının insanlar gibi düşünmesi gerekmiyor,
çünkü bir bilgisayarın işinizi elinizden alması için sizin zihinsel
kapasitenizi her yönüyle kopyalaması gerekmez. Tek yapması
gereken, size yapmanız için para verilen şeyleri yapabilmektir. Zaten
yapay zekâ araştırmaları ve bu konudaki tüm yatırımın da odak
noktası bu tür uzmanlaşmış uygulamalardır. Bu teknolojilerin
önümüzdeki yıllarda daha da esnek hale gelip güçleneceğineyse şüphe yok.
Gerçek anlamda düşünebilen bir makine yapma hayalinin
izlerini 1950'ye kadar geri sürebiliriz. O yıl Alan Turing zekâ
disiplinini başlatan makalesini yayımlamıştı.
Bu olayın ardından gelen dönemlerde yapay zekâ araştırmaları,
birbirini takip eden büyük beklentiler ve hayal kırıklıklarıyla geçti.
Hayaller dönemin teknik imkanlarını çok daha ilerisinde
olduğundan, hayal kırıklıkları da kaçınılmaz oldu. Yatırımlar ve
araştırmalar tökezledi. “Yapay zekâ kışı” denilen duraklama
dönemlerinden geçildi. Fakat bahar yine gelmesini bildi. Günümüz
bilgisayarlarının müthiş hızı, yapay zekâ araştırmalarının belli
alanlardaki ilerlemeler ve insan beynini daha iyi anlamamız
sayesinde, artık alanda yeni bir iyimserlik dalgası hâkim.
Gelişmiş yapay zekâ konusunda yeni bir kitap yazan James
Barrat, dar yapay zekâ yerine insanınkine benzer yapay zekâ üzerine
araştırma yapan yaklaşık 200 araştırmacıyla bir anket yapmış. Bu
alana “Yapay Genel Zekâ” deniyor.
Barrat bilgisayar bilimcilere yapay genel zekanın ne zamana
mümkün olacağı sorusunu sorarak dört şık sunmuş. Cevaplara göre
%42'si düşünen bir makinenin 2030'da mümkün olacağına inanıyor,
%25'ine göre bu tarih 2050, %20'sine göreyse 2100. İçlerinde bunun
asla olmayacağına inananların oranı %2. Hatta bazı katıltmcılar
daha bile erken bir tarihin, örneğin 2020'nin seçenekler arasına
alınmasının doğru olacağı yönünde yorum yazmışlar.
Bazı uzmanlarsa yeni bir balonun şişmekte olduğundan endişe
ediyor. Facebook'un New York'ta yeni inşa ettiği yapay zekâ
araştırma laboratuvarında çalışan Yann LeCun, 2013 Ekim'inde
yazdığı blog yazısında, aşırı beklentiler yüzünden yapay zekanın elli
yılda dört kez “öldüğü” konusunda uyardı. Bunun da nedeni
insanların genelde potansiyel yatırımcıları etkilemek için abartı
iddialarda bulunması ve bunları yerine getirememesiydi. O zaman da
haliyle tepkiler oluyordu. Bilişsel bilim uzmanı, New Yorker
dergisinde yazar ve New York üniversitesinde profesör olan Gary
Marcus da aynı görüşte. Derin öğrenme sinirsel ağları gibi alanlarda
son dönemde yaşanan gelişmelerin, hatta IBM Watson'a atfedilen
bazı becerilerin epey bir abartıldığını düşünüyor.
Fakat alanın müthiş bir momentum kazandığı da su götürmez.
Özellikle Google, Facebook ve Amazon gibi şirketlerin yükselişi, çok
önemli gelişmeleri tetikledi.
Yapay zekâ artık askeriye için, istihbarat teşkilatları için ve
otoriter devletlerde gözetim sistemleri için olmazsa olmaz bir unsur.
Hatta yakın gelecekte ülkeler yapay zekada üstünlüğü ele
geçirmek için birbirleriyle büyük bir yarışa girebilirler. Dolayısıyla
bana göre asıl soru, yeni bir yapay zekâ kışı yaşanıp yaşanmayacağı
değil: asıl soru gelişmelerin dar yapay zeka ile mi sınırlı kalacağı,
yoksa yapay genel zekaya da mı sıçrayacağı.
Yapay zekâ araştırmacıları yapay genel zekaya geçiş
yapabilirse, makinelerin tamı tamına insan zekâsında olması için bir
neden yok. Yapay genel zekâ bir kez başarıldıktan sonra, Moore
Yasası gereği bir süre sonra insandan daha zeki bilgisayarlar
yapılacaktır. Ve düşünebilen bir makine, bilgisayarların şu anda
sahip olduğu avantajların hepsine yine sahip olacak, bizim için idrak
edilemez hızlarda işlem yapıp bilgilere erişebilecektir. Bir de
bakmışız, gezegenimizi hiç ummadığımız, yabancı, hem de
bizimkinden daha üstün bir zekâ türüyle paylaşıyoruz.
Ve bu daha işin başlangıcı olur. Yapay zekâ uzmanları
arasındaki yaygın kanıya göre, böyle bir sistem bir süre sonra
kendini de geliştirmeye başlar, tasarımını geliştirir, yazılımını baştan
yazar, belki de evrimsel programlama tekniklerini kullanarak
kendinin daha üstün bir versiyonunu yaratır. Tabii aynı süreç bir
sonraki versiyonda da tekrarlanabilir. Böylece her revizyonda sistem
daha zeki, daha becerikli hale gelir. Döngü hızlandıkça yaşanacak
“zekâ patlaması”nın sonucunda öyle bir makine ortaya çıkar ki, en
zeki insandan bile binlerce, belki milyonlarca kat daha zeki olur.
Hawking ve arkadaşlarının deyişiyle, “bu tarihteki en büyük olay olur”.
Böyle bir zekâ patlaması yaşanırsa, sırf ekonomi için değil,
bütün uygarlığımız için yıkıcı sonuçları olabilir.
Fütürist ve mucit Ray Kurzweil'in sözleriyle, “tarihin kumaşını
yırtar” ve “Tekillik” olarak adlandırılan olayı veya çağı başlatabilir.
TEKİLLİK
“Tekillik” [singularity] terimini teknolojinin gelecekte yol
açacağı bir olay anlamıyla ilk kullanan kişinin bilgisayarın öncüsü
John von Neumann olduğu kabul edilir. 1950'lerde von Neumann
şöyle demiştir: “Gittikçe hızlanan gelişmeler, ırkımızın tarihinde benzeri
olmayan bir tekillik noktasına doğru ilerlediğimiz izlenimini veriyor. Bu
öyle bir nokta ki, sonrasında insan işleri bildiğimiz anlamıyla devam
edemeyecek.”
Benzer bir temayı 1993'te San Diego Üniversitesi matematikçisi
Vernor Vinge de “Yaklaşmakta Olan Teknolojik Tekillik” adlı
makalesinde dile getirmiştir. Temkinli bir dile gerek görmeyen
Vinge, makalesinin başında şöyle yazmıştır: “Otuz yıl içinde insanüstü
zekâ yaratmak için gerekli teknolojik imkanlara sahip olacağız. Bu
olaydan bir süre sonraysa insanlık çağı sona erecek.”
Astrofizikte tekillik, bir kara deliğin içindeki, fizik kurallarının
işlemez olduğu noktaya verilen isimdir. Kara deliğin sınırlarında, bir
başka deyişle “olayınn”da, kütle çekim kuvveti o kadar fazladır ki
ışık bile bu çekimden kurtulamaz. Vernor Vinge teknolojik tekilliği
de buna benzetiyordu: İnsanlığın geleceğinde sonrasında neler
olduğunu göremediğimiz bir kırılma noktası. Tekillikten sonrasını
görmeye çalışmak, gökbilimcinin kara deliğin içini görmeye
çalışmasından farksızdı.
Daha sonra meşaleyi Ray Kurzweil devraldı ve 2005’te konuyla
ilgili kitabını yayımladı: Tekillik Yakın: İnsanlar Biyolojinin Ötesine
Geçtiğinde. Günümüzde tekillik fikrinin baş vaizi haline gelen
Kurzweil, Vinge'den farklı olarak,geleceğin
ayrıntılı bir tasvirini yapmaktan çekinmiyor. Söylediğine göre ilk
gerçek anlamda zeki makine 2020’lerin sonunda inşa edilecek.
Tekillikse 2045 dolaylarında gerçekleşecek.
Gelgelelim, Kurzweil’in tekillik konusundaki çalışması tam bir
yamalı bohça. Fikirlerin bazıları sağlam temelli ve teknolojinin
gelişim hızı konusunda tutarlı bir senaryonun ürünü. Bir kısmıysa
saçmalığın sınırlarında gezinecek kadar tartışmalı. Örneğin
mezarından DNA örneği alarak babasını hayata döndürmek ve
fütürist nanoteknolojiyle bedenini yeniden oluşturmak istiyor.
Kurzweil'in ve fikirlerinin etrafında toplanmış son derece çoğu
renkli simalardan oluşan enerjik bir camia var. Bu “Tekillikçiler”
(Singüleryanlar) işi kendi eğitim enstitülerini kuracak kadar ileri
götürmüşler. Silikon Vadisi'ndeki Tekillik Üniversitesi teknolojinin
katlanarak gelişimi konusunda kredisiz lisansüstü programlar
sunuyor. Üniversite’nin sponsorları arasında Google, Genentech,
Cisco ve Autodesk gibi şirketler bulunuyor.
Kurzweil'in tahminlerine göre günün birinde hepimiz
makinelerle birleşeceğiz. İnsanlar zekâyı kat kat arttıran beyin
implantlarıyla kendilerini geliştirecekler. Dahası, tekillikten sonra
da teknolojiyi anlamak ve kontrol ermek istiyorsak, bu türden bir
zihinsel terfi adeta mecburi olacak.
İleri Düzey Nanoteknoloji
Moleküler imalat bir bakıma dijital ekonomiyi fiziksel dünyaya
taşıma umudu barındırıyor.
“Bilgi özgür olmak ister,” diye bir söz vardır.
Gelişmiş Nanoteknoloji de aynı şeyi maddi ürünler için
gerçekleştirmemizi sağlayabilir.
Drexler’in (Nanoteknoloji konusunda bayrağı Feynman’dan
devralan MIT’den bilim insanı) oda büyüklüğündeki fabrikası günün
birinde masaüstü bir ürün haline gelirse, televizyon dizisi Uzay
Yolu’ndaki “replikatör” gerçeğe dönüşür.
Kaptan Picard’ın sık verdiği “Çay, Early Grey, Sıcak” komutuyla
bir anda sıcak çayın peydahlanması gibi, belki moleküler fabrika da
günün birinde neredeyse istediğimiz her şeyi anında üretebilir.
Kimi tekno-iyimserler moleküler üretim mümkün olduğunda,
neredeyse tüm maddi ürünlerin bol ve adeta bedava olduğu bir
“kıtlık sonrası” ekonomisinin ortaya çıkacağını umut ediyorlar.
Hizmetlerin de benzer şekilde gelişmiş yapay zekâ tarafından
sağlanacağını kabul ediyorlar. Bu teknoloji ütopyasında moleküler
geri-dönüşüm ve bol temiz enerji sayesinde kaynak ve çevre-koruma
kısıtlamaları ortadan kalkacak. Pazar ekonomisi devri bitecek ve
Uzay Yolu’nda olduğu gibi artık paraya da gerek kalmayacak.
Fakat bu son derece cazip senaryoda bazı belirsizlikler var.
Örneğin arazi hâlâ kısıtlı bir kaynak olacak. İnsanların
sosyoekonomik statülerini değiştirmesini sağlayacak işlerin, paranın
ve fırsatların olmadığı bir dünyada yaşam alanlarının nasıl
paylaşılacağı belirsiz. Ayrıca pazar ekonomisinin yokluğunda,
gelişimin körükleyicisi olan motivasyonun nasıl sağlanacağı net değil.
Fizikçi (ve Uzay Yolu hayranı) Michio Kaku, nanoteknoloji
ütopyasının yüz yıl içinde gerçeğe dönüşebileceğini düşünüyor.
Gerçekten de moleküler imalat teknolojisi otoriter bir rejimin
ellerinde bir silaha dönüştürülürse, ütopyadan ziyade distopyada
bulabiliriz kendimizi. Amerika moleküler imalat konusunda
organize bir araştırma çabasında olmasa da Drexler diğer ülkeler için
aynı durumun illa geçerli olmadığı konusunda uyarıyor.
ABD, Avrupa ve Çin nanoteknoloji araştırmalarına kabaca eşit
seviyede yatırım yapıyorlar, fakat bu araştırmaların odaklandığı
yerler aynı olmak zorunda değil. Yapay zekada olduğu gibi ölümüne
bir üstünlük mücadelesi potansiyeli var. Ve moleküler imalatın
olamayacağına daha baştan ikna olmak, tek taraflı olarak silah
bırakmaya denk olabilir .
YENİ BİR EKONOMİK PARADİGMAYA DOĞRU
Pek çok kanıtın gösterdiği üzere, günümüzde pek çok
üniversite öğrencisi ekonomik açıdan üniversite seviyesindeki işlere
hazır değil, hatta bazı durumlarda işe yaramaz durumda. Bu
öğrencilerin büyük kısmı mezun olamayacak ve aldıkları öğrenci
borçları yüzünden sırtlarında büyük bir kamburla üniversiteden
ayrılacaklar. Mezun olanların yarısına yakını gerçekten üniversite
diploması gereken bir iş bulamayacak. Genel olarak ABD üniversite
mezunlarının yaklaşık %20’sinin şu an çalıştıkları iş için fazla
eğitimli oldukları düşünülüyor. Yeni üniversite mezunlarının
ortalama maaşları ise on yıldan uzun süredir düşüşte. Pek çok
ülkenin bedava veya neredeyse bedava üniversite eğitimi verdiği
Avrupa’daysa mezunların %30’unun şu an çalıştıkları iş için fazla
kalifiye olduğu düşünülüyor. Kanada’da bu oran %27. Çin’de ise
işgücünün %43’ü aşırı eğitimli.
İşin gerçeği, daha fazla kişiyi üniversiteden mezun etmek, çoğu
mezunun gönlündeki profesyonel, teknik ve idari işlerin işgücündeki
oranı arttırmıyor. Peki ne oluyor? Diploma enflasyonu. Eskiden lise
diploması gerektiren işler artık dört yıllık üniversite diploması
gerektiriyor. Yüksek lisans, eski lisansa denk geliyor. Seçkin olmayan
üniversitelerin diplomalarının değeri düşüyor
Fakat şurası gittikçe daha net belli oluyor: Robotlar, makine
öğrenme algoritmaları ve diğer otomasyon türleri iş piramidinin
altını yavaş yavaş yiyorlar. Ve yapay zeka uygulamalar gittikçe daha
yüksek vasıflı mesleklere göz diktiğinden, piramidin güvenli sayılan
en tepesi bile zamanla küçülecek. Geleneksel düşünceye göre,
eğitime gittikçe daha fazla yatırım yaparak herkesi o tepedeki
küçülen yere s1ğdıracağız.
Tarımın mekanizasyonu sırasında işten çıkarılan ırgatların
çoğunun traktör sürücüsü olacağına inanmak gibi bir şey bu.
Sayılar buna izin vermez.
Havacılık çok sıkı denetlemeye tabi. Havacılık sektörü kokpit
otomasyonu ve pilot becerilerinin körelmesi konusunun yıllardır
farkında ve eğitimlerde buna özellikle dikkat ediyor. Modern
havacılık sisteminin güvenlik sicilinin olağanüstü olduğu su götürmez.
Sebastian Thrun gibi kimi teknoloji uzmanları, uçak
pilotluğunun yakın gelecekte tarihe karışacağını iddia ediyor. Ben
şahsen üç yüz kişinin içinde pilot olmayan bir uçağa binmeye razı
olacağı günlerin o kadar yakında olduğunu sanmıyorum.
Düzenlemeler, potansiyel sorumluluklar ve toplumun kabulü
gibi unsurlar, kamu güvenliğini ilgilendiren işlerde otomasyonu
dizginleyecektir.
Otomasyonun asıl etkileyeceği insanlar, örneğin fast food
çalışanları veya sıradan ofis çalışanları olacaktır. Bu işlerde hem
potansiyel teknik hataların veya beceri körleşmesinin etkileri o denli
çarpıcı değildir, hem de otomasyonu dizginleyecek dış unsurlar yoktur.
Günümüzde makineler çok temel bir dönüşüm geçiriyorlar:
Tarihte hep araç rolündeyken, şimdi otonom işçiler haline geliyorlar.
Ancak işin gerçeği şu ki modern uygarlığımızda elde ettiğimiz
büyük refahı ve rahatlığı teknolojiye borçluyuz. Bu sürecin altındaki
en önemli faktörse insan emeğini kısmak amacıyla daha verimli
yöntemler bulma çabamız oldu. Teknolojiye karşı olmadığınızı ama
daha fazla otomasyona karşı olduğunuzu söylemek dile kolaydır. Ne
var ki uygulamada bu iki trend birbirine ayrılmaz şekilde bağlıdır .
2 notes
·
View notes