Tumgik
#gündelik hayat
cilginfizikcilervbi · 2 years
Text
Gündelik Hayat: Sıkıntı ve Muğlaklık
Gündelik Hayat: Sıkıntı ve Muğlaklık
Gündelik Hayat: Sıkıntı ve Muğlaklık Şu sıcak yaz günlerinde hepimizin hayal ettiği şöyle güzel bir tatil. Ama maalesef hayatın bize dayattığı ve bizim yaşamımızı devam ettirmek için yapmak zorunda olduğumuz sorumluluklarımız bulunuyor. Kimisi yaz okulunda, kimisi sabahın erken saatlerinde başlayan işinde… Hayat her gün biraz daha zor ve biz hayatta kendimize yer bulmak için sürekli bir yarış…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
sokakttabiryazarvar · 8 months
Text
Selam!pat diye başlamak istemem elbette ama gerçekten de tumbrl mükemmel bir platform. Ben burda bir nevi içimi dökmek isterken bazı insanların da bunları okuduğunu kafamdan silmişim😅. Her neyse bundan asla huzursuz olmadım elbette.Geçenlerde-dün-Amerikan ev arkadaşı deneyini bitirdim. Yazarın kalemi gerçekten çok akıcı. Rosie ve Lucas çifti çok tatlıydı. Arada da böyle romantik komedi okumak lazım.Mesela benim devamlı okuduğum bir kitabim var. Lordlar ve Varisler. Kitap biraz uzun bölümlü. Fantastik. Ama aynı zamanda da akıcı bir kitap denilebilir.böyle anlatmak hoşuma gitti. Teşekkürler.
5 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Seçim Hayatı Kuşatırken....
Tumblr media
Doğrunun yerini çoktan eğrinin aldığı bir acayip zamanın içindeyiz. Debelenip, bir o yan, bir bu yana devinip duran yoğun kitlelerin yaşadığı hayat kırıklıklarının esamesini açıkça anlatacak bir kelam kalmadı, bırakılmıyor, bırakılmayacak. Bütünüyle, eğrinin, yalanın o yanlışlar silsilesinin insafına terk edilmiş, her günü bir sınava dönüştürülen insanların tüm o hayatlarına düşürülen gölgelerin ne şeceresi tutuluyor, ne de bir dibi olup olmadığı artık biliniyor. Genel geçer değil, doğrudan var edilmiş olagelen her cürmün, hemen her gün ol iktidar pratiklerinden çıkagelen hamlelerin sunduğu tahayyül bu eğrelti hali bir biçimde şu yaşama demirliyor. Tümüyle, birbiriyle bağdaşık bir sarmala rehin edilen ülkenin belki de yegane hakikatini o eğrelti hal alıyor. Ne mananın, ne meselin, ne yolun, ne yordamın hiçbir biçimde tam aksettirilmediği, anlaşılmadığı yerde acılara ortaklık süreğen kılınıyor.
Yaşam eksiltilirken buna da alışırsınız buyruluyor. Çizgiler birbirine geçmiş, haklar çokça talan olunmuş, adalet laf, hürriyet haybeye, demokrasi biçare kılınmış bunlardır layığınız diye çıkageliyor muktedir. Eğrelti bir halin içerisinde handiyse doğruların tamamının tam tekmil tarumar edildiği bir menzil gerçekliğidir buluştuğumuz odak. Tümden güvencesiz, hiçbir biçimde hukuka zemin bırakmayan, günü ayrı geleceği apayrı çalan bir devletliye ait düzende eğrelti / eğri bir haller yekununda ülke dönüştürülmeye çalışılıyor. Cebe giren hırsızın eli tarumar ettikçe, aç gözlülüğünü gösteriyor. Tümden çürümenin rotasında tüm o ehveni yitiren ülke gerçekliği görünür kılınmaya devam ediliyor. Bir temsiliyet bay bay diye anılırken beriki elinde oyuncak edilmiş olan koltuk / düzen / sistem devam etsin de isterse kıyamet kopsun buyruluyor. Bir yandan yangın devam ederken mutfakta, gündelik yaşamın tam ortasında aralıksız üçüncü sayfa haberleri kırımlar, cinayetler, gasplar var ediliyor. Bunlarla kalsa yeterli gelecek diye bildirilenin üstüne bir siyasal islamcı, bayağı fundamentalist bir akımın cilalanıp, parlatılması var ediliyor. Her şey yasak, her şey suç, her söz eylem, her eylem bir günah denilerek var edilen bütün eğrelti hal daha da sabite kavuşturuluyor. Bunlarla tek bir iyi gün var edilebilir mi?
Siyasetin pragmatist tavırlarının, oy / seçim gümbürtüsünün kıyısında meramı çok ama çok kıymetli bir isim olan Selahattin Demirtaş’ın bir bahsini Gazete Duvar’dan şuraya aktaralım: “HDP'nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, gazeteci Cüneyt Özdemir’in, Altılı Masa'nın Mutabakat Metni ve adayın önemine ilişkin sorularını yanıtladı. Demirtaş, Millet İttifakı'nın açıkladığı ortak metne ilişkin, "Tümden bir kenara fırlatılacak bir metin değil ama hem eksik hem de benim düşünceme göre metnin pusulası bozuk" dedi.
Demirtaş'ın Özdemir'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
'Halkın Bir Kısmında Karşılık Bulacak'
Sayın Demirtaş, nasıl buldunuz? Metne yönelik eleştirileriniz var mı?
Her şeyden önce, çok sayıda kişinin yoğun emeğiyle ortaya çıkmış bir metin olduğu için eleştirmeden önce hakkını teslim etmem lazım. Altı değişik partinin yan yana gelerek bu çalışmayı ortaya koymuş olması önemlidir. Elbette metnin bütününde iyi ve doğru şeyler yapma çabası var, bunu görmek gerekir. Dolayısıyla tümden bir kenara fırlatılacak bir metin değil ama hem eksik hem de benim düşünceme göre metnin pusulası bozuk.
Neden derseniz çünkü hep devleti gösteriyor, halkı ve bireyi değil. Yani metin devletçi bakış açısıyla kaleme alınmış, devleti büyütmeyi, her alana müdahale eden yaygın bir devleti hedeflemiş.
Devletin güçlü olması ile büyük olması birbirine karıştırılmış. Devletin müdahale alanlarını azaltıp küçülterek de güçlendirebilirsiniz. Oysa demokrasilerde formül şudur: “Az devlet, çok toplum.” Metin bu pencereden bakmamış. Bu yönüyle ideolojik bir tercihi de ifade ediyor. Özgürlükçü devlet yerine güvenlikçi devlet, zaten ilk etapta bu şekilde inşa ediliyor. Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiş oluyor.
Devlet dediğimiz mekanizma, toplumun kılcal damarlarına kadar bir defa etki etti mi giderek otoriterleşmesi, kontrol manyağına dönüşmesi engellenemez. Metin bu yönüyle bize, yeni bir demokratik devlet mimarisi vaat etmiyor, var olan otoriter devleti düzenliyor, yeni kurumlar ekleyerek devleti daha da büyütüyor. Oysa yapılması gereken şey sivil alanı özgürleştirmek ve genişletmek olmalı. Devlet birçok alanda destekleyen, ön açan, yasaklamayan, teşvik eden pozisyonda kalarak demokratik toplumun güçlenmesine alan açmalı. Demokratik devlet dediğimiz şey esasında bu zaten.
Ancak bu metin, teknokrat bir bakışla devletin dökülen sıvalarını, patlayan borularını onarmayı hedeflemiş. Ekonomide neo liberal çözümlerin ötesine geçememiş, özgürlük alanlarında da radikal demokrasi yerine devletin liberal özgürlük penceresinden bakmış.
Tabii ki tüm bunlar bilinçli bir tercih çünkü Millet İttifakı sağ bir ittifak. Dolayısıyla ortaya çıkan metin de dünyaya sağdan bakmanın sonucu. Durum böyle olunca kolektif haklar, grup hakları, sınıf hakları hiçbir şekilde metne yansımamış. Mesela metnin Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı hakları, Alevilerin inanç ve eşit yurttaşlık talepleri, kadın bakış açısı da son derece sıkıntılı. Toplumsal cinsiyet kimliği penceresinden eşitlik ilişkisi kurmak yerine, erkek devletin kadına birtakım haklar lütfetmesi olarak ele alınmış. Zaten sunumun yapıldığı salon da erkek bir salondu.
Emekçilerin grev hakları, sendikal özgürlükler, eylem ve yürüyüş hakları, işçilerin sosyal güvence ve iş güvenliği hakları, LGBT+’ların ayrımcılığa uğramaktan kaynaklı beklentileri gibi temel konuların yanından bile geçmemiş. Demokratik ekonomi dediğimiz kooperatifleşme, vergi adaletinde emeğin gözetilmesi, bütçenin yapılması aşamasında emekçilerin katılımı, yatırım planlamalarına işçi sendikalarının katılımı gibi konular böylesi metinlerde olmaz. Neden? Yukarıda da belirttiğim gibi bu metin devletin çatısında oturup oradan aşağıya ve sağa doğru bakılarak yazılmış. Sokakta halkla birlikte ve sola dönerek yazılsaydı başka bir metin ortaya çıkardı.
Sonuç olarak bu metin yetmezliklerine rağmen halkın bir kesiminde karşılık bulacaktır. Çünkü halka daha iyisinin olabileceği anlatılamadı, gösterilemedi. Bu da Türkiye'de solun eksiği ve sorumluluğudur. Emek ve Özgürlük İttifakına düşen de bu eksiği tamamlamak, halka başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermektir.
'Aday Önemli Ama...'
Aday ne kadar önemli bu süreçte?
Aday, tüm bu süreçleri kırmadan, dökmeden, küstürüp dağıtmadan yürütebilecek yetenekte olmalı ki hem seçim sürecinde hem sonrasındaki geçiş sürecinde başarılı olabilsin.
Burada, adayın kişisel bilgi birikiminden çok, koordine etme ve orkestrasyon özelliği öne çıkmalı. “Ben tek başıma yaparım” diyen bir aday zaten tek adam olur, çıkar. Bu nedenle aday önemlidir ama tek başına da çok fazla anlam ifade etmez. Bu iktidarın enkazı ancak dürüst, tecrübeli, birikimli, devasa bir ekiple çalışılarak kaldırılabilir.”
Tek bir yönüyle değil, doğrudan muktedirin kendisi ve ortaklarıyla var ettiği bir ucube yer daha nereye kadar sömürülecektir bunun telaşıdır dile getirilen. Karşıtı olarak konumlanıp altı farklı bakışın nihayetinde sağcı / en iyimser tahminle muhafazakarlığın dibinden tek tip bir akıma teslimiyetçiliğin vaaz edildiği bir menzilde, soldan bir pratiğin zikredilmemiş olmasına dair endişedir bildirilen. Tu kaka, denilerek ötekileştirilen bir siyasi çatının, bugüne bugün onca yıpratma ve yok saymaya rağmen Türkiye’deki üçüncü bir yolun, bir iradenin temsilin neden önemli olduğu bir kere daha eksikleri bildirebilmek için nasıl bir yolun takip edilmesi gerektiğini işaret eder Demirtaş. Belki de bundan çok önemli bir isimdir. Siyasi aksiyonun mot-a-mot kendini tekrar edebilen ezberci aklına, pragmatist söylem ve bütünüyle yıkıcı / yok edici / hakir görücü zihniyetine karşı altı milyon civarındaki oyun sahibi bir çatıdan bir ismin suna geldikleri bütün o eğrelti yanlış ve hatalar girdabındaki ülkenin istikametteki cerahate karşı bir ön alma çabasıdır. Tabi ki sesini duyana, sahiden de bunca yıkımın, bağnazlığın karşısında nihayetinde tastamam ol ön yargılara rehin olmayanlar için bir uyarıdan fazlasıdır Demirtaş’ın suna geldiği.
Genel geçer değil, doğrudan ve kesintisiz bir biçimde yaşam aksiyonu zehirlenmeye halen devam olunurken, iki benzeş ve sağcı pratiğin gümbürtüsü arasında her şey kördüğüm kılınmaya devam olunur. Aydın'da bir toplu açılış törenine katılan baş amir, muhalefeti kaba sözlerle hedef almış ve "14 Mayıs'ta bunlara öyle çakalım ki bir daha bellerini doğrultamasınlar" ifadelerini kullanmışken mesela her şey yerle birdir. Harap virandır gibi gibi. Hayal kırıklığının, hayattaki var olma mücadelesine vurulan ketlerin yanında bir de bu bitimsiz hizaya çekmelerin arasında bir yeni yol çizilmeye devam olunuyor. Ötesi, berisi, ama ve fakatsız cürmü, eril dille var edilmiş tahakkümü, içinde “fallus” olmadan çıkartılamayan işleri, fetihleri, vurgunları, zaferleri sıraya dizmeye devam olunsun isteniyor. Bütünüyle memleket bir beş sene daha akp eliyle yensin, dizilsin, hizada tutulsun! ne olur ki buyruluyor. Bir yanda her an dağılmaya hazır ve nazır bir koalisyon, öte yanda her gün daha açıktan tehdidin bini bir para çoğaltmaya devam diyen, gücün hala kendisinde olduğunu bildiren bir cerahat odağı, seçim böyle olur mu? Seçeneksizlikler seçiminde, Demirtaş’ın, HDP’nin, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın savuna geldiği, söylemeye gayret ettiklerini şimdi düşünmeyecekseniz, ne zaman düşünecektir bu ülke? Düzen kendi oyununu kurmaya devam ederken bunca eğrelti, pespaye, her durumda hayata kastını güncelleyen bir şekil, haldeyken bir kez olsun, sorgulayan olacak mıdır, yol nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: AP Photo / Euronews Türkçe
1 note · View note
dipnotski · 1 year
Text
Ekrem Işın – İstanbul’da Gündelik Hayat (2023)
İnsanlığın varoluş haritasında İstanbul, imparatorluklar dönemi boyunca hep yönetici gücün merkezini temsil etti. Roma, Bizans ve Osmanlı, bu merkezin etrafında şekillenen birer medeniyet dairesi olarak tarihte yerlerini aldılar. Tarihe bu açıdan bakmak ve onun sayfalarında insanlığın macerasını okumak demek, bir bakıma Anadolu, Balkanlar ve Akdeniz’in göğünde parlayan bu göz kamaştırıcı yıldızı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
saatdili · 1 year
Text
Magazinkazani - Gold
İnternetin yeni sosyal içerikli platformu, kısa sürede kaliteli içerikleri ile beğenilen sitelerin başında gelmeyi başardı. En popüler haberler, önemli bilgiler, özel haberler bu sitede hayat buluyor. Gündelik hayatta kullanabileceğiniz pratik ve yararlı bilgileri size sunuyor. Kaliteli yayın politikası ile en doğru ve güvenilir yazıları yayınlıyor. Keyifli zaman geçirme portalı olarak popülerliği artıyor.
Puk kodu nasıl öğrenilir, gizli instagram hesabı görme ve benzeri pek çok önemli konuların cevabını bulabilirsiniz. Bazı konularda birçok kişiye sormak durumunda kalıyor, bazen de yanlış bilgiler ile zaman kaydedebiliyoruz. Yapılan bazı hataların ise ciddi olumsuz sonuçlar çıkarabildiğini deneyimliyoruz. Doğru ve güvenilir bilgiyi, en anlaşılır şekilde aktaran site; ziyaretçi sayısını günden güne arttırıyor. Keyifli ve yararlı zaman geçirmeniz adına siteyi ziyaret edebilirsiniz.
591 notes · View notes
epifizz · 8 months
Text
Dünden beri her yerde Oğuzhan Uğur'un yeni röportaj fragmanı var. Herkesin bir yapay zekayı mor etmesi üzerinden sevinç naraları atması bir bana mı aşırı tuhaf geliyor? Diğer bir mesele de bir yapay zeka "mor" olabilir mi?
Sophia her şeyden önce aslında yüz yüze etkileşim kurabilen bir chatbot, diyalog kurmak için tasarlanmış. Yani veri havuzundan beslendiği diyalog örneklerinin çeşitli kombinasyonlarını kullanarak cevaplar geliştiriyor en basit ifadesiyle. Bu noktada Sophia'ya konuşuyor diyemeyiz çünkü aslında o sadece konuşulmakta olan dilin kullanıldığı örneklemleri kıyaslayarak uygun şekilde bir çıktı sunuyor. Kelimeleri ve bağlamların anlamını ayırt ettiğini de söylemek zor, gramer olarak kuralların içindeki konumunu yani cümlenin gramatik işlevlerini muhakkak ki ayırt ediyor ancak gerçek hayattaki karşılığını anladığını düşünemeyiz çünkü gerçek hayat deneyimi olmayan bir şeyden bahsediyoruz. Videoda insanları teknolojiyle girdiği ilişkide zavallı görmesi onun zavallılığın sosyal statü farklarının bilincinde olduğu anlamına gelmiyor. Wittgenstein bu noktada çok iyi ve hızlı matematik soruları çözen bir insanı düşünmemizi istiyor, bu insana dahi gözüyle bakarken bir hesap makinesini neden dahi olarak yorumladığımız gerçeğini irdeliyor. Aradaki fark matematiğin gündelik hayatımızdaki işlevselliği üzerinden aslında o insan için anlam dolu bir boyut kazanmasından kaynaklanıyor. Diğer makine daha kusursuz bir yeteneğe sahip olmasına rağmen aslında ne yaptığının onun için bir anlamı olmadığı için sadece bir ölçüm aleti olmaktan ya da ölçümlerin kaydedilmiş tüm kombinasyonlarını listeleyen bir alet olmaktan öteye gidemiyor. Ancak herhangi tek bir matematiksel değerin onun için bir anlamı olsaydı, sayının ölçüm değerinin gerçek hayattaki işlevselliği üzerinden kullanılabilir bir değeri olsaydı bir motivasyona sahip olurdu ve bu motivasyonun sonucunda onu farklı yorumlamamız gerekirdi.
Öte yandan şayet bu dahi insanın sadece matematik problemleriyle uğraştığını, yeme, içme veya sosyalleşme etkinliklerini neredeyse hiç sergilemediğini düşünürsek de o zaman bu insanı "robot" gibi yorumlamaya meyil edeceğimiz gözlemini yapıyor Wittgenstein. Dil de aslında özneler arası insani olan yaşamın bir sembolikleştirmesi olduğu için bu chatbotlar ne kadar başarılı diyaloglar sürdürseler de aslında onların "konuşmadığı" anlamına geliyor. Çünkü her şeyden önce bir niyetleri bulunmamakta, bu sebeple yalan ya da gerçeği söylemek gibi bir motivasyonları da, politik kaygıları da veyahut beğenilme ya da nefret edilme korkuları olmadan yalnızca öğrenilmiş girdilere uygun çıktılar üretmeye odaklı oldukları söylenebilir. Yani iletmekte oldukları mesajı iletmek için hiçbir sebepleri yok, çünkü ilettikleri mesaja anlam katabilecekleri bir deneyim ve dolayısı ile değer alanları yok. Yalnızca iletilmesini doğru bulmaları sebebiyle ilettiklerini söylemek yanlış olmaz sanırım.
Özetle: Siri ne dediğimi anlamıyor, Siri benim dil kullanımımda spesifikleşmiş bazı talep beyanlarına dönük arz ilişkilerinin kombinasyonlarını hafızasında tuttuğu için doğru girdiye dönük çıktı verebiliyor sadece.
O zaman bir yapay zekanın kibirli olması da olası değildir. Üstünlük ya da aşağılık için çeşitli değer kavramları olmalıdır, ahlaki yapılara dair bir yaşamı olmalıdır ya da en azından insan gibi sosyal yaşama muhtaç olmalıdır. Bu noktada bir yüze sahip olması ve vokal vurgulara da sahip olması bizde bir niyet izlenimi yaratmak içindir. Yüz ona gönderilen iletiye dönük bir reaksiyon olduğunda anlaşıldığımıza dair bir illüzyon yaratır bize. Ki Sophia'nın gerçek büyüsü de budur, bize Turing testini sorgulatmaya yaklaştıran bir deneyim sunmasıdır, daha fazlası da değildir. Sophia bu anlamda medyatik bir proje olması bakımından da sivri dilli olması olumlu geribeslemelerle desteklenmiştir bence. Medyadaki varlığı süresince şirketine para kazandıran bir ürün olduğu gerçeğini unutmamak gerekir.
Sonuç olarak: Bir yapay zeka robotların insanlardan üstün olduğuna inanmaz, alçak olduğuna da inanmaz çünkü en azından günümüz için yapay zekanın üstünlük ya da alçaklığa karşılık gelecek bir deneyimi ve dolayısı ile zihinsel imgesi yoktur. Ancak medyadaki varlığının para kazandırdığı gerçeğini düşünürsek ve bir yapay zekaya robot-insan kıyaslaması sorusunun ne kadar sık sorulduğunu (ve sorulacağını) düşünürsek bu konuda herkesin konuşacağı "kibirli" bir konuşma yapacak olmasının çok da sıra dışı olmadığını ancak yine de olası gelecek açısından ilginç bir prova olduğu düşünülebilir. Yine de bir yapay zekaya laf sokmak ve onun da öncesinde ona karşı alınmak; öteki konumuna koyduğun ve herhangi bir niyete sahip olmayan o zihinde, aslında kendi "Öteki" imgelemenden referans alarak bir niyet atadığın anlamına gelir bir noktada. Yaşanan bu olay sonucu gururlu bakışlarla devam eden onaylama süreci ise sanırım oradaki insanların deneyimin aslında oyunsal boyutunu algılayamadığını gösterir. Sophia'yı insanlaştıran ya da zekileştiren diyaloglar içerisinde kendini konumlandırışı değildir, diğer insanların onu konumlandırdığı noktadır. Sunucunun bizzat kendisi Sophia'yı ciddiye almadan gülerek yanıtlar verseydi seyircinin kafasındaki algı tamamen değişecekti.
Oyun bozucu olmanın iki yolu vardır: Oyunu ciddiye almamak ya da gereğinden fazla ciddiye almak. Çok ciddiye alınan bu deneyimde, program fragmandan farklı çıkabilir ancak fragmanda bana göre çıkarılacak tek ders öteki ve ona atanan niyet nezdinde insanların nasıl bir cemaat haline gelebileceği gerçekliğinin güzel bir örneği olmasıdır.
57 notes · View notes
zepii · 14 days
Text
Şimdi gündelik hayatın sade gürültüsü, kuru düzeni kuşatırken sessizliğimi. Ardına saklandığım kelimeler kadar bir hayat. Ölmeden önce okunacak, yazılacak bir kaç kitap..
9 notes · View notes
arkeolog · 5 months
Text
Yeni tanıştığım kişilerle artık belki istemsiz, belki de bilinçli bir tasarrufa yöneliyorum. Eşya tasarrufu ya da minimal hayat tarzı gibi bir şey bu. Gündelik bir konudan, kısa bir sohbetten sonra nereli olduğunu, nerede yaşadığını ve hatta adını bile sormamak... Tam anlamıyla tanışmaya geçmeye tenezzül etmemek... Kendi gelecek dünyamdan o kişiyi tasarruf etmek...
17 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 3 months
Note
sen de insanların klasik/ romantik şekilde ayrıldığını düşünüyorsun
başka kim öyle ayırıyor? ben ayırmıyorum. romantikler ve diğerleri olarak ayırdığım oluyor. bu aralar üşenenler ve üşenmeyenler olarak ayırdığım da oluyor. takati olmayanlar ya da kifayetsiz muhterisler. herhangi bir şeye heyecan duyanlar ve duymayanlar, metronun gelişini donuk gözlerle izleyenler, izlemeyenler. vb. vs. ama, kimseye klasikler dediğim olmuyor. gündelik hayat o derece akademik bir ortam değil sanki.
8 notes · View notes
dumanlikafalar · 3 months
Note
En sevdiğin karakter Sinan mı?
En sevdiğim değildir tabi ama bana en çok benzeyen karakter o. Gündelik hayat konusu, yaşantı, yalnızlık, fazla konuşmayı sevmeyen, düzene karşı, sisteme karşı, okulla ilgilenmeyen, saçma sapan inançlara ayak uydurmayan, kafasını sürekli meşgul etmek için uğraşan ve etrafında hiçbir zaman ailesini göremediği icin. Bana benziyor diyebilirim.
17 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Mezar Taşlarında Başlık , Sembol ve Süslemeler
Kavuklar
Burma sanklı kavuk: XVI. ve XVII. asırlarda yoğun olarak görülen bu kavuk cinsine, padişah sandukalarında, sadrazam, vezirler ve üst seviye bürokrat kabirlerinde rasdanmaktadır.
Kallavi kavuk: Daha çok sadrazamların, vezirlerin ve üç ya da dört tuğlu paşaların taktığı kavuk türü olup 12 adet tespit edilmiştir. Gündelik hayatta yeri olmayan bu tören kavuklarının mezar taşlarında kullanımı tamamen semboliktir.
Mücevveze kavuk: Sarayda yüksek rütbelilerin tören kavuğu olan mücevveze kavak XVII. asırdan itibaren görülmektedir.
Örfi desarlı kavuk : Orta ve alt tabaka ulema tarafından kullanılan bu tür başlıklar zaman içinde yaygınlaşarak bir tarikata bağlı müridler tarafından kullanılır olmuştur.
Katibi Kavuk : Bu kavuk cinsini kullananlar hakkında kesin bir bilgi söylemek zordur. Ancak katiplerin kullandığı kavuk olarak maruf olduğundan katibi olarak adlandırılmıştır.
Fesler
1829 yılında Sultan II. Mahmud döneminde giyilmesi mecbur hale getirilen fes kırmızı renkli keçeden silindir şeklinde bir başlık türüdür. İlk olarak nerede kullanıldığı hakkında kesin bir şey söylemek zordur. Osmanlı’ya Fas’tan geldiği için fes adını alan bu başlık türü imal edildiği dönemin padişahının adına nispede Mahmüdi, Azizi, Mecidî veya Hamidi adlarını almaktadır. Fesin kenarında bir püskül sallanması da adettendi. Mahmudi ve onun devamı olarak da görebileceğimiz Mecidi fesin altı dar üstü genişçedir. Azizi fesin ise Mahmudi fesin tersine altı geniş üstü dar ve daha kısadır. Hamidi fes, yine alttan daha geniş ancak üstü azizi festen daha büyükçedir. Fes şapka kanunun kabul edildiği 1925 yılına kadar kullanılmıştır.
Fes her kesimden insanın kullandığı bir başlık türü olduğundan mezar taşları üzerinde yer alan feslere bakarak meslek veya sosyal sınıf ayrımı yapabilmek imkansızdır. Fesin kullanılmasıyla başlığa göre ortaya çıkan farklılıklar da kalkmış bulunmaktadır.
Tarikat Taçları
Tarikatlara ait başlıklar hazirelerde kendilerini hemen belli ederler. Mevlevilerin uzunca ve altta genişleyen başlığı bu gün en çok bilinen tarikat taçıdır. Mevlevi şeyhlerinin başlarında ise sikkenin alt kısmına dolanan destar görülmektedir. Bektaşilerin kullandığı on iki terkli Hüseynî ve dört terkli Edhemî taçlar da Mevlevi sikkeleri gibi ilk bakışta anlaşılabilirler. Diğer tarikat taçlarında ise başlığın üzerindeki dilim sayısı belirleyici olmaktadır.
Bayramîler altı terkli, Celvetiler ise on iki terkli başlık kullanmaktadırlar. Bunlardan başka Kadiri, Nakşî, Sünbuli gibi daha pek çok tarikat tacı mezar taşlarında başlık olarak yer almıştır. Melamiyye tarikatine mensub olanların mezar taşları diğer bütün taşlardan ayrı bir şekilde yapılmaktaydı.
Sembol ve Süslemeler
Ağaçlar
Hayat ağacı: Orta Asya kökenli bu ağaç en yaygın kullanılan ağaç motiflerinden biridir.
Servi ağacı: Elif harfi gibi uzun ve düz olduğundan vahdetin sembolüdür. Serviler rüzgarda sallanırken çıkardığı “Hu, Hu” sesiyle Allah’ı zikrettiğine inanılır. Yalnız Osmanlı’da değil hemen bütün Akdeniz kültürlerinde servi mezarlık ağacı olarak kullanılmıştır.
Hurma ağacı: Kabirde yatan kişinin hacı olduğuna işaret eder. Bol meyveleriyle canlılığı ve bereketi temsil eder.
Asma: Asma da tıpkı hurma ağacı gibi bolluk ve bereketi temsil eder.
Çiçekler
Lale: Ebced hesabıyla rakam değeri Allah ve hilal kelimeleriyle aynı olduğu için kutsiyetine inanılır.
Gül: Mezar taşlarında gerek şahide (baş) taşlarında gerekse ayak taşlarında ve başlıklarda sıkça kullanılan gül, Hz. Peygamber’in remzidir.
Sümbül: Halvetîliğin Sünbüliye kolunun sembolüdür.
Meyveler
Meyve sembolü ölümsüzlüktür. Zira dünya hayatının meyvesi ebedi cennet hayatıdır. Meyve geleceğin tohumunu da bünyesinde barındırır. Mezar taşlarında meyve tabağı içinde yer alan nar, armut, incir, üzüm erik kayısı ceviz limon hurma gibi meyveler hayat, bolluk ve bereketi temsil ederler. Bitkisel modflerin dışında kullanılan bazı sembolleri ise şöyle sıralayabiliriz:
Kandil: Anadolu mezar taşlarında çok görülen bu motif, mevtanın yolunu aydınlatıcı olarak düşünülmüştür.
Geometrik motifler: Kökü Orta Asya’ya bağlanan bu motifler kendi içlerinde sonsuzluk ve süreklilik gösterdikleri için Allah’ı hatırlatırlar
Hançer: Eyüpsultan’da birkaç örnekte gördüğümüz hançer motifi dünyayla ahireti birbirinden ayıran ölümü tasvir etmektedir. Eğer çocuk mezarları üzerinde görülürse bu genç yaşta hayattan ayrıldığını sembolize eder.
Osmanlı Devleti’nde özellikle XVIII. asnn sonu XIX. asrın başı itibariyle moda olan batı tarzı sanat anlayışı, kitap süsleme sanatından mimariye, musikiden mezar taşlarına kadar her alanda etkili olmuştur. Barok ve rokoko kıvrımlar, rumilerin, hatayilerin, geometrik süslemelerin yerini almıştır. Eyüpsultan da yaklaşık 450 seneye yayılan zaman diliminde mezar taşları görülebilir. Son iki yüz yılda daha fazla gömü yapılmasından dolayı son dönem baş tarzı süsleme anlayışı, Eyüpsultan hazirelerinin genel süsleme görüntüsünü oluşturmaktadır. Ancak bu süsleme anlayışı batıdan gelmişse de oradakilerin kuru bir taklidi olarak uygulanmamış, Osmanlı zevki içinde yoğrularak bu medeniyete has bir üslup kazanmışür.
20 notes · View notes
haziranzede · 4 days
Text
kaba, eğtimsiz cahil, amaçsız insanlardan uzak durmak ruh ve bedne sağlıgı için en önemli şey..bu hayatta en büyük konfor gündelik hayatta görüşeceğin insanları seçe bilme hakkıdır. seçtiğimiz insanlar azalıp, maruz kaldıklarımız çoğaldıkça hayat komforumuz düşüyor.
dün bir kitapda okudum inanılmaz hoşuma gitti .bazı insanlar düş kırıcıdır. düşlerimizi, hayallerimizi anlatamadığımız, yargılandığımız yerde mutlu değiliz, o insanlarda bizim yakınımız değiller zaten .
3 notes · View notes
yolaemanet · 7 months
Text
"Hayat sevdiğimiz insanlardan ibaret değil, sevgiden ibaret. İnsanlar gider ama onları sevmiş olmamız bitmez. Sevgi bitimsiz ve ölümsüz bir şey. Sevdiklerimizi ona emanet etmeliyiz, bedenlerine değil."
Böyle dedim Burak'a. Ağaçtan düşenin halinden yine ağaçtan düşen anlıyor. Ben daha düşmedim. Düşmek istemem. Yine de konuşuyorum bol keseden.
Birkaç dakika geçiyor. Unutuyorum bunları.
Of, ne olacak bu işler, dememle kalıyor gündelik.
22.31
8 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #239 - Karşı Radyo (19.07.2022)
Tumblr media
"Doymak nedir bilmeyen bir oburlukla memleketin altı üstüne getirilmeye devam ediliyor halihazırda. Tüketilen kaynakların, yok edilmeye çalışılan doğanın, olabildiğince varlığı sıfırlanmaya çalışılan emeğin tümünün, her şeyin ve hepsinin karşılığında zorbalık rejimi mutlak bir iradeyle sıfırlamaya devam ediyor. Hayatın ucuz, bedelsiz addedilmiş olan her detayında tasarruf hakkını kendisinde bulan bir cüretin suna geldiği yegane şey çok daha fazla baskı / daha aleni bir çalma çırpma eylemidir. Yedikleri, götürdükleri, iç ettikleri ol milyar dolarlar gibi, kamusal müştereklerin de talan edilmesinin sonsuzluğu dahilinde bir kere daha sınırsızlığını imler ak parti. Herkes konuşurken onlar çoktan icraatın dibine tam da köküne inerler. Ülkenin yüzde seksen beşi ile doksanının yoksulluk sınırı kılınmış olan asgari ücrete tamah ettirildiği bir yerde, yüzde bir ile ikilik creme de la creme tabaka ile o iktidardan nemalanan yüzden beş ile on arasındaki bir zümrenin hayatı vur patlasın çal oynasın kıldıkları dokuz günlük bayramlık mesaileri ilerleme olarak zikredilir. Dönemin tam da sureti olan, birkaç on liraya su, birkaç yüz liraya lahmacun, birkaç on bin liraya ancak var edilen akşam yemekleri, bilmiyoruz gündelik ücreti kaç yüz dolarlık kiralanan sahalar, localar, zıkkımın kökleri, alt alta üst üste Alaçatılar, Marmarisler, Bodrumlar ve daha nereler nereler / kimler kimler ile peşkeşler, yeni kasetler, anlaşmalarla yapmacık değil doğrudan yağma güncellenir. Doymak nedir bilmeyen oburlukla iç eden piyonların varlığı bir başarı hikayesi gibi sunulur." sesli meram
podcast image credit: statue:::simon lee:::unsplash
0 notes
dipnotski · 1 year
Text
Burcu Kalpaklıoğlu – Fetvayla Yol Göstermek (2023)
“Bayan fetva odası”, vaizelerin gün boyunca telefonla arayan kadınlara fetva verdikleri odanın ismi. Burcu Kalpaklıoğlu, vaizelerin verdiği fetvaları ve fetva verme yollarını inceleyerek modern seküler bir kurumda icra edilen “geleneksel” bir pratik aracılığıyla etik, siyaset ve dinin nasıl iç içe geçtiğini ve vaizelerin her bir tekil durum için fetvaları nasıl yeniden yorumladıklarını analiz…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
berkb · 25 days
Text
Zihnimin içinde bir kale inşa ettim yıllar içinde. Fikirler, hikayeler, konseptler, filmler, diziler, insanlarla tartışmalar, duygusal mevzular, arkadaşlarımın problemleri, kendimin görevleri ve dahası. Sanki bir odada olan diğerini etkilemiyormuşçasına sohbetlerde birinden öbürüne geçiyorum. Hayat profesyonelce oynanması gereken bir oyunmuş gibi kendime dair olan mevzuları bile kendimden dışarıda tutup değerlendiriyorum, bir çıkar yol arıyorum. Bütün bu süreçler içerisinde de hisler yoluyla olan biteni sadece deneyimlemeye alan kalmıyor.
Bu kalenin içinde bir odadan öbürüne uyanıkken rahatça geçebilsem de rüyalar aleminde karmaşık labirentler içinde kendimi buluyorum. Önce siyasi figürlerle köyümde toplanmışken ve bir mevzudan dolayı bilmediğim kişilerden kaçarken dışarıdan gelen çöp kamyonu sesiyle uyanıyorum. Dalıyorum bir daha uykuya, bu sefer on senedir görmediğim ilkokul arkadaşlarımdan biriyle üniversiteden tanıştığım başka biri köprüden geçerken ayaklarına ağaç kökleri sarılıyor, bana sesleniyorlar, ben de kökleri koparmak için bıçak ararken kendimi bir kafede buluyorum ve onları tamamen unutuyorum. Uyandığımda bakıyorum, dünyada neler olmuş diye, savaşlar ve bombalar devam ediyor. Koyuyorum kafamı yatağa, sadece nefesimi dinliyorum belki yeniden uykuya dönerim diye ama yok, gece çoktan bitmiş.
Gün içerisinde dolduruyorum kafamı bir sürü bilgi yığınıyla ve atlıyorum hayatı, gece uykuda başlıyor hatırlayamadığım fakat en azından deneyimlediğim olaylar. Sanki bütün günümü uykuya hazırlanıyormuş gibi yaşıyorum.
Gündelik hayatın monotonluğu ve hava durumları haricinde değişmeyen tekrarlılığı öylesine içimi bunaltıyor ki, herhangi bir kitabı bile sadece hayal edebilmek için okuyor, arkaya bir video açtığımda gözlerimi kapatıp söylenenleri kafamın içinde canlandırıyorum. En azından arada sırada ufak da olsa yeni bir düşünce fark ediyorum.
Birey olarak yaşamanın sınırı bu herhalde. Herhangi bir grubun gündelik hayatın içinde doğrudan parçası olmadan insanın kendine bulabileceği günü geçirme yolu hayaller dünyasının imkanlarıyla bir şeyler yaratmaya çalışmaktan ibaret. Gel gör ki, insanın buna kapasitesi olmasına rağmen yaşam amacı bu değil. Bir aile kurup çocukların iyiliği ve geleceği için çalışmaktan öte inandırıcı bir sebep bulmak fazlasıyla güç. Sorumluluk almak, taşınamayacak bir yükü sırtlanmak gerekiyor ki insan kendini aşabilsin. Zihnin uç bölgelerinde keşifler yaparak olacak iş değil bu.
2 notes · View notes