Tumgik
#ahlakdışı
felsefebilim · 3 years
Text
İmmoralizm ve Amoralizm Nedir?
Tumblr media
Ahlakı savunan tezlerin karşısında yer alan immoralizm, ahlaka ilkelere tümüyle karşı çıkar. İmmoralizm, ahlaki görev, ödev ve kuralların insanın insanlığını öldürdüğünü, onu köleleştirdiğini savunur. Ahlak ilkelerini kabul etmez.
İmmoralizm ile en çok karıştırlan kavram ise Amoralizm'dir. Amoralizm, immoralizm gibi ahlak ilkelerine karşı çıkmaz, onları hiçe sayar. Herhangi bir ahlaki iddianın doğru olup olamayacağını asla bilemeyeceğimizi söyler. Kısacası Amoralizm, ahlakın varoluşunu akla yatkın bulmaz ve hiçe sayar; İmmoralizm ise ahlak ilkelerin varlığına inanır ama gereksiz ve kabul edilemez olduğunu söyler, onlara karşı çıkar.
93 notes · View notes
ehli-kalem · 4 years
Text
İnsanların saçmalığına dayanamıyorum artık.Dizi karakterinin ölüm yıldönümümünü yad etmek nasıl bir şuursuzluktur? Üstelik son derece ahlakdışı şeylerin normal gösterildiği bir dizinin kötü bir karakteri bu.Yapay bi dünyayı gerçek sanıp ona kanınca gerçek dünyada yaşamayacaklarını zannediyor bazıları.Zaman geçiyor.
Dışarda yapay olmayan hakiki hayat var.
Çok ki biliyosun içine dön.
Dönme yalana,
sahteye,
yapaya.
8 notes · View notes
belkidebirharfimben · 3 years
Text
Bir Halil Sezai kolay yetişmiyor beyler!
Umarım hafızam yanıltmıyordur arkadaşım. Denzel Washington'ın ülkemizde 'Gazap Ateşi' ismiyle gösterilen 'Man on Fire' filminde şöyle bir sahne hatırlıyorum: Washington, koruduğu çocuğun kaçırılmasında payı bulunan kimi enselese, ondan şöyle birşey duyuyordu: "Dostum, kişisel birşey değildi, sadece işti." Kimi yakalasa söylediği buydu. En nihayet şu kem tekerrürden iyicene bezen adamımız da içlerinden birisine hikmetle patladı: "Hep aynı lanet cümleyi işitip duruyorum. 'Kişisel birşey değildi.' Bana bak serseri. Bir çocuğu öldürmüşsen bu kişiseldir."
Farketmişsindir sen de. 'Profesyonellik' tabiri şimdilerde iki kasıtla da kullanılabiliyor. Yani hem 'ahlakîlik' için hem de 'ahlakdışı' kalabilmek için. Evet. Şaşırma. Davranışlarını duygularının 'tahrip edici' yanlarından koruyabilenler de aynı başlığa sığınabiliyorlar, 'onarıcı-sağıcı' taraflarından kaçabilenler de. Sözgelimi: Muhatabının tüm manipülatif tavırlarına rağmen sâkin kalabilen de 'Profesyonelim!' diyebiliyor, kırk yıllık çalışma arkadaşını tek hatasında gözünü kırpmadan işten atabilen de. İki kesim de aynı 'robotik meşruiyet'in duvarlarında gölgeleniyorlar.
Hal böyle olunca amatörlüğün rağbet edilesi yanları da ortaya çıkıyor. Büsbütün profesyonelliğin hegemonyasını kıramasalar da daha başka bazıları şöyle ifadeler kullanabiliyorlar mesela: "İlk başladığımız günkü amatör ruhla ama aynı zamanda yılların kazandırdığı profesyonellikle hizmet vermeye devam ediyoruz..." Yanıltmasın. Burada teberri edilen şey yukarıda kötülediğimiz şey değil. Burada profesyonelliğin amatörlüğe nazaran sahip olduğu istiğnasına kem gözle bakılıyor. Duygusuzluğun müşterilerle ilişkilerde ilgisizliğe dönüşmeyeceğine tevbe çekiliyor. Yoksa bizim büyümesinden endişelendiğimiz ahlakdışı alanın pek örselendiği yok.
Aynı ikircikli neşv ü nema sanatçının sanatla olan ilgisinde de artmakta. Örneklerini sıklıkla yaşıyoruz. Halil Sezai'nin eylediği bunlardan yalnızca birisi. İslam'ın, ferdi, hayatın her alanında sorumluğu tuttuğu 'istikamet' ne ulemasını ne vüzerasını ne de sanatçısını dışında bırakırdı halbuki. Hiçbirisine iltimas geçmezdi. Misal: Bilgin bilginin ahlakını taşıdıkça bilgeydi. Güzel güzelliğini iffetle sarıyorsa güzeldi. Ağa ağalık yaptıkça ağalığına inanılırdı. Yani kemal ahlakıyla tartılırdı. Mihengi oydu. Bir meziyetin ahlakta yansıması yoksa varlığına inanılmazdı. Adamlık ayrı bir pahaydı. Güzel ahlakla alınırdı. Başka şekilde gelen müşteriyi tanımazdı.
Fakat Batılılaşmayla birlikte bizde de 'iyi' ve 'güzel' birbirinden ayrılmaya başladı. Şimdilerde iffet bakımından ne kadar pejmürde olursa olsun bir kadın sûretinden prestij kazanabiliyor. Veya bireysel hayatında ne kadar falso yaparsa yapsın ticarî başarısı işadamının itibarını kanıtlayabiliyor. Gözlemi başka alanlara da taşıyabiliriz. Ressam, yazar, komedyen veya diğer birşey. Onun sahne gösterisini ahlakından ayrı görmeye başladık artık. Ölçülerimizi salladık. Boşverdik. Bedelini de giderek daha sığ insanların 'sanatçı' unvanını yakasına takmasıyla ödüyoruz.
Tecrübeler gösteriyor ki: Sanatı ahlaktan ayırmak hem sanatı hem ahlakı öldürüyor. Çünkü gündelik yaşamında ahlakın gereklerini yüklenmeyi öteleyen sanatçı, gün geliyor, sanatına karşı da aynı ahlakî yükümlülüğü hissetmez oluyor. Yani ahlakını sanatlaştıramayanlar en nihayet ahlaksızlığı sanatlaştırıyorlar.
Bunlar aklıma nereden geldi? Oraya geleyim arkadaşım: Geçenlerde Maide sûresini okurken 63. ayetin hikmetine takıldım. Arapçam maalesef yok. Biraz tefsirlere biraz da meallere baktım. Nesil Yayınları'nın mealinde şöyle ifade edişe rastgeldim: "İleri gelenlerinin ve âlimlerinin onları günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırmaları gerekmez miydi? Onların sanat haline getirdikleri ne kötü birşeydir!" Kur'an'da âlimlere en sert hitabın bu ayette geçtiğini söylüyor kimi müfessirler. Evet. Fakat burada şuna da dikkatinizi çekmeliyim: Çoğu mealde ayetin ahirindeki mana "Onların yapıp durdukları ne kötüdür!" gibi şekillerde aktarılmaya çalışılıyor. Meal Kur'an değildir. En açık delili de bu tarz farklılıklardır. Her neyse.
Sadede gelirsem: 'Yesneun' kelimesinin 'sanat' ile bağı nedeniyle, 'sanat haline getirdikleri' manası büsbütün reddedilecek birşey değilse, ki o mealin heyetindekiler sorun görmemişler, ondan kalbime damlayanı arzetmek isterim. Hani, deyimdir, halk arasında kullanılır: "(...) yapmak sanatı olmuş..." Sözgelimi: Sözünde durmamak sanatı olmuş. Yalan söylemek sanatı olmuş. Vaktinde gelmemek sanatı olmuş. Sivas'ta bu gibi tabirler bahsi geçen kişinin kem özelliklerinden artık gocunmadığı, yüzüne söylense dahi alınmadığı, hatta aldırmadığı manasına sarfedilir. Yani o insan bu özelliğinden dönmez. Değiştirilmez. Kendisiyle bütünleşmiştir bu hamlık artık.
Ben bu tabirde şöyle bir incelik daha görürüm ki, zikrettiğim 'profesyonellik' eleştirisiyle de ilgilidir, şöyledir: Kişioğlu birşeyi sanatı haline getirdiğinde o kemlikle duygusal bağını da kesmiş olur. Duygusal bağını kesmek ne demek? Ahlakî sorumluluğu artık hissetmemek demek. Yani eylediğini ahlakdışı bir alana taşımak demek. En azından kendince öyle sanmak demek. Çünkü ahlakın duygusallıkla yakın bir bağı vardır. Evet. Bir insan yaptığı-ettiğiyle hissiyatça bir etkileşim içinde değilse modern dünyada bu 'profesyonelleşmek' olarak algılanıyor. Garibanın birisi borcunu ödeyemese mesela, vazifeli memurun da erteleme imkanı olsa, fakat bankasının kârı adına yapmasa, bu 'profesyonellik' oluyor. Duygunun zayıflatıcılığı(!) dışarı ediliyor.
Yani âdemoğlu-kızı mesleğini âdemiyet alanından uzaklaştırıyor. Robotlaşıyor. Betonlaşıyor. Kurumlaşıyor. Bu tarz bir sorumluluğu umursamıyor bile artık. İşte, Allahu'l-a'lem, sanki yukarıdaki ayetin içeriğinde de böyle bir mana katmanı bize gözkırpıyor arkadaşım. Nasıl? Açalım: Adam âlim. İlmine denecek birşey yok. Ancak o ilmin kendisine yüklediği duygusal gerilimden yoksun. Sorumluluk hissi kalmamış. Bu yüzden ilim sahipliği onda ancak bir sanat olarak kalmış. Bir meslek olmuş. İşini yapıyor. Evine dönüyor. Halbuki, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, İslamca o ilmin 'amatörlüğünü' arttırması lazımdı. Ruhî gerilimini çoğaltması lazımdı. İnsanları doğruya çağırmak için daha fazla sorumluluk hissetmesi gerekirdi. Ancak öyle olmadı. İlmiyle ahlakının bağını kopardı. Meziyeti sanatı oldu. Tasannulaştı.
En doğrusunu Allah bilir. Ben kalbime gelen birşeyi paylaşmaya gayret ettim. Kusuruma karşı güvencem yine Rahman u Rahîm'in rahmetidir arkadaşım. Gazabını aşan şefkatidir. Cenab-ı Hak'tan hepimiz adına dileğim: Bize taşıyacağımız ilmi versin. Verdiği ilmi taşıtsın. Yine Kur'anî tabiriyle 'kitap yüklü merkep' yapmasın. İlmimizi imtihanımız kılmasın. Sanattan önce ahlakımız olsun. Âmin. Âmin. Âmin.
2 notes · View notes
fiftycolorsoforange · 4 years
Text
Tumblr media
Yazarlar, kitaplarıyla açar kendilerini okuruna. Bir yazarın tüm kitaplarını okuduysanız, o yazar artık aileden biri, bir yakınınız gibidir.
Gülseren hocanın, okuru olarak, Ankaradaki kırmızı dekorlu, mona lisa tablolu, içinde her zaman bir vazo taze çiçek bulunan odasının bir müdavimi gibi hissediyorum kendimi. Yardımcısı anaç, enerjik Tuna' yı tanıyor gibiyim. Her ikisini de yolda görsem boyunlarına sarılacak gibiyim. Bu samimiyeti, sıcaklığı okuruna veren, hissettiren tabii ki Gülseren hoca.
Eğer gündelik insani konu ve olaylardan usandıysanız, kurgu edebiyat sevenlerdenseniz, Gülseren hocanın tamamen gerçek yaşam öykülerini kaleme aldığı kitaplarını öneremem. Ancak bu kitapları okumanın asla zaman kaybı olmadığı gibi sağlayacağınız kazanımlar da cabası olacaktır.
Bu kitabında da, diğer kitaplarında olduğu gibi ana konu ve karakterlerin dışında bir de araya sıkıştırdığı kendisine gelen başka danışanların küçük öyküleriyle geçişler sağlıyor. Olay örgüsünü bu şekilde oluşturuyor. Tv dizisine yansıyan Camdaki Kız'da geçen bir yan öykü aslında. Üslubu kendine has, rastgele herhangi bir pasajı okuttuğunuzda ona ait olup olmadığını söyleyebilir okuyan.
Camdaki Kız'da aşk, ayrılık,aldatılma psikolojisini işliyor Gülseren hoca. Hayatın içinden, bilindik öyküler. Niçin benzer öykülerin tekrar tekrar yaşandığının yanıtıysa hocamızda. Kendi vicdanının insana yaşattığı cezalar; çocukluğundan beri kendini tekrarlayan kader motifinin de bir sonucu.
Kitaplarında, Gülseren hocanın, başkalarının bunca acı ve felaketlerinden bahsederken satır aralarında kendi mutlu çocukluğu, zarif anne babası; uyumlu, paylaşımcı kardeşleri; yakışıklı akıllı,ona çok aşık eşi ve yine güzel, akıllı başarılı çocuklarından bahsetmesi birçok kişi gibi beni de biraz yadırgatmıştı. Sonradan onu çok iyi anladım ve hakkını teslim ettim. Mesleği gereği, o kadar çok, ahlak ve akıldışı ilişki, kişi ve olayla karşılaşmış ki güzel yaşantıları takdir etme gereği duyuyor. Dile kolay bunca kötü yaşam (ensest, ahlakdışı çapraşık ilişkiler, ve sözde bunun adına ölme öldürme) sadece bizim coğrafyamızda değil tüm dünya toplumlarında sanılandan daha yaygın.
Bol keyifli okumalar..
2 notes · View notes
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
MEZUNİYET BALOLARI GENÇLERİ ZEHİRLİYOR
Haçlı Batı’dan ülkemize ithal edilfiği Mezuniyet Balosu adlı törenler birçok şehirde düzenlenmeye başladı. Üniversitelerde başlayan ardından ortaöğretime kadar sıçrayan kızlı-erkekli mezuniyet törenlerinde genellikle alkol su gibi akıyor, gençler açık kıyafet yarışına giriyor, ahlakdışı olaylar meydana geliyor
Bazen villada, bazen bir yatta, bazen 5 yıldız otelin havuz başında kimi zaman ise lüks gece kulüplerinde düzenlenen mezuniyet törenlerinde gençler adeta açık kıyafet yarışına giriyor, alkol su gibi akıyor, ahlak dışı olaylar meydana geliyor.
İlk olarak üniversitelerden başlatılan bu ifsad hareketi, günümüzde liselere, ortaokullara hatta ilkokullara kadar sıçramış durumda.
Öğrencilerin eğitim yorgunluğunu Haçlı Batı’nın gelenekleriyle atması, tehlikeli bir girdabın içerisine düşmesi anlamına gelen kızlı-erkekli ‘Mezuniyet Balosu’ adlı etkinliklerin yol açtığı sıkıntıları ve beraberinde getirdiği tehlikeleri; ne zaman fark edicez.
Bu törenler içerik olarak Müslüman topluma yakışan etkinlikler degildir... “Masum bir mezuniyet programı’ şeklinde sunularak gerçekleştirilen, ahlak ve edebimize uymayan bir sürü olumsuzluğun yaşandığı uygulama haline dönüyor mezuniyet törenleri.
Bunlar, başlangıcı itibariyle Batı kültürünü, Batı bakış açısını ya da Batı’nın hayat tarzını tasvip eden bir yapının ürünüdür.
Kendisini aşağıda görüp Batı’yı yukarıda gören taklitçi bakış açısının getirdiği bir hastalıktır bu.
Kız-erkek öğrencilerin karışık yer aldığı, alkol tüketildiği, oldukça açık kıyafetlerin giyildiği ve diğer uygunsuz eylemlerin hiçbiri bizim tasvip edeceğimiz şeyler değil.
Gelecek tasavvurumuza asla uygun olmayan bu uygulama ülkemizin değerleriyle bağdaşmamaktadır”.
Lutfen dikkat edelim bahar yine susmuyorsun diyenleriniz olabilir... ama bunlar acı gerçekler.. Nerde bizim değerlerimiz.. sınavlar için dua ve Fetihler dağıtan anne ve babalar nerdesiniz.. Ahiretini kaybetmek pahasına değermi bunlar.
O En Güzele Emanetsiniz
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
9 notes · View notes
Quote
Hayatta sevdiğim her şey; ya ahlakdışı, ya yasadışı, ya da şişmanlatıyor.
107 notes · View notes
iyicumleler · 6 years
Photo
Tumblr media
"Hayatta sevdiğim her şey ya ahlakdışı ya yasadışı ya da şişmanlatıyor." — Woody Allen mobil chat
27 notes · View notes
dseunatura · 6 years
Quote
…çünkü bir insanın ahlak durumu bir barış ve huzur halidir, oysaki onun ahlakdışı hali, onu kaçınılmaz isyana yaklaştıran sürekli bir hareket halidir.
Sade
2 notes · View notes
haberlernews · 4 years
Photo
Tumblr media
Kuzey Kore ‘ahlakdışı cinsel sapkınlığa’ savaş açtı Kuzey Kore'deki yetkililerin 'cinsel ahlaksızlığın' ülkedeki gençler arasında arttığı belirterek, bu kişilerin eylemlerinden ötürü öğretmenlerinin ve ailelerinin de cezalandırılabileceği uyarısında bulunduğu kaydedildi.
0 notes
radyobalfm · 4 years
Text
Nevşin Mengü’nün avukatından taciz mesajlarına suç duyurusu
Nevşin Mengü’nün avukatından taciz mesajlarına suç duyurusu
Tumblr media
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan dilekçede 01 Mayıs 2020 tarihinde Nevşin Mengü’nün Twitter üzerinden iki hesap tarafından ahlakdışı, saldırgan ve şiddet içerikli ifadelerle tehdit edildiğine dikkat çekildi. 
Mengü’nün 14 Mayıs 2020 tarihinde söz konusu paylaşımı fark ederek tepki göstermesi üzerine ve mesajların kamuoyunda tepki toplaması nedeniyle suç unsuru teşkil eden Twitter…
View On WordPress
0 notes
queenofownice · 6 years
Text
Gerçek Cadılık Nedir ?
Cadı, içinden gelen bir güçle doğrudan doğruya hareket ederken, büyücü kural olarak sipariş üzerine iş görür ve kendiliğinden gizli güçlerini harekete geçirmesi ancak kendi doğrudan amaçları için olabilir. Ne olursa olsun büyünün bilinebilen, görülebilen amaçları vardır. Cadılığın ise böyle diğer insanlara da makul gelebilecek bir amacı olmaz. O sadece dürtüsel olarak kötülük yapmak isteğindedir ve amacı sadece kötülük isteğini doyurmaktır. Büyücü müşterisini kendi büyüsünün olası zararlarından korur, onu gerektiği şekilde uyarır, yani bir çeşit meslek etiği uygular. Ama buna karşılık cadı, belli bir süre işbirliği yaptığı kişiye de kötülük eder. Ancak gene de Ortaçağ Avrupasında olduğu gibi kimi kültürlerde Ak-cadılık da sözkonusu olabilir. Bunlar da temelinde kötü olan ve günah sayılan bir işlemi, bir kişinin belli bir andaki çıkarı için kullanmayı kabul edenlerdir. Örneğin kilise için günah ve yasak olan çocuk düşürme işlemini cadı, gayrımeşru gebe kalan genç kadınları kurtarmak için de uygulayabilir. Fakat bunda asıl kazancı, büyüleri ve cadılık işlemleri için gereksindiği cenin cesedini elde etmektir. Zehirlerini, isteyen bir müşterisinin hedefi doğrultusunda da kullanabilir. Onun bir düşmanını zehirleyebilir, fakat asıl kazancı öldürme zevkinin doyumudur. Cadılık da tarih kadar eskidir ve eğer mağara resimlerinin belli bir bakış açısından yorumuna bakılırsa tarih öncesinde bile olmuştur. Ancak cadı fenomeni, büyünün aksine bütün kültürlerde bulunmaz. Örneğin Kalahari Çölünde yaşayan Bushmanlar ve Andaman Adaları yerlilerinde cadı inancı hiç yoktur. Java yerlileri büyüye inanırlar fakat teknik olarak cadılığı kabul etmezler. Araplar ve Müslüman toplumların çoğunda kemgöz inancı olmasına rağmen, hatta hortlak inançları bulunmasına rağmen klasik bağlamda cadı inancı yoktur. Türk toplumunda ise Büyü sözcüğü eski Türkçe’de bir çeşit gelecekten ve tanrıların isteklerinden haberler veren şaman türü olan Bökü, Bögü sözcüğünden geldiği halde cadı sözcüğü Farsça Câdû kelimesinden doğrudan doğruya alınmıştır. O halde kültür olarak cadıyı yaratmamış, komşu kültürlerden almıştır. Ama gene de bugünkü Türk halkı için cadı sözcüğünün belli bir anlamı vardır. Dolayısıyla kültürümüze yerleşmiş bir kavram sayılmalıdır. Cadı tipi uygarlık bakımından fazla gelişmemiş ve teknolojik olarak geri konumdaki küçük toplumlarda oldukça önemli bir işlev görür. Böyle topluluklarda ilişkiler kişiden kişiye ve doğrudandır. Kurulan ilişkiler uzun sürelidir ve kolay kolay bozulmaz. Böyle durumlarda bir cadı, bir kem göz inancı ilişkiler içindeki olumsuzlukları, beklenmedik çatışma ve sürtüşmeleri açıklamak için bir çaredir. Örneğin birdenbire kocasını bırakarak başka bir erkeğe kaçan ya da başkasıyla ilişki kuran bir kadına büyü yapıldığının kabulü ailenin iç yapısının saydamlaşmasını engeller. Bu büyüyü bir cadının yapmış olması ise olayı “Faili Meçhul” hale getirir. Böylece küçük kabile ya da köyde kimse suçlanmamış olur. Cadı, inançların çoğunda kadındır. Ama genel olarak bakıldığında bu cins ayrımının pek tutulmadığı, erkeklerin de oldukça sık olarak cadılıkla suçlandığı görülmektedir. Avrupa kültüründe cadı yaşlı, zayıf bir kadındır. Fakat oldukça genç ve etli butlu kadınların da cadı olarak yakıldığı biliniyor. Birçok siyah Afrika kültüründe ise cadı, yediği insan eti nedeniyle şişman birisi olarak düşünülür. Cadılık, büyüler ve lanetlenmeyi kapsayan inanç sistemlerinin belki en önemli özelliği, bunların kapsadığı unsurlar arasında kurulan süreklilik ve dengedir. Sir Edward Evan Evan-Pritchard’ın 1937’de yayınlanan yapıtı “Azande Arasında Cadılık, Kehanet ve Büyü”de verdiği ana mesaj şudur; Zande halkı başlarına gelen herşeyi büyü ve cadılıkla açıklamaktadırlar. Bu inanç onlara herşeyi açıklayan bir sistem sağlamaktadır. Böyle bir nedensellik sistemi onları güvensizlik ve şaşkınlıklardan korumakta, toplumdaki gerilimleri yönlendirmek olanağı sağlamaktadır. Örneğin birisi hastalandığında bu mutlaka büyü sonucudur ve bu büyü daha güçlü büyülerle ortadan kaldırılmalıdır. Bu daha güçlü büyü işe yararsa hasta iyileşir. (Aslında hastalıkların büyük çoğunluğu zaten kısa zamanda iyileşir ya da akut tablodan çıkarlar). Eğer beklenen iyileşme olmazsa o zaman bu, karşı büyünün yetersizliği, uygunsuzluğu ya da araya düşmanca büyüler girmiş olmasındandır. Polonya asıllı bir İngiliz antropoloğu olan Michael Polanyi, cadılık gücüyle ilgili Zande halkının inançlarını bu dolambaçlı düşünceyle karakterize olarak tanımlamakta ve buna “episiklik özen” adını vermektedir. Önceden bilinebilen başarısızlığın ikincil açıklanması demek olan bu özellikten başka ona göre bu inançlarda “bastırılmış nüveleme” adını verdiği, cadılık gücüne karşı itirazların teker teker geçersiz kılınarak ileride büyü ve cadı gücüne karşı yeniden bir tehlike oluşturmalarının engellenişi de ikincil bir özellikti. Böylece dolambaçlılık, episiklik özen ve bastırılmış nüveleme Polanyi’ye göre modern bilimsel kuramların da özelliğidir. Bir başka çağdaş düşünür olan Thomas Khun da bilimsel paradigmaların, yani egemen kuram sistemlerinin, kendilerini tahrip edebilecek istisnalardan daha dayanıklı olduklarını ve ancak yeni bilim kuşaklarının sahneye çıkmalarıyla terkedildiklerini belirtmektedir. Cadılığın açıklanmasına yönelik kuramsal yaklaşımlar da büyü ile birlikte anlatılanlar gibi ve çok çeşitlidir. Eski Ortadoğu’da büyü inançları, daha önce anlatıldığı gibi çok canlı olarak yaygındı. Beyaz büyü sayılabilecek olan bir çok olay eski Mezopotamya, Mısır ve Kenaniler’de tanrılara, kahramanlara ve sıradan insanlara bağlı olarak tanımlanmaktaydı. Özellikle Mezopotamya’da karabüyü korkusu da çok yaygındı ve bu konu yasalara da girmişti. Bu arada ölülerin diriltilmesi ya da dirilebileceği inancıyla birlikte ölümle yargılanan bu cadıların dirilerek intikam alabileceği, çeşitli nedenlerle hortlayan ölülerin yaşamlarında karşılaştıkları haksızlıklar ve düşmanlıklardan öç almak için etkin olabilecekleri inancı da Mezopotamya’daki kötü ruh kavramının önemli bir parçasıydı. Böylece kötü ruhlar, kötü ruhların ele geçirdiği insanlar, ölümle yargılanmış karabüyücüler kavramları biraraya getirildiğinde “Cadı” kavramının bütün tarihsel ögeleri de biraraya gelmiş oldu. Aynı bölgede gelişmeye başlamış tektanrılı inanç, yani Musevilik de, İbrani halkının da zengin bir tektanrı öncesi inanç sistemi ve tıpkı öbür Mezopotamya inançları gibi kötü tanrılar ve kötülük yapan ruhlar kavramı olduğu için, bu inançları yadsımamış, onlarla mücadeleyi iş edinmiştir. Böylece tek tanrılı dinler de kötü ruhların ve doğaüstü güçlerin varlığını yadsımamakta, tersine bunları var kabul ederek onlarla savaşa girmektedir. Bu tutum cadıların kötücül gücünün tasdik edilmesi ve ispatı anlamını da içermektedir. Kutsal kitapta Samuel’in 1. kitabında 28. bapta anlatılan En-Dor’lu cinci kadın tipik bir cadıdır ve Kral Şaul’un isteği üzerine Samuel’i diriltmektedir. Hezekiel kitabında da Pagan tanrılara bağlı olan ve her türlü mekruh işi yapan ruhlara egemen olan kadınlardan sözediliyor. Bu da açıkça cadılık ve büyücülük demektir. Bunlar tanrının istek ve emirlerine açıkça karşı koymaktadırlar. Kitab-ı Mukaddes’te daha bir çok yerde büyücülerden sözedilmektedir. Onlara Yahvenin gazabıyla ölüm bildirilmektedir. Yeni akitte de bu tür eylemler ahlakdışı ve tanrıya karşı olarak belirtiliyor. Buna karşılık eski Yunan ve Roma’da yalnızca kara büyü cezalandırılmakta ve iyicil olan ise tersine faydalı bulunmaktaydı. Mezopotamya tanrıları gibi Yunan ve Roma tanrıları da insanlarla aynı duyguları taşıyabilir, kıskanabilir, öfkelenebilir ve kin güdebilirdi. Diana, Selene, Hecate gibi tanrıçalar tıpkı yeryüzü büyücüleri gibi belirli törenler ve tekerlemelerle kara büyü uygulamaktaydılar. Roma İmparatorluğu sınırları içinde ve çevresinde yerleşik olan Germen halkları arasında cadı kavramı aynen daha sonraki dönemlerde olduğu biçim ve özüyle çok yaygındı. Kara büyü gücü, sosyal sınıflara bakmaksızın birçok ailenin bireylerinde kalıtsal olarak bulunmaktaydı. Bu yaygın inanışın ardında aynı bölgelere yayılmış olan bir önceki kültür olan Kelt Druidleri’nin efsanelerinin bulunması büyük bir olasılıktır. Yaklaşık olarak Germenlerin cadı kavramı kapsamındaki etkinlik ve eylemleriyle Kelt Druidlerinin etkinlikleri çakışmaktadır. Özellikleri de aynı gibidir. Özellikle kadınların cadı olarak itham edilmesi Germenlerde sözkonusuydu. Onların çizmiş olduğu cadı tipi daha sonra Avrupa’da yaygın olan tiptir. Germenlere doğuda komşu olan Slav halklarında da aşağı yukarı aynı nitelikte cadı inancı yayılmıştı. Hıristiyanlaştırılmaya başlanan İspanya ve Galya’da gerek sivil yasalar gerekse kilise yasaları erkenden cadılık ve büyücülüğü cezalandırmaya başladı. Frank kralları ve bu arada özellikle Şarlman bu tür uygulamalara karşı ölüm cezası başta olmak üzere ağır cezalar uyguladılar. Özellikle hızla Hıristiyanlaştırma işleminin yürütülüşü sonucunda yeni gelişen feodalite eski mülk sahiplerini sık sık büyücülükle ve cadılıkla itham ederek devlet kuvvetleriyle ortadan kaldırabiliyordu. Şarlman, imparatorluğu içinde çok sıkı bir haberalma örgütü kurmuştu. Her taraftan gelen ihbarlar kolaylıkla değerlendiriliyor ve böylece yeni düzenin, imparatora ve onu himaye eden kiliseye sadık kimse ve ailelerin kadrolaşmasına çalışılıyordu. Putperestlik, cadılık ve büyücülük bu kadrolaşmanın en kolay bahanesiydi. Kilise bu konuda cadılık ve büyücülüğü, bazen eski putperest inançların yürütülmesi olarak, fakat çoğu zaman da şeytanla gerçek işbirliği olarak mahkum ediyordu. Ama genellikle kilisenin tutumu, mensuplarını cadılık ve büyücülük gibi halk inançlarına karşı uyarmak ve korumaya çalışmak şeklindeydi. Bu tür uygulamalara karşı kuşkuculuk St. Boniface ve St. Agobard gibi kilise önderlerinin etkileriyle kilise hukukuna egemendi ve bu yüzden kilisenin tutumusivil devletinkine oranla çok daha yumuşak sayılabilirdi. Thomas, Aquinas ve Augustine gibileri ise şeytanla daha acımasız bir savaşı öngörüyorlardı. XII. yüzyıl sonrasında kilisenin tutumunda büyük değişim oldu. XII. yüzyılda Arap kültürüyle temasın, alşemi ve astroloji üzerinde çalışmaların başlaması artık daha okur yazar kesimlerde ve kentsel bölgelerde de büyü benzeri uğraşlarla “doğanın büyüsü” gibi kavramlarla uğraşılmasına yolaçtı. 1484 yılında iki Dominiken keşişi, Heinrich Kraemer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocent’ten Almanya topraklarında cadılıkla savaşmak için bir izin aldılar. İki yıl sonra bu ikisi “Malleus mateficarum” (Cadı Çekici) adıyla bir kitap yazdılar. Bu kitap Hıristiyanlık içinde demonolojinin, yani cin ve şeytan bilgisinin klasik ansiklopedisi oldu. Bu kitap halk inançlarıyla cin ve şeytanların ortaya çıkarılması yöntemlerinin ayrıntılı bir kılavuz kitabıydı. Bu kitabın otoritesi üç yüzyıl boyunca tüm Avrupa’da sürdü. Malleus Maleficarum’da anlatılan demonoloji, cadıların gücünü onların şeytanla ilişkilerine, özellikle de cinsel ilişkilerine bağlayan sistematik bir kurum oluşturuyordu. Şeytan cadılarla, eğer kadınsalar erkek görünüşüyle (Incubus), erkekseler kadın vücudu içinde (Succubus) ilişki kurmaktaydı. Kitap bu cinsel ilişkinin çeşitli ayrıntılarını anlatıyor ve şeytan ve cinlerin kontrolü altına girmiş olan kişiden bu bilgilerin alınması için yol ve yöntemleri öneriyordu. Bunlar ağır işkence yöntemlerinden önce şeytanın önce tatlı dille, daha sonra tahkir ve korkutmayla kendini göstermesini sağlama yöntemleriydi. Avrupa görüşünde cadılar şeytanın, özellikle en büyük şeytanın yeryüzündeki akraba ve temsilcileri oluyorlardı. Cadılar Avrupa kilise anlayışına göre vücutlarına çeşitli merhemler sürerek ve bazı şuruplar içerek havada uçabilir hale geliyorlardı. İstedikleri yöne uçmalarını sağlayan araçlar kullandıkları da olurdu. En bilineni süpürge sopasıdır. Cadılar buna ata biner gibi binerek havada hızla yol almaktaydılar. Bu uçuş genellikle “Cadı Sabbatı” denilen toplantıya gitmek için olurdu. Sabbat sözcüğü herhalde Yahudilerin haftanın yedinci gününe verdikleri addan alınmıştır. Ancak bu haftanın her günü olabilir. Sabbatı, cadılar hemen yakınlarda, ormanlık ya da tepelik bir yerde yapabilecekleri gibi, büyük toplantılar için bütün Avrupa’da tercih ettikleri belli yerler de vardı. Süpürge sopasının dışında teke, koç ya da köpek de taşıt aracı olarak kullanılıyordu. Cadıların özellikle sevdikleri yerler Almanya’da Hartz dağları üzerinde Brocken, İsveç’te Blocula, Rusya’da Kiev yakınlarındaki Çıplak Dağ, Fransa’da Auvergne’de Département du Puy-de Dôme idi. Özellikle toplandıkları tarihler de vardı. Bunlar 30 Nisan, 31 Ekim, 2 Şubat, 23 Haziran, 1 Ağustos ve 21 Aralık günlerinin geceleriydi. Gerek bu toplantı yerleri olarak bildirilen yerlere, gerekse ve özellikle tarihlere bakıldığında Avrupa cadı inançları üzerinde Kelt geleneklerinin, daha doğrusu o geleneklere karşı Hıristiyan misyonerlerinin ve ilk Hıristiyan cemaatlerin tepkilerinin ne denli önemli olduğu daha kolay anlaşılıyor. Adı geçen yerler Kelt döneminde Druidlerin ünlü toplantı yerleriydi ve verilen tarihler de Kelt inanışlarında kutsal olan bayram günleriydi. Teker teker söylemek gerekirse 30 Nisan günü Mayıs günü olan 1 Mayıs’ın arefesidir; 31 Ekim ise İngilizcesi All Hallows Eve (Tüm Mübarekler Yortusu) denilen günlerdir. O gecelerde Kelt Druidleri özgün toplantı festivallerini yapmaktaydılar. Bunlardan 1 Mayıs bilindiği gibi bugün de Chicago grevinin yıl dönümü olarak kutlanmasının dışında aynı zamanda Bahar Bayramı olarak kutlanmaktadır. 31 Ekim de, İngilizce adının zaman içinde kısalmış biçimi olan Haloween olarak İngiltere ve Amerika’da halen de kutlanmaktadır. Belirtilen diğer günlerden 2 Şubat Kış, 23 Haziran İlkbahar, 1 Ağustos Yaz, 21 Aralık da Sonbahar bayramı olarak Keltlerin kutsal günleridir. O halde ya Kelt inançlarını temizlemeye çalışan Hıristiyan misyonerleri o günlerde çevrelerinde yapılan putperest toplantıları için bu korkuyu yaymışlardır ya da yayılan Hıristiyanlığa karşı bilinen lanetlerini yağdıran Druidler o günleri özellikle lanetleyerek çevrelerine korku yaymaya çalışmışlardır. Cadıların uçabilmek için kullandıkları merhemlere ilişkin olarak Malleus Maleficarum’un yazılışını izleyen üç yüzyıl boyunca sürüp giden ve yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan cadı davalarında mahkeme kayıtlarına geçen birçok formül vardır. Bunlar incelendiğinde hemen hepsinin merkez sinir sistemine etki eden güçlü psikotrop maddeler içeren bitki özleri ya da tohumlarının, gene çok uyarıcı olan ve bu arada afrodizyak olarak da kullanılan bitki özü ve tohumlarıyla karışımlarının bir takım yağlarla karışımı yoluyla elde edildiği görülür. XIV. yüzyıl mahkeme tutanaklarından korunabilen bir tanesinde şöyle bir karışım sözkonusudur; 2 gr. Güzelavratotu, 3 gr. ayçiçeği çekirdeği, 5 gr sarmısak ve 5 gr. Banotu, 6 gr. Callamus, 6 gr. Cannabis yani esrar, 10 gr. buğday, 25 gr. kenevir yaprağı, 25 gr. Afyon, darağacında asılmış bir adamın iç yağıyla iyice karıştırılır ve bütün vücut bu merhemle ovulur. İnsan yağı kullanılmasının esrarengiz etkisi hariç, içyağı kullanımı bu maddelerde bulunan etkin alkaloidlerin deri yoluyla vücuda girmesini sağlayan bir yöntem oluşturur. Bu kadar maddenin birbiriyle karışarak oluşturduğu etki, bugünkü farmakolojik bilgiyle, kişinin çeşitli hezeyanlar ve halusinasyonlar yaşamasını gerçekten sağlar. Cadı davaları, adı geçen kitap tanıklığıyla ve Papa VIII. Innocent’in buyruğuyla başlamıştır. Temeli İncil’deki “Efsuncu kadını yaşatmayacaksın” buyruğuna dayalıdır. Tipik bir davada bir başkan yönetimindeki yargıçlar kurulu karşısında Cadı yakalayıcı inquisition memuru, rahip-savcı olarak rol alır. Suçlanan kişi uzun süren işkencelerle yeterince konuşturulmuştur. Onun ifadesinin yargıçlar kurulunu gerçekte tatmin edecek açıklıkta olması zorunludur. Bunun için her denileni kabul edecek, hatta kendiliğinden saçmalayacak kadar “yumuşatılmış” olması zorunludur. En küçük falsoya yer bırakılmaz. Artık kişi bir an önce ölmeyi diler haldedir. Mahkeme önünde iki de avukat-rahip bulunur. Bunlardan birisi Advocato Diaboli (Şeytanın Avukatı), diğeri Advocato Dei (Tanrı’nın Avukatı) dır. Dava sonucunda cadı odun yığınları üzerinde yakılır. Cadıların kalbine kazık çakarak öldürmek, Nürnberg’in demir kızı adıyla ünlenmiş insan şeklinde demirden yapılmış ve iç tarafında sivri çiviler bulunan bir heykel içine kapatarak öldürmek, gözleri, ağzı ve alnı üzerinde demir çiviler bulunan bir maskeyi yüzüne kapatarak suertiyle öldürmek de kullanılan yöntemler arasındaydı. Bu davalarda hemen hemen 1000 yıllık bir dönemde yaklaşık 55 milyon insan yokedilmiştir. Bu sayı 2. Büyük Savaş’ın ölü sayısına eşittir. A.D.J. Macfarlane adında çağdaş bir İngiliz tarihçi İngiltere’nin Tudor ve Stuart dönemlerini incelemiş, 1560’ı izleyen 120 yıl içinde Essex’te görülmüş 1200 davayı gözden geçirmiş ve bu cadı çılgınlığıyla ülkenin ve kıtanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik değişim arasındaki ilintiyi açıkça ortaya koymuştur. Davalar hep aynı modele göre işlemekte, davalar sonucunda bölgede servet hep aynı biçimde el değiştirerek yeni sosyal sınıflar oluşmaktadır. Hemen not etmek gerekir ki cadı davaları yalnızca Katolik Kilise’ye özgü olmakla kalmamış, Protestan kilisesi de aynı tempoyla cadı davaları işletmiştir. Kiliseler zaman zaman bu davaların çok güçlü muhalifleri ve eleştirmenleri olmuşsa da davalar, Hıristiyan Ortaçağ yaşam görüşü tümüyle değişinceye, toplum yapısı değişinceye ve bilimlerle yeni gelişen endüstriyle bu inançlar temellerini tümden yitirinceye kadar sürmüştür. Protestan toplumununcadı çılgınlığına en iyi örnek iyi bilinen ve bir çok kez filme de alınmış olan Salem davalarıdır. Amerika’nın Massachusets devletinde bulunan Salem kasabası ilk Püriten Protestan kolonilerindendir. 1692’de bu kasabanın Protestan cemaat liderleri birdenbire böyle bir davalar dizisi başlatmış ve büyük bir toplumsal teröre neden olmuşlardır. Cadwick Hansen adında Amerikalı tarihçi bu konuyu yeniden ele almış ve Salem’de gerçekten büyük ölçüde büyücülük uygulandığı sonucuna varmıştır. Ama bu davalarda bir çok suçsuz insan da mahkum edilmiş ve tıpkı Avrupa’daki kader yoldaşları gibi odun ateşleri üzerinde can vermiştir. Son cadı yakma infazları 1749’da Würzburg’ta, 1751’de Endingen’de, 1775’te Kempten’de, 1782’de Glarus ve 1793’te Posen’de yapılmış olan 5 infazdır. Cadı davaları ilk olarak XIX. yüzyıl başında Prusya Brandenburg’ta resmen yasaklanmıştır. Ancak sivil davaların, işkence ve infazların yasaklanmasına rağmen, kanonik cadı davaları halen de sürmektedir. Vatikan’ın resmi bir dairesi olan Inquisition, halen de şeytanın yeryüzündeki işlerini takip edip durmaktadır.
1 note · View note
mesutceye · 5 years
Photo
Tumblr media
* nasıl ve nereden türetildiyse bütün "ahlakdışı cevaplar"; akıl ile dost olmak yerine hırs, hile ve güç için gerçeği saptırmaya çalışmış, aynı zamanda tekrar türetilmeye imkân hazırlamıştır. Kendi müridini kazanmak için kaosu, iyiliğe tercih etmiştir. Her kaos ortamının kendi cevabı hazırdır: "çünkü biz bu savunduğumuzun tek gerçek olduğunu düşünüyoruz." İnanan için trajik olan ise, bu yanıt tanrısal bir cevaptır, aynı sözü O da söyler. https://www.instagram.com/p/BtJvAiGgf_3dgXHfjbf9S2GpccrFmHm89nm5i00/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=e7xvht5q7s8t
0 notes
eironiea · 7 years
Text
- İyi etki yoktur Bay Gray. Bütün etkiler ahlakdışıdır... bilimsel açıdan ahlakdışı. - Niçin? "Çünkü birini etkilemek, ona kendi ruhunu aşılamaktır. O artık kendi beyniyle düşünemez, ya da kendi tutkularıyla yanmaz olur. Erdemleri kendine özgü değildir. Günahları -günah diye bir şey varsa- ödünç alınmadır. Başkasının türküsünün yankısı onun için yazılmamış bir oyunun oyuncusu olur. Yaşamının amacı, kendiliğinden gelişmedir; herkesin kendi yaradılışını gerçekleştirmektir. Biz bu dünyaya bunun için gelmişizdir. Oysa günümüzde insanlar kendilerinden korkuyorlar. en büyük ödevlerini -insanın kendine karşı olan ödevini- unutmuşlar. İnsanlar acınacak durumdalar. Evet, açı doyuruyor, yoksulu giydiriyorlar ama, kendi ruhları açlıktan ölüyor, çırılçıplak kalıyor. Biz insanlarda yüreklilik diye bir şey kalmadı. Belki de hiçbir zaman yoktu. Toplum korkusu -ki ahlakın temelidir- bir de Tanrı korkusu -bu da dinin gizemi- bizi yöneten işte bu ikisi. Oysa, bir insan yaşantısını bütünüyle, tümüyle yaşayacak olsa, bütün duygularına biçim verecek, bütün düşlerini gerçekleştirecek olsa, yeryüzüne öyle diri bir sevinç gücü gelir ki Ortaçağ'dan kalma bütün bozuklukları unutur, insana değer veren çağların ülküsüne döneriz... belki de daha yüce, daha zengin bir ülküye. Yabanilerin, suçlunun ötesini berisini kesmeleri geleneği bugün de insanın kendini yadsıması biçiminde sürüp gidiyor; bu da yaşantımızı biçimsizleştiriyor. Kendimize yabancılaşmanın cezasını çekiyoruz. Bastırmaya çalıştığımız her istek beynimizde büzülüp kalıyor, bizi zehirliyor. Vücut bir kez günah işler, onu da unutup gider, çünkü eylem bir tür arınma sayılır. Geriye, zevkin hatırlanmasından, ya da yaşanan zevkin üzüntüsünden başka bir şey kalmaz. Bir arzudan kurtulmanın tek yolu onu tatmin etmektir. Engelleyince, ruh kendine yasak ettiği şeylere özlem duya duya, acımasız yasaklarının canavarlaştırdığı, yasadışı kıldığı şeye özlem duyarak hastalanır. 'Dünyanın en büyük olayları beyinde olur' demişler. Dünyanın büyük günahları da beyinde olur, yalnızca beyindedir." OSCAR WILDE
12 notes · View notes
hasansertan · 6 years
Text
Kalpazanlar İzle - Die Fälscher 2007
Kalpazanlar İzle – Die Fälscher 2007
Kalpazanlar Türkçe Dublaj/Altyazılı İzle , 7.6 İMDB puanlı filmin yönetmeni Stefan Ruzowitzky , Fimde August Diehl, Karl Markovics, Martin Brambach, August Zirner, Devid Striesow oyuncular yer almaktadır.. Filmin özetinde ise :II. Dünya savaşı sırasında Nazilerin, savaşın tek galibi olabilmek için yaptıkları ahlakdışı işlerden biri de; sahte para basarak diğer ülke ekonomilerini çökertmektir. Bu…
View On WordPress
0 notes