Tumgik
#epiküros
yorgunherakles · 1 year
Quote
sen olmayacaksın, başka bir şey olacaksın, evrenin şimdi ihtiyaç duyduğundan farklı bir şey olacaksın. sen istediğin için değil, evren sana ihtiyaç duyduğu için doğdun.
epiktetos - diatribai
19 notes · View notes
aynodndr · 5 months
Text
Kendine yeterliliğin en güzel meyvesi, özgürlüktür...
[Epiküros]
5 notes · View notes
arkeolog · 1 year
Text
ZAMAN nedir?
Zaman nesnel midir yoksa öznel midir? Günümüzde herkes bu düalist soru sorma tarzının arasında gidip gelirken, insanlık tarihinde zamanın anlaşılmasına ilişkin Aristoteles’ten beri söylenmiş kanımca en bilgece sözlerden birisi neredeyse hiç dikkate alınmaz.
İlgili sözler Karl Marx’a aittir. Marx yaygın inanışa göre filozof değildir. Oysa Marx, birisi Atina dönemi diğeri Helenist dönem filozofu olan Demokritos ve Epiküros üzerine doktora tezi yazmıştır. Bunu eski Yunanca, Latince, Fransızca, Almanca kaynakları araştırarak yapmıştır.
Marx’ın zamana ilişkin ilgili belirlemesi şöyle: “Zaman insanın kendisini gerçekleştirdiği mekandır.” Ne kadar dahice söylenmiş bir sözdür bu. Bir cümlede hem zamanın mekan ile ilişkisi kuruluyor (zaman mekanda gerçekleşir), böylece aynı zamanda hem zamanın nesnelliği yakalanır hem de nesnel zamanın insan tarafından öznel olarak yapılandırıldığına dikkat çekilir. Zaman mekanda vukuu bulur. Tüm hareketler mekanda olur, oluşur ve sonsuza kadar sürer gider. Ama insan zamanın bu doğal akışına müdahale eder, onu birimlerine ayırarak onu şekillendirir.
Böylelikle insan zamana kendi mühürünü de basar. Bu, onun tarih dediğimiz şeyi yaratmasının da ön koşuludur. İnsan zamanı kendisi açısından yapılandırmakla doğal tarihin için ve üstüne toplum tarihini yaratmaya başlar. İşte emek kavramı bu bağlamda devreye girer. Marx’ın emek kavramını araştırmak aynı zamanda onun mekan ve zaman kavramlarına dair kuramsal düşünmenin tarihinde gerçekleştirdiği büyük devrimi de araştırmak demektir? Nedir öyleyse zaman? Nedir “emek zamanı”? Marx’ın zaman kavramına dair oluşmuş olan tüm gizemleri çözer.
Şimdi Das Kapital’i felsefi bir metin olarak oku(ya)mayanlar işe yeniden başlayabilir. Zaman kavramı hakkında emek kavramından bağımsız düşünmek aslında kendini zamanın doğal tarihiyle sınırlamak demektir.
Oysa Aristoteles, insanı anlamak için özellikle insanın yapılandırdığı zamanı araştırmamızı salık verir.
Doğan Göçmen
7 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Anayasal Ahlak Anlayışı ve 2023 Seçimleri Öncesi Çözümlemeler
Kötülük kimin eseridir? Organize kötülük nedir? Kötülük yaratanın eseri olabilir mi?
Bu sorulara yanıt vermeden önce bu konuda daha önce sorulmuş ve yanıtı aranmış anlamlı sorulara bakmak gerekir.
Epiküros demiş ki;
✓ Tanrılar kötülükleri yeryüzünden kaldırabilir mi veya kaldıracak mı veya istese de kaldırabilir mi; yoksa bunu yapamaz mı, yoksa yapmayacak mı, veya nihayette Tanrılar hem yapabilir ve hem de yapmak istiyorlar mı?.. Eğer Tanrılar yeryüzünden kötülükleri kaldırmak istiyorlar da kaldıramıyorlarsa o zaman onlar her şeye gücü yeten değillerdir. Eğer yapabilirler de, yapmak istemiyorlarsa o zaman onlar iyiliksever değillerdir. Eğer onların kötülüğü kaldırmaya ne güçleri ne de istekleri varsa o zaman onlar ne her şeye gücü yeten, ne de iyilikseverlerdir. Ve son olarak eğer Tanrı’lar kötülüğü kaldırma gücüne sahipseler ve kaldırmayı istiyorlarsa o zaman kötülük nasıl ortaya çıkmıştır?
Laikliği hedef alan iktidar ve muhalefet odakları varken konuyu daha derin bir açıdan bakarak günümüze getirmek ve çözümleme yapmak durumundayız.
Anayasa tanrının bir emri değil ki onu kendimize ilke edinelim dememin amacını düşünmek zamanıdır.
David Hume ise Epiküros'un sorduğu soruların yanıtı alınmadığını söyleyerek yeni sorular sormuş;
✓ Tanrılık kötülüğü ortadan kaldırmayı istiyor mu, yoksa buna gücü mü yok? Gücü var da niyeti mi yok? O zaman kötü niyetli midir? Tanrı kötülüğü kaldırmak için hem güce sahiptir ve hem de istekli midir? O zaman kötülük niye vardır?
Padişahları tanrının yeryüzünde ki temsilcisi olarak kabul gören bir zihniyet ülke yönetiyor ve muhalefet buna kol kanat geriyor ise laiklik devrimi yapmış bir ülkenin yurttaşları olarak buna sessiz kalarak rıza göstermemiz mümkün değildir.
Bu soruların tek bir yanıtı var. İnsanlar tanrılar yaratmaya devam ettiği müddetçe bu sorunlar çözümsüz kalacaktır. Kötülük insanın eseridir, tanrıların değil. Hiçbir tanrı kendine yüklenen misyondan haberdar bile değildir. Ve tanrı yarattığı hiçbir canlıyı kötülük için yaratmamıştır. İnsan tanrının kendisine verdiği olanakları yaratan adına kötüye kullanmayı maharet saymış ve kötü çok olduğu veya kötü çoğaltan sistemli çabalar yüzünden dünya kötülüğe mekan, insan da kaçınılmaz kötü olmak durumunda kalmıştır. İnsanların karnını doyurmak için kötülerin işlerinde çalışarak, kötülüğe hizmet ederek, kötülüğü karın doyurma pahasına yaşatması buna en güzel örnektir.
Laiklik kötülüğün yaşamasına izin vermeme devrimidir.
Prodikos, tanrıların varlığının ancak insanın ruhsal yaşantısı bakımından açıklanabileceğini; yani dinin, insanlar tarafından pratik amaçlar göz önünde tutularak ortaya konmuş olduğunu öne sürer. Aynı düşünceyi geliştiren Kritias, tanrıların ve dinin, zeki kralların ve prenslerin, uyruklarına baş eğdirmek için ortaya attıkları uydurmalardan başka bir şey olmadığını söyler.
Beşeri yasaları dine uydurmak ya da genelin yararına devrim ile yapılan yasalar yerine dini koymak isteyen niyetlerin amacı toplum gözünde yaratan adına meşruluk kazanmaktır.
Genelin yararını düşünmeyen devrim dışı beşeri yasalar adalet anlayışı aslında güçlüye ve egemen olana yararlı, güçsüze zararlıdır. Yaşanmış bütün tecrübeler yasaların kendini güçlü sanan güçsüzler tarafından, kendilerini korumak ve gerçek güçlülerin elini kolunu bağlamak amacıyla ortaya çıktığını söyler.
İnsan kaynaklı ve genelin yararı yerine güçlü olanların yararını koruyan yasalar ile doğal yasalar arasında karşıtlık vardır. Genelin yararını koruyan beşeri yasalar doğal yasalara uyumludur. Çünkü insanlar doğal yasalar ve devrim yasalarına göre eşittir. Sınıf, soyluluk, yönetici ve yönetilen ayrımlarının, kurulu sömürge düzenini sürdürmek için insan kaynaklı bir tarafa yontan yapay yasalar bu eşitsizliği bozmuştur. Ayrıcalıklı olmayı üreten, halk yararına devrim yıkıcılığını savunan taraflı beşeri yasalardır.
Yetki ve maddi erki elinde bulunduran her güç bunu dine dayandırmadan ve toplumu cahil bırakarak buna inandırmadan sömürge düzenini sürdürülebilir yapmaları mümkün değildir. 12 Eylül askeri darbesini yapan Kenan Evren'e mektup yazan holding sahibinin amacının ne olduğunu burada aramak gerekir.
Toplumu temsil edecek makamlara seçilecek kişilerin kimler olacağını toplum dışında güçlerin belirlediği seçimler demokrasi olmadığı gibi bu yöntemle yapılan her seçimde halk bu oyunun bir figüranı olarak kullanılarak dayatma meşrulaşmış olur.
Bu oyunu bozmanın yolu halkın kendi kendini yönetmesini sağlayacak partisiz parlamenter sistemdir.
Bugün ki sistemde her siyasi parti halka karşı ayrı bir gizli niyet yapılanmasıdır. Çünkü her siyasi parti bir kişiye bağlıdır. Hangisi kazanır ise kazansın ülke o kişiye ve gizli niyete teslim olacak demektir.
Nasıl olacak? Çok basit; her il vekillerini seçer ve meclise gönderir, meclis içinden toplumu temsil edecek makamlara seçilecek kişilerin meclis içinden vekiller tarafından seçilir. Hükümet meclis içinden seçilir. Seçenler hükümete halk yararına muhalefet eder, gerekir ise hükümeti değiştirir. Bu yöntemle halk yönetim ile arasına başka kötü niyetli güçlerin girmesini engeller.
Hiçbir güç kendi adamını halka medyayı kullanarak algı değiştiremez ve seçim sonuçlarını etkileyerek kendilerine hizmet edecek olan zihniyeti halka onaylatamaz.
Partisiz parlamenter sistem halk ne derse o olur demektir. Halkın istediği de ortak akıl Anayasa'ya uygun hukuk kurallarına uygun kendilerine hizmet edilmesini sağlamaktır. Yetkiyi halktan aldıktan sonra halka hizmet etmektir.
2023 yılında ki seçimler üzerine bir beyin fırtınası yapalım. Bir kişiden kurtulmak adına bir kişi arıyoruz. Oysa aramamız gereken kişi değil ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda yöntem arayışı olmalıdır. Halktan bu talep gelmeyince oyunu değiştirmeden oyuncu değiştirmek peşine düştüler. Bunun dışında halkın aleyhine kendilerinin ve ayrıcalıklı sınıflar lehine her hile adına bir araya gelenler halkın genel yararına bir araya gelmiyorlar demektir.
Anayasal ahlak nedir?
Anayasal ahlak şudur; ulusu temsil ve ulusun parasıyla ulusa hizmet etmeye anayasaya uygun hizmet edeceğine namus ve şeref üzerine yemin etmek demek değildir. Ettiği bu yemine uygun davranmak, davranmayanların yetkisinin elinden alınması demektir. Tüm yetkileri bir kişiye teslim eden bir toplum Anayasaya uygun hareket etmeyenleri nasıl görevden alacak? Seçimler ile bile görevden almak mümkün değildir. Başkası kazansa bile sadece tek yetkili kişi değişmiş olacaktır.
Ya tek kişi yetkisine sahip olmak için aday olanlara ne demeli? Tüm yetkileri tek bir kişiye teslim eden sistemde yönetime talip olmanın bile ahlakı tartışmalıdır.
Bu toplum nasıl bir tuzağın içine düşürüldüğünün bile farkında değildir.
Anayasal ahlak konusu sadece yemin etmek ve yemine sadık hizmet etmekle sınırlı bir konumudur? Hayır.
Anayasal ahlak bir sonraki seçimde de Anayasa'ya uygun seçim yapabilmektir.
Örneğin Anayasa bir kişi en fazla iki kez Cumhurbaşkanı seçilir diyorsa o kişinin görevi bittikten sonra yeniden seçilmesinin engellenmesi de bir Anayasal ahlaktır.
Üçüncü kez aday olma olanağı olmayan mevcut Cumhurbaşkanı muhalefete diyor ki sizin bir adayınız yok. Muhalefet çıkıp Anayasal ahlak gereği demiyor ki sen kendin aday olamıyorsun ki önce sen kendine Anayasa'ya uygun bir aday bul.
Muhalefet iktidar olmak istiyor ise bu düzenin bir ortağı değilse ve Anayasa değiştirmek gibi bir oyunun hilenin içinde yer almayacak ise bunu kullanır. Kullanmıyor ise çalınan minarenin kılıfı hazır demektir. Ne demek bu?
Mecliste gücü olan muhalefet partilerinden biri veya ikisi Anayasal değişikliğe ve mevcut Cumhurbaşkanı'nın yeniden aday olmasını sağlayacak desteği verecek demektir.
Destek veren siyasi parti veya partilerin ahlak testini o zaman göreceğiz.
Oysa seçimler yapılmadan önce meclisin ortak kararı ile Anayasa'nın 2023 seçimlerinin partisiz parlamenter sisteme geçilerek Cumhurbaşkanı ve Başbakanın kim olacağına ulusun karar vereceği bir seçim sistemi değişikliği yapılmalıdır.
Aksi takdirde yeni bir kişi seçilse bile bir sonraki seçimde yine yeni bir kişi aramak ya da seçim yapılmadan yönetilen bir ülke durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz.
Bunun dışında her seçim yöntemi kötülük üretir. Hiçbir gücün merhamete gelmesini, demokrasiye dönmesini, yalanlarına inanarak zaman kaybedip kendi lehlerine olan düzenden vazgeçeceklerine inanmamalı bu tür aldatıcı yanılgılara kanmamalıyız.
Acıyan, acınacak duruma düşer. Bugüne kadar bize acımayanlara biz neden acıyoruz?
🗣️ Demokrasi; bireysel tercihleri toplumun geneli adına ortak akla, ahlaka ve yarara dönüştürme becerisidir.
] Önder KARAÇAY [
6 notes · View notes
felsefebilim · 3 years
Text
Seneca’nın Bilge Kişisi
Tumblr media
Seneca, Stoacı ahlak görüşüyle tanınan Romalı bir düşünürdür. Aynı zamanda Epiküros gibi hazza yaşam-ahlak teorilerinin temelinde yer vermiştir. Kendisi, Stoacı filozoflar gibi madde dünyasının dışında başka bir dünya olmadığını söyler. Erdem, bilgelik gibi kavramlar tek tek durumlar üzerinden oluşmuştur. Seneca’ya göre ahlaklı yaşamak doğaya uygun yaşamayı gerektirir. Bu da bilgeliği getirecektir. Çünkü zamanın toplumu vahşi hayvanlardan oluşan bir topluluk gibidir. Hazza yönelip; korku bilmeyen, elemden uzak, ölümden korkmayan insanlar ancak bilge kişiler olabilirler.
48 notes · View notes
okanb · 6 years
Text
Cicero'nun da dediği gibi keşke neyin doğru olduğunu da, yanlışı fark ettiğim kadar kolay bulabilseydim.
93 notes · View notes
vincentsekiz · 4 years
Text
FELSEFENİN KISA TARİHİ
     Felsefenin kısa tarihi, Nigel WARBURTON tarafından yazılıp ilk basımı 2011 yılında yapılmış kitap. Ülkemizde ise ALFA yayınları tarafından 2015’te ilk basımı yapılmıştır. Kitap ülkemizde o kadar çok sevilmiş olmalı ki benim elimde bulunan kitabın baskı numarası ‘’41’’ . Ülkemizde bir felsefe kitabına bu kadar ilgi görmek göz yaşartıcı. Hatta yazar bu durumla alakalı tweet dahi atmıştır.
    Kitap, felsefenin doğuşundan günümüze kadar kronolojik bir biçimde önemli filozofları ve onların önemli argümanlarını sunuyor. Sokrates’ten Marx’a , Augustinus’tan Freud’a kadar önemli filozları bir araya getiren bu kitap, Batı felsefesine nereden başlamalıyım sorusuna yanıt arayanlar için çok güzel bir seçenek. 40 bölümden 359 sayfalık bu kitabı okurken kendinizi felsefe tarihinin en önemli sorularına yanıt ararken buluyorsunuz. İlk neden, tanrı problemi, iyilik , ahlak ve birçok konu üzerinde kafa yoruyorsunuz. Gayet akıcı bir üslupla kaleme alınan bu eseri elinizden kolay kolay düşürebileceğinizi sanmıyorum.
Bu yazımda bölümler ve filozofların fikirleri hakkında eleştiri ve yorumlarımı parça parça paylaşacağım.İlk parçada 5 bölümün incelemesini yapacağım.
 BÖLÜM 1: SORU SORAN ADAM SOKRATES VE PLATON
  Yazar, Sokrates’in kişilik özelliklerini hoş tasvirlerle okuyucularına aktarmıştır. Atina sokaklarında gördüğü herkesle sohbete girmesini, onların doğruluğuna sonsuz inanç duyduğu fikirlerini sorularıyla çürütüp, aslında hiçbir şey bilmediklerini göstermekten ne kadar zevk duyduğunu görüyoruz.  ‘’Değer verdiği bilgelik türü, argümana , akıl yürütmeye ve sorular sormaya dayanır. Önemli biri doğru dedi diye bir şeye inanmaya değil.’’ Kısacası Sokrates insanlara şu mesajı iletmeye çalışıyordu: Sorgulayın. Her şeye körü körüne inanmayın. En temel inançlarınızı bile sorgulamalısınız. Yetiştirildiğiniz ortamda size empoze edilmiş birsürü yalan  yanlış bilgiler olabilir. Sorgulamanız durumunda yanlışlardan arınacağınızı savunuyordu Sokrates. Bu fikirler günümüzde bile insanları uyuşturup sömüren kesimin korkulu rüyasıdır. Her dönemde de böyle olmuştur. Sokrates, doğruluğu savunduğu için idam edilmiştir.
   ‘’Sokrates’i böyle bilge kılan şey, durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya daima istekli olmasıdır.Yaşamın ancak ne yaptığınızı düşünürseniz yaşanmaya değer olduğunu söylemişti. Sorgulanmamış bir varoluş koyunlara uygundur, insanlara değil.’’
  Bildiğiniz gibi Sokrates,yaşamı boyunca hiç eser bırakmamıştır. Onun fikirlerini ve yaşamını Platon’dan öğreniyoruz. Tabii Platon’un bunları yazıya geçirirken Sokrates’İn ağzından kendi fikirlerini öne sürdüğünü düşünenlerde vardır. Bunu ayırt edebilmemiz pek mümkün değildir.
  Bölümde Platon’un mağara benzetmesi ve en ünlü eseri Devlet üzerinde durulmuş. Devlet kitabını da mutlaka okumanızı öneriyorum. Platon’un Devlet yapısı kimileri için uygudur ama benim için değil. Filozofların yönetimi elinde bulundurduğu, yalanlarla ve baskı ile oluşturulan totaliter bir rejim planlıyordu Platon. Mutlu devletin ancak bu şekilde olacağını düşünüyordu.
BÖLÜM 2: ARISTOTELES
     İÖ 384 yılında doğan Aristo, Platon’un öğrencisidir. Lakin fikirlerinin pek uyuştuğunu söyleyemeyiz. Hocasının formlar teorisini reddetmiştir. Aristo’ya göre doğru yaşam, aklımızı temel aldığımız yaşamdır. Doğru davranışın doğru karaktere, doğru zamanda doğru duyguyu hissetmenize bağlı olduğunu düşünmüştür. Çok bilinen düşüncelerinden biri de Altın Orta öğretisidir. İki zıt kutup arasında ortayı tutturmanın yaşamı daha iyi kılacağını öne sürmüştür.
 BÖLÜM 3: PYRRHON
     Pyrrhon şüpheciliği iliklerine kadar yaşayan bir filozof. Hiçkimsenin hiçbir şey bilemeyeceğine kendini adamıştır. Şüpheciler her şeyi sorgulardı. Şu an bu yazıyı okuyorsunuz. Buna nasıl emin olabilirsiniz? Belki de bir düş içerisindesiniz. İşte bir Pyrrhon gözünden hayat. Yazarın ‘’Pyrrhon’un onu koruyacak arkadaşları olmasa hayatı çok kısa olurdu’’ fikrine katılıyorum. Bir uçurumdan, kayalıktan kendinizi attığınızda bunun intihar anlamına geleceğini, hayatınızı yitirmeseniz bile yüksek ihtimalle bundan sonra sakat bir şekilde yaşamanızı sürdüreceğiniz fikrine sahipsinizdir. Duyularının onu yanılttığını düşünen Pyyrhon sizin gibi düşünmüyor. Kayalara atlamanın sağlığına zarar vereceği bile onun için kesin değildir. Pyrrhon şüpheciliği böyle uç noktada yaşamıştır.
 BÖLÜM 4: EPIKUROS
  Epikuros, felsefenin insan hayatına etki etmesi, yön vermesi gerektiğine inanıyordu. Felsefe fayda sağlamalıydı. Sade yaşam tarzı, nazik olmak ve dostlarınızın sizinle olmasına bağlamıştı yaşamanın en iyi yolunu. Acıdan kaçıp, hazza ulaşılmalıydı.
  Epikuros’un çok sevdiğim düşüncelerinden biri de ölüm korkusu üzerine olan fikridir. Ölümden korkmamanız gerektiğini şu şekilde açıklar Epikuros: “Ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa, ben yokum” . Ölümü deneyimleyemezsiniz. Çünkü ölüm gerçekleştiğinde siz orada olmayacaksınız. Ölüm,hayattaki bir olay değildir. Dolayısıyla ölümden korkmanın mantıklı bir tarafı yoktur. Var olmayacağı zaman hakkında endişe duyanlar içinse özetle şöyle konuşmuştur: Doğmadan önce geçen sonsuz zaman hakkında endişe duymuyorsanız, öldükten sonraki sonsuz zaman hakkında da endişe duymamalısınız. Epiküros tanrının yarattıklarıyla ilgilenmeyeceği düşüncesindeydi. Bu düşünceler tanrı inancı olan insanlar tarafından benimsenebilecek düşünceler değil. Eğer böyle düşünceleriniz yoksa, korkmanız için sebep yok. İnançlı biriyseniz, Epikuros’un fikirleri sizi tatmin etmeyecektir.
BÖLÜM 5: EPIKTETUS, CICERO, SENECA
       Filozofça tavır, değiştiremeyeceğiniz şeyleri kabullenmektir. En azından Stoacılar bu şekilde düşünmüştür. Kan bağınızın bulunduğu kişileri sevmiyor musunuz? Onları başka insanlarla değiştiremeyeceğinize göre kafaya takmaya gerek yoktur. Elinizden gelen bir şey yok. Stoacılar sadece elimizde olan şeyler için endişe duymamız gerektiğini düşünür. Duygularımızın iplerinin bizim elimizde olduğunu, en üzücü olaylarda bile duygularımıza hakim olmamız gerektiğini söylemişlerdir. Olaylar karşısında nasıl tepki vereceğimiz bizim seçimimizdir. Hatta stoacılar duygularımızı kontrol etmenin yeterli olmadığını, onlardan kurtulmamız gerektiği öne sürmüşlerdir. Bunun ne kadar insancıl sonuçlar doğuracağı tartışılır.Yapay zekadan bir farkımız kalır mı ? Robotlaşmış varlıklara mı dönüşürüz?
    Epiktetus’un öğretisi ‘’Bedenlerimiz birer köle de olsa zihinlerimiz özgür kalabilir.’’ düşüncesiydi. Bu fikirler sizlere uçuk gelmiş olabilir ama tarihte benimseyen ve başarıyla uygulayan örnekleri vardır. Amerikalı savaş pilotu James Bond Stockdale’in hayat hikayesini gözden geçirmenizi öneririm.
   Cicero gerçek bir entelektüeldi. Siyasetçi, şair, hatip, avukat ve filozoftu. Geniş bir çalışma alanı vardı. Günümüzde hala takip edilen bir filozoftur. Kitapta ‘’ Yaşlılık Üzerine ‘’ adlı eseri üzerinde durulmuş.Yaşlanma süreci karşısında tutunulması gereken tavırdan bahsedilmiştir.
  Seneca da oyun yazarı, siyasetçi ve iş insanıydı. Çoğu insana günün 24 saat olması az gelir. Sürekli yapacağı şeylere vakit yetiştirememekten şikayetçidirler. Dahası hayatın da kısa olmasından yakınmaktadırlar. Seneca bunun zamanı yönetemediklerinden olduğunu düşünür.
    Aslında her şey için yeterli vaktimiz vardır. Hayatımız da kısa değildir. Ama siz en değerli hazinemiz olan zamanı boş işlerle çarçur ederseniz daha çook şikayet edersiniz. Ben zamanımı düzgün kullanıyorum ama çok işim var, çok sorumluluğum var vakit yetiştiremiyorum vs. gibi bahaneleri kendinizi kandırmak için kullanıyorsunuz. Tabiiki bunu herkes için söylemiyorum. Çok ağır şartlarda çalışan ya da iyi şartlarda çalışsa da bütün gününü çalışarak geçiren insanlar var ki günümüz dünyasında insanlar bu hale getirildi. Ama yine de yapmak istedikleriniz için vakit ayırabileceğinizi düşünüyor  Seneca. Enerjinizi boş işler peşinde harcamak yerine doğru işlere yöneltirseniz şikayetleriniz de biter. REDD’in dediği gibi ‘’müsvettesi yoktur ki zamanın’’. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunun bilincine umarım iş işten geçmeden varırsınız.
 Seneca zamanı herkesten uzakta keşiş gibi yaşayarak geçirilmesi gerektiğini düşünyordu. Artık ancak emekli olduktan sonra yapılabilecek bu düşüncenin – zengin bir  ailede doğmadıysanız- geçerliliğini koruduğunu düşünmüyorum. Ona göre var olmanın en verimli yolu felsefeyle uğraşmaktı.
Vincentsekiz
16.07.20
Kaynakça
Felsefenin Kısa Tarihi, Nigel Warburton,2019, ALFA Yayınları
2 notes · View notes
felsefesitesi · 4 years
Photo
Tumblr media
Epikür(MÖ.341-270) ya da Epiküros Epikürcülük ekolünün kurucusu antik Yunanlı filozoftur. Samos Adası’nda Atinalı bir ailede doğmuştur. Aristoteles ile Demokritos’tan etkilenmiş, Platon’a muhalif olmuştur. Kendisinin 300’ün üzerinde eser yazdığı söylenmekle birlikte günümüze üç adet mektubu ve fragmanlardan oluşan iki adet aforizma seçkisi ulaşmıştır. Kendisi hakkındaki bilgileri Lucretius, Laertius ve Cicero gibi ardılı yazarlardan alıyoruz. https://www.dmy.info/epikur-kimdir/
4 notes · View notes
cansurerblog-blog · 6 years
Link
Epiktetos Kimdir?
https://www.cansurer.com ‘da Epiktetos hakkında biyogrofi, felsefe tarzı ve akıl dolu sözlerini paylaştık. 
Heiropolis, Frigya’da köle olarak doğan Epiktetos, M.S. 55 – 135 yılları arasında yaşadı. Aslen Yunan olan Epiktetos, yaşamı boyunca Sokrates ve Diagones’i örnek aldı. Savunduğu düşünce biçimi Stoacılıktı yani; ‘’Mantık aklın hareket yasasıdır ve mantığın kurallarına başvurmadan akıl, hakikati bulamaz’’ düşüncesini savunurdu.
DEVAMI SİTEDE
0 notes
kunyekultursanat · 3 years
Text
TANRI VARSA NİYE Mİ KÖTÜLÜK VAR?
TANRI VARSA NİYE Mİ KÖTÜLÜK VAR?
Serdar AKMAN  Dünyada çok fazla acı var. Depremler, seller, felaketler, hastalıklar doğal kötülüğün; cinayet, işkence, tecavüz ise ahlaki kötülüğün örnekleri. Bundan yüzyıllarca yıl önce Epiküros, “Her şeye gücü yeten mutlak iyi bir Tanrı nasıl olur da dünyadaki bunca kötülüğü hoş görebilir?” diye sormuştu. “Eğer Tanrı kötülüğü durduramıyorsa mutlak bir güce sahip değildir. Öte yandan kötülüğü…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
the-mustache-guy-la · 4 years
Text
Y.5. Einzelgänger Youtube Kanal Incelemesi
Tumblr media
Geçtiğimiz hafta itibariyle farkına vardığım bir durum da son dönemde izole bir hayat sürdüğüm oldu. Ve bu durumun yarattığı konfor alanını yıkmak için epeydir görüşemediğim insanları ama sosyal medya mecralarından, ama telefon mesajlarıyla, ya da yüz yüze buluşma imkanım varsa bir çay, kahve içmek bahanesiyle dürtüp görüşmek için kendimi zorladım. Çok da güzel oldu. Uzun süredir görüşemediğim epey bir insanla tekrar sohbetimizi tazeledik. Ve hatta ‘hasretle kucaklaştık!’.
Geçen hafta içerisinde de bir süredir görüşemediğim bir kaç arkadaşımla buluştum. Bunlardan birisi de eski dans partnerim oldu. Kendisiyle olan dostluğumuz farklı milletlerden olsak dahi oldukça kuvvetli temeller üzerine kurulu bir dostluk. Kendisiyle gündelik uğraşlar, hayat nasıl gidiyor, neler yapıyoruz, dans vs konuları konuşulurken, ben tabii ki yüz yüze sözlü iletişime geçtiğim hemen herkese yaptığım gibi yine, farkına varmadan, sazı elime alıp, susmak nedir bilmeden konuşmaya başlamışım. Ve dans ettiğim dönemde de genellikle ortamda Türkçe konuşan tek kişi olmamdan ötürü, İngilizceme yüklenmiş olduğum birkaç yılın sonrasında artık Türkçe’deki akıcılığım ve dominasyonumu İngilizce’de de yakalamaya başladım. Sohbetimizin belli bir noktasında benim muhabbetimi gözünüz kapalı dinleseniz, herhalde kırlarda, dağda, bayırda hoplayıp zıplayan bir ceylan gözünüzün önüne gelirdi. Çünkü o esnada bir konudan bir başka konuya atlıyordum sürekli, ama bu geçişler muhabbetin doğal akışında o kadar güzel ve zarif oluyordu ki bunu fark eden bilinçaltınız ister istemez duyumsadığınız olayı, ceylan metaforuyla somutlaştırmayı tercih ederdi diye tahmin ediyorum.
Bu atlayıp zıpladığım konulardan birisi de Kıbrıslı Zenon tarafından geliştirilen ‘'Stoacılık’’ felsefesi oldu. Benim de bir iki senedir hakkında okumalar yaptığım bu felsefe akımı özellikle Klasik Dönem de oldukça etkili oluyor Akdeniz Havzasındaki medeniyetlerde (Yunan, Roma, Kartaca gibi). Temelinde bütün evrenin bir olması ve bir harmoni ve denge içerisinde olma kabulu vardır stoacı görüşün. Evreni oluşturan her bir parçanın, maddenin doğası gereği yerine getirmesi gereken bir görevi vardır. Bu listeye insan da dahildir, insanın da doğası gereği yapması gereken bir takım şeyler vardır. Ve bu sebepledir ki Marcus Aurelius (Roma İmparatoru) ‘Meditasyonlar’ adlı kitabının 5. kısmında miskinlik yapan insanın, çalışmaktan kaçtığı için doğasına aykırı hareket ettiğini dile getirir. 
Stoacıların görüşüne göre (bu noktada Budist öğretilerle ve hatta Sufi geleneğiyle de örtüşüyor.) mutluluk şu anda olanları kabul etmek, ve kendimizi korku ve arzu gibi duygu ve durumlara kaptırmamakla mümkün olur. İnsanın doğası gereği yapması gereken şeyler var, sosyalleşmek, yemek yemek, su içmek, uyumak, üremek, çalışmak gibi. Bunlar aksamaya başlarsa sebep olduğu harmoni bozukluğu, mutsuzluk gibi durum ve duyguları tetikliyor. Buradan da stres bozukluğu, bunalım ve depresyon gibi sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Stoacı yaklaşım ise kendi hayatımız da dahil olmak üzere çevremizde olan biten olaylar sayısız parametreye ve koşula bağlı gerçekleşiyor diyor. Yani, aslında, bir olay, kişi veya durum üzerinde kontrolümüz varmış (bir şeyler yaparak değiştirebilmek, daha iyi ya da daha kötü yapmak) gibi görünmekle birlikte, o sürece etki eden parametreleri düşününce, bu durumlar üzerinde kontrol sahibi olunabilineceği fikri bir illüzyondan öteye geçemiyor. 
Mesela, karnınızın doyması sizin markete gidip bir şeyler almanıza bağlı, bu olay sizin para kazanmanıza bağlı olduğu gibi, aldığınız ürünleri üretenlerin bu ürünleri göndermeye devam etmesine de bağlı. Ama o ürünlerin üretilmesi de, farz-ı misal, yağan yağmur miktarına, topraktaki minerallere, arsada çalışan işçi sayısına, çok böcek olup olmamasına vs derken sizin bir öğün için karnınızı doyurabiliyor olmanız aslında harika bir ahenk içerisinde tıkır tıkır çalışan ve birbirinin ön koşulu olan bir sürü olay ve durumun doğru şekilde gerçekleşmesine bağlı. İşte hayatınızdaki attığınız her adımı, yaptığınız her işi ve içerisinde bulunduğunuz her durumu böyle düşünüp analiz etmeye kalkıştığınız taktirde içinden çıkılması zor ve hafzalanızı yorup sizi yıpratacak, pek de gerekli olmayan bir süreç yaşamış olursunuz. Stoacıların şu ‘‘an’’ ile barış içinde yaşamaktan kasıtları, gerçekleşen hemen her olay ve durumun onlarca parametreye bağlı olmasın ve kişinin bu parametrelerden sadece birkaçına etki edebilir olduğunun farkına varıp kabullenmesinin, bireysel mutluluğun bir gerekliliği olduğu oluyor. Bu farkındalık sistemin kendi ilerleyişinde olması gereken sonuca ulaşacağı ve bu süreçte bireyin yapabileceği en iyi şeyin kendi payına düşen işleri en iyi şekilde yapması ve diğer parametrelerin devreye girip sonuca gitmesini beklemesi oluyor. 
Yani bir okulu kazanmak istiyorsanız yıllarca çalışacaksınız, sınava girip elinizden gelenin en iyisini yapacaksınız. Bunları yapınca siz yapmanız gerekenleri tamamlamış oluyorsunuz. Onun sonrasında diğer katılanların performansları, sizin istediğiniz okulu bu sene kaç kişi tercih etmiş ve okul kaç kontenjan açmış gibi bir sürü sizin hiçbir şekilde etki edemeyeceğiniz başka parametre devreye giriyor. Geldiğimiz noktada bu yaklaşım kulağınıza çok kaderci gelmiş olabilir ama değil. Eğer ki, sizin hedefinizi çok fazla sayıda değişkene bağlı bir matematik denklemi olarak düşünürsek ve bu parametrelerin sadece bir tanesi sizin kontrolünüzde ise yapabileceğiniz en mantıklı şey kontrolünüzündeki parametreyi en işinize yarayacak değere yakın tutmaktır. Çünkü okulu tercih eden öğrenci sayısına, okulun kontenjanına veya okulu tercih eden diğer çocukların performanslarına bir etki etme şansınız yok. O zaman bu konularda stres yapmanın da kimseye bir faydası yok, kendinize olan zararı haricinde. 
İşte Stoacı akımın süzüp özüne ulaşsak geleceği nokta bu oluyor. Hayatın akışının bu şekilde olması aslında yaptığı işleri düzgün yapanların kafalarını rahat tutabilmelerini sağlıyor, çünkü gelecek olan sonucu olabilecek en olumlu şekilde etkilemiş olduklarının bilincinde oluyor bu insanlar. Bu hafta mercek altına aldığım ‘‘Einzelgänger’’ adlı kanalın ise üzerine içerik hazırladığı ana konu Stoacılık, stoa akımı, stoacı filozoflar ve modern psikoloji. 
Stoacı yaklaşımı sadece Antik Yunan ve Roma dönemi perspektiflerinden ele almıyor Einzelgänger, yeri geliyor Budizm, yeri geliyor Taoizm öğretileriyle kıyaslamalar yapıyor. Bunlara ek olarak, özellikle, son birkaç aydır videolarında 20. yy’ın önemli Psikiyatrist ve Psikanalistlerinden olan Carl Gustav Jung’un çalışmalarına ciddi anlamda başvuruyor. Ve Stoacılığın yaklaşımıyla modern psikolojinin yaklaşımlarını bir birleriyle ortak paydalarda toplamaya ve kıyaslamalara dönük içerikler hazırlıyor. 
Son dönemde benim de çok faydalandığım bir kanal olması sebebiyle Einzelgänger’ı ve yine çok faydalandığım bir felsefe akımı olduğu için de stoacılık akımını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım bu yazımda. Psikoloji ve felsefe profesyonel uzmanlık alanımın oldukça dışında alanlar olmalarından ötürü çok cüretkar olmamaya ve konuyu daha yüzeysel ele almaya çalıştım (yanlış bilgi veya yönlendirme yapmamak adına.). Eğer ki, bu konu ilginizi çektiyse ve daha detaylı bilgi edinmek istiyorsanız ve İngilizceniz varsa Einzelgänger ve benzeri kanalları takibe almanızı tavsiye ederim. Sadece Türkçe’ye hakimseniz de her şey yolunda, o zaman da mümkünse sahaflardan Epiküros, Seneka ve Markus Aurelius’un kitaplarının eski baskılarını bulup okuyabilirsiniz. Yeni baskılarından bence uzak durulmasında fayda var, çünkü özellikle Stoacılık akımının bir felsefe akımı değilde, kişisel gelişim tekniği (ki kişisel gelişim net tanımı olmayan ve istismara çok açık bir kavram) olarak görülmeye başlanmasından kaynaklı kitapların yeni baskılarında da (İngilizceler dahil) metinlerin deforme edildiği veya tercümelerde gerekli hassasiyetlerin gösterilmediğinden çok sık bahsediliyor. Belli sitelerde farklı tercümelerden metnin aynı kısmı alınıp incelendiğinde, genellikle, yeni baskılarda tercüme yapılırken mananın korunması kaygısının pek de hakim olmadığı anlaşılabiliyor. 
Her neyse bu hafta ki yazım gerek akışı, gerekse muhtevası münasebetiyle biraz yoğun oldu. Ama umarım beğenmişsinizdir ve beslenmişsinizdir. Önümüz hafta bir başka yazıda görüşmek üzere,
Esenlikler ve keyif sizinle olsun.
tmg
0 notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
iraden dışındaki şeyler yüzünden kaygılanmayı bırak.
epiktetos - enkheiridion
27 notes · View notes
Quote
Seni seviyorum"a karşılık "Ben de seni” demek istemeyenler için alternatif  “Ben de seni"ler
Tumblr media
--Seni seviyorum. Sen de beni sevme.
Bir portakal ağacının hayatı boyunca yetiştirdiği 18.000 portakaldan sonuncusu ol ve C vitamini olarak girdiğin vücuttan büyük bir fikir olarak çık; Esatir-i Yunaniye seni de yazsın.
Benim için… Bir zeytin fidanı dik, zamanla ‘ölmez ağacı’ olur adı; en az 3.000 yıl yaşar ve yaşadığı zaman boyunca da hiçkimseyi öldürmez.
Benim için bir cümleden ibaret olacağına, işçiliğiyle göz kamaştıran bir anafikir ol.
Eski balıkçılardan dinlediğin bir efsaneyi hatırla ve suyun altında burun buruna geldiğin bir orfozun gözlerine bakıp “Neden öyle büyük büyük bakıyor?” derken, suyun altında bir denizkızı gördüğü için öyle bakıyor olabileceğini düşün.
Kaz Dağı‘nın eteklerinde sakız reçeli, mor kekik, kuru incir, zeytinyağı, limon kekiği ve adaçayı satarak ailesini geçindiren ve okul masraflarını dahi kendisi çıkartan 12 yaşındaki bir çocuk ol.
Bir çocuk ol ve kafiyelere uyma.
Sigara tütününden deniz atı yap.
Senden daha iri cüsseli bir adamla güreş tut.
Adı “Sefil” olan mutlu bir fil çiz.
Hava kararsın.
Assos antik kentine, “tarihi eser kaçakçısı” şüphesiyle tutuklanabileceğine aldırmadan, kapıları kapandıktan sonra tel örgülerinin altından sürünerek kaçak gir.
Tüm Athena Tapınağı senin olsun.
Hayatının en güzel manzarasına karşı o gece kırmızı şarap iç; yıldızlar altında Zeus‘a bir dal sigara kurban et.
Bir kitapçıya uğra ve daha önce okuduğun ve sevdiğin ve bu yüzden bir arkadaşına da okusun diye ödünç verdiğin bir kitabı, sana geri dönmeyeceğini bildiğin için yeniden satın al.
Bu kitabı bir başkası istiyorsa da, onun gözlerine baka baka o kitabı ver ona ki alnında kocaman kocaman harflerle ENAYİ yazsın.
Enayi ol çünkü bilgelik enayilikten doğar.
Enayiliğinle gurur duy; şark kurnazları için hayatın kontenjanı hiç dolmaz.
Gecekondularla onur duy.
Çünkü bugün saraylarda oturanların yaşaması için verilen her savaşta, o evlerde yaşayanların dedeleri öldüler.
Gecekondularla onur duy çünkü gururla gösterilen şu apartmanlar denizinde, gecekonduların bahçelerinde halen en az üç kavak, beş erik ağacı, bir o kadar da sebze meyve ve çiçek sürüsü var.
Köpeklerininse tasması yok.
Bir köpek ol, Diyojen seni kıskansın.
Doğunun hükümdarlarının kendilerine niçin “zil-ullah-ı rûy-i zemîn" yani “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” dedirttiklerini düşün ve sen kendine böyle dedirtmeye çalışsaydın, seni nasıl da taşlayarak öldüreceklerini;
bir cümlenin nasıl da ölümcül bir gücü olabildiğini ve her cümlenin, coğrafyasına ve makamına göre değişen anlamlar içerdiğini.
Sen de beni sevme.
Demine, devranına hû de.
Deniz Ayvazovski olsun, dalgaların boyu birkaç metre olmasına rağmen “Üşürüz” diyen arkadaşlarına baka baka suya gir.
“Hasta olursun” desinler, hasta olmazsın.
Fırtına vakti, dalgaların üzerinden uçuşan kelebeklerden ol.
Ametistler boynunu, dumanlı kuvarslar avuç içlerini öpsün.
Lapis lazuli taşından bir kolye ucu yap, belki milyon yıl sonra bir arkeolog, senin için “bu insanın Uzak Doğu‘yla bir bağlantısı olabilir” şeklinde yanlış bir tahmin yürütsün.  
Urfa Göbeklitepe‘deki dilek ağacının dibinde hayatının en demli çayını iç; çay sevmiyorsan, hayatında ilk defa mırra tat.
Troya‘nın kayıp heykeli Palladion sen ol ama seni hiçkimse çalmasın. Kollarını kanatıp da birbirlerinin kanlarını emerek kan kardeş olanların makamını, kardeşlik için yakılan şarkıların meyanını iliklerine kadar hisset. İspanyolların her “Olé!” deyişlerinde aslında “Allah” diye bağırdıklarını biliyorsan, yolun Endülüs coğrafyasına mutlaka düşsün; bir akşamüstü çiçekler ve kadınlar arasında flamenko izliyorken, topukları yere vuran o İspanyol ’gypsy’, seni hiç anlamadığın ama çok iyi tanıdığın bir dilde çağırsın kendine. Hiç tanışmamış olsalar da tanışmadan birbirini tanıyan insanların, birbirlerine ait anlamları binlerce yıldır kendilerinde barındırdıklarını gör. “Bazıları köle olarak doğar” diyen Aristo‘nun, vasiyetnamesinde “kölesinin serbest bırakılmasını” isteyişindeki o gülünç hikâyeyi düşün; 23 bıçak darbesiyle öldürülen Sezar‘ın ardından, “Sezar’ı sevmediğimden değil, Roma’yı çok sevdiğimden” diye bağıran Brütüs‘ün telâşını. Beni çok sevme. Bir kitap yaz; son cümlesi “gök gürültüsü” olsun.
Marsilya kentini kuran bir Foçalı ol; Roma kentini kuran Antandroslu bir Troya kaçağı.
“Omnia mea mecum porto” yazılı bir dövmen olsun; okuduğun o çok sevdiğin kitapta adına en çok üzüldüğün karakterin adını taşıyan bir de teknen;
Samoslu Epiküros‘u ve tüm bahçe filozoflarını kıskandıracak kadar güzel bir de bahçen.
Şaraplık ve sofralık üzüm, erik, zeytin, iğde, nar, ayva, antepfıstığı, incir, şeftali, satsuma, limon, sakız, buhur yetişsin o yeşile çalan bahçede; o bahçenin orta yerinde de korkuluk diye diktiğin bir faltaşı, bir Priaposheykeli olsun.
Çünkü Priapos‘un kocaman penisi, ölüme meydan okumaktır.
Baharın rüzgârları, bahçenin kokularını karşı adalara taşısın.
Ada halkı senin bahçenin kokuları nedeniyle mis kokan adaları için “Moshos” desinler.
Salatanda roka mutlaka olsun. Bahçenin zeytinlerinden taşbaskıyla elde ettiğin erken hasat zeytinyağına doyur salatayı.
Rakıyı fazlaca kaçırıyorsan, eskilerin “kinara” dedikleri enginar, bahçenden eksik olmasın.
Bir sevgilin olsun ya da olmasın; sen de beni sevme.
Afrika kadar sömürüldükten sonra bile, ben de dahil hiçkimseye borcun olmasın.
Bırak da saçların bugün dağınık kalsın.
Bugün, güzel kalçalar sana da ilham versin.
“Benden ne istersin?” diyen Büyük İskender‘e, “Gölge etme, başka da ihsan istemem” dediği için; İskender‘e “İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim” dedirten bir fıçı filozofuna dönüşsün ruhun.
Simurg‘u arayan kuşları Kaf Dağı‘nın ardına götüren bir Hüthüt ol; bir şehzadenin başına konmuş güzeller güzeli bir Hümâ; yedi vadili ahir zamanda, kalbur samanda keyif çat ki seni masallardaki tembel ağustos böcekleri bile kıskansın.
Hiç tanışmayacağın ve tanımadığın insanlar, en olmayacak duandan sonra bile gizlice “amin” desinler.
Kristof Kolomb‘un haritalarını ele geçirdiği zaman, Piri Reis‘in gözlerinin nasıl da parladığını hayal et ve gözlerin hep öyle parıldasın çünkü gözleri parlayan insanın yaşı olmaz.
Sana güleryüzüyle para üstünü uzatan kasiyere, sen bir buçuk defa gülümse.
En az yüz kiloluk bir yayın balığının, o tuhaf bıyıklarıyla, bir Osmanlı beyefendisi gibi sular altında sergüzeşte dalmışken, tavladığı dişi yayın balıklarının yaptığı tatlı nazı düşün.
Achilleus‘un ordularının üzerine yürüyen Skamandros nehri gibi ak.
Titanların savaşına karışma, bırak da ne bok yerlerse yesinler.
Şu yıldızlı gökkubbede, güneşten ve aydan sonra en çok parlayan sen ol;
Afrodit‘ten al adını; sana Venüs yıldızı desinler; çobanlar seni “çoban yıldızı” diye sevsinler, akşamcılar “akşam yıldızı” diye; sabah namazına kalkan hacılarsa “sabah yıldızı”.
Beni sen de sevme.
Düğününü İda‘da yap ama Eris‘i bile davet et.
Gerçek olamıyorsan bile, pek de güzel uydurulmuş bir yalan ol.
Atinalı bir “metiokos” yani bir liman haytası olacaksan da, ellerin ayakların yine de bakımlı olsun.
Bakımlı eller ve ayaklar, fonksiyonelliğe meydan okumaktır.
Orospuysan, işini severek ve hakkını vererek yap; orospuluğun orospusu ol; Perikles‘in karısı Aspasia, İskender‘in anası Olympia dahil tüm ‘heteir‘ler seni kıskansın.
Hepaistos‘tan daha fazla çalış.
Sokrates’ten daha çok düşün.
Tembellik hakkını yine de sen savun.
Yediğin zeytinin çekirdeğini avcuna tükürürken, tufandan sağ kurtulan bir güvercinin onu tükürüp de zeytin ağaçlarını tüm devrana nasıl da peydah ettiğini tasavvur et.
21. yüzyılın Oscar Wilde‘ı sen ol, havandan geçilmesin; ölürsen, mezar taşında ruj izleri eksik olmasın.
Sırf güzel şiirler yazıyor diye mor kahküllü, bal gülüşlü, arı Sappho olmaya çalışma; bu defa, Lesbos‘lu şair güzelim Sappho‘nun güzeller güzeli manzarası olmaya çalış.
“Üç güzeller yarışması“ndaki altın elmayı, “üretim hatası var” diye Hermes’le Zeus’a geri yolla.
Güzelliğin hükmünü Paris‘e bırakma, güzelliğin hükmünü veren sen ol.
İskenderiyeli Hypatia‘dan daha güzel olmaya çalışacağına, ondan daha bilge olmaya çalış.
Aşk ya da bilgelik uğruna dağları delmene gerek yok; dağlarda birkaç gün geçirmen ve kendini kendine doğru adımlaman kâfi.
Sevdiğinin zannı altında ol, pirinin kalbinde.
Pirin aşığın olsun.
Gökkubben pirin.
Sen de beni sevme; ben seni severim.
Sen bugünlük keyfine bak.
Karnın acıkırsa da hayatında ilk kez meyveleri dalındayken tat.
Tıka basa yemek yeme ama rüyanda şu pırıl pırıl dolunayı kurabiye gibi yediğini gör; deniz seviyesinin 39 kilometre üstündeyken bile dünya senin olsun; Babil Kulesi bile zevke gelip yeniden kurulsun.
Boğaz‘ın suları üç kere çekilip, beş kere kudursun.
Şişmanlıktan çatlıyorsan da heykelini Rubens yontsun.
Bir kedi ol, gezdiğin tüm çatıların kiremitleri çıtır çıtır şarkılar söylesin.
Binlerce yalan uğruna yaşayacağına, seni sen yapan bir tek gerçek uğruna öl.
Fırında yemek yap çünkü fırın mutluluktur.
Masanda canlı çiçekler mutlaka olsun çünkü çiçeğin canlısını sevmek aşk-ı ekberdir.
Paraların ön yüzüne resmini yontacakları kadar ünlü değilsen, Efes paralarındaki arı figürü kadar ünlü ol.
Kızılırmak‘ın antik adı “Alyscamps“ın döne dolaşa nasıl olur da Paris Champs Elysee’nin “Elize“sine evrilebildiğini düşün.
Eğer okumamışsam, bana Sabahattin Ali‘nin Kürk Mantolu Madonna’sını hediye et.
Eğer delirmemişsem, beni delirt.
Zaferlerini zeytin, defne ya da mersin yapraklarıyla yaptığın çelenkleri saçlarının hemen üzerine koyarak kutla; aralarına birkaç ölü arı serpiştir ama arıları öldürme.
Sana deli diyene, sen divaneyim de.
“Lykia Yolu’nu yürüyeceğim” deme, hiç değilse bu yaz, bu defa yürü o yolu.
Oğuz Atay‘ın Tutunamayanlar‘ını artık bitir.
Kitap yazamıyorsan bile, bir kitap yazsaydın, adını ne koyabileceğini düşün ve bir kenara not et; kulübe hoş geleceksin, çünkü artık bir kitap yazmaya başlamış olacaksın.
Sen de beni sevme, n’olursun…
Helle‘nin de boğulduğu yer Hellespont‘un en dar yeri Sestos ve Abydos arasında boğulan Hero ve Leandros için yas tut mesela; Kala-i Sultaniyye sana eşlik eder; görürsün.
Ben muhtemelen aynı yeri yüzerek geçmeye çalışacağım, bir mayıs akşamına doğru.
Beklerim.
Bu dünyanın tüm çatışması ve kederi, rind ile zâhid arasındaki haldedir; Dionysos (Bacchus) olamayacağını biliyorsan, adı Bakkahi‘lerden, yani Bakha'lardan, yani İbbaki‘lerden, yani Zembekikos‘lardan gelen bir Zeybek ol;
“Evohe!” diye bağır, harmandalına gönlünü ver; zeybeklerin başlarındaki çiçekli yazmaların, aslında, antik dünyada Bakkahi’lerden kalma çiçek çelenkleri ve asma yaprakları olduğunu bil ve zeybekleri sev. Ege'yi sev.
Harmandalını sev.
Harmandalı oynayan zeybeklerin, kollarını her havaya kaldırıp yere çöktüklerinde, aslında, şaraplık üzümleri toplayıp sepetlere koyduklarını ve yeniden ayağa kalktıklarında da o üzümleri şarap olsunlar diye ezerek kendinden geçen Dionysos alaylarına karıştıklarını gör. Madde ve mâna ayrımında Dionysiak şölenlere ruhunu ve bedenini kaptır. Dionysos'un aşkına; yer gibi kertil, toprak gibi savrul; mey gibi ak, sel gibi vur!
“Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd, cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd”ı ezberlemene gerek yok; anlamını bilmen yeter.
At nalı şeklindeki bir şölen masasının etrafında yaptıkları “aşk”konuşmasına, “Bugün neyi övelim?” diye başladıkları için bile, Platon‘un Şölen isimli diyaloğunu okumayı her dem sürdür.
Milâttan önce 585 yılının 28 Mayıs‘ında güneş tutulması olacağını önceden hesap eden adam, Miletli Thales, “her şey sudur” diyorsa; vardır elbette bir bildiği daha;
madem böyle, bu su metaforunun bir ucundan tut ve suyun altında yıkanıyorken, kendinin de tamamen su olduğunu düşün; epey rahatlatıyor. Bunu da ben söylüyorum sana, Thales değil.
Duşun altında değil de denizin ortasındaysan; suyun yüzeyine sırt üstü yat ve gökkubbeye bakıyorken, boşlukta uçuyor olduğunu düşün; gülümseyeceksin… Su gibi olursan eğer, kalbinle düşünecek, beyninle seveceksin.
Gün gelecek, felsefeyle ileri derecede ilgilenen herkesin “bilge” olmadığını anlayacaksın;
kocaman profesörlerin bile birer zavallı olabileceğini.
Sayılara mutlak bir inançla bağlı olan ve bugünkü birçok tarikatın da kökeninin dayandığı Pisagor efendiyi düşün:
Dik kenarları 1 birim olan bir dik üçgenin hipotenüs uzunluğunun rasyonel bir sayı olmadığını kanıtlayan öğrencisi Metanpontumlu Hippasus‘u, sırf bu yüzden bir kaşık suda boğmadı mı?  
Pisagor bir katildi ve filozoflar da dahil her insan, bir kaşık suda boğma heveslisi yaratıklardır.
Fakat bazıları da vardır ki felsefelerinin tutarlılığı uğruna, Empedokles gibi de Etna kraterinin ağzından atarlar kendilerini.
Yanardağların ağzına geldiğin vakit, Empedokles‘i ve bizi düşün. Santorini Adası'na bir gün düşerse yolun, halen dumanı tüten Nea Kamenivolkanına bakıp, Firostefani sırtlarına kurularak kayıp kent Atlantis'i ve bizi düşün.
Arabeskler ve tılsımlar aklının bir köşesindeyken, bana en büyük yazarların ve filozofların gözleriyle bak.
Nebrisler giyindiğin zamanlardaysa en yükseklere kurul; senin makamın için “post nişin” desinler.
En yükseklerdeyken çamurun dibinin parlak olduğunu unutma çünkü makamının yüksekliğine bu yakışır.
Apollon'dan gözünü alamadığında dahi, Dionysos alaylarında saf tut.
Bozkırın yalnızlığına, ormanların kalabalığına aldanma; aslında her ikisi de senin etrafın.
Labrisini toprağa gömsen bile nereye gömdüğünü unutma.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Yeri gelir, sana şiirlerden börekler açarım. Pers topraklarına kadar uzanıp Sohrab‘tan bir iki satır bile okurum; Hayyam efendi dahi bizi kıskanır.
Bakarsın bir akordeon sesi duyulur bir yerlerden.
Ne zaman bir akordeon sesi duysam, durur dinlerim.
Beni durdurmak için akordeon çal.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Günlerden cuma ve ne dediğimi bilmiyorum; zürafalar yine gümbür gümbür bulut yiyor.
Karşına şair Pindaros‘un evi gibi dikilmezsem de benim adım cihanda sulhdeğil! Ne zaman bir gemi görsem, yeni Troya'yı kurmak için denizlere açılmayı kafasına koyan bir Aeneas olurum.
Ne zaman bir gemi görsem, Harar‘a kaçmayı kafasına koyan acemi bir Rimbaud olurum.
Acemi sözcüğünün, “Acem“den gelip gelmediğini de düşünmeden edemem.
Kafamın içinden, üstünde dev balinaların yüzdüğü, kiklopların cirit attığı dev portolon haritalar çizer, riskli rotalar belirlerim.
Portolon sözcüğünün etimolojik kökeninin, Portekizli denizcilerden gelip gelmediği takılır aklıma bu defa.
O gün bir buçuk hayalperestsem eğer, Afrika haritasını fillerin kulağına benzetirim.
Yeri gelir, Kserkes gibi de kabaran denizleri kırbaçlarım.
Yeri gelir, “gibi” olmam, “ta kendisi” olurum;
İthaka‘ya varamayan gemilerin tayfası, cennetten kovulanların elması.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Bu gidişle yemediğim halt kalmaz.
Uçurtmaya “uçutturma” bile derim. Köprüler kurulur, köprüler yıkılır.
Kara yakılar yakan, tılsımlı bakılar bakan yaşlı bir ’şaman’a dönüşürüm.
Köprücük kemiklerim derinleşir; belimdeki venüs gamzeleri belirginleşir.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Çünkü sevgide demokratlık diye bir şey yoktur.
Sevme halinde ayar, sevme halinde ölçü yoktur.
Mintarafillah, ortasını bulamadık diye, Aristoteles efendi bize kızar.
Sırf bu yüzden, “Demokrasi” diye diye kıçını yırtan, gözleri döne döne dört dörtlük bir “tiran“a dönüşen o adama seve seve meydan okurum.
“Köle ahlâkı“yla değil de “efendi ahlâkı“yla meydan oku sen de ve bu sistemde senin efendin olmuşların efendisi olmadan da bu hayatı terk etme.
Emin ol ki yapayalnızsın bu savaşta.
Emin ol ki yapayalnızım bu savaşta.
Yalnız savaşında sana başarılar dilerim.
Yalnız savaşımda kendime başarılar dilerim.
Başarı dileklerim bize mikron mikron güç veriyorsa, artık yalnız değiliz ve kazanacağız.
Hazırlıklar başlasın çünkü kazanacağız ve çok kalabalık yalnızlarız.
Kazanacağız çünkü devrim başıbozukluk ister.
Efesli Herakleitos bile devrimle değişir.
Zafer çelengini ben örerim mersin yapraklarından.
Balkanlar‘dan Himalayalar‘a kadar uzanan 15 yaşında bir İskenderolurum.
Sen yeter ki beni de sevme.
Ben seni sevmeler diktasını ilân ederim.
Diktatörlük günlerinde, git okulunu falan as örneğin. Okulun yoksa da işinden istifa et.
İşin de yoksa bu durumu sanata dök; işin sanatın olsun, seni sevmek de benim sanatım.
Yorulursan, ayaklarına ben yaparım en güzel masajları. Dithyrambos, bağbozumu şenliklerini başlatır. Merak etme; parasız da kalmayız; parasız kalacaksak da aç ve keyifsiz kalmayız; denizlerin balıkları ve ormanların meyveleri halen canlı ve leziz. Bağlarda, güvercin yumurtası büyüklüğündeki üzüm taneleri halen bozulmuş değil.
Plajlar halen yatılabilecek ve cırcır böcekleriyle panik ataklar yaşayabileceğimiz kadar geniş…
Ben seni böyle de severim ve panlar, kendi çıkardıkları sirinks seslerinden panik içinde kaçışır.
Ağustos böcekleri, cırcır böcekleri ve çekirgeler, kendi çıkardıkları cırsesinden uçuşur.
Ateş böcekleri üçer beşer deniz fenerine dönüşür.
Biz o aralar hiç oralı olmayız ve üstümüzü gece örter.
Bakarsın, bir yerlerden bir lir sesi duyulur.
Ben ne zaman bir lir sesi duysam, durur dinlerim.
Ben ne zaman bir şeyi durup da dinlesem, ona aşık olurum.
Parmaklarım hem liri, hem de seni sever.
“Git, bir işe yara” diyenlerden de olamam.
“Git, bir şişe şarap aç” derim; daha iyi. En nihayetinde, kitabımızda "in vino feritas” yazdığı için, "in vino veritas“ yazılı durur bizim bağımızın bahçemizin kapısında; sen beni sevmesen de olur, çünkü benim için güzel olan, “salt fonksiyonel olmayan“dır.
Benim için güzel olan, “yüzde elli tahmin edilebilir ama yüzde elli öngörülemeyen olan“ın adıdır.
Şaraplık üzümün bile güzel tanesi, mücadeleyi sevenidir. Azıcık güneş görmek için, en soğuk iklimde bile kendisini hırpalayanıdır.
Benim için güzel ol; bir fırtınanın başlatıcısı bir kelebek.
Ben süt beyaz omuzlarının üzerine ‘cupidon‘lar bile kondururum.
Uğruna daktiller dökerim, sen bir işe yaramasan da olur.
Çünkü sevgide işlevsellik yoktur ve benim işim güzeli sevmektir.
Aşkta Hitler, sokakta Shakespeare, yatakta Hector‘um.
Senin için beş para etmesem de olur, çünkü seni seviyorum.
”Pes sühan kütâh bâyed vesselâm“: ”Ben de seni” deme; bana aniden bir şeyler söyle.
Ozan Önen  | 2. 11. 2012, Cuma - Çankaya, Ankara * Bu yazımın kısa versiyonu, L-Manyak Dergisi Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır.
247 notes · View notes
mimzedall · 4 years
Text
Güneşe Bakmak - Ölümle Yüzleşmek [Irvin D. Yalom]
Tumblr media
Irvin Yalom bu kitabı yazdığında 75 yaşındaymış. Şu anda (Mayıs '19) 87 yaşında. O zamanlar, vadenin dolmaya yakın olduğunu hissederek kendi ölüm korkusuyla yüzleşmek için almış bu kitabı kaleme. Yazmış ki ölüm korkusu ile yüzleşsin, ölüm korkusunu yensin, yarınlara bir eser bırakarak -ya da kendi deyimiyle dalgalanarak- hayatı değerli kılsın, ölüm düşüncesiyle baş edebilsin.
Tumblr media
Şu anda da eminim aynı korkuları yaşıyor ve kitapta bahsettiği metotları kullanarak savaşıyor ölüm korkusuyla. Hemen belirteyim ki yazarın dini bir inancı yok. Varlığının sonrasını düşünürken öncesinin olmayışından güç alıyor. Evrene savrulmuş varlıklar olduğumuzu düşünüyor ve nasıl ki doğmadan önce yoksak doğduktan sonra da yok olacağımızı bekliyor. Yazarın bilimsel ve entelektüel birikiminin önünde şapkamı çıkararak başlamalıyım sözlerime. O kadar farklı bilimsel ve edebi kaynak kullanmış ki bir kısmını bu yazının sonuna ekleyerek okuma listeme dahil etmeyi düşünüyorum. Hatta kitabı okurken Yalom'un bahsettiği kitaplardan 2-3 tanesini alarak okuma listeme ekledim bile. Yalom'un, kitabın sonunda doğru söylediği gibi, fikirleri, kendine özgü fikirler. Ne Freud ile bire bir örtüşüyor ne Camus ile. Mesleği gereği, bir tıp doktoru ve psikoterapist olarak bahsettiği ve bire bir uyuşmadığı bu insanlara nazaran daha bir olumlu, daha bir güler yüzlü yaklaşıyor ölüm fikrine. Uzun yıllar boyunca belirli kaygılarıyla mücadele etmelerine yardımcı olduğu hastalarının yerine koyuyor okuyucusunu. "Öleceğiz ama..." diyor, "öleceğiz bu kesin fakat..." diyor, "güneşe sürekli bakamayacağınız gibi ölüm fikriyle de sürekli yaşayamazsınız" diyor. Bu yüzden, kendi cenazenizin yasını 7/24 tutmak yerine hayatınızı zenginleştirmeye uğraşmamız gerekiyormuş. Gayet makul. Kitap 7 bölümden oluşuyor. 7. bölümü psikoterapistler için yazmış, o yüzden üstünkörü okudum. 1. bölüm Ölümcül Yara başlığını taşıyor. Gılgamış'ın ölüm korkusu ile giriyoruz bölüme. "Ölüm anksiyetesi, sonlu oluşumuzun verdiği ıstırabı öyle ya da böyle hafifletmeye çalışan bütün dinlerin anasıdır." Dinlerin kaynağının ölüm anksiyetesi olduğunu söylüyor bizim inanışımızın zıddına. Buraya ben mim koyuyor, inancımla mutlu olduğumu söylüyorum. Allah inancım olmasa, Bahaeddin Özkişi'nin dediği gibi insanın bir tırtıl olarak yaşadığına ve ölümden sonra kelebek olacağına inanmasam bunun gibi bin tane kitap da okusam nafile. Yalom'a katıldığım nokta şu: Evet, tüm insanlar ölümden korkar. Ben de korkuyorum ve eminim ki ölümü düşünen insanlar gamsızlıkla anksiyete arasında bir ölçek (scale) üzerinde gidip geliyorlar. Kitabın ikinci bölümü bu anksiyeteyi tanıma üzerine. Üçüncü bölümde uyanma deneyiminden bahsediyor. Şöyle ki, insanın ölümle yüzleşmesi hayatında büyük değişimlere yol açacak bir hadisedir. Başınızdan geçen bir kaza, çok yakınınızdaki birisini kaybetmeniz, ölümcül bir hastalığa tutulmanız gibi travmatik hadiseler sizi uyandırır. Hayatınızı daha kaliteli yaşamaya başlarsınız. Ölümle yüzleşmeyle ilgili böylesi örneklerle devam ediyor bölüm. Bu uyanma bir yandan olumsuz görünse de aslında insanın ölüm fikriyle savaşımında kullanabileceği en güçlü silahlardan biri. Dördüncü bölüm fikirlerin gücü. Epiküros -yazar derinden hayranlığını ifade etmiş- fikirleri ile başlıyor bölüm. "Aşırı dindarlık, aşırı zenginlik, güç ve onur kazanmak için verilen büyük çaba, bütün bunlar ölümsüzlüğün sahte bir modelidir." "Ölü olduğumuz için öldüğümüzü bilmeyeceğimizi ve bu durumda korkacak bir şey olmadığını ifade eder." Bu bölümde yukarıda bahsettiğim fikrini anlatıyor Yalom, doğum öncesi ve ölüm sonrasının özdeş oluşu. Yine bu bölümde kitabın belki de iskeleti durumundaki "Dalgalanma" fikrinden bahsediyor yazar. Yapıp edilenlerle ölümden sonrasına bir şeyler bırakmanın -ölümü yenemese de- ölüm korkusuyla yüzleşirken rahatlatıcı bir etki bırakması. Bunun gibi birkaç tavsiyeyle daha ölüm fikriyle baş etme yolları tavsiye ediyor yazar. Beşinci bölümde fikirler ve ilişkiler yoluyla ölüm korkusundan kurtulmaktan bahsediyor. Altıncı ve bana göre son bölümse Ölüm Farkındalığı başlığını taşıyor. Kitabı, dediğim gibi, takdirle okudum. Yazar kendisine yazmış kitabı ve hayatından, yaşadıklarından, danışanlarından onlarca örnekle de çeşitlendirmiş. Yine de bana bir kaçış kitabı gibi geldi. Albert Camus'nun ölümle ilgili "saçma" fikirleri buradaki Polyannacı fikirlere göre biraz daha acı olsa da daha gerçek. Yalom, ölüm korkusuyla bire bir yüzleşmek ve bununla yaşamak yerine hayatımızı zenginleştirmesini tavsiye ediyor okurlarına. Ölümü sık sık düşnmemek, ilişkiler kurmak ve kuvvetlendirmek, fikirler üretmek ve bunlarla ilgili sohbetlere katılmak, eserler vermek, dalgalanmak gibi metotlarla o meş'um konudan uzaklaşmak gerekiyor. Umarım kendisi için faydalı oluyordur zira ölüm anksiyetesinin en fazla göründüğü yaşlar, anladığım kadarıyla, kırklı yaşlar ile ihtiyarlık dönemleri. Bu kitabı okuduğum için mutluyum, bana yeni fikirler verdi. Pegasus Yayınları tarafından basılmış. Zeliha Babayiğit tarafından dilimize kazandırılmış ve 250 sayfa. Ek: Yazarın referans verdiği kitaplardan benim de listeme aldıklarım: Varoluşçu Psikoterapi - Irvin D. Yalom Savaş ve Barış - Tolstoy Bir Noel Şarkısı Charles Dickens İvan İlyiç'in Ölümü - Tolstoy Anna Karenina - Tolstoy Kendine Ait Bir Oda - Virgina Woolf Konuş, Hafıza - Vladimir Nabokov Grendel - John Gardner Silahlara Veda - Ernest Hemingway Tibet'in Yaşam ve Ölüm Kitabı - Sogyal Rinpoche Düşünceler - Blaise Pascal İki Şehrin Hikayesi - Charles Dickens Read the full article
0 notes
Text
Tumblr media
‪Hayatı zevkli kılan şeyler, kolay bulunmayan şeylerdir ama aslında hiç de pahalı değildirler: Dostluk, özgürlük, düşünmek gibi...‬
‪Epiküros #Epiküros‬
1 note · View note
olumsuzsozler · 7 years
Photo
Tumblr media
Eğer Tanrılar yeryüzünden kötülükleri kaldırmak istiyorlar da kaldıramıyorlarsa o zaman onlar her şeye gücü yeten değillerdir. Eğer yapabilirler de, yapmak istemiyorlarsa o zaman onlar iyiliksever değillerdir. Eğer onların kötülüğü kaldırmaya ne güçleri ne de istekleri varsa o zaman onlar ne her şeye gücü yeten, ne de iyilikseverlerdir. Ve son olarak eğer Tanrı’lar kötülüğü kaldırma gücüne sahipseler ve kaldırmayı istiyorlarsa o zaman kötülük nasıl ortaya çıkmıştır?
 Epikuros / Epikür
Tumblr media
https://i.hizliresim.com/ER167n.gif  
Epikuros / Epikür (MÖ 341-270) Bir insanın kendisinin yapabileceği şeyleri tanrılardan istemesi anlamsızdır. Epikuros / Epikür Felsefe mutlu bir yaşam sağlamak için, tutarlı eylemsel bir sistemdir. Epikuros / Epikür Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz. Epikuros / Epikür Bilge insan yemeğin çoğunu değil, en lezzetlisini yemeye bakar. Epikuros / Epikür Barış tacı, saltanat tacıyla kıyaslanamayacak kadar güzel ve değerlidir. Epikuros / Epikür Basit kişiler mutluluk ile övünür, felaketle de yere serilir. Epikuros / Epikür Bütün hayatınızı muhtemelen ulaşamayacağınız bir şeyi elde etmeye çalışarak harcamayın. Epikuros / Epikür Ölüm bizim için hiçtir. Epikuros / Epikür Epikuros felsefede doyumu ve mutluluğu bulur. Epikuros / Epikür Acıdan ve kederden kaçıp, mutluluğun ve refahın peşinden koşmak yegane insani hedeftir. Epikuros / Epikür Tanrı onların dualarını dinleseydi, sürekli birbirlerinin aleyhine dua ettikleri için, insanların hepsi yok olurdu. Epikuros / Epikür Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz. Epiküros / Epikür Özgürlük, kendi kendine yetmenin en yüce meyvesidir. Epikuros / Epikür Mühür balmumunda nasıl iz bırakırsa, eşyada insanda öyle iz bırakır. Epikuros / Epikür Mutluluğa giden tek bir yol vardır ve bu irademiz dışındaki şeyler yüzünden kaygılanmayı bırakmaktır. Epikuros / Epikür Kim etrafa korku salarsa, kendisi de korkusuz değildir. Epikuros / Epikür Haz, mutlu bir yaşamın başı ve sonudur. Epikuros / Epikür Azla mutlu olmayan insan hiçbir şeyle mutlu olamaz. Epikuros / Epikür Aklı başında insan savaşla ilişkili hiçbir şey yapmaya kalkışmaz. Epikuros / Epikür Akıllı, dürüst ve insaflı olmadan mutlu yaşanamayacağı gibi, mutlu olmadan da akıllı, dürüst ve insaflı olunamaz. Epikuros / Epikür Yoktum, Varım, Olmayacağım, Umrumda Değil. Epikuros / Epikür Yaşamımızı bekleyişten bekleyişe tüketiyor ve hepimiz acı içinde ölüyoruz.. Epikuros / Epikür Yaşamında, komşun farkına vardığı zaman utanacağın hiçbir şey yapma. Epiküros / Epikür Gizlilikte yaşa! Epiküros / Epikür Kendine yeterliliğin en güzel meyvesi, özgürlüktür. Epikuros / Epikür Kanunlar bilgeler için konmuştur, ama haksızlık etmesinler diye değil, haksızlığa uğramasınlar diye. Epikuros / Epikür Ölüm ne yaşayanları ilgilendirir ne de ölüleri. Çünkü yaşayanlar için ölüm yoktur. ölülerin ise zaten kendileri yoktur. Epikuros / Epikür Kendi doğruların başkalarına yanlış geliyor diye, doğrularından vazgeçme. Epikuros / Epikür Kendi ölümünüzü hayal edebilseniz de edemeseniz de var olmamaktan korkmamız çok normaldir. Epikuros / Epikür Fukaralık, doğal yasaya göre düzenlenmiş bir zenginliktir. Epiküros / Epikür Tanrı insanların dualarını dinleseydi, insanlık çok hızlı bir şekilde ortadan kaybolurdu, zira herkes birbirine beddua etmekten başka bir şey yapmıyor Epikuros / Epikür Mutlu bir varlığa ulaşmak için bilgeliğin kazandırdığı şeyler arasında en büyük olanı dostluktur. Epiküros / Epikür İnsan, dostlarının acılarına, onlarla bir olup ağlayıp sızlamakla değil, yardım ve bakım ile katılmalıdır. Epikuros / Epikür Eğer bir insanı mutlu etmek istiyorsanız; onun zenginliğini arttırmak yerine tutkularını eksiltin. Epiküros / Epikür Var olduğumuz sürece ölüm ortada yoktur; ölüm geldiği anda da biz artık yokuz. Epikuros / Epikür İnsanın karekteriyle ilgilenmesi için hiçbir zaman çok erken ya da çok geç değildir. Epikuros / Epikür Yaşlılar da gençler gibi felsefe ile kendilerini yetiştirmeliler. Epiküros / Epikür Her istek karşısında insan kendine şunu sormalıdır: Bu istek elde edilirse ne olur elde edilmezse ne olur? Epikuros / Epikür Tat alma, duyma zevkini, cinsel zevkleri, güzel şeyler görünce içimde uyanan hoş duyguları bir kenara atarsam, iyiyi kötüden nasıl ayırırım bilmiyorum. Epikuros / Epikür Bilginin amacı; insanı bilgisizlik ve boş inançlardan tanrı ve ölüm korkusundan kurtarmaktır. Ve bu olmadan mutlu olmaya imkan yoktur. Epikuros / Epikür Evrende her şey insan için haz objesidir. Ancak erdemle gelen bilgi arttıkça haz da artar. Bu nedenle yönelim hazza değil bilgiye olmalıdır. Epikuros / Epikür Hayatın asıl amacı dikkate alındığında, yoksulluk içinde, büyük bir yoksulluk içinde yaşamak aslında en sınırsız servete sahip olmaktır. Epikuros / Epikür Yaşamıyor olmak hiç de korkunç bir şey değil; bunu tam anlamıyla kavramış bir insan için hayatta katlanılamayacak hiçbir şey yoktur. Epikuros / Epikür Ölüm gelecek diye acı çekmek en büyük aptallıktır. Ölüm varken biz yokuz. Biz varken ölüm yoktur. Onunla hiç karşılaşmayacağız. Epikuros / Epikür Hayatı zevkli kılan şeyler, kolay bulunmayan şeylerdir ama aslında hiç de pahalı değildirler: Dostluk, özgürlük, düşünmek. Epikuros / Epikür Ölümden neden korkacakmışım? Ben buradaysam ölüm yoktur. Ölüm buradaysa ben yokum. Ben varken olmayan bir şeyden neden korkayım? Epikuros / Epikür Dine karşı asıl saygısız kişi, kalabalığın taptığı tanrıları tanımayan değil, tanrılar hakkında kalabalığın inandığını onaylayan kişidir. Epikuros / Epikür Felsefeyle uğraşma zamanının daha gelmediğini ya da artık geçmiş olduğunu söylemek, mutlu olmanın zamanı daha gelmedi ya da artık geçti demekten farksızdır. Epikuros / Epikür Tanrılar kötülükleri yeryüzünden kaldırabilir mi veya kaldıracak mı veya istese de kaldırabilir mi; yoksa bunu yapamaz mı, yoksa yapmayacak mı, veya nihayette Tanrılar hem yapabilir ve hem de yapmak istiyorlar mı?.. Epikuros / Epikür Eğer Tanrılar yeryüzünden kötülükleri kaldırmak istiyorlar da kaldıramıyorlarsa o zaman onlar her şeye gücü yeten değillerdir. Eğer yapabilirler de, yapmak istemiyorlarsa o zaman onlar iyiliksever değillerdir. Eğer onların kötülüğü kaldırmaya ne güçleri ne de istekleri varsa o zaman onlar ne her şeye gücü yeten, ne de iyilikseverlerdir. Ve son olarak eğer Tanrı’lar kötülüğü kaldırma gücüne sahipseler ve kaldırmayı istiyorlarsa o zaman kötülük nasıl ortaya çıkmıştır? Epikuros / Epikür
1 note · View note