Tumgik
#Yeşil Şövalye
greenseaa · 5 months
Text
Gözlerim yemyeşil parlayan bi orman
Sonra yağmur
Saçlarım ışıldayan kuyruklu bi yıldız
Sonra çalı süpürgesi
Sevgi dolu bi kalp
Sonra buzdan bi yürek
Dudaklarım kiraz çiçeği
Sonra sararmış bi yaprak
Ya vücudum ;küçük bi mırıltıda kıvrılıverirdi her yerim ,bi oyana ,bi bu yana ,müziğin akışına bırakırdı ruhumu şu zavallı bedenim.
Yaprağın düşüşü gibi kavislenirdi ellerim ,sonra özgürce savrulurdu saçlarım, sözleri mırıldanırdı kiraz çiçeği dudaklarım, bide her türlü ritme uyan ayaklarım, yorulacağını bilmeden dans eder dururdu. Ha kanatlarım, onlar da var, görünmeyen kanatlarım,onlar ruhumda var uçuruyolardı beni o hayalden bu hayale.bozulacağını bilmediğim bir sürü plan fısıldıyodu kulağıma periler, aslında aklımdaki düşünceler .Umutlarım vardı beni hiç bırakmayan. Savaşçı bi yanımda vardı hayata rağmen, birazda asilik, inatçılık .Nasıl oldu bilmiyorum ama bi şövalye fark etti beni ve yanıma geldi ,bedenimi savurduğum belimden tutuverdi beni .Sonra ellerimi kavradı ve ritmime uymaya başladı .Çokça yakışıklı birazda ukalaca bi şeydi ama güzel dans ediyodu. Gözleri; öyle bi gözleri vardıki sanki dansımızın ritmine şiir oluyodu süzülen gözleri ,kıvrılan kirpikleri. Zaman geçti bana başka şeyler öğretti ,gösterdi ,anlattı hatta alıştırıverdi. öylesine bi kaç adıma ben ayak uydurdum bi baktım artık ellerim ,ayaklarım, kollarım başka şekilde kıvrılıyor ,dedim bana noluyor ?onu kendime uydurduğumu zannederken o beni kendine alıştırıyor .doğrusu alışmıştım perilerim artık onun fikirlerini fısıldıyodu kulağıma .ritimlerim oydu, sözlerim gözlerindeki şiir ,ayaklarım dönüp dolaşıp ona gidiyodu ,sonra etrafıma baktım karıştı herşey aradım aradım bulamadım yoktu hiç bir şey .Fark ettim ki değiştirdi beni halimi, özgürlüğümü bütün ruhumu şimdide yoktu işte alıştırıp gitmişti .Koruyacağını ,ritimlerimi beni sevdiğini zannettiğim şövalye gitmişti .Ama ben ya ben nolacaktım, noldum sonra biliyomusunuz ;yeşil gözlerim soldu, dudaklarım tenim bi yaprak gibi sarardı ,tebessümüm yok oldu, saçlarım tıpkı en başta söylediğim gibi çalı süpürgesine döndü ,sevgi dolu yufka yürekli kalbim bi buzdağı oldu ,perilerim sustu ,dudaklarım hiç kıvrılmadı ,ayaklarım ritimleri unuttu boşa dönmekten yoruldu, kanatlarım koptu düşler ülkesinde uçamadım umutlarım yok oldu ,her şey yandı kül oldu.
0 notes
kalopsiaha · 10 months
Text
Yeşil Şövalye Gron'un tatlılığı der susarım benn...
2 notes · View notes
bizibizyapanfilmler · 10 months
Text
Tumblr media
Kral Arthur efsanelerinden esinlenen film Şövalye Gawain'in maceralarını anlatır.
Filmin ana karakteri Gawain, Yeşil Şövalye'nin meydan okumasını kabul eder ve bir yıl sonra Yeşil Şövalye'yle karşılaşmayı kabul eder. Gawain, bu süre zarfında zorlu bir yolculuğa çıkar ve çeşitli sınavlardan geçer. Bu yolculuk, Gawain'in şövalyelik erdemlerini sorgulamasına ve kendi içsel gücünü keşfetmesine yol açar.
David Lowery'nin yönettiği film, görsel açıdan çarpıcı sahneler ve atmosferik bir hikaye anlatımıyla dikkat çeker. Aynı zamanda filmin temaları arasında onur, sadakat, korku ve ölüm gibi evrensel konular bulunur.
0 notes
Photo
Tumblr media
4 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 2 years
Text
Attila İlhan / Türkiye, romanı doğuran toplumsal koşullarda yaşıyor
Tumblr media
12 Eylül darbesini izleyen aylarda yoğun bir roman tartışması başlamış, Türkiye'de romanın niteliği çok konuşulmuştu. Uğur Mumcu'nun Attilâ İlhan ile gerçekleştirdiği söyleşi ise büyük yankı uyandırmıştı. İlhan'a göre, Türkiye 60'lardan itibaren şehirleşme, yani burjuvalaşma/işçileşme dönemini yaşadığı için romanın gündemde olması doğal bir sonuç.
Söze nereden başlasam?
Şiirden mi, romandan mı, siyasal yazılardan mı? "Zehirli karanfiller büyüttüm/ dargınlığımın saksılarında" diye başlıyor bir şiiri. Sözü buradan alıp, "Kanlı bir karanlıktı gördüğüm/ ben mi çok geniştim dünya mı çok dardı/ nasıl yaprak yaprak açılıyordu/ vahşi bir bitki gibi keder" deyişindeki hüznü damıtıp, buradan mı konuya girseydim? Yoksa Faşizmin Ayak Sesleri kitabında topladığı kimi yazılarında çizilen siyasal doğrultuyu mu ele alsaydım? "Elsiz ayaksız bir yeşil yılan/ yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal" dizesinden Hangi Atatürk kitabına uzanıp, "Bence Mustafa Kemal Paşa, iktidarın yapısal niteliğini değiştirdiği için önemli bir devrimcidir. Mazlum milletlere karşı azgın saldırganlığını sürdüren emperyalizmle boğuştuğu için de yaman bir üçüncü dünya lideridir" yargısı üzerine dünden bugüne, bugünden yarına ulaşan siyasal söyleşi mi yapsam? Evet nasıl başlasam söze"
"Gözlerin gözlerime değince/ felaketim olurdu ağlardım/ beni sevmiyordun bilirdim/ bir sevdiğin vardı, duyardım" dizesi ile büyük kentlerde okumaya gelen Anadolu çocuklarının içine düştükleri yalnızlıklarının, çaresizliklerinin duygusal titreşimlerinden yola koyulup, "Ne kadınlar sevdim zaten yoktular/ yağmur giyerlerdi sonbaharla bir/ azıcık okşasam sanki çocukturlar/ bıraksam korkudan gözleri sislenir/ ne kadınlar sevdim zaten yoktular/ böyle bir sevmek görülmemiştir" dizesinde durulan, teslim olan, başeğen yalnızlığın dipsiz kuyularına mı eğilseydim? 
Onları ben, büyük bir aynanın içinde gördüm 
Romanlarının başına şöyle bir not düşüyor Attilâ İlhan: "Bu kitapta anlatılanların gerçek kişilerle ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Onları ben, büyük bir aynanın içinde gördüm. Üstelik ayna dumanlıydı ve olmayan bir şehirde geziniyordum." Romanlarda öykülerini okuduğumuz kişilerin bazen yanımızda soluk alışlarını duyarız, bazıları iyice yabancıdır bizlere. Kurtlar Sofrası'nda öyle, Yaraya Tuz Basmak'ta öyle, Sırtlan Payı'nda öyle.
En iyisi Attilâ İlhan ile roman üzerine konuşsam, diyor ve konuşuyorum. Bir konu mu konuşuyoruz, yoksa birçok konu mu bilmiyorum. Attilâ İlhan'ın sözcüklerinden çıkan kıvılcımlar, Fransız edebiyatını, Osmanlı kültürünü, Cumhuiyet aydınını, sosyalist akımları, devrimci-karşı devrimci ikilemini birdenbire tutuşturuveriyor. Romanlarının müziği, an oluyor, 'Karantinalı Despina' oynaklığı içinde depremler oluşturuyor, acı oluyor nihavent hüzünlerde duruluyor.
Siyaset askıya alındı mı, sanat konuları ağırlık kazanıyor
"Roman..." diye başlıyorum söze. "Bu yıl, sanki roman yılı... Hep roman tartışması yaptık, roman Türkiye'nin gündeminde midir? Böyleyse neden?"
Konuşuyor Attilâ İlhan:
"Roman, Türkiye'nin gündemindedir. Biri dar, biri geniş, iki önemli nedeni var:
a) Adına 'siyaset' dediğimiz rezillik 'askıya alındı' mı, her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de, sanat konuları ağırlık kazanıyor. Seviyesizliği akıllara durgunluk veren parti çekişmeleri aralanınca, çeşitli fikir ve sanat sorunları yüzeye çıktı. Yalnız, bu tartışmaların da, öncekilerden daha seviyeli cereyan ettiğini söyleyebilmek, bir hayli zor.
b) Türkiye, hanidir, romanı doğuran toplumsal koşulları yaşıyor. Edebiyatta bu tür, çağdaş manasıyla, bireyin toplumsal gerçek olarak belirmesi, kişilik kazanmasıyla gelişmiştir. Derebeylikte birey ya serftir, ya da kul; şövalye ya da sultan da olsa, kaderini kendisi yaratamaz, 'takdir-i ilâhiye' bağlıdır. Ancak Cartesien düşünce (Descartes rasyonelliği), positivisme, onun çocukları olan iki düşman kardeşler, liberallik ve sosyalistlik, ortaya çıktıktan sonradır ki, birey toplumda önem kazanmış, bireysel/sınıfsal çıkarı doğrultusunda, 'teşebbüsü şahsi' sahibi olmuştur. Sosyoloji düzeyinde bu dönem, şehirleşme, yani burjuvalaşma/işçileşme dönemidir ki, Türkiye'nin 60'lardan bu yana bu süreci yaşadığını, sağır sultan bile duydu.
Romanın gündemde olmasından tabii ne olabilir?
Köy romanı, köylülüğü, ilericiliğin temeline koymak yanlışını yapıyordu
Üstelik tartışma bu yıla mahsus değil, 'köy romanı' tartışmasının devamı. O zamanlar, estetiğe boş veren, aşırı şemalaştırılmış halkçı/Narodnik köy romanını eleştirmiştim: Köylülüğü, ilericiliğin temeline koymak yanlışını yapıyor, kırsal kesim çözüldüğü halde, İnönü diktası dönemine özgü bir kültür ilericiliğini köylerden başlatmayı öneriyordu. Tipleri eğreti, birbirinin benzeri ve yapaydı. Roman mimarisiyse, son derece ilkel. Köy romanını benimle birlikte eleştirenler arasında, birtakım İkinci Yeni ardılları vardı ki, Fransız Yeni Roman akımının, İngiliz Bilinç akımının, bazı gerçeküstücülük ve varoluşçuluk heveslerinin biçimsel/bireyci numaralarıyla, kendilerini alternatif olarak ileriye sürdüler. Şimdi tartıştığımız, bunların güncelleştirdiği biçimcilik/bireycilik sorunu!
Romancılık, yazar, öznel ilgi alanından nesnel ilgi alanına geçtiğinde başlar
Cinsel (yoksa eşcinsel mi?) psikolojinin yüksek dozda kullanıldığı bu romanlarda, anlatım, anlatılan şeye tekaddüm etmekte, kelime kuyumculuğuna dönüşen hastalıklı ve titiz bir biçimcilik, zaten geçerliği tartışılabilir içeriği iyice bulanıklaştırmaktadır. Ayrıca, kahramanların ağzına bir-iki toplumcu tartışma cümlesi oturtulabilir, meyhanelerde kaybolmuş birkaç kayıp devrimci tipi çizilebilirse, yazılanların toplumcu değilse bile toplumsal oldukları savunulabilinir sanılıyor. Mevsim başında karşı çıktığım tavır budur. Biz, biçimci/bireyci bu tür edebiyata Üçüncü Yeni adını taktık. Şiirde ve romanda (tabii hikâyede de) aynı geleneği sürdürüyorlar.
Yalnız, bana öyle geliyor ki, görünüşte birbirine karşıt sanılan köy romanı ilkelliğiyle, Üçüncü Yeni romanı karmaşıklığı belirli bir yerde birleşmektedir. Yazarın özel ilgi ve hayat alanının dışına çıkamayışta! Öyle ya, Fakir Baykurt da, Selim İleri de, gözlemleyebildikleri kişilik alanlarının dışında hiçbir şeyi yazabilecek kadar cesur görünmüyorlar. Oysa romancılık mesleği, yazarın, öznel ilgi alanından, nesnel ilgi alanına geçtiği yerde başlıyor..."
Attila İlhan, cinsellik üzerine yazılan romanları böyle eleştiriyor. Peki ya Fena Halde Leman?
Yazarların cinsel konuları üzerine yazdıklarını eleştiriyor Attilâ İlhan... Kendisi de son romanından ötürü, aynı nedenlerle 'fena halde' eleştirilmiyor mu? Hem de nasıl! Sözü, burada noktalı virgüle bağlayıp, romancıyı konuşturmak gerekir, diye düşünüyorum.
Sanatımda cinsellik, bireysel diyalektiğin çatışma süreci halinde ele alınır
Söyleşi bu noktada şöyle sürüyor:
"Romanlarımı okuyanlar hatırlayacak, cinsellik hepsinde işlenmiştir. Hem de akla gelebilecek, bütün çeşitlemeleriyle! Fena Halde Leman'daki kadın eşcinselliğine rastlayıp çarpılanlar, besbelli Aynanın İçindekiler'i okumamış. Orada öyle bir Hayrunisa Bayraktar vardır ki, Leman Korkut'a rahmet okutur. Kendisiyle barışık, intégrée bir eşcinsel tipidir. Kimbilir kaçıncı açıklayışım oluyor, benim sanatımda cinsellik, bireysel diyalektiğin bir çatışma süreci halinde ele alınır: nasıl sınıfsal diyalektiğin çatışmalar zinciri, bireyin toplumsal kişiliğini oluşturuyorsa; cinsel diyalektiğin çatışmalar zinciri de, bireyin bireysel kişiliğini oluşturur. Diyalektik yöntemle çalışan yazarın, bu iki düzeyden birini işleyip ötekini es geçmesi, adeta tarihsel materyalizme inanmamasıyla eşittir. Bu bakımdan, doğayı, toplumu ve bireyi, diyalektik ilişkileri içinde ele alan romancının, bireylerin cinselliğini de diyalektik çatışmalarıyla işlemesi, hem hakkıdır, hem de görevi...
Ama burada birey, sabit, bir kerede olmuş bitmiş, her şeyin merkezindeki varlık olarak alınmamıştır. Sürekli çelişkilerle, tez/antitez/sentez ilişkileri oluşturur, bu ilişkiler toplumsal düzeyde olduğu kadar bireysel düzeyde de hem onu, hem birbirini etkiler, bu etkileşimden son derece zengin bir toplumsal/bireysel roman hamuru yoğurulur. İlk romanlarımdan beri, benim yapageldiğim budur, oysa Üçüncü Yeni romancıları bunu mu yapıyor? Hayır!
Bir kere bireylerin toplumsal sınıfları net olarak verilmez. Küçük burjuva diye adlandırılırsalar da, daha çok ülkemizdeki komprador aydınlar ghetto'sundaki yabancılaşmış tiplerdir. İkincisi, işledikleri bir ilişkiler süreci, diyalektik bir değişkenlik değil, sabit ve değişmez bir bireydir. Üçüncüsü, bu birey 'esas' alınmış, toplumsal olaylar, bütün dış dünya, ona göre değerlendirilmiştir. Burada kesif bir bireycilik, hatta benmerkezcilik görülür. Dahası, konu işlenirken öyle seçkinci, öyle çetrefil bir üslup kullanılmaktadır ki, bireyciliği raffine bir biçimcilik tamamlamakta, adeta tüy dikmektedir. Bireyi esas alan dünya görüşünün liberallik olduğunu kim bilmez; bu takdirde bireyci/biçimci bir edebiyat eğilimini sağcılıkla nitelendirmek, eşyanın tabiatına da uygundur.
Bir sürü alafranga yazarımız, açık seçik bireycilik/biçimcilik yapmakta
Ülkemizde, geleneksel değerler sistemine bağlı dinci ya da ırkçı bir sağcılık vardır, bunu hep biliriz de, Batılı olduklarından, öyle geçindiklerinden midir nedir, düpedüz bireyci/biçimci oldukları halde, bazı yazarlarımızın alafranga bir sağcılığı temsil ettiklerini düşünmeyiz. Oysa Feyyaz Kayacan'dan Ferit Edgü'ye, Bilge Karasu'dan Vüs'at Bener'e, Güven Turan'dan Selim İleri'ye, bir sürü alafranga yazarımız, pek açık ve seçik bir bireycilik/biçimcilik yapmaktadırlar. Canı isteyen Yusuf Atılgan'ı, Adalet Ağaoğlu'nu, Tomris Uyar'ı, aralarına katabilir. Daha niceleri de. Bu akım Tanzimat sonrasında bize musallat olmuş tatlısu frenkliğinin edebiyatımızdaki görünüşüdür. Batılı diye ilerici sananlarımız çıkmıştır ama, gerçekte düpedüz Hıristiyan değerler içerir, zira komprador kültürünün ürünüdür. Komprador kapitalistini, ne kadar kültür ilericisi olursa olsun, neden solcu sayamazsak, fikrimce komprador kültürünün bu estetik temsilcilerini de, o yüzden solcu sayamayız. İkisi birbirinin 'mütemmim cüzüdür' de, ondan."
Attilâ İlhan, birçok yazarı, romancıyı, düpedüz 'bireyci/biçimci' olarak niteleyiveriyor. 'Tatlısu frenkliği' ve de 'komprador aydınlık' da cabası! Farkındayım, bu sözler, bu yargılar, oldukça ağır ve acımasız. Attilâ İlhan, bu sözleri ile bir tartışmaya kapı aralıyor. Bu tartışmayı başka söyleşilerde de sürdüreceğiz. Öteki yazarlarla, romancılarla, aydınlarla konuşa konuşa bu tartışmayı iyice gündeme getireceğiz.
İyisi mi, diyorum, Attilâ İlhan'dan bu 'komprador aydın' kavramını ayrıntısı ile öğrensek; öğrensek ve bu tartışmayı kıyasıya yapsak.
Komprador aydın, ulusal kültür bileşimini yapamamış kişidir
Soruyorum: "Yazılarınızda da bu komprador aydın kavramını işlerdiniz. Şu kavramı biraz daha açıklar mısınız?"
Açıklıyor: 
"Son iki kitabımda, Hangi Atatürk'le Hangi Sağ'da komprador aydın kavramını açıklamaya çalıştım. Özet olarak denebilir ki, komprador aydın, ülkesinin ulusal kültür bileşimini yapamamış, yabancı bir kültür bileşimini onun yerine 'ikame etmiş' kişidir. İnönü diktası döneminde, çağdaşlaşmak, Batılılaşmak diye alınmış, bu yapılmıştır; Batılı klasikler çevrilir, Yunanca/Latince 'mecburi' ders olarak okutulursa, kalkınırız sanılıyordu. Bu kafanın, ulusal bileşimci Müdafaa-i Hukuk öğretisiyle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Nasıl olsun ki, Müdafaa-i Hukuk (hakların savunması), ilkin ulusal kültür haklarımızın savunulmasını gerektiriyordu. Mustafa Kemal, kitaplarıma aldığım pek çok sözünde, bunu açıkça belirtmiş, aydınları bu işle görevlendirmiştir.
Aslında, 'kültür yoluyla kalkınma', kültür emperyalizminin -çöreklenebilmek amacıyla- azgelişmiş ülkelere benimsetmeye çalıştığı yaldızlı fakat zehirli bir reçete. Bakın dünya ülkelerine! Ağır sanayileşmeyi gerçekleştirmeden, elektrik, elektronik, kimya ve benzeri sanayi dallarını kurmadan, şu ya da bu kültürü benimsemek için sadece okul açarak kalkınabilmiş tek ülke var mı? Tam tersine, kültür aktarması komprador aydın tipini oluşturur, bu aydının ilk davranışı da halkını küçümsemek olur, zira artık onun kültür çevresinden çıkmıştır, halk da ona yabancılaşan aydını reddeder. Bundan birinci derecede yararlanan kimdir sanırsınız? Elbette, emperyalizm! Halkını uyarmayan, önünde bayraklaşmayan aydının bulunduğu ülkeyi içinden çökertmek çok daha kolaydır. Osmanlı'nın bu yoldan çöktüğünü hiç unutmayalım.
Gelişmiş ülkelerde aydının işlevi nedir, düşündünüz mü? Siyasal örgütler, meslek kuruluşları, iktidar, muhalefet vs. halka birtakım sloganları gerçeğin ta kendisi olarak sunmuyorlar mı? Aydınlar işte burada devreye girer, özgür vicdanları ve bağımsız yöntemleriyle, sloganların içeriğini tartışma konusu yapıp, halkı aydınlatmaya çalışırlar. Ak koyunla kara koyun böyle seçilir. Gelişmemiş ülke aydını böyle davranmıyor. Tam tersine, siyasal kuruluşlardan, meslek örgütlerinden, iktidardan, muhalefetten medet umuyordu; bunu sağlamak için de, halka onların sloganlarını kabul ettirmeye sıvanıyor. Bundan büyük rezilik olmaz! Adı geçen örgütler, çıkarları gereği aydınları buna özendirirler. Bağımsızlığını korumak isteyenleri silmek, etkisizleştirmek için çevirmeyecekleri dolap, tevessül etmeyecekleri bayağılık yoktur. İlle aydınlar ondan yana olsun, geçerliği tartışılabilir sloganlarını papağan gibi halka tekrarlasın!
Aydının toplumsal işlevi, kendi için bir şey istememekle gerçekleşir
Aydın da bir fikre, bir yönteme angaje olmayı, bir örgüte ya da kuruluşa (hatta lidere) angaje olmakla karıştırdığından, serbest düşünme ortamını kaldıracak aşırılıklara düşüyor. Çünkü bu işi can-ı azizi için bir şeyler beklediğinden yapmaktadır. Pir aşkına değil. Hepimiz, bir milletvekilliği, bir basın ataşeliği, beleşten bir Avrupa seyahati için, önemsediğimiz ne aydınların, ne yalakalıklar yaptığını gördük. Allah bilir, daha da göreceğiz. Oysa aydınların toplumsal gelişmede işlevsellikleri, yalnız ve yalnız yöntemlerine angaje olmalarıyla mümkündür. Bu da, kendileri için bir şey istememekle gerçekleşebilir.
Bir dakika! Yönteme angaje olmanın da, bir usturubu var. Bu işi ulusal koşulları göz önünde tutarak yapmak, zorunlu gibime geliyor. Aksi halde komprador aydınlığına düşmez miyiz? Hadi bir örnekle konuşalım: Sakızlı Ohannes Paşa Omanlı aydınlarından sayılırdı. Mülkiye'de iktisat okutuyordu. O tarihte Batıda liberallik prim yapıyor ya, o da tutmuş harıl harıl bunu savunuyor. Neden, İngiltere'de, Fransa'da, liberalliğin başarılarını görmüş, ondan, Osmanlı 'bırakınız yapsın, bırakınız geçsin' formülünü uygulamaya geçince, İngiltere 'devlet-i fehimesi' gibi olacak sanıyor. Sonucu bilirsiniz, Osmanlı liberalliği, en muhtaç zamanında devletin gümrükleri gevşetmesine yol açar, bu da dokuma sanayiinin mahvıyla sonuçlanır. Ohannes efendi, liberalliği, Osmanlı'nın koşullarını göz önünde tutarak değerlendirebilseydi, böyle olmazdı elbet.
Diyalektik yönteme inanmak başka, filan ülkedeki uygulamasını aktarmak başka
Diyeceksiniz ki, o sağcı, liberal! Solcular için de, durum aynıdır. Diyalektik yönteme inanmak başka şeydir, bu yöntemin filan ülkedeki uygulamasını Türkiye'ye aktarmaya kalkışmak başka şey. İkincisine yeltendiniz mi, hoş geldin Ohannes efendi! Ha İngiltere'deki liberalizm uygulamasını Osmanlı mülküne aktarmaya kalkışmışsın, ha Rusya ya da Çin'deki sosyalizm uygulamasını, çağdaş Türkiye'ye aktarmaya! Tutum aynıdır. Tanzimatçı komprador aydın tutumudur bu, alafranga Jöntürk'lüktür ki, Müdafaa-i Hukuk öğretisi buna karşı geliştirilmiş, İnönü CHP'si de, Laz İmail TKP'si de boyun eğmiştir. Bu nokta üzerinde hiç yanılmayalım. Türkiye'nin sağcılığı da, solculuğu da, ulusal koşullarından bilimsel yöntemlerle Türkler tarafından gerçekleştirilecek bileşimlerle oluşacaktır."
Sanatçının toplumculuğu romanını tarihsel/toplumsal düzeyde sahneye koyarken belirir
Bilmem anımsar mısınız? Romancılarımız arasında 'köy romanı-kent romanı' diye amansız bir tartışma çıkmış, bu tartışmada romancılarımız birbirlerini üç-beş satırla harcayıvermişlerdi. Attilâ İlhan ile yine bu tartışmaya giriyoruz. Köy romanındaki 'toplumculuk' üzerine konuşuyor, buradan kent romanına, kent romanlarından '12 Mart romanlarına' geliyoruz.
Attilâ İlhan; "Geçin" diyor, "geçin hepsini bir kalem!"
"Nasıl?" diyorum. 'Nasıl'ı şöyle:
"Dedim ki köy romanı toplumcu değil halkçı/Narodnik bir romandı, Üçüncü Yeni romanıysa şehir romanı değil, bireyci/biçimci bir romandır. Toplumcu roman, Türkiye'nin işçileşme/burjuvalaşma sürecinde, toplumsal sınıfların ve bireylerin toplumsal ve bireysel diyalektiği gözlenerek, yaratılacak. Hani o duygusallığı ağır basan 12 Mart romanları, iki satırda bir slogan atan hikâyeler, ya da toplumculuğu yürekler acısı bir yoksullukçuluk sananlar var ya, hepsini geçin bir kalem. Malraux, Aragon, Grkiy gibi ustalar okunursa görülür ki, asıl dikkat ettikleri şey, tipleştirmede ve olaylaştırmada, toplumsal ve bireysel diyalektiğin çelişkilerini saptamak ve işlemektir. Bireyleri bu düzeyde tanımlar, romandaki kaderlerini yaşamaya salıverirler. Demek ki, sanatçının toplumculuğu romanını tarihsel/toplumsal düzeyde sahneye koyarken belirir; her paragrafta kahramanlarına siyasal söylev çektirerek değil.
Önceki yüzyılın romanı 'tasvirci'ydi; her şey uzun uzun anlatılırdı 
Ha, az kalsın unutuyordum: Bir de, romanın 20. yüzyıl özelliklerine değinmeliyiz. Önceki yüzyılın romanı 'tasvirci'ydi. Balzac, Zola, Dickens, her şeyi ince ince, uzun uzun anlatırlar. Sebebi basit: Versailles'da bir saray kapısı anlatılıyorsa, iyice canlandırmak zorunludur, zira Marsilya ya da Bordeaux'daki okurun kapıyı görebilmesi olasılığı son derece zayıf. Çağımızda öyle mi ya, görsel sanatlar, yeni iletişim araçlarının, zoom, ağırçekim vb. olanaklarıyla, Versailles sarayının kapısını, -okurun gözüyle göremeyeceği incelikleriyle- burnunun dibine getiriyorlar. Bunun anlamı nedir? Okurun imgelemi ve belleği, saray kapısı konusunda, her türlü çağrışım uyarısına açık! Yazara düşen, artık uzun uzun tavir etmek olmuyor, okurun imgelem ve belleğini, sadece etkileyici bir imgeyle uyarmak! Dakikasında mekanizma işliyor, saray kapısı okurun zihninde canlanıyor.
Yaşar Kemal yaprağı on sayfada düşürür, Kemal Tahir yağmuru yüz sayfada dindiremez
Demem o ki, romancı, artık görsel sanatların olanaklarını göz önünde tutmak zorundadır. Aksi halde, Yaşar Kemal gibi, ağaçtan bir yaprağı yere on sayfada düşürür, Kemal Tahir gibi, bir yağmuru yüz sayfada dindiremez, milleti bezdirir. Kendi hesabıma, bu konuda dikkatli olduğumu sanıyorum. Daha ilk kitabımı yayımlarken, nasıl bir teknik kullanacağımı Seçilmiş Hikâyeler dergisinde şöyle açıklamıştım:
'... Sokaktaki Adam'da hareket unsurunu, psikolojik unsuru, romantik unsuru, tıpkı senaryoda olduğu gibi muvazeneli olarak kullanmaya çalıştım. Ve lüzum gördüğüm yerde, hareketi planlara ayırdım, hatta decoupage yaptım. Bir 20. yüzyıl romancısı, okurunun, bir sinema seyircisi olduğunu bir an bile hatırından çıkarmamalıdır. Bu istikametten baktınız mı, Sokaktaki Adam cinematographique bir romandır. Muhtevası iyice sindirilmiş, nutuk ya da monolog olarak değil, hareket ve fiil olarak ifade edilmiştir.' (SHD, s. 21, Ekim 1953)
Yerli filmle yerli roman arasındaki mesafe her gün biraz daha azalıyor
Birkaç yıl sonra, Zenciler Birbirine Benzemez yayımlandığında, tekrar konuya dönmek gerekti. Eleştiriciler romanın değişik yapısını yadırgamıştı. Dost dergisinde şunları söyledim:
'... Roman kuruluşumuz henüz geri ve ilkel. Son birkaç yılın hangi romanına el atsanız, roman estetiği ve kuruluşu bakımından, 19. yüzyıl yazarlarının hizasını aşamıyor. Aşamıyor ne laf, bulamıyor. Aşırı sol sosyalist realizmden gelen şemacılık ve popülizm bir yandan, kahve sohbeti ve meddahlık kırması bir anlatıcılık (narration) öbür yandan, çerçevemizi daraltıyor. En iddialı romancılarımız bile, eserlerini, bir çeşit tefrika tekniği üzerine kurmuyorlar mı? Yerli filmle yerli roman arasındaki mesafenin her gün biraz daha azaldığı bir gerçek değil mi?..
... bir de 20. yüzyıl çizgisini aramak var. Yeni sanatların, bu arada radyo, televizyon ve sinemanın; yeni sanat gidişlerinin, bu arada surrealisme'in ve pek tabii olarak psikanalizin verilerini, roman kuruluşları içinde eritmeye, dünya anlayışı ve yöntemi ile hazırlanmış özü modern ve ona uygun bir estetik yapıya dökmek çabası var. Bu elbet, alışılmış anlatıcılık tutumuna ters düşüyor.
İnsanlar ve olaylar, bir anda, zaman ve mekân içine dağılıyorlar. Hızlı bir eşzamanlılık, tıpkı hayatta olduğu gibi, olanı, olmuşu, olması isteneni, aynı saniye aralığına sıkıştırabiliyor. Bu sırada fikirler ve davranışlar daha da önemlisi yorumlar, olayların etkisini choc planlarından tefekkür planlarına kaydırıyorlar. Sonunda sizden iyi olmasın, bir gün Ahmet efendi tekniğine alışmış gözler için, böyle bir tutum, olaylar ve mekânlar arası decoupage iç ve dış gerçeklerin eşzamanlılığı, rahatsız edici oluyor...' (Dost, s. 12, Eylül 1958)
Köy romanı tartışması sanıldığından etkili oldu
Hayli açık söylemişim ama, inandırıcı olamadı. 1970'lerde, Aynanın İçindekiler'i yayımlamaya koulunca, bir açıklama daha gerekti. Türkdili'nde şunları söyledim:
'... roman anlayışım tek boyutlu, tekdüze bir anlatıma dayanan bir anlayış olmadığından, kahramanları okura handiyse göstermeye uğraştığımdan, romanlaştırma tekniği benim çalışmalarımda, fazlaca önemli. Bu arada
Marksist imge kuramına çok iş düşüyor, canlandırma eyleminde ondan yararlanıyorum. Öyle bir imge kullanacaksın ki o sahnedeki durum, kişilerle, olayın dramatik ağırlığıyla okurun imgelemine renkli ve üç boyutlu olarak hemen yansıyacak. Laf olarak kulağından girmeyecek. Bazılarının yazı düzenimde şairanelik sandığı, gerçekte Marksist bir kaygıdır: içeriğin imgelere bindirilerek, okurun imgelemine yansıtılması!... Plekhanov, bilindiği gibi, bunun tersini yapmanın mantık kategorileri içinde bir olayı hikâye etmenin, sanatın  değil, bilimin konusuna girdiğini yazmıştır.' (Türkdili, Mart 1977)
Bugün durum farklı, köy romanı tartışması sanıldığından etkili oldu, okur romanın köy öğretmenlerinin 'ihtişam ve sefaletini' zabıt kâtibi üslubuyla yazmak demek olmadığını kavradı, ayrıca iç bayıltıcı duygusallıkların, çetrefil 'metin' cambazlıklarının, ciddi içerik yoksulluklarını gizlemeye yaradığını fark ediyor. Toplumcu roman gerçek boyutlarıyla, besbelli bu anlayış ve fark ediş üzerinde yükselecektir: bireyin, toplumsal ve bireysel diyalektiğini, ona uygun düşen esnek, imgesel ve hareketli bir biçimi romanlaştırarak!.."
Konular bitecek gibi değil. Daha başka konulara da giriyoruz, başka romanlara, yazılmış ve yazılacak romanlara... Geleceğin romanına... Attilâ İlhan, zekâ ve kültür kıvılcımları ile yeni romanların satır aralarında dolaşıyor. Bazen bir savcı gibi suçlayarak, bazen tutkulu bir okuyucu gibi coşkuyla, beğeniyle geziyor romanların, roman kahramanlarının aralarında.
(Uğur Mumcu / Cumhuriyet gazetesi / 5 - 6 Mayıs 1981)
* ara başlıklar edebiyatsoylesileri.com tarafından konmuştur.
2 notes · View notes
cemiyetinkusuru · 3 years
Text
Eskilerin altın çağ dedikleri çağ ne mutlu bir çağmış, ne mutlu yüzyıllarmış. İçinde bulunduğumuz demir çağda bu kadar değerli olan altın, o talihli çağda kolaylıkla bulunabildiği için değil; o çağda yaşayanlar senin ve benim kelimelerini bilmedikleri için. O kutsal çağda her şey ortaktı; günlük besinini elde etmek için, kimsenin, tatlı, olgun meyveleriyle kendisini davet eden sağlam meşelere elini uzatıp koparmaktan başka bir iş yapması gerekmezdi. Olağanüstü bolluktaki duru pınarlar, ırmaklar, insanlara lezzetli, berrak sular sunardı. Kayaların yarıklarında, ağaçların oyuklarında, çalışkan ve becerikli arılar cumhuriyetlerini kurarlar, hiçbir çıkar gütmeden, uzanan her ele, tatlı emeklerinin verimli mahsulünü bağışlarlardı. Ulu mantar meşeleri, hiçbir araç gerece ihtiyaç olmadan, geniş, hafif kabuklarını kendiliğinden, kibarca bırakıverirlerdi; bunlarla, sırf gökyüzünün gazabından korunmak için, kaba kazıklarla destek yapılarak evlerin üstü örtülmeye başlandı. O zamanlar sadece huzur, sadece dostluk, sadece uyum vardı; kıvrık sabanın ağır demiri, henüz ilk anamızın cömert karnını deşmeye cesaret etmemişti. O kendisi, verimli ve geniş göğsünün her yanından, o zamanlar kendisine sahip olan çocuklarını doyuracak, yaşatacak, sevindirecek şeyleri zorlanmadan sunardı. O zamanlar, saf, güzel bakireler vâdiden vâdiye, tepeden tepeye, başları açık, üstlerinde, namus gereği her zaman örtülmesi gerekenden fazla yerlerini örtecek giysilerden başka şey olmadan, gezerlerdi. Süsleri de, şimdikiler gibi, Sur firfiriyle, çeşitli şekillerde çarpıtılmış ipekle allanıp pullanmış süsler değildi; sarmaşıklarla örülmüş birkaç yeşil pıtrak yaprağından oluşurdu; belki de bu süslerle, günümüzde saraylı hanımların, aylaklık meraklarıyla öğrendikleri tuhaf, aşırı icatlarla dolaştıkları kadar gösterişli ve gururlu dolaşırlardı. O zamanlar, ruhun aşkla ilgili kavramları, tıpkı algılandıkları şekilde, basitçe, safça ifade edilir, daha şatafatlı olsun diye yapmacıklı, dolambaçlı lâflar aranmazdı. Gerçeğe ve içtenliğe hile, yalan ve kötülük karışmazdı. Adalet kendi amaçlarını güder, şimdi olduğu gibi çıkar ve iltimas amacıyla bulandırılmaya, lekelenmeye, hırpalanmaya cesaret edilemezdi. Gelişigüzel yargı alışkanlığı, henüz yargıçların kafasına yerleşmemişti, çünkü o zamanlar yargılamaya gerek yoktu, yargılanacak kişi yoktu. Bakireler ve namus, söylediğim gibi, istedikleri yerde, tek başlarına, yabancıların arsızlığı ve şehveti tarafından lekelenme korkusu olmadan, dolaşırlardı; bakireliklerini kendi istek ve iradeleriyle yitirirlerdi. Oysa şimdi, iğrenç çağımızda, hiçbir bakire emniyette değil, Girit labirenti gibi bir labirentin içine kapanıp gizlense bile; çünkü orada, çatlaklardan ya da havadan, lanet olası ısrarın zoruyla aşk hastalığı içine sızar ve inzivada olmasına rağmen mahvına sebep olur. Onların emniyeti için, zaman geçtikçe ve kötülük arttıkça, gezgin şövalye tarikatları kuruldu; bakireleri kollamak, dulları korumak, yetim ve muhtaçlara yardım etmek için. İşte ben de bu tarikata bağlıyım, çoban kardeşlerim; bana ve silâhtarıma yaptığınız ikramlar ve gösterdiğiniz konukseverlik için sizlere teşekkür ederim. Gerçi tabiat kanunlarına göre bütün canlılar, gezgin şövalyeleri kayırmak mecburiyetindedir; ancak, Sizlerin bu mecburiyetten haberiniz olmadan beni ağırlamanız ve ikramda bulunmanız, iyi niyetinize en derin iyi niyetimle teşekkür etmem için yeterli sebeptir.
1 note · View note
wozwaldllik · 5 years
Text
Yalnız Şövalye
Tumblr media
   Attila İlhan Türk edebiyatına ve fikir hayatına damgasını vuran çok önemli bir aydın ve eylem adamıydı. Kendine ait olmayan ama yalnız kendi olan herkese el vermiş, emek vermiş bir insan. Daima farklı olmuş, farklı yaşamış, farklı düşünmüş ve bu farklılıklarıyla da toplumun her kesimine, her katmanına mal olmuş bir insan. Yaşamını felsefesi ve ideolojisiyle aynı paralelde yaşayan bir insan. Eylemci, muhalif, lirik… Ama her zaman Anadolu.
Ve şair…
En şair…
Hayat şairi.
Hayatı da hep şiir gibi yaşayan, doğrusu yazdıkları da üstüne pek yakışan bir şair.
 Biz Harp çocuklarıyız. Bunalımların anaforundan geliyoruz. Yüksek gerilimler yaşadık. Dünyanın, ülkemizin, kendi kendimizin devrimlerini, değişimlerini gördük. Bu sancılar ve çarpıntılar sonunda, şiirimiz de bazı yumruk kadar sert ve haşin, bazı bir tokat gibi çatlayıcı, bazı da yoksul bir yürek gibi içli ve mahzun oldu. Fakat daima şu çizgiyi tutmasını bilerek: Yurt ve dünya için barış, bütün insanlar için hürriyet ve mutluluk! Evet, bunlar iki bin yıllık özlemler. Evet bunlar için yüzyıllar boyunca çok şair eskidi ve ufalandı. Belki biz de eskidik ve ufalandık. Ama bunlar için az şey mi?
 Koskoca bir yaşam bu kavramlar üzerine kurmak az şey olur mu? Yaşam Attila İlhan’da, Attila İlhan da yaşamda çok şey oldu. Hürriyet ve istiklal onun karakteri oldu.
Barış oldu, sevgi oldu.
Öncü oldu.
Çağdaş bir fikir birleşimi ile özgün bir imge birleşimini iç içe geçirerek oluşturdu şiirlerini.
Cesur oldu.
Sadece bilgiyle değil, duyguyla yazdı; bilginin duygusuyla, duygunun imgeye dönüştürülmesini de şairin asıl işi olarak yorumladı.
 O, onu okuyan herkesin çocuğu, onu okuyan herkes onun çocuğu oldu.
 Ya biz idam duvarıyız, karşımızda çok insan öldürdüler.
Onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık.
Temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık
Öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil.
Hâlbuki ne kadar da yorgunuz.
Ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz.
 Bağımsız bir aydındı Attila İlhan ve Türkiye’nin bağımsızlığı için var gücüyle çalıştı.
 Bu ülkenin en önemli sorunu aydınları. Tanzimat kafasına sahip olan aydınlar. Halkı hiçbir şey bilmeyen ve aptal yerine koyan aydınlar. Oysaki bilmiyorlar ki Halk en önde. Halkın ardından aydınlar geliyor… bilmedikleri şu; halkın süzüle süzüle getirdiği öyle bir yaşam tecrübesi ve sağduyusu var ki bunu ben de anlatamam.
 Bu topraklara, bu ulusa derinden bir sevgiyle bağlıydı. Aydınlanmacı cumhuriyet geleneğinin sarsılmaz bir taşıyıcısı oldu.
Bu milletin değerlerine saygı duydu.
Bu ülkenin tarihiyle barışını yaşadı.
 Bir gece sabaha karşı
Dehşetini birden kaybedecek gelmeyişin
Islığımın tadında bir değişme
İç tartışmalarımda büsbütün başka bir tutum
Büsbütün başka kıvılcımlar
Ve en padişah korkulara direnebilen
Yepyeni bir Mustafa Kemal davranışı
 Yegane uygarlık modelinin batıda olduğu fikrine hep karşı çıktı. Batı özentisiyle yaşamaktan ve batıyı taklit etmektense, kendi kültürümüze ve değerlerimize sahip çıkarak yaşamamız gerektiği; bu yönümüzle batıya örnek olmamız gerektiğini savundu.
  Aşkı, şiiri ve kavgayı hep çok sevdi. Bağımsızlık ona, o bağımsızlığa tutkundu. Daima güler yüzlü, soğukkanlı, sabırlı, şefkatli; görüşleri net ve geniş, kafası aydınlıktı.
   Her gün sanki ertesi gün önemli bir sınavı varmış gibi çalışan bir öğrenciydi. Disiplinli, düzenli, edebiyatın olduğu kadar yalnızlığın da şövalyesi oldu. Bilgili ve kültürlü olmasından ziyade, bilge olması Attila İlhan’ı Attila İlhan yapan özelliği oldu.
 Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
Bir dakika bile çıkmıyorsun aklımızdan
Koşar gibi yürüyüşün,
Karanlıkta bir mum gibi aydınlık gülüşün,
Hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
Sen bize kalbimiz kadar, elimiz kadar yakınsın.
 …edebiyat haksızlıkları görüp yansıtma arzusundan doğar. Edebiyatçı sadece kitabını yazmakla uğraşır. Bireysel ya da toplumsal olarak söylemek istediği bir şey vardır, onu söyler. Yazarlıkla, reklam yazarlığını ayırmak lazım…
 Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme, kaybolursun.
Sokaklarda mızıka çalma çocuk, vurulursun.
 Hayatı boyunca savunduğu fikirlerin, ilkelerin peşinden koştu. İnandığını yazdı, inandığını söyledi. Sadece yazmadı, inançları uğruna yılmadan mücadele etti. Eziyet gördü, hakkında soruşturmalar açıldı. Hiç aldırmadı. Bıkmadan usanmadan inandıklarını söylemeye ve yazmaya devam etti. Yaşamının son günü dâhil hep yazdı. Daima yazdı…
 O sözler ki mahpushane avlularında demirli kırbaçlar gibi şaklar
Kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız
O sözler ki çıkmıştır ağzımızdan bir kere
Uğrunda asılırız.
 Bütün yazdıkları birbirini tamamladı. Hiçbir zaman çağın gerisine düşmedi ve gençlere olan güvenini yitirmedi. Gerek yazıları gerek söylemleriyle gençleri fazlasıyla yüreklendirdi ve onlara kendilerini sorgulamasını öğretti.
  Sevenleri, okurları ve düşüncelerini paylaşanlar olduğu müddetçe, bu ülke var olduğu müddetçe her zaman yaşayacak; fikirleri ve eserleri bayrağımız gibi sonsuza kadar dalgalanacak.
Rahat uyu ATTİLA İLHAN
 At ölür meydan kalır
Yiğit ölür şan kalır
Bir Attila İlhan ölür
Bir Attila İlhan kalır.
         Kerem Alışık
28 notes · View notes
desireangelturkey · 5 years
Text
Hikayelerime olayların en başından başlarsam daha iyi olucak, Ben doğduğumda babam bir oğlu olduğu için çok sevinmiş herhalde daha sonra olucakları tahmin bile edemediğinden olsa gerek , 12 yaşına kadar bazı gariplikler ailemin dikkatini çeksede bu konuda konuşmamayı tercih etmişler. 0 sene çok önceden çalışmaya başlayan baskın hormonlarımın zirve yıllarının başlangıcıydı. O yaz birden göğüslerimdeki ve kalçamdaki değişiklikleri farketmeye başladım yavaş yavaş ama giderek büyüyorlardı. Erkeleri görünce garip bir şekilde kızarıyor utanıyor ve heyecanlanıyordum. Daha çok kızlarla daha rahat anlaşıyordum. tabi yazın sonuna doğru yavaş yavaş olan büyüme artık belirginleşmeye başlayınca ailem durumu hemen farkedip beni bir üniversite hastanesine götürdüler. Orda bir hafta süren psikolojik ve hormonel testler sonucunda kendi hakımdaki gerçekle tanışmış oldum.Aslında milyonda bir rastlanan bir durumdu bu yüzde on oranında erkek fiziği özellikleri taşıyan ama hormonel ve psikolojik doğası tamamen kadın olan biriydim ve zaten vücudumda cinsel bölgem hariç hiç bir yerde tüy olmaması vede cinsel organımın nerdeyse normalin onda biri kadar yok denecek olmasıda bunun kanıtıydı. Ailem ameliyat olup olamıycağımı sorduğunda yapılan testlerde anestezik duyarlılığım olduğu için bunun olamıyacağı söylendi. Doktorum aileme bu durumun dahada gelişerek devam ediceği ve en iyi yolun taşınarak başka bir şehirde artık bayan kimliğiyle yaşamamın olacağını söyledi vede biran önce bayan kıyafetleri giymeye başlamamın uygun olacağını ekledi. 17 yaşına gelince tekrar durumu değerlendiririz irtibatı şimdilik sürdürelim dedi. Böylece bu güzel harika şehir İstanbula taşındık, Aslında yeni yaşamıma alışmam benim için aileme oranla daha kolay oldu. Ergenliğe adım atan bir kız nasıl bir hayat yaşıyorsa öyle bir hayat yaşıyordum. Tabiki bazı konularda yalanlar söyleyerek diğer kızlar gibi adet görmüyordum bu konuyu açılınca yalanlarla geçiştiriyordum. 16 yaşıma kadar bu durum böylece sürdü ve yeni kimliğim esas doğam olduğu için uyum sağlamada hiç güçlük çekmedim., Üstelik artık afet diye tabir edilen gençkızlardan birine dönüşmüştüm. Siyah uzun saçlarım 175 cm boyum yeşil gözlerim bebek gibi yüzüm mükemmel dik göğüslerim vede jenniffer lopeze benzeyen kalçalarımla okulun en beğenilen kızlarının başında geliyordum üstelik aynı durum dışarıdada heryaştan erkeklerin olduğu ortamlarda geçerli olmaya başlamıştı. Erkekler gözlerini üzerimden alamıyordu ve bu durum benim çok hoşuma gidiyordu. Ama bu bakışlar arasında beni ençok heyecanlandıran matematik öğretmenimiz Hasan beyinkilerdi adamın bana bakarken ağzının bile sulandığını hissediyordum vede bu vahşi aç bakışlar beni acayip tahrik ediyordu. Hasan bey 38 yaşında 180 cm yakın boyda esmer biraz göbekli ve saçları hafif dökük biriydi normalde kadınların beğeniceği biri değildi ama nedense benim üzerimdeki etkisi farklıydı. Kendisi gibi öğretmen olan eşi karakuru tıknaz biriydi ve bizim okulda çalışıyordu. Okuldaki söylentiye göre eşi hasan beyin aşırı istekli olmasından diğer bayan öğretmenlere yakınıyormuş vede bir keresindede hasan beyin aletinin çok büyük olduğunu ve almakta zorlandığını istemeye istemeye kremleancak beraber olduklarını geneldede bir bahane uydurup ilişkiden kaçtığını söylemiş. Bu zavallı adamın durumunu açıklıyordu aslında çünkü genelde derslerde birden oldukça belirgin bir kabartı önünde belirirdi ve ses tonu değişirdi., Bense o günlerde bir arkadaşımın bana verdiği porno dergiye bakarak kendimi odamda parmaklıyarak tatmin etmeye başlamıştım. Bu azğınlığımı bir parçada olsa dindiriyordu ama yeterli gelmiyordu. Bazende hasan beyi hayal ediyordum.Hayallerimin yakın bir zamanda gerçeleşebileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti taki o güne kadar. Mayıs ayının ilk haftası çarşamba günüydü. Kızlar tuvaleti her zamanki gibi sigara içenler yüzünden baca gibi tütüyordu.Ben hayatımda içmedim vede düşünmemde ama ortam muhabbet yüzünden bende takılıyordum.Birden dışardan sesler gelmeye başladı at o elindekini sende hadi hemen sınıfınıza diye. Bu ses Hasan hocanın sesiydi normalde nihal hanım baskın yapardı ama o rahatsız olduğu için okula gelmemişti ve Hasan hocadan rica etmişti. Herkes birden çil yavrusu misali kaçışmaya dağılmaya başladı.Bende tuvaletimi yapıyım öyle derse giderim diyerek tuvalete girdim. Tam tuvaletten çıkmak üzereyken son bir telaşlı ayak sesleri ve  tamam hocam hemen gidiyorum sesi duydum sonrada garip ayak seleri bir erkeğe ait olduğu belliydi ve o tok sesi duydum başka kimse kaldımı diye kapıyı hafifçe açıp pardon hocam hemen gidiyorum dedim.Dur bir dakka deniz seninle konuşacaklarım var dedi.Ben titrek bir sesle buyrun hocam dedim.Bak deniz dedi ailen bana senin durumunu anlattı bendende sana burda göz kulak olmamı istediler sence daha dikkatli olman gerekmiyormu dedi. Ben hocam inanınki ben sigara içmiyordum dedim. Peki sana inanıyorum dedi.Bu arada inanılmaz bir elektrik oluşmuştu aramızda ikimizinde nefesi garip bie şekilde sıklaşmış ve sesi hafif kısılmıştı. Aklımdan olaylar geçiyordu durumumu biliyorsa derste ve dışarda bana o bakışları ve herseferinde tahrik olması beni iyice heyecanlandırmıştı aşağıya hafifçe baktığımda önünün tamamen kabardığını ve aletinin dışarı fırlamak için pantolonunu zorladığını farkettim tam dışarı çıkıp gidiyordumki birden dönüp elimi pantolonunun önüne atıp aletini avuçladım ve boynunu dudaklarımla sertçe öptüm. Müthiş bir biçimde boğuk bir sesle inledi fakat bir saniye öyle kaldıktan sonra ki o bir saniyede o kocaman aletin nasıl kasıldığınıpatlıyacakmış gibi zonkladığını hissettim dur yapma dedi ve beni hafif geriye çekti bende tahrik olmuştum ama böyle bir tepki gelince tam utancımdan biran önce kaçmak üzereydim bir el kolumu tutu ve beni kendine çekti. boynumu göğüslerimi her tarafımı yalıyor kalçalarımı hoyratça okşuyordu. Sonra ikielini omuzlarımın üstünde hissettim beni aşağı bastırarak dizlerimin üzerine çökerttiartık o muhteşem kabarıklığın tam önündeydim. kemerini ve pantolonunun düğmesini çözdü ve kiloduyla beraber dizlerinin altına kadar indirdi. Manzara gerçekten müthişti 19 cm boyunda olağanüstü kalın başı şövalye şapkası gibi ve büyük ve kobra yılanı gibi kıvrılan müthiş bir kokusu olan harika birşeydi başımı kendine çekerek ağzıma dayadı ama dudaklarımın temasına rağmen ağzıma sokamadım ve başını damarlı gövdesini yalamaya başladım. böylece kayganlaştı  ve başını doğrultup itince baş kısmı tamamen ağzıma girdi hafifçe inledim acaip tahrik olmuştum biraz böyle bekledikten sonra ileri itip tamamen ağzıma soktu ağzımda kocaman kalın bir şeyin varlığı beni deli etmişti daha sonra kafamı iki elinin arasına alıp ileri geri itmeye başladı son derece kalın bir aleti olduğu için dudaklarım ileri geri giderken doğal bir vakum yapıyordu vede sürtünmeden kan dolup şişmişlerdi. O da bu yüzden aşırı zevk alıyordu bunu ağzımdaki muhteşem şeyin damarlarının kasılmalarından anlayabiliyordum. ve üç dört dakika bu böyle sürdükten sonra birden kafamı sıkıca tutup geriye doğru çekmeye çalıştı ama ağzımdan birden çıkaramadığı için ağzımda ılık ve krema kıvamında iki tane patlama hissettim tam çıkarken ağzım kapanmadan üçüncüsü dışarıdan ağzımın içine fışkırdı ağzım tamaen dolmuştu  fakat kısa aralıklarla kasılmaya ve yüzümü göğüslerimi meni içersinde bırakmaya devam etti ağzımdakilerde ağzımdan taştığı için çenemden göğüslerime doğru süzülüyordu ağzımdakileri yutmamı söyledi ve bende öyle yaptım tadı müthişti doğrusu vedaha sonra onunkinin başını yalatarak temizletti bana bunlar olurken acaip homurtulu sesler çıkarıyordu.sonra doğruldu ve pantolonu ve kilodunu çekip ilikledi. Bana bakınca her tarafımın meni içinde kaldığını gördü bu şekilde dışarı çıkamazsın beni burda bekle dedi. Bana bedenimi sorduktan sonra beş dakka sonra temiz okul kıyafetleriyle geldi okul aile birliğinden yardıma muhtaç bir kız için deyip almış üstümü değiştim. tabiki kendisi aynı zamanda müdür yardımcısı olduğu için ders saatinde derse girmediğim için hastalık sebebiyle iki günlük izin kağıdı düzenledi.Doğrusu haklıydı ona hasta olmuştum ve artık onu düşünmeden yapamazdım. İki günlük izin ve haftasonunun ardından ki bütün hafta sonu boyunca onu hayal ederek kendimi vıcık vıcık olana kadar parmakladım pazartesi günü saçlarımı özel at kuyruğu yaptım en çarpıcı parfümümü sürdüm ve okulun izin verdiği ölçüdede olsa süper seksi bir hava katıcak makyaj yaptım. sütyen seçimim özellikle göğüs uçlarımı belirgin edecek şekilde şeffaftı ve gömleğimin iki düğmesinide havaları bahane ederek özellikle açmıştım. Üçüncü ve dördüncü dersimiz matematikti ilk iki derseten sonra üçüncü ders tenfüs arasından özellikle dönmeyip tuvalette kaldım. Artık davranışlarımın kontrolü benden çıkmıştı ne olursa olsun diyordum. Gamzeden tırnaklarımı bahane ederek vazelin almıştım ve deliğimin etrafına sürmüş ve parmaklayarak içime yaymıştım. Arkadaşlarımdan sonra öğrendiğime göre beni sormuş onlarda ilk iki derse girdi ama şimdi nerde bilmiyoruz enson tuvalette gördük demişler. Onlara uzun bir yazılı çalışma ödevi vermiş ve dersten çıkmış Ben tuvaletlerden birindeydim ve kapıyı kapamıştım. Beklediğim ses biraz sonra duyuldu dışkapı açıldı ve kapandı ve tanıdık bir ayak sesi duydum.Özellikle biraz tıkırtı çıkardım ayak sesleri benim bulunduğum kapının önüne gelince durdu ve kapıyı açtı. Karşışsında beni görünce kapıyı diğer eliyle itip hemen diğer elini belime dolayıp beni kendine çekti.Elleri ve dudakları her tarafımda hoyratça geziniyoru arada sertliği vücudumun çeşitli yerlerine çarparak beni tahrik ediyordu. Bu sefer o diz çöktü ve kilodumu indirip çıkardı hafifçe kokladı ve cebine koydu. Dudakları ve di,liyle önüme yapıştı acaip yalıyıp vakumluyordu. Hiç bu kadar küçük ve şirinini görmemiştim bu harika dedi bir yandanda elleri kalçalarımda dolaşırken parmakları deliğimi bulmuştu ve ordaki kayganlığı hissetmişti hem öünümü yalıyor hemde parmağıyla arka deliğimi partmaklayarak vıcık vıcık hale getiriyordu tamamen kendimden geçmiştim artık bana tamamen sahip olmasını istiyordum yap hadi yap lütfen diye hafif çığlık arası cümleler ağzımdan döküldü. Bir çırpıda kalkıp pantolonunu ve kilodunu çözüp indirdi görüntü muhteşemdi beni ani bir hareketle ters çevirdi ve tek ayağımı kapalı olan klozet kapağının üzerine koydu. Oan müthişti o kalın büyük alet arka deliğme dayanmıştı önce ileri geri sürterek badanalama yaptı artık isteğim dayanılmaz hale gelmişti sonra birden başı kadar kısmını tek hamelede soktu ama bunu yaparken elini ağzıma götürerek kapatmayı akıl etmişti iyiki bunu yapmıştı yoksa atıcağım çığlığı bütün okl duyabilirdi sanki içim dağlanmıştı bu parmakla kıyaslanmıyacak bir şeydi. Biraz öyle bekledikten sonra ki arka deliğim müthiş sızlıyordu tek hamlede geri kalanını boru sürer gibi deliğime sürdü artık tamamen bana sahip olmuştu yine acımıştı ama biraz önceki, gibi değil biraz öyle bekledi bu arada önümdeki minki şeylede oynuyor göğüs uçlarımı sıkıp boynumu emiyorsu sonra yavaş yavaş harekete geçmeye başladı ileri geri tamamen zevkten kendimden geçmeye başladım tüm vücudum titriyordu borusunu soktukça kalçalarıma çarpan baldırları ve deliğimden gelen vıcık vıcık sesler beni deli ediyordu yaklaşık beş dakka sonra arkamda titremeye başladı içimde hissediyordum aynı şeyi aletini çektiğinde onunla beraber birazda meni gelmişti içimi tamamen doldurmuştuarkamdan meni damlıyordu deliğimin kapanmasını bekledim ve kilodumu çektimonu sarılarak öptüm ve toparlanıp oradan çıkmadan önce bana izin ayarlarmısın kocacığım diyerek gülümseyerek sınıfa gittim ve çantamı kıyafetlerimi, alarak eve gittim. İşte benim ilk seferim
3 notes · View notes
biyiklialperen · 2 years
Text
İçeri girdiğinde karşıdaki ayna dikkatini çekti. Biraz daha yakından bakmak istedi kendine. Altı mosmor gözler, belki de patlıcanları kıskandıracak, şişmiş bir surat. Korktu kendinden bir kez daha! Üzerindekileri inceledi biraz da: beyaz bir tişört, yakasız, ama önü açık oldukça ve bir de pantolon, altında da düz ayakkabılar: siyah. Basit bir giyim tarzı, basit bir hayat için, aksesuarlar yoktu üzerinde. Bu halde çıkacaktı “onun” karşısına. Aklı almak istemiyordu bu gerçeği, saklanmak istiyordu ondan. O ucubenin suratı, ne hakla? Midesi bulanmıyor muydu onun, aynadaki adamı görünce. Kabul edemiyordu onun varlığını, kendi varlığını. Yüzü ona sahte geliyordu. Kendisi sahteydi! Uzun uykusuzlukların yanılsaması mıydı bu yoksa gerçek miydi?
Birden “Bu düşünceler nereye vardıracak beni? Vakit gelmedi mi?” dedi. Odadan çıktı hızla, havasız kokan bir koridor karşıladı onu. Merdivenlere doğru baktı, korkulukları paslanmıştı yıllar önce. Basamaklara mide bulandıran yeşil bir halı eşlik ediyordu. Yürümeye başladı, koridorun sonundaydı merdivenler. Herkes gitmişti, tek o vardı. Birden dona kaldı: koridorun iki yanı da aynalarla örtülüydü! Ne demek oluyordu bu? Daha önce kapılar vardı bu aynaların yerinde, iğrenç odalara açılıyorlardı. Nasıl geçmeliydi bu koridoru? Bu halde nasıl varabilirdi merdivenlerine? Kendi varlığının ispatı değil miydi aynalar? Nasıl geçecekti bu kilometrelerce ray döşenmiş koridoru, bir acı treni içerisinde? Hiç kaygılanmamıştı bu kadar, hayatında ilk kez oluyordu bu. Başı döndü, midesi bulandı, gözlerinin içine kadar oyulmaya başladı kafatası. Elleri titriyordu, çünkü gerçekti o! “Neden düşünüyorum böyle umutsuzca?” dedi kendine. Bir adım atmalıydı, iyi bir şeyler düşünmeliydi. “Onu” dedi kendi kendine. Onu düşünmeliydi: küçük bir kızdı o. Kurtarılmalıydı gerçeklikten. O gerçek bir şövalye olmak üzereydi şimdi, bir koridorcuk kalmıştı yolculuğunun sonlanmasına. Küçük bir kızdı kurtarılacak olan, kıyıda köşede kalmış, ufak burunlu, büyük gözlü, ilginç bir yaratım, ilginç bir aura! Onu kurtarmalıydı ama önce kendini bu aynalardan…
İlk adımı attı bu cehenneme. Gördü kendi yansımasını, öfke sardı içini! “Ucube, ucube! Cehennemde göreyim yüzünü derdim, gerçek oldu. Nedir senden çektiğim? Nedir bu ucube? Şu gözlere, şu buruna bak! Utançsın sen dostum, maddesel gerçekliğin var senin ama utançsın yine de… Nefret ediyorum senden, nefret, ucube ‘ben’”. Bu adam ne hakla kurtarabilirdi küçük kızı? “Yürü yine de dostum, ölü adam, ölü gölge!”
İkinci adımı atma cesaretini de bulmuş oldu böylece, “Hadi bakalım, koy bir ayağını diğerinin önüne, ne kadar zor olabilir? NE!? Sen de kimsin yine? Benim bu değil mi? Nasıl olabilir? Beni kim ele geçirdi? Kim bu adam? Kim bu sahtekâr, ucube? Şu düşük omuzlara bak, ölü adam seni! Kambur câni! Kaç ruhu emdin sen? Söyle bana düşük çene, avazın çıktığı kadar bağır! Kaç ruhu yedin sen? İşe yaramaz uzaylı, hayvanat bahçelerinde maskot bile olamazsın sen!”. Bu adam tanrının lanetini seve seve üzerine almış gibiydi. Kimdi bu adam? Neden alıyordu bu yükü üzerine? Ne istiyordu kendi kendinden? İnsan bunu nasıl yapardı ‘insan’a? Nedendi bu azap, neydi bu sarsıntı? İyi bir şeyler düşünmek istiyordu ama imkânsızdı bu midesi ağzında dans ederken. Eğlendirmişti o varlıkları, dinlemeseler de. Dinleyen kim olabilirdi? Kendisi değil miydi karşıdaki? Küçük kızla hiç konuşmuş muydu? Gerçek miydi küçük kız? Gerçek miydi kendisi? Neydi tüm bu hakaret?
Üçüncü adımı atma niyetinde bulundu yine de. Adam aynadaydı, kendisi aynadaydı, kız da! Ne işi vardı kızın orada? Elinde solmuş bahar çiçekleri, mezarlıklardan yolunmuş. Beyaz bir elbise giyiyordu üzerinde, çiçek işlemeleri geçiyordu belinden, hiç görmemişti bu tarz bir elbise daha önce. Kızın saçları amatörce toplanmıştı, yine de meleklerin temsiliydi işte. Gözlerinin rengini görmek isterken kız kayboldu birden. “Hayır!” diye haykırdı. “Nereye gittin?”
Kız yükseldi havaya, gözlerinin içine baktı ve haykırdı: “Beni sen öldürdün!”. O afalladı birden, ne demekti “beni sen öldürdün”? Kız devam etti hiç durmadan: “Beni öldürdün sen, hiç utanmadın bile. Yüzün kızarmaz senin, ucube! Tanrının belası neredeydin ben boğulurken? Ne desen kâr etmez artık senden nefret ediyorum. Beni ne hakla kendime bırakabilirsin? Ben senindim kendimin değil. Aman Allahım neler oluyor bana? Neden hâlâ yüzüne bakıyorum ki ben?”. Tükürdü onun suratına ve uzaklaşmaya başladı birden. O çok korkmuştu ama zamanı yoktu atıldı peşinden. “Dur! Gitme ne olursun! Dinle beni, dinle. Soğuktu, çok soğuktu ellerin üşüyordum ben. Bir şans ver bana! Ne anlarım ben senin işinden? Çok soğuktu, çok, çok, çok! Sen yardım etmedin bana beni kemirirken hayaletler, yine de susuyorum ben. Ama ne olursun gitme gel buraya!”. Kızın geleceğini kimse düşünemezdi, gitmişti çoktan.
“Lanet olsun senin yapıldığın güne!”. Bir tekme attı solundaki aynaya, paramparça olmuştu ayna, paramparça olmuştu kendi. Biraz dinlenmek istedi ama huzur bulamadı burada. Koridorun sonuna kadar yürümeye karar verdi. Yıpranmış halı boyunca hızla geçti koridordan. Aynalar onu incitmiyordu artık. Yol o yürüdükçe uzuyor o da hızlanmaya devam ediyordu. O koştukça yol uzuyor o durdukça kısalıyordu. “Sıkıştım yeniden” dedi kendi kendine. Yürümeye devam ederken birden sağında sağlam görünümlü bir kapı belirdi. Hiç düşünmeden kapıya döndü. Kapının paslanmış kolunu çevirirken “Umarım kurtarır beni” dedi. İçerisi bir restorandı. Koyu meşeden döşenmiş yerler, hafif bir müzik, karşılıklı oturmuş yemek yiyen uzun saçlı kızlar ve genç delikanlılar, mutfaktan gelen sesler, büyük bir kibarlık havası vardı burada. Tabaklar dolu doluydu, gülüyordu herkes. Şaşırmış bir şekilde etrafını gözlerken birden tıknaz, kısa boylu, bıyıklı bir adam belirdi karşısına. “Hoş geldiniz efendim, ne isterdiniz acaba?” ne mi isterdi? Hiç düşünemiyordu o anda, parası var mıydı, aç mıydı “En son ne zaman yedim ben? 1 saat, 3 saat, 5 saat, 1 gün, 1 hafta, 1 ay?”diye düşündü kendi kendine. Galiba parası vardı, yokladı cebini, “Evet, güzel” dedi kendi kendine. “Efendim, iyi misiniz?” dedi kısa adam, “Oh evet, evet dalmışım. Oturayım düşüneceğim ne yiyeceğimi”, “Elbette efendim, şöyle oturun isterseniz.”, “Hadi git başımdan” diye düşündü ve yöneldi gösterilen yere. Sağlam bir deri koltuğa oturdu, herkesin bir eşi vardı ama o tekti. “Ben ne için gelmiştim buraya?” diye sordu kendi kendine. İçerisi çok sıcaktı, henüz mart ayıydı ama terliyordu, soğuk terlerdi bunlar. “Ne için geldim, evet, unutmamışım, o kız, o melek, onu görecektim. Acelesi var mı? Hiç sanmam. Yemek yemeliyim önce, güçsüz görmesin beni.”. “Garson!” diye seslendi, genç bir çocuk hızlı adımlarla yaklaştı, ellerini önde birleştirdi ve “Buyurun efendim!” dedi. “Bana biraz çorba, yanına da et alacağım.”, “Tabii ki efendim”, garson çocuk dönerken mutfağa doğru bağırdı “Çorba, Et!”. Kafasını ellerinin arasına aldı, düşünmeye başladı “Nereye gidiyorum ben? Nereye varacağım acaba? Ah gitse şu hayaller, terk edin beynimi, ne olursun, sen, kız, terk et benim zihnimi, dayanamıyorum artık, yıkılıyor üzerime tüm bu şehir, tüm Trabzon, tüm gökyüzü beni boğazlıyor, tüm orman beni çağırıyor ‘Gel, gel, vardan yok edeceğiz seni burada!’. Yardım et bana, ben, yardım et kendine! Hadi oğlum, tutun, tutun! Bir kalmalıyız seninle, kaybolma sakın, bırakma beni. Onlar, onlar gelecek yine, bu akşam, korkma, korkma, sen güçlü bir adamsın, ya? Kız değil miyiz biz? Pembe akıyor senin kanın! Tamam oğlum, yok öyle bir şey, erkeksin sen, erkek! Evet, erkek! Dayan oğlum, bırakma beni, ben, bırakma onu, biz biriz kardeşim, ben, biz biriz! Onlara geçit vermeyeceğiz, o kızı gömmeliyiz toprağa!”
Bir uğultu duydu, birisi yanında dikiliyordu. “—fendim, efendim. Y-yeme..ğin.iz haz..ır.”, “Ah öyle mi, sağol, teşekkürler!”, “Cehennemde görüşürüz, ucube”, “NE!?”, “Ne oldu efendim, neden bağırdınız öyle?”, “Ne dedin sen? Ne dedin, bana?”, “Afiyet olsun dedim sadece, bir şey mi kaçırdım ağzımdan?” oğlanın suratındaki endişeyi görünce inandı, çok sorgulamadı. “Özür dilerim dostum, yanlış bir şey anlamışım.”, “Sorun etmeyiniz efendim, iyi günler.”, “İyi günler…”. “Ne yaptın şimdi, ah zavallı beynim, neden bağırdık çocuğa, ucube mi? Ucube ise ucube! Dememiş ki zaten öyle. Nedir bu dostum, cevap ver! Nedir bu?”. Yemeğini hızla yemeye başladı. Birisi arkasından kovalıyor gibiydi, telaşlanmıştı. Yüzü, boynu, elleri kaşınıyordu feci bir şekilde. “Hadi oğlum, bölünme, tek kal, tek!”, ama olmuyordu, kanatacak kadar kaşıyordu ama geçmiyordu. Yemeğini bitirdi, hızla ve amatörce kalktı masasından, sandalye devrildi, sandalyeyi kaldırmadan kasaya doğru hızlı adımlarla yaklaştı. Kaplaması kenarından soyulmuş bir masanın arkasında oturan sakallı adama yanaştı. Hesabı ödedi ve hemen orayı terk etti, restorandakiler birbirlerine bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Dışarı çıktığında koridor değişmişti, yol kısalmıştı, aynalar kırıktı. Ansızın kahkaha atmaya başladı, aklını kaybeder gibi gülüyordu. “Ha ha ha ha ha, gittin değil mi aynalardan, ‘ucube’. Ha ha ha”. Koşar adımlarla merdivenlere doğru yürüdü, artık gitmeliydi onun yanına. Merdivenlerin paslı korkuluklarından tutunarak aşağıya inmeye başladı, halısı yıpranmış konulan çiçek vazolarındaki bitkiler ölüydü. 2 kat indikten sonra buluşma odasına girdi.
İçerisi ana baba günü gibiydi, insanların yüzü ekşimişti, bazılarının yüzündeki çatlaklardan siyah bir gözyaşı sızıyordu. “Şimdi ne oluyor?” diye sordu kendi kendine, yanındaki “Kız ölmüş, cenaze burası!” diye kısık sesle söylendi. Ne dediğini anlamakta zorluk çekti, “Ne dedin? Öldü mü?”, “Evet” dedi adam. Korktu, geri çekildi bir an, sonra kalabalığı yararak odanın ortasındaki masaya doğru yürüdü. İnsanlar homurdanıyordu, onunsa umurunda değildi. Kızı gördü, başında çiçeklerden bir taç vardı. Yüzü bembeyaz olmuştu, dudaklarından kan çekilmişti. Gözlerine bakmak isteyince etrafındakiler engel oldu, dur dediler ona. O ise kıza dokunmak, görmek istiyordu açıkça gözlerini! Etraftakilerin homurdanmaları açık nefrete dönmeye başladı, “Kimdir bu deli?”, “Bir de bununla mı uğraşacağız?”, “Hay Allah belasını versin, nerden girdik bu işe?”. O ise yalnızca kıza dokunmaya çalışıyordu, başaramayacağını anlaması biraz sürdü. Gerçeği kabullenince yere çöktü, ağlamaya başladı. Kızı tabuta kaldırdılar, tabutu kapatınca tabut geri açıldı. Herkes geri çekildi korkuyla, ne olduğunu anlamamışlardı. Tabuttan 7 kişi çıktı sırayla: bir bebek, bir küçük kız, ona koridorda konuşan kız, bir erkek, bir bahçıvan kızı ve kendisi. Kızın kendisi döndü ona, “Dön evine, kimse kurtaramaz beni varlığımdan.”
0 notes
canlidiziizlesene · 3 years
Text
Tumblr media
Yeşil Şövalye http://dlvr.it/S6KmpT
0 notes
Text
100 tl escort Bodrum piyasaya düştü
Bodrum escort
Sokaklarda dereleri mırıldanmak gibi bir ses gelmiyordu ve nehrin ana yatağının altına,100 tl escort Bodrum yalnızca birkaç sığ su birikintisi gördüm,yavaş yavaş titrek bir iplikle birleştiler.Bunlar bile çitlerle çevrili ve korunuyordu,böylece kimse onlara yaklaşamıyordu ve omuzlarında sualtı derileri olan evlerin arasındaSu! Su satmak için ağlardı! Diye ağlıyordu.Açık Bodrum kare içindeki mermer havuzları boştu; Ve onlardan birinde,çubuklarla dövülmekte olan bir adama bakan bir kalabalık vardı.Bir gözlemci bana,şehrin yetkililerinin cezalandırılmasını emrettiğini söyledi,çünkü havuzların,lavaboların ve kanalların hepsinin saf mermer olmadığını,kusursuz olmadığını söyledi.Bunun için, dedi,Şehrimizin 100 tl escort Bodrum piyasaya düştü görkemini ortadan kaldırmak için gelen kötü doktrin,ve bu nedenle su başarısız oldu.Üzücü bir değişim, dedi veşüphesiz onlar neden diğerlerinden daha çok acı çekmeli,ama halkın hangi saatte ve hangi şekilde Kaynağın ziyaretini gözlemlediğini bana söyleyebilir misiniz?Bana merakla baktı ve yanıtladı:Seni anlamıyorum,su prensleri dediğimiz kentin sendikalarının her saat başı sürekli sarnıçları ve kuyularını denetleyen bir ziyaret yok.Bu sizin hangi kaynağından bahsediyorsunuz?
bodrum escort Bu yüzden caddede dolaştım,nereye varmış olduğum eve gelene kadar tüm yoldan geçenler aceleci davrandılar ve yorgun düşündüler.Burada duvara karşı küçük bir havza vardı,içine hala akan ince bir su akışı ve atıcılarıyla yakın duran ve onları doldurmak için bekleyen bir grup çocuk vardı.Evin kapısı kapandı; Ama çaldığımda,açıldı ve bir kız geldi.O,solgun ve üzgün görünüşündeydi,ama yüzünün karının üzerinde şaşkınlık duyuluyordu ve gözlerindeki gençler tarafından,uzun zaman önce benimle üzüm bağları boyunca yürüyen Ruamie olduğunu biliyordum.Her iki elle de beni memnuniyetle karşıladı:Beklediğiniz,Mavi çiçeği buldunuz mu?Henüz değil, diye yanıtladım,ancak bir Bodrum şey beni sana çekti,onunla nasıl geçtiğini biliyorum ve Kaynağı ziyaret etmek için seninle tekrar gideceğim dedi.Bundan sonra yüzü parlaktı,ama ihale,yarım üzücü bir parlaklık ile.Kaynak! Dedi.Ah,evet,hatırladığından emindim,bu da ziyaret saatidir,gelin,birlikte gelelim.Ardından kentin dağınık ve yıpranmış kalabalığına dağ yoluna doğru tek başlarına gittik.Öylece terkedildi ki taşlarla kaplıydı ve tel çimlerle büyümüştüm ki onu 100 tl escort Bodrum bulamadım ancak onun rehberliği için.Fakat yukarı doğru tırmandıkça hava daha netleşti ve daha tatlıydı ve yokluğumda geçip gelen şeyleri sorguladım.Yabancı olarak geldiğimde beni eve götüren nazik adamın kendisine sordum.Yumuşak bir sesle,Öldü dedi.Bir zamanlar bu yolu takip eden erkekler ve kadınlar,arkadaşları nerede? Öldüler mi?Onlar da öldüler.
Peki,burada yürüdüklerinde burada çok sevinçle şarkı söyleyen gençler nerede? Gerçekten de yaşıyorlar mı?Onlar unutmuşlar.Öyleyse 100 tl escort Bodrum piyasaya düştü babaları onları bu şekilde öğreten küçük çocukları nerede hatırlarlardı,unuttular mı?Onlar unutmuşlar.Peki neden ziyaret saatini yalnız başına tuttun,neden arkadaşlarıyla geri dönmedin,günden güne tek başına nasıl yolda yürüdün?
bodrum escort bayan
Bana kutsal bir bakış açısıyla baktı ve elini hafifçe mayına koyarak,Her zaman hatırlıyorum dedi.Sonra yolun yanında çiçek açan birkaç vahşi çiçek gördüm.Kaynağa yaklaştık ve kaya üzerine açılan odaya girdik.Diz çöktü ve uyku kaynağı üzerinde eğildi.Bulmak için ölen güzel adını tekrar tekrar mırıldandı.Sesi,bir zamanlar birçok sese söylenen şarkıyı tekrarladı.Gözyaşları ilkbaharda yumuşak bir şekilde düştü ve düştükçe su sanki kıpırdadı ve eğilimli yüzünü karşılamak için yükseldi ve baktığında çiyin sanki çiçeğe düşmüş gibi hissetti.Carita nehri boyunca yavaş yavaş geldik ve yanında sık sık dinlenmiştik,çünkü baharın yükselişinin kuru yatağına biraz daha su gönderdiğini ve bazılarının da oraya akması gerektiğini düşündüm.Şehir.Yani neredeyse akşamları sokaklara geri döndüğümüz akşam oldu.
100 tl escort Bodrum piyasaya düştü İnsanlar acele edip duruyorlardı,çünkü yeni Prens Su'nun seçilmesinden önceki gün oldu; Ve onlar hakkında çok tartışma vardı ve önümüzdeki yıl düşebilecek yağmur depolarını tutmak için yeni sarnıçlar inşa etme konusunda anlaşmazlıklar var.Ama yabancılardan geçtiğimiz gibi hiç kimsenin umurunda değildi ve biz evin kapısına gözükmeden geldik.Sonra sevgi ve keder için büyük bir istek benim göğsümün içine taşındı ve ben Ruamie'ye,Şehrin yaşamısın,çünkü yalnız seni hatırlıyorum yazan,sırrının kalbinde olduğunu ve ziyaret saatlerini sadakatle saklamış olduğun Nehrin tamamen başarısız olmasının tek nedeni ve yıkımın laneti geri döndü.Öldüğüm bütün çiçeklerin tatlı ruhu ile birlikte kalmama izin verin 100 tl escort Bodrum piyasaya düştü ve sizi sonsuza dek seveceğim
.Hep birlikte Kaynağı her gün ziyaret edeceğiz; Biz,insanları,hayatlarımız ve sözlerimizle,unuttuklarına geri döneceğizdedi.Gözlerinde bir öyle derin bir gülümseme vardı ki anlamımı konuşamıyordu,elimi dudaklarına kaldırdı ve cevap verdi,Bodrum Öyle değil,sevgili dostum,kimin hayatına ya da ölüme şehrin şehre geleceğini,insanların sonunda hatırlayıp hatırlamayacağını ya da sonsuza dek unutacaklarını kimin anlayabileceğini kimin için bildiği için,onun yeri benimdir,çünkü ben burada doğdum ve burada benim Hayat köklüdür.Ama sen,Sakin Kalbin Çocukları'ndansın,ayakları asla hatalar görevi tamamlanıncaya kadar dinlenebilir,gezinme dersleri sonuna kadar öğrenilir.O zamana kadar gidip unutmayacağım; Herzaman hatırla.Sessiz sesinin arkasında bizi zorlayan ve bir rüyada yürüyen biri gibi caddeden aşağı doğru sessiz çağrı duydum.Yolun yıkılmış bağlarla 100 tl escort Bodrum çevrildiği yerde geriye baktım.
escort bodrum
Düşük güneş batışı,başını saran bir altın ışınlar dairesi yaptı ve göksel mavinin garip ikiz çiçeği,huzurlu gözlerinde parladı gibi görünüyordu.O zamandan beri şehre neler olduğunu bilmiyorum,ya da hala Saloma mı yoksa bir kez daha Forsaken olan Ablis mi olduğu bilinmiyor.Ama eğer yaşarsa bunun sebebini hatırlıyorum çünkü hatırlayan ve ziyaret saatini tutan biri var ve dik yaya geçiyor ve güzel adını baharın üzerinde soluyor ve bazen benim Arayan ve yolculuk bana Mavi Çiçeği getirirse,kaynağın hala sularının yanında Ruamie için çiçek açacaktır.Sir Lancelot,Kırmızı Çayır'dan çıkıp birçok silahlı iş yaptığında,Beausejour adlı bir ülkede oyun ve oyunla onu çok uzun süre dinlendirdi.Çünkü bu topraklarda ne kaleler ne de büyüler var,fakat bahçeler ve tarlalarla dolu yalın bahçeler var.Ve orada yaşayan insanlar sürekli iyi naziktiler.Kuzey Galler,Lionesse ve 100 tl escort Bodrum piyasaya düştü Out Isles'ta başlayan savaşlar ve tuhaf araştırmalar arasında hiçbir şey duyulmuyor; Ancak dünya yeşil olduğu zaman dünyaya kadar yaz içeriği iyi; Ve sonbahar yeşil altın renge döndüğünde meyve ağacı ve üzüm bağları arasında pavyonlar atar,mısır,elma ve üzüm hasat Bodrum ederken şarkı ve dans ile neşeli olur;
Ve kışın beyaz günlerinde eğlenceler için dalgıç enstrümanların müziği ve hoş oyunları oynarlar.Ancak o ülkedeki hikayelerin anlatılmasında çok az beceri var,ne erkeklerin baladların ve romantiklerin şarkısını doğru olarak anlamıyorlar.Bir yıl boyunca bir başkası var ve bu yüzden hayatları tükeniyor ve dünyayı Tanrı'ya bırakıyorlar.Sonra Sir Lancelot bu sakin topraklarda bir süre rahatladı ve çoğu kez elma ağaçlarının altında yattı ve yine insanlara yeni oyunlar ve yetenekler öğretti.Geldiği her yere girmek hoş karşılandı,oysa halk,adını ve büyük bir meşhuriyetini değil,turnuvada ve savaşta yaptığı ünlü işleri bilmezdi.Yine de kendi iyiliği için,adil konuşulan ve nezaket dolu ve nazikçe iyi bir adam olan nazik bir şövalye 100 tl escort Bodrum olduğu için,ona yumruk attılar.
bodrum rus escort
Böylece onlara dünyada temiz şövalyeler ve sadık askerler tarafından yapılmış Bodrum 18 lik escort birçok şeyin hikayelerini anlatmaya başladı.Saracens'e ve inanmayanlara karşı yapılan savaşlardan; Romalıların,Kral Arthur'un idaresini ele geçirmek için geldikleri rahatsızlıktan; Onbir kralla savaşın sonu ve biten ancak bitmeyen savaş; Questing Beast'ın Kral Pellinore ve ardından Sir Palamides'in izlediği; Kralın Pellam'a canlılık kazandıran Balin'in; Sir Thomas'ın kadının cesedini aradığını ve bu arada iki şövalyeyi üstesinden geldi ve çirkin Caitiff Abelleus'un kafasını vurdu Bunlardan ve birçokları,kan ve onur dolu şeylerden ve benzerlerinden Sir Lancelot'a söyledi ve Insanlar sözlerini harikaydı.Şimdi,onu memnunça dinleyen aralarında,iyi kan ve yetiştirme gençliği vardı,yüzünde çok adaletli ve büyük boydandı.
Tumblr media
Bodrum 18 lik escort sizleri bekliyor Adı Martimor'du.Kol güçlü ve boynu bir direk gibiydi.Bacakları kül ahşap kirişler kadar sertti ve kalbinde asil yıkık ve işkencelerin açlığı vardı.Sir Lancelot'u bu ürpertici geçmişlerden duyduğunda Bodrum Escort gücünü test etme arzusuyla alındı.
Ve birlikte şövalye Bodrum olabilecekleri şövalye istedi.Fakat Beausejour ülkesinde Sir Lancelot'un yanına getirdiği savaş kurtarma kolları yoktu.Bu nedenle,göğüs plakası için donuk bir plakalı ve bir kalkan için en büyük çaydanlığın kapağıyla ve bir kask için sapın sıkıştığı bir demir yuvarlak pota ile,mutfak gereçlerinden bir koşum takımı moda haline getirmişlerdi Martimor'un arkasında kuyruk gibi.Ve mızrak için,ateşin sertleştiği noktada ona sert bir genç köknar var,Sir Lancelot,tüm bayanlara zarar veren sahte şövalyeden aldığı kılıcı ona verdi.Böylece Martimor,müsabaka için katıldı ve atı tırmandıktan sonra,çok fazla gülme ve sahtekarlık geldi.Sir Lancelot biraz da güldü,o Bodrum 18 lik escort daima mezar bir adamdı veŞimdi şövalye La Queue de Fer'i sırtındaki kuyruk yüzünden aramalıyız dedi.
Ama Martimor yarım öpücük ve yarım ıslanmış ve ağlarken'Ware! Mızrağını kolunun altına soktu.Doğru Sir Lancelot'a koştu ve koşum takımı şaşkına çevirdi ve geldiğinde birlikte vurarak Sir Lancelot'un atının korktuğu ve bir kenara bırakıldı.Böylece,köknar ağacının noktası onu omzunun üstünde yakaladı ve kendisini serbest bırakmak için yaklaştı.Sonra Martimor dizginledi ve bağırdı:Ha! Ha! Demir-Kuyruk iyi yapıldı mı?
Lancelot atısını değiştirirkenGülümseyerek Bodrum 18 lik escort sizleri bekliyor yaparsın,başın çarpı atmaz,başını birinci tur atmaz,aksi halde kaskının kuyruğu sana önce asılır ve ikinci tur vuruş yapmaz! Dedi Lancelot.Böylece atını elinde tuttu ve gençliğin savaşmanın sevinci ile sıcaklaştığının Bodrum farkında oluncaya kadar ve şimdi kabaca ve büyük bir şekilde onunla baş etmeye çalıştı.Bodrum Escort Sonra mızrağını bir kenara atıp kılıç çekti ve Martimor ona doğrultdu ve hafifçe kıpırdadı ve genç elmas ağacını iki kez keserek gençliğin elinde bir çarmıhın üzerinde kalmadı.Sonra gençler ateşle doluydu ve o da kılıç çekti ve Sir Lancelot'ta ağır ağır sıkılarak bir ağaç dikti.Ancak şövalye,diğer nefes nefese kalana kadar tereddütsüz korudu ve kör oldu.Sonra Lancelot kafasına güçlü bir darbeyle çarptı,ama kılıcının yassığıyla,Martimor'un nefesi onun tarafından temizlendi ve kan ağzından fırladı,ve atının krupunun üstünde olduğu gibi düştü Bir adam öldü.Sonra Sir Lancelot daha fazla güldü ama üzüldü,zira gençliğe zarar verdiğini yüreklendirdi ve O'nun iyi geçmesini seviyordu.
Bodrum 18 lik escort sizleri bekliyor
Böylece ona doğru koştu ve onu kollarında tuttu ve ona yöneldi.Ve nefes tekrar bedenine girdiğinde,Lancelot sevindi ve o eşitsiz müsabaka ve darbenin çok ağır olduğunu bağışladığı gençlerden istendi.Bu Martimor oturup kalktı ve eliyle tuttu.Pardon?
 O ağladı.Seninle benim aramdaki aflardan bahsetmedim,Lord Lancelot! Hayatımda daha önce hiç olmadığı kadar sevinç verdin.Senin gücünü hissetmekten mutluluk duydum ve şimdi ben de görüşümü açıkladım ve ben de Bir şövalye ol ve bana ne ve hangi topraklarda büyük macera arayacağımı söylemelisindedi.Sir Lancelot,genç Martimor'a şövalyelik asil düzeninin tüm gelenek ve iddialarından bahsetti ve şöhret ve ün kazanmak için iyi yönetilen ve başarılı bir şövalye Bodrum 18 lik escort olabileceğini söyledi.Her ikisi arasında da ilk kardeşlik ve sevinç vardı,ancak yıllarca ve yetiştirme aşamasında çok uzaktaydılar ve bu kardeşlik,göreceğiniz gibi sonuna dek katlandı,ne de affet kırıldı.Böylece ustasının Bodrum Escort gençliğini isteyerek öğrendim; Sanatta ilk olarak talimat verilmekte Bodrum 18 lik escort sizleri bekliyor ve bir atı yönetmek ve yönlendirmek için zanaat; Sonra kalkanı ve mızrağı tutun ve hem kesip hem de kılıç ile sarın; Ve son olarak onur ve nezaket yasalarında,bir insanın kendi ruhuna egemen olabileceği ve böylece 
Tanrı'nın lütfu,prenslerin övgüsü ve adil Bodrum bayanlar lehine olabilir.Bunun için sana söyleyeyim, dedi Sir Lancelot,bir elma ağacı altında bir araya geldiğinde,Sahte şövalyeler olan,insan ve kadınla iman kıran,kıskanç,şehvetli ve orgusal birçok iyi savaşçı var.Onlarda cesaret var.Acımasız ve sevgi acımasızdır ve sonunda utanç duyar ve kendilerinden daha basit bir şövalye ile üstesinden gelir,yoksa üzüntü kazanırlar ve daha iyi adamların öldürülmesine rağmen olsalar da,paramurlarıyla birlikte Rahim ve bedenden sıkıntı çeker,çünkü o sahte,hiçbiri doğru olamaz,fakat her şey onun için mutsuz olacakdedi.Martimor,Ancak bir insan kalpte gerçek olursa nasıl olur dedi,ancak bazı büyüler ya da kötü bir servetle,efendisine ya da arkadaşına,hatta Balin'e ve onun arkadaşına zararlı olan kötü bir şey yapabilir.Kardeşi Balan diğerini bilinmeyen her birini öldürdü?Bu Tanrı'nın elinde, dedi Lancelot.Şüphesiz,affedebilir ve onun mutsuzluğunu yaşatır,çünkü sırrının onunla olması çok önemlidir.Martimor,Ve eğer bir adam aşık oluyorsa nasıl olur da sevgisi onun için yasal olmayan biri üzerine kurulmuş olsa da ya sevgisini inkar etmeniz gerekir ya da çok utanç verici,aksi halde yapması gerekir O zaman ne yapacak?Bu Sir Lancelot sessiz kaldı ve büyük bir nefes aldı.Sonra şöyle dedi:Bu adamın acı çekeceğine güvence verin,çünkü bu ağın dışına çıkamaz,bir yanda sahtekarlıkla veya diğer taraftan ihanet ederek kurtulamaz,bu yüzden kaçmayı deneyeceğim demeyin.,Ama bağlı olduğu bağları taşımak ve Bodrum Escort onları onurlandırmak için daha ziyade haklı olarak.Nasıl Bodrum olabilir bu?
 Dedi Martimor.Lancelot,temiz yaşama yoluyla ve kendini kanı ısıtan şarabın,kalbin şiddetinin harcandığı ve üstesinden geleceği görevler,emek ve savaşlarla Bodrum 18 lik escort sizleri bekliyor kendine saklayarak ve hanımının saf ibadetinde içten sevinç içinde bulunarakkendisini koruyarak dedi.,Hiçbirinin suçu yoktur.Ardından nasıl bir adam bir maceranın ardından kendini kat edecek? Dedi Martimor.Bu arada yüzünü her yere öne sürükleyecek,sağa sola dönmeyecek mi,sola dönmeyecek mi,yoksa onunla ne yaparsa yapsın,yoksa kendisini çağıran onlara cevap vermeye hazır olacak ve onlara yardım isteyenleri destekleyecek mi? Kurtarma ve iyi hizmet için kendi yolundan bir kenara yönelmek mi?Yeterli soru! Dedi Lancelot.Bu,her erkeğin kendisi için değil,kendisi için cevap vermesi gereken şeylerdir,gerçek şövalye zamanın danışmanlığını alır; her gün kendi işini yapar.Ve bir görevin kazanılması acele ya da neşe değil,fakat neye ihtiyaç duyar? Yapılsın,Bodrum 18 lik escort yolda iken yapman gereken budur.
2 notes · View notes
Photo
Tumblr media
1 note · View note
myfiko · 4 years
Photo
Tumblr media
Masmavi Bir Masal: Kelebekler Vadisi Yeşil ve mavinin buluştuğu, doğanın kucağına kendinizi atacağınız, bakir kalmayı başarmış, cennetten bir köşe… Tatil köyü tanıtımlarında sıkça duyduğumuz ve duymaktan öylesine sıkıldığımız bu cümleler keşke klişe olmasaydı ve biz de Kelebekler Vadisi’ni size bu şekilde anlatsaydık. Çünkü bu kelimeler tam olarak Kelebekler Vadisi’ne ait. Ancak siz klişeden uzak, keşfetmeyi seven gezginlere Fethiye Kelebekler Vadisi’ni şu şekilde de anlatabiliriz: Fethiye’nin Faralya Köyü’nde yüksek tepelerin arasında kalarak kendini korumuş muhteşem bir doğa güzelliği burası. 1987 yılında Faralya köylülerinden satın alınarak oluşturulan Anadolu Turizm Geliştirme Kooperatifi tarafından korunmuş olan Kelebekler Vadisi, 8 Şubat 1995’te 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edildi. Böylece burası imara kapandı. Yani burası için “kendini korumuş doğal bir alan” cümlesi son derece sağlam temellere dayanıyor. 350 metreye ulaşan sarp kayalık duvarlarla çevrili olan vadi ismini, barındırdığı 80’den fazla kelebek türünden alıyor. (Özellikle kaplan kelebeği çok meşhur.) 50 metre yükseklikten dökülen şelale, vadinin ortasından geçen bir dere ile Akdeniz’e ulaşıyor. Tüm bu özellikleri ve bozulmamış doğasıyla Faralya Kelebekler Vadisi İlk cevabımız muhteşem bir doğa olacak. Sert kayalıkların arasındaki masmavi deniz, sizi hiç bırakmayacak bir yeşillik ve sessizlik. Burada denize girebiliyorsunuz. Deniz son derece temiz ve sakin. Yalnız incecik kumlardan bahsedemeyeceğiz. Zemin kayalık olduğundan yosunlanmış kayalıklara dikkat. Kelebekler Vadisi’nde koy turları oldukça meşhur. Şövalye Adası, Samanlık, Hillside, Akvaryum, Dalyan, Kızılada ve Çalış Plajı’nı kapsayan pek çok tura katılabilirsiniz. Kelebekler Vadisi, trekking ve tırmanış için de oldukça uygun. Macerasever bünyeler bu zorlu tırmanış imkanlarına bayılıyor. Vadinin içlerine doğru karşınıza çıkacak patikayı 900 metre takip ettikten sonra 100 metrelik yamaç tırmanışını da tamamlayabilirsiniz. #kelebeklervadisi #fethiye #fethiyekelebeklervadisi #faralya #lycianway #likyayolu #outdoors #outdoor #outdoorphotography #butterfly #naturephotography #adventuretime #adventure #climbing #gezmeler #voyage https://www.instagram.com/p/CEb-PcUnGeB/?igshid=1y0yfisofn3qd
0 notes
siyahojelisadist · 7 years
Note
Film öneri?
Inception
The fault in our stars
Into the wild
Lucy
Interstealler
3 İdiots
Açlık oyunları serisi
Harry Potter serisi
PK
Inside out
Limit yok
Deadpool
Gravity
Maze runner serisi
Charlie’nin çikolata fabrikası
Makas eller
Ölü gelin
If I stay
V for vendetta
Minions
In time
The theory of everything
Karayip korsanları serisi
The social network
Mr. Nobody
Barfi
A walk to remember
Kanlı elmas
The great gatsby
Alice harikalar diyarında
Pitch perfect
Aşkın 500 günü
A beautiful mind
Yerdeki yıldızlar
First time
Paper towns
Dejavu
Percy jackson serisi
Ejdarhanı nasıl eğitirsin
Arkadaştan öte
Big hero six
Wall-e
The devil wears prada
Baykuş krallığı efsanesi
Never back down
Saksı olmanın faydaları
Küçük prens
Brave
Yukarı bak
Karlar ülkesi
Karmakarışık
Ratatuy
Alice harikalar diyarında 2
Noel gecesi kabusu
Frankenweenie
Hayalet süvari
Büyük balık
Dark shadows
Black swan
Rango
Leon
LOL
So undercover
Let it shine
Lemonade mouth
Dahi prens
Asi ses
50 ilk öpücük
Green Street Hooligans
Mary and Max
Dead Poets Society
Now is Good
The notebook
Fight club
Mean Girls
Easy A
Hotel Transylvania 1-2
Köfte yağmuru 1-2
Memento
Project X
Kuzuların sessizliği
Uyumsuz
Yandaş
Joy
Star wars serisi
Marslı
Steve Jobs
Sil baştan
Yüzüklerin efendisi serisi
Amy
Esaretin bedeli
Kara şövalye
Forrest gump
Er Ryan'i Kurtarmak
Yeşil Yol
Piyanist
Köstebek
Kara Şövalye Yükseliyor
Amelie
Bir rüya için ağıt
4 notes · View notes
cncizmirescort-blog · 6 years
Text
Şimdi izmir escort Geldi
Şimdi izmir escort Geldi
Bir başka yatılı da Peder Arthur Lyle.Evet,kafayı çizen o oydu.Hala Alsancak Escort ukderella dır başlıyorsun Lynn,her şeyi bir dakika içinde söyleyeceğim Tek İzmir Escort oyunculuk.İlk kez yürüdüğünde Lynn,kendisinin gittiğini hissettim,konuştuğu ilk satırları,bana sahip olduğunu,izleyicilerdeki erkeklerinkinden daha farklı olduğunu,uzun boylu ve ince olduğunu ve onun odaya geleceğini hiç duymadın,ama sen onu hissettin,İzmir bir şövalye resmini andıran bir yüzü vardı bu Yuvarlak Masa grubundan birine benziyordu ve bir çello solosu gibi bir ses Ve onun tavırları!Lynn,eğer en iyi resim odasında John Drewu alıp ikisini İzmir Escort karşılaştırırsanız,Johnu barışı bozduğu için tutuklatırsınız.Size ayrıntıları anlatacağım,ancak bir aydan az bir süre Arthur ve ben nişanlıydık,bir gece bir Metodoloji kilisesinin bir gecelik durağında vaaz etti.Öğle vagonunun büyüklüğünde bir İzmir papazlık vardı; tavuklar ve zayıflarken,Arthur bana cennetle ilgili iyi şeyler anlatıyordu,ama asla aklımı bu ballı suckles ve tavuklardan alamayacağım.Hayır,sahneye çıktığımı söylemedim,işten ve İzmir Escort onunla birlikte olan her şeyden nefret ediyorum; onu sonsuza kadar kesip elimine etmekten başka bir şey görmedim.iyi bir kızdı ve bir elocutionist dışında,itiraf etmem gereken bir şey vardı ve bu vicdanımın tüm duruşuyla ilgili.İzmir Ah,sana söylüyorum,Lynn,mutluydum,koroda şarkı söyledi ve dikiş topluluğuna katıldım ve Annie Laurie şeyini düdük çalarken profesyonel meslektaşları kuşatacak şekilde seslendirdim.haftalık köy kağıdı bunu bildirdi ve Arthur ve ben kürek çekmeye,ormanda yürüyüşe çıkmaya ve çalıyorduk ve o poky küçük köy dünyadaki en iyi yer gibi görünüyordu.Orada daima yaşamaktan çok isterdim.
Alsancak Escort ukderella dır
Fakat bir sabah eski dul eşi Bayan Gurley,dedikodular geçirdi ve arka pervazındaki fıstıklara yardım ederken bilgi toplamaya başladı,çünkü odalarını kiralayan millet İzmir Escort yapıyordu.Bay Lyle onun fikriydi.Dünyadaki bir aziz benimkiler gibi ben de tüm erdemlerini ve İzmir armağanlarını dolaştı ve bana Arthurun çok önce değil,mutsuzlukla sona eren son derece romantik bir aşk ilişkisi yaşadığını söyleyerek yuvarlandı.ayrıntılara girmiş gibi görünmüyor,ama oldukça sert vurulduğunu biliyordu,daha soluk ve daha incindi,dedi ve bir kadının hatıra kutusuna bir İzmir hatırlama ya da hatıra kutusuyla yaptığı bir şeyler hatırladı.yaptığı İzmir Escort çalışmada masanın çekmecesine kilitlendi.Birkaç kez,Akşamları o kutu üzerinde görmüştüm,o da odaya girerse o daima hemen kapatır dedi.Eh,bilek tarafından Arthura geçmeden önce ne kadar zaman geçtiğini ve onu sahneye götürüp İzmir kulağına tısladığımı hayal edebiliyorsun.Aynı öğleden sonra körfez kenarındaki su zambakları arasında bir teknede tembellik ediyordum.Arthur,derdim ki bana başka bir aşk ilişkisi yaşadığını söylememiştin,ama Bayan Gurley,Ben biliyormuşum gibi Alsancak Escort ukderella dır yapmaya devam ettim.
buca escort da bir izmir escorttur
Şimdi,dik bir bankta,çatlakların içinde diz çöküp duruyorum ve İzmir Rus escort herzaman Ön planda durur çimenlerin arasında gür ve yeşil renkte duruyor ve sallayarak dalgalanıp akıyor gibi görünüyor.Aşağıda birkaç bit sürüklenme ahşabı ve mor kabuklarla dolu küçük bir kumsal bulunur ve böylece dalgacıklarının İzmir Escort hafifçe sıçramasına dikkat çeken duvarlar öne çıkarılarak korunaklı olarak korunur.Denizden biraz uzaklaştığında İzmir dalgalı kayalardan daha kabaca kopar ve dalgalar kopmadan önce,her biri,okyanusun derinliklerinin açıkça görülebileceği yarı saydam bir pencere aracılığıyla bir görüntü belirtir gibi,tarif edilemez biçimde yükselirler.ama uygun görme açısını uygulayın.Geri çekilimin sağında yüksek bir duvar,görünümü sınırlıyor,sola yakın Fort Greene nin korkuluk korkulukları ön plana çıkarken,yemyeşil kesesi mavi sulara karşı çok rahatlamış ve içeriye doğru giden her ganimet çim mağarasına doğru yelken açmış İzmir Escort görünüyor.Orta mesafede beyaz bir deniz feneri var ve ötesinde eski Fort Louis yuvarlak kulesi İzmir ve Conanicut un yumuşak alçak tepeleri var.Peruğumun penceresinin etrafında dönen huş ağacının ortasında zaferle bir oryolu şirupları var;Benden önce bir kundak balığı duruyor ve beklemektedir ve püsküren bir kara kuş,kararmayı kanatlarında göstermektedir.
İzmir Rus escort herzaman Ön planda durur
Sloops ve schooners sürekli rastgele,beyaz yelkenleri,yeterince uzakta,havadan muğlak bir mavi manto alarak,gidip gidip gidin.Yelkenli tekneler mesafedeyken sallanıyorlar her biri kanvasın beyaz bir kanadı veya yaklaşıyor ve aniden kümeye bakarken,bir anda diğer ipin üzerine konuyor ve hemen hemen uzak görünüyor.İzmir Escort Suyun üzerinde böyle canlı bir ışıltı,çimenlerin üzerinde böylesine parlak bir tazelik var;sanki tüm hazin İzmir rüyalarmış gibi sanki erken haziran ayında olduğu gibi,bütün dünya da bir yaz gününün yaratılması.Petrarca hala bu dünyevi şeylerin güzelliğini biliyor ve hissediyor ise,bir ömür boyu acıları için bir miktar geri ödeme almış gibi görünebilir;bu,bir okuyucunun,yıllar boyu süren bu ölümden sonra,bu çim ile eşleşmesi için sonnetlerini seçmesi.çiçekler ve bu mavi dalgaların yumuşak geçişi.Ancak gün geçtikçe daha uzun ya da daha sürekli bir şiir yerinde olmayacaktı.İzmir Bu dar korunun bir sonnetin uygun İzmir Escort sınırlarını öngördüğünden;ve yonder projektör duvarındaki ripple çizgilerini saydığımda,sadece ondört kişilik bir alan olduğu kanıtlandı.Doğa,küçük yeteneklerle kaprislerle buluşuyor.Petrarca nın bu hassas yapılarını inşaa eden kelimeler,bu küçücük kumsalındaki kumlar kadar ince ve yumuşaktır ve eğer varsa monotonlar komşu okyanusun monotonudur.Mümkün değil mi.Güzel dünya,bu şiirin ve tutkunun yeni olduğu zamanki gibidir;Aynı güneş ışığı,aynı mavi İzmir Rus escort herzaman Ön planda durur su ve yeşil çim;
izmir de esc denince akla izmir escort
Bu beyaz tuvali kir olmadan idare etmek zordur.Macgregor,gördüğüm İzmir Rus escort bayan çıtayı yüksekte tutmayı iyi bilir son buluşun tek versiyonunda,kafiye atma girişimini bırakıyor;ancak bu açıdan orijinalin sıkı düzenini izlemek hoş karşılanmanın vazgeçilmez bir sorunun parçasıdır.Ve bu dil birliği İzmir Escort üzerinde başkanlık yapan ve bazen sessizce kelimeleri düzene koyan bir çeşit tanrı var gibi görünüyor,herkesin kendi zavallı İzmir girişimleri başarısız olduktan sonra.Yonder bir kunduz balığı avını uçuruyor ve duruyor,havada bir kelebek gibi çırpınarak balıklara doğru dalış yapıyor ve başarısız oluyorsa,çıkıntılı duvarda tünemiş.Komşu güvercinliklerden gelen güvercinler,körfezin parapetinde yanar,makbul bir otlak bulan sessiz sığırlardan korkmazlar.Uçuş yaparken bu güvercinler aynı anda yere çıkmazlar,ama kendilerini bu kadar havalı şeylerde neredeyse gülünç bir şekilde dikkatle İzmir yaklaştırırlar,İzmir Escort utangaç küçük bir atlamayla esintiye güvenirler ve bir sonraki aşamada An güvenli bir şekilde kanatta.Bol miktarda güneş ışığı her şeyi sular altında bırakır! Çimlerin ve yoncanın büyük kümeleri köklere gömülüdür;su gibi sapları arasında akar;lila çalılar bunu hevesle sarar;huş ağacının en üstteki yaprakları perdahlanmıştır.Bir gemi sıçrama ve kükreme ile yanar ve yanındaki beyaz sprey güneş ışığıyla parıldar.
İzmir Rus escort bayan çıtayı yüksekte tutmayı iyi bilir
Ancak dünyada acı var ve Laura ölmeden önce Petrarca ya ulaştı ona ulaştığında.Bu enfes sonat şunu gösteriyor:Bu sonatlar Petrarca nın daha önceki tarzındadır;ancak İzmir Escort Laura nın ölümü bir değişiklik getirdi.Koyun önünden aşağı doğru inen biraya bak.Rüzgarın yakınında çekiliyor,güneş ışığında pervazları beyaz,büyük yelkenleri aynı karlı parlaklığa maruz bırakıyor ve tüm şişen tuval dünyadaki pek çok şey gibi bu güzel güzelliklere İzmir dönüştürülüyor neredeyse hiç insan formunun mükemmel hatları verebilir.Şimdi rüzgârın içine çıkıyor ve güçlü bir çırpınışıyla gidiyor,kulağın yarım mil mesafesinde vuruyor;sonra diğer pütürüyle kayar,gölgeli yelken yanını gösterir,o uzaktaki sis bölgesine ulaşana kadar.Öyleyse Laura nın ölümünden sonra sonnetleri değiştirin,İzmir Escort sonuncusu,sonuncusu mavi mesafede birleşene kadar,gölgeli bir şekilde büyür.Ve yine yaşıyorum! Bu sözcüklerden önce ne kadar duraklama söz konusudur! uzun nefes çizmek,ölçülemez derecede uzun;Shakespeare in Kleopatra nın ölümünden bu yana önce gelen geniş yürek atış İzmir aralığı gibi.Edebiyatta aynı geniş duygu alanlarına sahip başka bir pasaj düşünemiyorum.Aşağıdaki sonnet bana en görkemli ve bütün hacimde yoğunlaşmış gibi görünüyor.Söz tarafından rahatlamayacak bir umutsuzluğun zafiyetidir.Petrarca nın sevgisinin vurgulayıcı gerçekliğini ve daykisini,sonuç olarak,bu İzmir vizyonların yüksekliklerinden İzmir Escort anladığı ve hayatının uzun rüyasını araştırdığı zaman ona giderek daha kesin ve daha şiirsel hale geldiğini ve daha uzakta ve uzakta olduğunu ortaya koyuyor İzmir Rus escort bayan çıtayı yüksekte tutmayı iyi bilir sadece belirsiz bir duygusalcılıktan.
işte size izmir karşıyaka escort
zevk teknesi beş yüzyıl önceki arkadaşlarını ve sevgililerini bildiğimiz İzmir Rus eskort yattığı yatağa yakışır için taşıyabilir;Petrarch ve Laura,Boccaccio ve Fiammetta yı yoldaşlar olarak ve Chaucer le yabancı konukları arasında olabilirler.Her neyse,gezginlerini biliyorsam,ayakları İzmir cilalı,tatlı gibi İzmir Escort sesler taşıyor.Dünyayı bu kadar genç,sonsuz,fantezi,özgür,neden bu lezzetli İtalyan sayfaları var,ancak gramer örneklerine işkence yapmalı?Browning in sıkıcı gömülmesiyle eşleşen bir keyifli kitap için hayal edilecek hiçbir ödül yok mu?Yeterince güneş altında kaldığı ve saf tuzlu havada soğutulduğu zaman,yuvarlak yonca içinde ıslandığında ve kokulandığında sayfa sayfa verildiğinde,Bu tür etkilerle cesaretlendirmek,en azından bir sonatı çevirmeme izin verin ve tatlı İtalyan hecelerinin gitmesinden sonra bir şey kalmasına bakın.Bu kıtanın keşfedilmesinden önce,İngiliz İzmir edebiyatının varolmadan İzmir Escort önce,Chaucer çocukken,bu sözler yazılmıştı.Yine de günümüze kadar bu laburnum çiçekleri başımın üstünde duran kadar taze ve kusursuzlar.Değişken ve belirsiz hava yelken kokusu ile birlikte geldiğinde,bu uzun yüzyıl boyunca Laura nın anısına bir nefes kokusu İzmir gelir.Goethe,çevirmenleri taşıyıcılara kıyasla iyi şarap pazarlamaktadır ve bu şekilde anlaşılmaz bir şekilde sulanır.Biri bir şiir ne kadar överse o kadar absürd,belki de onu tercüme etmeye çalışırken o kişinin tutumu olur.
İzmir Rus eskort yattığı yatağa yakışır
Çok takdir edilebilecekse doğal soruşturma,neden yalnız bırakmayalım?İnsan ırkına şüpheli bir nimet,çeviri içgüdüsü hâlâ geçerli,aklı daha güçlü;ve bir tanesi bir kez İzmir Escort verdikten sonra,çevrilmemiş her sevilen ağaç,sırt ağrısının temizlendiği ağaçlar gibidir;her biri duruyor,sessiz bir meydan okuma,onu kesene kadar.Tekrar baltayı deneyelim.Laura şarkı söylemek için.Körfez karşısında baktığımda,tepelerin üzerinde dinlenmiş ve her uzak yelkenle bile,mutlu günlerin ruhlarından dokunmuş görünen,büyüleyici bir mavi pal örtüsü gelin örtüsü;Yaz mevsiminde bu yumuşak manzara güneşi kuşattı.Petrarrc ın bu şiirlerine asılan atmosferik film İzmir Escort böyle ve tarif edilemez;sözcükler hakkında hassas bir pus vardır,onlara dokunduğunuzda kaybolur ve geri adım attığınızda tekrar ortaya çıkar.Bu sonnetin etrafında nasıl sarılmaktadır!Petrarca nın aşk şiirleri arasındaki en havalı ve en kaçak,bildiğim İzmir kadarıyla neredeyse tamamına vermek için yarattığı ciddiyet havasını en az gösteren bu küçük keşif veya madrigal.Buradan,Laura yı en uzakta tuttuğu anlarda,neredeyse konvansiyonel ve mahkeme olabileceğini görmek ilginçtir;ve daha sonraki sonnetlerindeki ciddiyet duygusunun derinlikleriyle İzmir karşılaştırıldığında,genç huş ağacının yapraklarının çamların arka İzmir Escort planına karşı yumuşak bir şekilde parıltısı gibi görünüyor.Öte yandan aşağıdakiler bana Shakespeare sonatlarından biri gibi görünüyor;ardışık ifadeler teker teker,bir yat filosu gibi yelken açar;her biri zarif İzmir Rus eskort yattığı yatağa yakışır kanatlarını yayar ve kayar.
http://cncizmir.com/simdi-izmir-escort-geldi/
0 notes
sizekitap · 7 years
Text
Sir Gawain ve Yeşil Şövalye
Sir Gawain ve Yeşil Şövalye Kolektif Yapı Kredi Yayınları
On dördüncü yüzyıl sonlarında kimliği bilinmeyen bir şairin yazdığı Sir Gawain ve Yeşil Şövalye dolaylı bir ahlak dersi olmasının yanı sıra aynı zamanda bir büyü, korku, baştan çıkarma ve macera hikâyesidir.
Noel akşamı, elinde koca bir baltayla Arthur’un şölenine dalan, atı da kendisi gibi yemyeşil bir şövalye, kralı bir oyuna davet eder. Kralın yerine bu meydan okumayı kabul eden Gawain adlı şövalye hikâyenin devamında hem fiziksel, hem ahlaki açıdan sınanacaktır.
Şiirde standart İngilizceyle günlük dil, Platonik aşkla cinsellik, zarif davranışlarla kan ve vahşet, zengin doğa görünümleriyle şaşaalı kapalı mekân tasvirleri iç içe geçer. Şövalye hikâyelerinin klasik düzeni Sir Gawain ve Yeşil Şövalye için de geçerlidir: Temeli İsa’nın Kutsal Kâsesi’ni aramak olan bir yolculuk, baş edilmesi gereken doğaüstü bir düşman, ölümle yüzleşme ve bu deneyim sonunda şövalyenin daha olgun bir insana dönüşmesi…
devamı burada => https://goo.gl/77R8Jp
0 notes