Tumgik
#dinlediğim şeyler
filyiyenpizza · 2 years
Text
her anin aklimda her kivrimiin
3 notes · View notes
kalopcia · 8 months
Text
birazcık Chan’s room hakkında konuşmak istiyorum...
2 notes · View notes
maybelek · 1 month
Text
Tumblr media Tumblr media
Satırlarıma başlamak için İl sınırlarından tamamen çıkmayı bekledim. Normalde izlemeyi sevmiyorum ama şehirden çıkana kadar son kez taşını toprağını izledim ve bende bıraktığı kötü izlerin hepsini bir kere daha yaşamak istedim. 'Sikilmiş tüm hayatım burada' diyor şu an tam olarak Alba. Neyse girmicem buraya.
Göğü izliyorum ve kendimi o gri bulutlar gibi hissediyorum. Bir yanım beyaz, bir yanım turkuaza çalan bir mavi ama ben o grilik içinde sıkışıp kalmışım. Ne beyaz ne de maviyim ama işin kötüsü bunlardan biri olamamak değil, hep gri olmak. Ya siyahsındır ya da beyaz. Ben ya siyahım ya da gri. Beyaz olduğum zamanlarda yaşadığım her hangi minik bir şey beyazımı biraz karartıyor. Tam karartsa hiçbir sorun olmayacak bu belirsizlik ve arada kalmışlık işkence.
Özellikle son zamanlarda daha hassaslaştım ve daha fazla tahammülsüzleştim. İnan bana sen kötüsün diyenlerin hiçbiri sikimde değil. Ben kendimi biliyorsam başkasına gerek yok. He bir de şey, BEN DAHA DEĞERLİYİM.
Toygar ış��klı ben kötü biri değilim şarkısında 'ben kötü biri değilim, sadece sessizliği bilirim' diyor. Sokrat ST proletarya şarkısında 'RUHUM içinde kaybolan çocuğun merakında' diyor. Ya da Lia Shine Affetmem şarkısında 'şehrin en orta yerinde kaybolmuş bi' ruh var ' diyor. İnan bunlar her hangi bir şeyin arkasına sığınmak ya da bahane üretmek değil, durum tespiti. Bu bir gerçek. Hatta en gerçek.
Bu hayatta hiçbir zaman vazgeçemediğim şeyler şarkılarım. Şarkılarımın minik bebeğimden hiçbir farkı yok. En büyük tabirim bu. Öylesinelik yok demiştim ya, bu da böyle aslında. Dinlediğim ve bildiğim her bir şarkıda vardır bir anım o yüzden konuşurken/yazarken şarkılarım ön planda oluyor. Şu an ise kendimi en çok içinde bulduğum şarkı sözü Stabil'in mesele2 şarkısındaki 'HEM KORKAK HEM DE BİRAZ CESUR KAHVE GÖZLERİM' sözü. Beni herkes cesur, korkusuz ve net kişiliğimle bilir ama sanırım ilk defa ruhumdan biraz da olsa korkmaya başladım. Çünkü artık güzel olan şeyleri bile umursamamaya başladım, kaybedeceğim tek şey bu canım. Bu fazlasıyla korkunç. Çağrı Sinci Göğe Bakmak için şarkısının nakarat kısmında 'KADAVRALAR SAKİN, CANLILAR BELALI, TABUTLAR BEDAVA, UMUTLAR FİRARİ' diyor. Sanırım bundan...
39 notes · View notes
sondilegim1441 · 4 months
Text
Beni tanımazlar genelde. Adımı bilirler, birde çok güldüğümü. Sevdiğim çiçeğin ne olduğunu kimse bilmez ya da sevdiğim rengi, en çok dinlediğim müziği.Takıntılarımı kimse bilmez, gergin olunca bir şeylere odaklanıp saymaya ve kendime defalarca kez iyi şeyler fısıldadığımı kimse bilmez.Kırılınca gözlerimi kaçırdığımı bilmezler, korkunca ellerimin daha çok titrediğini kimse bilmez ya da ellerim titreyince cebimde yumruk yaptığımı...Neden evde değil de dışarda daha cesur olduğumu kimse bilmez mesela, kelimelerime dikkat etmezler........
21 notes · View notes
filyokusu · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media
stresle başa çıkma yöntemimin sürekli tatlı kurabiye yapmak olması.... ev ekonomisine katkım. ardından mercimek köftesi ve açma. hiçbirini yemeden uyurum muhtemelen. şu köstebek pastasının üstünü örteyim en iyisi. hatırlarsam bugün dinlediğim podcastleri eklerim. bu arada ayfer tunç çok iyi yazar ve ben şebnem merakımdan yeşil peri gecesine geçiş yapıyorum. bojack horseman hakkında bi şeyler yazıcaktım da neyse. iyakşamlar
38 notes · View notes
cninzihni · 2 months
Note
merhaba podcast önerileri yapabilir misin rica etsem🍃☘
Tabii birkaç tane paylaşayım dinlediklerimden
Birinci sıradaa sevgili @oluruvar 'ın yaptığı, bölüm aralıklarının farklı olduğu ve devam edip etmeyeceğinden emin olmadığım ama çok içten, çok tatlı bir podcast verelim. Kendisinin adı "Yüklük"
İkinci sırada Kelime Oyunu şeysiyle iyice kendini ortaya çıkaran Ali İhsan abimizin yine kelimeler üzerine yaptığı eğlenceli bir havası olan podcast olan "Kelimenin Ham Anlamıyla"' gelsin.
Üçüncü sıradaa sevgili Beyhan Budak'ın Youtube kanalıyla eş götürdüğü podcast olan "Kendine İyi Davran" bulunuyor. Terapi tadında bilgilenmeler ve önerilerle kendisini severek dinliyoruz
Dördüncü sıradaa herkese hitap etmese de benim severek dinlediğim, gösterilerinin de epey ilgi gördüğü Meksika Açmazı bulunuyor. Bunu pek anlatmaya gerek yok aslında, adında direkt olarak konusu. Dinlerken epey kafa açabiliyor, tavsiyedir efenim
Beşinci ve son diyelim şimdilik -sonrasında vakit bulursam yine öneririm- "Evrim Ağacı" podcast olsuun. Kendilerini Youtube üzerinden ilgiyle takip etsem de bazen dinlemek de aynı tadı veriyor Çağrı Bey'in keyifli ve istekli anlatımı sayesinde. Size de tavsiye ediyorumdur.
Eveet şimdilik böyle bırakalım, umarım ilgini çeken yeni bir şeyler olmuştur. Olmadıysa da başka öneriler yapmaya çalışırım. Sevgileeer
9 notes · View notes
filyiyenpizza · 1 year
Text
1 note · View note
vazgectimwagnerden · 1 year
Text
pire.
m. ile oturuyoruz. bana hayal ettiği bir makineyi anlatıyor. bir “devridaim makinesi”, ama bu sefer gerçek bir makine. fizik yasalarıyla falan dalga geçmeyen, gerçekten çalışan bir makine. ilk enerjisi sağlandıktan sonra kendi kendine sonsuza dek çalışacak bir şey. 
hava nemli. yüz yüze bakıyoruz fakat ikimizin de dikkati aramızda uçuşan minik bir meyve sineği ile sürekli dağılıyor. ağzımızdan çıkan ses dalgaları ile sarhoş olmuş halde yalpalayarak uçuyor ve herhangi bir yere varmak istiyor gibi gözükmüyor.
bu makine diyor, ilk enerjisi verildikten sonra sonsuza dek çalışabilecek, bu ilk enerji ise son anda söylenmekten vazgeçilmiş aşk sözlerinden, yapılmaktan vazgeçilmiş telefon aramalarından elde ediliyor. tahmin edebileceğinden daha yüksek bir enerjiden bahsediyoruz diyorum, makinenin infilak etmeyeceğinden emin misin?
yo diyor, üstelik bu tip şeyler günün birinde dünyada tümüyle yok olsa bile, şu alternatif enerji kaynaklarını da kullanacağım: büyüdüklerinde babalarına benzemekten korkan oğlan çocuklarının, annelerine benzemekten korkan kız çocuklarının korkularından ve büyüyüp de gerçekten benzediklerini farkettikleri andaki hayal kırıklıklarından. vay canına diyorum. bu fazladan enerjinin depolanması için de bir çözüm bulmalısın. 
yan masadaki kız karşısındaki adama şöyle diyor: zeki olmalı. zeki ve kibar olanlar hoşuma gidiyor artık. ama bir de soğuk havalarda incecik kıyafetle oturanları seviyorum. kutup dairesi etrafında beraber hayatta kalacağı, ve yerlilerle iletişim kurabilecek bir sevgili hayal ediyor diyorum. onların yüzleri arasındaki meyve sineği bizimki kadar yalpalamıyor.
m. tuvaletten dönüyor. aynada kendime epey farklı gözüktüm, çok tuhaf diyor. var mı bugün bir tuhaflığım sence? yok diyorum, her zamanki haller. şu maskeyi takmaya neden devam ediyorsun diye soruyorum: hastalıkların varlığını reddedenler, hasta olmayı önemsemeyenler, ve hasta olmak istemeyenler var biliyorsun diyor. ama ben başka bir kabiledenim. yüzünün bilgisini saklayanlar.
ya sen? diyor. şu güneş gözlüğünü sürekli taşıyorsun ama hiç taktığını görmüyorum. 
takmaya niyetleniyorum ama sonra yolda yürürken hiç tanımadığım insanlarla göz teması kurmanın muhteşem derecede olanaksız ama gündelik hayatta nasıl da kendiliğinden kolayca gerçekleşen bir şey olabildiğine şaşırıyor ve güneş gözlüğü takmanın şımarıkça olduğunu düşünüyorum diyorum. biz güneş gözlüğü takmayanlar siz maske takanlardan nefret etmenin kıyısında yaşıyoruz.
yandaki kızın karşısında oturan adama bakıyorum. devasa bir ağzı var. kocaman bir sakalı. ve kendisi de nasıl kocaman bir adam. vay canına diyorum. sizi- diyorum. yakın zamanda kutuplarda bulmamışlar mıydı? bir buzulun içinde donmuş haldeydiniz ve buzul eriyince hayata dönmüştünüz? gazetelerde okumuştuk. evet diyor adam, yeryüzünü ısıttığınız için teşekkür ederim. böylece burada sizinle yan yana içebiliyor ve zamanınızın gündelik zırvalarını dinleyebiliyorum.
m. ile aramızdaki meyve sineği yalpalayarak uçmaya devam ediyor. m. elini kaldırıyor, yakalayıp avucunda ezmeye niyetli. dur! diyorum. bu minik sinek birisinin hapiste delirmesini engellemiş olabilir. çocukken babamdan dinlediğim öyküyü anlatıyorum: ömür boyu hapis cezası almış bir adam, hücresinde bir pirenin onu ziyarete geldiğini fark eder, onunla konuşur, dertleşir ve zamanla dost olur. pire de onu eğlendirmek için dans eder, numaralar yapmayı öğrenir, ve türlü akrobasiler. yıllar geçer, adamın haksız yere hapse atıldığı ortaya çıkar, serbest kalır ve cebinde piresi ile bir bara gider. pireyi cebinden çıkarır, bar tezgahının üzerine koyar. pire, adam içkisini içerken dans etmeye başlar, numaralarını yapar, adam bu heyecanı paylaşmak ister, hey barmen! der, şuna bir bakar mısınız? ah! der barmen, çok özür dileriz, nereden gelmiş acaba.. , pireyi parmak uçlarıyla ezer, ufalar. 
baban bunu sana neden anlatmış ki diye soruyor m.,  bilmiyorum... belki de anneme anlatıyordu, ben öyle dinlemiş olabilirim.. ya da, çocuğunun ileride yalpalayarak uçan bir meyve sineğinin hayatını kurtarmasını istemiş olabilir. (böyle şeyleri asla bilemeyiz.)
24 notes · View notes
oluruvar · 5 months
Text
Can temizin sesinin pek iyi olmadığını düşünüyorum, pek profesyonel gibi gelmiyor şarkı söylerken. Bunu düşünürken bi tık vicdan azabı yaşıyorum, evladıma kötü olduğu bi konuda gerçekleri söylüyormuşum gibi hissettiriyor. Çok saçma bi his wşdşwşgşd sesinin çok iyi olmadığını düşünmeme rağmen deli gibi seviyorum yaptığı müziği. Exnun da, bireysel işleri de hepsi benim bebeğim. Geçen sene en çok dinlediğim sanatçıydı, bu sene ikinci. Yine de en çok dinlediğim beş şarkıdan dördü can temizinmiş. Yıllardır o kadar çok o tarz mı ve podcastia dinledim ki adamın karakter dönüşümü, olgunlaşması bi tık tanıdık geliyor. Nasıl sevimli birine dönüştüğü, bi şeyler için debelendiği, neyi neden yaptığı, o sözleri aşağı yukarı nasıl ve neden yazdığı, müziği nasıl yaptığı çok tanıdık geliyor. Zaten genelde tanıdıklık arıyoruz sanırım bi şeyleri sevmek için. Öyle işte, bi tık iç içe geçmiş gibi hissettiriyor şarkıları, çok içten ve samimi geliyor. Son şarkısı hariç. Orda bi şeylik var ama çözemedim. O da beni ilgilendirmez bence. Herkesin sevdiğimiz ve sevmediğimiz tarafları olur. Genelde sevdiğim taraflara yönelmeye çalışırım, yine öyle yapıcam. Neyse, yetinemeyip tekrar tekrar müziklerini dinlerken içimi dökesim geldi. Tşk bb <3
6 notes · View notes
kilicinibirakdagel · 6 days
Text
ee ne dinliyoruz? -1-
Tumblr media
~ son feci bisiklet
Bugün inceleyeceğimiz grubumuz Son Feci Bisiklet. 2011 yılında Ankara'da kurulmuştur. Elektrogitar ve klavyede Erkin Sağsen, davulda Can Sürmen, bas gitarda Ozan Özgül ve vokalde Arda Kemirgent bulunuyor. Onları yaklaşık 7 yıldır dinliyorum hatta ilk gittiğim konser onlarınkiydi.
Bu grubu keşfettiğim zamanlar bana kalırsa grubun top zamanlarıydı. Arda'nın sesi, Erkin ve Ozan'ın enerjikliği, tabiki de Can'ın uyumu çok ayrıydı. Yeni bir grup olduklarından hevesli ve azimliydiler de. Daha üretken oldukları zamanlardı. Dinleyicisi az ama daha samimiydi. Herkes ' ergen kitleye hitap ediyor ' dese de yanlış anlaşılacak bir şey görmüyorum. Çünkü benim de ergenliğimde dinlediğim ve şu anki müzik zevkime yön veren bir gruptu. İlk albümleri 'son feci ep' amatörceydi yine de ilk Türkçe alt rock örneklerindendi. sonralarında paylaşılan tekliler ve 'vesaire' ile 'kötü şeyler' albümleri ile epey gelişmişlerdi. Dinleyici sayısı büyümüştü ve bence " dinleyici sayısının artması çok iyi oldu, tarzları iyice belli oldu mükemmel şeyler olacak" demiştim. Ta ki 2020'de çıkardıkları 'sistemik' adlı albüme kadar. Yeni bir tarz denemişlerdi ve bana kalırsa kendileriyle bağdaştıramadığım bir albümdü. Zaten sonrasında da iki tekli çıkarıp dağıldılar. Üyelerin hepsi müzik kariyerlerine yalnız devam etmek istediler lakin sektöre ayrı ayrı tutunamadılar. Onlar da bunu fark etmiş olacaklar ki geçtiğimiz günlerde tekrar birleşip "telefon" adında bir tekli çıkardılar. Beğendiğim bir tekli oldu. Kendi tarzlarını belli eden bir şarkı yapmışlar. Umarım ki ileriki zamanlarda da daha iyi işlerine tanık oluruz.
En sevdiğim albümleri : Vesaire
Onlardan sadece 3 şarkı dinleyecek olsaydım :
1- Çukurcuma
2- Viva la Vadi
3- Gece
eğer yorumlamamı istediğiniz başka gruplar veya şarkıcılar varsa aşağıya bekliyorumm
2 notes · View notes
filyokusu · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
gülümsediğim/şükrettiğim şeyler listesi 7 haziran'23
9.15,10.15,11.45,12.00'da olan dört sınavım vardı. cebirin soruları çok kaliteliydi ama altı soru klasik yetiştiremedim ama hepsini de geçerim. geçen dönem sabah 8 buçuktan akşam beş buçuğa kadar sınavda olup aralarında on dakika olan gün geldi aklıma.berna bahçede görüp bayılcam sanmıştı. analiz3 için bir buçuk saat uğraşıp kaldıysam da tek büte kaldığım ders oldu,onda da büte girmemiştim. hala hiç büte girmeden devam ediyorum aferin kendime. yaren sınavı 15 dakikada yapmama şaşırmış fakat yapmak zorundaydım tatlım yoksa 20 matematik sorusu tabi öyle çözülemez jsdkgfj
gözleme yaptık, bahçeden marul nane toplamak çok tatlı, bahçe komşumuz emine teyze de pembe turptan getirmiş. kitap okurken dinlediğim kuş sesleri. dünyada şükredecek o kadar nimet var ki. akşamki hanımeli kokusu, en sevdiğim gülün açması, hayatta en çok sevdiğim koku olan sarı gül için bi kutlama yapabilirim o derece. ege- delice bir sevda dinleyerek bulaşık yıkadım, bekledim gelmediiiinnn, haydi ara beni sor beni yorma beni sar beni yar beni derken aklıma hiç kimsenin gelmemesi de bazen güzel hsgfjs sarı ışık olması, güneş batarken içtiğim çay, otların arasında bulduğum yavru kedi.yavrucak yürümeyi bile bilmiyor. annesini bulduk geldik.ilhan amca geldi de annesine çocuğuna sahip çık falan dedi jdgjfh (arkadaşım bu tatlılığa ıy nasıl bi kedi dediği için eski arkadaşım oldu bende tahamül kalmadı kardeşim kapattık hadi bay) yaz geldi çiçekler açtı arılar hep dolaştı vız vız vız vız
"kaderinin efendisi olabilirsin yada ruhunun kaptanı ama şunu anlamalısın ki hayat senden gelir, sana gelmez. ve bu, zaman alır.''
ankara.
15 notes · View notes
Text
24/5 MART PSYCHONAUT 4 KONSERİ (IF BEŞİKTAŞ)
Tumblr media
Yerde ayaklarımı uzatmış, sırtımı kanepenin ayaklarına yaslamış oturuyorum. Sağımda içi ağzına kadar dolu küllük, kenarından sarkan, sönmeye yüz tutmuş bir sigara. Solumda neredeyse bitmiş büyük bir şişe rakı (Bardak yok..) Önümdeki “Tv” ekranında “Loop”a alınmış, sürekli dönen “Lethargic Dialogue” klibi. Bir rakıya, bir sigaraya, arada bir de ekrana bakıyorum. Videonun başında elde dönen çakmak gibi başım dönüyor. Depresif düşünceler, bitik bir karaciğer, antidepresanlar, anksiyeteler, ilaçlar, mahvolmuş bir hayat, “Psychonaut 4”… 2015’te keşfettiğim “P4” (böyle deyince aklıma bir “DSBM” grubundan ziyade evdeki “Play Station 4 Pro” geliyor ama kısaltma işte.) “Youtube”da gördüğüm günden beri dinlemeye asla ara vermediğim bir “DSBM” grubu. “P4” Yukarıda anlattığım hikaye ve binlercesi gibi bir çok zor anımda bana arkadaşlık etti. Konsere geçmeden önce nedir bu “DSBM” sadece biraz sert müzikle harmanlanmış, üzgün ergen intihar girişimlerimi, yoksa fazlası mı? Biraz bunlara bakalım.
Tumblr media
“Depressive Suicidal Black Metal” 90’ların başında “Burzum” etkisiyle yeni şekillere bürünen Black Metal’in belki de en uç türlerinden biri. Ben şahsen tek albüm çıkarabilmiş olan “Silencer” grubu ve psikolojik vakaların en berbat donanımlarına sahip hasta ruhlu solistleri “Nattramn” ile “DSBM”le tanıştım. Bu müzikte, gruplarında, solistlerinde öyle hikayeler, öyle hezeyanlar var ki değme korku filmi senaryolarına taş çıkartır. Özellikle “Nattramn”ı hafif bir “google”larsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Bu tarz hikayeler okuyup birde bunlarla aşırı bağdaşan müziklerini dinlediğinizde, eğer sizde hafif, orta, şiddetli depresyon dönemleri geçirdiyseniz kendinizi bu işe fazlasıyla kaptırıyorsunuz. “Shining” “Lifelover” “Nocturnal Depression” “Apati” “Xasthur” “Happy Days” “Coldworld” “Thy Light” ve sayamayacağım diğerleri öyle gruplar ki, bunları acının müzikte şekil bulmuş halleri olarak yorumlayabilirim. Histeri krizleri yaşayan vokaller, hezeyan tarayan gitarlar, şarkıların arasındaki durulma bölümlerinde giren ilginç enstrümanlar, (Black metalde saksafon olur mu demeyin oluyor, güzelde oluyor.) zil kullanımı yüksek atmosferik davullar ve bazen şarkı aralarında, başında ya da sonunda giren diyalog bölümleri. Anlatılar, bozuk radyo konuşmaları, çocuk koroları, şarkıları…
Tumblr media
“P4” yukarıda saydıklarımı ve daha fazlasını icra eden bir grup. Artık üretim yapamayan “Silencer” (Nattramn’ın akıl hastanesi projelerini saymazsak.) ve “Lifelover”ın (Aşırı doz kullanımı sonrası ölen gitaristleri sebebiyle grup dağıldı.) yeri dolamayacak olsa da, “P4” bu tarzın ciddi bir takipçisi oldu ve bayrağı onlardan devraldı diyebilirim. (Saydığım iki grubunda önemli şarkıları “P4” tarafından son albümlerinde coverlandı.) Dinlemesi zor bir tarz olan, abilerimiz, ablalarımızın, genel metal müzik dinleyicisinin dahi çok anlamlandıramadığı “DSBM” hala kısıtlı bir kesim tarafından bağra basılsa da, yaşamak zorunda olduğumuz çağ gereği giderek daha fazla takipçi kazanan bir akım. Konser açıklandığında üzülsem mi sevinsem mi bilemedim, müthiş bir şaşkınlık yaşadım. Uzun zamandır dinlediğim bir grubu sahnede izleyecek olmak sevinç vericiydi fakat diğer yandan geçirdiğim zor zamanları hatırlamak ve o günlere geri dönmek acı verici olabiliyordu. Tamda böyle duygularla gittim konsere. İki arada bir derede… “DSBM” ve “sevinç” kavramları birbiriyle çok bağdaşmıyor zannedebilirsiniz fakat size şunu söyleyebilirim ki benim nazarımda “DSBM”in yalnızlık, ölüm, intihar güzellemesi, aşırı doz, kendine zarar verme, alkolizm, vs. temaları yanı sıra, insana destek olan, hayata devam etmesini sağlayan, “güç” veren bir tarafı da var.
Zor, katlanılamaz dönemler geçirdiğimde kendi kendime yıllar içerisinde geliştirdiğim belki hastalıklı sayılabilecek bir yöntemim var. Bu dönemlerde genellikle depresif şeyler okumak, izlemek ve dinlemeye meyilli olurum. Holokost filmleri, savaş anıları, özellikle Doom/Black metal müzikleri bana yardımcı olur. Dünyada, senin o an yaşadığın acıdan daha büyük dramların olması, senden çok daha zor durumda kalan insanların hikayelerine odaklanmak konuyu en azından biraz olsun senden uzaklaştırır, hafif bir rahatlama hissi getirir. “P4” Gürcistanlı bir grup ve tarzlarını “Post Soviet Black Metal” olarak tanımlıyorlar. Bu tanımlama bile tek başına benim dikkatimi çekmeye yetmişti. Oraya ne yazdılarsa bu adamlar onu yapıyor, yaşıyor. Biz hiçbir zaman kanatlarını sonuna kadar açmış, ideolojisini ve baskısını bütün topraklarına zorla yaymış, egemen, düşman bir kuvvet tarafından yönetilmek zorunda kalmadık. (Ruhun şad olsun büyük Atatürk!) Ama bu adamlar yıllar boyunca bunu yaşadı ve bu olayın etkileri onlarda izler bıraktı, yaralar açtı. İçlerinde belki hala o günleri yaşıyorlar, hatırlıyorlar. Bu gözlerinden bile belli oluyor, birçok jenerasyona yayılmış bir durum bu. Konser boyunca arka planda, logolarının gerisinde gösterilen eski Sovyet bloğu mimarisinden örmekler bu dediklerimi destekliyor. Mega, güçlü, haşmetli, soğuk bloklar, toplu konutlar, binalar… Şükürler olsun ki onları anlayamıyoruz, belki biraz hissediyoruz. (Mimari dışında…) Anlayabilecek durumlar yaşamadık. Onları anlamaya çalışmamız Nasılsın? “İyiyim” diyalogları kadar saçma bir çaba oluyor. Sovyetler birliği devri ve sonrası dönem acılarını bize geçiriyorlar ve ben yine bu tarz şeyler yaşamadığım için rahatlıyorum evet ama sadece bununla sınırlı kalmıyor. “P4” ve “DSBM” grupları sayesinde artık kendimi yalnız hissetmiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun, benimle benzer acıları ve durumları, hissiyatları paylaşan insanlar var! Evet, yalnız değilim ve bu çok büyük bir güç. Belki o yerilen intihar temasının, kendisini öldüren ya da zarar veren müzisyenlerin, bağımlılıkların tam aksine insanı yaşama bağlayan, devam etmesi için insana dayanak olan bir güç. Dibe vurduğunda ayaklarını sağlam bir şekilde yere vurup, hızla yüzeye doğru çıkma gücü…
Tumblr media
İŞTE OMUZ OMUZA JİLET ÇEKECEĞİMİZ AN!
Konsere giderken neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum ama yalan yok bu kadar iyi geçeceğini düşünmemiştim. Konser normalde Pazar günü gerçekleşecekti fakat grubun uçaklarındaki bir sorun nedeniyle “P4” gecikti ve etkinlik ertesi güne ertelendi. Bu konuda seyircide sıkıntılar yaşandı. Şehir dışından gelenler biletlerini iptal etti, konser hafta içine alındığı için gelemeyenler oldu vs. Sonuç olarak beklenenden biraz daha az bir kitleyle konseri geçirdik. Bu durum “P4” ün performansına bir eksi yazmadı, aksine daha da istekli ve enerjik şekilde konserlerini verdiler. Bu aksaklık için özür dilemeyi de ihmal etmediler. Genç nüfus ağırlıklı kitle tam bir “DSBM” dinleyicisiydi diyemem, zaten bunu beklemezdim de. Merakından gelen dinleyicide çok vardı, birkaç parça dinlemiş olup grup hakkında az buçuk fikir sahibi olanda, her şeye, bütün şarkılara hakim olup en önde translara girende. Tarzın gelişimi açısından bu yaşananlar gayet olumlu. Gördüğüm kadarıyla herkes konserden memnun ayrıldı. Memnun ayrılmamak mümkün değildi adamlar gerçekten o kadar hissiyatlı çalıp söyledi ki, hep birlikte gerçek bir inanmışlık, kendini adama deneyimi yaşadık.
Tumblr media
“P4” ün ilk albümü “Have A Nice Trip”in yazının başında söylediğim gibi bende ayrı bir yeri vardır. Konser “Setlist”leri internette fazla dönmüyordu ve benim gördüğüm kadarki kısmında konserlerinde artık ilk albümden hiç parça çalmıyorlardı. Bu konserde daha ilk şarkıda, ilk albümden “Parasite” (en sevdiğim ikinci parçaları.) ile girmeleri tahmin edersiniz ki beni binlerce farklı duygu durum içerisinde bıraktı. Telefonla çekim yaparken telefonumda “Headbang” yaptı. İnanılmaz anlardı. “We Will Never Find The Cure” “Moldy” ve “Too Late To Call An Ambulance” konser öyle hissiyatlı, öyle derin duygularla geçiyor ki başka hiçbir şey anlatmama gerek yok aslında. Şarkı isimlerini okusanız yeter. David kendinden geçiyor, (zaten kendinden geçmesi ile tanınır…) şarkıları yerde sürünerek söylüyor, bağırıyor, kendini yerden yere vuruyor, çığlıklar, yardım çığlıkları, Allah’ın belaları! David, “Lifelover”dan “Kim Carlsson”a benzettiğim hareketler sergiliyor, ölüyor, bitiyor. Seyirciyle birkaç kelime dışında çok fazla “konuşamadığı” (İstanbul, helö, hıı..) için, konuşmaları ve seyirci iletişimlerini genelde gitar/vokalleri yaptı. Konserlerde bu durumu iyi ayırmışlar, güzel çalışıyorlar. David konuşma konusunda sazı eline alsa hepimizin tadı kaçabilir. Sen şarkını söyle, çığlıklarını at abi. Grubun aklıselim, beyefendi, papyonlu gitaristi konuşmaları yapar. Bize özel olarak yapacaklarını söyledikleri ikili acı seansı, gitaristin söylemesine göre “üzerine çok fazla çalışılmamış” “deneysel bir şey” beceremezsek bize kızmayın dedi fakat kızmak ne kelime, resmen nutkumuz tutuldu! Bu bir “Şov” olarak değerlendirilebilirse eğer ben böyle “Şov” görmedim diyebilirim. IF’in duvarlarından acı fışkırdı. Gidin bakın hala orada duruyordur. Acı mekana sinmiştir. Mahvettiler bizi…
Tumblr media
“Beautyfall” (2020) albümlerinden “Sana sana sana cura cura cura” (Türkçe okuyunca ne kadar manalı oluyor, eski sevgiliye sitem edilen bir nefret şarkısı gibi.) çalınıyor. Bu hezeyan sonrası “Tbilisian trajedisi”. Yukarıda sigaraya çıkmıştım, melodiyi duyar duymaz merdivenleri üçer beşer inerek koştum geldim. Gitarist bunu çalmadan önce sanki “sıradaki şarkıyı biliyorsunuz, bunun için üzgün hissetmiyorum” deyip güldü. Konuşmanın başını kaçırdığım için ben pek bir mana veremedim, anlayan varsa yeşillendirsin. Hayırdır yani kardeş burasıda İstanbul tragedyası, hepimizin acıları var, bunlarımı yarıştıracağız… Neyse. “Beware the silence” sonrası bana ikinci şok geliyor. Yine yazının başında bahsettiğim, yıllar boyunca Loop’a aldığım şarkı “Lethargic Dialogue” (en sevdiğim “P4” şarkısı.) canlı çalınıyor! Benim bira fondiplendi, saçlar açıldı, darmadağın olundu… (Boynum hala ağrıyor…) Bu konserde ses o kadar iyiydi ki (belki “P4” için fazla iyi bile sayılır.) başka hiçbir konserlerinde bu kadar iyi ses aldıklarını düşünmüyorum bile. “Personal Forest” “My Sweet Decadance” (bu şarkı hep birlikte söylendi, elimizde çakmaklar eksikti.) ve “Bad morning” sonrası grup sahneden iniyor. Bizim çocuklar organize tabi “hurraa” kapıya derken “P4” tekrardan sahnede “The Stooges” Cover’ı olan “I wanna be your dog” şarkısını çalıyorlar. Hopluyoruz, zıplıyoruz. Resmen bu gece, burada, bütün acıları si……z!
Tumblr media
“P4” muazzam bir acı resitali sonucunda sahneden iniyor. Tekrar gelmek için söz veriyorlar ve ben tekrardan geldiklerinde yine benzer bir performans sergileyeceklerini düşünüyorum. (Daha iyi diyemiyorum, bundan daha iyisi nasıl olur bilemiyorum..) Grup, kuliste biraz dinlendikten sonra önceden söz verdikleri gibi “Meet And Greet” için seyircinin arasından geçip “Merch” standının arkasına gidiyor. Uzun bir kuyruk “P4”ten imza almak, fotoğraf çektirmek için bekliyor. Sıranın sonu gelmiyor, herkes grupla kucaklaşmak, sarılmak, konuşmak istiyor. Seyirci duygusaldı, grup duygusal ve yorgundu. Bu işin tamamlanması zor gibi gözüküyordu. Dolayısıyla bir süre sonra “tamam artık yeter arkadaşlar” diyorlar ve kalan sırayı toplu fotoğraf çekimiyle kandırıp kulise dönüyorlar. Bir “DSBM” grubuyla fotoğraf çektirmek, sırıtırken “P4” elemanlarıyla fotoğrafının olması falan bunlar… Ne bileyim biraz “sırıtan”, çelişkili, konuyla bağdaşmayan şeyler gibi gelmiyor değil. (Benimde oldu gerçi kardeşim, anıdır neticede kehkeh…) Konser o kadar güzel geçti ki olumsuz bir not, gözlem, izlenim sunamıyorum. Bu sene Metal müzik konserleri açısından çok verimli geçiyor, birçok enteresan grupla, “Sound”la, janrayla karşılaşıyoruz, tanışıyoruz. Bu etkinlikleri gerçekleştirenlere hakaret etmek yerine bence tekrardan teşekkür edelim. Şartları, zorlukları, aksilikleri anlamaya çalışalım, anlamasakta saygı duyalım. Güzel memleketimizin, yaşamak zorunda kaldığımız şu boktan dönemlerinde adamlar sevdiğimiz, müziklerinde nefes aldığımız, gelmesi için belki dualar ettiğimiz grupları getirmeye çalışıyor. Bu işi ne kadar profesyonel şekilde planlarsan planla, iki taraflı aksilikler yaşanabiliyor, kriz yönetimi yapmak gerekiyor, hızlı aksiyonlar almak zoruna kalıyorsunuz vs. Üzüntüyü, hayal kırıklığını anlarım ama klavye başından küfür etmek nedir? Şartlar gereği konsere gelemeyeni anlarım ama tepki olsun diye sevdiğin bir grubun konserine gelmemek nedir? Her neyse gelmeyen çok şey kaçırdı bir kez daha bunu belirteyim. Konserin etkisi hala üzerimde ve “P4”ün şarkıları beynimde çalmaya devam ediyor. Tekrardan yoğun şekilde “DSBM” batağına düşüyorum. Kaçabilen kendini kurtarsın, benim için artık çok geç. “Too Late To Call An Ambulance”… Sevgiyle kalın, görüşmek üzere!
Tumblr media
3 notes · View notes
harfzen · 27 days
Text
3 notes · View notes