Onurlu bir ölüm sonsuz bir vedaydı. Siz onursuz bir ölümü seçip kendinizi tarihten sildiniz. Bizse tarihi baştan yazıyoruz.
Siz onursuz bir ölüm seçip kendinizi boşluğa bırakıyosunuz, biz o boşluktan çıka çıka kazandık onurumuzu.
Sizde olmayan onuru bizde gördüğünüzde sadece o onuru almaya çalışmakla yeltendiniz. Siz lafa gelince gayet onurlusunuz ama icraata gelince hepiniz boşsunuz.
pazar dediğim zaman aklıma ilk pazar günü değil de haftanın bir günü yapılan meyve sebze bir şeyler satılan pazar geldiği için hep pazar günü demek zorunda hissediyorum
"Ya hep ya hiç" i "ya her şeyi anlat ya da hiçbir şeyi" olarak uyarlamak istiyorum. Çünkü insanlar bu iki uçta birbirlerini yargılamayı çok basit buluyorlar. İnsanın kendine kalması gereken değerleri de olmalı. Neyi paylaşıp neyi paylaşmayacağını öğrenmeli ve buna göre hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Geçenlerde benim için değerli olan birine hayatımda olan olmuş bitmiş bir olaydan bahsettim. Süreç içerisinde ona anlatmadığım her şeyi bittikten sonra anlattığım için kendisini aptal yerine koyduğumu söyledi. Bunu açık açık söylemesi o an gözlerimi doldurdu. Böyle bir niyeti asla düşünmememe rağmen onun bana bunu yakıştırması beni birazcık da üzdü diyebilirim. Belki yanlış düşünen, davranan benimdir. Bilemiyorum. Ama daha önce bana kimse bazı şeyleri neden o an anlatıyor diye düşünmedim. Öyle gerekli görmüştür, öyle uygun görmüştür diye yorumladım. İşin can sıkıcı taraflarından biri de sürekli bunu düşünmem. Kendimi bunu düşünmekten alıkoyamıyorum.
Bir gün çok değerli gördüğümüz insanların bile gözümüzde şekilden şekile girebileceğini daha iyi anladığımda, bunun üzerine düşünmeyi belki azaltabilirim.
Bugün bir Instagram paylaşımında düşündürücü bir yazı okudum. Yazı özetle; yıllardır okumak zevk aldığı kitapları okumanın onu daha da depresif yaptığını, her gün yapabildiği rutinleri bırakmak istediği gibi kişisel bir iç döküştü. Çok tanıdık hislerle doldum (kendimden biliyorum). Yeni bir anlam arayışına girmek tam da bu noktada devreye giriyor.
Continue reading Untitled
Şimdi konuşmuyorum, seneler sonra da konuşmayacağım. hiçbir zaman karşılarına geçip, intikam almayacağım. düştüklerinde, iyi olmuş bile demeyeceğim. hatta biraz üzüleceğim. bunun için kendime kızacağım. ama asla konuşmayacağım. benim kelimelerim, sesimden kırılıp kimseye çarpmayacak. keşke bunun anlamını biraz bilseydiniz.
Kimse duysun istemedim, içimden konuştum bu yüzden.
Sessizliğin hakimliğini kaybettiği ve olanca gürültünün kulaklarımıza sürekli misafir olduğu bir şehirden yazıyorum.
Eskisi gibi kuşların cıvıltısı duyulmuyor, rüzgar tatlı tonuyla fısıldamıyor ya da insanoğlunun yarattığı karmaşanın sesi bastırıyor her şeyi.
Elimi uzattığımda boş kaldığı ve verdiğim selamın göğe doğru karşılıksız yükseldiği bir zaman diliminden geçiyorum.
Buralarda saygı ve anlayış hatta sevgi anlamını yitirmiş. Göğsümün içinde durmadan atan ve şu zamana kadar bir saniye bile yorulmayan şu gönlüm artık yorgunum naraları atıyor.
Zihnimin odalarında o kadar çok misafir var ki- sahi misafirliğin bu kadar uzunu makbul değildi.
Ayrıca umut ettiğim şeylerin mevsimi değişiyor, yeşil renklerin yerini sarımsı tonlar alıyor.
her şeyden ve herkesten kopuk hissediyorum. diyalogları uzun süre, sürdüremiyorum. bir kadının hayatımda birkaç haftadan fazla nasıl kalacağını bilmiyorum. kötü bir şeyin beklenmedik ve gergin bir şekilde olacağına dair inançlarım var. rahatsız edici bir duygu. düşündüğüm kadar yüzeysel biri oluyorum. her şey anlamını yitirmiş gibi görünüyor ve işleri daha da kötüleştirmek için bu üzücü hipoteze inanıyorum. gülümsemeler için ya da hiçbir şeyde umut sahibi olmak için daha fazla sebep yok. başka hiçbir şey önemli değil, ben de önemli değilim. ben bir hiçim.*