Tumgik
#dön uzaktan
belleepoque7 · 5 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kasım bitmeden biz bittik derlemesi
İlk dersimi anlattım. Beklediğim kadar heyecanlı değildim çünkü öncesinde bir anlatma tecrübem vardı ve fena gitmedi. Yine de acemiliğin gözü kör olsun! Kafamı yastığa koyunca utanç verici anlar zihnime hücum etti. Staj hocamın bu konuda bize yumuşak olması çok hoşuma gitti. Ben dersi anlatırken telefonuyla ilgileniyormuş gibi yaptı. Gözümün içine içine baksaydı büyük ihtimalle o zaman daha endişeli olurdum. Ses ve sınıfa olan hakimiyetin iyi bir düzeyde olduğunu da söyledi. Bağırmakta üstüme yoktur dermişim. Öğrencilerin dikkatini çekebildim diyelim.
Bu ay da son sene bizi oyalamayacaklarını söyleyen sevgili hocalarım sanki dünya kendi etraflarında dönüyormuşçasına her hafta ufak tefek ödevler vererek kafamızı meşgul etti. Hem sınava hazırlanmak hem staja gitmek hem de okulun derslerini takip etmek bir noktada zihni yoruyor. Bir de sürekli kilometrelerce yol gidiyorum. Bu hızlı yaşama yabancı değilim ama bu sene bende tuhaf etkiler bıraktığını gözlemliyorum. Evden çıkarken ya telefonumu unutuyorum ya da otobüs kartımı. Geçenlerde okul kartımı düşürmüştüm hatırlıyorsanız. Çok şükür bulunmuştu. Bu geçtiğimiz hafta da okulda telefonumu unuttum. Metrobüste elimi cebime attım ve bir baktım ki telefon yok. Allah'tan arkadaşım inmemişti de hemen arattırdım. Sınıfta bırakmışım. Tüm eşyalarımı toplayıp masanın üstünde telefonu nasıl bırakıp gidebilirim? Oluyormuş işte. 3 durak gitmiştim de Allah'tan geri döndüm. Yarım saat kayıp oldu o gün bana. Eve zaten 1.5 saatte gidiyordum o gün 2 oldu. Almaya gittiğimde de derse giren hoca halime güldü. Geri dönüşüm transa geçmişim gibiydi. Biri yol tarifi falan soruyor o sırada ben 'efendim?' falan oluyorum dalgın dalgın. Aklımı başıma toplamam gerekiyor acilen.
Üniversiteyi bu dönemi saymazsak 1.5 sene uzaktan eğitim ile okuduğum için kızlarla olan anılarımız daha da kıymetli hale gelmeye başladı. Onun etkisini de görüyorsunuz şipşak bir gün ayarlamak. Yurtta kalan arkadaşlarımız için güzel oluyor böyle günler. Hem midemiz bayram ediyor hem de fazla fazla yaptığımızdan akşam yurda götürebiliyorlar. Ben de özlemiştim açıkçası böyle vakit geçirmeyi. Sürekli derse git, staja git, eve dön şeklinde bir döngüdeyiz. Haliyle sosyal aktivitemiz azalıyor. Hatta bunu da iki sene önceki fotoğraflara bakarken planladık. İyi oldu güzel oldu.
Bu arada bugün neredeyse bir senedir bitiremediğim kitabın bir bölümünü daha okudum. Öylece bırakıp gidemiyorum işte. Bir sürü pdf biriktiriyorum bir gün okurum diye. Yazın çok güzel ilerledim bu konuda ama şu an çok kötüyüm. Aradığınız kitap olursa hani çok güncel olmadığı sürece telegram gruplarının altını üstüne getirerek pdf ya da epub formatında kitapları bulabiliyorum. Bir gün okuyacağım ya hepsini. Gelecek inşallah o günler. Bugün bir adım attım bile. Eskiden otobüste falan okurdum ama bu sene metro kullandığım için hiç uygun bir ortam oluşmuyor. Genelde ayakta gidiyorum. Metrobüs mantıklı olabilir, onda da müzik dinliyorum. Böyleyim işte. Gerçekten istesem olur da istemiyorum belli ki.
Şimdi gidip ders çalışıyorum ve kendimi iyi hissediyorum. Yoksa vicdan azabı ile günü kapatırım. Buraya kadar karmaşık düşüncelerimi sabırla okuduysan eğer teşekkürler.
3 notes · View notes
Text
Bir düşün lütfen...
Senden bir isteğim var... Yalnız başına karanlık bir odada gözlerini kapatmanı, sadece bir an olsun ölmüş olduğunu hayal etmeni istiyorum senden.
Biliyorum, en yakınlarımızın cenazelerinde burun buruna geldiğimiz ölümü hatırlamak, var hızıyla akmaya devam eden yaşamın tam ortasındayken, büyük şehirlerin gürültüsü unuttururken her şeyi ve dünyalık bu kadar dert bir an bile çıkmazken aklımızdan ölümü hatırlamak hiç kolay bir şey olmayacaktır.
Ama bir dene lütfen...
Bir an öldüğünü ve sevdiklerinin bu haberi alır almaz evinizde toplandığını, yanı başında ağladıklarını, onları uzaktan izlediğini hayal etmeni istiyorum senden.
Düşünsene ağlıyorlar başında ve sen ne geriye dönebiliyorsun ne de elinden bir şey geliyor. Sadece olanı biteni izlemekle meşgulsün.
Sen, onları görüyorsun ama onlar senin yalnızca uzanmış bedenini görüp gidişine, seni bir daha hiç göremeyeceklerine ağlıyorlar.
Bu dakikadan sonra ne olacağını bilmiyor sadece izliyorsun. Seni hastanenin soğuk odasına kaldıracaklar ve cenaze vaktine dek belki öğle, belki ikindiye kadar da bekletecekler orada.
Pişmanlıkların olacak, çok pişmanlıkların olacak ama hiçbiri fayda getirmeyecek sana.
Kalabalık gittikçe artıyor ve malum gittikçe sona yaklaşılıyor.
Şimdi gözlerini aç ve ölmeden hemen öncesine dön. Aklından geçenleri, geceni gündüzüne katıp uğrunda kendini yıprattığın dünyalık düşünceleri, yersiz gururunu, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, her şeyi ama her şeyi düşün.
Hangisi kaç Allah rızası eder?
Hiçbir gayeyi Allah rızası için yaşamamışlarımız, annesine, babasına veya dostlarına bir kez olsun sarılmamış, hakkını helal et, seni çok seviyorum diyememişlerimiz var.
Şimdi, önce gözlerini, ardından odanın lambasını aç. Pencerenin perdesini arala ve bak lütfen.
O yoldan günde kaç tane araba geçiyor, kaç tanesi bu sokak bu yol benim deyip de oradan ayrılmazlık yapıyor?
Hiçbiri.
Şimdi elini kalbine koy, hayatta olduğunu hisset ve hâlâ bir imkânının daha var olduğunu, elini üzerine koyduğun ve atmaya devam eden kalbinle hisset.
Allah rızasını kazanabilmek adına, sevdiklerine onları sevdiğini söylemek, en başta verilmiş olan hayatın sonra sevdiklerinin kıymetlerini ölmeden önce anlayabilmek için bir imkânın var hâlâ.
Şimdi salonda oturan annene sarıl, babana onu sevdiğini söyle, uzaktaysan ara, yakınlardaysan yanlarına uğra, ahirete göç etmişlerin varsa sonsuz dualar et onlara, dualarınla telafi et zamanında yapamadıklarını o bile geç değil ama ailene, sevdiklerine ve yanındakilere sahip çık.
Kırıldıkların varsa affet, kızgınlıklarını toprağa göm. Yanında olabilme ihtimali olan sevdiklerini bu ihtimalden uzak tutma. Hiçbir şey şu an yanımızda olanlardan daha kıymetli değil çünkü.
Tumblr media
9 notes · View notes
anangelanddevil · 1 year
Text
Dinle, uzaktan çığlıklarımı duyabiliyor musun? " Geri dön " duymadın mı ? Tekrar dinle, anlamadın mı? Defalarca başa sar şarkımızı.
3 notes · View notes
turkeytraveltours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bozkirin-ortasinda-sanki-bir-vaha-selale-kanyon-ve-tarih.html
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih...
Tumblr media Tumblr media
Erzincan’a bir gece yarısı giriyoruz ve yine otele gitmiyoruz… Bu tür seyahat etmeyi sevdiğimi artık biliyorsunuz; hep yazıyorum… Evinde bizi misafir eden gezgin dostu Tugay Sonsuz Sert, ilk olarak sabah erkenden kahvaltıya götürüyor bizi, tirit yemeye. Etlerin altında ekmek olan yöresel bir kahvaltı. Farklı bir deneyim bizim için. Sonra da Dörtyol Yer Altı Çarşısı’nda az sayıda kalan bakırcıları gezip hemen şelale yoluna düşüyoruz. Girlevik Şelalesi, Erzincan merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Genişçe bir otoparkı var. Biraz erken gittiğimiz için otoparkta gölge yer arama lüksümüz bile oluyor. Şelalenin olduğu alanda bir tesis hizmet veriyor. Giriş ücreti yok.
Tumblr media
Girlevik Şelalesi kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor.
Buz gibi suya atlıyorum
Şelaleye varışımızı öğle saatlerine denk getiriyoruz ki pek kalabalık olmasın ve rahatlıkla yüzebilelim. Ancak otopark boş olsa da şelale pek kalabalık. Herkes fotoğraf çekme, bense bir an önce kendimi suya atma derdindeyim. Su buz gibi! “Oh, dünya varmış” diyorum. Anadolu’daki şelalelerde yüzmek için mayo uygun olmuyor. Bu nedenle kolay kuruyan şort ve tişörtleri tercih ediyorum. Bu bile şaşkın bakışlara sebep olsa da genelde peşimden suya atlayanlar olur ve hep çok eğleniriz. Yine değişmiyor; atlıyorlar peşimden. Şelale oldukça geniş bir alandan dökülüyor. Çevrede ağaçların serin gölgesinde piknik yapmak mümkün. Şelale kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor. “Kim bilir belki o zaman da geliriz” diyerek şelaleye veda ediyoruz. Listemizde aranıp bulunacak bir kilise var daha.
Tumblr media
Taşyolu’nu gündüz geçmenizi öneririm.
Yaz aylarında Doğu’nun sıcağında seyahat etmenin en kolay yolu şelale, göl ne buluyorsanız ıslanmak ve ıslak ıslak yola devam etmek. Öyle yapıyoruz. Navigasyona Abrenk Vank Kilisesi diye yazıyorum. Bulunca, önüne kadar gideceğimizi düşünüp yola çıkıyoruz. Ne büyük saflık! Az gittik, uz gittik tekerlemesindeki gibi gidiyor gidiyor, dağları aşıyoruz ve saatler sonunda bir köy evinin önünde navigasyonun “Geldiniz” sesini duyuyoruz. Kafamı uzatıp evin önünü süpüren kız çocuğuna kiliseyi soruyorum. Bezgin bir ifadeyle “Ay bıktım. Hep buraya geliyorlar” dediğinde benim de ağlayasım geliyor. Bize yolu tarif ediyor ama gel de anla! Dağda bayırdayız, o ağaçtan dön, bu toprak yola gir! Olacak gibi değil. Çok ümitsiz bir şekilde düşüyoruz yine yola. Halbuki bu kez göreceğimiz her yerin haritada yeri belli olmasına gayret etmiştim.
Issızlıktaki kilise
Ne bir tabela, ne soracak biri… Sonra tabii ki otomobilim toprak yolu çıkamıyor. Onu bırakıp yürü babam yürü, tırman babam tırman. Ama ne manzaralar! Belgesel gibi, kartpostal gibi. Oldukça yükseklere çıkmış olmalıyız ki bu yaz sıcağında esen rüzgârda üşüyoruz bile. En sonunda uzaktan görünüyor iki gözümün çiçeği. 7. yüzyıldan sonraya, Selçuklu dönemine tarihlenen kitabelerin iki tanesi hâlâ ayakta. Onları koruyacak kimse yok. Öyle başıboş kalmışlar. Kilise olduğunu düşündüğüm bölüm harap olmuş. İçine yazılar yazılmış yine. Hiç başka yer yokmuş gibi birileri yine içinde ateş yakmış. Maalesef yine bir terk edilmişlik…
Tumblr media
Erzincan merkez
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir sonraki rotanızı navigasyona yazacaksanız bu tepede yazmalısınız. Aşağıda internet çekmiyor. Ne tarafa gitmeniz gerektiğini asla kestiremiyorsunuz. Bozkırın içinde çeken bir yer buluncaya kadar yol almak zorundasınız ya da bizim gibi şanslıysanız bir çobana denk gelip yönünüzü sorabilirsiniz. Erzincan’dan çıkmadan önceki son durağımız Mama Hatun Türbesi oluyor. Saltuklu beylerinden 2. İzzettin Saltuk’un kızı için inşa edilmiş görkemli bir anıt mezar. Türbenin kitabesinde sadece mimarının adı okunabiliyor. Sanat eseri gibi mezar taşlarıyla görülmeyi hak ediyor. Görmeden dönmek Erzincan ve Mama Hatun’a büyük haksızlık olur, benden söylemesi.
Tumblr media
Tekne ya da sandalla gezin
Erzincan’ın en ünlü ilçesi Kemaliye’yi ve Karanlık Kanyon’u rotanıza mutlaka eklemelisiniz. Kemaliye Malatya’ya daha yakın olduğu için Karanlık Kanyon’u dönüş rotama ekliyorum. Benim için en özel tarafı, Kemaliye Taşyolu ve 38 tüneli geçmek. Eminim siz makul saatlerde gider ve maceracı ruhumun yarattığı hezeyanları yaşamazsınız. Biz akşam saatinde geçip karanlıkta çeşitli badireler atlatıyoruz… Eğer zamanınız varsa Kemaliye’de birkaç gün kalın ve Karanlık Kanyon’da tekne turuna çıkın. Bu turumda, tekne gezisi yapamıyorum ancak eminim ki burada kamp kurup Kemaliye’de kanyona doğru uyumak çok farklı bir keyiftir…
0 notes
traveltourstrips · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bozkirin-ortasinda-sanki-bir-vaha-selale-kanyon-ve-tarih.html
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih...
Tumblr media Tumblr media
Erzincan’a bir gece yarısı giriyoruz ve yine otele gitmiyoruz… Bu tür seyahat etmeyi sevdiğimi artık biliyorsunuz; hep yazıyorum… Evinde bizi misafir eden gezgin dostu Tugay Sonsuz Sert, ilk olarak sabah erkenden kahvaltıya götürüyor bizi, tirit yemeye. Etlerin altında ekmek olan yöresel bir kahvaltı. Farklı bir deneyim bizim için. Sonra da Dörtyol Yer Altı Çarşısı’nda az sayıda kalan bakırcıları gezip hemen şelale yoluna düşüyoruz. Girlevik Şelalesi, Erzincan merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Genişçe bir otoparkı var. Biraz erken gittiğimiz için otoparkta gölge yer arama lüksümüz bile oluyor. Şelalenin olduğu alanda bir tesis hizmet veriyor. Giriş ücreti yok.
Tumblr media
Girlevik Şelalesi kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor.
Buz gibi suya atlıyorum
Şelaleye varışımızı öğle saatlerine denk getiriyoruz ki pek kalabalık olmasın ve rahatlıkla yüzebilelim. Ancak otopark boş olsa da şelale pek kalabalık. Herkes fotoğraf çekme, bense bir an önce kendimi suya atma derdindeyim. Su buz gibi! “Oh, dünya varmış” diyorum. Anadolu’daki şelalelerde yüzmek için mayo uygun olmuyor. Bu nedenle kolay kuruyan şort ve tişörtleri tercih ediyorum. Bu bile şaşkın bakışlara sebep olsa da genelde peşimden suya atlayanlar olur ve hep çok eğleniriz. Yine değişmiyor; atlıyorlar peşimden. Şelale oldukça geniş bir alandan dökülüyor. Çevrede ağaçların serin gölgesinde piknik yapmak mümkün. Şelale kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor. “Kim bilir belki o zaman da geliriz” diyerek şelaleye veda ediyoruz. Listemizde aranıp bulunacak bir kilise var daha.
Tumblr media
Taşyolu’nu gündüz geçmenizi öneririm.
Yaz aylarında Doğu’nun sıcağında seyahat etmenin en kolay yolu şelale, göl ne buluyorsanız ıslanmak ve ıslak ıslak yola devam etmek. Öyle yapıyoruz. Navigasyona Abrenk Vank Kilisesi diye yazıyorum. Bulunca, önüne kadar gideceğimizi düşünüp yola çıkıyoruz. Ne büyük saflık! Az gittik, uz gittik tekerlemesindeki gibi gidiyor gidiyor, dağları aşıyoruz ve saatler sonunda bir köy evinin önünde navigasyonun “Geldiniz” sesini duyuyoruz. Kafamı uzatıp evin önünü süpüren kız çocuğuna kiliseyi soruyorum. Bezgin bir ifadeyle “Ay bıktım. Hep buraya geliyorlar” dediğinde benim de ağlayasım geliyor. Bize yolu tarif ediyor ama gel de anla! Dağda bayırdayız, o ağaçtan dön, bu toprak yola gir! Olacak gibi değil. Çok ümitsiz bir şekilde düşüyoruz yine yola. Halbuki bu kez göreceğimiz her yerin haritada yeri belli olmasına gayret etmiştim.
Issızlıktaki kilise
Ne bir tabela, ne soracak biri… Sonra tabii ki otomobilim toprak yolu çıkamıyor. Onu bırakıp yürü babam yürü, tırman babam tırman. Ama ne manzaralar! Belgesel gibi, kartpostal gibi. Oldukça yükseklere çıkmış olmalıyız ki bu yaz sıcağında esen rüzgârda üşüyoruz bile. En sonunda uzaktan görünüyor iki gözümün çiçeği. 7. yüzyıldan sonraya, Selçuklu dönemine tarihlenen kitabelerin iki tanesi hâlâ ayakta. Onları koruyacak kimse yok. Öyle başıboş kalmışlar. Kilise olduğunu düşündüğüm bölüm harap olmuş. İçine yazılar yazılmış yine. Hiç başka yer yokmuş gibi birileri yine içinde ateş yakmış. Maalesef yine bir terk edilmişlik…
Tumblr media
Erzincan merkez
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir sonraki rotanızı navigasyona yazacaksanız bu tepede yazmalısınız. Aşağıda internet çekmiyor. Ne tarafa gitmeniz gerektiğini asla kestiremiyorsunuz. Bozkırın içinde çeken bir yer buluncaya kadar yol almak zorundasınız ya da bizim gibi şanslıysanız bir çobana denk gelip yönünüzü sorabilirsiniz. Erzincan’dan çıkmadan önceki son durağımız Mama Hatun Türbesi oluyor. Saltuklu beylerinden 2. İzzettin Saltuk’un kızı için inşa edilmiş görkemli bir anıt mezar. Türbenin kitabesinde sadece mimarının adı okunabiliyor. Sanat eseri gibi mezar taşlarıyla görülmeyi hak ediyor. Görmeden dönmek Erzincan ve Mama Hatun’a büyük haksızlık olur, benden söylemesi.
Tumblr media
Tekne ya da sandalla gezin
Erzincan’ın en ünlü ilçesi Kemaliye’yi ve Karanlık Kanyon’u rotanıza mutlaka eklemelisiniz. Kemaliye Malatya’ya daha yakın olduğu için Karanlık Kanyon’u dönüş rotama ekliyorum. Benim için en özel tarafı, Kemaliye Taşyolu ve 38 tüneli geçmek. Eminim siz makul saatlerde gider ve maceracı ruhumun yarattığı hezeyanları yaşamazsınız. Biz akşam saatinde geçip karanlıkta çeşitli badireler atlatıyoruz… Eğer zamanınız varsa Kemaliye’de birkaç gün kalın ve Karanlık Kanyon’da tekne turuna çıkın. Bu turumda, tekne gezisi yapamıyorum ancak eminim ki burada kamp kurup Kemaliye’de kanyona doğru uyumak çok farklı bir keyiftir…
0 notes
gallipoliguide · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bozkirin-ortasinda-sanki-bir-vaha-selale-kanyon-ve-tarih.html
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih...
Tumblr media Tumblr media
Erzincan’a bir gece yarısı giriyoruz ve yine otele gitmiyoruz… Bu tür seyahat etmeyi sevdiğimi artık biliyorsunuz; hep yazıyorum… Evinde bizi misafir eden gezgin dostu Tugay Sonsuz Sert, ilk olarak sabah erkenden kahvaltıya götürüyor bizi, tirit yemeye. Etlerin altında ekmek olan yöresel bir kahvaltı. Farklı bir deneyim bizim için. Sonra da Dörtyol Yer Altı Çarşısı’nda az sayıda kalan bakırcıları gezip hemen şelale yoluna düşüyoruz. Girlevik Şelalesi, Erzincan merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Genişçe bir otoparkı var. Biraz erken gittiğimiz için otoparkta gölge yer arama lüksümüz bile oluyor. Şelalenin olduğu alanda bir tesis hizmet veriyor. Giriş ücreti yok.
Tumblr media
Girlevik Şelalesi kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor.
Buz gibi suya atlıyorum
Şelaleye varışımızı öğle saatlerine denk getiriyoruz ki pek kalabalık olmasın ve rahatlıkla yüzebilelim. Ancak otopark boş olsa da şelale pek kalabalık. Herkes fotoğraf çekme, bense bir an önce kendimi suya atma derdindeyim. Su buz gibi! “Oh, dünya varmış” diyorum. Anadolu’daki şelalelerde yüzmek için mayo uygun olmuyor. Bu nedenle kolay kuruyan şort ve tişörtleri tercih ediyorum. Bu bile şaşkın bakışlara sebep olsa da genelde peşimden suya atlayanlar olur ve hep çok eğleniriz. Yine değişmiyor; atlıyorlar peşimden. Şelale oldukça geniş bir alandan dökülüyor. Çevrede ağaçların serin gölgesinde piknik yapmak mümkün. Şelale kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor. “Kim bilir belki o zaman da geliriz” diyerek şelaleye veda ediyoruz. Listemizde aranıp bulunacak bir kilise var daha.
Tumblr media
Taşyolu’nu gündüz geçmenizi öneririm.
Yaz aylarında Doğu’nun sıcağında seyahat etmenin en kolay yolu şelale, göl ne buluyorsanız ıslanmak ve ıslak ıslak yola devam etmek. Öyle yapıyoruz. Navigasyona Abrenk Vank Kilisesi diye yazıyorum. Bulunca, önüne kadar gideceğimizi düşünüp yola çıkıyoruz. Ne büyük saflık! Az gittik, uz gittik tekerlemesindeki gibi gidiyor gidiyor, dağları aşıyoruz ve saatler sonunda bir köy evinin önünde navigasyonun “Geldiniz” sesini duyuyoruz. Kafamı uzatıp evin önünü süpüren kız çocuğuna kiliseyi soruyorum. Bezgin bir ifadeyle “Ay bıktım. Hep buraya geliyorlar” dediğinde benim de ağlayasım geliyor. Bize yolu tarif ediyor ama gel de anla! Dağda bayırdayız, o ağaçtan dön, bu toprak yola gir! Olacak gibi değil. Çok ümitsiz bir şekilde düşüyoruz yine yola. Halbuki bu kez göreceğimiz her yerin haritada yeri belli olmasına gayret etmiştim.
Issızlıktaki kilise
Ne bir tabela, ne soracak biri… Sonra tabii ki otomobilim toprak yolu çıkamıyor. Onu bırakıp yürü babam yürü, tırman babam tırman. Ama ne manzaralar! Belgesel gibi, kartpostal gibi. Oldukça yükseklere çıkmış olmalıyız ki bu yaz sıcağında esen rüzgârda üşüyoruz bile. En sonunda uzaktan görünüyor iki gözümün çiçeği. 7. yüzyıldan sonraya, Selçuklu dönemine tarihlenen kitabelerin iki tanesi hâlâ ayakta. Onları koruyacak kimse yok. Öyle başıboş kalmışlar. Kilise olduğunu düşündüğüm bölüm harap olmuş. İçine yazılar yazılmış yine. Hiç başka yer yokmuş gibi birileri yine içinde ateş yakmış. Maalesef yine bir terk edilmişlik…
Tumblr media
Erzincan merkez
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir sonraki rotanızı navigasyona yazacaksanız bu tepede yazmalısınız. Aşağıda internet çekmiyor. Ne tarafa gitmeniz gerektiğini asla kestiremiyorsunuz. Bozkırın içinde çeken bir yer buluncaya kadar yol almak zorundasınız ya da bizim gibi şanslıysanız bir çobana denk gelip yönünüzü sorabilirsiniz. Erzincan’dan çıkmadan önceki son durağımız Mama Hatun Türbesi oluyor. Saltuklu beylerinden 2. İzzettin Saltuk’un kızı için inşa edilmiş görkemli bir anıt mezar. Türbenin kitabesinde sadece mimarının adı okunabiliyor. Sanat eseri gibi mezar taşlarıyla görülmeyi hak ediyor. Görmeden dönmek Erzincan ve Mama Hatun’a büyük haksızlık olur, benden söylemesi.
Tumblr media
Tekne ya da sandalla gezin
Erzincan’ın en ünlü ilçesi Kemaliye’yi ve Karanlık Kanyon’u rotanıza mutlaka eklemelisiniz. Kemaliye Malatya’ya daha yakın olduğu için Karanlık Kanyon’u dönüş rotama ekliyorum. Benim için en özel tarafı, Kemaliye Taşyolu ve 38 tüneli geçmek. Eminim siz makul saatlerde gider ve maceracı ruhumun yarattığı hezeyanları yaşamazsınız. Biz akşam saatinde geçip karanlıkta çeşitli badireler atlatıyoruz… Eğer zamanınız varsa Kemaliye’de birkaç gün kalın ve Karanlık Kanyon’da tekne turuna çıkın. Bu turumda, tekne gezisi yapamıyorum ancak eminim ki burada kamp kurup Kemaliye’de kanyona doğru uyumak çok farklı bir keyiftir…
0 notes
gallipolidaytours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bozkirin-ortasinda-sanki-bir-vaha-selale-kanyon-ve-tarih.html
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih...
Tumblr media Tumblr media
Erzincan’a bir gece yarısı giriyoruz ve yine otele gitmiyoruz… Bu tür seyahat etmeyi sevdiğimi artık biliyorsunuz; hep yazıyorum… Evinde bizi misafir eden gezgin dostu Tugay Sonsuz Sert, ilk olarak sabah erkenden kahvaltıya götürüyor bizi, tirit yemeye. Etlerin altında ekmek olan yöresel bir kahvaltı. Farklı bir deneyim bizim için. Sonra da Dörtyol Yer Altı Çarşısı’nda az sayıda kalan bakırcıları gezip hemen şelale yoluna düşüyoruz. Girlevik Şelalesi, Erzincan merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Genişçe bir otoparkı var. Biraz erken gittiğimiz için otoparkta gölge yer arama lüksümüz bile oluyor. Şelalenin olduğu alanda bir tesis hizmet veriyor. Giriş ücreti yok.
Tumblr media
Girlevik Şelalesi kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor.
Buz gibi suya atlıyorum
Şelaleye varışımızı öğle saatlerine denk getiriyoruz ki pek kalabalık olmasın ve rahatlıkla yüzebilelim. Ancak otopark boş olsa da şelale pek kalabalık. Herkes fotoğraf çekme, bense bir an önce kendimi suya atma derdindeyim. Su buz gibi! “Oh, dünya varmış” diyorum. Anadolu’daki şelalelerde yüzmek için mayo uygun olmuyor. Bu nedenle kolay kuruyan şort ve tişörtleri tercih ediyorum. Bu bile şaşkın bakışlara sebep olsa da genelde peşimden suya atlayanlar olur ve hep çok eğleniriz. Yine değişmiyor; atlıyorlar peşimden. Şelale oldukça geniş bir alandan dökülüyor. Çevrede ağaçların serin gölgesinde piknik yapmak mümkün. Şelale kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor. “Kim bilir belki o zaman da geliriz” diyerek şelaleye veda ediyoruz. Listemizde aranıp bulunacak bir kilise var daha.
Tumblr media
Taşyolu’nu gündüz geçmenizi öneririm.
Yaz aylarında Doğu’nun sıcağında seyahat etmenin en kolay yolu şelale, göl ne buluyorsanız ıslanmak ve ıslak ıslak yola devam etmek. Öyle yapıyoruz. Navigasyona Abrenk Vank Kilisesi diye yazıyorum. Bulunca, önüne kadar gideceğimizi düşünüp yola çıkıyoruz. Ne büyük saflık! Az gittik, uz gittik tekerlemesindeki gibi gidiyor gidiyor, dağları aşıyoruz ve saatler sonunda bir köy evinin önünde navigasyonun “Geldiniz” sesini duyuyoruz. Kafamı uzatıp evin önünü süpüren kız çocuğuna kiliseyi soruyorum. Bezgin bir ifadeyle “Ay bıktım. Hep buraya geliyorlar” dediğinde benim de ağlayasım geliyor. Bize yolu tarif ediyor ama gel de anla! Dağda bayırdayız, o ağaçtan dön, bu toprak yola gir! Olacak gibi değil. Çok ümitsiz bir şekilde düşüyoruz yine yola. Halbuki bu kez göreceğimiz her yerin haritada yeri belli olmasına gayret etmiştim.
Issızlıktaki kilise
Ne bir tabela, ne soracak biri… Sonra tabii ki otomobilim toprak yolu çıkamıyor. Onu bırakıp yürü babam yürü, tırman babam tırman. Ama ne manzaralar! Belgesel gibi, kartpostal gibi. Oldukça yükseklere çıkmış olmalıyız ki bu yaz sıcağında esen rüzgârda üşüyoruz bile. En sonunda uzaktan görünüyor iki gözümün çiçeği. 7. yüzyıldan sonraya, Selçuklu dönemine tarihlenen kitabelerin iki tanesi hâlâ ayakta. Onları koruyacak kimse yok. Öyle başıboş kalmışlar. Kilise olduğunu düşündüğüm bölüm harap olmuş. İçine yazılar yazılmış yine. Hiç başka yer yokmuş gibi birileri yine içinde ateş yakmış. Maalesef yine bir terk edilmişlik…
Tumblr media
Erzincan merkez
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir sonraki rotanızı navigasyona yazacaksanız bu tepede yazmalısınız. Aşağıda internet çekmiyor. Ne tarafa gitmeniz gerektiğini asla kestiremiyorsunuz. Bozkırın içinde çeken bir yer buluncaya kadar yol almak zorundasınız ya da bizim gibi şanslıysanız bir çobana denk gelip yönünüzü sorabilirsiniz. Erzincan’dan çıkmadan önceki son durağımız Mama Hatun Türbesi oluyor. Saltuklu beylerinden 2. İzzettin Saltuk’un kızı için inşa edilmiş görkemli bir anıt mezar. Türbenin kitabesinde sadece mimarının adı okunabiliyor. Sanat eseri gibi mezar taşlarıyla görülmeyi hak ediyor. Görmeden dönmek Erzincan ve Mama Hatun’a büyük haksızlık olur, benden söylemesi.
Tumblr media
Tekne ya da sandalla gezin
Erzincan’ın en ünlü ilçesi Kemaliye’yi ve Karanlık Kanyon’u rotanıza mutlaka eklemelisiniz. Kemaliye Malatya’ya daha yakın olduğu için Karanlık Kanyon’u dönüş rotama ekliyorum. Benim için en özel tarafı, Kemaliye Taşyolu ve 38 tüneli geçmek. Eminim siz makul saatlerde gider ve maceracı ruhumun yarattığı hezeyanları yaşamazsınız. Biz akşam saatinde geçip karanlıkta çeşitli badireler atlatıyoruz… Eğer zamanınız varsa Kemaliye’de birkaç gün kalın ve Karanlık Kanyon’da tekne turuna çıkın. Bu turumda, tekne gezisi yapamıyorum ancak eminim ki burada kamp kurup Kemaliye’de kanyona doğru uyumak çok farklı bir keyiftir…
0 notes
anzacdaygallipoli · 2 years
Text
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih... - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bozkirin-ortasinda-sanki-bir-vaha-selale-kanyon-ve-tarih.html
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih...
Tumblr media Tumblr media
Erzincan’a bir gece yarısı giriyoruz ve yine otele gitmiyoruz… Bu tür seyahat etmeyi sevdiğimi artık biliyorsunuz; hep yazıyorum… Evinde bizi misafir eden gezgin dostu Tugay Sonsuz Sert, ilk olarak sabah erkenden kahvaltıya götürüyor bizi, tirit yemeye. Etlerin altında ekmek olan yöresel bir kahvaltı. Farklı bir deneyim bizim için. Sonra da Dörtyol Yer Altı Çarşısı’nda az sayıda kalan bakırcıları gezip hemen şelale yoluna düşüyoruz. Girlevik Şelalesi, Erzincan merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Genişçe bir otoparkı var. Biraz erken gittiğimiz için otoparkta gölge yer arama lüksümüz bile oluyor. Şelalenin olduğu alanda bir tesis hizmet veriyor. Giriş ücreti yok.
Tumblr media
Girlevik Şelalesi kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor.
Buz gibi suya atlıyorum
Şelaleye varışımızı öğle saatlerine denk getiriyoruz ki pek kalabalık olmasın ve rahatlıkla yüzebilelim. Ancak otopark boş olsa da şelale pek kalabalık. Herkes fotoğraf çekme, bense bir an önce kendimi suya atma derdindeyim. Su buz gibi! “Oh, dünya varmış” diyorum. Anadolu’daki şelalelerde yüzmek için mayo uygun olmuyor. Bu nedenle kolay kuruyan şort ve tişörtleri tercih ediyorum. Bu bile şaşkın bakışlara sebep olsa da genelde peşimden suya atlayanlar olur ve hep çok eğleniriz. Yine değişmiyor; atlıyorlar peşimden. Şelale oldukça geniş bir alandan dökülüyor. Çevrede ağaçların serin gölgesinde piknik yapmak mümkün. Şelale kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor. “Kim bilir belki o zaman da geliriz” diyerek şelaleye veda ediyoruz. Listemizde aranıp bulunacak bir kilise var daha.
Tumblr media
Taşyolu’nu gündüz geçmenizi öneririm.
Yaz aylarında Doğu’nun sıcağında seyahat etmenin en kolay yolu şelale, göl ne buluyorsanız ıslanmak ve ıslak ıslak yola devam etmek. Öyle yapıyoruz. Navigasyona Abrenk Vank Kilisesi diye yazıyorum. Bulunca, önüne kadar gideceğimizi düşünüp yola çıkıyoruz. Ne büyük saflık! Az gittik, uz gittik tekerlemesindeki gibi gidiyor gidiyor, dağları aşıyoruz ve saatler sonunda bir köy evinin önünde navigasyonun “Geldiniz” sesini duyuyoruz. Kafamı uzatıp evin önünü süpüren kız çocuğuna kiliseyi soruyorum. Bezgin bir ifadeyle “Ay bıktım. Hep buraya geliyorlar” dediğinde benim de ağlayasım geliyor. Bize yolu tarif ediyor ama gel de anla! Dağda bayırdayız, o ağaçtan dön, bu toprak yola gir! Olacak gibi değil. Çok ümitsiz bir şekilde düşüyoruz yine yola. Halbuki bu kez göreceğimiz her yerin haritada yeri belli olmasına gayret etmiştim.
Issızlıktaki kilise
Ne bir tabela, ne soracak biri… Sonra tabii ki otomobilim toprak yolu çıkamıyor. Onu bırakıp yürü babam yürü, tırman babam tırman. Ama ne manzaralar! Belgesel gibi, kartpostal gibi. Oldukça yükseklere çıkmış olmalıyız ki bu yaz sıcağında esen rüzgârda üşüyoruz bile. En sonunda uzaktan görünüyor iki gözümün çiçeği. 7. yüzyıldan sonraya, Selçuklu dönemine tarihlenen kitabelerin iki tanesi hâlâ ayakta. Onları koruyacak kimse yok. Öyle başıboş kalmışlar. Kilise olduğunu düşündüğüm bölüm harap olmuş. İçine yazılar yazılmış yine. Hiç başka yer yokmuş gibi birileri yine içinde ateş yakmış. Maalesef yine bir terk edilmişlik…
Tumblr media
Erzincan merkez
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir sonraki rotanızı navigasyona yazacaksanız bu tepede yazmalısınız. Aşağıda internet çekmiyor. Ne tarafa gitmeniz gerektiğini asla kestiremiyorsunuz. Bozkırın içinde çeken bir yer buluncaya kadar yol almak zorundasınız ya da bizim gibi şanslıysanız bir çobana denk gelip yönünüzü sorabilirsiniz. Erzincan’dan çıkmadan önceki son durağımız Mama Hatun Türbesi oluyor. Saltuklu beylerinden 2. İzzettin Saltuk’un kızı için inşa edilmiş görkemli bir anıt mezar. Türbenin kitabesinde sadece mimarının adı okunabiliyor. Sanat eseri gibi mezar taşlarıyla görülmeyi hak ediyor. Görmeden dönmek Erzincan ve Mama Hatun’a büyük haksızlık olur, benden söylemesi.
Tumblr media
Tekne ya da sandalla gezin
Erzincan’ın en ünlü ilçesi Kemaliye’yi ve Karanlık Kanyon’u rotanıza mutlaka eklemelisiniz. Kemaliye Malatya’ya daha yakın olduğu için Karanlık Kanyon’u dönüş rotama ekliyorum. Benim için en özel tarafı, Kemaliye Taşyolu ve 38 tüneli geçmek. Eminim siz makul saatlerde gider ve maceracı ruhumun yarattığı hezeyanları yaşamazsınız. Biz akşam saatinde geçip karanlıkta çeşitli badireler atlatıyoruz… Eğer zamanınız varsa Kemaliye’de birkaç gün kalın ve Karanlık Kanyon’da tekne turuna çıkın. Bu turumda, tekne gezisi yapamıyorum ancak eminim ki burada kamp kurup Kemaliye’de kanyona doğru uyumak çok farklı bir keyiftir…
0 notes
denizmavisiigibii · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Kendimi ne çok yerde susturduğumu, hislerimi ne çok bastırdığımı fark ettim. Kimse kimseyi ben böyle biri değildim diyebileceği kadar üzmemeli. Kimse kimseyi o hale getirmemeli cidden.
88 notes · View notes
1duygusalhikayem · 2 years
Text
Yüreğine şiir takıp ta, düşmüşsün Dünya ya.
Ellerin, üzüm salkımlarından bir örnek gibi.
Bakışlarında, nar çiçeklerinin bereketi konuşuyor.
Sesinde, ışıltı bir sevinç şarkısı,
Aheste bir dokunuşla kalbimi okşuyor.
Biliyorum nar renkli, bir Ağustos akşamında.
Çıkıp gideceksin.
Bu eflatun rüya son bulacak.
Aşk, yaşatacak bize bu acıyı biliyorum.
Şiirlere küsmeyeceğim ve de şarkılara.
Yazdıkça saçlarına dokunacağım.
Gözlerinden öpeceğim, her mısrada.
Uzaktan göreceğim belki, hiç dokunmadan.
Akşamı getiren gün batımında.
Bir rüzgarın duacısı olacağım,
Yeter ki saçlarının kokusunu getirsin bana.
Gamzene sarılacak hüzünlerim,
Dön diye yalvaracaklar, adım gibi biliyorum.
Bağrımda yanan bir özlem ki,
Nazım'ın memleketine hasretliği gibi.
Duyarsan sesimi, sana bakan gözlerimden.
Dön ne olur.
Hasretlik, bir aşkın evlat acısı gibi.
Gittiğin günden beri, her an ölüyorum.
Seçil OĞUZ
♥️ @1ⅅUᎽᎶUЅᎯℒℋℐᏦᎯᎽℰℳ ♥️
♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️♥️
73 notes · View notes
yalnizliktaboguldum · 2 years
Text
Bazen soruyorum kendime, neydi benim olayım? Neydi bizim olayımız? Bu kadar kafaya takacak ne derdimiz olabilirdi? Her gün o boktan okula gidip o boktan sıralara oturup kalmaktan başka vasfımız yok. Peki, soruyorum, Bizim derdimiz ne? Bu karmakarışık hayatın içinde kaybolanların derdi neydi ve kiminleydi?
Sen! Evet ,evet sen? Nasılsın, nasıl gidiyor hayat? O kızı kendine aşık edebildin mi? Ya da ailenden gitmek istediğin parti için izini koparabildin mi? Sorularla seni sıkmayacağım… Ama asıl konumuzu ilgilendiren bir konu hakkında son kez soru soracağım. Hiç aşık oldun mu? Uzaktan birini sevdin mi hiç? Ona dokunmak, öpmek, sarılmak isteyip yapamamak nedir bilir misin? Hiç yaşadın mı bunları? Peki ,uzak mesafe aşkı… Ne yaptığını bilememek, boyunu kilosunu, gülüşünü, bakışını görememek nedir bilir misin ya?
Kilometrelerce öteden birini sevmek, her dinlediğin şarkıyı, okudun her satırı yaptığın her güzel şeyi ona ithaf etmek, ve onun bu aptal meafelerden korkup seni bir başına bırakması.kadar acı verici bir şey var mıdır? Hyatının her zerresini anlatmak ve o gidince duvarlara konuşmak, parmaklarının mesaj yerine gitmesi ve “LÜTFEN GERİ DÖN SENİ ÇOK ÖZLEDİM” diyememek. Yutkunamamak, su içerken bile aklına gelmesi… Tamam diyosun ya, ben yaşayamam artık ne yapacağım onsuz?
Yapacaksın. Ben seni tanıyorum. Evet seni hiç görmedim, sesini hiç duymadım, yüzünü görmedim. Ama kalbimizdeki acı bir ya, Tanıdığız biz. Acı kardeşiyiz biz. Ama hepsini atlatacağız. Acı bitip gider oğlum buna mı dayanamayacağız? Hadi, kalk toparlan şimdi.
3 notes · View notes
e-505-e · 2 years
Text
*"1 sene oldu"* 1 sene boyunca uzaktan izledim. Üzülmedim inan uzakta olman dışında her şey dert oldu içime hangi geceye sığındıysam sabahı haram oldu.. neden sevmedin demiyorum çünkü kimse kimseyi sevmek zorunda değil fakat düşünmeden de edemiyorum.. sahi bal, bunca çabamdan sonra hiç mi kalbine dokunamadım...daha sensiz yaşıyacağım "yıllara" merhaba...geceler canımı acıtıyor bal..dön geri üstelik şu an her şeyin varkındayken dön..serendipçem..
Tumblr media
4 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 154. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 154: Neden Xu Li Değil, Neden Jing Wen Değil?
Davetsiz misafiri görünce Jing Wen irkilmişti. “SEN KİMSİN?!”
Ancak, Xie Lian’ı sorgulayan kişi aslında bir ‘adam’ değildi, oldukça kötü bir şekilde şekillendirilmiş bir taştan erkek heykeliydi, bedeni çıplaktı ama kumaşlara sarılmıştı, bir taraftan absürt ve bir taraftan da şapşal görünüyordu.
Yürürken ayak sesleri değil de tuhaf patırtıların çıkmasına şaşmamalıydı; onu görünce Pei Ming ile Ling Wen’in donup kalmasına da; ve gözleri açık olduğu halde Pei Ming ve Ling Wen saçmalamasına da. Çünkü, bu şeyin kadın bir hayaletle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu.
Pei Ming ve Ling Wen parşömen benzeri bir materyalle sarılmışlardı, Jing Wen’in elinde sıkıca bağlıydılar, kımıldayamıyorlardı. Xie Lian en sonunda kendine geldi. “???Ben mi???”
Ancak Jing Wen konuştu. “Sen Xian Le’nin Veliaht Prensi misin?”
Xie Lian şaşırdı. “Ne? Beni tanıdın mı? Eh, bu sahiden…”
Ama aslında tuhaf değildi. Xie Lian ilk yükseldiği zaman, yeri yerinden oynatan bir sınav olmuştu. O Üst Cennetteki tüm cennet mensuplarını tanımıyor olabilirdi ama Üst Cennetteki herkes onu tanıyordu. Tıpkı şimdi olduğu gibi, o Jing Wen’in nasıl göründüğünü hiç hatırlamıyordu ama Jing Wen onu yine de tanımıştı. “Elbette. Ekselanslarının tanrılık mertebesindeki seyahati çıkışlar ve inişlerle dolu, seni tanımamak daha zor olurdu!”
Xie Lian garip bir şekilde duygulanmıştı ve bilinçsizce cevap verdi. “Onur duydum, onur duydum… Ama, sen bu hale…”
“Bu hale nasıl mı geldi?” Jing Wen onun yerine sorusunu tamamladı.
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi ve başını salladı, sorusunun biraz kaba olduğunu düşünüyordu. Jing Wen ise bu fırsatı hakaret etmek için kullandı. “HEPSİ NANGONG JIE OROSPUSU YÜZÜNDEN! Jing Wen Sarayı reddedildikten sonra, ruhani güçlerim gittikçe zayıfladı ve o da yarama aşağılama ekledi, beni öldürmek için peşime düştü. Bugüne dek hayatta kalmak için tek yapabileceğim bu taş heykele bürünmekti!”
“Sana kıyasla bence ben hiçte kötü değilim.” Dedi Ling Wen. “Gece yarısına dek Jing Wen Sarayında kalmamı sen bizzat emretmiştin, ardından ise utanmadan dönüp seni taciz etmek için bu kadar geçe kadar kaldığımı söylemiştin. Sözler şekilsiz cinayetlerdir; açık açık şiddetle karşılık vermem benim nezaketimdendi.”
Bu sırada, aniden tekme attı ve doğrudan Jing Wen’in alt kısmına isabet ettirmişti. Xie Lian’a göre bu saldırısı hiçte güçlü görünmemişti, sonuçta taş heykelin insansı bedeni olmadığı için, en fazla Jing Wen’in üzerindeki birkaç kıyafet yırtılırdı. Ancak beklenmedik bir şekilde, Jing Wen sahiden kasıklarından tekmelenmiş gibi trajik bir şekilde uludu ve aceleyle alt kısmını örttü.
Ancak, çok geç kalmıştı. Kasıklarını örten kumaş çoktan Ling Wen tarafından uzaklaştırılmıştı ve Xie Lian hızlı bir bakış atabilmişti. Beyaz kumaşın altında, hiçbir şey yoktu.
Hiçbir şeyin olmamasının anlamı, her ne kadar bu anadan doğma çıplak bir taş heykel olsa da, kasık kısmında olması gerekenlerin yerinde olmamasıydı.
Bu bir hadımın heykeliydi!
Demek bu hadım bir kölenin heykeli!, diye düşündü Xie Lian.
Bu tür taş heykellere cariye mezarlarında sık rastlanırdı ve gömülmeleri dolup taşan yin özünü etkilerdi, etkili bir çözümdü sahiden. Ancak, Jing Wen gibi söz konusu bir kadına karşı kaybetmek olunca oldukça dar fikirli olan bir erkek cennet mensubu için, durum oldukça ironikti!
Ling Wen kahkahalara boğuldu. “Ve ben de gelmiş ne bu kadar gergin ve öfkeli olduğunu merak ediyordum! Demek bu yüzdendi! Ben o kadar yükselemez miyim? Kendine dön de bir bak, sen ne kadar yükselebilirsin görmek için sabırsızlanıyorum! Hahahahaha…”
Jing Wen utancını örten kumaşlardan geriye kalanları yırttı ve üzerine bastı, öfkeden delirmiş gibiydi, Ling Wen’in saçını çekti bağırdı. “KAPA ÇENENİ! OLDUĞUN YERE GELEBİLMEK İÇİN SEN KAÇ CENNET MENSUBUYLA YATTIN?? KENDİNE BU KADAR GÜVENME! HEMEN ÖZÜR DİLE!”
Ling Wen’in saçının büyük bir kısmı neredeyse başından sökülüyordu, ama özür bir yana, merhamet bile dilenmeden acıya katlandı. Pei Ming tiksinerek yorum yaptı. “Sen bir literatür tanrısı mısın? O kadar bayağı ve zarafetten uzaksın ki, sokaktaki şirret kadınlar bile senden daha iyidir!”
Xie Lian içten içe acıyla ağladı, Jing Wen’in bir anlık sinirle ikisini de boğarak öldürmesinden korkuyordu, yine de “Hey!” diye bağırdı, elini kaldırdı. “Sakin ol! Jing Wen Zhen Jun! Şeyinin olup olmaması hiçbir fark yaratmıyor! Sahiden! Doğru söylüyorum!”
Jing Wen’in bir elinde Ling Wen vardı, diğer eli ise kasıklarını örtüyordu, kükredi. “YALAN! NASIL FARK ETMEZ?! NEDEN SENİNKİNİ YOK EDİP NELER OLDUĞUNU GÖRMÜYORSUN??”
Xie Lian içten bir şekilde konuştu. “Doğru söylüyorum! İnan bana! Her ne kadar! Ben de olsa da! Ama! Olmasa da aynı şey olurdu! Çünkü ben şeyim!”
Bir kez daha kendisini feda etmişti, kanıt olarak kendisini sunmuştu. Bunu duyunca Jing Wen biraz yatıştı. “Sen nesin?”
“Şeyim işte! Anladın.” Dedi Xie Lian. “Ve her ne kadar bende olsa da, hiç kullanmadım! Ehem, aslında, ister kadın ister erkek cennet mensupları olsun, ya da, diğer cennet mensupları, bu tür şeyler çok yüzeysel, bu kadar düşünmeye gerek yok…”
Jing Wen sözünü kesti. “Madem bu kadar önemsiz, neden kanıtlamak için kesip atmıyorsun?”
Xie Lian. “???”
Jing Wen hemen ekledi. “Farkı yok dememiş miydin? İkiyüzlü. Apaçık kaybetmeye gönülsüzsün, bu tür saçmalıklarla beni kandırmaya çalışmaktan vazgeç! Ben sırf bana bir iki şeker verdin diye ağlayıp tövbe edecek bir çocuk değilim! Kendininkini kesmesen de olur, ben bununkini keserim!”
Pei Ming’e hitaben konuşuyordu. Pei Ming şok olmuştu. “NEE?!”
İşte şimdi işler çığırından çıkmıştı. Her ne kadar pek çokları General Pei’ninkini kesmek istemiş olsa da, Xie Lian’ın burada Jing Wen’in istediğini yapmasına izin vermesine imkan yoktu ve aceleyle konuştu. “Jing Wen Zhen Jun! Her ne kadar Ling Wen’in sen reddedildikten sonra sana zorbalık etmesi yanlış olsa da, sen de ona zorbalık etmiştin bu nedenle teknik olarak eşit durumdasınız. Bu kadar uç bir şey yapmana gerek yok!” Konuşurken dikkatini dağıtmayı deniyordu, aynı anda gizlice RuoYe’yi serbest bırakmıştı ve o da bir yılan gibi Jing Wen’in arkasına süzülmüştü.
Ancak Jing Wen karşı çıktı. “Eşit durumda mıyız? Bu kadar basit değil. Şimdi sen bahsedince, o kaltağı sorgulamak için bana bir şey lazım! – Nangong, Xuli Krallığının düşünde senin rolün var mıydı??”
Jing Wen Xuli Krallığının taptığı bir sivil tanrıydı, bunun anlamı da Xuli’nin onun kaynağı olduğuydu. Kaynağı yok olduktan sonra doğal olarak o da hasar almıştı, hatta reddedilme acısını çekmişti. Bu nedenle Jing Wen’in Ling Wen’den şüphelenmesi doğaldı. Ancak, soru sorulunca, Ling Wen dudaklarını mühürledi ve cevap vermeyi reddetti. Jing Wen bağırdı. “SÖYLE GİTSİN! GÖLGELERDE BİR BOKLAR YİYEN SEN MİYDİN?? SEN OLDUĞUNU BİLİYORDUM! SENSİNDİR KESİN, YOKSA KRALLIK NASIL O KADAR HIZLI YOK OLURDU! HEPSİ BU SİNSİ KALTAĞIN SUÇU! O APTAL GENERAL DE SENİN AVUCUNA DÜŞMÜŞTÜR!”
Ling Wen cevap bile vermedi, kendi sorunu kendi kendine cevapladın…, diye iç geçirdi Xie Lian, Bekle, bir dakika? Ne generali?
Diğer tarafta, Ling Wen aniden gizlice sırıttı. Eğer Jing Wen’in yüzü bir hadım heykelini ele geçirdiği için ifadeye bürünemiyor olmasaydı, muhtemelen uzun zaman önce dişlerini sıkıyor olurdu. “Ne diye gülüyorsun sen?”
Ling Wen hafifçe başını kaldırdı ve umursamazca konuştu. “Onun yüzüne karşı aptal demenin sonuçlarından haberdar mısın?”
Jing Wen henüz ne dediğine anlam verememişti ki bir an sonra, Ling Wen’i bağlayan parşömen bir anda yırtıldı ve parçalarının arasından, siyah kol yenlerinden uzanan bir el onun kafasını yakaladı.
Jing Wen yakalandığında daha tek kelime edememişti ve kaba yüzünde bir çatlak belirdi, ardından bir diğeri, ve bir diğeri…
Üç çatlama sesiyle tüm bedeni paramparça oldu!
Ling Wen’e gelince, esaretinden kurtulmuştu ve olduğu yerde etrafından siyah dumanlar çıkararak duruyordu, parçalanmış taşlardan oluşan yığın ayaklarının dibindeydi.
Görünüşe göre Brokarlı Ölümsüzün efsanelerinde geçen ‘antik krallık’ Xuli Krallığıydı ve Bai Jing de Xuli’den birisiydi. Xie Lian tam düşüncelerini toparlıyordu ki hala parşömenlerle sıkı sıkıya sarılmış olan Pei Ming’in konuştuğunu duydu. “Ling Wen? Kes şunu.”
Ling Wen dönmüş ve adım adım ona yaklaşıyordu. Öncesinde Ling Wen’in Pei Ming’e ‘O seni hiç sevmiyor.’ Dediğini hatırlayan Xie Lian içinden, Olamaz, onu öldürecek mi?, diye geçirdi.
Ling Wen ise yürürken onu yatıştırıyordu. “Bai Jing, o zaten öldü. Hepsi saçmalıktı, onu dinleme.”
Ancak, pekte etkili olmuşa benzemiyordu, bu nedenle Ling Wen Pei Ming’e döndü. “Yaşlı Pei, onu durdurmama imkan yok. Jing Wen’in senin benim aşığım olduğunu söylediğini duydu ve tüm aklını seni öldürmekle doldurdu. Ekselansları, yardım et!”
Sormasına gerek yoktu, Xie Lian çoktan kılıcını savurmuştu ve Pei Ming’i bağlayan parşömeni kesti ve Pei Ming de ayağa fırladı, ikisi yeraltı mağarasından çıktılar, bir kez daha yeryüzüne gelmişlerdi. Mağaraya doğru aşağıya baktıkları zaman, Ling Wen’in biraz önce Pei Ming’in yattığı yeri yumrukladığını gördüler ve bir enkaz uçuştu, gücü saygıya değerdi, biraz önce Xie Lian’ın onları ararken attığı yumruklardan bile daha sertti!
Xie Lian RuoYe’yi kaldırdı, bileğine bağladı ve Pei Ming de kollarındaki bağları çözdü. Bunca zaman bağlı kaldıktan sonra, sol kolundaki şişlik nasılsa inmişti, artık milyon tane yerine sadece elli bin tane arı sokmuş gibi görünüyordu.
“Bu lanet kızgınlığı da ne böyle…” Diye başladı ama o daha bitiremeden Ling Wen önünde belirmişti!
İkisi de bir hamle yaptı ve birkaç metre geriye uçmuşlardı. Xie Lian ve Pei Ming bakıştılar, bu işin çok uğraştıracağına karar vermişlerdi ve aynı anda geriye fırladılar. Koşarken Xie Lian başını çevirdi ve bağırdı. “LING WEN! GENERAL BEI’Yİ TEKRAR SAKİNLEŞTİRMEYE ÇALIŞABİLİR MİSİN??”
Ling Wen hemen peşlerindeydi. “DENEDİM! AMA ARTIK BANA İNANMIYOR!”
“ONA YALAN SÖYLEDİĞİN İÇİN ÜZÜLMÜŞ OLMALI!” Pei Ming bağırdı.
“LING WEN!” Xie Lian haykırdı. “KADIN FORMUNA GERİ DÖNE BİLİR MİSİN? BİR KADININ BEDENİNDEYKEN GÜCÜN BİRAZ DAHA AZALIR!”
“HAYIR!” Ling Wen cevapladı.
“NEDEN?”
“BANA İZİN VERMİYOR!” Dedi Ling Wen.
“Anlıyorum!” Dedi Pei Ming. “Piç herif bir kadının bedenine değmekten korkuyor! Pısırık!”
PAT! Bir çatı uçarak onlara doğru geldi, neredeyse Xie Lian ve Pei Ming’i eziyordu. Ling Wen haykırdı. “ONU BEN FIRLATMADIM! ONA HAKARET ETTİĞİNİZ İÇİN BU SİZİN SUÇUNUZ, ŞİMDİ DAHA DA KIZDI, HER İKİNİZ DE TEHLİKEDESİNİZ!”
Xie Lian aceleyle haykırdı. “NE?! BENİM NE SUÇUM VAR? BEN HİÇBİR ŞEY DEMEDİM! LING WEN, BENİ BU İŞİN DIŞINDA BIRAKMASINI SÖYLEYEBİLİR MİSİN??”
“SENİ DE KATSA DAHA İYİ OLUR, YÜKÜ OMUZLAMAK İÇİN DAHA FAZLA İNSANIN OLMASI İYİDİR.” Ling Wen bağırdı. “EKSELANSLARI, KÜÇÜK PEI NEREDE? HAYALET BAN YUE? ÇİÇEĞE UZANAN KAN YAĞMURUN?”
“Onları bulaştırma, sizi aramak için onlar diğer yöne gitmişlerdi.” Xie Lian da ona doğru bağırdı. “Şimdiden metrelerce koştuk, önce koşalım sonra konuşuruz! O çoktan bin tane hayaleti emdi, şu anda doğrudan yüzleşmek hiçte mantıklı olmaz!”
Ancak beklenmedik bir şekilde kelimeler dudaklarından döküldüğü gibi aniden hafiflediğini hissetti ve tüm bedeni yukarıya kalktı. Sadece o da değildi, Pei Ming de aynı durumdaydı ve baktıkları zaman büyük ağlar tarafından yakalanmış ve havaya asılmış olduklarını fark ettiler.
Bela sanki yoktan var olmuş gibiydi ve ağ özel bir tür materyalden yapılmışa benziyordu, çıplak elleriyle yırtamamışlardı. Tam bu sırada etraftaki tüm ağaçlardan yüz veya iki yüz tane dişli canavar ve iblis fırlayıp çıktı, neşeyle el çırpıyorlardı. “YAKALADIK!!!”
“HAHAHAHA KAÇ OLDU TOPLAMDA? BU TUZAKLAR ÇOK İYİ!”
“BAKALIM NE YAKALAMIŞIZ, KAÇ BAŞ!”
Görünüşe göre panikten kaynaklanan anlık dikkatsizlikleri nedeniyle düşük seviyeli küçük yaratıkların tuzağına düşmüşlerdi. Xie Lian ağı kesmek için düşünmeden Fang Xin’e uzandı ama sırtının boş buldu, aniden yukarıya çekildiği zaman Fang Xin’in elinden kayıp düştüğünü fark etti. Küçük yaratıklardan oluşan çete henüz neyin geldiğini anlayamamıştı ve hepsi çok mutluydu. “BİR TANE DAHA!”
Ling Wen ellerini kaldırdı ve elinde iki yuvarlak, siyah renkte hayalet alevleri belirdi. Xie Lian ve Pei Ming’le yüzleşmek için başını kaldırdı. “İkiniz, bu… bu sahiden benim elimde değil.”
Xie Lian zorla bir nefes verdi. “Ling Wen, eğer o şey bize isabet ederse neler olacağını sorabilir miyim?”
“En son bu kadar büyük hayalet alevi kullandığım zaman Ekselansları Qi Ying’e vurmuştum ve yaralanmıştı, ama çokta kötü değildi. Yine de koşup kaçabilmişti.”
Hasar çok büyük olmayacakmış gibi geliyordu, yani eğer darbe alsalar bile çokta kötü olmayacaktı, bu nedenle Xie Lian da Pei Ming de rahat bir nefes aldılar. “Tamam, tamam…”
Ama tam ikinci ‘tamam’ da, Ling Wen’in elindeki iki hayalet alevi aniden on katına çıktı, göklere uzanan iki devasa ateş sütununa dönüşmüşlerdi!
Xie Lian. “…”
Pei Ming. “…”
“…Ama bu boyuttaki alevler size değerse ne olacağını söyleyemem…” Dedi Ling Wen.
Pei Ming kükredi. “BEKLE! BEN SAHİDEN SENİN SEVGİLİN FALAN DEĞİLİM AMA?!?!?!?!?!?”
“Biliyorum! Ama sadece ikimiz biliyorken hiçbir anlamı kalmıyor!” Diye haykırdı Ling Wen.
Canavar ve iblislerden oluşan çete ise tutuşan iki hayalet alevinden topun karşısında donakalmış ve hızla silahlarını geri çekmişlerdi, dargın bir halde etraflarını sarmış, küstahça bağırıyorlardı. “PİSLİK! NE CÜRETLE BİZİM AVIMIZI ÇALARSIN! YAKALAYIN ŞUNU!!!”
Ancak onlar gibi zavallı küçük yaratıklar Brokarlı Ölümsüz’e hiçbir tehdit oluşturmuyordu, sadece bir sıra daha taze besin kaynağıydılar. Ling Wen hafifçe başını eğdi, gözbebekleri hayalet alevlerinin parlak ışığını yansıtırken, sanki kendisini feda etmeye hazır olan yenilerinin gelişine hazırmış gibi görünüyordu. Tam bu sırada, vahşi bir kasırga esti.
Korkmuş haykırışlar silsilesi arasında, minik yaratıklardan oluşan çete göz açıp kapayıncaya dek gökyüzüne süpürülmüştü!
‘Rüzgar’la gökyüzüne uçmuştansa aslında daha çok şekilsiz, tuhaf, devasa bir el onları yakalamış ve gökyüzüne atmış gibiydi!
Brokarlı Ölümsüz sanki bir şey sezmiş gibi alarma geçmişti ve Ling Wen’in elindeki yakıcı hayalet alevleri de etrafı tararken bir parça azaltmış gibiydi. Xie Lian gayretle başını kaldırdı, ama ağacın kalın dalları görüş alanını kapatıyordu. Hayaletlerin inlemeleri de ani bir şekilde durmuştu, bu nedenle de yukarıda tam olarak neler olduğunu çıkartamıyordu. Pei Ming de tetikteydi. “Gelen kim?”
Bir süre dikkatle inceleyen Xie Lian aniden konuştu. “Kokuyu almıyor musun?”
“Ne kokusu?” Diye sordu Pei Ming.
“Çiçekler.” Xie Lian cevapladı.
Pei Ming’in kafası karışmıştı. “Burada çiçek mi var?”
Xie Lian gözlerini kapattı. Bir an sonra kesin bir kararla konuştu. “Evet. Çiçek kokusu bu.”
Çiçeklerin kokusu tatlı, tuhaf, taze ve ferahtı. Koku bilinmeyen bir yerden geliyordu, çiçeklerin ismi meçhuldü. Son derece hafifti, inanılmaz derecede yumuşak, sanki aslında yokmuşlar gibi hafif.
Pei Ming kaşlarını çattı. “Ben çiçek kokusu almıyorum, ama kesinlikle bir koku var…”
Cümlesini tamamlayamadan yüzüne bir şey damladı. Düşünmeden eliyle sildi ve bir anda gözbebekleri küçüldü.
Kandı.
Birkaç damla Ling Wen’in elindeki hayalet alevlerine de damlamıştı ve alevler hemen biraz daha küçülmüştü. Yüz ifadesi daha da tedirgin bir hal aldı ve başını hemen yukarıya kaldırdı. Tam bu sırada-
Göklerden dökülen kan yağmuruydu!
Pei Ming, Xie Lian’dan daha yükseğe asılmıştı ve aniden bastıran kan tufanıyla yıkanarak, kanda boğulmuş fareye dönmüştü, geriye sadece yuvarlak, fal taşı gibi açılmış, siyah ve beyaz renkte gözleri kalmıştı. Ling Wen’in elindeki hayalet alevler ise uzun zaman önce tümüyle sönmüştü ve savunmasız Pei Ming ile aynı kaderi yaşamamak için bir ağacın altında kaybolmuştu. Xie Lian’a gelince, aniden ağın yırtıldığını hissetmişti, bedeni düşmüş ve aşağıya doğru savrulmuştu. Düşerken havada takla atmış ve tıpkı üzerine dökülmekte olan kan yağmuru gibi istikrarlı bir şekilde yere inmişti.
Kaçacak vakti yoktu, bu yüzden Xie Lian kolunu kaldırmıştı, elinden gelebildiği kadar kendisini koruyacaktı. Ancak karanlığın ardından, yumuşak, kısık bir kahkaha duymuştu sadece.
Aniden hava gizemli, cezbedici çiçeklerin kokusuyla dolmuştu.
Xie Lian başını hafifçe kaldırdı ve yukarıya baktı. Yüzüne çarpan yağmur damlalarını hissetmiyordu; onun yerine, yumuşak ve nazik bir şey sürtünerek geçmişti.
Uzandı ve yakaladı. Aşağıya baktığında, avucunun kalbine sessizce düşen şey küçük bir parça parlak kırmızı renkte çiçek yaprağıydı.
Bir kez daha başını kaldırdı, nefesi kesildi. İnanamıyordu.
Gökyüzünü saran kan yağmuru, çırpınan çiçek yapraklarına dönüşmüştü!
Kimin geldiğini tahmin etmeye gerek bile yoktu. Xie Lian parmaklarını kıvırdı ve elini sıktı, isim dudaklarından dökülürken çiçek yaprağını sıkıyordu. “San Lang!”
Arkasını döndü ve Ling Wen’in sessizce yere düştüğünü gördü, ve o yumuşak kahkaha, kuzguni siyah saçlar, kızıl kıyafetlerle orada durmakta olan uzun ve ince genç adam Hua Cheng’den başka hiç kimse olamazdı.
Yapraklar kan damlaları gibi yağdı; kan, rüzgardaki yapraklar gibi dans etti. O yüz, ilk tanıştıkları günkü kadar enerjik ve yakışıklıydı, gözleri ışıl ışıl ve canlı. Gayretsiz bir şekilde uzun, ince gümüş eğri kılıcını tekrar kınına yerleştirdi ve derin bir sesle konuştu. “Ekselansları, geri döndüm.”
 Çevirmen: Nynaeve
142 notes · View notes
kendineaitbir · 3 years
Text
Bursa’ya Yeniden Dönmek
Herkesin bahanesi var, senin yok günahlı bir gölgenin serinliğinde biraz bekleyebilirsin, daha sonra burada kalamazsın, başa dönemezsin ama dön Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön! Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Kitap Evi Otel  elime geçtiğinde,  ışıklı günlerin hatıraları ile dopdoluydum. Eve dönmüşken, eve , kalbime  ve şiire sonsuz uzaklıkta bir yerde okumaya başladım kitabı .O otele hiç gitmedim, çevre sokaklarında çokça yürüdüğüm, dolandığım halde o otele hiç gitmedim  ben. Uzaktan baktım  sadece.
Angoisse kelimesini nereden hatırlıyorum ben dedim, sonra hatırladım; bu kelimeyle amcamın  metruk kütüphanesini karıştırırken karşılaşmıştım; bir tıbbi terim olarak… Uzun süre zihnimde gezdirip , kullandığım bir kelime olmuştu. Bir insanla, yazarla ortak kelimelerin, şiir mısralarının çağrışımlarını paylaşmak , uzun zaman sonra, ilk defa kendimi evimde, kendi şarkımın ve şiirimin , belki de hikayemin içinde hissettirdi beni.
Bitmesin diye yarıda bıraktım  kitabı, o his bitmesin istedim. Benzer iklimler, benzer cümlelerden çok benzer hissedişler ve çağrışımlarla inşa oluyor. Ruha sahip bir şehir, o ruha dokunmayı başarabilen herkeste benzer duygular açığa çıkarıyor olmalı, Bursa öyle…Bursa’da zaman, mekan,  insan, kelimeler, şiir, yaşamak ya da yaşayamamak…
‘’Bu dünyada olup bitenlerin olup bitmemiş olması için ne yapıyorsun?” sorusuna, ‘’yalnızlığın geyik gözlü köşesinden düzenlerin çıkmazına veda ediyorum” diye cevap veriyorsun ya,  “her şeyin bir kere daha yanlış olduğunu düşünüyorduk oysa diyorsun, ben de; bir şehrin hafızasındaki yerime sığınıyorum. En  güzel hatırasına;  Irgandı’da elimde fırçalar, renklerden bir alem içre ,kendimi şiir olduğunu bilmediğim bir şiirin içine bırakıvermişken, Muradiye’de bir hanım sultanın türbesindeki çiçekleri incelerken…ceylanlar suya iniyormuş o vakit ,bilmiyormuşum.
Şam’ı gördüm  ben, Muhyiddin’in kabri kapanmıştı, ben öyle yetiştim.
Anılarım bu şehrin hafızasında saklı, onları kimse alamaz benden dedim. O anılar ki ;  ‘’…her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevkiyle vardır, her adımda önümüze çıkar’” “Yalnız yaşadığımdır kalbimde kalan”  Benim bildiklerimi herkes bilebilir evet, fakat kalbim , o yalnızca bana aittir.
Başlarken, eve , kalbime, şiire ve şehre çok uzak bir yerdeydim. Bittiğinde, kendime ait yeri hatırlayıp, yeniden eve , kalbime ve şiire dönmüştüm.
  Kitap Evi Otel, Ercan Yılmaz, Heyemola Yay., Aralık 2020.
1 note · View note
turkeytraveltours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/bozkirin-ortasinda-sanki-bir-vaha-selale-kanyon-ve-tarih.html
Bozkırın ortasında sanki bir vaha: Şelale, kanyon ve tarih...
Tumblr media Tumblr media
Erzincan’a bir gece yarısı giriyoruz ve yine otele gitmiyoruz… Bu tür seyahat etmeyi sevdiğimi artık biliyorsunuz; hep yazıyorum… Evinde bizi misafir eden gezgin dostu Tugay Sonsuz Sert, ilk olarak sabah erkenden kahvaltıya götürüyor bizi, tirit yemeye. Etlerin altında ekmek olan yöresel bir kahvaltı. Farklı bir deneyim bizim için. Sonra da Dörtyol Yer Altı Çarşısı’nda az sayıda kalan bakırcıları gezip hemen şelale yoluna düşüyoruz. Girlevik Şelalesi, Erzincan merkeze 35 kilometre uzaklıkta. Genişçe bir otoparkı var. Biraz erken gittiğimiz için otoparkta gölge yer arama lüksümüz bile oluyor. Şelalenin olduğu alanda bir tesis hizmet veriyor. Giriş ücreti yok.
Tumblr media
Girlevik Şelalesi kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor.
Buz gibi suya atlıyorum
Şelaleye varışımızı öğle saatlerine denk getiriyoruz ki pek kalabalık olmasın ve rahatlıkla yüzebilelim. Ancak otopark boş olsa da şelale pek kalabalık. Herkes fotoğraf çekme, bense bir an önce kendimi suya atma derdindeyim. Su buz gibi! “Oh, dünya varmış” diyorum. Anadolu’daki şelalelerde yüzmek için mayo uygun olmuyor. Bu nedenle kolay kuruyan şort ve tişörtleri tercih ediyorum. Bu bile şaşkın bakışlara sebep olsa da genelde peşimden suya atlayanlar olur ve hep çok eğleniriz. Yine değişmiyor; atlıyorlar peşimden. Şelale oldukça geniş bir alandan dökülüyor. Çevrede ağaçların serin gölgesinde piknik yapmak mümkün. Şelale kışın donuyor ve buz tırmanışı yapılıyor. “Kim bilir belki o zaman da geliriz” diyerek şelaleye veda ediyoruz. Listemizde aranıp bulunacak bir kilise var daha.
Tumblr media
Taşyolu’nu gündüz geçmenizi öneririm.
Yaz aylarında Doğu’nun sıcağında seyahat etmenin en kolay yolu şelale, göl ne buluyorsanız ıslanmak ve ıslak ıslak yola devam etmek. Öyle yapıyoruz. Navigasyona Abrenk Vank Kilisesi diye yazıyorum. Bulunca, önüne kadar gideceğimizi düşünüp yola çıkıyoruz. Ne büyük saflık! Az gittik, uz gittik tekerlemesindeki gibi gidiyor gidiyor, dağları aşıyoruz ve saatler sonunda bir köy evinin önünde navigasyonun “Geldiniz” sesini duyuyoruz. Kafamı uzatıp evin önünü süpüren kız çocuğuna kiliseyi soruyorum. Bezgin bir ifadeyle “Ay bıktım. Hep buraya geliyorlar” dediğinde benim de ağlayasım geliyor. Bize yolu tarif ediyor ama gel de anla! Dağda bayırdayız, o ağaçtan dön, bu toprak yola gir! Olacak gibi değil. Çok ümitsiz bir şekilde düşüyoruz yine yola. Halbuki bu kez göreceğimiz her yerin haritada yeri belli olmasına gayret etmiştim.
Issızlıktaki kilise
Ne bir tabela, ne soracak biri… Sonra tabii ki otomobilim toprak yolu çıkamıyor. Onu bırakıp yürü babam yürü, tırman babam tırman. Ama ne manzaralar! Belgesel gibi, kartpostal gibi. Oldukça yükseklere çıkmış olmalıyız ki bu yaz sıcağında esen rüzgârda üşüyoruz bile. En sonunda uzaktan görünüyor iki gözümün çiçeği. 7. yüzyıldan sonraya, Selçuklu dönemine tarihlenen kitabelerin iki tanesi hâlâ ayakta. Onları koruyacak kimse yok. Öyle başıboş kalmışlar. Kilise olduğunu düşündüğüm bölüm harap olmuş. İçine yazılar yazılmış yine. Hiç başka yer yokmuş gibi birileri yine içinde ateş yakmış. Maalesef yine bir terk edilmişlik…
Tumblr media
Erzincan merkez
Üzülmekten başka bir şey gelmiyor elden. Bir sonraki rotanızı navigasyona yazacaksanız bu tepede yazmalısınız. Aşağıda internet çekmiyor. Ne tarafa gitmeniz gerektiğini asla kestiremiyorsunuz. Bozkırın içinde çeken bir yer buluncaya kadar yol almak zorundasınız ya da bizim gibi şanslıysanız bir çobana denk gelip yönünüzü sorabilirsiniz. Erzincan’dan çıkmadan önceki son durağımız Mama Hatun Türbesi oluyor. Saltuklu beylerinden 2. İzzettin Saltuk’un kızı için inşa edilmiş görkemli bir anıt mezar. Türbenin kitabesinde sadece mimarının adı okunabiliyor. Sanat eseri gibi mezar taşlarıyla görülmeyi hak ediyor. Görmeden dönmek Erzincan ve Mama Hatun’a büyük haksızlık olur, benden söylemesi.
Tumblr media
Tekne ya da sandalla gezin
Erzincan’ın en ünlü ilçesi Kemaliye’yi ve Karanlık Kanyon’u rotanıza mutlaka eklemelisiniz. Kemaliye Malatya’ya daha yakın olduğu için Karanlık Kanyon’u dönüş rotama ekliyorum. Benim için en özel tarafı, Kemaliye Taşyolu ve 38 tüneli geçmek. Eminim siz makul saatlerde gider ve maceracı ruhumun yarattığı hezeyanları yaşamazsınız. Biz akşam saatinde geçip karanlıkta çeşitli badireler atlatıyoruz… Eğer zamanınız varsa Kemaliye’de birkaç gün kalın ve Karanlık Kanyon’da tekne turuna çıkın. Bu turumda, tekne gezisi yapamıyorum ancak eminim ki burada kamp kurup Kemaliye’de kanyona doğru uyumak çok farklı bir keyiftir…
0 notes
bbigee · 3 years
Text
anlamalıydım aslında. yüzlerce kez yedeklediğin, özenle biriktirdiğin fotoğrafları kendi ellerinle sildiğini söylediğinde mesela. o şarkıları dinlemeyi bıraktığında anlamam gerekirdi. herkes gibi olduğunda, sıradanlaşmaya başladığında, birlikte kurduğumuz hatta benden daha çok sahiplendiğin o kadar hayali kirletmekten çekinmediğinde anlamalıydım. diğer insanlardan farkın kalmamıştı da, görmeyi reddettim. sana da zor gelir sanmıştım. özlerdin belki, çıkıp gelmek isterdin. ben seni yedi bıçak yarasına dayanırsın diye biliyordum. sen bir rüzgarda üşüdün diye çekip gittin. ne oldu şimdi. tüm öfkeni, nefretini üstüme kustun. düşmanın ettin beni. ne oldu şimdi söyle bana. ne geçti eline. içimi rahatlattım diye kendini kandırmaktan başka bir bok yemiyorsun. içim sızlamadı desene. ellerimle verdim ele desene. benim ellerim başka ele dokunmadı. bütün sitemim dön diyeydi. kaç gece bekledin sana atacağım tek bir mesajı. kandırmayalım birbirimizi. istedin biliyorum. istemeyi de geç ihtiyaç duydun. o şarkı çalınca da bir şeyler kopmadı mı yani sende. o sahilde oturduğunda dizine yatacak öpecek birini aramadın mı etrafında. uyuduğunda kirpiklerinle oynayan birine, öperek yavaş yavaş uyandıran birini istemedin mi hiç. bazı insanlarla barışman için savaşman gerekmiyor öğren bunu. tek bir kez insan olmayı dene. bu iş güneşe, yağmurlara sövmekle olmuyor. sen içinden çıktığımız çamuru bile kirlettin. sanıyorsun ki dünya etrafında dönüyor. ama sadece sanıyorsun. yaşıyorsun ama yaşattığın kaç umut kaldı. kaç güzel cümle çıktı şimdiye kadar ağzından. kaç defa anlamaya çalıştın kendini. o kadar yalnızsın ki ama göremiyorsun. doğru olan burnunun ucundayken bile sen hep kolay olana kaçıyorsun. yanılıyorsun. yok saydığın her şey seni çoktan unuttu. 3 saat görmeyince özleyen ben bile adını anmadan günler haftalar geçirir oldum. dinlemeden konuşmayı, anlamadan anlatmayı, sevmeden sevilmeyi istedin hep. ama bilmediğin o kadar çok şey var ki. izliyorsun biliyorum. mutsuzluğumu, yalnızlığımı uzaktan sessizce gizlice izliyorsun. sensiz hayatımın nasıl devam ettiğini, sensizlikle nasıl başa çıktığımı izliyorsun. buraya ne yazdığımı, kime ne söylediğimi merak ediyorsun. belki bazen yazmak bile geliyordur içinden. elin varmıyordur. çünkü korkuyorsun kendinden, benden, bizden. ama izliyorsun biliyorum. çünkü hala içimde hissediyorum seni. unutmadığını biliyorum. insan olan unutamaz silip atamaz o kadar şeyi. belimi istediğin kadar bük ben her defasında karşına dikileceğim. şunu da anla bu senin sandığın gibi bir kurşun değil. herkes dayıyor oğlum o namluyu. sen tetiği çeksene. madem o kadar yüktüm. gelip bir şey yapsana..
2 notes · View notes