Tumgik
#insanın türeyişi
gundemarsivi · 25 days
Text
Tumblr media
Matematiğin Alfabesi
✍🏻 Kemalist İlkay, 6 Şubat 2019
https://www.gundemarsivi.com/matematigin-alfabesi1
Düşüncenin tümden gelimli bir işletim yolu ile sayılar, geometrik şekiller, fonksiyonlar, uzay gibi soyut varlıkların özelliklerini ve bunların arasında kurulan ilişkileri inceleyen bilim gurubu; yani “bilimlerin kraliçesi” olarak kabul edilen matematiğin çeşitli tanımları yapılsa da, kısaca sayı, nokta, küme gibi soyut varlıkları ve bunların ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak tarif edilebilir. Sayı, büyüklük ve biçim kavramlarıyla ilgili düşünce ve kavrayışlar, yani ilk matematiksel düşünce biçimleri insanlığın en eski zamanlarına kadar götürülebilir.
Çok eski çağlarda ta en ilkel zamanları gözümüzde betimlersek, insanların birbirleriyle işaretler ve primitif sesler yoluyla anlaştığını biliyoruz; böylelikle zamanla semboller ve yazı doğmuştur.
Matematik, en çok kullanılan dünya dilidir; hatta dünyanın da ortak dilidir.
İnsanı hayvandan ayıran en önemli özelliği dilidir. Dilin gelişmesi, soyut matematiksel düşüncenin doğmasında çok etkili olmuş; her dilde ve yazı sisteminde sayı ifade eden kelimeler yavaş yavaş yer almaya başlamışsa da sayı işaretleri, muhtemelen sayı kelimelerinden önce gelmiştir.
“Yaşar Kemal’in İnce Memed’i çok güzel; eğer edebi bir metin değil de, matematiksel bir metin olarak yazılabilseydi, ben onu matematik diliyle iki sayfada yazmak isterdim.”
Cahit Arf
Cahit Arf gibi bir deha neden böylesi bir düşünceye girdi diye düşündüm öncelikle, matematiğin evrenselliğiyle, “İnce Memed”in dünya çapında çok daha evrensel boyutta okunmasının gerektiğinin altını çizmek için ifade ettiği ortadaydı.
Darwin, Descent of Man (İnsanın Türeyişi 1871) adlı kitabında, bazı yüksek hayvanların belleğe ve imgeleme yeteneğine sahip olduklarını söylemektedir. Bugün, matematiksel düşünmenin ilk adımları olan sayı, büyüklük, sıra ve biçim farklılıklarını ayırt etme yeteneğinin, yalnızca insana özgü özellikler olmadığı açıkça bilinmektedir. Örneğin, kargalarla yapılan deneyler, en azından bazı kuşların dört taneye kadar öğe ihtiva eden kümeler arasında ayrım yapabildiklerini göstermiştir. Daha başka hayvanların da çevrelerindeki modelsel farklılıkların bilincinde oldukları gözlenmiştir.
Darwin, burada hayvanların bile matematiksel hesaplamalarla yaşadığını belirtmiş, matematiksel düşünme kabiliyeti hayvanlarda bile var, bizim gibi dillendirmiyorlar o kadar der gibi bir ifadede bulunmuş o kadar.
Deneyimlerin dünyasında ilgili olduğu düşünülen matematik, gündelik yaşamın bir parçası olarak doğduğu aşikârdır. M.Ö. 3000 yıllarından itibaren Mısır’da ve Mezopotamya’da karşılaşılan matematik, bu durumun en iyi bilinen örnekleridir. Arazi parçalarının yüz ölçümlerini bulduklarını, yapı işleri ve kanal hafriyatıyla ilgili hacim hesapları yaptıklarını ve alış veriş kayıtlarını tuttuklarını gösteren kil tablet ve papirüsler mevcuttur.
Tahmin edildiği üzere eski atalarımız, ilkin parmakların ayak parmaklarıyla da bir araya getirilmesiyle, 20’ye kadar sayabilmişti. İnsan parmakları yetmeyince, başka bir kümedeki ögelerle tekabüliyet kurmak için taş yığınları kullanılmıştı. Anatomimizin etkisiyle ilkel insan, sembolizm kullandığında, taşları genellikle beşli gruplar halinde kümeledi; çünkü insan el ve ayağını gözlemleyerek beşli gruplara aşinalık kazanmıştı. Günümüzde yaygın olarak onluk sistemin kullanılması, 10 el parmağı ve 10 ayak parmağıyla doğmuş olmamızdan kaynaklanan anatomik bir tesadüften başka bir ihtimali aklımıza getiremez; buradan anlayacağımız üzere sayı fikri, uygarlıktan ve yazıdan bile öncedir çünkü yukarıdaki kemik gibi sayısal anlamı olan insan yapımı ürünler 30.000 yıl öncesine uzanmaktadır.
Matematik, insanın pratik ihtiyaçlarını karşılamak için doğduğu kabul edilse de sayma sanatının ilkel dini ayinlerle bağlantılı doğmuş olabileceğini savunan antropolojik araştırma sonuçları da var. Düşünüyorum da, dinler tarihinden öğrendiğim kadarıyla ve semavi din kültürümle antropologlar haklı çıkabilir fakat Mayalardaki sayı sistemlerini (Maya sayı sistemi 20 rakamdan oluşur, Mayalarda 20’lik sistemin kullanılmasının altında 20 günlük 18 aydan oluşan güneş takvimleri vardır) düşününce ilk önerme de gayet makul…
İnsanoğlu, son 6000 yıldır düşüncelerini yazıya aktarabildiği bilinmekte ve matematik için net bir bilgiye hala ulaşılmadığı için bulunan insan yapımı malzemenin antropologlar tarafından yapılan yorumlarından bilgi elde edilmekte.
Herodotos’a göre, geometri Mısır’da doğmuştu, çünkü Nil’in yıllık taşmalarından sonra tarlaların yeniden belirlenmesi ihtiyacının geometriyi doğurduğunu düşünüyordu; buna karşın Aristoteles’e göre ise, Mısır’da boş zamanı olan bir rahip sınıfının var olması, geometriyle meşgul olmayı teşvik etmişti. Heredotos’un ve Aristoteles’in görüşlerine, matematiğin başlangıcıyla ilgili iki farklı kuramın temsilcileri olarak bakınca birisi, matematiğin doğuşunu pratik ihtiyaca bağlıyor, diğeri ise papazların boş zamanına ve dini ayinlere bağlıyor. Aslında Mısırlı geometricilere zaman zaman “ip gericiler” denmesi, her iki kuramı da desteklemek için kullanılabilir; çünkü hem tapınakları planlarken, hem de bozulan tarla sınırlarını yeniden belirlerken kuşkusuz ipler kullanılmıştı.
Tarih öncesi insanının uzaysal ilişkilere ilgisi, onun estetik duygusundan ve güzellikten hoşlanmasından doğmuş olabilir. Geometrinin doğuşuyla ilgili bir kuram da sayma gibi geometride ilkel dini ayinlerden çıkmıştır. Hindistan’daki sulvasutralarda ilk geometrik çizimlerinde tapınak ve sunak yapımlarında uygulanmış yalın geometrik bağıntıları gösterirken, Mısır’daki ip gericilerin geometri yaklaşımlarının, Hindistan’daki meslektaşlarınınkinden daha pratik olduğu düşünülmektedir fakat yine de hem Hint hem de Mısır geometrilerinin müşterek bir kaynaktan geldiği düşünülebilir, ilk geometrinin de ilkel dini ayinlerle ilişkili olduğu düşünülmüştür yani, matematiğin başlangıcının, en eski uygarlıklardan daha eski olduğu açığa çıkmaktadır.
Matematik ile ilgili en eski fosili Lebombo kemiğidir. Günümüzden 37 bin yıl önceye aittir. Bu kemik (ilk matematik aleti olarak kabul görmüştür), 1970 yılında Güney Afrika ile Mozambik arasındaki Swaziland’ daki Lebombo dağlarında bulunmuş olup, kemiğin üzerinde gerçekten 29 tane çentik sayılabiliyor ve buradan ise, sayma sistemlerinin oluşturulmaya başlandığı düşünülebilir.
Avrupa’da ise 30 bin yıllık başka bir kemik bulunmuştu: Kurt Kemiği; burada üzerinde 57 çizikle 5’erli kümeler halinde mevcut.
Nil Nehri yakınlarında 1960 yakınlarında konumlanan Ishango Bölgesinde, İshango (İşango) adını alan kemikler bulundu, 5’erli kümeler halinde. Günümüzden en az 25 bin yıl öncesine dayandığı karbon testleriyle bilinmekte. Bu kemikte 60’lık toplamlar olduğu için 60’lık sayı sistemi kullanıldığı tahmin edilmekte.
Kemiklere adetlerine bakınca hepsinin asal sayılar çıkmasından ötürü, bilinçli yapılan bir asal sayı hesabı mıydı? M.Ö. 300 yıllarında Öklid’in Elements kitabında asal sayıların sonsuz oldukları kanıtlanmış.
Günümüzde kullandığımız sayı sistemi çok gelişmiş bir sistemdir, bizler çok şanslıyız, yorulmadan hazıra konduk. Sayıları belirten standart hale gelmiş, sembol (şekil) ve sözcükler (kelimeler) vardır. Sayılar hem sembollerle (1, 2, 3,…) ve hem de yazıyla (bir, iki, üç ,… ) kelimelerle ifade edilmektedir. Günümüzdeki sayı sistemlerine Hindu-Arabic adı da verilmektedir. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 ve 0 sayısının ilk kullanımı Hindu uygarlığında olmuştu, bu sayı sistemi Avrupada 7. yüzyılda İtalyan matematikçi Leonardo Pisano tarafından dünyaya tanıtıldı. Arapların da bu sayı sistemine geçişte çok önemli katkıları oldu, yani sayılar Hindistan’dan Avrupa’ya yolculuk etti. Sonuç ise; bir sayının tek gösterimi var olurken, büyük sayıları göstermek için çok fazla tekrar gerektirmeyen yapı oluşturulup işimiz kolaylaştı ve artık iki sayıyı karşılaştırmak çok kolay.
Matematik ister günlük yaşamda saymak ve ölçmekte, ister problem ve bilmeceleri çözmekte, ister füzeler, yüzen cisimler, kaldıraçlar, teraziler veya manyetik kuvvet çizgilerini bilimsel olarak incelemekte kullanılsın, önünde sonunda köklerinden kopar ve kendi yaşamını yaşamaya başlar (öyle güzel bir maceradır ki Robenson eminim bu macerayı kıskanıyordur)… Bir işlemde ne kadar ilerlenirse, o kadar kuvvet kazanır; çünkü artık yalnız belli durumlarda değil, benzer bütün durumlarda kullanılacaktır. Böylece daha soyut daha oyunvari olur, peki sonra ne olur? Mızıkçı çıkmaz karşımıza, bu oyunda zeki ve işlemleri iyi uygulayan kazanır. Deneyim arttıkça oyun daha iyi oynanır. İlk bulunduğunda şaşırtıcı olan sonuçlar; giderek daha tanıdık, açık, hatta apaçık hal alır, daha esrarlı ve uğraştırıcı bir yanı kalmamıştır, yalnız mutluluk yolunda huzurunuz artar ta ki yeni çözüm için yoruluncaya dek… Giderek daha fazla sayıda problem standart yöntemlerle çözeriz. Ve böylece kullanılabilen tekniklerin ufku genişleyecektir. Bu nedenle uygulamalar giderek kolaylaşacak ve en kuvvetli matematikçilerin dikkatini gerektiren zor ve uğraştırıcı problemleri bulmak zorlaşacaktır. Günümüzde her şey bu matematiksel ilerleyişin sayesinde birçok kolaylığa ulaştık; ay bile yazmadan kaçıncı ayda isek sayısal sembolünü kullanıyoruz, telefon numaralarımızı, kapı numaralarımızı derken zamanı bile sayısal yaşıyoruz. T.C. Kimlik Numaramız, bizim asıl adımız değil mi? Ya bizler, her birimiz nüfusta 1’i temsil etmiyor muyuz?.. Peki, kaç boğazı doyurmakla mükellefiz; ya asgari ücretle geçinmek için hesapsız yaşanır mı?… Bazen, bu mucizevi bilimin de üzdüğü realist gerçekleri var, misal maaş bitmeden ne kadar yeteceğini önceden öngören hesaplamalar için de kapıdır.
Hardy, 1729 no’lu taksiyle geldiğini ve bu numaranın ona kendisi için önemsiz gözüktüğünü ve uğursuz bir şey olmamasını umduğunu söyleyince Ramanajuan hemen şu yanıtı verdi: “Hayır, bu çok ilginç sayıdır; bu iki küp toplamı olarak farklı iki şekilde ifade edilebilen sayıların en küçüğüdür.” (1729=12³ +1³=10³+9³ )
Kaderimizi etkiliyor rakamlar, şans getirirken kimi, kimi de…
Hayatta hesapladığınız doğruların yolunuza çıkmasını temenni ediyorum. Doğru yaşayıp doğruyu bulmak atmosferde kaderiniz olsun. Günümüzde matematiksel yaşarken düşünsel ve tarihsel gelişimi için umarım bu yazım hoşunuza gider.
0 notes
zarec12 · 1 year
Text
Çok belirgin toplumsal içgüdüleri haiz her hayvan entellektüel güçleri insanın ki kadar veya ona yakın bir gelişme gösterdikten sonra kaçınılmaz bir biçimde bir ahlak hissine,yani vicdana sahip olur.
-Charles Darwin,İnsanın Türeyişi
0 notes
yorgunherakles · 3 years
Text
çevremizde yaşayan varlıkların karşılıklı ilişkileri konusundaki korkunç bilgisizliğimiz göz önünde bulundurulursa, türlerin ve çeşitlerin kökeni konusunda birçok şeyin açıklanmadan kalmasına hiç kimsenin şaşmaması gerekir.
charles darwin - türlerin kökeni
20 notes · View notes
kaanozer · 5 years
Text
Spinoza: Hayatın Geometrisi
Felsefenin büyük kitaplarının harikulade bir özelliği, hem "sokaktaki insan"ın okuyup anlayabileceği, hem de yalnızca işin "jargonundan" haberdar olan uzmanların, yani felsefecilerin başedebileceği iki ayrı düzlemde yazılmış olmalarıdır. Yayın dünyamıza üçüncü kez sessizce giren Spinoza'nın Ethica'sı işte bu tür kitaplar arasında belki de tarihsel önemi en yüksek olanlardandır. Sokaktaki insanın anlayabilmesi bütün teknik okuma zorluklarına karşı, yalnızca mümkün değil, zorunludur, çünkü orada yalnızca ve yalnızca --herkesin doğal olarak "fikir sahibi" olduğu-- "günlük hayattan", "yaşam pratiğinden", "tutkulardan", "imgelemden" ve "bireysel ya da kollektif" yaşamdan bahsediliyor. Buna karşın, ilk bakışta sokaktaki okuyucuyu belki de dehşete düşürebilecek sunuluş biçimi (Öklid geometrisi gibi, tanımlar, belitler, önermeler halinde düzenlenmiş "geometrik" bir sunum), sürekli olarak Tanrı'dan, Tözden, Sıfatlardan bahsedilmesi okurun cesaretini kırabilir. Oysa Spinoza'nın resmettiği "hayatın geometrisi"ydi --fikirlerin ve duygulanışların gündelik yaşamımızda olduğu kadar bütün varoluş hallerimizde (en mistik alanlara varıncaya dek) birbirlerini kovalayıp durdukları, birbirlerini etkiledikleri ve belirledikleri. Böyle bir yaşam portresi modern dünyamıza o kadar uygundur ki, Spinoza'yı günümüzün, hatta geleceğimizin filozofu olarak kabul etmek zorunda kalırız. Ve fikirlerin bir örgütlenmesi olarak felsefe geometrik bir yönteme bu yüzden ihtiyaç duyar --fikirlerden yeni fikirlerin türeyişi... Böylece eğer "geometrik sunuş"ta bir aykırılık görünüyorsa çözüm de hazırdır --Spinoza yöntemini ne kadar matematikleştirirse o kadar yetkin bir şekilde günlük bireysel yaşamın içine dalmaktadır...
Spinoza, eserinin ilk anlarından itibaren Tanrı'dan, Töz'den, Özler dünyasından filan bahsedip durur: ılginçtir, ne kadar Tanrıdan bahsederse çağdaşları ve ardılları tarafından o kadar "tanrıtanımazlıkla" suçlanmaktadır; ruhtan, tinden ne kadar bahsederse, o kadar "maddecilikle" suçlanmaktadır... Spinoza'yı ilk "modern" filozof olarak algılamanın yanlış olabilir, buna karşın ona ilk "laik filozof" diye tanımlayabiliriz: Bahsettiği Tanrı ne uhrevi dinlerin Tanrısıdır ne de sanıldığı gibi, Descartes gibilerine daha uygun düşen "felsefi Tanrı". Tek bir cümleyle ifade edersek, Spinoza Tanrısı, ezeli-ebedi ve bitimsiz bir üretim kudretidir; her şeyin kendisinden çıkabildiği bir varoluşun sonsuz akışıdır. Spinoza böyle bir Tanrıya mutlak bir ihtiyaç duyar; çünkü dar, sonlu ve belirsiz bir "öznellikle" başlayan bir felsefe (Bacon ile Descartes'ı, bir de Platon, Aristo gibi eskileri kastettiği anlaşılabilir) bize olsa olsa dar ve belirsiz "kavramlar" kazandıracaktır --Tıpkı Rönesans ressamlarının yepyeni biçimleri (çoğul perspektifler), yepyeni renk ve temaları serbest kılmak üzere, insan kalabalıklarının kısıtlı dünyasının "üstünde" yer alan ilahi dünyayı işlemeye girişmelerinde olduğu gibi, Spinoza'nın felsefesinde biçim bulan Tanrı da, kavramların büyük bir güçle fışkıracağı bir kaynak haline gelecektir --bir kavramlar jeneratörü... Dolayısıyla uhrevi dinlerin "kudreti krallarınkine benzetilen" Tanrısı'ndan çok uzaktır --nefret eden, intikamcı, ya da bağışlayıcı, sanki insan tutkularıyla bezenmiş... Bizzat kendisi doğa olduğu için doğal bir zorunlulukla eyler... Ve bu Tanrı, Spinoza bu konuda son derecede açıktır, pekala bilinebilir ve tıpkı bir üçgenin iç açılar toplamının dikaçılı bir üçgene eşit olduğu gibi kesin bir zorunlulukla ıspat edilebilir: Tanrı bir "inanç" ilkesine değil, "bilinebilirlik" ilkesine bağlıdır --kısacası o inanılacak bir merci değil, bilinecek bir varoluştur. Spinoza, yalnız ve yalnız bu açıdan "tanrıtanımaz"dır.
İkinci paradoks da kolayca çözülebilir: Spinoza sürekli olarak ruhtan, bilgiden, zihinden, idealardan bahsedip durmasına karşın maddecilikle suçlanır --çünkü basitçe her türlü düşünmenin ve tinsel olgunun aynı zamanda "bedensel" olduğunu derinden kavramıştır. Bedeni, filozoflara "ne düşündüklerini ve nasıl düşündüklerini" anlamak için bir "model" olarak önermektedir: Spinoza'nın bu çağrısı aslında hem Hıristiyan tipi ahlaka, hem de filozoflara (özellikle Descartes'a) karşı yöneltilmiş inanılmaz güçte bir protesto kılığındadır --insanlar bedenin ruha boyun eğeceği, onun iradesine tabi olacağı yüzlerce değişik ahlak sistemleri geliştirdiler; oysa bir uyurgezerin uyandığı zaman uykusunda ne yaptığını bilemeyişi gibi, bedenlerinin nelere kadir olduğunu bile bilmiyorlar... Ethica'yı çok yönlü bir bir kitap kılan da işte budur: Yalnızca bir ahlak kitabı değil, bir davranışlar bilimi, bir doğa felsefesi, bir siyaset ve bir varlıkbilim kitabı.
Beden nasıl bir model olabilir? Spinoza'nın bu modeli sunuşundaki mantık silsilesi o kadar sağlamdır ki, onu takip etmekten başka yapacak bir şey kalmıyor geriye: Bizde bir tarafta dış şeyleri temsil eden, dolayısıyla "nesnel gerçekliğe sahip" fikirler, öte tarafta da bu fikirlerin "belirlediği" "ruhsal haller", yani "duygular" (affectus) var. Günlük yaşam önce fikirlerin bir akışı, bir kovalamacası, bir çağrışımlar silsilesidir --tıpkı şiir okurken imgelerin birbiri adına ruhumuzu sarması gibi... ıkinci olarak nasıl bir fikirler silsilesi varsa, hayatımız "duyguların" birbirini takip edişiyle, birbirlerini yerlerinden söküp atmasıyla, birbirlerini kovalamalarıyla geçer. Bu durum, hem "sokakta" hem "tarihte" hem de Spinoza'nın Ethica'sının "geometrisinde" eş ölçüde geçerlidir. Ama "duyguları" belirleyecek olan fikirler gökten zembille inmezler --onlarla sokakta karşılaşırız, onlarla kitaplarda karşılaşırız, filmlerde, otobüs duraklarında beklerken, reklam tabelalarını seyrederken karşılaşırız --bu karşılaşmaların "bedensel" karşılaşmalar olmadığını söylemek budalalık değilse nedir?
Ancak insanoğlunun "bilinçli" olmasından gelen bir talihsizliği vardır --bilinçli bir varlık olduğunuz için övünmeye erken başlamayın!--; fikirler bizde sıra sıra dizilir, birbirlerini takip ederlerken, onların yalnızca "nesnel gerçekliğe" sahip olmakla kalmadıklarını, Spinoza'nın deyişiyle, "fikirlerin de fikirleri" her zaman oluşturulabileceği için, "içsel bir gerçekliğe" de sahip olduklarını unutmamak gerekir. Nedir bu "içsel gerçeklik"? Bu demektir ki, her fikir aynı zamanda bir "şeydir" ve her şey gibi, şu ya da bu oranda "gerçekliğe", yani "kudrete" sahiptir. Spinoza'nın en özgün düşüncelerinden biriyle karşı karşıyayız: Sözgelimi Tanrı fikri, bizzat kendi başına, zihnimizde sonlu bir şeyin fikrinden, bir "örümcek" fikrinden sonsuzca daha fazla "yer kaplar". Yani ondan sonsuzca daha güçlüdür. Ondan sonsuzca daha yüksek bir gerçekliği vardır.
Bu zor dönemeci almalıyız; çünkü Spinoza'nın anahtarı buradadır: Fikirlerin "farklı gerçeklik derecelerine" sahip olmaları, belirledikleri "duyguların" (affectus) da farklı derecelere tekabül etmesine yol açar. Caddedeki kalabalık içinde, epey önce bozuştuğunuz eski sevgilinizin dalgalı saçları bir anda yine yakaladı sizi --eski sevgilinizin fikri, çağrıştırdığı, hafızanıza ait bir dizi fikirle birlikte, sizde bir ruh hali belirlemeden edemez: Bir "duygu" --nefret, içerleme, gocunma... hüzün... Ya da hayır, bunlar "duygu" filan değil, "tutku halleridir" --sevgi, nefret, haset, içerleme, hepsi bedeninizin başına gelen, ürperten ya da gıdıklayan heyecanlardır. Spinoza diyecektir ki, unutmayalım, "bedensel karşılaşmalar", dolayısıyla fikirler hep birbirlerini takip ettiklerine göre, belirledikleri duygular da birbirlerini takip edeceklerdir: Duygular her zaman, bir değişmeler dizisi içinde yaşanırlar. Eski sevgilinizden artık uzaklaştınız, sevdiğiniz bir dost, ona tekabül eden bir heyecan --neşe, sevinç... Hayat böyledir, başka türlü değil: Duygular anlık haller değildirler --Spinoza'nın deyişiyle "varolma kudretimizdeki" artış ya da azalışlardır duygular. Ve biz, kendimizi sokakların tesadüfi keyfine attığımızda, Simmel'in "metropoliten" insanı gibi, sürekli bir "değişiklikler zinciri" içinde yaşamaya mahküm görünüyoruz: Neşe-hüzün-keder-sevinç-hoşlanma-gıdıklanma... Sevinç ile Kederi Spinoza bütün öteki duyguları türeteceği iki temel kutup olarak çekip alır böylece --insanoğlu, yaşamın her düzleminde, birey ya da grup halinde bu iki duygu arasında savrulup durur bir haldedir: Dinlerin Tanrısı öksüz bırakmıştır onu.
Yine de böyle umut kırıcı bir mahkumiyetten çıkış olanağı vardır: Hiç değilse sahip olduğumuz "fikirlerin" duygularımızın akışını, dolayısıyla varoluş kudretimizdeki yükseliş ve alçalışları belirleyebileceğinin farkındayız. Spinoza'nın aslında hiç bir "ahlak"a, hiç bir "törebilim"e sahip olmadığının kanıtı da burada: Her şey "bedenimize ve düşüncemize" uygun gelen "karşılaşmalar" örgütleyebilme işidir. Çünkü aslında "duygulanışlarından başka hiç bir şeyle" tanıyamadığımız bedenimiz, karmaşık yapısı nedeniyle birden fazla yoldan "etkilenebilme", yani "duygulanabilme" kapasitesine sahiptir. ışte Spinoza'nın ahlakı: Tek boyutlu insandan dışarıya çıkış --Simmel'in modern kentlisinin hep maruz kaldığı "yalnızca tek bir türden uyaranlar bombardımanı"nı geriye itmek, inzivaya çekilmek ya da lanetlemek filan değil, uyaranlardan mümkün olduğunca fazla yollardan ve tarzlardan etkilenmeyi başarmak. Etik, iyi karşılaşmalar örgütlemektir.
Mümkün olduğu kadar fazla yollardan sevinç türetmek formülü böylece yerine oturmaktadır. Peki bunun yolu nedir? Spinoza, açıkçası başlangıçta umutsuz gibidir. Biz, sonlu varlıklar olarak, doğru zamanda doğru yerlerde kolay kolay olamayız: Karşılaşmalarımız ya edilginlik hallerimizdir (tutkular=passio) ya da tümüyle tesadüflere kalmış budalalıklarımız. Üstelik siyasal rejimlerimiz de, şöyle bir tarihe göz attığımızda, iyi ve mutlu karşılaşmalara olanak sağlama konusunda pek cömert değillerdir. Tam aksine, tiranlıklar ve dinsel-teokratik rejimler, bendelerinde mümkün olduğunca "kederli" duygular uyandırmak zorundadırlar. Tractatus Theologicus Politicus kitabının ana programı bu hali aydınlatmaktır: Rahip ile despot, elbirliği içinde, kederli duygular ekip dururlar --"korku", "nefret", ama aynı zamanda "umut", "güven", "imrenme"... Hiçbir siyasal iktidar yalnızca şiddet, baskı ve korku üzerinde varlığını sürdüremeyeceği için, "umut" ve "güven" duygularına da başvurmak zorundadır. ışte bu yüzden, Spinoza, bütün filozofların aksine ilk "demokrat" filozof olmuştur.
Spinoza, böyle bir düşünce çizgisi üzerinde, "bilgiyi" tam bir "olumlu duygu"ya dönüştürmeye çabalamaktadır --fikirlerimiz, duygusal hallerimizi onayladıkları gibi, onları üretebilme yeteneğine de sahip oldukları ölçüde, "edilginlik" hallerimiz olan bazı tutkular belli bir oranda güçlenmemiz ve sevinçli tutkulara geçebilmemiz için bir araç olabilirler. Öncelikle, bizde üç tür fikir bulunduğunu anımsamak gerekir --birincisi "etkilenme fikirleridir", ikincileri "mefhumlardır", üçüncüler ise "özlerin fikirleridir". Birinciler bizde hep vardır, ikincilere kısmen ve bazı hallerde sahip oluruz, üçüncüler ise, doğru dürüst "felsefe yapmadıkça" çok zordurlar. Kurtuluş, yükselme, ya da "çıkış" hep mahküm göründüğümüz "birinci tür" fikirlerden ikincilere ve üçüncülere doğru hareketimizdir: Ama olağan insanlık halindeki "yükselip alçalmalarla" ve savrulmalarla belirlenmiş fikirler ve duygular sıralanışı insanı hep "etkilenme fikirleri"nin dünyasına kapatmaktadır --Spinoza'nın "affectio"su... Bu, kısaca söylemek gerekirse, "bedenin belli bir şeyden etkilenmesi" demektir: Güneş ışınları bedenimde gezinirler... Ve izlerini bırakırlar. Bu noktada önemli olan, bu türden fikirlere sahip olduğum ölçekte ve sürece, onları bedenimde "izler" halinde barındırmayı sürdürmem ve bu "etkilenmelerin" nedenlerinden asla haberdar olmamamdır. Bedenim, duyuların etkilenmiştir ama neyin tarafından, hangi yollardan etkilendiklerinin fikri elimde değildir --güneş kili katılaştırır, mumu ise eritir... Bunlar bile "etkilenme fikirleri" oolmakla kalırlar. Bu, gündelik hayata aktarıldığında yalnızca şu anlama gelir --"etkilenme fikirlerinin" etkisi altında kalmakla sınırlandığım ölçüde "karşılaşmaların tesadüfüne bırakılmış" halde yaşarım. Bedenim çeşitli şeyler tarafından çeşitli yollardan etkilenip durur; ama ne yazık ki hiç bir şey elimde değildir --ve yine ne yazık ki, insanların büyük bir bölümü, böyle yaşamayı sürdürür.
Sihirli yükseliş "beden nedir peki?" sorusunun sorulduğu andan itibaren başlayacaktır. Spinoza beden sorusunu hep "güç" ve "kudret" terimleri içinde düşünmeye eğilimlidir --bir beden neler yapmaya muktedirdir? Bir bedeni anlamak demek, onun başka bedenlerle içine gireceği temasları ve karşılaşmaları kavrayabilmek demektir --beden kudreti sorusu, bizi böylece Spinoza'nın temel programının en önemli çizgisine taşıyacaktır: Güce dair hukuksal biçimin derin eleştirisi. Blyenbergh adlı, sıkı Hıristiyan ve gençten bir mektup arkadaşı bir ara Spinoza'yı şu sorularıyla bunaltmaya girişir: Bayım sizin felsefenizde "kötülüğün" yeri nerede? Tanrının buyruğunca yasaklanan, "günah" olan, ve Adem'in "düşüşüne" (cennetten kovuluşuna) götüren "kötülük" hani? Spinoza önce işi saflığa vurur: Kötülük yalnızca bir bedenin karakteristik birleşimini, organizmasının düzenini dağıtan veya zarar veren bir karşılaşmadan ibarettir. Tanrının gözünden bakıldığında da böyle bir şey asla kötü filan değildir. Spinoza "skandalı" başlamıştır. Blyenbergh ısrar eder: Bayım, siz şeytanın ta kendisisiniz! Tanrının ahlaki yasağı ve cezası sizin felsefe sisteminizin neresinde duruyor? Spinoza bu soruyu, biraz sabırla ve neşeli bir "Ademin düşüşü" öyküsüyle yanıtlar --tabii kendi yöntemince: Sürekli olarak Adem'e elmayı yemesini yasaklayan Tanrı örneğini önüme sürüp duruyorsun. Üstelik bunu bir ahlak yasası olarak kabul ediyorsun. Ama bu iş hiç de bildiğin gibi olmadı. Tanrı Adem'e yalnızca elmayı yerse zehirleneceğini, başka bir deyişle elmayla karşılaşmanın Adem'in bedeninin karakteristik bileşimini bozacağını anlattı. Elma senin için zehirdir. Ama Adem, Hıristiyanların inandığının aksine "ilk insan" olduğu ölçüde hiç de anlayışlı ve yetkin biri değildir --eğer elmayı yediyse bu Tanrının buyruğuna boyun eğmediği ve günah işlediği anlamına gelmez. Olsa olsa elmanın kendi bedeninin içsel düzenini bozacağı konusunda hiç bir gerçek bilgiye sahip olmadığı, kısacası ne kendi bedenini ne de elmayı, ayrıca kendi bedeniyle elmanın karşılaşmasıyla neler olacağını hiç mi hiç bilmediği anlamına gelir.
Böylece her şey, bedenin gücünün nelere muktedir olduğunun bilgisine nasıl sahip olunabileceği tartışmasına bağlanacaktır. Bir beden, sonsuz bir derecelenme üzerinde belli bir kudret derecesinden başka bir şey değildir. Ve kudreti "hukuksal olarak", yani Tanrı'nın "yasaklama" iktidarı terimleriyle ele almaya kalkışmak tam bir felaket olmuştur: Spinoza'nın kitabının birinci bölümü bu felaketi anlatır --insanlar, Tanrının ve kendilerinin bilgisine asla sahip olmadıkları ölçüde onun kudretini (sonsuz bir yapıp etme kudretidir bu) kralların kudretiyle karıştırırlar --Tanrıya beşeri özellikleri malederek onun sonsuz "sıfatlarını" birer "karaktere", "kişisel özelliklere" tercüme ederler. Spinoza'nın birinci kitabının stratejisi, dinler tarihine yönelik en etkili saldırıyı hazırlar --Tanrının "bir" olması, "bağışlayıcılığı", "yarlıgayıcılığı", vesaire, bütün bunlar "sıfat" filan değil, Tanrı açısından hiçbir karşılığı olmayan beşeri atıflardır (propria).
Blyenbergh ise hala ısrarcıdır --peki annemi öldürmem ahlaki bakımdan toptan anlamsız mıdır? Kötülük nerede? ıki eleştirisi vardır Spinoza'ya: Tasvir ettiğiniz doğa sürekli bir birleşme ve bozulma halinden oluşan bir kaosa benzemiyor mu? Düzen nerede? Spinoza nazikçe cevaplar: Doğanın tümü açısından bakıldığında her şey bileşmedir ve bozulma, dağılma diye bir şey yoktur --yalnız bizim anlayış gücümüz açısından bakıldığında "bozulmadan", "dağılmadan" bahsedebilirsiniz. Bu açıklama Blyenbergh'e bir soru şansı daha verecektir: Anlaşıldığı kadarıyla bütün ahlaki meseleyi belli bir kudret derecesi olan "ben"in ilişkilerine uyan, hoşuna giden ile gitmeyen arasındaki farklılık üzerine kuruyorsunuz --yani bir "öznellik"... Ve bu öznellik açısından kusur ile erdemi ayırdeden şeyin ne olduğu felsefenizde tümüyle eksik --kusur ile erdem, sisteminizde yalnızca bir hoşlanma meselesi halinde...
Spinoza'nın Blyenbergh'e verdiği cevap, işte, bütün felsefesinin özünü dışavurmaktadır: Tamam, der, Neron'un annesini öldürmesi bir erdemsizliktir. Ama insanlar aynı şeyi, annesini "bedeninin aynı hareketiyle" yani bir hançeri tutup bir bedene daldırma hareketiyle öldüren Orestes için neden söylemiyorlar? Doğa ve Tanrı açısından bakıldığında, Neron'un annesini öldürüşündeki "olumlu unsur" (şimdilik bekleyin!) bunun bir suç olmadığını gösterir. Spinoza bu garip metinde ne demek istemektedir? Orestes de "aynı niyetle" annesini öldürmüştü. Neron'un cinayetini bir "suç" haline getiren tek özellik, bunu yaparken dışarıya "hayırsız, boyuneğmez ve hırçın" bir evlat olarak "görünmesidir". Spinoza bu kadar "hırçın" ve "zalim" olabilir mi? Meselenin aslı, Spinoza'nın "imgeler kuramı"nda yatmaktadır. Buna göre, Neron'un cinayetindeki "olumlu unsur", onun bedeninin "gücü dahilindedir" ve tümüyle "meşrudur". Doğanın bahşettiği en yüksek hakla yapılmıştır. Olumsuz tek unsur (erdemsizlik işte budur), onun, bu eylemi gerçekleştirirken ürettiği bir imgenin varoluşu ve bu imgenin "annesinin ölümünün imgesi", yani "iç düzeni dağıtılan ve bozulan" bir bedenin imgesi oluşudur. Bu eylemiyle Neron, "kendi açısından" kötü bir imge tarafından etkilenmiştir --"karakteristik ilişkileri çözülen annesinin bedeni." Başka bir deyişle, kendisinin "yapıp etme güçleri" azalmış --kederli bir duyguyla (nefret, öç vesaire) etkilenmiştir. Babasının katili anası Klytemnaistra'yı aynı beden hareketiyle öldüren Orestes'in durumu ise tümüyle farklıdır. Toplumsal ahlak bu işi meşru bir "öç" olarak kabul etse de, Etik açısından bakıldığında olayın bütün görünüşü değişecektir --Orestes, annesini öldürürken, kendi karakteristik ilişkilerini annesinin ölümünün imgesiyle değil, babasının yaşamının imgesiyle birleştirmektedir. Alınan bir öç yoktur --babasıyla güçlerinin bir birleştirilmesi vardır.
Bununla, Spinoza'nın Ethica'sının ana formülüne erişiyoruz: Tutkularla gerçekleştirilebilen her şey akılla da gerçekleştirilebilir. Elbette kurulu siyasal rejimler, din ve ahlak sistemleri aklın herkes tarafından serbestçe kullanılmasına kolay kolay rıza göstermezler. Ethica'nın "siyasal" yönü böylece mutlak bir "eleştiri" hareketi olarak belirecektir --hukuksal biçimlerin eleştirisi, despotizmin eleştirisi, ama en önemlisi "ideolojinin eleştirisi".
Bütün bu eleştiri uğrakları, Spinoza'nın eserinin içine stratejik takımadalar halinde yayılmış görünüyorlar --hukuksal biçimi altında iktidar, aklın icra edilişinin önünde en büyük engeldir. Gerçek yapıp etme kudretini (potentia) keyfi bir "yetke" diline tercüme ederek (potestas) iktidarını oluşturur. Öyleyse siyaset olarak etiğin tek amacı, insanların yapıp etme ve özgürleşme kudretlerini serbest bırakacak siyasal tarzlar arayışını yeğinleştirmektir. Despotizm ise yalnızca modern iktidar yapıları içinde değil (orada artık pek bir şansı yoktur), pekala "özgürlük" yanılsamalarının temel etki alanlarını oluşturan cemaat tarzları içinde mayalanabilir --dinsel cemaatların "totaliter" yükselişleri bunun çağdaş örneğidir. Spinozacılık temel toplumsallaşma tarzları arasında yalnızca tek bir tanesini "özgür" bir ilişki tarzına dayalı olarak ayırdeder --fiziksel ve duygusal "mecburiyetler" aygıtına dayalı aile değil; "komşuluğa dayalı" mecburiyetlerin yönlendirdiği "cemaat" değil, ticari-üretimsel mecburiyetlere dayalı "tecimsel ortaklık" değil, "ideolojik güçsüzlüğün" yarattığı gevşek toplumsal dokulara dayalı "sivil toplum" değil, hepsini tek bir siyasal erk düzlemi üzerinde yankılayan Devlet de değil-- en az iki insan arasında mümkün olan tek "özgür" ilişki "dostluk" ve "paylaşımdır". Anlayış gücümüzün tamirinin çok acil bir zorunluluk haline geldiği bir çağda, toplumsal-siyasal sarsıntıların acısının en fazla yaşandığı dönemlerden birinde yaşadığımız sırada Spinoza'nın eseri "geleceğin felsefesi" olma özelliğini bir kez daha hissettiriyor. Spinozacılık, bir zamanlar Hegel'in söylediği gibi yalnızca "felsefeci olmanın zorunlu başlangıcı" olmakla kalmaz, dünyanın hep değişikliğe uğramaya aday görünümleri içinde "paylaşım"ın insanların mücadelesi yoluyla bir toplumsal düzen olarak ortaklaşa inşa edilişinin düşünsel araçlarından biri haline gelir. Mutluluk erdemin ödülü değildir, kendisidir.
Virgül 1, Ekim 1997 Ulus Baker
3 notes · View notes
ihtimallertukendi · 7 years
Text
Kendi elimle aylarca uğraşıp birçoğunu tek tek araştırıp özetlerine falan bakıp bir bölümünü farklı ufak listeleri alıp düzenleyip hazırladığım kitap listem <3
1. Schopenhauer - Say yayınları dizisi 2. Schopenhauer - İsteme ve Tasarım olarak dünya 3. Schopenhauer - Aşkın metafiziği   4. Rudiger Safranski - Felsefenin yaban yılları( Schopenhauer biyografisi) 5. Nietzsche - Böyle buyurdu zerdüşt  √ 6, Nietzsche - Putların Alacakaranlığında 7. Nietzsche - İyinin ve kötünün ötesinde 8. Nietzsche - Ecce homo 9. Nietzsche - Trajedyanın doğuşu 10. Soren Kierkegaard - Korku ve Titreme 11. Soren Kierkegaard - kahkara benden yana 12. Soren Kierkegaard - Ölümcül hastalık umutsuzluk 12. Dostoyevski - Karamazov Kardeşler 13. Dostoyevski - Ecinniler 14. Dostoyevski - Yeraltından notlar 15. Albert Camus - Mutlu ölüm 16. Albert Camus - Yabancı 17. Albert Camus - Defterler 18. Jean Paul Sartre - Bulantı 19. Jean Paul Sartre - Yaşanmayan zaman 20. Jean Paul Sartre - Sözcükler 21. Jean Paul Sartre - Varlık ve hiçlik 22. Irvin Yalom - Nietzsche Ağladığında 23. Irvin Yalom - Bugünü Yaşama arzusu 24. Platon - Sokrates’in savunması ( uzun versiyonunu öneririm) √ 25. Platon - Devlet 26. Aristoteles - Poetika 27. Cicero - Yaşlılık üzerine 28. Cicero - Ölüm üzerine 29. Seneca - Teselliler 30. Augustinus - İtiraflar 31. Boethius - Felsefenin tesellisi 32. Epiktetos - Düşünceler ve Sohbetler 33. Fernando Pessoa - Huzursuzluğun kitabı 34. Cesare Pavese - Yaşama Uğraşı 35. L. Ferdinand Celine - Gecenin sonuna yolculuk 36. Baruch Spinoza - Ethika 37. David Hume - İnsanın doğası üzerine inceleme 38. David Hume -  Din üzerine 39. Voltaire - Candide 40. J. J. Rousseau - Toplum sözleşmesi 41. J. J. Rousseau - Yalnız gezerin düşleri 42. J. J. Rousseau - Emile 43. J. J. Rousseau -İnsanlar arasında eşitsizliğin kaynağı 44. Sigmund Freud - Psikanaliz üzerine 45. Sigmund Freud - Mutlu olma ihtimalimiz 46. Ludwig Wittgenstein - Felsefi Soruşturmalar 47. Bertrand Russell - Sorgulayan denemeler 48. Peter Singer - Hayvan Özgürleşmesi 49. George Orwell - 1984 50. George Orwell - Hayvan Çiftliği 51. Hermann Hesse - Bozkırkurdu 52. Hermann Hesse - Demian 53. Hermann Hesse - Siddharta 54. Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri ayarlama enstitüsü 55. Lermontov - Zamanımızın bir kahramanı 56. Aldous Huxley - Cesur yeni dünya 57. Anatole France - Kırmızı zambak 58. Cemil Meriç - Sosyoloji notları 59. Cemil Meriç - Bu ülke 60. Charles Bukowski - Kadınlar 61. Charles Bukowski - Ekmek arası 62. Charles Bukowski - Pis Moruğun Notları 63. Chuch Palahniuk - Dövüs kulübü 64. Chuck Palahniuk - Gösteri peygamberı 65. Jack Kerouac - Yolda 66. Tolstoy - İtiraflarım 67. Tolstoy - Anna Karenina 68. Tolstoy - Savaş ve Barış 69. Tolstoy - İnsan ne ile yaşar 70. Edgar Allen Poe - Seçme şiirler 71. Edgar Allen Poe - Seçme öyküler 72. Eduardo Galeano - Biz hayır diyoruz 73. Eduardo Galeano - Aynalar 74. Elias Canetti - Körleşme 75. Jose Ortega y Gasset - Sevgi üzerine 76. Max Horkheimer - Akıl tutulması 77. George Bernard Shaw - Gülen düşünceler 78. Sabahattin Ali - Kürk mantolu madonna 79. Sabahattin Ali - İçimizdeki şeytan 80. Herakleitos - Fragmanlar 81. Ralph Waldo Emerson - İnsanın görkemi 82. Richard Dawkins - Tanrı yanılgısı 83. Richard Dawkins - Kör saatçi 84. Richard Dawkins - Gen bencildir 85. Richard Dawkins - Ataların hikayesi, hil yayınları 86. Richard Dawkins - Yeryüzündeki en büyük gösteri 87. Jack London - Martin Eden 88. Marcel Proust - Kayıp Zamanın İzinde (2 cilt) 89. Vladimir Jankelevitch - Ölümü düşünmek 90. Slavoj Zizek - Acı çeken tanrı 91. Marquis de Sade - Yatak odasında felsefe 92. Simone de Beauvoir - Denemeler 93. Simone de Beauvoir - Kadın (serisi) 94. Virginia Woolf - Kendime ait bir oda 95. Virginia Woolf - Mrs. Dalloway 96. Michel Foucault - Cinselliğin tarihi 97. Erasmus - Deliliğe övgü 98. Paul Lafargue - Tembellik hakkı 99. Milan Kundera - Varolmanın dayanılmaz hafifliği 100. Franz Kafka - Milena’ya mektuplar √ 101. Franz Kafka - Dava 102. Franz Kafka - Aforizmalar 103. Oscar Wilde - Dorian Gray’in portresi 104. Sadık Hidayet - Kör baykuş 105. Carl Sagan - Cosmos (evrenin sırları)√ 106. Carl Sagan - Kozmik Bağlantı 107. Carl Sagan - Cennetin Ejderleri 108. Carl Sagan - Milyarlarca ve milyarlarca 109. Alfred Adler - İnsanı tanıma sanatı 110. Walter Sinnott Armstrong - Tanrısız ahlak 111. Orhan Hançerlioğlu - Düşünce Tarihi 112. Nigel Warburton - Felsefenin kısa tarihi √ 113. Alain de Botton - Felsefenin Tesellisi 114. Peter Watson - Fikirler Tarihi 115. Emil Michel Cioran - Doğmuş olmanın sakıncası üzerine 116. Emil Michel Cioran - Çürümenin kitabı 117. Ivan Goncarov - Oblomov 118. Mark Daniels - Dünya mitolojisi 119. Gündüz Vassaf - Cehenneme Övgü 120. Victor E. Frankl - İnsanın anlam arayışı 121. Montaigne - Denemeler √ 122. Wilhem Reich - Dinle Küçük 123. Karl Marx - Das kapital 124. Karl Marx - Komünist manifesto 125. Stephen Hawking - Büyük tasarım √ 126. Stephen Hawking - Ceviz kabuğunda ki evren 127. Stephen Hawking - Zaman ve uzayın doğası 128. Dante Aligiheri - İlahi komedya 129. Charles Darwin - Türlerin kökeni 130. Charles Darwin - İnsanın Türeyişi 131. Andreas Vesailus - İnsan vücudu üzerine 7 kitap 132. Claude Levstrauss - Hüzünlü dönenceler 133. Thomas more - Ütopya 134. Dave Goldberg - Evren kullanma kılavuzu 135. John Fardon - Astronomi bilmeniz gereken herşey 136. William Golding - Sineklerin tanrısı 137. Sun Tzu - Savaş sanatı 138. Edward O. Wilson - Doğanın gizli bahçesi 139. Neil Shubin - İçimizdeki Evren 140. E. Segal - İnsan nasıl insan oldu 141. Steven Weinberg - İlk üç dakika 142. John Gribbin - Derin basitlik 143. Lester R. Brown - Yer kürenin en güzel tarihi 144. Stephen Jay Gould - Pandanın baş parmağı 145. Douglas Adams - Otostopçunun galaksi rehberi 146. Frank Ashall - Olağanüstü buluşlar 147. Lawrance M. Krauss - Hiç yoktan bir evren 148. Eugenie C. Scott - Evrim mi? Yaratılışçılıkmı? 149. Brian Greene - Evrenin dokusu 150. Brian Greene - Evrenin Zarafeti 151. Micheal Shermer - Bilimin sınır bölgeleri 152. Micheal Shermer - İnanan beyin 153. Pico Della Mirandola - İnsanın onuru üzerine 154. Giovanni Boccacio - Decameron 155. Lorenzo Valla - Zevk üzerine 156. Botticelli - Venüs'ün doğuşu 157. Bill Bryson - Hemen herşeyin kısa tarihi 158. Peter Macinnis - 100 keşifler tarihteki en büyük buluşlar 159. Kenneth  W. Ford - Göremediğimiz dünya hakkında bilmemiz gereken herşey 160. Goethe - Faust 161. Gogol - Ölü canlar 162. Daniel Coleman - Sosyal zeka 163. Jose R. Dos Santos - Tarının formülü 164. Pierre Bourdieu - Bilim toplumsal kullanımları 165. Pierre Bourdieu - Seçilmiş metinler 166.Richard P Feynman - Fizik yasaları üzerine 167. Machiavelli - Prens 168. Rudolf Steiner - Gizli bilim 169. Champbell, Reece - Biyoloji 170. Ernest Mayr - Biyoloji budur 171. Ormiston Walker - 100 Fen ve teknoloji deneyi 172. Steve Parker - 100 Adımda bilim 173. Peter V. Brett - Göreliliğin anlamı 174. Pascal Acot - Bilim tarihi 175. Jared Diamond - Tüfek, mikrop ve çelik 176. Eddi Anter - Ben benim 177. Emile Zola - Germinal 178. Evrim - Douglas J. ,Palme yayınları 179. Evrimsel Analiz - Scott Freeman, Jon C. Herron, Palme Yayınları 180. Evrim Kuramı - John Maynard Smith, Evrim Yayınları 181. Evrim Atlası - Çağlar Sunay, Peter Barrett, Douglas Palmer, Muzaffer Özgüleş, İş Bankası Yayınları 182. Herkes İçin Evrim, Darwin’in Teorisi Hayata Bakış Açımızı Nasıl Değiştirir? -  David Sloan Wilson, Metiş Yay. 183. Charles Darwin: Evrim Devrimi -  Rebecca Stefoff, TÜBİTAK 184. Darwin Ne Yaptı? - Öner Ünalan, Papirüs Yay. 185. Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi -  Evrensel Yay. 186. Türlerin Kökeni (Resimli Uyarlama) -  Michael Keller, Versus Kit. 187. İçimizdeki Balık - Neil Shubin, NTV Yay. 188. Maymundan mı Geldik? - Kolektif - Bilim ve Ütopya Kitaplığı 189. 50 Soruda Darwin ve Evrim Kuramı -  Haluk Ertan, Bilim ve Gelecek Kit. 190. 50 Soruda Yaşamın Tarihi - Deniz Şahin, Bilim ve Gelecek Kit. 191. Dersimiz Evrim - İlhan Akalın, Yurt Kitap Yay. 192. Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği - Bilim ve Gelecek Kit. 193. Evrim Bilimi ve Yaratılış Efsanesi: Neyin Gerçek ve Neden Önemli Olduğunu Bilmek - Ardea Skybrek, Yordam Kit. 194. Evrim ve Yaratılışçılık - Michael Shermer, Varlık 195. Evrim Kuramı ve Bağnazlık - Cemal Yıldırım, Bilim ve Gelecek Kit. 196. Bilim ve Yaratılışçılık - Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi Görüşü, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) 197. Charles Darwin ve Evrim Tartışmaları - Bill Price, Kalkedon Yay. 198. Yüzyılın Davası - Edward J. Larson, İzdüşüm 199. Seksüel Seçme - Charles Darwin, Onur Yay. 200. Sevişen Beyin: Eş bulma süreci insan doğasını nasıl belirledi? - Geoffrey Miller, NTV 201. Kızıl Kraliçe: Cinsellik ve İnsan Doğasının Evrimi - Matt Ridley, Yapı Kredi Yay. 202. İnsanın Türeyişi - Charles Darwin, Gün Yay. / Onur Yay. 203. Neredeyse Bir Balina - Steve Jones, Evrensel Yay. 204. Evrim Serüveni - Sedat Ölçer, Metiş Yay. 205. Dünya'nın En Güzel Tarihi - Hubert Reeves, Joel De Rosnay, Yves Coppens, İş Bankası Yay. 206. Hayvanların En Güzel Tarihi - Pascal Picq, Jean-Pierre Digard, Boris Cyrulnik, Karine Lou Matignon, İş Bankası Yay 207. Bitkilerin En Güzel Tarihi - Jacques Girardon, Jean-Marie Pelt, Marcel Mazover, Teodore Monod, İş Bankası Yay. 208. 50 Soruda Yerin Evrimi - Mehmet Sakınç, Bilim ve Gelecek Kit. 209. Yerkürenin En Güzel Tarihi - Lester R. Brown, Andre Bahic, Paul Tapponier, Jacque Girardon, İş Bankası Yay. 210. Yaşamın Tüm Çeşitliliği - Stephen Jay Gould 211. Hayvan Zihni: Hayvanlarda Akıl Yürütme ve Problem Çözme Becerisi Üzerine - James. L. Gould, Carol Grant Gould, TÜBİTAK 212. Darwin ve Sonrası Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler - Stephen Jay Gould, TÜBİTAK 213. Darwin ve Darwincilik - Patrick Tort, Dost Yay. 214. Darwin ve Evrimin Bilimi - Yapı Kredi Yayınları 215. Kalıtım ve Evrim - Ali Demirsoy, Meteksan 216. Evrimin Öyküsü - Vural Yiğit, Evrim Yay. 217. Köken - Vural Yiğit, Evrim Yay. 218. Gen Çeviktir - Matt Ridley, Boğaziçi Üniveritesi Yay. 219. Genom: Bir Türün Yirmi Üç Bölümlük Otobiyografisi - Matt Ridley, Boğaziçi Üniversitesi Yay. 220. Türlerin Kökeni - Janet Browne, Versus 221. Pandanın Başparmağı - Stephen Jay Gould, Versus 222. Olağandışı Yaşamlar - James L. Gould, Carol Grant Gould, TÜBİTAK 223. İçimizdeki Maymun: Biz Neden Biziz? - Frans de Wael, Metiş Bilim 224. Çıplak Maymun - Desmond Morris, İnkılap Yay. 225. Çıplak Kadın - Desmond Morris, İnkılap Yay. 226. Çıplak Erkek: Erkek Vücudu Üzerine Bir İnceleme - Desmond Morris, NTV Yay. 227. Charles Darwin’in Özyaşam Öyküsü -  Francis Darwin, Daktylos Yay. 228. Charles Darwin - Katrin Hahnemann, İş Bankası Kültür Yay. 229. Darwin ve Beagle Serüveni - Alan Moorehead, TÜBİTAK 230. Charles Darwin: Bir Doğabilimcinin Evrimi - Richard Milner, Evrim Yay 231. Biyolojik Evrim Kuramının Arkasındaki Yaşam - Charles Robert Darwin, İş Bankası Yay. 232. Charles Darwin - Alan Gibbons, İş Bankası Yay. 233. Charles Darwin Kimdi? - Deborah Hopkinson, Beyaz Balina Yay. 234. Darwin, Galip Ata - Bilim ve Ütopya Kit. 235. Meraklısına Darwin - Pascal Picq, Yapı Kredi Yay. 236. Bilim İnsanlarımız Darwin’i Selamlarken - Alper Dizdar, Yazılama Yay. 237. Darwin Sizi Seviyor: Doğal Seçilim ve Dünyanın Yeniden Büyülenmesi - George Levine, Metiş Bilim 238. Darwin ve Beagle Gemisi’yle Yolculuğu - Felicia Law, Optimist Yay 239. Üçlü Sarmal: Gen, Organizma ve Çevre - Rihard Lawontin, çev. Ergi Deniz Özsoy, TÜBİTAK 240. Cennetten Akan Irmak: Yaşama Darwinci Bir Bakış - Richard Dawkins, Varlık Yay. 241. Doğanın Gizli Bahçesi - Edward O. Wilson, TÜBİTAK 242. Biyoloji Felsefesi - Elliott Sober, İmge 243. Süreç Kuram ve Kavram Olarak Evrim - Yaman Örs, Kaynak Yay. 244. Biyolojide Diyalektik Yöntem - İ.T. Frolov, Toplumsal Dönüşüm Yay. 245. Darwin Kuramı Seçme Yazılar, Eleştiriler - Charles Darwin, Pan Yay. ve TÜBİTAK 246. Evren ve Evrim - Cihan Türkoğlu, Doruk Yay. 247. Evrim, Bilim ve Eğitim - Üniversite Konseyleri, Nazım Kitaplığı 248. Evrim Adamı - Roy Lewis, Dost 249. Evrim Kuramı Üzerine Sorular -  Charles Devillers, Henri Tintant, İletişim yay. 250. İnsan ve Hayvanlarda Beden Dili - Charles Darwin, Gün Yay. 251. Modern İnsanın Kökeni - Roger Lewin, TÜBİTAK 252. Göl İnsanları - Richard Leakey, Roger Lewin, TÜBİTAK 253. 50 Soruda İnsanın Tarih Öncesi Evrimi -  Prof. Dr. Metin Özbek, Bilim ve Gelecek Kit.
1K notes · View notes
hetesiya · 5 years
Text
Evrimin Öncüsü Charles Darwin’den Yaşam ve İnsan Türü Üzerine 15 Alıntı
Evrim dendiğinde akla gelen ilk isim olan Charles Robert Darwin, ortaya koyduğu çalışmalarla arkasında öyle bir etki bıraktı ki bugün sadece alanında uzmanlaşmış insanlar tarafından değil, birçok insan tarafından tanınıyor. Bunun sebebi aslında çok açık. Hepimiz nereden geldiğimizi, kim olduğumuzu merak ediyoruz. Herkes merak etmekle yetinirken Darwin merak etmekten çok daha fazlasını yapmıştı.Darwin o zamana kadar kimsenin yapmadığı araştırmaları uzun yıllarca yaptı ve aralarında "
Türlerin Kökeni"
,
"İnsanın Türeyişi"
gibi başyapıtların olduğu eserleri yazdı. Böylelikle evrimsel biyolojinin temellerini atmış oldu. Bizler de Darwin’in geçmişimize tuttuğu ışığı daha da büyüterek kendimiz ve çevremiz hakkında daha çok bilgiye sahip olabildik.
Ben de bu değerli biyolog ve doğa tarihçisinden öğrenebileceğimiz daha fazla şey olduğunu düşünerek onun imzasını taşıyan etkileyici sözleri sizlerle paylaşmak istedim.
Tumblr media
1) "Ne olursa olsun, insanın atalarının izini bir damga gibi taşıdığını kabul etmemiz gerekmektedir."
2) "Bir hatayı yok etmek, çoğu zaman yeni bir doğru ya da gerçek bulmak kadar iyidir; hatta bazen daha iyidir."
3) "Düşüncelerimizi kontrol etmemiz gerektiğini anladığımız vakit ahlaki kültürümüzün en üst noktasına ulaştık."
4) "En zeki veya en güçlüler değil, değişime en iyi şekilde ayak uydurabilenler hayatta kalır."
5) "Uzun insanlık (ve hayvanlık) tarihinde, iş birliği yapmayı öğrenenler ve etkili biçimde iletişim kurabilenler hayatta kalmışlardır."
Tumblr media
6) "Cahillik, daha sıklıkla bilgiyi değil, güveni doğurur; ısrarla şu veya bu problemin bilimle çözülemeyeceğini iddia edenler çok bilenler değil, az bilenlerdir."
7) "Kölemiz yaptığımız hayvanları, eşitimiz olarak değerlendirmek hoşumuza gitmiyor."
8) "Bilimsel bir insanın istekleri ve tutkuları olmamalıdır, tam bir taş kalpli olmalıdır."
9) "Zamanının bir saatini boşa harcamaya cüret edebilen biri, hayatın değerini anlamamıştır."
10) "Bilim ve sanat bir kuşun kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. 'Tavuk toplum', önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz."
Tumblr media
11) "Yaşamak bir şölendir. Bu şölene çağrılan kimseler pek çoksa da, masaya oturmayı başaranlar pek azdır."
12) "Biraz aptal olan kimseler, her şeyi göreneğe göre ya da alışkanlıkla yapmaya eğilimlidirler; ve böyle davranmaya yüreklendirilirlerse daha çok mutlu olurlar."
13) "Yüzü kızartan suçluluk hissi değildir, başkalarının suçlu olduğumuzu düşündüğü ya da bildiği düşüncesidir."
14) "Görmezden gelin, ses etmeyin, cevap vermeyin. Sessizlik herkesi mahveder."
15) "Bir insanın arkadaşlığı, onun değerinin en önemli ölçülerinden biridir."
https://ceotudent.com/evrim-charles-darwin-sozleri?utm_referrer=https%3A%2F%2Fzen.yandex.com
0 notes
hudaicakmak · 4 years
Text
   İNSANIN EVRİMİ SAÇMALIĞININ ÇÖKÜŞÜ    MAYMUN-İNSAN KROMOZOM SAYI FARKLILIĞI
   Evrim teorisinin kurucusu ve duayeni Charles Darwin insanın evrimi konusunu ayrı bir kitaba konu yapacak kadar çok önem verir. Bir bakıma evrim teorisi insanın evrimine odaklanmıştır denilebilir.    Charles Darwin’e göre günümüz insanları ve maymunları ortak bir atadan evrimleşmişlerdir.   Charles Darwin'i böyle bir kanıya iten neden şüphesiz ki maymun ve insanların fiziksel benzeşimleridir.   Charles Darwin İnsanın Türeyişi kitabında bu konuyu olabildiğince incelemeye, teorisine kanıtlar bulmaya çalışmıştır.    Maymunlarla insanların benzeşimlerini dikkate alan Darwin nedense ayrımlarına pek önem vermez. Bunun nedeni ise bu ayrımların önemini yeterince farkına varamamasıdır.    Bu gün fenotip benzerliklerin ve değişikliklerin önemli olmadığını biliyoruz. Sentetik teori genetik benzerlikler ve mutasyonlar üzerine kurgulanmıştır.     İnsan - primat genomlarının büyük oranlarda benzeşimi insanın evrimi konusunda en büyük kanıt kabul edilir.    Fakat biz aynı fikirde değiliz.    Tersinime göre genetik benzerlikler tüm canlıların AYNI MALZEMELERDEN var edilmelerinin doğal sonucudur. Benzerlikler evrime kanıt değildir.                                                         ***    Maymun insan ayrımlarının belki de en önemlisi kromozom sayı farklılığıdır.   Bilindiği gibi insansı denilen maymun türlerinin kromozom sayıları 48 insanların ise 46 dır.      Bir evrim taraftarı asla ve asla teorinin bazı yanlışlar üzerine kurgulanmış olabileceğini düşünmez. Onlara göre teori mutlak doğrular üzerine kuruludur. Tartışmaya bile gerek yoktur.   Eğer teori insanlar ve maymunsular ortak bir atadan evrimleşti diyorsa bu böyledir ve tek gerçektir.   Eğer kromozom sayıları farklı ise bu geçmişte bazı eklentiler ya da çıkarımlar sonucu oluşmuş olmalıdır.    Evrim savunucularına göre maymunların 48 insanların 46 kromozoma sahip olmasının tek açıklaması (insanların maymunlardan evrimleştiği inkâr edilemez bir gerçek olduğu peşinen kabul edildiğinden) maymun kromozomlarının birleşerek sayılarının azalması olur. Doğal olan genetik benzeşimler de buna kanıt oluverir.    Bu sorunun başka cevabı da yoktur.    Bu nedenle evrimciler buna uygun (gerçeklere değil evrime uygun) senaryolar kurgulamışlar; şemalarla, resimlerle süsleyerek buna uygun bir de şöyle oldu böyle oldu hikâyesi uydurarak bilimsel bir gerçek gibi ortaya atmışlardır.                   Resimde de görüşeceği gibi kromozomların bir çifti uçlarında bulunan telomerler vasıtasıyla birleştiği, bu birleşmede herhangi bir bilgi kaybının oluşmadığı iddia edilmektedir.       Bu öngörü olur mu olmaz mı diye sorgulanmadan ve hatta bir parmak hesabı yapılmaya gerek duyulmadan gerçek kabul edilivermiştir.    Bir evrimci bu şemayı bilimsel bir gerçek olarak kabul eder ve bir kanıt gibi kullanır.   Bir evrimciye sorarsanız insan maymun kromozom sayı farklılığı sorunu bu yolla mükemmel ve bilimsel bir şekilde çözümlenmiştir.    Fakat burada minik bir ayrıntıyı çekmek isteriz.   Kromozomlar birleşirlerken az da olsa bilgi kaybı olur ama bilgi artırımı (evrim) oluşmaz.                                                       ***    Bu öngörüde açıklığa kavuşturulması, doğru yanıtlanması gereken pek çok soru vardır.   Kromozomu birleşti denilen canlı yetişkin bir australopiketus olmalıdır.    Yetişkin bir australopiketusta her birinde DNA bulunan kan, sinir, kas, kemik, kıkırdak, üreme vb. çeşitte yaklaşık iki yüz trilyon hücre vardır.    O halde sormak gerekir.    Kromozomları birleşen hücre hangisidir?    48 kromozomdan bir çifti birleşirse sayı kırk altıya iner mi?   Bu soruya verilecek cevap hayırdır.   Çünkü ortaya çıkan kromozom sayısı 23 çift artı tek yani KIRKYEDİ dir.                                                            ***    Soruya evrimci gözüyle bakıp cevaplamaya çalışırsak değişimin (birleşmenin) üreme hücrelerinde olduğu söylenebilir.    Söz konusu australopiketusun bir dişi olduğunu varsayarsak 24 kromozomlu yumurta hücresinin bir çifti rastlantılarla birleştiğinde sayı 23e iner ki bu evrimin istediği rakamdır.    Fakat maymunlarda insanlarda eşeyli üreyen canlılardır. Üremede erkek ve dişi olmak üzere iki ayrı cinse ihtiyaç duyarlar.   Diğer ifade ile 23 kromozomlu bir dişi yumurtası 23 kromozomlu bir erkek spermiyle aşılanabilir.    Bu durumda aynı mucizenin hem erkek spermlerinde hem de dişi yumurtasında aynı anlarda meydana gelmesi ve kromozomları azalmış dişi yumurtasının yine kromozomu azalmış spermle aşılanmış olması gerekir.    Bir erkek atmığında üç yüz milyona yakın spermin olması ise ayrı bir sorundur.    Aynı anda yaklaşık üç yüz milyon spermin kromozomları mı birleşti?    Tek spermin bir çift kromozomu birleşti de o da gidip bir çift kromozomu birleşen yumurtaya mı aşıladı?    Görüleceği gibi bu senaryoda mucizeler bile aşırı zorlanmaktadır.                                                                   ***    Cevabı aranan hücrenin yeni aşılanmış fakat henüz bölünmeye başlamamış, bir yolunu bularak bir çift kromozomu birleşmiş taze bir hücre olduğunu var saymak evrimci öngörüsüne en uygun varsayım olacağı açıktır.   Hayalleri ve mucizeleri zorlayan bu sonuçta sorunu çözmez.    Bu kez de bir başka hayati sorun daha ortaya çıkar.    Mucizeler dizisi devam etse ve 46 kromozomlu bir dölüt ortaya çıksa 48 kromozomlu bir anne bünyesi 46 kromozomlu bir dölütü bünyesinde tutup gelişmesine izin verir mi?   İzin verdiğini kabul edersek bu bir maymunun bir insan doğurması anlamına gelmeyecek midir?    Doğurduğunu da kabul edersek bu kez de bu insanımızın üremesi için karşıt cinsten bir başka insana daha ihtiyaç duyacağıdır.    Karşıt cins bir maymunsu olursa (bir insanla bir maymunsunun çiftleştiğini ortaya bir dölüt çıktığını varsayarak) dölüt 47 kromozomlu olur.    47 kromozomlu (2n kuralına aykırı olduğundan) söz konusu canlı ise hiç bir zaman üreyemez.   Tek kromozom sayılı bu garip canlının benzerleri günümüzde vardır. Örneğin katırlar 67 kromozomludur. Fakat kısırdır.                                                       ***    Evrimin hatırına hayal gücümüzü bir kez daha zorlasak ve olmazları olur yapsak (47 kromozomlu canlımızın üremeye hazır olduğunu kabul etsek) sonuç değişir mi?    47 kromozomlu garip canlımızın (bu canlımızı bir an erkek kabul edelim) 48 kromozomlu maymunsularla çiftleştiği düşünülebilir    Garip canlımızın spermleri 23 ve 24 kromozomlu olacaktır. Dişimiz maymun olduğuna göre onun da yumurtası 24 kromozomludur.    23 kromozomlu sperm 24 kromozomlu dişi yumurtasını aşılasa (bu mümkün değildir ama evrimcilerin hatırına bir kez daha olası kabul ederek) ortaya çıkan 47 kromozomlu bir başka garip canlıdır.    24 kromozomlu sperm 24 kromozomlu yumurtayı aşılarsa bu kez ortaya çıkan 48 kromozomlu bir maymun olur.   47 kromozomlu canlılar yaşasa ve aralarında çiftleşseler 23 kromozomlu sperm 23 kromozomlu yumurtayı aşılasa 46 kromozomlu bir canlı oluşur ama bu kez bir kromozom devre dışı kaldığından gen (bilgi) kaybı oluşur. Böyle bir canlının ise yaşamını devam ettirmesi mümkün değildir.    Görüleceği gibi kromozomlarından bir çifti birleşiverdi bu yolla kromozom sayısı 46 ya indi deyip geçiştirilen sorun evrim için iki ucu sorunlu değnektir.    Bu sorun evrimin önünde (diğer milyonlarca sorun gibi) aşılamaz ulu dağlar gibi durmaktadır.          Evrimciler ortaya konan bu gibi bilimsel gerçekleri sadece evrime ters geldiği için kabul etmek istemezler. Fakat gerçekler kimilerinin arzularına göre değişmiyor.
0 notes
anlamaskhakikat · 6 years
Text
VAROLUŞ YAZILARI_No.01_11.04.2018
AnlamÂşkHakikat jargonundaki TEMEL KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ (Sözlükte, bu kavramların özet tanımları verilmektedir, her biri hakkında detaylı açıklamalar ilerleyen yazılarda yapılacaktır):
__________
VAROLUŞ: var olan, görülen ya da hissedilebilen her şey.
__________
ZİHİN (Akıl): İnsan ve üst hayvanların beyni ve hafızası aracılığı ile çalışan yazılımdır. Biyolojik akıl da diyebiliriz. İnsan’da, üst hayvanlara kıyasla çok çok yüksek seviyede olmasına rağmen bir NİTELİK farkı değildir, tamamen NİCELİK farkıdır. Yani İnsan ve hayvanı “ayıran” niteliksel bir özellik değildir. Tamamen empriktir, yani bir bebekken başlayan ve tüm süreç içerisinde duyuları ile algıladıklarını kodlayarak öğrenen mekanizmadır. Yeni bir durum, kavram algıladığında hafızada daha önce depoladıkları ile tasavvur ederek ve modelleyerek öğrenir, kavramlaştırabilir ve iletebilir. BİLİNECEK (%100-%0) şeyleri Zihin ile BİLİRİZ.
Zihin kendi başına bir “şey” değildir. Tamamen geçmişten depoladığı data ile çalışır ve bunlarla tasavvur ederek gelecek ile ilgili tasavvurlar, hayaller, modeller kurgular. Zihin, asla ÂN’da olamaz, ya geçmiştedir, ya gelecektedir. Zihin, varoluş ile ilgili sürekli soru ve sorunlar üretir, cevaplarını ve çözümlerini asla bilemez, bulamaz.
Hakikat, Tanrı, Varoluşun bilinemeyen soruları, Varoluşun anlamı, Âşk, Hakikat v.b. konular Zihin ile asla bulunamaz. Yüzlerce, binlerce düşünür, filozof, din adamı, bilim insanı v.b.leri binlerce yıldır Varoluş, Tanrı ve Hakikati zihin ile aradıkları için bulamamışlardır. Çünkü, Tanrı, Hakikat, Âşk, Varoluşun sırları “Zihin ile BİLİNECEK” şeyler değildir, Kalp ve FBS ile deneyimlenebilecek şeylerdir.
Zihnin görevi bunlar değildir. Zihin, somut dünyamızda işlerimizi yapmamızı, bilim yapmamızı, araba kullanabilmemizi, yemek yapabilmemizi, matematik problemleri çözebilmemizi, okuyup yazabilmemizi v.b. faaliyetleri yapmamızı sağlar. Görevi, yani uygun kullanım alanı bunlardır. Örneğin, yazıyı öğrenip yazabilmemizi Zihin ile yaparız, ne yazdığımız, yani yazının içeriğini ve anlamını Kalp ve FBS ile sağlarız.
________
ŞARTLANDIRILMIŞ ZİHİN : (yazılarda kısaltma olarak ŞZ şeklinde kullanılır): İnsan, bir bebek olarak bu DUNya Hayatına geldiği andan itibaren, yaklaşık 17-18 yaşlarına kadar, başta anne-babası, ailesi, yakın çevresi, okul, toplum, devlet ve genel insanlık tarafından zihnine empoze edilen ve “Hakikat budur”, “Dinimiz budur”, “İdeolojimiz budur”, “Ahlakımız budur” v.b. telkinleri ile oluşturulan ŞARTLANDIRILMIŞ ZİHNE sahip olur. Tüm etiket isimleri (dini, ideolojik, ırksal, sınıfsal, v.b.) bu Şartlandırılmış Zihnine empoze edilmiş “doğrularıdır”. Kişinin Karakteri denilen şeyin büyük bir kısmını da bu ŞZ oluşturur (diğer kısımları, Gölge (Umbra), Ego/Benlik, içgüdüler, kollektif bilinçaltı ve arkaik ilkel duygulardan oluşur). Kişinin Ahlakı, Kişinin Vicdanı denen şeylerin de benzeri şekilde büyük kısmını bu ŞZ oluşturur. ŞZ sahibi kişiler, bu ŞZ’lerini kazandıkları, aile, toplum, dinler, ideolojilere göre kamplara ayrılmıştır ve her biri kendi etiket isimlerini şuursuzca savunur, diğerlerini kötüler hale getirilirler. Bu durum, Anlam açısından kişiler UYANANA kadar böyle deneyimlenmesi için gerekli bir durumdur.
Hakikat arayışındaki kişi için ilk farkedilmesi ve kurtulunması gereken işte bu Şartlandırılmış Zihnidir., yani kendisine ait olmayan, kendisi tarafından derinlemesine analiz edilmeden zihninde hazır bulduğu ve asla sorgulamadan kabul ettiği; aile, çevre, toplum ve insanlığın geneli tarafından empoze edilmiş tüm etiket isimlerden, kurumsallıklardan, inançlardan, kavramlardan, ideolojilerden, tarafgirliklerden kurtulmalıdır. Bunların hepsi yanlış değildir tabiki. Fakat, kişinin kendi FBS’si ile anlamını gerçekleştirerek tekamül edebilmesi için öncelikle bu şuursuzca kendisine empoze edilmiş sıfatları, etiketleri bir yana koyması ve Hakikatin peşine düşmesi elzem olan ilk şarttır. “agnostizm (bilinemezcilik hâli), Hakikate en yakın yalandır” sözü ile kastettiğim bu hâldir.
_______
KALP: Bilinecek şeyleri Zihin ile BİLİRİZ. İnsan’da GÜVENİLECEK, HİSSEDİLECEK, SEZİLECEK şeylerin yazılımına KALP adını veriyoruz.
________
FUAD-BASAR-SEM’Â : (yazılarda kısaltma olarak FBS şeklinde kullanılır): Varoluşun anlamı ve Hakikat peşinde olduğunu söyleyen her kişinin farketmesi gereken en önemli ilk kavramlardan birisidir. İnsanı üst hayvanlardan ve diğer tüm canlılardan ayıran TEK NİTELİK FARKIDIR. Şöyle özet bir tanım yapabiliriz: işittiğini, gördüğünü, okuduğunu yani tüm duyuları ile dış dünyadan algıladıklarını ve iç dünyasındaki duygularını beraberce değerlendirebilerek, KENDİ BENLİĞİNİN FARKINDA OLABİLEN ve İYİYİ KÖTÜDEN, HAKKI BATILDAN, ADALETİ ZULÜMDEN v.b. tüm Zevcleri farkederek ayıklama yetisine sahip bilinç, ve bunlar arasında tercih yapabilecek yetkinlik/irade olarak tanımlayabiliriz. FBS, kişinin anlamlı bilinçli farkındalıkla aynı anda Zihni ve Kalbini birlikte kullanabildiği bir yazılımdır.
İşte insanı diğer tüm canlılardan ayıran tek özelliği budur. “Fuâd-Basar-Sem’â” kavramı el-Kuran Vahyinin, insanın anlamı ile ilgili ayetlerinde sürekli kullanılmış ve vurgulanmış kavram olduğu için bunu kullanıyorum. Bu FBS kavramı, “Tanrı’nın insana üflediği kendi ruhu” gibi muhteşem bir sembol tanımlama ile kullanılmıştır. Charles Darwin, İnsan’ın Türeyişi kitabında, o zamanki muhalifleri tarafından teorisine karşı getirilen tüm argümanları yerle bir ettikten sonra şöyle der: “Evet, gördüğünüz gibi Zihin, Lisan, Duygudaşlık, v.b. olgular İnsanı üst hayvanlardan ayıran nitelik farkları değildir. İnsanı, üst hayvanlardan ayıran tek nitelik farkı, nasıl olduğunu bilemediğimiz, insan yavrusunun BENLİK duygusunu nasıl kazandığıdır”.
___________
SÖZLÜK yazıları diğer kavramlarla devam edecektir.
https://www.facebook.com/lilyus12049
0 notes
kitapindiroku · 7 years
Text
Darwin ve Evrimin Bilimi Kitabı pdf indir pdf indir
Darwin ve Evrimin Bilimi 1859’da Türlerin Kökeni’nde İngiliz doğabilimci Charles Darwin canlı varlıkların doğal seçilim aracılığıyla değişimli türeme kuramını aç›klar: türler sabit değildir, en uyarlanmış formların başarılı olması yasasına göre çeşitlenip dönüşürler. Bir devrimdir bu: Yarat›c› fikri ortadan kalkar ve doğanın “öngörülü” bir plana göre yaratıldığı fikri de onunla birlikte çöker. Victoria İngilteresi’nde yandaşlarla karşıtlar arasında kıyamet kopar. 1871’de İnsanın Türeyişi ile Darwin insanı da hayvanlar dizisine katar. İnsan Eski Dünya maymunlarıyla ortak bir ataya sahiptir; atasındaki toplumsal içgüdüleri ve akıl yetilerini mükemmelleştirmek üzere insan seçilim karşıtı davranışlardan toplumsal bir avantaj çıkarmıştır: eğitim, hukuk, yardımlaşma, özgecilik, zayıf ve yoksulların korunması. Felsefeci ve bilgikuramcısı Patrick Tort, evrim biliminin başlıca kurucusu, barış düşünürü ve ahlakın soykütüğünün en önemli araştırmacılarından Darwin’in yaşamı ve yapıtına ışık tutuyor.
Doğabilim tutkusu, Beagle’da beş yıllık bir yolculuk, onlarca yıl süren çalışmalar sonucunda ortaya çıkan muazzam ve çok yönlü bir yapıt, Oxford savaşı, kamuoyunda yaşanan şok, fazlasıyla çarpıtılmış bir düşünceler bütünü. Biyolojik evrimin en üretken kuramcısını keşfetmek için 160 belge.
Darwin ve Evrimin Bilimi Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
onsoruoncevap · 9 years
Text
youtube
Evrimci amcalardan inciler.
 Evrimci amcalar bir video koymuş ve Evrim Teorisi Karşıtı 10 İddia ve Cevapları başlığıyla kimi evrim karşıtı iddialara kendilerine göre cevaplamışlar.
 Konuyu daha iyi kavramanız için aşağıya linkini koyduğumuz videoyu dikkatle izledikten sonra cevaplarımızı okumanız şiddetle tavsiye ederiz.
 = = =
 Sayın evrimci amcalar, teyzeler evrim karşıtları yaratılışçılar ve bilinçli tasarımcılar evrimin sadece bir teori olduğunu ve okullarda öğretilmemesi gerektiğini savunuyorlar buyurmuşlar.
 Yaptığımız araştırmalarda bunun tam tersini, evrim teorisi taraftarlarınca yaratılış ve bilinçli tasarım teorilerinin DİN İLE BİLİMİ BİRBİRİNE KARIŞTIRDIKLARI gerekçesi ile bilimsel bir teori sayılamayacakları, okullarda ÖĞRETİLMEMESİ GEREKTİĞİNİ, bu nedenle müfredatlardan çıkarılması konusunda yoğun çabalarda bulunduklarına şahit olmuştuk.
 Bilim yanlışların içinden doğruları ayıklayarak gerçekleri bulma çalışmalarıdır.
 Bu nedenle olguları, varsayımları sınarız; deney ve gözlemlerle kanıtlarla desteklemeye çalışırız.
 Bilim yapmanın tek şartı tarafsız, yanlışlara hatalara düşülebileceğini en baştan kabul ederek hiçbir şeyden korkmadan, çekinmeden özgür düşünebilme ve ifade edebilmedir.
 Yanlışlardan doğrular rahatlıkla bulunabilir.
 Eğer yukarıdaki iddia gerçek ise yanlış yapılmıştır.
 Okullarımızda yaratılış, bilinçli tasarım, tersinim teorileri ile birlikte evrim teorisi öğretilebilir, öğretilmelidir de.
 = = =
Sayın evrimci amcalar bu videoda evrim karşıtları tarafından en fazla kullanılan 10 iddiayı inceleyeceğiz bakalım evrim teorisi gerçekten yanlış mı buyuruyorlar.
 Önce şunu belirtelim ki incelenecek olan 10 iddia evrim karşıtları tarafından en fazla ortaya atılan on iddia değildir.
 Evrimci amcalarımız tarafından suya sabuna dokunmayanlarından ÖZEL OLARAK SEÇİLMİŞLERDİR.
 Yazımızın sonunda SUYA DA, SABUNA DA DOKUNAN bir bakıma evrimin temellerini oluşturdukları halde cevaplanamayan, cevaplanmaktan fersah fersah kaçılan birkaç SORUCUĞU hatırlatacak, sayın amcalarımıza yardımcı olmaya çalışacağız.
 Soru ve cevaplar büyük sayıdan küçük sayıya doğru yapıldığından değiştirmedik
 = = =
 İddia 10-Evrim termodinamiğin birinci kanununu (enerjinin korunumu) ihlal etmektedir.
 El CEVAP-YANLIŞ
 Evrim teorisinin büyük patlama ile hiç bir ilgisi yoktur.
Evrim, yaşamın nasıl başladığı ile ilgilenmez.
 Evrimin tek iddiası yaşam formlarının zamanla nasıl değiştiğinin açıklamaktır.
 Cevaba cevap- 
Evrimi bir teori değil de EVRENSEL BİR KANUN, TARTIŞILAMAYAN BİR GERÇEK olarak kabul ederseniz evrimi Big Bang (Büyük patlama=tersinime göre genişim evresi) ilişkilendirmek zorunda kalırsınız.
 Varoluş sorusunun yaratıldı ya da rastlantılarla oluştu olmak üzere yalnız iki cevabı vardır.
 En baştan bir Yaratıcı İradenin varlığı ret ve inkar edilirse bu; VAROLUŞ RASTLANTILARLA OLUŞTU cevabının kabulü anlamına gelir. Canlılıkta varoluşun en büyük ve önemli bölümüdür.
 Darwinin Türlerin Kökeni kitabında değinmemesi evrimin konuyla İLGİLENMEDİĞİNİ GÖSTERMEZ.
 Darwin’in canlılığın nasıl oluştuğu konusunda somutlaşmış bir fikri yoktu. Bu nedenle kitabında bu önemli konudan bahsedemedi.
 Nitekim yakın dostlarından Asa Gray’a yazdığı mektuplarında bu konudan, düştüğü ikilemden uzun uzun bahseder.
 Pek çok evrimci bilim insanı evrim, yaşamın nasıl başladığı ile ilgilenmez iddiasını yalanlayan çalışmalarda bulunmuş pek çok varsayımlar ortaya atmışlardır.
 Evrim, yaşamın nasıl başladığı ile ilgilenmiyorsa bu uzun ve yorucu çalışmalar neden ve niçin yapıldı?
 Evrim, yaşamın nasıl başladığı ile ilgilenmez demek evrim teorisinin bu konuda bir cevap bulamamanın ve bunun ortaya çıkardığı acizliğinin açık bir itirafıdır.
 Cevaptaki orkestra benzetmesi ise cevap vermeye değmeyecek kadar saçmadır.
0 notes