Tumgik
#boşa giden iki ömür
Photo
Tumblr media
2 notes · View notes
kaanozer · 3 years
Text
Bilirsiniz ya da bilmezsiniz, öz çocuklarını boğduğu için herhalde, görkemli olduğu söylenen geçmiş, hele bir imparatorluksa, içinde taşıdığı hüsnü kuruntuyu, gerçekte sevmekten, güzel uzunken kırpılmış kısa kirpikli sanata büründürerek, bir tarikat anlaşmazlığından Nusaybin’e, bir tahttan indirilerek Selanik’e, bir eprimekten iskenderiye’ye sürgünlere gönderilmiş, kafası ipek kılıçla kesilmiş, tuğraları alçılarla örtülmüş, çocuk paşaların ilk kaymaktabağı Kanunu esasileri hamamname olarak kütüphanelere, Serez’den çinkolanmış sandukada taşınmış bir ermiş kemik olarak değil de, Yedikule zindanlarından getirtilmiş İskelet olarak hazirclere, pejmürde bir feylesofun Gelibolu’da Hamza koyunda ciğerlerine çektiği nefes olarak zaviyelere, kimi sayfaları şehzadelerce koparılıp atılmış surnameler olarak saraylara, yanma bir ibrik bir seccade bir Muhammediye almasına göz yumulan bir kalebent olarak hisarlara kapatılmış olsa bile, cumhuriyetlerin, kendisinden sonraki tarihsel ulamların, basamakların, süreçlerin peşini bırakmaz. Aylığını aldırmak için mührünü gönderir. Pişkindir. Ne hacıyatmazdır. Ben senin atalığın değil miyim? Aslını inkâr eden haramzadedir! Güftesini, artık kullanılmayan bir makamda, sahibinin sesi plaklara okur ve aynı marka fonograftan, borunun ağzına kulağını vererek dinler. Sebah’da resim çektirir. Nesnel bir olgudur bu. Çünkü, ölümünden sonra da toplumsal köklersiz, birçok insan yüzyılı yaşayabilen tek yaratış sanattır.
Şimdi, bugünlerde de, cumhuriyete, kentimize bir köçek gönderilmiştir: Geleneksel sanatlar. Mollaların lakırdısıdır. Hal ve gidişine, her anlamdaki evde kalmışlıklarını yüzlerine vurduğu için, sıfır verdikleri çağdaş sanatlara, özellikle şiire karşı çıkışlarının, insanı bir ömür boyu güldürecek önerileridir, ki, ilk elde eytişimsel değişme aykırıdır, bu söz her dile çevrilebilir de onların diline çevrilemez, sonra da, zayıf akıl erdirmelerinin, orta irfanlarının tescilidir ve kalplerinin küt faşizm küt infiratçılık attığının. Dangalaklar kafalarının kayıtlarını yanık saraylara yaptırmaya alışmışlardır. Bildiğimiz kuraldır, sanatları imgelemsiz, açılımsız, köksüz kimesneler, kırkından sonra böyle bir kök aramaya kalkışırlar, meyan kökü, hazırlayın! Ben de geliyorum! Bütün gençliklerini boşa akıtmışlardır, toprağa çünkü.
Siyasal komşular, toplumsal arkadaşlar ve üretim ilişkileri değişmedi mi yoksa hiç? İpek böceği yetiştiricileri nerede? Ya dut ağaçları? Haziranda vuruluncaya tutuklanıncaya işkence edilinceye kadar, gece vardiyalarında çalışmıyorlar mıydı onlar? Ha? Yapay ipek fabrikalarında.
Biz dragomanların cumhuriyetinden de öte, bir yetkinliğe doğru, temelin getireceği düzayak tertemiz çivit badanalı avadanlıktı bir cumhuriyete çalışırken, bu sefineye de ne oluyor? İç ve dış talanın tezgâhlarında denize indirilmiş Yorikke! İki başlı bir dizgenin zurnası ananevi sanat! İmparatorluğun mehri müeccelini vermemiş miyiz yoksa? Nesnel olguya nesnel karşılık şudur: Her delikanlı cumhuriyet —bundan gönenmeliyizdir— yaşıtı kızlarla çağdaşı arkadaşlarıyla meşrebine göre düşüp kalkacaktır, gerekirse kılıç kında yakalanacaktır. Cumhuriyetin en korkunç günahları dahi imparatorluğu ilgilendirmez. Halkın, bütün imparatorluk boyunca, yüzyıllar dokuduğu özelliklerinden başlıcası, eksendeki birisi ya da, devletten hoşlanmaması, binlerce mezraaya kaçmasıdır; bu olgunun tersini siz kime yutturursunuz. Çok sonraları, Batılılaşalım gülelim eğlenelimcileri, sonucu kendileri hazırladıkları halde, şaşırtan şey, halkı devleti kendisine en az hissettirebilecek düşmanlarıyla bile işbirliğine iten neden bu değil midir? Biraz bir yanıyla da, katlanarak.
İnsanların hukukunda baba oğulu red edebiliyorsa, oğul da babayı red edecektir. Hem emlak sahibi aportlar, hem tımar sahibi kıtmirler, gidip uzak çevrelerini dolaşırlarsa, halkın, oğulların babalarını kendi elleriyle yıkayıp gömdüklerini göreceklerdir.
Toplumun tutucu güdülerini beslemek üzre, zihinsel gevşeklikleri yüzünden, kendilerini ilerici uçlardanmış sayarak şipşak ihanetin yeni nitelendirilmesi olan sınıf değiştirmek eğilimini, belki de eğsinimini, böğürlerinde taşıyarak, sahhaflarda, “Eski harflerle kalb ağrısı varmı?” diye aranan, bir ayakları çıkarlarının ve pis ölümlerinin çukurundaki ihtiyarlar gençlere böyle tafra satmak isterler. Sorun, eskidir kardeşler, yeni hiç değildir, Ömer Lütfü Barkan filan okunduktan sonra başlamamıştır. Asıl Tanzimat’ın ilanından bu yana, kalemefendileri arasında tartışılır olmuştur. Eshabı mesalih bitsin bekler, Reşit Paşa küçük müydü? Büyük müydü? Uzun açık görüşmeleri, Hacivat’la Karagöz’ün kavgası, iki beylerbeyinin ağız dalaşı, Rumeli ve Anadolu. Evet, ferman Gülhane kahvehanesinde Hacivatca okunurken, Karagöz aznif oynamayı kesmemiştir. Peki, öteki kıraathaneler açılırken, amuda kalkmayı genelgeçer değerleri ters çevirmek sayıp, karşısında görünme numaralarını sürdürenleri, bir zaman atlamasıyla, o günlere götürdüğümüzde hamamda külhanda çalışmışlıklarını gizleyen Alili Kemal olarak bulmaz mıyız sanıyorsunuz. Anadolu’da her yeni düşünce, geç, erken, vaktinin hoşgörüsüne göre konumu ne olursa olsun, ilk bir on yıl, çeyrek yüzyıl, her neyse işte o kadar, gâvurluktur. Ama siz merak etmeyin hiç, bekleyin, sonra hemen ulusallaşır, yabanlığı yabancılığı unutulur, bir vasi ve rahim topraktır bu, gelenekler içinde asık suratlı kazıklı rüşvetli yerini alır, kosavalılığı, manastırlılığı unutulur gider, şecere hiç akla gelmeden kullanılır, iskele, çeşme, sokak, okul vs. adı olur. İtler kente gidicek Farsça ürürmüş eskiden, şimdi hem İngilizce hem Osmanlıca ürüyor.
Bu topraklarda, Çatalhöyük’den, başkent Sirkeci’ye kadar, iyi sanat, çağdaş sanatlar, biçimi değişir özü değişmez bir ilke gereğince, bütün geçmiş değerlere, değerse, gizli göndermelerini, onlardan açık alıntılarını zaten yapıyordur. Körler köyünde oturanlar, yanlış Batı kulüplerine karşı, Doğu tekkeleri kurmak, çileden geçmeden postnişin olmak kestirmelerini düşlemeleri nedeniyle, çağdaşlarını okuyamamışlardır ve bütün sol kolları kesiktir. Hoşgörüsüzlüğün takma adı olan hoşgörünün her çağdaki her toplumdaki dikenli sınırını, işte bu kimesneler çizerler, biz bu sınırın herhalükârda aşılması ve zorlanmasından yanayızdır, her iki kesim ve uç için.
Hiç bütünlcnmiş bir sürecin bir daha yeniden diriltilebildiği görülmüş müdür? Tedavülden çekilmiş paralara bakırcılarda dahi raslanmıyor. Bir üretim ilişkileri bütününün bir parçası divandı sedirdi diyerek, bitmiş bir aşkın göğsünden koparılabilir mi?
Evet, açıl Doğu açıl! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Ama yeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana, hem yeni divanilere. Doğuya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batıya düşer. Tersi de geçerlidir bunun.
İster Hacivat’ın, ister Karagöz’ün olsun, ölü bir altyapıya dayandığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtların çatışması olmayan bu düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife, bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor. Halk kendi sürecini kendi yaratmak üzere ırmak ağızlarında toplanmaya başlamıştır, deltalarda yatıyor çoluk çocuk. Şairler de şiirlerin denizlere döküldükleri bu yerlerde/ayakta. Irmaklar tersine akıtıldığı sabah, ayaklar baş olacak, başlar ayak, hangi kaynaklara gidileceğini biliyor halk.
Ancak rûmun şuarası ölümün arkasından konuşur!
Ölümün Arkasından Konuşmak Ece Ayhan, Yort Savul
1 note · View note
musstuffsworld · 4 years
Text
Tumblr media
ABDÜRRAHİM KARAKOÇ SÖZLERİ
Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde doğan( Nisan 1932/ 7 Haziran 2012) aşık tarzı şiirleriyle tanınan ünlü yazar ve şairin eserlerinden bir kaç alıntıyla derleme yaptık….
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Gidip de yorulma çok uzaklara,
Sen seni gel benim içimde ara…
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihribân!..
Korkuyorum belki yarın geç olur
Geleceksen bir gün önce gelsene
Sen inkâr etsen de gözlerin söyler
Gözler söyleyince çok derin söyler.
Ne ayağım uydu, ne kafam uydu
Belli… Ben bu çağın yabancısıyım.
Giydim, bir ateştir, aşkın örtüsü;
Sorulmaz ölçüsü, olmaz tartısı.
Huzur “Git yanımdan, uzaklaş” diyor
Keder “Gel yanıma gel-yaklaş” diyor
Bizi rahmetinle ıslat Allah’ım
Yürekler taş gelip taş gitmesinler…
Aşk temiz, kin rezil, iman büyüktür
Ölüm hak, Cihad farz, korku bir yüktür.
Umudum her zaman bâkidir ama,
Zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun…
Ne makam, ne para, ne senet, ne çek…
“Kurtuluş İslâm’da” vallahi gerçek.
Başımdan bir kova sevda döküldü
Islanmadım, üşümedim, yandım oy!
Ya islamla yükselir, ya inkarla çürürsün.
Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün.
Ölüler toprağa gömülür, hatıralar yüreğe
Toprak mı vefalı, yürek mi bilmiyorum….
Balıkların suyu sevdiği kadar
Ben de seni seviyorum darılma.
Ya Rab, bayram eyle bayramımızı
Yıka gönülleri kirden, çamurdan.
Yar deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Âlem-i İslâm’a rahmet su gibi
Aksın, BAYRAM OLSUN BAYRAMLARINIZ.
Evleriniz cennet kokusu gibi
Koksun, BAYRAM OLSUN BAYRAMLARINIZ.
Fırsat ver de sana layık kul olak
Bu vatanda yana yana kül olak.
TÜRK-İSLAM motifli zarfta pul olak
Sabır ver Sen, Rabb’im bize sabır ver.
Sırat’tan incedir sevda köprüsü
Beraber geçelim tut ellerimden.
Niyet ak güvercin, vuslat gökyüzü
Beraber uçalım tut ellerimden.
Zillette süvari, şerefte yaya,
Gidecek gönlünce yıldıza, aya.
Semtine basmamış ar, namus, haya,
Utanmaz suratlar bizi ne bilsin…
Şamata koparıp oy hesabına,
Göz yumdular halkın ızdırabına.
Zillet turşusunu zafer kabına
Koyana yuh! Koydurana yuh olsun!
Doğruluktan kaçan zat
Menfaati seçen zat
Haram yiyip içen zat
Murdar olsa da aynı
Serdar olsa da aynı.
Cebimde mektubun olmayabilir
Ne çıkar fotoğrafın yoksa masamda
Öğrenmek istersen eğer
Gel sevda iklimime gir
Açılmamış gönül kasamda
Sakladığım sensin
Ya Allah,deyince yedi zinciri
Kıracak güçtesin, zayıfım sanma.
Fikir koşusunda çok dingişleri
Yoracak güçtesin, zayıfım sanma.
İlmi azık eyle,sabırı silâh;
Gittiğin Hak yoldur,yardımcın Allah;
Kırk geceden sonra kırk milyon sabah
Görecek güçtesin, zayıfım sanma.ABDÜRRAHİM KARAKOÇ SÖZLERİ
Ya İslamla yükselir, ya inkarla çürürsün. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün.
Benden bakıp seni görmek ne güzel…
Korkmayın kullanın eskimez aklınız, itaat ettikçe verilmez hakkınız, insanlığınızdan eminseniz eğer, güdülen sürüden olmalı farkınız.
Kâinat uyur sessizce, ben hep seni düşünürüm.
Gölgesinde otur amma yaprak senden incinmesin, temizlen de gir mezara toprak senden incinmesin. Yollar uzun, yollar ince yol kısalır aşk gelince, yat kurban ol İsmail’ce bıçak senden incinmesin.
Ölüler toprağa gömülür, hatıralar yüreğe; toprak mı vefalı, yürek mi bilmiyorum.
Umudum her zaman bâkidir ama zaman kısa, ben yorgunum, yol uzun.
Vurulup ömrünün ilkbaharında kanından çiçekler açar yarında, cümle şehitlerin omuzlarında bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Sırat ’tan incedir sevda köprüsü beraber geçelim tut ellerimden.
Varsın bitmesin geceler, düşümüz yok ki korkalım. Dört mevsim yanar bağrımız, kışımız yok ki korkalım.
Gönül tezgahında şiir dokudum, iplik iplik nakışında sen varsın.
Düş gördüm; sevenler aldatmıyordu; gölgeli dağlarda gün batmıyordu. Uyandım, utançtan gök çatlıyordu. Oy benim açmadan solan düşlerim.
Hiç başın ağrır mı yoruldun mu hiç, birine küstün, mü darıldın mı hiç, sevdin mi, öptün mü sarıldın mı hiç, hasret nedir, ne değildir, de hele.
Cebimde mektubun olmayabilir, ne çıkar fotoğrafın yoksa masamda. Öğrenmek istersen eğer, gel sevda iklimime gir, açılmamış gönül kasamda sakladığım sensin.
İster ay batarken gel, ister gün doğarken gel!
Konuşmak cinnettir, susmak intihar.
İki kere iki dört ediyorsa, ben de seni seviyorum, darılma. Bir de her gecenin sabahı varsa, Ben de seni seviyorum, darılma.
Neşeyi ne tartar, gamı kim ölçer? Acı söz yarası kaç yılda geçer? Beklemek acıdır ayrılık hançer, gurbet nedir ne değildir de hele.
Bu dine, bu ırka ve bu toprağa sataşmak isterse herhangi gavur: “Vur! ALLAH aşkına vur!”
Yalnızlık; caddede, sokakta, evde, ben beni özlerim: gurbet bu derim.
Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan, bana zindan olur Maraş, Elbistan.
Çilesi belası gözüm üstüne derdimin dermanı say bu sevdayı.
Yar deyince kalem elden düşüyor, gözlerim görmüyor aklım şaşıyor. Lambada titreyen alev üşüyor, aşk kağıda yazılmıyor Mihriban.
Sevdam büyüdükçe dünyam dar olur. Zamandan çıktığım zamanlar olur.
Her yanımız gurbet hani ya sıla; ömür bitmez çile, ölüm fasıla. Günleri aylara, ayları yıla ekle babam, ekle can mı dayanır.
Bindirmişler bir gemiye, rotasından haberi yok. Korkuyor ”Türküm” demeye, atasından haberi yok.
Bir tarafta mazlumlar açık, çıplak gezmesin, bir tarafta sülükler lüks içinde yüzmesin, durmadan gelen zamlar fakir halkı ezmesin.
Aşk yarası ilaç kabul etmezmiş, bir gelirse daha dönüp gitmezmiş, tıp ilminin aklı, fikri yetmezmiş.
Aşk da, söz de yalan imiş, akıl işi değil bu iş ve sonra hatırladık ki sevenler hep boşa sevmiş.
Mıgırdıçı sever de Osmanı sevmez zındık! İti-domuzu sever, insanı sevmez zındık! İster ki diz üstüne çökertilsin Türkiye. Ekmeğini yer amma vatanı sevmez zındık!
Beynim fırın bağrım tandır, yanarım hayli zamandır. Sevgim yavru ceylandır, çeker gider dosta doğru.
Kimsesiz bir ananın içindeki binlerce sızıdır şiir.
Kalmışım ara yerde, tozdayım, dumandayım Kirli bir mekândayım, iğrenç bir zamandayım.
Doğruluktan kaçan zat, menfaati seçen zat, haram yiyip içen zat, murdar olsa da aynı, serdar olsa da aynı…
Günbegün artarken ülkenin borcu, meclise dayandı soygunun ucu. Mazlumlar yalarken çıplak avucu, zalimler enseye çöktü bu sene.
Rüşvet vermek, rüşvet almak nasıl şey, hazineden para çalmak nasıl şey, terlemeden zengin olmak nasıl şey, biz ne bilek beğim, böyükler bilir.
Bir ateş yakılır, sönmez bir daha, bu bayrak gönderden inmez bir daha. İlkbahar hazana dönmez bir daha, mevla yâd ellere yoldurmaz bizi…
Gidene küfür eyler, gelene şakşak. Alçağı alkışlayan, alçaklardan da alçak. Bir alçağın üstünde bir alçak yükselir mi? Alttaki öküze bak; üstteki boynuza bak.
Aşk temiz, kin rezil, iman büyüktür. Ölüm hak, Cihad farz, korku bir yüktür.
Kasap önce deriyi, sonra eti soyuyor. Hırsız ya pantolonu, ya ceketi soyuyor. İri iri adamlar çıktılar yukarıya her biri bir taraftan memleketi soyuyor.
Temiz doğdum, kirli öldüm, bilesin.
Nerede isyan varsa orada ben varım. İsyandan anlamam, sebebini anlarım. İnsanlara insanca muamele yoksa düşmanım, yakılıyorsa bende yanarım.
1 note · View note
doriangray1789 · 2 years
Text
Stoacı Seneca’nın; birincisi kardeşine, diğeri arkadaşına yazılmış, Mutlu Yaşam Üzerine ve Yaşamın Kısalığı Üzerine adlı iki eserinin bulunduğu kitaptan alıntılardır. Sözlerin, zaman geçtikçe daha anlamlı hale geldiği görülmektedir. Mutlu Yaşam Üzerine İnsan, yaşamıyla ilgili olarak çoğunluğun tercihlerini örnek alma zorunluluğunu hissetmemeli, aklı temel almalı, akla karşı duran kalabalıktan kendisini kurtarmalıdır. Mutlu yaşamak, doğayla uyumlu yaşamaktır. En yüce iyi, şansının getirdiği şeyleri ciddiye almayan bir zihindir ve sadece erdemle mutlu olur. Ne kadar büyük bir kitle sana hayransa, o kadar büyük bir kitle seni çekemiyor demektir. İnsan hazza üstün geldiği gün, acıya da üstün gelecektir. İnsanda bilgi olmadan güven, sarsılmazlık olmadan da bilgi olmaz. Erdem, fazladan hazzı da verir. Hazların peşinden giden insan her şeyi erteler ve ilkin özgürlüğünden vazgeçer, kendisini hazlara satar. Zenginlik bilgeye göre köle, budalaya göre efendi konumundadır. Yaşamın Kısalığı Üzerine Makam ve şöhret peşinden koşmak, yarını düşünürken bugünü kaybetmek, başka bir deyişle anı yaşayamamak yaşamı kısaltır. Kısıtlı bir zamanımız yok, sadece çoğunu boşa harcıyoruz. Yaşam yeterince uzun ve tamamı iyi düzenlenirse, en büyük işlerin başarılmasına yetecek kadar bahşedilmiştir. Yaşam herhangi bir iyi şeye adanmadığında, lüks ve umursamazlık yüzünden tükenir. Yaşamımız kendini iyi düzenleyen biri için oldukça uzundur. Yaşam, değerlendirmeyi bilirsen uzundur. Yaşadığımız, yaşamın kısa bir bölümüdür. Kısa aralık yaşam değil, sadece zamandır. İnsan mal varlılığını korumak konusunda oldukça hesaplı davranır, ancak zamanın harcanmasına gelince oldukça bonkör davranır. Lüzumsuz ve yeri doldurulabilir bir şeymiş gibi onun geçip gitmesine izin verir. Yaşamayı tüm ömür boyu öğrenmek gerek, ölmeyi de ömür boyu öğrenmek gerek. Kendi zamanının çalınmasına izin vermeyen insan, kültürsüz ve faydasız biri olmaz, başkasının kontrolüne girmez, zamanı ölçüyle koruması sayesinde, ona ikame edecek başka bir değer aramaz. Kimse zamana değer vermiyor, onu bedavaymış gibi, müsrifçe kullanıyorlar. Sınırları belli, az miktarda olan bir şeyi idareli kullanman kolaydır, ne zaman tükeneceğini bilmediğin bir şeyi daha dikkatli koruman gerekir. En büyük yaşam engeli, yarına dayanıp bugünü tüketen beklentidir.
0 notes
medyumbesirhoca · 3 years
Text
Başkaları İçin Aşk Büyüsü Yapılır Mı?
Tumblr media
Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı? sorusu merak edilen konular arasında yer almaktadır. Bu tür durumlar çeşitli nedenlerden dolayı ortaya çıkabilmektedir. Genelde iyi niyetli olarak başkaları için yapılan aşk büyüleri, sevilen iki kişinin bir araya gelmesi için yapılır. Bazen yakın bir arkadaş bazen de çocuğu için anne ve babalar bu tür durumlara girebilirler. Her büyüde olduğu gibi bu durumda da mutlaka ehil ve uzman bir medyum ya da hocadan yardım almak gerekmektedir. Aşık etme büyüleri nelerdir sorusu da bu tür durumlar içerisine giren kişiler tarafından merak edilmektedir. Aşık etme büyüleri platonik aşıklar tarafından yapılabileceği gibi başkaları tarafından da iki kişi için yapılabilmektedir. Ritüelleri ve farklı işlemleri dolayısı ile mutlaka uzman kişiler tarafından yapılması gerekmektedir. Aşk büyüsü insanlık tarihi boyunca bilinen ve uygulanan büyüler arasında yer almaktadır. Farklı çeşitleri bulunmaktadır. En çok bilinen aşık etme büyüleri şunlardır. - Kaşık büyüsü ile aşık etme - Papaz büyüsü ile aşık etme - Nohut büyüsü ile aşık etme - Canbar büyüsü ile aşık etme - İplik ile aşık etme büyüsü - Düğüm ile aşık etme büyüsü - Bakır levha ile aşık etme büyüsü - Sabun ile aşık etme büyüsü - Kırmızı mum ile aşık etme büyüsü Bu büyü türlerinin dışında daha birçok aşık etme ve bağlama büyüsü yapılabilmektedir. Ancak en iyi yöntem medyum ya da hoca tarafından seçilmelidir. Evde yapılan büyüler sonucunda ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu nedenle hangi tür bir büyü olursa olsun mutlaka uzman bir yardım alınması gerekmektedir. Uzman bir yardım ile kısa sürede etki eden büyüler yaptırmak mümkün olmaktadır. Ancak bunun yanında ritüellerin de uygun şekilde yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde büyü olmayacağı gibi istenmeyen sorunlar da meydana gelebilir.
Başkaları İçin Aşk Büyüsü Neden Yapılır?
Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorusundan önce sorulması gereken bir soru daha bulunmaktadır. Başkaları için aşk büyüsü neden yapılır sorusudur. Bu sorunun pek çok cevabı olabilir. Genellikle iyi amaçlı yapılmaktadır. Ama bazı durumlarda aileleri bozmak ya da hasetlik gibi durumlar için de bu büyü yapılabilmektedir. Ancak her büyüde olduğu gibi bu büyüde de mutlaka iyi niyetli olmak gerekmektedir. Özellikle kötü amaçlı yapılan büyüler, yapanın ve yaptıranın hem dünyasını hem de ahiretine zarar vermekte hatta tamamen bitirmektedir. Bu nedenle birçok medyum ve hoca kesinlikle kötü amaçlı büyülerden uzak durmaktadırlar. Başkası için yapılan aşk büyüsü yapma nedenleri şöyle sıralanabilir: - Toplumda sevilen ve birbirine yakıştırılan iki kişinin mutlu bir yuva kurması için arkadaşları tarafından yapılır. - Anne ve baba için oğullarının hayırlı bir şekilde evlenmesi için. - Kızı ya da kız kardeşinin bildiği temiz ve dürüst biri ile evlenmesi için. - Yakın arkadaşının sevdiği ancak karşı tarafın sevmediği durumlarda Bu tür durumlar ve daha fazlası için aşk büyüsü yapılabilmektedir. Bu durumda mutlaka iyi niyetli olunmalı ve mutlaka her iki tarafın da mutluluğu gözetilmelidir. Bu durumların dışında kötü niyet ile yapılan bazı aşk büyüleri de bulunmaktadır. - Birbirini seven iki insandan birinin başkana aşık olması için - Mutlu giden bir evliliğin başka biri ile bozulması için - Kıskandığı ya da haset ettiği birinin iyi olmayan biri ile birlikte olması için Bu tür durumlar dışında daha farklı durumlar da bulunmaktadır. Bu tür durumlar mutlaka uzak durulması gereken hususlardır.
Tumblr media
Başkaları İçin Aşk Büyüsü Yapılır Mı?
Başkası İçin Yapılan Aşk Büyüsü Tarifi
Başkası için yapılan aşk büyüsü tarifi diğer aşk büyüleri ile aynıdır. Bu tür bir durum gerçekleştirecek birinin mutlaka uzman ve deneyimli bir hoca ya da medyum ile görüşmesi gerekmektedir. Öncelikle medyum ya da hocadan mutlaka başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorunun cevabını alması gerekmektedir. Uzman hoca ya da medyum yapılacak tüm işlemleri kendisi gerçekleştirecektir. Ancak bazı durumlarda büyüyü yaptıran kişiden bazı ritüelleri yapması beklenebilir. Bu ritüellerin bazıları şunlardır. - Sabah ya da gece okunması gereken dualar - Aşık olunması istenen kişilerin yemeklerine ya da sularına katılacak işlemler - Büyüde kullanılacak saç ve benzeri ihtiyaç duyulan maddelerin temin edilmesi Bu durumların haricinde daha birçok konu için medyumlar ya da hocalar yaptıranlardan istekte bulunmaktadır. Bunların yanında mutlaka bilinmesi gereken hususlar da bulunmaktadır. Bu hususlar şunlardır. - Mutlaka iyi niyet ile yapılmalıdır. - Her iki tarafın menfaatine olacak bir durum olması gerekmektedir. - Mümkünse taraflardan birinin onayının alınması iyi olacaktır. Bu hususlar mutlaka olması gereken hususlardan sadece bazılarıdır. Bunun dışında var olan hususlar medyumlar tarafından bildirilmektedir. Gerçek medyumlar bu hususları göz önünde bulundurmakta ve iyi amaçlı olmayan büyüleri gerçekleştirmemektedirler.
Aşk Büyüsü Belirtileri Nelerdir?
Aşk büyüsü belirtileri nelerdir sorusu bu konuda şüphelenenler ya da yaptıranlar tarafından merak edilen konulardan biridir. Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorusunu soranlar ve yaptıranlar da bu konuyu merak etmektedirler. Aşk büyüsü belirtileri genellikle şunlardır: - Aşk büyüsü etkisi altında olanlar derin düşüncelere girmektedir. - Büyü tesiri altında olanlar dalgın bir durumda olurlar. - Uyku düzenleri bozulur. - Hemen her gece aşık edilmek istenen kişiyi rüyasında görür. - Her iki tarafta birbirini düşünür. - Birbirleri ile bir araya geldiklerinde mutlaka çekimser olurlar. - Birbirlerine karşı anlayışlı olmaya başlarlar. Bu durumlar etkilerden bazılarıdır. Ancak bazı zamanlarda bunların haricinde beklenmeyen etkiler de görülebilmektedir. Bunun için mutlaka uzman bir medyum için görüşmek gerekmektedir. Aşk büyüleri hüddam ile yapılan büyülerden oluşabilmektedir. Bu durumda büyünün hüddamı iki taraftan birine aşık olabilir. Bunun önüne geçmek için mutlaka uzman ve deneyimli bir medyum ile görüşmek ve dediklerini yapmak gerekmektedir. Aksi takdirde sadece para için yapanlar nedeniyle ömür boyu sorunlar birbirini izleyebilir. Bu sorunların başında büyü hüddamı ya da ruhani varlıkların kişiler üzerinde etki bırakmasıdır. Sadece yapılan kişilerde değil, yaptıran kişilerde de etki bırakabilmektedir.
Aşk Büyüsü Ne Zaman Tesir Eder?
Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorunu soranlar ve yaptıranların merak ettikleri konulardan biri de tesir süresidir. Aşk büyüsü etki süresi genel olarak 1 hafta ile 3 hafta arasındadır. Ancak burada birçok durum bu süreyi etkilemektedir. - Medyumun uzmanlığı - Medyum tarafından istenen ritüellerin yerine getirilmesi - İstenen sürelerde yapılan ya da yapılmayan dualar - Tılsımlarım uygulanması Bu konular aşk büyüsü ne zaman tesir eder sorusunun cevaplarını vermektedir. Bu konuda mutlaka uzman bir medyumdan yardım alınması ve onun dediklerinin dışına çıkılmaması gerekmektedir. Aksi takdirde niyet ne kadar iyi olursa olsun bir ömür geçmeyecek sorunlar ortaya çıkabilir. Uzman ve deneyimli medyumlar her konuda olduğu gibi bu konularda da mutlaka bilgi verecektir. Gerekli tüm çalışmalar medyum tarafından yapılacak ve sizlere de bilgisi verilecektir. Aşk büyüsü etki süresi anında kendisini gösterebildiği gibi biraz zaman da alabilir. Bu nedenle sabırlı olmak ve ona göre beklemek gerekmektedir. Eğer yaklaşık 3 hafta içerisinde bir etki olmamış ise o zaman işlemler gözden geçirilmeli ve yeniden büyü yapımı başlanmalıdır. Genellikle medyumlar tarafından yaptıranlara verilen işlemler nedeniyle büyü tutmamaktadır. Bu durumda mutlaka çok dikkatli olunmalıdır. Aksi takdirde olumsuz etkiler de olabilir. Bunun yanında verilen emekler de boşa gidebilir.
Aşk Büyüsü Nasıl Bozulur?
Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorusunun yanında aşk büyüsü etkisinde olanlar da aşk büyüsü nasıl bozulur sorusunu sormaktadırlar. Genelde büyüye maruz kalan kişi büyü etkisi altında olduğunu anlamamaktadır. Çevresi tarafından bu büyünün belirtileri görülmektedir. Ancak büyüye maruz kalan istisnalar dışında büyüyü kabul etmemektedir. Bu tür durumlarda mutlaka bozmak için de uzman ve deneyimli bir medyumdan yardım almak gerekmektedir. Çünkü bozma işlemleri de büyüyü yapma kadar önemlidir. Bir de büyü bozulurken genelde doğa üstü ve ruhani varlıklar kullanılmaktadır. Bu nedenle uzman bir yardım almak en doğrusu olacaktır. Yapmak kadar bozmak işlemi için de çeşitli ön şartlar bulunmaktadır. Bunların başında bozma işleminin uzman bir kişi tarafından yapılması gerekmektedir. Medyum tarafından verilen ritüeller ve okumalar mutlaka eksiksiz ve zamanında yapılmalıdır. Aksi takdirde hem bozma işlemi olmayacak hem de tüm çabalar boşa gidecektir. Bozma işlemi için bazen kişilerin vücutlarından bir parça ya da resimleri gerekebilmektedir. Resimler mutlaka maddi olarak çıktısı olmalıdır. Telefon ya da dijital ortamda olan fotoğraflar olmamaktadır. Bunun yanında hüddamlar nedeniyle de çok dikkatli olunmalıdır.
Aşk Büyüsünden Korunma Nasıl Olur?
Aşk büyüsünden korunma nasıl olur sorusu merak edilen konulardan biridir. Esas olarak aşk büyüsünden değil genel olarak büyüklerden korunmak istenmektedir. Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorusunun yanında korunma yöntemleri de merak edilmektedir. Büyülerden korunmak için yapılması gerekenler şunlardır. - Mutlaka her gün sabah kalkarken dua edilmeli. - Tuvalet ve banyoda uzun durulmamalı. - Biliniyor ise Kur’an okunmalı. - Kur’an bilinmiyor ise uzman bir hoca ya da medyum tarafından koruyucu muska istenmesi. - Ayet-el Kürsi - Fatiha - Felak - Nas - Kevser - İhlas - Bakara Suresinin ilgili ayetleri - Bu sureler ve dualar bol bol okunmalı - Besmele çekmeden hiçbir işe başlanmamalı Bu hususlar büyülerden korunmak için yapılması gereken günlük işlemlerden bazılarıdır. Bu konulara riayet eden kişiler büyülerden büyük oranda korunmaktadır. Uzman ve Deneyimli Medyum Hocamız Başkaları için aşk büyüsü yapılır mı sorusunun cevabını almak için uzman ve deneyimli medyum hocamız ile görüşebilirsiniz. Uzun yılların verdiği deneyim ve birikim ile insanlığa çalışan medyum hocamız ile irtibata geçebilirsiniz. Sizlere yapılacak her türlü işlemler medyum hocamız tarafından sizlere bildirilecektir. Uzun yıllardır bu alanda insanlığa hizmet eden medyum hocamız kesinlikle kötü amaçlı büyüler yapmamaktadır. Bunun yanında tüm büyüler için yapılacakları yapmakta ve ruhani varlıklar ile görüşmeleri kendisi gerçekleştirmektedir. Yazılacak tüm tılsım ve ritüeller hocamız tarafından yazılmakta ve sizlere teslim edilmektedir. Her türlü merak ettiğiniz konu ya da durum olur ise medyum hocamız ile irtibata geçebilirsiniz. Medyumluk doğuştan gelen bir yetenektir ve medyum hocamız doğuştan bu konuda yetenekli kılınmıştır. Bu nedenle her türlü konuda görüş ve öneri alabilirsiniz. Sorularınıza net cevaplar da alabilirsiniz. Faaliyetlerini devam ettiren medyum hocamız tüm işlemlerin referansı ile insanlığa hizmet etmektedir. Her geçen gün daha fazla tecrübe kazanan hocamız, her işlemin kendine özel olduğunu bilmekte ve ona göre davranmaktadır. Her işlem için özel hazırlanan ritüeller ve tılsımlar ile hazırlık yapan hocamız, büyü yaptıran kişilerin yapması gereken işlemler var ise onları da bildirmektedir. Read the full article
0 notes
dogumgunumesajlari · 7 years
Text
Ayrılık Sözleri
Kalp bir kez kırıldı mı, hiç kimseye aldırmaz ve hiçbir şeyi umursamaz. Belki mutluluğun sonu; ama huzurun başlangıcıdır bu.
Varlığımızla mutlu olamayanlar yokluğumuzla mutlu olsunlar ki, bi b.ka yarasın gidişimiz.
Aşk bir kelebek gibidir, peşinden koştukça hep senden kaçar. En iyisi bırak uçsun, hiç beklemediğin bir anda gelip omzuna konsun.
Bir cümle olup sana dertlerimi anlatmak isterdim ama sen hep nokta olup beni susturdun.
Uzak durma bana mutlu olamıyorum sensiz asla güzel günlerin hatırına mutlulukları geri ver bana.
Mutlu iken söz verme, üzgün isen cevap verme, öfkeliysen de sakın karar verme… Yoksa üzende sen olursun üzülende.
Senin, çelme taktığın yerden başlıyorum hayata. Varsın yara bere içinde olsun dizlerim, yüreğim kadar acımaz nasıl olsa.
Gitmek istersin bazen gidemezsin. Her şey yolunda olsa bile. Her şeyin o olsa bile. Olmaz. Gitmen gerekse bile, gidemezsin.
Unutamam ki, beni hiç tanımamışsın, severken unutmak olmaz anlamamışsın, bunca yıl yalanmış aşkı bulamamışsın, yanı başımdaydın oysa çok uzakmışsın.
Yaralıyım senden ayrı kalalı, çok zoruma gidiyor başkasının olalı.
Giderken ardına bakma, yakışır bir veda olsun. Hayatımı mahvettin ama güzel roldü, helal olsun.
Üstada sorarlar sevgi mi nefret mi diye; Nefret diye cevap verir ve ekler: Çünkü onun sahtesi olmaz!
Kader olsam yazılsam alnına. Yar olsam kazınsam aklına. Ve “Dua” olsam, dökülsem dilinden. Sen “Amin” desen, O an kabul olsam.
Ben seni bir damla sudan kıskanırken; Meğer sen ne yağmurlarda ıslanmışsın.
Öyle seviyorum ki seni olmazsa olmazımsın yaşama sebebim her şeyimsin ama şimdi yoksun seni benden ayıran ne bu dünyada nede öbür dünyada gün yüzü görsün…
Hani bir Kelebek yakalarsın ya bakmak istersin; Elini açsan kaçacak sımsıkı tutsan ölecek, işte böyle bir şey seni sevmek.
Unutmak beni yormaz da unutulmak sana koymaz mi ?
Ne çıkar terk ettiyse, bırakıp ta gittiyse. Kolayı var arkadaş, sende ona gülersin onun yaptığı gibi başkasını seversin.
Sana o kadar kırgınım ki, seni bin parçaya bölsem yetmez. Ama kaybolacak bir parçana da gönlüm elvermez.
Varlığınla başlayan bir günün yokluğunla bitmesine alışamadım, aklımda olduğunun yarısı kadar yanımda olsaydın hiç sensiz kalmazdım.
Yalanlarla dolu hayatında tek gerçeğin bendim. Gerçeklerle dolu hayatımda da tek yalan sendin.
Ayrılıktan hemen sonra kendini; Başkasının kollarına bırakana “rezil” alkole bırakana “sefil” zamana bırakana ise “asil” denir.
Bana unut diyorsun mademki unutmak o kadar kolay sen onu unut ve bana dön.
Sustukça birikiyor içimde kelimeler, çığlık çığlığa söyleyemediklerim.
Her yürek sevebilseydi zaten adı yürek olmazdı ve her seven yürekli olsaydı aşk bu kadar basit olmazdı.
Beni sevdiğini sandığım hayalim en büyük kabusum oldu. Şimdi ben onu en tatlı rüyasından uyandıracağım.
Gözümde hasretin dinmez, yağmuru kadere el açıp seni dilendim. Bitirdin bendeki bütün gururu, yüz kızartıp senden seni dilendim.
Hayattaki en acı olay; Merhaba diyen ellerin, elveda diyerek ayrılmasıdır.
Sen benim adımı bile anamazsın artık. Bırak dost kalmayı sen benim düşmanım bile olmazsın.
Ayrılığı seçtin mi her şeyi götüreceksin yanında. Geriye hiçbir şey kalmayacak.
Bir kişiye gerektiğinden fazla değer veriyorsan; Ya onu kaybedersin ya kendini kahredersin.
Her şeyin öncesi ve sonrası yalan. Senden önce vardım belki ama senden sonra yokum inan.
Unutma! Nasıl sensizliği ben yaratmadımsa tadacağın bensizlikte benim eserim olmayacak.
Ayrılık vaktiyse duvarda çalan saatte, bir kilik vururuz yüreğimize. Ölümse soluyan ensemizde derin bir nefes çekeriz içimize. Çeker gideriz be gülüm kime ne.
Gidişinin hüznü gözlerimde, acısı yüreğimde kaldı, gel de dindir bu ızdırabı.
Gözlerin gözlerimde, ellerin ellerimde, aşkın içimde ve ruhun bedenimde olduğu sürece seni çok sevmeye devam edeceğim.
Ayrılığın özlemin her şeyin bir hazzı var. Seni anlamak da güzel, seni beklemek kadar.
Şimdi bir lades kemiği gibi ortadan ikiye böldük aşkı! Sakın bana dokunma hepsi aklımda!
Alsalar da şu yaşla dolu gözlerimi yerlerinden. Çalsalar da haberim olmadan seni kalbimden. Eğer unutacaksa bu can çıkmasın bedenimden. Ölürsem söyleyin mezarıma gelmesin o sevmeyi bilmeyen.
Bu son gidişim bir daha dönmem, bu son sevişim bir daha sevmem, bu son şanstı bir daha ölemem.
En mutlu gününde yanında yoksa, onunlayken bile onsuzluğu yaşıyorsan, bil ki terk edilmişsindir.
Hadi yüreğim ha gayret, hele sıkı dur hele sabret, başını eğme dik tut, bu bir rüyaydı farz et.
Rüyanda görüyorsan onu, özlemişsindir. Rüyanda görmek için yatıyorsan eğer, sevmişsindir.
Okuduğum her romanda bir kahraman oldum. Ama en çok kendi hikâyemde yoruldum.
Elveda dercesine bakan gözlerine; Eyvallah dercesine çeker giderim.
Hayatta seyirciler ve oyuncular vardır. Ben kuralları koydum, isteyen seyreder, isteyen oynar.
Ayrılıklar küçük sevgileri öldürür ama büyük sevgileri güçlendirir. Tıpkı rüzgarın mumu söndürüp, yangını güçlendirdiği gibi.
Bir romandın okuyup da bitiremediğim, bir hayaldin yalvarıp da hükmedemediğim, bir sendin merhaba deyip elveda diyemediğim.
Eğer inceldiği yerden kopmasına izin vermezsen, gün gelir en sağlam yerinden kopar, canın yanar.
Dokunamadığın birini özlüyorsan, özlediğin kalbine dokunmuş çoktan.
Ne kadar çok seversen o kadar çok gider. Ve ne kadar çok özlersen bir o kadar daha gider.
Bana yol vermeyi düşünmeden önce, sana verdiğim yolda yürümeyi öğren.
Sen ve ben. Böyle bir yerde otursak, yanımda olsan, varlığını hissetsem yeter.
Konuşarak da anlaşamıyorduk, susarak da. Ben yazmayı tercih ettim, o hiç okumadı.
Masumiyetimi esaretimi al, varlığım koyarsa hayatımı al. Kal bir sigara içimlik daha kal, belki o zaman gitmezsin.
Nerede kaybediyoruz biliyor musun? O’na mesaj atıp cevap alamayınca, merak edip ikinci mesajı attığımızda.
Gelme çocuk! Benim denizimde yüzemezsin sen, kolların kısa kalır dalgalarıma, ölürsün çocuk! Bulaşma yalnızlığıma…
Bazen öyle konuşacaksın ki, karşındaki cevap veremeyecek. Bazen de öyle bir susacaksın ki karşındaki konuşmaya cesaret edemeyecek.
En kötüsü de başkalarıyla da seninle konuştuğu gibi konuştuğunu görmek olsa gerek. Özel olmadığını fark etmek yani.
Sevmiş miydin? Hayır. Peki yanaklarından süzülen yaşlar ne? Sevmiş olmam değil hala seviyor olmam.
Bugüne kadar gözyaşlarımı hak edecek bir insan görmedim. Ya benim gözyaşlarım değersiz ya da uğruna gözyaşı döktüğüm insanlar edersiz.
Her şeyi dağıttığım için üzgünüm. Sen toparla, yeniden bir hayat kurarsın. Ama benden bir başkasıyla, ben yokum artık.
Gönderdiğim mektubu okurken ağlama sakın. Senin bir tek gözyaşına kıyamam aşkım. Beni senelerdir ağlatıyorsun ama. Gözyaşlarım boşa değil içinde sen varsın.
Saçları benden güzelmiş ve gözleri. Uzunmuş boyu, öyle demişsin. Peki kalbi? Susmuşsun! İşte onu zor bulursun.
Ne yürek kaldı sana verecek nede inancım kaldı seninle bu yolda gidebilecek. Kızgınlıklarım içimde kor oldu, seni toprağa gömecek.
Bir ömür boyu seninleyim desende istemem artık. Çünkü ; Sen, rüzgarın coşturduğu bir toz bulutusun. Bugün bana esersin yarın ellere.
Gittin! Şimdi bir mevsim değil, bir hayat girdi aramıza. Ne sen dönebilirsin artık geriye, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Aldığım nefeste soluyordum da, verdiğim nefeste bulamıyorum seni ve iki nefes arası ne kadarlıksın işte onu bilemiyorum.
Sevmenin erdemi, aşkın görkemi, mutluluğun gözleri ve seni özlemenin hazzını yaşattın sevgili, yolun açık olsun.
Tek bir bakışla tutuşmaya hazırdım oysa. Düşlerinin mahpusunda bir ömür yatmaya. Hadi! Hazırım ‘yok olmaya’.
Yalnızlık üşümekse yalnızım, üşüyorum. Sensizlik uçurumsa tut kolumdan düşüyorum. Soru sorma cevabını bilmiyorum. Tek bildiğim şey, seni seviyorum.
Gidene bir not: Kapıyı kapatma gelenler var!
Ayrılığı yok etmez ölüm, kirpiğine rüzgar değse baktığın yere kan damlar gülüm. Baksan hazırım, tutsan uçarım, öpsen ölürüm yokluğundan gayrı. Bana ne etsen ölüm. Sana gelmediğim gün öldüğüm gündür gülüm.
Hey sana diyorum şehirli kız! Sen hiç akşam yatarken gözlerini evin tavanına dikip hiç kendi yazdığın sinemayı oynattın mı? İşte ben her gün seni düşünüp bir sinema oynatıyorum. Keşke benim sana verdiğim değerin yarısını sende bana verseydin. Belki o zaman baş rolde ben oynardım bir başkası değil.
Savaşmak yerine vazgeçtiyse, düzeltmek yerine gittiyse, bırak. Sevseydi gitmezdi. Yerini başkalarıyla doldurmuşsa, yokluğun acıtmıyorsa, bırak. Sevseydi yanardı. Sen ona doğru koşarken o duruyorsa, bırak. Yansaydı duramazdı. Sen ağlarken o gülüyorsa, sen ölürken o yaşıyorsa, bırak. Sevseydi dayanamazdı.
Gözyaşlarım kadar değerlisin; ama gözyaşlarım nasıl gözümden düştüyse şimdi sende öylesin.
7 notes · View notes
mektupniyetine · 5 years
Text
Peki aşk nedir?
Umarım şimdiden sıkılmamışsındır, çünkü yazdığım dördüncü mektup olacak bu ve planladığım on dokuz tane daha var ve ben hâlâ mektup yazmada iyi değilim, kitap gibi sıkıcı metinler yazıyorum :)
Sana aşık olduğumu nasıl anladığımı anlattım ama ‘bence aşk’ın ne olduğuna değinmedim.
Hatırlıyor musun? Aşk konusunu ilk konuştuğumuz günlerde manevi sebeplerim var, aşk ise bir faniye yüklenebilecek kadar hafif bir şey değil demiştim. Çünkü bana göre aşk, varoluşsal bir mesele ve insanı hayatta tutan büyük bir anlamdır. 
Aşk bence, eninde sonunda terk-i diyar eyleyip göçeceğimiz şu üç günlük dünyada doğumun öncesi ve ölümün sonrası gibi şu an aklımızın almadığı iki yokluk arasında, elinde imkan olsa ölümsüzlüğü isteyecek olan insanoğlunun sonsuzluğu bulduğu bir duygu şelalesi.
Aşk bence, insanın onun varlığıyla kendi varlığını anlamlandırabildiği bir şeye kendini adayarak adeta “Ben öleceğim ama varlığımı öyle bir şeye adadım ki o var oldukça ben de var olacağım!” dediği varlık.
Aşk bence, insanın şu dünyada yalnızlıktan, acizlikten, eksiklikten kurtulmak için kaçacağı tek yer.
Ve aşk bence, benliğimizin tamama erip ruhumuzun huzuru bulduğu, varlığımızın bir anlam kazanıp yaşanan her şeyi boşa gitmekten kurtaracak en temel ihtiyacımız. Nefes kadar temel bir ihtiyaç... Aşksız yaşanan ömür, ömür değildir.
Ve tabi ki insan; varlığıyla alakalı bu temel ihtiyacı kendisini var edenden başka hiçbir yerde bulamayacaktır. Kimse kendiliğinden var olmadığı için kendisini de var eden kadar iyi tanıyamayacaktır. Aşk gibi temel bir ihtiyacı kendi gibi eksiklerle, boşluklarla dolu bir faniden karşılamasını bekleyen kimse maalesef mutlu sona da ulaşamayacaktır. Gözün korkmasın, bunları senden beklemek gibi bir şirke henüz düşmüş değilim :)
Sana olan aşkım ise aşkın ne olduğunu öğrendiğim kitaplarda beşeri aşk veya aşk-ı fani olarak tanımlanan duygu silsilesi işte...
Sen yine de bunu küçümseme :)
Çünkü “ben” dediğimiz bir şey var, bir de o “ben”i var eden var. Ama “ben”in ne olduğunu bilmeden de onu var edene adamak akla yatan bir şey de değil. Yine karışık konuştuğum için bana kızıyorsun muhtemelen, o zaman şöyle diyeyim ki; ilahi aşka giden yol, beşeri bir aşktan geçmek zorunda.
Neden böyle bir zorunluluk olduğunu da şöyle açıklayayım; her şey zıddıyla bilinir derler. Karanlık olmadan aydınlığın, siyah olmadan beyazın ne olduğunu bilemezsin. Allah, kendimizi bilip tanıyalım diye de bizi farklı yaratmış. Kiminiz erkek olun, kiminiz de kadın olun demiş. Sonra bir araya gelip birbirimiz üzerinden kendimizi tanımamızı istemiş. Kendimizi tanıyıp bildikten sonra da kendimizi ona adamamızı murat etmiş.
Yani senin anlayacağın, sen olmadan ben bu yolu tamamlayamam :)
Bugüne kadar kendimi en iyi sende tanıyabildim. Ne olduğumu sende görebildim. Huzura ulaşmak için eksik olan parçalarımı sende bulabildim. Mesela kendimi pek sevmezdim. Gerek başarısızlığım gerekse fiziksel bazı özelliklerimden dolayı kendime karşı çok acımasızca davrandım. Gün geldi, seni tanıdım. Sen ise hikayemi dinlediğinde “Olur öyle” dedin, beni normal karşıladın, o günden beri kendime kızmadım. Sadece kendimi de biraz severek eksiklerimi düzeltmek için elimden geleni yapmaya başladım, yapacağım da. Tek farkı şu; kendime duyduğum nefretten dolayı değil, kendimi severek yapacağım. Ben bir kadın sevdim ki, onunla beraber kendimi de sevdim anlayacağın :)
Sevgiye de pek inancım kalmamıştı. İnsanların artık böyle duyguları hak etmediğini de düşünüyordum. Dün akşam o soğuğa ve yorgunluğuna rağmen sırf seni özledim diye bir yerlerde oturacak vaktim yok diye mızmızlanan bu çocukla bir saat kadar eve ve okula yakın o caddede yürüdün. Bu yürüyüş aklıma gelen son örnek ama beni sevgimi öldürmekten kurtaran çok şey gördüm sende. Bana değer verdin, seni sevdiğim şekilde beni sevmemene rağmen benim için yaptığın bu şeyler bana unuttuğum iyilikleri hatırlattı. Hayata dair güzel bir umut verdi.
Ve yaşadığım hissiyatı herhangi bir arkadaşıma veya başka bir şeye duyduğum sevgiden ayıran şey ise sende kendimi bulmuş olmam ve bundan vazgeçmek istemediğim gerçeği. Evet vazgeçemeyeceğim...
Çünkü sana olan hislerim benim varoluş meselem, kendimi buluşum. Sana olan sevgim bir sebepten bitse ve ayrı kalsam, yeni bir benlik inşa edene kadar içtiğim su kadar muhtaç yaşayacağım sana. Senden nefret etsem dahi sana bağlı kalacağım. 
Tüm bu yazdıklarımı özetleyecek olursam aşk, sadece sevginin sunduğu bir beraber olma arzusundan ziyade -ister sevgi, ister nefret- hangi duygu hakim olursa olsun yok olmayacak bir bağlılık şeklidir ve ben sana tam olarak bu şekilde bağlıyım. Ben sana aşığım.
Yine de isteğim şudur ki; aramızda sevgiden başka bir şey olmasın. Aşkı var edip gönlümüze düşürüp “Yanlarında huzuru bulup durulasınız diye size kendi cinsinizden eşler yarattım, aranızda sevgi ve merhamet icat ettim” diyen yaratıcının bana nasip ettiği eş sen olasın. Sende bulduğum sevgi ve merhameti kaybetmeden ellerinden tutup hakiki aşka da seninle yürüyeyim.
Daha tüm hayallerimden bahsetmedim ama bu kadar ileriyi düşünmem de sana zor geliyordur şimdi ama dediğim gibi; aşk, insana her şeyi mümkün kılar.
Sen yanımdayken her mümkünün kıyısında dolaşıyorum, seni seviyorum...
0 notes
themustafasevenkalp · 6 years
Photo
Tumblr media
sen kolay olanı seçtin
ben yolun başında seni bir ömür beklerken sen bir güle güleye sıgdırdın bu aşkı hep kolay olanı korkaklar seçer  zaten sende öyle  yaptın ansızın çekip gittin sana yakışanı yaptın sen kolay olanı seçtin
dogan güneşimi cehenneme çevirdin senden tek eser bir kırık kalp kaldı zaten hiç iki ayagın bana dogru hiç dönmedi başını önüne eğdin çekip gitmesini bildin zaten sen bana hep uzaktın hayırsız bu sevgiye sarılmak yerine sen kolay olanı seçtin kaçtın
gitmek isteyen sendin istesende sana dön diyemezdim sen bir  gurursuzdun ben se aşkımı değmeyecek biri için boşa harcamazdım zaten gözü dışarıda olanın kalbinde sevgi olmaz git arzu ettiğin yere sakın dönmeyi düşünme çünkü seni seven mustafa yok artık ardına bakma sen kolay olanı seçtin çünkü
düşlerim de doğrulamam sanma senden sonra başım dik gönlüm hep aşkla dolacak sen hep gittiğin kalpten kovulacaksın banada gelen mutlulugu bulacak sen gitiginle kalacaksın bense yeniden doğmuş gibi yaşayacagım giden ardından üzülmek gereksiz zaman kayıpdır oysa benim hayatım çok degerli yoksun artık hayatımda çünkü sen kolay olanı seçtin
18 37 27 08 2018
şiir:Mustafa seven kalp
0 notes
metindikec · 7 years
Text
Bastiani Kalemiz Nerede, Barbarlarımız Kim Bizim?
Tumblr media
İtalyan yazar Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanı, genç Giovanni Drogo’nun günün erken saatlerinde uzun bir yolculuğa çıkışıyla  başlar. Harp Okulu’nu yeni bitirmiş teğmen, doğup büyüdüğü kentte caddelerle, meydanlarla, arkadaşlarıyla, annesiyle  vedalaşmış; belki uzun, belki kısa sürecek bir bilinmezlikte,  taşradaki ilk görev yerine varmak istemektedir. At sırtında sıkıcı yolculuğu sırasında  karşılaştığı yüzbaşı Ortiz ile neredeyse bir gün boyunca yaptığı yol arkadaşlığı  ise aslında varacağı yerin neresi olduğunu daha en baştan ele verir.
Uçsuz bucaksız bir çölün dibinde  ülke sınırındaki Bastiani Kalesi konumu, kasvetli görünümü ve sakinlerinin buna uygun ruh hâlleriyle kaderine terk edilmişliğin, unutulmuşluğun bir somutudur.
Gece nöbetlerinde çölün ayazından korunmak amacıyla bir pelerin siparişi için indiği terzihanede Drogo’ya,   terzi  Prosdocimo’nun ayaküstü söylediği: “...Ben burada tamamen  ge-çi-ci olarak bulunuyorum. Her an gidebilirim” sözlerinin ardından çıraklar kıkırdar. Çavuş Prosdocimo çıkınca onun kardeşi olduğu anlaşılan ufak tefek ihtiyar kalfa teğmene fısıldar: “Duydunuz değil mi? Teğmenim, onun kaç yıldır burada olduğunu biliyor musunuz?.. On beş yıl teğmenim, on beş  lânet olası yıldır burada ve hâlâ o bilinen hikâyeyi anlatıp duruyor: Ben geçici olarak buradayım, her an gidebilirim.
... O, alay komutanı albay ve daha pek çoğu, ölene değin burada kalacaklar; Bu bir tür hastalık, dikkatli olun teğmenim, siz ki yenisiniz, henüz gelmişsiniz daha vakit varken dikkat edin.  ... İlk fırsatta gidin, onların çılgınlığına yakanızı kaptırmayın... Bana inanın siz de etki altında kalır, sonuçta  buraya demir atarsınız: Gözlerinize bakınca anlaşılıyor” [1]
Genç asker uyarıdan  tehlikeyi sezse de, bu sözlerin sahibinin bile aynı sona yazgılı, aynı karanlık umutla yaşayanlardan olduğunu öğrenecektir.
Drogo kısa bir süre sonra gideceğini, böylesi bir mekanda asla kalamayacağını kendine sürekli  telkin etmesine karşın,  geçen 4 ay içinde buranın, bu tenhâ çölde unutulmuş kalenin   ‘egemenlerinden’ olduğu yanılgısına düşecek, tüm yakıcılığına rağmen ihtiyarın yalvaran sözleri  kül olup uçacaktır.
Daha 20’li yaşlarında olan ve  yaşamdan pek çok beklentisini  çeşitli gerekçelerle ‘gelecek mutlu günlere’ öteleyen Drogo, kalenin  içindekileri  uyuşturan büyüsüne  kapılacaktır nitekim.
Bir sağlık raporuyla bu serüveni daha o noktada bitirme olanağı  var iken mesleğinin utkusunu örselememek adına ve  kim bilir belki  belirsiz bir gelecek korkusundan bunu reddeder. Kalenin tabibine bir onur meselesi olarak yansıtıp geri çevirdiği  bu teklif ilk ve son şansıdır aslında.  
“-Pazarda toplanmış neyi bekliyoruz böyle? Barbarlar bugün geliyormuş buraya.-Senato’daki bu sessizlik neden kaynaklanıyor? Boş oturup yasaları neden oylamıyor Senatörler?Çünkü barbarlar geliyormuş bugün buraya.Neyin yasasını çıkarsın artık Senatörler? Barbarlar geldiğinde yasalarla ilgilenirler..... -Nereden çıktı  bu tedirginlik, bu telaş, nasıl da ciddileşti yüzlerin ifadesi birden? Sokaklarla meydanlar neden  hızla boşaldı ve neden, herkes evine dönüyor kafasında derin düşüncelerle? Çünkü hava karardı ve barbarlar gelmedi. Sınır boylarından gelen adamlarımız, artık ortalıkta hiç barbar olmadığını söylüyorPeki, barbarlar olmadan ne yapacağız şimdi? Bir tür çözümdü bizler için bu adamlar” [2]
   Kostantin Kavafis’in ünlü  ‘Barbarları Beklerken’ şiiri yaşamlarını korkulara, endişelere göre  inşa edenlerin, ‘korkulanın’ gerçekleşmemesi karşısında yaşadıkları düş kırıklığının   görkemli anlatımıdır. Çünkü hayali bir düşman yaratarak toplumu birleştirmek, korkuttuklarını eteğinin altında toplamak yalnızca diktatörlerin değil, tüm devlet sistemlerinin pek  sevdikleri bir yöntemdir kuşkusuz. Bununla birlikte şiir bireyin iç düzeninde  sadece   mutluluk düşlerinin, güzel gün umutlarının değil, ‘korkular,  kaygılar ve ürkütücü beklentilerin’ de nasıl vazgeçilmez olduğunu, hayatlarımızın bunlarla nasıl da anlamlandığını gösterir.
Romanda muhayyel bir düşmandır Tatarlar. Yüzyıllar öncesinden arta kalan bilgilere dayanılarak bir gün saldıracağı düşünülen, o yüzden devamlı tetikte durulması gereken öteki’dir. Kimlik bu düşmanla, ötekiyle kurgulanır.  Tüm kale sâkinleri her gün ve bıkmadan kâh çıplak gözle, kâh dürbünle ufukta bir karaltı görmeyi beklerler. Giovanni Drogo’yla birlikte, o karaltının bir gün görünüp gitgide büyüyeceğini ve  Tatarların kuzeyden yapacakları  bu saldırıda uç karakol Bastiani’de görev yapan askerlerin gösterecekleri kahramanlıkla nasıl yükseleceklerini düşleyerek geçen ömürlere biri daha katılacaktır.
Oysa zaman akıp giderken, ne uçsuz bucaksız çölden barbar Tatarlar gelecek, ne sürekli Çöl’e bakılan dürbünden gerçek bir umut ya da tehlike görünecektir. Bu köhne kalede aksamadan yürütülen, anlamsız  sürgit işler arasında  tükenilecektir.
Bu süreçte aileyle, eski dostlarla, bir zamanlar ait  olunduğu düşünülen kentle çürüyen bağlar; artık dönülecek bir evin, yaşanacak o yurdun, kavuşulacak o sevgilinin kalmaması Bastiani Kalesi’ni,  Drogo’nun kaderi kılacaktır.
Bastiani’de yani toplumsal/mesleki kabullerin, formel kuralların ilkeleri  katıdır. Kale komutanının ve arkadaşlarının duyarsızlığı yüzünden  Drogo’nun dostu,  yüzbaşı Augustina’nın göz göre göre donarak ölümüne tanıklığı; Kalenin hemen dibinde yılkı atlarının peşinden giden delidolu er  Lazzari’nin,  arkadaşı Martelli  tarafından nöbet  parolasını söylemediği gerekçesiyle vurularak öldürülmesi; tüm bunlar, adına ‘sistem’ dediğimiz kurgunun silinen insan yüzleri karşısında nasıl kişileri harcayarak çalışan  acımasız bir makine olduğunu gösterir. Toplumsal yapının iki yüzlü kalıpları, öncelikle saf olanları, içinde yaşamın canlılığını, enerjisini  ve yaşatmanın erdemini taşıyanları öğütecektir. Sağ kalanlar ise belki uzun yaşasalar da zamanla yürüyen  cesetlere dönüşecektir.
Drogo’ya yöneltilebilecek belki de en büyük eleştiri buradadır. Tüm bu süreçlerde ‘adâletsizliği’ görmesine rağmen bırakın eyleme geçmeyi, sesini dahi yükseltememiş ve  ölümler cılız birer iç sızısı olarak kalmıştır O’nda. Ancak, diz çöktüren Leviathan karşısında ruhunu zehirleyen uyuşma,  bu taş gibi  ‘susku’, yaşamını ele geçirecek olan yabancılaşmanın yan ürünüdür.
Kalede askerlik mesleğinin gereği, sorgusuz  kabullenilerek tereddütsüz uygulanan  kurallar, talimatlar, emirlerle disiplin içinde sürüp giden gündelik yaşantıda yıllar bir çırpıda  geçer. Kısa bir tatil için gittiği dış dünyadan tüm umutlarını bırakarak kalesine dönerken karşılaştığı Teğmen Moro’da gençlik canlılığını görmek iç sızısını derinleştirecektir Drogo’nun. Kendinde tükenmiş  Moro; Moro’da hızla solacak bir Drogo.Yaşlı ve deneyimli bir askerin heyecanlı genç meslektaşında gördüğü budur.
Saçları kırlaşan, yüzü kırışan, sağlık sorunları baş gösteren Drogo  için artık ‘yaşamındaki o güzel dönemin’ bir gün başlayıp başlamamasının da bir önemi kalmamıştır. Kaledeki yaşantısından  başka hiçbir var oluş nedeni kalmayan Giovanni Drogo elli dört  yaşında karaciğer rahatsızlığına yakalandığında çok üzülmez. Nasıl olsa  öleceği yerde, kalede  olduğunu bilmek acısını hafifletmektedir.  
Oysa o gün, Tatarların gerçekten geldiğinin anlaşıldığı  zaman, artık  sağlığını yitirmiş ve  kale için varlığı yük haline gelmiş bir kimsedir. Karar vericilere göre bu güçsüz, artık işe yaramaz adam, ‘hele  kahramanlık onurunun kimseyle paylaşılmak istenmediği böyle bir zamanda’ derhal bünyeden atılmalıdır. Bu kararın tebliğini kaleye Drogo’dan çok sonra gelen görev arkadaşı ‘yeni gözde’ açıkgöz  Simeoni yerine getirecektir.Nitekim, önce direnmeye çalışsa da, çaresiz kabul eder kovulur gibi kaleden ayrılmayı. Boşa harcanmış bir ömrün düş kırıklığı ile  büyük bir parçalanma  ve öfke duygusu içinde Bastiani’yi terk eden Drogo bir han odasında, üzerinde üniforması ve acı gülümseyişiyle,  kaybedilmiş bir oyunu, ıskalanmış bir hayatı, var oluşunu sorgular. ‘Çehov’un Tüfeği’ bile olamamış onca zaman duvarda asılı durmuşken, hedefe  tam ateşleneceği sırada arızalanıp  utançla kendini bitirmiş, avcının öfkesiyle bir kenara atılmıştır. İşte böylesi durumda gösterişsiz bir ��lümün tek  kurtuluş olduğuna inanmaktan başka çaresi yoktur. Gıcırtıyla  açılan kapıdan kendisine doğru yavaş yavaş gelen O’dur
Binbaşı Giovanni  Drogo’nun mahremiyetsiz  bir mekanda, uzandığı koltukta ömrünün muhasebesini yapması, var oluşunu sorgulaması, Lev Tolstoy’un romanındaki tâlihsiz yargıç İvan İlyiç Meşnikof’un evinde, ölüme terk edildiği odada kendini yargılayışından farklı değildir aslında.
Lev Nikolayeviç  Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü adlı romanı,  statüye dayalı bir dünya algısında artık yaşamının en iyi  noktasına vardığını  düşünen yargıç İvan İlyiç’in, birden ölümün kendisine hızla yaklaştığını görmesiyle aslında hiç yaşamadığını fark edişini, zaman içinde  unuttuğu insani var oluşunu kavrayışını; ölüme yenilirken   içinde kopan fırtınaları,  büyük bir saflık, samimiyet ve sâhici dille anlattığı uzun bir öyküdür.
İvan İlyiç Meşnikof da bir ömür boyu, türlü zahmetler çekip, ödünlerle yargı mesleğinde yükselmiş, bu süreçte her geçen gün künhünden uzaklaştığını fark edememiş, kendini gücünün doruğunda sandığı bir zamanda aslında en dipte olduğunu, ancak ölüm sürecindeki iç sorgulayışıyla kavramıştır.
Hayatın önlenemez akışında ertelenen düşler, yaşanmamışlıklar, ıskalanmış güzellikler, kaybedilmiş iyilikler kıyısında belirsiz sayılı günler  birden tükenmiş; hırslar, maddi beklentiler yolunda, taktiksel manevralar ve doymak bilmez iştiha ile el sıkıldıkça öz, kar gibi erimiş, avuçta  bir şey kalmamıştır.
Modern sınıfsal  anlayışın değerler hiyerarşisinde  bireyin, ölüm gerçeği göz ardı edilerek inşasıyla, bireyin  ‘yok oluş’ gerçeğine toplumun verdiği yanıt, maddi başarı, elini uzattığını alabilme becerisi, en tepeye yükselme donanımıdır. Oysa ölümle, kıvrandıran acılarla, yalın gerçeklerle  yüzleşmiş kişinin  anlam dünyasında bunların metelik karşılığı yoktur.
Bu bağlamda  meslektaşlarının İvan İlyiç’in ölüm haberini gazeteden öğrendikten hemen sonra bir yandan onun makâmına kimin geçeceği, buna bağlı terfi, görev değişikliği, maaş artışı  hesapları; bir yandan da ‘İşte o öldü, ben ölmedim!’ iç geçirişiyle ölenin kendileri değil de başkası olmasından ötürü sergiledikleri  narsist  üzüntü gösterileri; rahatlıkla ve hep  yapıla geldiği gibi o akşam da oynanacak kağıt oyunu için sözleşmeleri; kendisini göremeyen, kendisiyle ilişkisinde hesap soramayan, kendisine hesap sormadığı için adâletsiz sisteme, dış dünyaya etik değerler bağlamında söyleyecek bir sözü kalmayan kişilerin ruh çoraklığıdır.
Yargıç mesleğinin en başında, ülkenin ıssız köşelerinde görev yaptığı dönemde, zihnine, yüreğine çöreklenen, yanında Tanrı ve Devlet’ten başka kimsenin bulunmadığı düşüncesiyle yaralanır ilkin.
Kürsüsünde normlar, kurallar veya prosesler bütünü içinde her gün insani tutumunu sergilemede turnusol işlevi gören olgularla sınanırken, çoğu kez  meslekte profesyonelleşme adına insanı ve kendi yüzünü unutur.Ve bir   gün o küntleşme maskı   gösterişli  bir yansıtma olmaktan çıkarak muharref  bir kişiliğe dönüşür.
Bireyin  yalnızca kendisini düşünüp, kişisel çıkarlarının peşinde ömür tükettiği düzende, genelde aydının, özelde hukukçunun ve somut olarak   yargıcın, tüm zorluklara karşın etik değerleri göz ardı etmeden işini erdemle yapması, hakkıyla yerine getirmesi, onun insanlığa, ülkesine, toplumuna,  ailesine ve özde kendine asli sorumluluğudur. Özsaygının bir yansıması biçiminde iyilik de, kötülük de  burada başlar ve biter. Sokrates’in söyleyişiyle: ‘Güç olan ölümden kaçınmak değil kötülükten kaçınmaktır. Çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar’.Günümüz toplumunda hayatın anlamı ve amacı nedir sorusunda cisimleşen  bilinmeze çarpanlar; yani soru soranlar, yüzleşenler, sakatlar ve ölüm döşeğindekiler bu zorlu meseleyi  kendi başlarına çözmek zorundadırlar. Zira yaşlılar, ölüme yaklaşanlar, kaybedenler, tutunamayanlar, toplumca sürekli mızmızlanan ‘fazlalıklar’ olarak görülürler.
Onlar toplumun canlılık akışına nefesleri yetemeyen, çürümüş, bunamış, eskimiş insanlardır. Oysa ölümün, ötekinin, yenilmişin aynasından bakabildikleri için bu fazlalıklar gerçeği en yalın görenlerdir. İşte burada, tam bu noktada  Giovanni Drogo ve İvan İlyiç Meşnikof’un ölüm süreçlerine tanıklık, hukuk insanına zaman içinde  yitirdiği bir dünyanın kapısını hatırlatmaktadır.
Tumblr media
Peki hatırlamak, görmek ve yüzleşmek böylesi varoluşsal vazgeçilmezlik içeriyorsa bunun külfeti nedir?  1980 yılında Nobel ödülü alan Güney Afrikalı yazar John M. Coetzze’nin Barbarları Beklerken adlı anlatısı yukarıda değindiğimiz insani yükümlerimizi taşımanın ne denli zor olabileceğini, ağır bedeller ödemeyi göze almayı gerektiren cesaret, onur ve özsaygı sınavı olduğunu gösterir.
Geniş İmparatorluğun göçebe yerli  halka komşu uzak bir kentinde uzun yıllardır  görev yapan ve  merkezi yönetimin hesaplarından habersiz,  rahat, huzurlu sayılacak bir yaşam süren Yargıç’ın yazgısı  kente  askeri birliğin gelmesiyle tersyüz olacaktır.
O zamana değin sistemin bir parçası olarak, görevinin kendine yüklediği sorumluluklarla insani değerler arasındaki gergin telde ustalıkla yürüyen, rolünü abartmadan oynayan yaşlı yargıçtır romanın ana kişisi. Başkentten gelen ulusal güvenlik teşkilatının komutanı Albay Joll ise yerli halkın, yani ‘barbarlar’ın savaş hazırlığı içinde olduğu önyargısıyla buraya imparatorluğun yüksek siyasal çıkarları korumak için gönderilmiştir. Yargıç vicdanının sesine kulak verecek ve olağanüstü yetkilerle donatılmış bu ‘derin’ adama  doğru bildiklerini söyleyip, yakalanan zavallı göçebelere yapılan işkenceleri tasvip etmediğini açıkça ortaya koyarak acılı bir yolu seçecektir.
Bir  ötekileşme sürecine dönüşen izlekte  hukuka, ahlaka aykırı uygulamalara  karşı yaptığı çıkışlar, insanı önceleyen tutumla attığı adımlar, sistemin olağanüstü yetkili egemenlerince hiç de hoş karşılanmayacaktır. Bu gerilimde askeri birlik çöldeki barbarlara yönelik büyük bir manevra için kentten ayrılırken O da artık sistemin uçurum kenarında bulacaktır kendini.
İç  sorgulayış aşamasında iken,  bir gün karşısına çıkan ve  işkencede ayakları kırılmış, gözleri kör edilmiş ‘barbar kız’ ile ilişkisi ‘zalim-mazlum’ ‘katil-kurban’ kavramları bağlamında  kendini yeniden anlamlandırıştır.
Her şey onu anlamaya, onun acısını içselleştirme, yaralarını sağaltma çabasıyla yeni bir evreye girecektir. Artık bu zavallı kızı, uzun  ve zahmetli bir yolculukla  çöldeki kabilesine  geri götürme serüveni  ise kurulu düzenin uçurumundan yuvarlanışın başlangıcıdır.
Yargıç kente döndüğünde ise militer egemenler için  ‘vatan haini’dir artık. Yargılanmadan, yasal bir gerekçe gösterilmeden yetkileri alınacak, hakkında bir zorbanın verdiği ön hüküm infaz edilecek, kent halkının gözleri önünde aşağılanacak, kemiklerinin  kırıldığı ağır  şiddete maruz kalacak, daracık ve iğrenç bir hücreye atılıp kendi pisliğinde boğulmaya terk edilecektir.  
Hücrede geçirilen  hastalıklı günler sonrası,   o  bir zamanlar işkenceden geçip geçmediğini önemsemeden  haklarında hüküm verdiği  zavallıların benzeri  ‘barbar’dır nihayet. Kendisine bir zamanlar ‘muteberi’ olduğu halkın içindedüzenli olarak  yapılan işkenceler, utanç verici durumlara düşürülüşü, ne pahasına olursa olsun yaşamak arzusu ile ölümü  bu rezilce hâle yeğleme çelişkisi ona  nasıl yaşanacağının değil nasıl ölüneceğinin düşlerini gördürmektedir.
Sonra, yeterince dibe battığına kanaat getirilince sokağa bırakılıp, kentte meczup bir dilenci gibi yaşayışının gözlemlenişi  ne ağır bir bedeldir. Ancak yaşça geldiği noktada, itibarın sembolik dekorunun arkasını gören Yargıç için ödediği bu fatura,  varlık amacını belirlemenin, yaşamanın anlam ve değerini kavramanın, özsaygısını korumanın  yegâne çıkış yoludur:
“Adalet! bir kez bu sözcük söylenmeye görsün, ardından ne çıkacağı hiç belli olmaz. Hayır demek kolay, dayak yiyerek kahraman olmak da kolay. Kellemi satıra teslim etmek bile, barbarların haklılığını savunmaktan daha zor gelmiyor. Bir zamanlar topraklarından sürdüğümüz insanlara kentin kapılarını açarak, silahlarımızı teslim etmekten başka nereye götürür bizi bu tartışma? Hem kurulu düzenin savunucusu, hem de kendince devlete düşman, saldırıya uğramış ve tutsak edilmiş, canı pahasına erdemini korumaya çalışan ihtiyar yargıcın da kuşkuları yok değil” [3]
Ancak ustura döşeli  yolun sonunda haysiyetine kavuşacak ve  tasını tarağını toplayarak barbarlardan kaçan işkencecisi teğmen Mandel’in gözlerine bakarken sorusunu sorabilecektir: “Bu merakım saygısızlık gibi gelirse bağışla, ama sormak istediğim… Sonra nasıl yemek yiyebiliyorsunuz ? Yani… İnsanlarla işiniz bittikten sonra? Cellat ve benzeri kimselerle ilgili olarak hep kafamı kurcalar durur. Gitme! Bir dakikacık dinle, içtenliğime inanmanı isterim. Söylememe gerek yok sanırım, kendin de biliyorsun, çok korkuyorum senden. Çok ağır ödedim vereceğin yanıtın bedelini. İş bittikten sonra lokmalar kolay geçiyor mu boğazından? İnsan ellerini yıkamak ister diye aklımdan geçirmişimdir hep. Ama öyle yalapşap bir temizlik yetmez, bir papaz titizliği, törensel bir arınma gerek öyle değil mi? Ruhun da arıtılması yani, başka türlüsünü düşünemiyorum. Yoksa gündelik yaşama nasıl uyum sağlanır? Sofra başında çoluk çocuğunla nasıl yemek yer, eşin dostunla ekmeğini nasıl bölüşürsün?” [4]
Yargıcın geçirdi  zorlu günler sırasında, Albay Joll’ün komutasındaki askeri birlik güç sarhoşluğuyla göçebe yerlilerin kanını döküp, onlara asla  unutamayacakları bir ders verme   amacında iken,  çetin doğa koşulları ve bilmedikleri coğrafyada barbarlarla çatışamadan tarumar olacak, kalan artıklar onursuzca kenti terk edecektir.
Sonrasında  yağmacılardan, küçük hesap insanlarından, asker kaçaklarından geriye yanmış, yıkılmış kurtulan kent eski sakin günlerine dönme çabasına girecektir ağır ağır. Adı hep korkuyla anılan  ama asla gelmeyen barbarlar adına yapılan onca zulmün ardından, kaçacakları başka yer olmayan, yahut her şeye rağmen böyle bir yola çıkmayan kent halkı gibi Yargıç da yavaş yavaş ayağa kalkacaktır.
Yıllar önce, tavuk hırsızlığından 3 yıllık zorunlu askerlik cezasına çarptırılan, ancak annesini özlediği için kaçmaya çalışırken yakalanan köylü genci yargıladığı dâvayı tekrar  anımsar birden.
“-Sana haksızlık edildiğini, anasını özleyen bir oğlun cezalandırılmaması gerektiğini düşündüğünü biliyorum. Neyin haklı, neyin haksız olduğunu bildiğini sanıyorsun. Anlıyorum hepimiz öyle sanırız.
Benim o zamanlar erkek olsun,kadın, çocuk, hatta değirmeni döndüren zavallı yaşlı beygir olsun, yaşamımızın her anında, adaletin ne demek olduğunu bildiğimizden kuşkum yoktu.Tüm yaratıklar, adalet kavramını belleklerinde taşıyarak dünyaya gelirlerdi. Ne ki biz yasalar dünyasında yaşıyoruz… Kötünün iyisine razı olunan bir dünyada! Bizim elimizden ne gelir. Günahkâr yaratıklarıyız evrenin, yapabileceğimiz tek şey yasalara uyarken, adaletin belleklerden büsbütün silinmesine göz yummamaktır
…Bu türden olaylardan sonra duyduğum utancın sıkıntısını şimdi bile yaşıyorum. Duruşma salonundan çıkar çıkmaz evime gider, salonun koltuğunda, ağzıma bir şey koymadan, yatana dek karanlıkta otururdum. Haksız yere çile çekenlere tanıklık etmek zorunda kalanların yazgısı, haksızlığın utancını duymaktır diye düşünürdüm. Ne ki böylesine aldatıcı bir avuntuyla yetinilmiyor. İstifa etmek, kamu görevlerinden çekilmek, bir sebze bahçesi satın almak gibi düşünceler sık sık aklımı çeldi. Ama bir başkasının aynı göreve atanarak bu utancı yükleneceği ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşündüm.Ve olaylar beni aşana dek bu böylece sürüp gitti ” [5]
Yukarıda kısa alıntılar ve özetler çerçevesinde değerlendirme  yapmaya çalıştığımız romanlarda gördüğümüz üzere, yargı, adalet ve  egemenlik düzleminde, insanın var oluşu, etik tutum, ahlaki değerler ve değerlilik yaşantısı gibi  meseleleri  kurcalayan, insana kendini hesaba  çekme olanağı sunan çok katmanlı bir dildir edebiyat. Yaşamda sistemle/devletle aynı dili kullanmayanlar, ya da bu dili terk edenler aykırı sesler, silinmiş yüzler arasında insanı görenler çoğunca bedeller öder ve  ödedikleri nedeniyle  adâlet umutlarını yitirebilirler
Bilginin, nesnelerin, durumların paraya tahvil edildikleri oranda anlamlı   bulundukları bir sistemde, edebiyat ve şiir, elbette faydacı yaklaşımlara karşı  etik değerleri öncelememize olanak sağlar.
Kuşku yok ki, ‘değerler sisteminin taşıyıcısı’ olarak edebiyatın asıl önemi  bilincimizi değiştirme gücünden  gelir. Gerçek ve kurgusal olan arasındaki sınırları çözümleme, verili olanı aşma, ancak bilincin dönüşümüyle sağlanacaktır. Bilincimizin gelişmesi, bize hayatımızı  insanca anlamlandırma başta olmak üzere  parlatılmış egoyla, saygı ikamesi para ve  statüyle elde edilemez  görme biçimleri sunar.
Çünkü edebiyatın her nabız vuruşunda, bir öyküde, romanda ve elbette şiirde de ‘aykırı ses’, mesela öldürülenin bir fâhişeden önce  insan olduğunu,  en acımasız katilin bile bir  değerler dizgesi  olabileceğini ve  o nedenle insanın doğuştan insanca muamele edilmeye hak kazandığını hatırlatır. ‘Hayat-Sanat’ arasındaki bu yer yer çatışmalı  ilişki, unutulmuş ya da çoktan züyuf akçeye dönüşmüş etik değerleri gündemimizde tutar.
Suçu ve suçluyu, toplumdan, toplumsaldan ayırmadan ele alan bir roman; anlatısıyla, diliyle başkalarının acısına bakarken duyarsızlaşan, kendi gerçekliğine ve var oluşuna yabancılaşan yargıç/savcı için dünyanın aslında neye benzediğini anlattığı kadar,  kendimizin yanı sıra  ve bizim gibi  olmayanlar için dertlenmeyi önerir. Yargısal düzende ‘şeyleşen’  sanık, tanık, mağdur, avukat, savcı ve yargıç, aslında tüm yapı, iktidar ağında kendileri  dışında bir varlık olarak konumlanmışlardır.
Yaşanılanlardan insani dersler çıkarılmadığı, bağışlamanın unutulduğu, vicdânın, merhametin, dürüstlüğün  artık geçmediği, erdemli  ve bilgece davranmanın alay konusu yapıldığı ‘özsevici’  paradigmada  insanın mutluluk arayışı bir sanrının peşinden gitmektir yalnızca. Sınırlarının, yeteneklerinin, dünyada asıl istediğinin ne  olduğunu bilemeyen, kendini gerçekleştirme yolunda bir çabaya girmeyen  insan hırslarının denizinden içtikçe susayacak, susadıkça içecektir.
Tumblr media
Çağdaş dünyada insanın yüzünün unutulmuş olmasına, onun değeri ‘sıfır’  bir varlık olarak görülmesine ve  bunun doğal sonucu olarak, kişilerin yüzünün silinip ‘sıfırlar toplamı’ sayılmasına ilişkin çözümleme ve eleştirilerini sunduğu ‘Silinmiş Yüzler Karşısında’ başlıklı makalesinde İonna Kuçuradi:
“Bir insanın ‘her şey yapılabilir’ ilkesine inanıp buna göre hareket edebilmesi için, kendisinin bir yüzü olduğunu unutması, kişi olduğunu ve karşısında kişilerin bulunduğunu unutması gerekir. Kendi yüzünü silmesi ve insanların yüzünün onun gözlerinde silinmesi gerekir.
Bir insanın siyasal bir dava uğruna kendine herşeyi yapmaya izin vermesi için kendisini bu davanın sahibi değil, -lider bile olsa- aracı sayması; insanları kişiler olarak değil, sayılar olarak, artı-eksi sayılar olarak görmesi gerekir. Kişilerin yüzü silinince, etik değerler de silinir ortadan ve yüzü olan kişiler için değerli eylemlerde bulunmak zorlaşır. Etik değerler silinince en dikkatli, en titiz kurulan yapı, havada kurulmuş olur... Eylemde bulunan bir insanın gözünde insanın yüzü silinince,  ‘ne için ?’ sorusu, bu dikenli soru, didiklendiğinde, yanıtsız kalır.” [6] demektedir.Evet insani duyarlığını yitirmiş; adaletsizliği, şiddeti, savaşı, insanın kendi türünü ve doğayı yok edişini  kanıksayarak uyuşmuş birey ve toplum için  mubah görülmeyecek kötülük yoktur. Coğrafyamızda, hemen yanı başımızda, dünya kaynaklarını elde tutmak için  mezhep savaşı görüntüsüyle yapılan soykırımlar, karşıt militer grupların aynı Tanrı’nın adını anarak birbirlerine ve sivillere yönelen katliamları, bireylerin, toplulukların düşürüldükleri utanç verici durumları meşru ve mazur gösterecek bir etik değerler sistemi kurulabilir mi?
İkinci  Dünya savaşında, Auschwitz kampında bir yandan  her gün  binlerce Yahudi ve Çingene’yi ölüme gönderirken akşam evine geldiğinde karısını ve çocuklarını mutlulukla kucaklayıp, akşam yemeği hazırlanırken piyanoda Shubert çalan, Nazi komutanı Adolf Eichmann’ın yargılanmasında savunmasını “Kendisinin bir devlet memuru olduğuna ve Immanuel Kant'ın ‘görev ahlâkı’ kavramı çerçevesinde kendisine verilen emirleri sorgulamaksızın, sadâkatle  yerine getirdiğine, bunun kendisini bir çerçeveye soktuğuna, ancak asla katil yapmayacağına” dayandırması;
1990’lı yıllarda Yugoslavya’da gerçekleşen soykırımda Sırp devlet başkanı olan şair, psikiyatr  Radovan Karadziç’in soykırımın en kanlı günlerinde bir yandan  kadın, çocuk, yaşlı, genç, hâsılı on binlerce insanın ölüm emrini verirken, diğer yandan çocuklar için şiirler okuyup, onlara mandolinle ‘sevgi’ dolu çocuk şarkıları söylemesi, savaş sonrası kaçaklığında, sahte adla ve ‘New age Doctor” sıfatıyla mesleğini icra edip ‘tıpta daha insancıl yaklaşımları’ öneren anti-psikiyatri kongrelerine katılması;
Çok eski değil, 2011 yılında Norveç'te 77 kişinin yaşamını yitirip, 242 kişinin yaralandığı bireysel  terör saldırısını  gerçekleştirerek Hristiyan/Ateist  kendi yurttaşlarını katleden internet girişimcisi milyoner Anders B. Breivik’in finans eğitimi yanında  iki farklı lisans eğitimi daha almış olması, katliamdan kısa süre önce  ‘Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi-2083’ başlıklı 1516 sayfalık manifesto yayınlaması, eylemini  İslam ve çok kültürlülük karşıtlığıyla açıklayıp, 2012 yılında yapılan duruşmasında ise  yetkilerini çok kültürlülüğü destekleyen siyasal sisteminden  aldığı gerekçesiyle Norveç mahkemelerini tanımadığını belirtmesi ve daha verilecek binlerce örnek  neyi göstermektedir? Vicdanın, merhametin, diğerkâmlığın, varlığa saygının, minnettarlığın hor görüldüğü tüm sistemlerin varacağı yeri kanımızca.
Nobel ödüllü Mısırlı yazar Necip Mahfuz dilimize ‘Ara Sokak’ ve ‘Sokaktakiler’ adlarıyla çevrilen  ‘Midak Sokağı’ adlı romanında,  yaşanan onca adâletsizlik, alçaklık ve ölümler sonrası Doğu’ya döner yüzünü çâresiz . Sevgi ve nefret, dürüstlük ve yalan,  tamah ve özveri, mertlik ve ihanet, dirim ve ölüm izleğinde dünyada  her şeyi düzleyen zamana, zamanın ise Tanrısal döngüye boyun eğiş ontolojisiyle  söyler son sözünü...
"Ve bir gün Şeyh Derviş, Kâmil Amca’yı yaşlı berberle şakalaşırken gördü. Bunun üzerine gözlerini kahvenin tavanına dikerek şunları mırıldandı:
'-İnsanlar unutulur, kalpler değişir.'
Kâmil Amca’nın yüreği yandı, rengi söndü, gözleri doldu. Şeyh Derviş’in gözleri hâlâ tavandaydı:
'-Âşık olarak ölen kimse acıyla gider, ölüm olmayan aşkta ise hayır bulunmaz.'
Sonra bir an durup göğüs geçirdi:
-Ey bütün ihtiyaçları karşılayan. Bağışla, bağışla... Ey Ehli beyt ! Tanrı adına yemin olsun ki yaşadığım sürece sabredeceğim. Her şey için bir son yok mu? Evet her şey için bir son var..." [7]
  Metin Dikeç/Kabahatler Kitabı,Yazılı  Kâğıt Yayınları, 2015
KAYNAKÇA:
[1] Dino Buzzati, Tatar Çölü, Çeviren:Hülya Tufan, İletişim Yayınları, 2012, s. 54-55 [2] K. P. Kavafis, Bütün Şiirleri, Çeviren:Ari  Çokona, istos yayın, 2013 s. 51-52 [3] J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren:Beril Eyüboğlu, Adam Yayınları, 1985, s. 132, [4] J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren:Beril Eyüboğlu, Adam Yayınları, 1985, s. 152 [5] J.M. Coetzee, Barbarları Beklerken, Çeviren:Beril Eyüboğlu, Adam Yayınları, 1985, s. 168 [6] İonna Kuçuradi, Çağın Olayları Arasında, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 2010, s.16 [7] Necip Mahfuz, Sokaktakiler, Çeviren:Hasan Akay, İnsan Yayınları, 1989, s. 315  
0 notes
ruyatabirleri112 · 7 years
Text
Rüyada Toprak Yemek Görmek
Rüyada Toprak Yediğini Görmek
Rüyada toprak yemek, rüya sahibinin maddi anlamda eline para geçeceğine veya yaptığı iş projelerinden olumlu sonuçlar alacağına yorumlanır. Aynı zamanda yapılan çalışmalar sonucunda alınan paraların bir kısmının hayır yolunda harcanacağına veya düşkün durumda olan birine parasal anlamda destek verileceğine işaret eder. Rüyasında toprak yiyen kişinin parasal açıdan güçleneceğine rivayet edilir. Özellikle bu paranın da helal yoldan elde edileceğine ve güzel işlerde kullanılacağına yorumlanır. Rüyasında kırmızı toprak yediğini gören kişinin hiç tanımadığı kişiler tarafından destekleneceğine veya bazı kişilerden yardım beklendiğine işaret eder. Rüyada sarı renkli toprak yediğini gören kişinin kısa süreli bir hastalık geçireceğine yorumlanır. Ancak bu hastalığın korkutucu olmayacağına ve hemen atlatılıp iyileşme göstereceğinizi işaret eder. Rüyada kırmızı renkli toprak yemek bir diğer rüya yorumuna göre de kişinin mutlu bir yuva kuracağına yorumlanır. Eğer evli biri bu rüyayı görmüş ise evinde olan tatsızlıkların biteceğine ve yuvasının şenleneceğine işaret eder. Eğer rüya sahibinin bir bebeği olmuyor ise eve neşe katacak bebek müjdesi alacağına işaret etmektedir. Bu rüyanın tabiri genelde güzel olarak yapılmıştır ve rüya sahibinin yüzünün güleceğine işaret etmektedir. Rüyada Toprak Yemek Rüyasında yeşil renkli bir toprak yediğini gören kişinin manevi gücünün artacağına ve huzuru bulacağına yorumlanır. Aynı zamanda rüya sahibinin eğer ki büyük günahları var ise tövbe edeceğine ve af dileyeceğine işaret eder. Bu rüya genel anlamda manevi huzur ile alakalıdır. Rüya da yeşil olan her şey maddiyattan daha çok manevi huzura işaret etmektedir. Rüyada tabağınızın içerisinde toprak olduğunu görmüş ve yemiş iseniz bu rüya iyi olarak tabir edilmemektedir. Kişinin dünya ve ahret ile alakalı olan tüm uğraşlarını bırakacağına işaret eder. Bu da kişinin psikolojisinin bozulmasına neden olabilir. Bunun için kendinize biraz dikkat etmenizde fayda olacaktır. Rüyada toprak yemek, güce ve kişinin istikrarlı olduğuna işaret eder. Çok hırslı bir kişinin varlığında işaret eden bu rüya, rüya sahibinin güçlü biri olduğuna ve bulunduğu her işte başarıyı elde etmek için çok büyük çalışmalar gösterdiğine işaret eder. Dünya yaşamında güzel bir yere gelmek isteyen rüya sahibinin işlerinin açılacağına ve maddi anlamda kendini ilerleteceğine yorumlanır. Rüyada toprak görmek insana dair her şeye işaret eder. Toprak hayat anlamına gelir. Nesillerin devamına işarettir. Rüyada toprak görmek insanın yaşamının tümüne, ekmeğine, huzuruna, bolluğuna, bereketine, kıtlığına kısacası her şeye delalet eder. Toprak bazen yoldan şaşmaya, hak yolunu terk etmeye, hayatın son bulacağı noktaya gelmeye işaret eder ve hastalıkla savaşan kişiler için ölüme delalet eder. Rüyada toprak görmek birbirine tezat olan şeyleri ifade eder. Hem zenginlik, bolluk, rızık, ömür hem de açlık, kıtlık, yokluk ve ölüm anlamına gelir. Rüyada toprak üzerinde yürümek rüya sahibi için gidilecek bir yol anlamına gelir. Rüyasında toprak gören kişi müjdeli ve sevindirici haberler alacak demektir. Rüyada toprak görmek aynı zamanda, alçak gönüllüğe, kişinin haddini bilmesine, güzel ahlakına delalet eder. Rüyada Toprak Kazmak İllet bir hastalığı olan kişinin toprak kazması öleceğine, yola gidecek olan birinin toprak kazması o kişinin rızkına, evli olmayan birinin toprak kazması ise hayırlı bir nikâha işaret eder. Rüyada Toprak Silkelemek Rüyada kişinin giysileri üzerindeki toprağı silkelemesi iyi değildir. Kişinin malını ve parasını düşünmeden harcayarak yokluğa düşeceğine işaret eder. Rüyada Toprağa Oturmak Rüyada toprağa oturmak çok güzeldir. Özellikle de toprak kaliteli bir topraksa kişinin mutluluğuna ve esenliğine işaret eder. Rüyasında toprak gören kişi biri tarafından yardım görecek demektir. Rüyada Verimsiz Toprak Görmek Rüyada çatlamış, susuz ve verimsiz toprak görmek kıtlığın yakında olduğu ve yokluğun geleceğine işaret eder. Rüyada Toprak Yemek Rüyada toprak yemek güzeldir, rızık, kısmet ve kazanç anlamına gelir. Rüyada Toprakta Yürümek Rüyada toprak üzerinde yürüdüğünü gören kişi hakkı olan bir konu üzerinde görüş bildirecek demektir. Rüyada Toprak Almak Rüyada toprak almak nahoş anlamlara gelir. Yokluğa, kıtlığa, derde, tasaya ve endişeye işarettir. Rüyada Toprak Sulamak Rüyayı gören kişinin, gireceği bir iş sayesinde hanesine bolluk ve bereket dolacağına, uzun zamandan beri kötü olan ruh halinin düzeleceğine, öz güveninin yerine geleceğine, işle ilgili olarak zaman zaman sıkıntı çekse de bunları yakında atlatacağına, hayırlı bir kısmetle evlilik yolunda ilk adımı atacağına, aile bireylerinden birine yardımcı olacağına ve mutlu olacağına yorumlanır. Rüyada toprak sulamak ve çapalamak, gerçekleştirilecek olan çalışmaların kısa zaman içinde büyük başarı getireceğine, bu başarı sayesinde birçok iş imkanının ortaya çıkacağına, sorunların çözüm bulacağına, hayır işlerinde zaman harcanacağına ve rahat edilecek bir döneme girileceğine delalettir. Rüyada Toprak Ev Görmek Rüya sahibinin, hayal ettiği ve hem kendisi için hem ailesi için çok istediği bir şeyin yakında gerçek olacağı, bir şans oyunundan büyük ikramiye kazanacağı, vicdanen çok rahat olacağı, hayatını dilediği gibi yaşayacağı, kardeşlerine hayalleri için destek olacağı ve ferahlığa çıkacağı anlamına gelir. Rüyada toprak ev yapmak, sevilerek yapılan bir hobinin üzerinde çalışılacağına, daha sonra bu hobinin iş olarak benimseneceğine ve bol kazanç getireceğine rivayet edilir. Rüyada Toprak Eşelemek İyi giden bir işte yaşanan tatsız durumların üstesinden gelebilmek için bazı kararlar alınacağına, bu yüzden maddi bir kaynak bulunup çeşitli harcamalar yapılacağına, zorlukların ve zorunlulukların kısa süre içinde ortadan kalkacağına, sıkıntılı geçen ve çok büyük zararlara sebep olan bir dönemin kapanacağına ve hayırlı bir işe girileceğine delalettir. Rüyada toprak eşeleyen birini görmek, yapılan bir hata yüzünden girilen bir darboğazdan sevilen bir arkadaşın yardımlarıyla çıkılacağına, bu sayede psikolojik sorunların geride kalacağına ve rahat bir nefes alınacağına işarettir. Rüyada Toprak Altında Kalmak Rüyayı gören kişinin, işle ilgili olarak yaptığı bir hamlenin kendisine zarar olarak döneceği, yüklü bir borcun altına gireceği, bu borçla birlikte sahip olduğu bazı gayrimenkulleri de bu amaçla harcayacağı, aile bireylerinden birinin araya gireceği ve bir yolunu bulup zararı farklı şekilde telafi edeceği anlamına gelir. Bu rüyanın görülmesi, kişinin, içinde bulunduğu ruhsal sıkıntının dışa vurumudur. Bu dönemde verilecek kararların çok dikkatli bir şekilde düşünülmesi gerekir. Rüyada toprak altında kalmak ve çıkmak, üst üste gelen problemlerin bazı adımların atılması sayesinde ortadan kalkacağına, deyim yerindeyse başa bela olan bir kişinin başının altından çıkan bir sorunun daha fazla büyümeden çözüleceğine ve ebeveynler için çok önemli olan bir konuda adım atılacağına rivayet edilir. Rüyada Toprak Kayması Görmek İşlerin çığrından çıkacağına, istenmeyen bazı olayların yaşanacağına, tartışmaların ve sürtüşmelerin yaşanacağına, haksızlıklara maruz kalınacağına, kalp kırıklığı yaşanacağına, hane içerisine nifak tohumları serpileceğine, gidilen yolda engellerle karşılaşılacağına ve beklenmeyen bir kişinin ihanetine uğranacağına tabir edilir. Rüyada toprak kayması görmek ve kaçmak, iş hayatında ve aile hayatında karşılaşılan sıkıntıların bertaraf edileceğine, tatsızlıkların tatlıya bağlanacağına, sağlık sorunlarının kısa süre içinde tedavi edileceğine, anlaşmazlıkların ortadan kalkacağına ve hayırlı bir amaç uğrunda bazı çalışmalar yapılacağına yorulur. Rüyada Toprak Sulamak Rüya sahibinin, çalışma hayatı ile ilgili olarak bazı girişimlerde bulunacağına, bu girişimlerin günden güne daha büyük getiri sağlayacağına, kısa vadede büyük bir yol katedeceğine, kaygılı bir ruh halinin sona ereceğine, bolluk ve bereket içinde bir yaşam sürüleceğine ve ferahlığa çıkılacağına yorumlanır. Rüyada çorak toprak sulamak, eşler arasında yaşanan tartışmaların aile büyüklerinin müdahale etmesi sonucunda sona ereceğine, karı koca olarak oturup sorunun ne olduğunu konuşacaklarına, bu sayede aralarındaki problemlerin çözüleceğine ve bundan sonra daha rahat ve daha sakin bir hayat süreceklerine delalettir. Rüyada Toprak Kazmak Yeni bir iş kurmak için bazı araştırmalar ve hazırlıklar yapıldığına, bu araştırmalar sonucunda işin kurulacağına, iş dünyasında büyük ses getirecek çalışmalara imza atılacağına, büyük bir zenginliğin kapısının açılacağına, takıntılı bir kişi ile bir ortaklık kurulacağına, daha sonra ortaklığın bozulacağına ve yola tek başına devam edileceğine alamettir. Rüyada toprak kazan birini görmek, sunulacak bir iş teklifinin ardından rüya sahibinin, bir karar verme süreci geçireceğine, bu sürecin sonunda teklife olumlu cevap verileceğine, işle ilgili olarak bir dizi seyahat ve araştırma gerçekleştireceğine ve kendisi gibi tecrübe sahibi biri ile birlikte hareket edeceğine tabir edilir. Rüyada Sarı Toprak Görmek Üzüntü verici bir olayla karşılaşılacağına, bu olayın ardından bir süre toparlanılamayacağına, bununla birlikte işlerin boş verileceğine, dolayısıyla işlerin bozulacağına, çeşitli dedikoduların ortasında kalınacağına, yuva kurmak için yapılan bir hamlenin boşa gideceğine, verilen sözlerin yerine getirilmesi sırasında hiç hesapta olmayan problemlerle karşılaşılacağına ve hasret çekileceğine yorulur. Rüyada kırmızı toprak görmek, uzun bir zaman önce geride bırakılmış gönül işlerine geri dönüleceğine, iş hayatından tanışılan bir kişi ile yeni bir ilişkiye başlanacağına, bu ilişkinin çok iyi gideceğine ve sonunda iki tarafın da çok mutlu olacağı bir hal alacağına yorumlanır. Rüyada yeşil toprak görmek, edilen duaların kabul göreceği, yapılan iyiliklerin karşılığını bulacağı, yardıma muhtaç kişilere her daim yardımcı olunacağı, aç kalmışlara ekmek, yolda kalmışlara yol parası verileceği ve gönül birliği edilmiş bir kişi ile hak yolunda çalışılacağı anlamına gelir. Rüyada Evin İçinde Toprak Görmek Kişinin, hanesine bolluk ve bereket geleceğine, kısa süre içinde işlerinin açılacağına, yapılan bir işten bol kazanç elde edileceğine, hayırlı, anlayışlı ve iyi kalpli bir kısmetle dünya evine girileceğine, hayırlı bir evlat sahibi olunacağına, sağlık sorunları yaşayan bir akrabadan iyileşmeyle ilgili haberler alınacağına ve rahat ve huzurlu bir hayatın kapılarının açılacağına delalettir. Rüyada bina içinde toprak görmek, gayrimenkul alım satım işine girmeye, yeni bir eve kavuşmaya, fakirlikten kurtulmaya, rahat nefes almaya, sorunların üstesinden gelmeye, bir aile apartmanına sahip olunacağına ve mutlu bir ömür yaşanacağına rivayet edilir. Rüyada Toprağı Kazıp Altın Bulmak İş hayatında ve eğitim hayatında yapılacak hamleler sayesinde bol kazançlı bir döneme ve bir işe girileceğine, yakın bir zamanda işin başına geçileceğine, kariyer basamaklarının hızlı bir şekilde çıkılacağına ve çok uzun sürmeyecek bir işten yüklü miktarda kazanç elde edileceğine işarettir.  Rüyada toprağı kazıp altın bulmak ve bozdurmak, sorunların çözümüne deyim yerindeyse ilaç olacak bir haber geleceğine, bu haberle birlikte akrabalardan bir miktar destek alınacağına, böylece parasal olarak iyi bir duruma gelineceğine delalettir. Rüya sahibi kendisini güvenceye almadan herhangi bir işe girmemeli ve kesin kararlar vermemelidir.
0 notes
Photo
Tumblr media
1 note · View note
kaanozer · 4 years
Text
Bilirsiniz ya da bilmezsiniz, öz çocuklarını boğduğu için herhalde, görkemli olduğu söylenen geçmiş, hele bir imparatorluksa, içinde taşıdığı hüsnü kuruntuyu, gerçekte sevmekten, güzel uzunken kırpılmış kısa kirpikli sanata büründürerek, bir tarikat anlaşmazlığından Nusaybin'e, bir tahttan indirilerek Selanik'e, bir eprimekten iskenderiye'ye sürgünlere gönderilmiş, kafası ipek kılıçla kesilmiş, tuğraları alçılarla örtülmüş, çocuk paşaların ilk kaymaktabağı Kanunu esasileri hamamname olarak kütüphanelere, Serez'den çinkolanmış sandukada taşınmış bir ermiş kemik olarak değil de, Yedikule zindanlarından getirtilmiş İskelet olarak hazirclere, pejmürde bir feylesofun Gelibolu'da Hamza koyunda ciğerlerine çektiği nefes olarak zaviyelere, kimi sayfaları şehzadelerce koparılıp atılmış surnameler olarak saraylara, yanma bir ibrik bir seccade bir Muhammediye almasına göz yumulan bir kalebent olarak hisarlara kapatılmış olsa bile, cumhuriyetlerin, kendisinden sonraki tarihsel ulamların, basamakların, süreçlerin peşini bırakmaz. Aylığını aldırmak için mührünü gönderir. Pişkindir. Ne hacıyatmazdır. Ben senin atalığın değil miyim? Aslını inkâr eden haramzadedir! Güftesini, artık kullanılmayan bir makamda, sahibinin sesi plaklara okur ve aynı marka fonograftan, borunun ağzına kulağını vererek dinler. Sebah'da resim çektirir. Nesnel bir olgudur bu. Çünkü, ölümünden sonra da toplumsal köklersiz, birçok insan yüzyılı yaşayabilen tek yaratış sanattır.
Şimdi, bugünlerde de, cumhuriyete, kentimize bir köçek gönderilmiştir: Geleneksel sanatlar. Mollaların lakırdısıdır. Hal ve gidişine, her anlamdaki evde kalmışlıklarını yüzlerine vurduğu için, sıfır verdikleri çağdaş sanatlara, özellikle şiire karşı çıkışlarının, insanı bir ömür boyu güldürecek önerileridir, ki, ilk elde eytişimsel değişme aykırıdır, bu söz her dile çevrilebilir de onların diline çevrilemez, sonra da, zayıf akıl erdirmelerinin, orta irfanlarının tescilidir ve kalplerinin küt faşizm küt infiratçılık attığının. Dangalaklar kafalarının kayıtlarını yanık saraylara yaptırmaya alışmışlardır. Bildiğimiz kuraldır, sanatları imgelemsiz, açılımsız, köksüz kimesneler, kırkından sonra böyle bir kök aramaya kalkışırlar, meyan kökü, hazırlayın! Ben de geliyorum! Bütün gençliklerini boşa akıtmışlardır, toprağa çünkü.
Siyasal komşular, toplumsal arkadaşlar ve üretim ilişkileri değişmedi mi yoksa hiç? İpek böceği yetiştiricileri nerede? Ya dut ağaçları? Haziranda vuruluncaya tutuklanıncaya işkence edilinceye kadar, gece vardiyalarında çalışmıyorlar mıydı onlar? Ha? Yapay ipek fabrikalarında.
Biz dragomanların cumhuriyetinden de öte, bir yetkinliğe doğru, temelin getireceği düzayak tertemiz çivit badanalı avadanlıktı bir cumhuriyete çalışırken, bu sefineye de ne oluyor? İç ve dış talanın tezgâhlarında denize indirilmiş Yorikke! İki başlı bir dizgenin zurnası ananevi sanat! İmparatorluğun mehri müeccelini vermemiş miyiz yoksa? Nesnel olguya nesnel karşılık şudur: Her delikanlı cumhuriyet —bundan gönenmeliyizdir— yaşıtı kızlarla çağdaşı arkadaşlarıyla meşrebine göre düşüp kalkacaktır, gerekirse kılıç kında yakalanacaktır. Cumhuriyetin en korkunç günahları dahi imparatorluğu ilgilendirmez. Halkın, bütün imparatorluk boyunca, yüzyıllar dokuduğu özelliklerinden başlıcası, eksendeki birisi ya da, devletten hoşlanmaması, binlerce mezraaya kaçmasıdır; bu olgunun tersini siz kime yutturursunuz. Çok sonraları, Batılılaşalım gülelim eğlenelimcileri, sonucu kendileri hazırladıkları halde, şaşırtan şey, halkı devleti kendisine en az hissettirebilecek düşmanlarıyla bile işbirliğine iten neden bu değil midir? Biraz bir yanıyla da, katlanarak.
İnsanların hukukunda baba oğulu red edebiliyorsa, oğul da babayı red edecektir. Hem emlak sahibi aportlar, hem tımar sahibi kıtmirler, gidip uzak çevrelerini dolaşırlarsa, halkın, oğulların babalarını kendi elleriyle yıkayıp gömdüklerini göreceklerdir.
Toplumun tutucu güdülerini beslemek üzre, zihinsel gevşeklikleri yüzünden, kendilerini ilerici uçlardanmış sayarak şipşak ihanetin yeni nitelendirilmesi olan sınıf değiştirmek eğilimini, belki de eğsinimini, böğürlerinde taşıyarak, sahhaflarda, "Eski harflerle kalb ağrısı varmı?" diye aranan, bir ayakları çıkarlarının ve pis ölümlerinin çukurundaki ihtiyarlar gençlere böyle tafra satmak isterler. Sorun, eskidir kardeşler, yeni hiç değildir, Ömer Lütfü Barkan filan okunduktan sonra başlamamıştır. Asıl Tanzimat'ın ilanından bu yana, kalemefendileri arasında tartışılır olmuştur. Eshabı mesalih bitsin bekler, Reşit Paşa küçük müydü? Büyük müydü? Uzun açık görüşmeleri, Hacivat'la Karagöz'ün kavgası, iki beylerbeyinin ağız dalaşı, Rumeli ve Anadolu. Evet, ferman Gülhane kahvehanesinde Hacivatca okunurken, Karagöz aznif oynamayı kesmemiştir. Peki, öteki kıraathaneler açılırken, amuda kalkmayı genelgeçer değerleri ters çevirmek sayıp, karşısında görünme numaralarını sürdürenleri, bir zaman atlamasıyla, o günlere götürdüğümüzde hamamda külhanda çalışmışlıklarını gizleyen Alili Kemal olarak bulmaz mıyız sanıyorsunuz. Anadolu'da her yeni düşünce, geç, erken, vaktinin hoşgörüsüne göre konumu ne olursa olsun, ilk bir on yıl, çeyrek yüzyıl, her neyse işte o kadar, gâvurluktur. Ama siz merak etmeyin hiç, bekleyin, sonra hemen ulusallaşır, yabanlığı yabancılığı unutulur, bir vasi ve rahim topraktır bu, gelenekler içinde asık suratlı kazıklı rüşvetli yerini alır, kosavalılığı, manastırlılığı unutulur gider, şecere hiç akla gelmeden kullanılır, iskele, çeşme, sokak, okul vs. adı olur. İtler kente gidicek Farsça ürürmüş eskiden, şimdi hem İngilizce hem Osmanlıca ürüyor.
Bu topraklarda, Çatalhöyük'den, başkent Sirkeci'ye kadar, iyi sanat, çağdaş sanatlar, biçimi değişir özü değişmez bir ilke gereğince, bütün geçmiş değerlere, değerse, gizli göndermelerini, onlardan açık alıntılarını zaten yapıyordur. Körler köyünde oturanlar, yanlış Batı kulüplerine karşı, Doğu tekkeleri kurmak, çileden geçmeden postnişin olmak kestirmelerini düşlemeleri nedeniyle, çağdaşlarını okuyamamışlardır ve bütün sol kolları kesiktir. Hoşgörüsüzlüğün takma adı olan hoşgörünün her çağdaki her toplumdaki dikenli sınırını, işte bu kimesneler çizerler, biz bu sınırın herhalükârda aşılması ve zorlanmasından yanayızdır, her iki kesim ve uç için.
Hiç bütünlcnmiş bir sürecin bir daha yeniden diriltilebildiği görülmüş müdür? Tedavülden çekilmiş paralara bakırcılarda dahi raslanmıyor. Bir üretim ilişkileri bütününün bir parçası divandı sedirdi diyerek, bitmiş bir aşkın göğsünden koparılabilir mi?
Evet, açıl Doğu açıl! Doğu açılsın, Doğu açılacak elbette. Ama yeni bir Akdenizli der ki, hem yeni ayana, hem yeni divanilere. Doğuya doğru fazla giden, coğrafya yüzünden, Batıya düşer. Tersi de geçerlidir bunun.
İster Hacivat'ın, ister Karagöz'ün olsun, ölü bir altyapıya dayandığı için, birbirinin tersi olmaktan öte, bir anlamı, karşıtların çatışması olmayan bu düşünceler, topraklarda, halkın arasında, bir halife, bir oğul bırakmayacaktır, bırakmıyor. Halk kendi sürecini kendi yaratmak üzere ırmak ağızlarında toplanmaya başlamıştır, deltalarda yatıyor çoluk çocuk. Şairler de şiirlerin denizlere döküldükleri bu yerlerde/ayakta. Irmaklar tersine akıtıldığı sabah, ayaklar baş olacak, başlar ayak, hangi kaynaklara gidileceğini biliyor halk.
Ancak rûmun şuarası ölümün arkasından konuşur!
Ölümün Arkasından Konuşmak Ece Ayhan, Yort Savul
1 note · View note
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media
BİR ERKEĞİN KARISINA KARŞI OLAN SORUMLULUKLARI
İnsana yaradılış hikmeti açısından bakıldığında her kadının bir erkeğe ve her erkeğin de bir kadına muhtaç olduğu gerçeği inkâr edilemez.
Bu açıdan “evlilik”, eşler arasında maddi ve manevi tatmini sağladığından sükûnet ve rahatlık unsurudur.
Aynı zamanda neslin devamı için önemli bir ihtiyaçtır.
“Evlilik”, ömür boyu süren bir hayat arkadaşlığı olduğundan hayatın sayısız zorlukları karşısında eşlerin birbirlerine karşı pek çok sorumlukları vardır.
İnsan olarak yaratılma, Allah’a karşı sorumlu olma bakımından kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur.
İslam, kadına annelik, erkeğe de babalık vasfını vermek suretiyle “ailenin” temelini oluşturmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de: “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi O’nun varlığının delillerindendir. Bunda düşünen akıl sahipleri için nice ibretli dersler vardır.” (Rum/21) buyruluyor.
***
Yüce dinimiz, karı-koca ilişkilerinde “evin birinci derece sorumluluğunu erkeğe yüklemiştir”.
Erkeğin fiziksel konumu ve zorluklarla mücadele etme becerisi olduğundan bu sorumluluk ona uygun görülmüş.
Ayet-i kerimede: “…Ancak erkekler, kadınların üzerinde sorumlu bir otoriteye sahiptirler…” (Bakara/228) hükmü, aile hayatında erkeğin yönetici konumda olduğunu ortaya koyuyor.
Aile küçük bir toplumdur.
Toplum ise, nizam ve düzen içinde varlığını sürdüren bir mekanizmadır.
Bu mekanizmayı idare etmek için de bir yöneticiye her zaman ihtiyaç vardır.
Evlilik hayatı da küçük bir toplum sayıldığından, erkeğin karısına karşı olan sorumluluklarını bu bakış açısından yola çıkarak sıralayacağız.
Sosyal ve kişisel yönden ilave edilecek daha pek çok maddeler de olabilir.
Biz sıralamamızı daha fazla İslami yönden yapmaya çalışacağız.
* Bir erkek, evin tüm ihtiyaçlarını temin etmenin asli görevi olduğunu bilmeli.
* İnançlı bir erkeğin amacı, eşine ve çocuklarına İslami bir hayat yaşatmak olmalı.
* Çocuklarının meslek edinmesi için öncülük etmeli.
* Eşinin hoşuna giden hediyeler almalı ve iltifatlar yapmalı.
* Kadınlar erkeklere emanet olarak verildiğinden onlara iyi muamele etmeli.
* İlgi ve sevgisini eşinden eksiltmemeli.
* Evin ve ailenin dış işleriyle bizzat ilgilenmeli.
* Yanlış gördüğü davranışları, makul bir dille anlatmalı.
* Eşine ve çoluk çocuğuna değer vermeli.
* Ev işlerinde erkek, karısının düzenine uymalı.
* Fırsat buldukça ev işlerine yardım etmeli.
* Eşinin mahremiyetine saygı göstermeli.
* Hanımına karşı olgun ve yumuşak davranmalı.
* Eşinin ailesine ve akrabalarına saygılı olmalı, ziyaretlerine gitmeli.
* Eşinin morali bozuk olduğu zaman onunla özel ilgilenmeli ve moral vermeli.
* İstemediği davranışlar yaptığında iletişim becerisini ortaya koyarak ikna etmeli.
* Eşinin sorunlarını dinlemeli ve çözüm yolları bulmalı.
* Eşine karşı “şiddetin ve küfrün” insanlık dışı korkunç bir zulüm olduğunu bilmeli.
* Ailesine haram kazanç kesinlikle yedirmemeli.
* Sabırlı, tahammüllü ve olgun bir ev idarecisi olmalı.
* Af edici ve bağışlayıcı olmalı.
* Eşini güzel sıfatlarla çağırmalı.
* Temiz giyimli ve tertipli olmalı.
* Evin içinde ve akrabalar arasında “dengeleri sağlayabilmek için” gayret göstermeli.
* Eşinin üzerinde asla baskı ve zorbalık uygulamamalı.
* Eşinden namuslu ve şerefli olmasını isterken, kendisi de şerefli ve namuslu olmalı.
* Cinsel ihtiyaç isteğini, eşi için de istemeli.
* Eşinin özel dönemlerinde daha fazla müsamahakâr olmalı.
* Eşinin hoşuna giden davranışlarını öğrenip zaman zaman onu sevindirmeli.
* İş hayatındaki problemlerini eşine ve çocuklarına yansıtmamalı.
* Belli bir günde, dini sohbet ve sorunlar üzerinde bilgilenme toplantısı yapmalı.
* Evde alınan kararlar, istişare ederek alınmalı.
* Eşi öfkeli olduğunda üstüne gitmemeli, mutlaka konuşulacaksa sonraya bırakılmalı.
ERKEĞE DÜŞEN VAZİFELER:
1-) Nafaka:
Erkek, aile seviyesine göre eşinin -ve çocuklarının- maddi ihtiyaçlarını karşılamakla, helalından nafakayı temin etmekle mükelleftir. Nafaka: Yeme-içme ve mesken gibi zaruri ihtiyaçlardır.
2-) Muaşeret:
İyi geçinmedir. Erkek, hanımına karşı güler yüzlü, tatlı sözlü, iyi huylu, efendice olmalıdır. Erkeğe yakışan da, hanımının efendisi olmaktır. Kadını incitecek yersiz davranışlardan, kaba muameleden sakınmalıdır. Erkek, müşkül şartlar içinde dahi, iyi ve olgun davranmalıdır. Bir lüzum ve ihtiyaç olmadıkça, eşinden ayrı yatmamalıdır.
3-) Sevgi ve Sadakat:
Erkek, karısının ihtiyacı olan sevgiyi, ona vermekte cömert olmalıdır. Zevcesine karşı öyle samimi olmalı ki, kadın da herkesten daha çok sevildiğini hissetsin. Kadın, daima kocasından bir sevgili olarak muamele görmesini ister. Karşılıklı sevgi, evliliğin temel harcıdır. Ancak bunda da ölçüyü kaçırmamalı, sevgiyi aşırı olarak açığa vurmamalı, muhabbeti biraz da gizleyebilmelidir. Unutmamalı ki, kadının her isteğini aynen yerine getiren erkeğin, hali perişan olur…
4-) Sohbet ve eğlence:
Şartlar müsait olduğu müddetçe, hanımıyla beraberce tatlı sohbet ve şakalar yapıp gönül eğlendirmek, neşeli vakitler geçirmeyi sağlamak evliliğin tabii ihtiyaçlarındandır. Zaman zaman karşılıklı sohbetten geri kalmamalıdır. (Gıybet ve dedi koduya dalmamak şartıyla) bir de, gerektiği zaman kadını meşru şartlar dahilinde eğlence yerlerine götürmek ve güzel manzaralar seyrettirmek icap eder.
5-) Takdir ve Nezaket:
Gerek kadının kendisine karşı, gerek yaptığı işlere karşı kötümser gözle bakmak, kadın için moral ve haysiyet kırıcı olur. Kadın, daima kocası tarafından beğenilmesini ve takdir edilmesini ister. Kendi kıymetinin, erkeği tarafından kabul edilmesine ihtiyaç duyar. Bunun için de, erkeğin gerekli nezaketi göstermesi, şaka dahi olsa kadını kötülememesi ve lüzumsuz tenkitlerde bulunmaması gerekir. Kadının aile hayatındaki hizmet ve iyiliğini, gayret ve emeğini hatırlayarak, kendisini ve işini takdir etmeli, ona değer verildiğini hissettirmelidir. Ara sıra ona teşekkür etmeyi de unutmamalıdır.
6-) İffet:
Erkek hem kendisinin, hem de karısının iffet ve namusunu korumakla mükelleftir. Ne kendisi yabancı bir kadınla ilgi kurabilir -İslam da haramdır- ne de karısının başka bir erkekle ilgi kurmasına göz yumabilir. Kadının, fitne ve dedikoduya sebep olacak yerlere, kötü duyguları tahrik eden toplantılara gitmesini önlemelidir. Aynı zaman da, eşine ait mahrem sırları, başkasına açmaktan sakınmalıdır.
7-) İtimat:
Kadına karşı kötü şüpheler, itimatsızlık, kin ve haset duyguları beslememelidir. Erkek, zevcesi aleyhinde söylenen sözlere -aslını araştırmadan- hemen inanıp kötü hüküm vermekten sakınmalıdır. Ancak, evliliğin iffet ve haysiyetiyle ilgili meselelerde, erkeğin gerekli titizliği göstermesi icap eder. Erkeğin, eşini yabancılardan kıskanması güzeldir; fakat kıskançlıkta fazla ileri gitmek, vesveseye kapılıp kötü kanaatlar beslemek, kadının her halini inceden inceye takip edip, fazla baskı yapmak doğru değildir. Böyle davranış, fena neticeye sebep olabilir.
Sabır:
Aile arasında muhtemel kavgaları önleyecek en iyi çare, sabırdır. Erkek, kadının bazı hatalı sözleri ve davranışlarına karşı hemen öfkelenmemeli, sinirlenip bağırmamalıdır. Eğer küçük bir hadise, kadını birden sinirlendirirse, erkek sükuneti muhafaza etmelidir. Şayet böyle yaparsa, öbürü birkaç dakika sonra pişman olacaktır. Fakat cevap vermeye ve münakaşaya kalkarsa, kavgalı neticeler doğurur.
Öfkeye sükut ve sabırla karşı koymak ise, ateşi suyla söndürmek gibidir; parlayan öfkeyi yatıştırıp zararsız hale getirir. Şu gerçeği unutmamalı: “Hiddete şiddetle mukabele, baruta ateşle muamele gibidir.”
9-) Terbiye:
Ailede kavga çıkartmaktan ve kadını dövmekten sakınmalıdır. Terbiye kültürüne sahip olan erkeğin, bu hususta kadına yardımcı olması gerekir. Kadın israf, ihmal ve isyan halinde bulunuyorsa; yani eşinin malını boşa harcıyor, onunla yatmaktan kaçıyor -ondan izinsiz dışarılarda dolaşmak gibi- ona başkaldırıp huysuzluk yapıyor ise, erkek ona önce güzellikle nasihat ve tavsiyede bulunmalı, olmazsa, sert bir ifadeyle kabahatini ve vazifesini ihtar etmelidir. Kadın, yine aynı hale devam ediyorsa, yatakta ona sırt çevirmeli ve nihayet lüzumuna göre, birkaç gece ondan ayrı yatmalıdır. Evlilik hayatının menfaat ve selameti için, gerektiğinde bu nevi tedbirlere başvurabilir. Fakat ufak-tefek kusurları için, kadını azarlamaktan dahi sakınmalıdır.
10-) Moral ve Teselli:
Evine gelen erkek, zevcesine selam vermeli, hal ve hatırını sormalıdır. Hanımını tenha yerde neşeli görünce, saçlarını tutup okşamalı, tebessümle kucaklamalıdır. Üzüntülü gördüğü zaman da, gönül alıcı tatlı sözler söylemelidir. Onun işini ve yemeklerini övmelidir. Bu gibi davranışlar, çeşitli sebeplerle sıkılan kadıncağızın, moralini arttırıp ona teselli ilacı olur. Kadının yanında üzüntülü şeylerden, endişe ve dertlerden bahsetmemelidir.
11-) Af ve Müsamaha:
Kadının bazı kusurlarını görmezlikten gelmeli, tabii bir kusurundan dolayı da bir-iki günden fazla dargın durmamalıdır. Kadında görülen huysuzluğu, önce yumuşak karşılamalıdır. Zaruret olmadıkça sert çıkışlar, huy ıslahına elverişli değildir. Zevcesinin ahlak ve davranışında noksanlık ve terslik gören erkek, bazen de kabahati kendinde görmelidir. Çünkü kadının ahlak değişikliğine, bazen erkeği sebep olur.
12-) Ziyaret ve Seyahat:
Kadının ara sıra, anne ve babasının yanına gitmesine müsaade edip fırsat vermeli, anne ve babanın da onu ziyaretine gelmelerini hoş karşılamalıdır. Erkek, bazı müsait zamanlarda, eşini seyahat ettirmekten de geri kalmamalıdır.
13-) Gerekli yardım:
Bakkal, çarşı, Pazar gibi dışarı işleri kadına yüklememeli, bunlar erkek tarafından görülmelidir. Kadın, bünye itibariyle de erkekten zayıf olduğuna göre, dışarıdaki ağır işlere zorlanmamalıdır. Gerçi evlilik hayatında eşler birbirinin yardımcısıdır, fakat esas itibariyle kadın iç işlerini, erkek dış işlerini yapmakla mükelleftir. Evdeki düzen ve temizliğe dikkat etmeli, ortalığı kirletmemelidir. Elbise ve benzeri eşyaları, rast gele sağa sola atmadan, yerli yerine koymak suretiyle de, nazikçe bir yardım sağlanmış olur. Eşyaları darmadağınık bırakıvermek, kadına ayrı bir külfet olacağından, bundan imkanı olduğu kadar sakınmalı, onların güzelce toparlanmasına yardımcı olmalıdır. Evlilik hayatı, ancak karşılıklı yardımlaşmayla kuvvet kazanır.
14-) Gerekli bilgi:
Erkek, bilinmesi gerekli olan dini-ailevi malumattan eşini mahrum bırakmamalıdır. Kendisinin malumatı varsa, kadına da bilgi vermeli veya onun namına sorup öğrenmelidir. Bu hususta lüzumlu İslami kitaplar okunmalı yahut -icabında- başka taraftan öğrenme imkanı sağlanmalıdır. Kur’an okumayı, dini temizlik ve namazı, farz ve haramları öğrenmesine yardımcı olmalıdır. Müslüman eşler en başta iman ve İslam esaslarını öğrenmekle mükelleftirler.
15-) İtaate hürmet:
Kadının gerekli itaati dışında erkek, daha fazla ondan istememeli, onun itaatini kafi görüp hürmet göstermeli, nankörlük etmemelidir. İyi bir kadın, gerçekten büyük bir nimettir. Hatta kadının müsaadesini düşünmeden, onu razı etmeden uzak yere gitmemelidir. Meşru dairede kendine düşeni yaptığı müddetçe, hizmet ve olgunlukta kadından, gereğinden fazlasını beklememelidir.
16-) Çocukları gözemek:
Adam, çocukların bakımı, terbiye ve kontrolü hususunda karısına yardımcı olmalıdır. Çocuklara karşı, lüzumsuz sertlik ve kabalık göstermemelidir. Çocuklar arasında bir ayrılık gözetmeden, hepsine karşı aynı şefkat ve adaleti göstermelidir. Şefkat ve merhametle, çocukları gözeterek eşine yardımda bulunmak, insaflı ve anlayışlı erkeğe düşen bir vazifedir.
17-) Birliği muhafaza:
Erkek, evlilik birliğinin korunmasına ve devam etmesine gayret etmeli, bir takım bahanelerle kadını boşamaya kalkmamalı, boşama lafını ağzına almamalıdır. Ancak bütün gayretlere rağmen, birlikte geçinmeye imkan kalmamışsa, boşanmaya gidilir. Fakat daha önce iyi düşünmek, çeşitli çarelere başvurmak, uyuşma yollarını aramak lazımdır.
1 note · View note
Photo
Tumblr media
1 note · View note
Photo
Tumblr media
0 notes
Quote
Yalanlara kapılıp üzülme Sevmedi seni o Vakit geldi geçiyor Geçsin varsın Onda kalamazsın Senden aldıklarını Yerine koyamazsın Vedalardan bir buket al Onun ol onu sev Beni hayat bile sevmedi be Boğuluyordum görmediler
Tumblr media
0 notes