Tanrım bana güç ver. Daha fazla dayanamıyorum. Bana ettiklerini görmüyor musun?... Tüm bedenim alevler içinde yanıyor sanki. Dünya, bir fırıldak misali gözlerimin önünde dönüyor... Güzel atları olan bir araba, birde arabacı verin bana, alsın götürsün beni buralardan.Kimseyi,bu insanları görmeyeceğim kadar uzaklara taşısın beni... İşte gökyüzü, işte dönen bulutlar, parlak yıldızlar... Karanlık orman, ayın aydınlattığı ağaçlar... Hepsi gözlerimin önünde kayıp gidiyor. Hava öyle puslu ki ayaklarıma mavi sisler iniyor. Uğuldayan hayvanlar duyuyorum... Bir tarafımda deniz, bir tarafımda İtalya. Hah, yoksul Ruslar da görünmeye başladı. Az ileride bir ev var. Yoksa benim evim mi? Peki ya penceredeki kadın benim annem mi? Anne, gör bak oğluna neler ediyorlar! Gel, kurtar oğlunu bu zalimlerin elinden. Zavallı oğlunu bağrına basıver! Oğluna bu dünyada yer yok! Hiçbir yerde istemiyorlar onu, kovuyorlar! Anneciğim, bu garip oğluna sen acı bari! - Bir Delinin Hatıra Defteri-
... mutluluktan neredeyse kahkaha atacaktı. Ama bu hayatta hiçbir şey uzun sürmez; ikinci kez duyduğu mutluluk da ilkine oranla pek cansızdı. Üçüncü kez duyacağı mutluluk biraz daha zayıflayacaktı, en sonunda da yok olup gidecekti. O da eski ruh haline dönecekti, tıpkı taşların suda sektirilmesiyle oluşan halkaların bir süre sonra kaybolması gibi...
Sözde kurulan hayallerimiz vardı o hayallerde bir yıkılmışlığa döndü ve yaşanabilecek tüm hayal kırıklıkları yaşandı bundan dahada kötüsü bu yuzden artık hiçbir şeye tepki veremez oldum insanlar her an yolda bırakıcakmış gibi geliyor kimseyle tanışmayı geç tanidigim insanlarla bile konuşmak istemiyorum ben insanlardan uzaklaştım her şeyden uzaklaştım
Buraya uzuuun yıllar kalacak anılar bırakmayı düşünüyorum. Minik fasülyem kocaman bir adam olduğunda küçüklüğünün her anını kısa bi film gibi izleyecek 🖤
İhanetin yanından bile geçmem, sinirliyken gözlerim dolar, söyleyemediğim şeyler boğazımda düğümlenir, herkesle muhattap olmam, bazen çocuk, bazense fazlasıyla olgunum, ayrıca şu sıralar çok yorgunum
Bi gün nefes nefese uyandım, yine kabus günlerinden. Tabii o zaman kendimi atacak bi sahilim vardı ve bir de konuşuyorum sandığım insanlardan biri. Gittim, yürüdüm açtım şarkılarımı ama duymadıklarımdandı. Oturdum üşüdüm öylece, baktım gülüşenlere. Gülmek de ölüm kadar ani, ölüm kadar ağzı açık geldi. Ürperdim kimi vakit, bana baktıklarını sezmek istemedim, dolaştı parmaklarım telefon ekranında öylece anlamsız. Bi kaç mesaj ve yine merak ettiğini sandığım insanlardan biri. Kimsenin denize bakmadığı sahilin keşmekeşini izledim tekrar tekrar. Herkesin kaçtığı o yağmura bıraktım kendimi. Evet, yağmurluydu o gün. Ben ağlayamıyordum oysa ki. Hayatın ironisi. Kafamın gürültüsü kaçışanların hengamesine kapılınca deniz gibi çektim kendimi. Yürüdüm yine kaldığım köhne yıkık dökük eve doğru. Yolumun ortalarında bir park vardı hiç çocuk görmediğim. İyi gelir dedim bi salıncak rüzgarı. Sonra rotamı parka çevirdim, ufak bi yerdi. Salıncak direklerine yöneldim. İşte orda gördüm hepsi sökülmüştü. Oturdum taştan banka. Seyrettim sökük salıncakları.
İşte o günden sonra yolum o parkttan her geçtiğinde sökük salıncakların seslerini duydum. Bazen kendi seslerimi susturdu, bazen hepimiz sessiz sessiz baktık birbirimize. Yıkmadılar direklerini. O yüzden hala bi salıncak olmanın ümidiyle tutundu direkleri ama kimse o parka gelmedi, kimse o direkleri görmedi, kimse duymadı ama dayananlar vardı bazen. Yüzleri onlara salıncak değilsin diyen. Gördükleri soğuk demir parçalarıydı belki. Teselli etmek istedim ama onlar sökük kaldı bense...