Tumgik
#Para AKlama sofrası
seslimeram · 5 months
Text
İnsana Reva Görülen Hiçlik Midir?
Tumblr media
Bütünleşik, belirgin, ucu bucağı olmayan bir kuşatma hali içerisinde sıradan insana hiçliği reva görüyor muktedir. Erk, muktedir ve payandası olagelen seçilmiş / atanmış temsillerin suna geldiği perspektif doğrudan sınırsız bir sömürüyü imlerken sıradana sizler bu hayatı nah yaşarsınız diye buyruluyor. Derme çatma bir ilkellikten çıkagelip, ederi en az birkaç yüz bin euro ile ölçülen şatafatlı araçlardan, birkaç on milyon lirayla kurulabilecek saray benzetmesi binaların, ev zannedin siz diye göze sokulmasına, avuç avuç, tomar tomar, ol öbek öbek, çuval çuval paranın / altının / herhangi bir ederi olan metanın ifşasından hep buradayız, bakın iktidarın pabucunu kemirerek, yolunda ölürüz biz diyerek kolajlanmış dehşet dolu bir güncelliğin ortasında hiçlik / sıfır reva görülüyor sıradana. Muktedirden o olur bahsini hallettikten sonra, önce umre seyahati, sonra da sermayeye kavuşan yeni nesil müteşebbislik de ol kördüğümün, sıradan için hiç kılınmış yaşamsal hakların üstüne çökülmesi bahsinin her nasıl kolayca bina edildiğini bildiriyor.
Her gün bir ismin / yapının açığa düştüğü, muz cumhuriyetinden hallice olagelen bir saha ya da yerde artık kimin ne olduğunun belirsiz kılındığı bir yağma sofrası var edilir. Daimi bir yağma, sürekli bir söğüş etme, aralıksız bir biçimde beka sağlama oyunlarında seksten uyuşturucu trafiğine, kumardan silah ticaretine, devletlinin olur verdiği her alanda bir açık hacamat oyununda figürasyon, para aklama, rant devşirme vesaire ile o kurgunun hayatın ta kendisini kuşatması var edilir. Soruşturmalar, gözaltılar başlayasıya kadar çoktan verip mehteri coşkuyla başka ellere transfer olunan para / altın / emtianın ortasında tek bir günü var edebilmek, onu da yaşayabilmek için onlarca badireyi ele alan, atlatma çabasında olan sıradanın hakkının / hukukunun / dişinden tırnağından arttırdığının da hiç edildiği bir hal var edilir. Mafya diliyle eyleme geçmiş devletin, devletleşen mafyanın kura geldiği şeyin salt o ekonomik boyunduruk değil aynı zamanda sosypolitik bir tahakküm halinin ta kendisi olduğu genel geçer değil doğrudan eylenen her hamlede biraz daha belirgin olur. Tümüyle yaşam bahsinin yerle bir edilmesinin kesintisiz hamlelerle var edildiği zeminde yaralarla, berelerle birlikte insana hiçlik armağan ediliyor. Ne adalet, ne hürriyet ne de tek satır da olsa eşitlik.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Agos Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de gazete binası önünde o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından düzenlenen suikast sonucu yaşamını yitirdi.
Cinayetin faili olduğu belirlenen Ogün Samast, 20 Ocak 2007’de Samsun otogarında yakalandı. 24 Ocak 2007’de tutuklanan Ogün Samast, geçen şubat ayında cezasını çektiği Kandıra F Tipi cezaevinden Bolu F Tipi cezaevine nakledildi. 16 yıl 10 aydır cezaevinde bulunan Samast’ın 1 yıl önce "iyi halinden" dolayı koşullu salıverme kapsamında cezasının dolduğu ve cezaevi yönetimi tarafından bu süreçte deneme aşamasında olduğu öğrenildi.
Samast, koşullu salıverme şartlarını taşıdığına kanaat getirilerek tahliyesine karar verildi.
Örgüt Üyeliğinden Ek Ceza Almadı
Agos gazetesinde yer alan habere göre, Ogün Samast, cinayeti işlediğinde yaşı 18’den küçük olduğu için “tasarlayarak adam öldürmek” ve “ruhsatsız silah bulundurmak” suçlarından toplam 22 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. İnfaz yasasına göre Samast bu cezanın 15 yıl 2 aylık bölümünü yatacaktı. Bu durumda Samast daha önce tahliye edilecekti.
Ancak 2020 yılında cezaevinde gardiyanlara saldırdığı gerekçesiyle 4 yıl ek ceza almıştı. Samast böylece bu ek cezanın tamamını yatmadan tahliye oldu.
Öte yandan Samast için Yargıtay'da bekleyen bir dosya daha bulunuyordu. Ogün Samast örgüt üyeliğinden hüküm giymemişti. Dink ailesi avukatları karara bu yönden itiraz etmişlerdi. Sonrasında mahkeme, Samast'a örgüt üyeliği cezası da verdi. Ancak Yargıtay Samast'ın örgüt üyeliğini 220. madde kapsamında değerlendirdi ve bunu da zaman aşımına soktu. Böylece Samast örgüt üyeliğinden ek bir ceza almadı. Dink Ailesi avukatları ise hükmün "Silahlı terör örgütü üyeliği" ve "Anayasa'yı zorla değiştirme" maddelerine göre verilmesini talep etmişti.
Bütünleşik, belirgin, ucu bucağı olmayan bir kuşatma hali içerisinde sıradan insana hiçliği reva görüyor muktedir. Güdümünde yönlendirilip, sulandırıldıkça bulanıklaşan tetiği çek diye emir telakki edenlerin, zamanında tek bir haberle var edilmiş yok et onu korosunun bağır çağır çıkarta geldiği ve herkesin bildiği, bilip de sustuğu bir cinayetin faili “serbest” konulur. Onun piyonluğunun, bir ülkedeki kahramanların aynı zamanda katil olmalarının da yolundan gitmesi düşündürücü değil midir? Cinayeti işledikten sonraki duruşmalardan birisinde bunu bana yaptıranları, bir biçimde kendisini dolduruşa getirenleri hedef alırken ortaya çıkan acı tablodaki payından feragat etmeye çalışırken bugünler hep hesaplanmamış mıydı? Kötülüğün bir hal, bir yönelim olarak mutlak doğru addedildiği bir zeminde, hedef kılınan öteki, o Ermeni katledilmiş, temizlenmişti. Mükafatını da kademe kademe devletten çıkagelen klikler sayesinde alacaktı, tetikçi, piyon, maşa. Sonunda almıştır özgürlüğünü de. İyi de onca yaranın müsebbibi olagelen, bir biçimde il grubun, Hayal, Tuncel ve o güruhtan on kadar insanın daha ortaklaşa işleyebileceği bir cinayet miydi var edilen? Göstere göstere bağır çağır öldür onu mesajlarının var edildiği kamu personelinin yargılanması bir yana kimi küçük rütbesizlerin adalet önünde sözüm ona hesap verdiği bir zeminde hakikatin ardı niye gelmedi, getirilmedi? Bugün Samast’ın serbest konulduğu bir zeminde kim nasıl yeniden var edebilir ki, hakikatin yalın suretini? Ya adalet, ya hukuk, ya insanlık... her şey mi çöpe basılmıştır. Nasıl?
Agos Gazetesine de bağlanalım. Yaranın sahibi, çutağını yitirmiş Rakel Dink’in meramı olmakta olanın da özetidir. Hakikatten bir bahis açılacaksa buyurun okumaya: “Hrant Dink Vakfı'nın düzenlediği "Cumhuriyeti'in 100. yılında Azınlık Hakları" konferansının açılış konuşmasını yapan Rakel Dink, Hrant Dink cinayetinin faili Ogün Samast'ın, cinayetten 16 yıl 10 ay sonra tahliye edilmesine değindi.
Rakel Dink'in konuşması şöyle:
İki gün önce hepinizin bildiği gibi Hrant'ın katili olduğu söylenen kişiyi serbest bıraktılar. Bir kez daha adaletsizliği yüzümüze çarpıp, yasın en ağır günlerine geri yolladılar bizi. Şunu bir kez daha hatırlattılar: Hrant'ın cinayetini konuşmadan Türkiye'de azınlık haklarını konuşmak mümkün değildir.
Nerede nasıl bir yerde yaşadığımızı bilerek yaşıyoruz elbette. Biz zaten yıllardır katillerle aynı havayı soluyoruz. Çutağımın (Hrant Dink'in) öldürülme emrini verenlerin aramızda dolaştığını biliyoruz zaten. Sabahattin Ali'nin katiliyle, İlhan Erdost'un, Zeki Tekiner'in, Doğan Öz'ün, Uğur Mumcu'nun, Musa Anter'in katilleri, Sivas'ın katliamcılarıyla aynı havayı soluduğumuzu bilmiyor muyuz? Bir gün bile ceza almamış katillerin arasına karıştı gitti, bir tetikçi daha. Cumartesi Anneleri'nin hala daha bir mezar yerleri dahi olmadan, her gün katilleriyle aynı sokaklarda yürümek zorunda kaldıklarını bilmiyor muyuz? Hrant bilmiyor muydu nerede yaşadığını? Türk düşmanı yaftasını ona yapıştırmaya kalktıklarında işkence ediyorlardı ona. Güvercin tedirginliği derken, lirik yalnızlık derken, kendi azınlık halini haykırıp duruyordu. Elbette sembolik anlamı var tetikçinin serbestçe dolaşmasının. Aynı cinayet günü olduğu gibi, bugün de. Ülke gerçeğini Cumhuriyet'in 100. yılında görmeyenlerin gözüne sokuyor, unutanlara hatırlatıyor. Hrant Dink'i öldüren tetikçi serbest, Osman Kavala içerde. Azmettirenler serbest, Çiğdemimiz (Mater) içerde. Hedef gösterenler serbest, avukatlarımız içerde.
Bazı günler daha zor oluyor burada yaşamak. Yargıtay ilk kez saçmalamış gibi yapamıyoruz. Çutağımın (Hrant Dink) kalemini kıran aynı Yargıtay değilmiş gibi yapamıyoruz. Osman, Çiğdem ve arkadaşlarıyla ilgili kararları aynı Yargıtay almamış gibi yapamıyoruz. "Kötüyü aklayan da, doğruyu mahkum eden de, Rabbi tiksindirir" diyor kelam. Ben de tiksiniyorum.
Egemenler kendi koydukları yasalara uymazken, bizlerin bu kararlara saygılı olması bekleniyor. Hrant'ın cinayeti davasında adaletin yerini bulması, şu ya da bu kişinin üç beş yıl fazla ya da az ceza alması değildi. Daha ilk günden beri karanlığın sorgulanması gerektiğini söyledik. Bu davada adaletin yerini bulması ülkenin demokratikleşmesi için olmazsa olmazdır dedik. Şimdi kalkıp 'bu karar memleketimize hayırlı uğurlu olsun' mu diyelim? Devlet terörü, soykırım gibi kelimeler bugünlerde haklı olarak bolca kullanılırken, kendi ülkemizde olanlar olmamış gibi davranamıyoruz. Ve biz bugün yine her zamanki gibi içimizdeki isyanla, sebatla, akla, bilime, vicdana sığınıyoruz. Bugün konferansımızda birçok tarihi belgeler, akademik sunumlar, makaleler anlatımlar duyacağız. Yaşadığımız yeri değiştirmek dönüştürmek dışında, daha iyi bir ülke ve daha iyi bir dünya için çalışmak dışında, onurlu bir yaşayış bilmiyoruz. Elimizden gelen yüreğimizden geçenin çok azı olsa da, bildiğimiz yapmaya, her gün daha iyi yapmaya çalışarak, karanlığı bir nebze olsun aydınlatma devam edeceğiz.”
Artı Gerçek'ten aktaralım: "Dink'in 4 Şubat 2004 tarihinde çağrıldığı İstanbul Valiliği'nde yaptığı görüşme, cinayette kamu görevlilerinin rolüne dair kuşkuları artırıyordu. Dink, ’Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğu’ yönünde kaleme aldığı yazı üzerine İstanbul Valiliği’ne çağrılmış, Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün odasında iki istihbarat görevlisinin katıldığı bir görüşme yapılmıştı. Hrant Dink’in öldürülmeden bir hafta önce kaleme aldığı “Neden Hedef Gösterildim” isimli yazısında bu durumu ‘haddini bildirme operasyonunun başlangıcı’ olarak nitelemiş, ölüm tehditleri aldığına dikkat çekmişti."
Tümüyle hiçlik, bütünüyle nefret imgesinin ardılı sıra var edilebildiği bir zeminde Hrant Dink kaçıncı sivil cinayetiydi. Ötekileştirmelerin birbiri ardına nefrete, hiddete ve lince dönüştürüldüğü bir zeminde hakikatin meselesi ne olacaktı? Ankara’nın soğuk, karanlık dehlizlerinde kalmayacaktır bu dava diye çıkılan güzergahta, her birinin bir yerlerdeki o karanlığı imal ederken faş oldukları aleniyken, Sabri Uzun, Ramazan Akyürek, Celalettin Cerrah, Muammer Güler, Ali Öz, Ali Fuat Yılmazer, Adem Sarıgöl, Hüseyin Yılmaz ve nice üstü kalabalıklar, ardı kuvvetle muhtemel devletçe kollananların hesabı ne zaman var edilecektir! Kötülüğü içselleştiren, olur bildiren bir aklın bugünün ülkesinde on altı yıl öncesinden de ağır bir tahakküm / tehdit mekanizmasını kurduğu zeminde insana ait olanı, hakkaniyeti, acıyla yüzleşmeyi, sorgusuz sualsiz adaleti kim verecektir, verebilecek sahiden? Hrant Dink, sözünü savuna geldiği bir zeminde, evi, yurdu dediği bir sahada birileri öyle istediği için katledildi. Bildiğimiz yegane kesin şey budur!
Bir biçimde Ermeni kimliğinin bu ülkeden kazınması haline devamlılık olarak görüldü bu cinayet ve sonrası. Suskun kalındığı, adaletin gelmediği bir zemin var edilebildiği için Sevag Şahin Balıkçı, bir Nisan 24 günü, kışlada zorunlu askerlik görevi sırasında katledildi! Şakacıktan çıkan kurşunlar eliyle canı çalındı bir başka asker tarafından. Maritsa Küçük nedeni kestirilemeyen bir cinayete kurban edildi, sorumlularından tek satır haber alınmadı, cinayet bir şeyleri tasarlamaktan aciz olan bir yurttaşa ihale edildi, kapatıldı. Keldani çift Hurmüz – Şimuni Diril, Mehre köyünde 7 Ocak 2020 tarihinde kaybedilir. Şimuni Diril’in naaşı evlerine yakın bir sahada 70 gün sonra bulunurken, Hurmüz Diril’den bin dört yüz on gündür haber alınamamaktadır. Bir cinayete kurban edilen, ardılı bırakılan kaçıncı yaraydı, akıbetleri muamma bildirilen kaçıncı yaraydı şimdi kimseler sormuyor artık. Bir biçimde Bakur Kürdistan’ında katledilmiş Gevriye Sarı, daha yakın zamanda iki haftayı geçmemiş, Gevriye Akgüç Eğo cinayetleri de mi hiç bahsedilmeyeceklerdendir. Bütünleşik bir mahvın orta yerine demirliyor ülke. Demokrasi, eşitlik, adalet, hürriyet kavramlarının dibinde kibrit suyu. Hiçbir anlamda, hiçbir biçimde bir doğrunun esamesi okunmuyor varsa yoksa kötülüğün bayrak direğinde dalgalanması. Bunca açık kepazelik, bir gıdım kalakalmış olagelen ötekilerin hayatlarının hiçe sayılması geçmişin karanlığından, Hrant Dink’e, Sevag Şahin Balıkçı’ya, Hürmüz – Şimuni Diril’e, Gevriye Akgüç Eğo’ya nicesine uzanan bir katran karanlığı sarmal içinde sıradan insana o hiçlik reva görülüyor. Yaşam yağmalanırken, hayat geçip giderken, bunlar gelip geçiciymiş gibi davranılıyor. Her anlamda adalet, eşitlik, hürriyet kavramları boşa düşürülüp dururken bir yarın söz konusu edilebilir mi? Ümit perişan, hakkaniyet kavramı zehirlenmiş, adaletin terazisi hep kötülüğü ağır çekerken, sahiden sıradan insanın farkına varılabilecek midir? İtirazınızı duyurabiliyor musunuz, duyuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Habitants – Arno BRIGNON – Fisheye Magazine
0 notes
gazetelinkmedya · 3 years
Text
Cem Uzan'dan bomba iddia: ''Para AK lama sofrası"
Cem Uzan’dan bomba iddia: ”Para AK lama sofrası”
Cem Uzan’dan bomba iddia: ”Para AK lama sofrası. Damat kayıp. Katar Bakanı hapiste, 128 Milyar dolar nerede? Dönen dolaplar. Kurulan tezgahlar”… Genç Parti Kurucu Genel Başkanı Cem Uzan, Türkiye Katar ilişkilerine dair dikkat çeken iddialarda bulundu. Uzan, “Bu fotoğraf ibretlik bir rezelet fotoğrafıdır. Türkiye’nin çalınan paralarının nasıl aklandığının fotoğrafıdır. Dört kişi var, bir tanesi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes