"Fakat Müzeyyen, beni hatırlamış olman canımı öylesine yaktı ki bir bilsen, çünkü hatırlamak için önce unutmak gerekir. Senin beni unutmuş olmana katlanamıyorum."
''artık sevdiği kadını özlemek ve akşamları ona hikâyeler vermek için, sabahın kör vakitlerinde, şehrin bir yerlerine giden adamın hikâyesine devam edebilir miydim? edemezmişim gibi geliyordu. bilmiyordum.''
"Ağlamayan kadın, ağlatacak kadın, derdi bir arkadaşım. Ama benim içimde tuhaf bir huzur vardı. Bütün bu kalabalık dağıldığında, sevdiğim kadınla başbaşa kaldığımda omzumda ağlayacağını biliyordum. Gözyaşlarını benim için saklıyordu."
Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün Kızılderelileri yenilir, Spartaküs kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere ‘giden kişinin özgürlüğü’ olarak bakıp ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine…
Ağlamayan kadın ağlatacak kadın derdi bir arkadaşım.Ama benim içimde tuhaf bir huzur vardı.Bütün bu kalabalık dağaldığında sevdiğim kadınla evde baş başa kaldığımda omzumda ağlıycağını biliyordum.Gözyaşlarını benim için saklıyordu.
Tütünümü, anahtarımı aldım, evden tam çıkıyorum, bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol, bana uygun bir ruh önerebilirdi
"Müzeyyen hiç flört etmiyordu. Gözlerini kaçırmıyor, heyecanlanmıyor, dili sürçmüyor, dudaklarını ısırmıyor, kendinden bahsetme konusunda en küçük bir heves göstermiyordu, ya beni etkilemek gibi bir derdi yoktu, ya da beğenilmeye çok alışkındı."