Tumgik
#alın yere dedikçe
yantekerlek · 3 years
Note
Ah yante nolacak bu ibadetlerimin devamsızlığı...üzülüyorum ama Bi türlü üstüne düşmüyorum
e düşünüz. oturup ibadet etmem lazım deyince hiçbir şey olmuyor çok afedersiniz. kalkıp ikindiyi kılın mesela. sonra da 33 subhanallah, 33 elhamdülillah, 33 Allahuekber. baktınız 100 estağfirullah çekecek 2 dakikanız daha var. çekiniz.
6 notes · View notes
nebiliyorsam · 4 years
Text
güneş ışığına yakın yaşamaktan bahsediyordum.
güneş ışığını hisseder ama ondan saklanır halde, bilmem kaç yüz tonlar boyunca altında, yüzeye yakın ama güneşin yakıcıcığından da uzakta, korunaklı.
şimdi sizi ikna etmek için bilmem kaç bin km dünya ile güneş arasındaki uzaklığı hesap edip ki hesabı yapan da ben olmadığım gibi bu araştırmaya girmek için de şu an çok yorgunum. Çok ciddiyim, çok yorgunum. Ellerim kollarım kırılmış gibi yine, içe dönük. Nasıl? Olmamış bir şeyin olduğuna inanıp sonrasında bedelini ödemek zorunda kaldığım şeyler gibi. Yok, kızgın değilim, insanlık hali, olur böyle şeyler. Böyle şeylerin olabileceğini bilmeliydim diyorum kendi kendime. Yok diyorum içimden de, hani belki olmaz diye o umuda inandım sen. kırgınım diyecektim de, demeyeyim. dedikçe gerçek oluyor, dedikçe içinden çıkamıyorum o kırgınlığın. Zaten içindeyim. Dersem, hiç çıkamam belki, belli olmaz. Ama hani söylediklerim var ya, onlar gerçek, Özlem gerçek, inanç gerçek, hepsi, baştan aşağı gerçek ve umuda dört kolla sarılmış gibiydi. Anlatamıyorum.
gözlerimi kapatıyorum, yukarıda, güneşe bakıyorum. su birikintisi demeye utanır insan. öyle bir birikinti ki, dünyayı ele geçirir isterse, ama istemiyor. ben de neler yaparım istersem de oturup hüzünlenmek, kırılmak yerine, yapmıyorum. kıyamıyorum. zaten hep kıyamamaktan kaybetmiyor muyuz? Kıyamıyorum.
yoo! utan be kendinden, hoşt! şu sözlere bak. utan. alın benden hepinize birer çirkeflik. siz de bana yapın, çekinmeyin, duruyorum bakın burada.
tuzlu su
tuzlu su üzerimi kapatıyor, burnumun hemen yarım, bilemedin bir buçuk santim üzeri. bu ikisinin arasında gidip geliyor. balina seslerini duyuyorum, konuşuyorlar kendi aralarında auuvv auuuuuuvvv vuv vuuuvv
konuşsunlar, ben de dinliyorum. gündüz, 12 civarı hep hayat burada. suyun altındayken bedenim, yüzüm, burnumun ucu da dahil buna, saat hep 12 civarında. nasıl yakıcı güneş. biraz dışarı çıkmaya yeltensem, kavuracak beni. sonra sızım sızım sızlayacak yaktığı yerler. başta güzel, usulca insanı mutlu eden o sızı, gece olduğunda sizi uykunuzdan uyandıracak tam da yattığınız çarşaf normalden fazla olan vücut ısınızla ısındığı zaman. oysa siz yatarken buz gibi çarşaflar buz gibi suların gırtlağınızdan aşağı dökülmesinden daha ferahlatıcıydı. Oysa siz, kocaman çöllerden kocaman denizlere erişmiş gibi bir Özlem ve heyecanla koşarsınız ve sarılırsınız. Hayat ne tuhaf...
acaba diyorum, aşağı insem, şu güneş ışınlarından biraz daha kaçsam olmaz mı? düşünüyorum sık sık bunu. saat 12 civarında ve güneş ışınlarının yakıcılığından kıl payı korunurken düşünecek çok şeyiniz oluyor. insan yüreği böyle, düşünecek onca şey arasında tutup biraz daha derine gitmeyi de düşünüyor. halbuki gerek yok, burada rahatsın bak. hem güneş ışınları alıyorsun, gün yüzüne yakınsın, hem de buz gibi denizler içinde korunur haldesin. şükretsene, yok, düşün onun yerine. insanoğlu böyle... rahatsın işte, duyun şu kadarcık altı sana kucak açmış. Desene, iyi ki varsın, iyi ki beni sarıp sarmalıyorsun bu acımasız güneşten. Yok, insanoğlu hep böyle..
düşünüyordum işte biraz daha dibe insem, işte birazcık daha canım, 2 ile 4 cm arası insem yüzeye uzaklığım maksimum 5.5 cm edecek. e iyi, hiç yoktan iyidir. gelir mi acaba güneş ışınları hala bana. yakmaz, orası kesin. ama gelir mi? ulaşır mı bana? tereddütteyim, tedirginim. tamam, güneş ışınlarının yakıcılığından korkuyorum da, bana ulaşmaları da benim yaşamımı devam ettirmemi sağlayan esas şey. ya diyorum, yetersiz olursa, hani zaten bunca hayatını güneşsiz geçirmişsin, karanlık ormanda, onu koru, bundan kaç, e sonunda nefes alacak denizi bulmuşsun kendine. Şansa bak, şans mı? Yok değildir. Kaderdir. Kader ile şans aynı şey mi? Vallahi değil.
Şuymuş da buymuş da, çiçeklerimiş, yahu denizin altındaki çiçekleri kim kaybetmiş ki sen bulasın? Sana mı kaldı denizlerde nefes almak, çiçeklere kavuşmak, çöllerde susuz kalıp kavrulup denizlerde korunmak? Sana mı kaldı!? Diye, aynada kendime söylüyorum bunu. Kollarım öyle olsa, iki yanımdan tutup sarsacağım kendimi. E şimdi ben bunları kime anlatacağım? Bırak, bırak beni
Bari buraya kaçayım. Bırak dedim sana! Bırak! Gerçekti diye böyle acıyor, anlamıyorsun. Bırak!
ya diyorum, işte biraz daha biraz daha derine dersen, 2-4 cm arasında kalan bu kadarı sonradan olmaz mı 5-9 cm. o zaman diyorum, ayvayı yemeye az kalır herhalde. ulaşır mı gün ışıkları denizde o kadar aşağı? bilmiyorum ki, kestiremiyorum. denizden uzaklaşalı çok oldu. sımsıcak bir tende uyumayalı da öyle. ama biliyorum, az kaldı, diye diye, nasıl da gün saymışım. Kaçıncı bu kendine yaptığın ihanet? Elimde olsa, seni çöpe atardım retro. Çöp bile kusardı belki seni.
olduğum yerde düşünüyorum bunları, olduğum yerden bahsetmiştim. yüzeyin yarim ila bir buçuk santim altındayım hemen. yüzeye çıkıp kavrulmamak, derinlere inip kaybolmamak için çok çaba harcıyorum. bilmiyorsunuz. Bilmiyor, anlatamadım. Ben öyle zannetmişim herhalde. Kaldık mı yine size? Kaldık mı yine kendi kafamızdan kurtulmak için, delirmemek için yazıp kaldığımız bu yere?
olduğum yerden biraz daha derine inme dürtüsü bu anlarda çok şiddetli geliyor. diyorum ki, şuralarda biraz gezsem. hani nasıldı oralar, unuttum. hatırlar mıyım dersin? belli olmaz, gezsem yine belki hiç hatırlamayacağım. onu bilemiyorum şu an, kestiremiyorum. ama beni korkutan esas şey, gözlerin ve tenin karanlığa daha çabuk alışıyor olduğunu bilmek. bunu iyi biliyorum, uzun sürte karanlıkta kaldım. Yine karanlığa döndüm bugün, yine size mecbur kaldım bak. Denize kavuştum diyordum ya, deniz suyu tuzlu. Deniz de acımasız...
Böyle zamanlarda denizin altında kalmışken, aklından geçmeyecek düşünceler yine geçmiyor. kitap, defter, kalem, aşk, schubert, gökyüzü, kış mevsimi falan yok aklında. oysa diyorsun, aklımda şu an olmayan onca şeyle geçirdim ömrümü. dediğin şeylerin, diyeceğim şeylerin haddi hesabı yok da, tenezzül etmiyorsun. mecalin yok. Nasıl ama, yine aynı şeyin ortasında kaldın mı?
Yine aynı yola gidecek olan sözleri duydun mu? Kendime diyorum, kollarım yetişse, ah bir yetişse, iki yanından tutup omuzlarımdan, söyle iyice bir sarsacağım kendimi. Her şeyi yuttum. Her baloncuk, ağzımdan içeri geri girdi, duyar duymaz. Hepsi, hepsi içeri geri yollandı. Annesi babası katledilirken yatağın altında onların kanlarını izleyen ve tadan o-ren ishii gibi.
hepiniz biliyorsunuz, denizin derinliklerinde bile, çevrenin ekolojik dengesini sağlamak için kollarının erişebildiği yere kadar uzanıp güneş ışınlarını içine geçen, sonra geceleri tüm ahaliyi aydınlatmak için çabalayan algler, yosunlar, balıklar falan var. Ama benim kollarım yetişmiyor şu an onlara. Yetişir sanmıştım, yetişmiyor. Kalakaldım öylece, ne bileyim böyle olacağını? Zaten bilsem, hepsini bilsem, hiç bunları yapar mıydım? Hiç saklandığım yerden çıkar, o görünmez patikamdan yürütür müydüm seni?
gözlerim açık ya, görüyorun etrafı. konteynerin o 5.5 metrelik kalın duvarları yok olmuş. ne ara nereye gitmişler bilmiyorum. bilmediğim çok şey var, bilmediğim gibi kalsın hepsi diyorum. gitmiş işte, gittikten sonra elinden ne gelir? sebebini öğrensen ne, öğrenmesen ne... işte bir anda yok olmuştu. Benim uzanmayan kollarıma, başka kollar uzandı sandım. Yine kaldım mı size böyle? Sevmek günah, sevmek suç, sen BÖyle seversen demişti, ağzını bunununu merdivenlerin sert yerlerine böyle böyle çarpacaksın işte. Bilsem yapar mıydım? Vallahi gerçekti, vallahi gerçek sandım. Yemin ederim kötülük olsun diye de yapmadım. Gerçek sandım.
o ekolojik dengenin sağladığı ışıkları görmek, onca zaman karanlıkta kalmış biri için bir mucize. klişe sözlerle diyeceğim ki, çölde, güneş ışınlarından aynı benim gibi korunan bir yerde değil de, konteyner gibi, çölde güneş ışınlarına böylece maruz kalan birinin gördüğü sahra gerçek oluyormuş hani, öyle bir mucize.
Diye diye bu güne geldik.
E diyorum, böyle bir mucize hani, kendimi derinlerde boğulurken bulmayayım sonra?
Bulmazsın diyor, gel. Güvendesin benimle. Cidden mi güvendeyim ben seninle? Evet diyor, güvendesin sen benimle. İnanamıyorum duyduğuma... hani duy da inanma derler ya, öyle bir şey. İnanasım gelmiyor ama, inanıyorum o sese. Şnanmak istedin çünkü diyor arkadaşım. Çünkü ona inanabileceğini bildin. Doğru, sanki 500 yıldır bilir gibi, bildiğin gibi.
Kendi kendime mi konuştum ben bunları? Eğilip kendi yanaklarımdan mı öptüm hergün? Yok diyorum, kendi kendime, kendimi öpsem böyle olmazdı ki. Kendimi öpseydim keşke. Keşke demeyle de ömür geçmiyor ki...
5 notes · View notes
alticizilen · 6 years
Text
Seher - Selahattin Demirtaş – Alıntılar – @alticizilen
Seher, Selahattin Demirtaş’ın ilk kitabı ve küçük küçük hikâyelerden oluşuyor. İçerisinde sanıyorum kız kardeşine ait olan çizimler de mevcut. Bu kitabın okunuşunu daha da kolaylaştırmış.
İçerik olarak, sanılan politik hikâyelerin aksine, kadınların hikâyelerine yer verilmiş. Zaten kitap, katledilen ve şiddet mağduru bütün kadınlara adanmış. Dilinin samimiyeti ve sadeliğinin yanı sıra, aynı zamanda bir siyasetçi olan erkek bir yazarın kaleminden bu hikâyeleri okumak bana çok iyi geldi. Gerçi özellikle, Seher ve Denizkızı hikâyelerinde, kendimi tutamayıp ağlasam da bitirince kendimi daha güçlü hissettim. Öte yandan, kitabın ayrıntılarında yalnızca erkek egemen dünyanın sorunlarını değil, zengin fakir ayrımını, coğrafik acıları, göçmen sorununu, kişinin bireysel çatışmalarını da görebiliyorsunuz. Bu durum aynı zamanda eleştirilebilir, çünkü her soruna biraz değinebilme amacıyla aslında hiçbirinin tam manasıyla işlenemediği söylenebilir.
Ayrıca, kitabın yalnızca bir senede 9 basım yaptığını belirtmekte fayda var. Sansürlü ve tekdüze yazılı medyanın, kitabın bu başarısından bahsetmesini beklemek biraz safça olur. O yüzden, şöyle söyleyeyim, ben kitabı beğendim, belli ki birçok kişi de benimle hemfikir. Ellerine sağlık Selahattin Demirtaş.
Tumblr media
Bizim ev Mamak’ta, gecekondu mahallesinde. Burada herkes tanır birbirini. Yoksuldur herkes, ama yoksulluğu sırıtmaz kimsenin. Daha çok şehre indiğimizde yoksulluğumuz çarpar yüzümüze. (36)
Bizim mahallenin insanları da arabaları da bellidir. Birbirine benzer. Hepsi yorgundur, emektardır, fakirlik kokarlar, boyaları dökülmüştür, saçları sakalları dağınıktır, eski modeldirler, iki elle tutarlar direksiyonu, direksiyon ekmek kapısıdır. (37)
Trafik açıldı, yanımızda beyaz bir Şahin var şimdi. Kötü modifiye edilmiş. İçindeki dört genç bizim mahalleden değil ama bizim cenahtan. (38)
“ O benim yanımda çalışan temizlikçi, temizlik yaparken merdivenden düştü,” dedi. Polis ikna olmuş gibi baktı, çok gençti, bakışları yoksul gibiydi, arabası yoktu. Amirleri arkadan bağırdı, “Onun da kimliğini alın!” diye. Amirleri yoksulluktan geliyordu ama arabasıyla yoksulluğu biraz geçmişti, muhtemelen Ford Mondeo, ikinci el. …” (42)
Cezaevine girişte kadın gardiyanlar üstümüzü çıkarmamızı söyleyip arama yaptılar. Hepsi bizim cenahtandı, yoksulluktan çıkamayacaklarını biliyorlardı. Araba hayali kurmaktan bile uzaktılar. Onların yoksulluğunun sebebi biz değildik ama yine de öyleymişiz gibi davranıyorlardı. (45)
İnsan kendini yatay şekilde asamıyormuş. Bunu keşfetmiş olmak içimde yeniden bir yaşama isteği uyandırdı. (49)
İçimden, “Söyle Nergis, ben seni ne çeşit seveyim?” diye geçirdim. Psikopatın mı olayım, ismini göğsüme jiletle mi kazıyayım? Daha bir kerecik bile elimi tutmamışken tokalaştığın her erkeğin elini kırayım. Okul çıkışında kapıda dikileyim, sana musallat olayım. Kolundan çekip, “Gel takılalım senle,” diyeyim, araya giren arkadaşlarının suratına kafayı gömeyim. “Git başımdan be, bela mısın?” dedikçe ben daha çok belan olayım. Evinin önünde gece yarılarına kadar tünekleyeyim, sense pencereden gizli gizli bakıp hem ürküntü he de hınzırca bir mutluluk duy. Polisi tak peşime, karakollara çeksinler beni, yediğim her dayakta ismini haykırayım, haykırdıkça daha da bağlanayım. Ya benimsin ya kara toprağın Nergis. Hayatı sana zindan edeyim, yaşama sevincini bitireyim. “Ne olur, bırak artık peşimi, seni sevemem, senden sadece korkuyorum. Hayatımı mahvettin, görmüyor musun?” diye ağladığında anlayayım acı gerçeği. Aşkımı jiletle bileklerime kazıyayım. Bir mektup bırakayım arkamda, okuyunca gözyaşlarına boğul, seni ne çok sevdiğimi o zaman anla. Elinde bir demet kır çiçeğiyle mezarıma gel, mezar taşımda “BANA MI GELDİN NERGİS?” yazılı olsun. (53)
Gökten ne yağmış da yer kabul etmemiş misali… Bunca yıl sonra aynı çatının altındalar ya. Hal böyle olunca da ne yaparsan yap, o çatıya tünemiş umut kuşunu susturamazsın. Bu geveze kuşu gündüzleri kovalamak kolay. Ama tek başına yatağa girip de gözlerini kapattığın an gel de sustur. Uykuya dalıp kurtulmak yok. Rüyalarda daha da cüretli, daha da arsız bir kuş bu. En kötüsü de uyanıp yeni bir güne başlama mecburiyeti. Biraz daha oyalansa. Belki bu sabah da birkaç saniye… Sakın!... (87)
“Yok yok, dikkati elden bırakmıyorum, ama insan hayal kurarken gözlerini kapatır, hiç kimse hayallerimizi görmesin diye yaparız aslında, gözlerimizi kapatınca kendimizden bile saklarız hayallerimizi. İçimizdeki gerçek biz, o hayaldeki biziz aslında,” dedi. (98)
“Tabi,” dedi, “o ayrı, ama bazen düşünüyorum böyle… Ölümün, ölmenin bir sürü çeşidi vardır: Yanarak, düşerek boğularak, sürünerek, öylesine, kahramanca ya da sebepsiz ölmek. Bunların hepsi yaşamanın çeşitleridir aynı zamanda, tuhaf değil mi?” dedi. (99)
Hacı Nene “Siz şimdi acıkmışsınızdır,” deyip getirdiğimiz yoğurdun yanına biraz ekmek koydu. Abimle ben yoğurdun hepsini afiyetle yedik. Nenem sefertasını yıkayıp bize verdi, alıp eve geri geldik. “Niye bu kadar geç kaldınız?” diye sordun. “Nenegilde yemek yedik, o yüzden geç kaldık,” dedik. “Ne yediniz?” dedin. “Yoğurt yedik,” dedik. “Yoksa götürdüğünüz yoğurdu mu yediniz?” dedin hayretle. “Evet,” dedik normal bir şey dermiş gibi. Bunu da yıllarca millete anlattın anlattın güldünüz. Oysa bana hiçbir zaman anormal bir durum gibi gelmiyordu. Mantığını bir türlü çözemesem de çok normal olduğunu düşünüyordum. Düşün düşün sonunda cezaevinde çözdüm meseleyi. O yoğurdu ihtiyaçları olduğu için değil, mutlu olsunlar diye göndermiştin dedeyle neneye. Biz yoğurdu onlara teslim ettiğimiz anda mutlu oldular zaten. Ama yoğurdu biricik torunlarına yedirince ayrıca mutlu oldular. Senin bir adet mutluluk üretmeyi planladığın yoğurttan biz toplam iki adet mutluluk üretmiş olduk böylece, yaa! (107)
Yukarıya doğru gittikçe orda bulunan canlı sayısı azalıyor. Giderek insanlardan, halktan uzaklaşıp uzay boşluğunda kendi yalnızlığınla seyahat ediyorsun. İşin hazin tarafı da bunu yapabilmek için kendini parçalarcasına gece gündüz çalışıyorsun. Yaşamın tam içinden yükselip, yaşamın olmadığı yere doğru ilerleyen gönüllü zavallılarmışız gibi hissediyorum bazen. (118)
Kaldı ki ne benim ne de Fırat’ın yakın akrabaları bile yoktu. Daha doğrusu, biz onlara yakın olacak kadar akrabaları değildik. Bunca işin içinde çocuk yapmayı ve büyütmeyi aklımızdan bile geçirmemiştik. Mutsuz değildik, bunu da mutlu olmak sanıyorduk. (123)
3 notes · View notes
asenaaaaaaaaa-blog · 7 years
Text
1)
ŞŞŞ! Hey siz, evet siz, SİZ! Size diyorum, Derin bir nefes alın, İşte başlıyoruz!  DÖRT MUM Dört mum yavaşça yanıyordu. Ortam çok yumuşaktı ve konuştukları duyuluyordu. Birinci mum şöyle dedi; BEN BARIŞIM! ''Artık kimse benim yanık kalmamı sağlamıyor, öyle sanıyorum ki söneceğim.'' alevi hızla azaldı ve bütünüyle söndü. Arkasında sadece bıraktığı kendine has yanık kokusu ve o beyaz dumanıyla yok olup gitti. İkincisi mum ise söyledi; BEN İNANCIM! ''Neredeyse herkes benim artık gerekli olmadığımı düşünüyor o nedenle daha fazla yanık kalmama hiç gerek yok..'' konuşmayı bitirdiği zaman, bir rüzgar hafifçe esti ve onun o zayıf alevini söndürdü. Üçüncü mum ise üzgünce sırası gelince konuştu: BEN SEVGİYİM! ''Yanık kalmak için artık gücüm kalmadı. İnsanlar beni bir kenara bıraktı ve önemimi anlamadı. Kendilerine en yakın olanları bile sevmeyi unuttular. Onlara değer verenleri umursamadılar..'' Ve hiç zaman yitirmeden söndü ve oda yok oldu. ANSIZIN !!! Bir çocuk odaya girer ve üç mumun yanmadığını görür. ''Neden yanmıyorsunuz sizin sonuna kadar yanmanız gerekir.'' bunu söyleyerek çocuk ağlamaya başlar. Ardından dördüncü mum dile gelir: ''Korkma ben hala yanıkken diğer mumları yeniden yakabiliriz." BEN UMUDUM!  Harika bir hikaye değil mi? Hayatınız da hep bir şeyler yapmak istediniz, hep başarılı ve mutlu bir gelecek hayal ettiniz. Hayel ederken her şey güzeldi tabi. Ama iş hayallerin peşinden gitmeye gelince ne yaptınız? -Çalışmadınız, tembellik ettiniz, engelleri atlatamak istemediniz, hep kolaya kaçtınız, sürekli bahanelere sığındınız, yaparımıyorum/edemiyorum dediniz. Bir şeyler yapmaya çalıştınız ama olmadı, başarılı olamadınız. Hep pes ettiniz, hep tembellik ettiniz. Başaramadığınız şeyin üzerine son gaz gitmediniz. Bunun yerine hep bahanelere sığındınız. "Ben matematik yapamıyorum yhaa .s" dediniz ama altında yatan sebebi hiç anlamadınız. Beynin hayal ile gerçeği ayırt edemediğini fark edemediniz. Beyninize hep olumsuz şeyler söylediniz sonucu ise hep olumsuz oldu. Siz "yapamıyorum" dedikçe beyniniz bunu neden yapamadığınız konusunda size yardım etmeye başladı. Hep sebep aradı. Ama eğer ki "ben bunu yapacağım" deseydiniz, bu sefer beyniniz size çözüm üretmek üzere çalışacaktı. Ayağınızın altında Bugatti var ama siz Façalı Toşafa binmeyi tercih ediyorsunuz. Kendi potansiyelinize ihanet edip, sürüye ayak uydurup, sıradan bir insan olarak hayatınıza devam ediyorsunuz. Hayatınız demişim, ne kadar da aptalım, pardon. :D Başkalarının hayallerini yaşadığınız için, başkalarını sürekli mutlu etmek istediğiniz için, onları kırmamak için her şeye "evet" dediğiniz için onların hayatını yaşıyorsunuz. Artık bunları yapmayacağınıza söz verir misiniz? Artık bu şekilde yapmayacağım diyebilir misiniz? Hayır veremezsiniz. Çünkü söz verseniz de sadece kendinizi kandıracaksınız. Bu böyle süremez, sürmemeli. Sizler, Allah'tan bir parçasınız. Mükemmel bir donanıma sahipsiniz. Mükemmel bir işçiliğiniz var. Sizin kendinize özel parmak iziniz, retinanız, dna'nız var. Sizin bir kişiliğiniz var, sizin yaradılıştan gelen bir potansiyeliniz var. Mükemmel ötesi bir beyne sahipsiniz. Günümüz bilgisayarlarına kıyasla beyninizdeki ram miktarı yaklaşık 580 Terabayt yani 580 bin GB, 580.000.000.000.000 bayt. Kendi telefonlarınızda kullandığınız ram miktarı ise max 3 GB. Yazık değil mi be? Bu potansiyele, bu muazzam donanıma yazık değil mi? Eğer bu beyni kullanırsanız her şeyi yapabilirsiniz. Telekinesis, pyrokinesis, manipülasyon, telkin, hipnoz, lucid rüya, astral seyehat... İstediğiniz üniversite, istediğiniz yaşam, istediğiniz kişiyi bile beyninizle elde edebilirsiniz- güzellik, çirkinlik fark etmeksizin. Dünyayı mahvedebilir ya da mükemmel bir yere dönüştürebilirsiniz. Bu kadar çok şey yapabilirken, içiniz mükemmel bir donanım barındırıyorken neden beyninizi daha fazla uyumak, tembellik yapmak ya da sanal âlemde boş boş takılmakla geçiriyorsunuz? Neden göt büyütüyorsunuz? Neden kızları/erkekleri kafaya takıp, sabah akşam üzülüyorsunuz? Bir yol düşünün. Hedefe ulaşmak için tek bir yolunuz var. Ama o yolda vahşi hayvanlar, bataklıklar ve haydutlar var. Siz ise o hedefe ulaşmak zorundasınız. Güçlü silahlar kullanırsanız o vahşi hayvanları öldürür, eğer bir kayığınız varsa bataklıktan geçer, eğer dövüşmeyi bilirseniz o haydutları yenersiniz. Sonuç Hedefe ulaşırsınız. Ama güçsüzseniz canavarlara yem olur ya da yara aldığınızda pes ederek başlangıç noktasınıza geri dönersiniz. Nasıl mı? Matematik veya herhangi bilmediniz, zorlandığınız bir derse başlarsınız. Okursunuz, dinlersiniz, not alırsınız bir türlü konuyu kavrayamazsınız. Bu birinci düşüştür. Testi çözer 20 soruda 10 tane yanlışınız çıkmıştır, konuyu tam olarak anlamamışsınızdır, buda ikinci düşüştür. Bu durumda siz ne yapardınız? Ben söyleyim çoğunuz pes ederdi. "Aga ben yapamıyorum yha .s" deyip,"başlarım bu konuya, başlarım bu derse, böyle ders mi olur, bu matematiği bulanın ta anasını avradını" deeerkken, kendinizi elinize telefonu almış veya bir bilgisayar başında boş vakit öldürmekte geçirirdiniz. Peki gelin, bu konu hakkında ufak bir hesap yapalım. Aranızda yabancı dizi hayranı olan vardır ya da Türklerin yaptığı saçma, aptal dizilere ele alalım. -The Walking Dead- dizisini ele alacak olursak: 7 Sezon, 88 bölüm. Her bölüm ortalama 45 dakika desek: 88.45 = 3.960 dakika. Saate çevirdiğimiz zaman = 66 SAAT. Siz max 1 saat konu anlatım dinleyip, 30 dk test çözüp yapamıyorum deyip bu dizileri izlemeye koştunuz. 66 saatte, o "yapamıyorum" dediğiniz matematiğin kralı olurdunuz. Türkçeden full çeker, sosyalden rakip tanımazdınız. Bu anlattıklarımın hepsi bu saat diliminde olurdu. Peki sen ne yaptın? Hep kaçtın. Hep iyi olmaktan kaçtın. Hep başkalarının başarısını izledin o kadar. Bunları anlatmamım sebebi, ben belki sizin inancınız belki de sevgi ve barışınız olabilirim hatta umut vericiniz. Size şöyle amacımdan kısaca bahsediyim: Birbirimizi motive edeceğimiz hikayeler, videolar , çalışmalar, sohbetler bulacağız. Hatta birbirimize güzel programlar hazırlaycağız. Hedeflerimize beraber ulaşacağız. Yıkılmak, gitmek yok, biz geleceğimizi değiştireceğiz. Aramızdan birileri karamsarlığa düştüğünde onu çekip çıkaracağız. Bunu biz yapacağız. Her ne kadar sayımız az olsada, değerimiz yüksek olacak. Ben de birçok kişi gibi o canavardan yara alıp kaçmış biriyim. Bu yolda beraber yürümek istediğim insanlar var. Belki sizlere de bişiler kazandırabilrim. Belki benim yol arkadaşım olup beraber yürüyeceğiz . Her düştüğümüzde birbirimizi kaldıracağız. Unutmayın çok kişi olursak o canavarları kolayca öldürür ve hedefimize ulaşırız. Bu kitapta neler bulacağız biliyor musunuz ? Hayatımızın değiştiğini, özgüvenli, çalışmaktan korkmayan, hedefine ulaşan birçok "çılgın" göreceğiz. Şimdi size bu yola başladığımızda nelerden vazgeçtiğimi anlatırdım da ama o da ilerde. Şimdi beni bir kenara bırakalım. Sizi konuşalım. Sizin hedefiniz ne? Lütfen bunu alıntılayıp yorumlara bırakın. Bırakın ki sizleri yazımın sonunda hayatınızın ne kadar değiştiğini karşılaştırıyım. Peki sizin gelecekten beklentiniz nedir ? Bunu gerçekleştireceğinize inanıyor musunuz? Güçlü müsünüz? Kendinizle yüzleşmeye hazır mısınız? Hadi cevaplayın... Eğer nefes alıyorsanız hala umut vardır, bunu da unutmayın. BENİMLE YÜRÜR MÜSÜNÜN?
2 notes · View notes