Birisine karşı öfke ya da kızgınlık kadar yoran bir şey yok insanı. Sanki üzerinde kilolarca yük taşıyormuşsun gibi. Kalbin ağırlaşıyor kaldıramıyorsun artık o yükü ve altında ezilmeye başlıyorsun. Bir süre sonra da hangi yükün altında ezildiğini bile göremiyorsun.
Ama en ağırı ne kızgınlık ne de başka bir şey, sadece ve sadece kırgınlık. Kızgınlık, öfke, nefret hepsi geçiyor zamanla ama kırgınlık kalıyor kalbinin bir köşesinde. Affettiğini sanıyorsun sen ama içindeki sen affetmiyor ve saklıyor hep o kırgınlığı. Bi köşede kalıyor ve en zamansız anda çıkıveriyor karşına, tam düzelttim her şey yoluna girdi dediğinde en derinlere gömdüğün o mezardan dirilip karşına dikiliyor. Sonra bir de bakıyorsun ki hiç ölmemiş o duygu. Sen sadece baskılamışsın ya da başka yöne bakmayı tercih etmişsin. O sadece anı kollamış. "Ben varım, gitmedim." demek için senin ona bir bakış atmanı beklemiş. En ufak geriye dönüşünde de sana kollarını sarmış ve seni yeniden o zamanlara çekmiş. Sen yine o kurtulduğunu sandığın bataklıkta çaresizce çırpınmaya başlamışsın ama seni yine gören, görse bile kurtarabilen olmamış...
10 yılı var fotoğrafın..İnsan içi ile ısrarla muhakeme ettikçe yine ısrarla geçmişe döner ve ozamanda olsaydım diye sorar sanırım..Siz ne sıklıkta soruyorsunuz bunu bilmem ama bir senedir ben bu döngüde buluyorum kendimi..
hayatın en güzel yıllarını hatrına getirdiğinde; hiç gerçekten aşık olmamışsın, canın yanmamış, kazanmamış ya da kaybetmemişsin, hiçbir şey görmemiş daha öğrenmemişsin. tam bir bahar havası başında, burnunda deniz kokusu zaman zaman, sımsıcak bir güneş ara sıra, en sevdiğin arkadaşınla cıvıldadığın sokaklar, kordonda kahve kokusu, akdeniz'de portakal çiçeklerinin mevsimi… dokunduğun her şeyin ruhuna işlediği bir hassaslık… ne toz uçmuş ne çamur sıçramış ne nasır tutmuş…