Tumgik
#Neden hala gazete alınıyor
afyonhaberleri · 3 years
Text
Neden hala gazete alındığının araştırılması yapıldı
Neden hala gazete alındığının araştırılması yapıldı
Yapılan akademik bir araştırmaya göre, insanların gündelik yaşamında gazeteleri ağırlıklı olarak mangal ve sauna yakmak için aldığı ortaya çıktı. Dünyada teknolojinin getirdiği nimetlerden birçok sektör yararlanıyor. Bu sektörlerden biri de medya… Basılı medyala,r günümüzde tek tek kendilerini feshederek internet medyacılığına geçiş yapıyor. Bu kapsamda yedi akademisyenden oluşan bir ekibin…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 5 years
Text
Douglas R. Hofstadter / Hayat o kadar karmaşık, kafam o kadar karışık ki
Tumblr media
Amerikalı matematikçi Douglas R. Hofstadter'ın Bach'ın müziği, Gödel'in kuramları ve Escher'in resimlerinden yola çıkarak yazdığı kült eser ilk baskısından 22 yıl sonra, 2001’de Türkçe yayımlandı. ‘Gödel, Escher, Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik'te en karmaşık problemleri eğlendirici yolla anlatmayı başaran Hofstadter'ı Indiana'daki evinden aradık. Amerika'yı 1956 model Mercury ile baştan başa geçerken yazdığı kitap ve kişiliğinin çevresindeki efsaneyi konuştuk.
Bach'ın müziğini, Godel'in matematik kuramlarını, Eister'in gizemli resimlerini referans oluşturacak kadar derinlemesine inceleyip 800 sayfalık kitap yazmak yerine yapay zekayla ilgili 50 sayfalık çok ağır bir kitap yazabilir, görüşlerinizi ortaya koyabilirdiniz. Hedefe ulaşmaktan çok sizi yolculuk heyecanlandırıyor galiba.. - Cevap vermek zor. 50 sayfalık bir kitap yazıp, işte bu kadar, demeyi düşünmek bile zor benim için. Beni yazmaya teşvik eden tek şey insanlarla iletişim kurmak. Birbirine bağlı bir dizi sezgiden yola çıktım. Çok karmaşık, karışık fikir zinciriydi. Ortada 50 sayfada anlatacak keskin bir mesaj yoktu. Bana, kitabın ne hakkında diye sorduklarında hayatımın en zor anlarını yaşıyordum. Yazmak benim için keşif serüveni oldu. GEB'i yazmasam tüm bunları bilemezdim. Müzik, resim, edebiyat, hangisi ilk gözağrınızdı? - Müzik ilkti. 16 yaşından itibaren sayısız plak alıp çok yoğun, tutku şeklinde müzik dinledim. Yüzlerce eseri biliyordum. 21 yaşında yoğun bir ilgi düzeyinde piyanoya daldım. Birkaç yıl sürdü. Büyük piyanist olamadım ama idare edecek kadar çalıyorum. Popla aranız nasıl?. - Ailemin dinlediği, radyodan duyduklarım arasından 1920 ve 30'lu yılların cazını, Fransız müziği bir anlamda benim parçam haline geldi. Tuhaftır 1955'te ABD, aniden rock'n roll'a döndü ve geçmişteki güzel herşeyi unuttu. Çok acı. Bilmediğim kültürlerin, ülkelerin müzikleriyle de ilgiliyim. Yani ilgim klasiğin ötesinde. Şu anda çalmaya, beste yapmaya devam ediyor musunuz? Ne yazık ki dinlemeye bile zamanım yok. Çok meşgulüm. Merak virüsü ruhunuza nasıl girdi; çocukluğunuzda takıntı haline gelen başka ilginç meraklarınız var mı? - Kişiliğimin doğal özelliği olarak sınırsız denebilecek kadar geniş bir meraka sahibim. Geçenlerde hatırladım. Dört yaşında anneme ‘iki adet ikiyle yaptığımızı neden iki adet üçle yapamıyoruz’ diye sormuştum. Çocukluğumda sayılar beni büyülerdi. 9-10 yaşlarında babam -1'in karesini anlatmıştı. Olmayan bir sayının varsayılması ve kökünün alınması müthiş sihirli bir şeydi.
Bilgi oburuyum galiba
GEB yayımlanalı 20 yıl oldu ama kitabınızın temel kuramı geçerliliğini koruyor. Yine de yazmadığınız için pişman olduğunuz şeyler var mı? - Ekleyebileceğim beş, altı şey olabilirdi. 20'inci yıl özel baskısı için yazdığım önsözde bundan bahsettim. 1970'lerde yapay zeka ve konuşmanın anlaşılması üzerine geliştirilen Hearsay projesinden birkaç sayfa da olsa söz etmeliydim. Geliştirdikleri dil modeli sonraki yıllarda düşüncemi çok etkiledi. Geliştirdiğim soyutlamaların hala tartışılması, kitabın yıllara karşı hayatta kalabilmesi, okunabilmesi çok güzel bir şey. Dünyanın hiç beklemediğiniz köşelerindeki okurlarınızdan 20 yıldır mesajlar alıyorsunuz. En ilginci hangisiydi? - Aklıma, Fransa'da yaşayan Amerikalı çevirmen Bob French'den 1982'de aldığım mektup geliyor. Fransız arkadaşıyla çevirmek istediğini söylüyordu. Bob ve Jackline'le beraber çok zorlu bir çeviri sürecine başladık. Ayrıntılar üzerine entelektüel tartışmalar yaptık, ortak kararlar aldık. Çevirilerini üç kez baştan sona okudum. Bob öyle etkilendi ki, çevirmenliği bırakıp ABD'ye geldi. Benim sınıfımda yapay zeka üzerine master yaptı. Kitabı yazarken okuyucu bulabileceğini, başka dile çevrilemeyeceğini düşünüyordum. Girişimler üzerine oturdum, epeyce zaman harcayıp çeviri kılavuzu yazdım. Buna karşın bazı büyük kültürlere çok yavaş ulaştı. Rusçası yeni yayımlandı, daha hiçbir Doğu Avrupa diline çevrilmedi. 15 yıl sonra Çincesi yayımlandı. Çeviriyi kontrol etmek için Çince öğrendiğiniz doğru mu? - Beş yıl Çince çalıştım, ders aldım. Hiçbir zaman öğrendim diyecek düzeye gelmedi. Türk çevirmenleriniz nefesini tutmuş bekliyor, çeviriyi kontrol için Türkçe'yi dil listenize katacak mısınız diye… Bu arada, listenizde kaç dil var? - Türk kültürü hakkında çok cahilim. 56 yaşındayım, tüm merak ettiğim dilleri öğrenmeye kalksam yaşayacak zaman kalmaz. Zaten zihnim çok fazla çelişki, kafa karıştırıcı bilgiyle dolu (gülüyor). Sadece çok merak ettiğim kültürlerin dilini öğreniyorum. Türkçe'yle de çok yakın ilişki içine girdiğimde böyle bir gereksinim doğabilir. Hayat sürprizle dolu. Dillere gelince. Fransızcam iyi, unutmasınlar diye evde çocuklarla İtalyanca konuşuyorum. Birkaç yıl Almanya'da yaşadım. Almanca dersleri verdim. Şimdi orta düzeyde. Rusça, Çince, İspanyolcam zayıf. Beş ay İsveç'te yaşamıştım. Bir zamanlar iyi konuşuyordum. Şimdi zayıfladı… Bir zamanlar sözlük koleksiyonu yapardım. Eskimoca'dan, Yeni Zellanda Maorilerinin diline kadar birçok sözlüğüm, gramer kitabım var kütüphanemde. Hindistan'daki 20 dilin sözlük ve gramer kitaplarını toplamıştım. İskoçça, Gallerce ve daha pek çok Avrupa dilinin kaynaklarına da sahibim. Tabağına yiyeceğinden çok yemek alan bir bilgi oburuyum galiba…
Tumblr media
Dostu Türk felsefeci
Kitabınızı okuduktan sonra size teşekkür yazan bir Türk akademisyenle tanıştım. Türkiye'den ilginç mektuplar alıyor musunuz? - Türkiye'den tanıdığım tek kişi felsefeci Güven Güzeldere. Indiana Üniversitesi'ne geldi, iyi dost olduk. Şimdi Duke Üniversitesi'nde profesör. Hala görüşüyoruz. Bir Türk hanım vardı, Stanford'daydı ve çalışmalarımla ilgileniyordu. Hatırladıklarım bunlar. İnsanlar matematiği daha iyi bilse sosyal hayatımız değişirdi, en azından riskleri hesaplamayı bilir ve ona göre hareket ederlerdi, diyorsunuz. Mevcut eğitimle hayalinizin gerçekleşeceğine inanıyor musunuz? - Öğretmenlere iyi maaş ödemezsen, eğitime para yatırmazsan bu iş olmaz. Ama eğer benim gibi sayılarla büyülenmiş bir çocuksan, bir de kılavuzun varsa öğrenirsin. İngilizce'de ‘Atı suya sürüklersin ama içiremezsin’ diye bir deyiş vardır. Arkadaşlarıma, çocuklarıma sayıların ne kadar büyülü olduğunu gösteriyorum, anlatıyorum. Birçoğu, evet ama beni ilgilendirmiyor, diyor. Matematiksel düşünebilen çok fazla insan yok gibi… Eğitim sistemi daha iyi de olsa bir şey değişmeyecek sanki…
New York Times ayıp etti
Beş ayrı çeviriyi derinlemesine inceleyip Eugene Onegin'in yeni çevirisini yarattınız 'çok kuru’ denildi, Clement Marot'un şiirini incelediniz 'Baudilaire'in şiiri daha uygundu’ denildi. Fizik ya da yapay zeka konusundaki kitaplarınız da böyle eleştiriler alıyor mu? - New York Times'da okudunuz, değil mi? İlginçtir, Journal of Comperative Litarature'dan Wall Streat Journal'a düzinelerce övgü dolu yazı yayımlandı. Fakat tek olumsuz eleştiri akıllarda kaldı. Gazete sadece Rusça bildiği için yazara bu makaleyi sipariş vermiş; şiirle hiç ilgisi olmadığını gözden kaçırmış. Bu da gazetenin ayıbı. New York Times'da yayımlanan yazınızda söylenenlerden çok etkilendiğiniz anlaşılıyordu. Eleştiriler sizi hep böyle üzer mi? - Bakın şimdi, siz sadece bu eleştiriyi görmüşsünüz. Aynı şey ABD için de geçerli. NYT temel referans alınıyor. Diğer tüm yazılar görmezlikten geliniyor. Yeni bir şeyler yazmak isteyenler de NYT'deki görüşten çekinip vazgeçiyorlar. Beni üzen bu, olumsuz eleştiri değil.
Hofstadter kimdir 1945 New York doğumlu. Stanford Üniversitesi'nde matematik okudu. Aşırı soyut ve sınırlayıcı bulduğu için fiziğe yöneldi. Şu anda Indiana Üniversitesi Kavramlar ve Bilişim Araştırmaları Merkezi'nin yöneticisi, bilgisayar ve bilişim bilimleri profesörü, felsefe, psikoloji, karşılaştırmalı edebiyat, bilim tarihi ve felsefesi dalında konuk profesör. Yıllardır Scientific American'da yazıyor. Yapay zeka ve fiziğin dışında müzik ve edebiyatla da ilgilenen Hofstadter'ın bugüne kadar yayımlanan altı kitabı da ciddi tartışmalara neden oldu. AİLEM HİÇ KARIŞMADI Babam fizikçiydi. Arkadaşlarıyla hep fizik, platon, nötron ve elektronlardan konuşurlardı. Anlamazdım, ama büyülenirdim. Ev kitap doluydu. Ailem hiç yönlendirmeye çalışmadı. 8 yaşında piyano öğrenmek istedim, öğretmenimi sevmedim, bıraktım. 12 yaşımda yeniden istedim. Yeniden öğretmen tuttular. Bir yılda bıraktım, 16 yaşında yine başladım. 17 yaşımda tek başıma Avrupa'ya gitmek istedim, para verdiler ve gittim. Çocukluğumda harfler büyüleyici gelirdi. 13-14 yaşında farklı dillerin alfabelerinin bulunduğu bir kitap geçti elime. Alfabeler takıntıya dönüştü. En sevdiğim Hint alfabesinden esinlenerek bir tür sanatsal yapı oluşturdum. Kendi alfabemi geliştirdim. Gittikçe uzayan tomarlara çizimler yapardım. 20 yaşında, alfabe ve müzikten esinlenen yüzlerce soyut form çizdim. Bir arkadaşımla roman yazıyorum. Cinsel ayrımcılıkla (seksizm) ilgili. Kahramanı kızın hayatında toplumda cinsel ayrımcılığın ne kadar yaygın olduğunu, günlük konuşmalarda bile farketmeden nasıl cinsel ayrımcılık yaptığımızı yansıtacak. Geometri üzerine de bir kitap yazmayı düşünüyorum. İnternet’in yararları yönünden şüphem var. McDonald’s, Coca Cola'dan oluşan aptal Amerikan kültürünün diğer ülkeler üzerindeki etkisini artıracak araca dönüşmesinden korkuyorum. Ben biraz eski kafalıyım. Kitapları tercih ediyorum. TV'de bile yararlı bilgi, işe yaramaz şeylerin çok küçük parçası. Web ise ağzına kadar ticari çöp, pornografi, saçmalık dolu. İyiyi kötüden ayırmak zor. Geçmişte her yıl çocuklarımın sınıflarına gider, matematiğe giriş konuşması yapardım. Mathemagical Themes adlı kitabımda yer alan ve büyük rakamları anlatan bir makalenin uygulama biçimi bu. Farklı türde birkaç paket makarna ve pirinçle şeker alırdım. Her biri ne kadar büyük, içinde kaç tane olabilir, diye düşünürdük beraber. Şeker paketine vardığımızda milyarlara ulaşırdık. 9-10 yaşındaki çocuk için çok eğlenceli olabiliyor.
(Serhan Yedig / 13 Temmuz 2001 / Hürriyet)
Tumblr media
3 notes · View notes
seslimeram · 4 years
Text
Karanlığın Hakikati
Tumblr media
Kesintisiz yapılandırılan, her güne içkin kılınan devletin, yeni ülke tahayyülü yaşam edim ve istencini dört koldan her gün kuşatmaya devam ediyor. Biçimlendirilen her birimize bu sahada pay edilen her an yeniden kurulan bir tahayyül yaşamımızı derdest etmektedir. Bu kadar aleni cerahatin, bir o kadar yaranın sahasında yaralar aralıksız güncellenir. Bu kadar afaki bir biçimde, böyle bir halle ülke olur mu? Böyle bir halde bir yol / yön / gelecek hal ve istenci var edilebilir mi, hiç ihtimal dahilinde midir? Biyopolitik cerahatin her yurttaşı kurasız ve çekilişsiz bir denek kıldığı / bellediği yerde hayat meseli darmaduman edilmiş, son kertede çürümeye bırakılmıştır. Karanlık ülkenin hakikati bütün o cürümlerle birlikte biçimlendirilendir. Kesintisiz bir kuşatmanın varlığında hayatlar çarçur edilmektedir.
Bildiğimiz anlamda bir yaşatan yer / yurt tahayyülünün bırakılmadığı artık afakidir. Betin cerahatin, cühela cüretiyle konumlandırılmış o hamleler yaşatan yeri artık tastamam bir halde yaşanmaz kılıyor. Biçimsiz, geri dönülemeyecek kadar fecinin ortasında yol veya o yön arayan ülkenin hakikati ortaya saçılıyor artık. Hayatlarımız muktedirin oyun sahasına dönüştürdüğü bu yerde bir nüve olmaktan ötesi kılınmıyor. Erk, muktedir, iktidarla bütün o payandalarının anlata durduğu, kendi yazıp kendi çizdikleri haller / durumlar açıktan hiç kesintisiz bir sıradana karşıtlığı bildiriyor. Bugünler dünden ağır, şimdi bir yarınların umudunun bırakılmadığı bir menzil gerçekliği karşımıza çıkıyor. Bunca açıktan yıkımdan sonrası her ne olur!
Kesintisiz, biteviye bir menzilin dönüşümü sağlama alınıyor. Biteviye ve hemen öteleme olmaksızın biyopolitik olanın yekununda bu menzilin kuşatılması bir lafza değil hakikatin ta kendisi kılınıyor. Tutturulup gidilen yol, durup bir an olsun ötelenmemiş her hamlenin sonrası bir yıkıma çıkıyor. Biteviye bir hal içinde yaşamın kuşatılması meselidir bugün şu sahada yaşadığımız. Bir ülkenin denetimi sıradana karşıt olarak konumlamasının belirgin bir dehşet dolu yüzeyidir mesele. Yeni yeni yepyeni diye anılan sahanın bir cürümler hali ile meshedilmiş, geçmişin karanlığının mirasçısı, karanlığın taşıyıcısı olduğu sahadaki ol çürüme bir anlık değil devamlılığı her gün sağlama alınandır.
Çürüme bu sahnenin ayrıştırılmaz meselidir. O’nun içkin olduğu bir yerin meselesidir o kuşatma. Yaraları kanayan bir yerin istikameti karanlıktır. Genel geçer değil eğrisi ve o eğreltiliği sabit, kesintisiz kılınmış bir yeni ülke tahayyülünün tahakkümden ibaret olarak var ettiği yer yurt hali gerçek kılınmaktadır. Neyi normaldir bu halin, her neresi normalin tanımlayıcısı, taşıyıcısıdır. Pragmatist söylemin, madun siyasetin, siyasal islam ile açıktan ol faşizm akımlarının birleştiği bütünleştiği yerde hayat elden, avuçtan çalınmaktadır hala bu kesin bilgi! Cerahate tam kapasite rehin bir ülke var ediliyor bugün. Cerahatle belirgin bir biçimde nefret siyasetiyle, tüm faşizan enstrüman ve aksiyonların buluşturulduğu bir yere yeni deniliyor; yepyeni ülke!
Bir cüret savunulan, bir biçimde normatif kılınan ve var edilen her eylemde yeniden ve hiç aralıksız yeniden tasarlanan bir biyopolitik deney sahasına ülke deniliyor, sanki hala yaşatırmış, yaşam verirmiş gibi. Bir bütünlük dahilinde hayat sönümleniyor. Devletlinin gölgesinin değmediği, izinin çıkmadığı, engelinin / yıkımının bir türlü sonlandırılmadığı bir yere dönüşüyor sahne. O sahne hep başa göçmeye hazır ve nazır. O sahne hep bariz bir biçimde sıradana karşıt. O sahne artık neoliberalizmin sularında dolaşıma çıkmış erk, muktedir ve iktidarın bütün bütün faşizmi ile hemhal kılınmış bir cendere yatağı olarak işlevselliği var edilendir. Bir sahne ki cürmün de cerahatin de tükenmezliğinin kanıtlara hacet olmadan görünür kılındığı yerdir artık yeni ülke!
Bariz bir yıkım tahayyülünün, silme nefretin kesintisiz varlığı taçlandırılırken, Selahattin Demirtaş’ın eşi, Başak Demirtaş’a var edilen “tacizin” ta kendisinden, mevsimlik işçilere saldırılardan, sadece Demirtaş’ın fotoğrafını paylaştıkları için jandarmalar tarafından ol insanlar gözaltına alınıyor. Neden paylaştıkları faslından sonra Giresun’dan 21 insan tüm yol masrafları da üstlerine bırakılarak yollanıyor. Böylesi bir hal söz konusuyken cerahate ol cühela cüretinin imal ettiği ayrımcılığa yeni ekler, cam çerçeve davranılan sadece ve sadece ismi Diyarbakır olan bir pastanenin camının çerçevesinin indirilmesinden çıka geliyor. Böyle bir halde, bu kadar kesif bir çürümenin ortasındaki yerin soluk alıp veren, yaşam vaat eden, paylaşan bir saha olmadığı biraz daha bariz karşımıza çıkartılır. Bu mudur yeni ülke!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Van’ın Başkale ilçesine bağlı Kaşkol (Qaşqol) Mahallesi’nde askerler tarafından açılan ateş sonucu Emrah Görür (20) isimli genç yaşamını yitirdi, Saim Yılmaz ise ağır yaralandı. Yaralı Yılmaz tedavi için Van Bölge Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Görür’ün cansız bedeni ise, Başkale Devlet Hastanesi’ndeki morga kaldırıldı. Cenazenin otopsi için Van’a getirilmesi bekleniliyor.
Olaya ilişkin görüştüğümüz bölge sakinlerinden bir kişi de Görür’ün asker kurşunu sonucu yaşamını yitirdiğini paylaştı. Yurttaş, Görür’ün tarla suladığı ve hayvanlarını otlattığı sırada önce atkıyla boğulduğunu ve sonra silahla öldürüldüğünü iddia etti. 3 yıl önce babasını kaybeden Görür'ün, 7 kardeş ile annesine baktığı öğrenildi.”
Daha birkaç hafta önce yazılan çizilen George Floyd, daha dün Rayshard Brooks daha dün Kemal Kurkut’un daha dün yaz çiz ekle çıkar bir cana bir yerlerde kastedildiğinin artık kaçınılmaz bir biçimde bilindiği bir kürede Emrah Görür kaçıncı kurbandır. Hayat bu sınırlarda, ötekisi olarak görülenlere bunca bariz bir biçimde imkansız kılınırken ol yeni ülke, şu demokratik menzil, normalleşmeye geçiyoruz laflarının ötesi karanlıktan hiç ayrı mıdır, sahiden de sorguluyor musunuz? Bu kadar kesintisiz bir biçimde yaşam halini alt edebilen bir düzen varken, devlet çok yaşasın da insanlar hep daha fazla mı kurban olsun, daha fazla mı bedel / diyet olsunlar, nedir sahiden sorguluyor musunuz? Neden!
Tumblr media
Gazete Karınca’dan iliştirelim: “Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısının 2020 yılı Mart döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 573 bin kişi azalarak 3 milyon 971 bin kişi olduğunu, işsizlik oranının da 0,9 puanlık azalış ile yüzde 13,2 seviyesinde gerçekleştiğini açıklamıştı.
TÜİK’in açıkladığı işsizlik verilerinin gerçeği yansıtmadığını belirten DİSK’in araştırma merkezi DİSK-AR, geniş tanımlı işsiz sayısının 13 milyonu, işsizlik oranının ise yüzde 39’u aştığını duyurmuştu.
Söz konusu rakamlara ilişkin bir açıklama da eski Hazine müsteşarı ve iktisatçı Mahfi Eğilmez’den geldi. Eğilmez, TÜİK’in açıkladığı istihdam ve işsizlik verilerini değerlendirdiği yazısında verilerin yanlış hesaba dayandığı için ‘yapay’ olduğunu belirtti.
İşsizlik oranına iş aramayanlar ve mevsimlik işçiler eklendiğinde ‘geniş işsizlik’ oranının yüzde 23,1 olduğunu söyleyen Eğilmez, yazısında şunları kaydetti:
“Türkiye için gerçek işsiz sayısı geniş işsizlik olarak tanımlanan başlık altında toplananların sayısıdır. Tabloya göre bunu hesaplamak için resmi işsiz sayısına çalışmaya hazır olduğu halde iş aramayanlar ile mevsimlik çalışanların eklenmesi gerekir (Çalışmaya hazır olup da iş aramayanlar aslında işsiz olduğu halde son 4 hafta içinde iş aramak için başvuruda bulunmamış olanlardır. Bunları işsiz olarak saymamak doğru değildir.)
“Bu şekilde bulunan işsizler toplamına geniş işsizler diyoruz. Aynı miktarı işgücüne de ekleyerek geniş işgücünü bulabiliriz. Geniş işsiz sayısını geniş işgücüne böler 100 ile çarparsak geniş işsizlik oranının yüzde 23,1 olduğunu görüyoruz. Bu oran açıklanan resmi işsizlik oranından (yüzde 13,2) 10 puan daha yukarıdadır.
“Eğer hesabı böyle yapmazsak o zaman istihdamın azaldığı yerde işsizlik de azalıyor gibi yapay sonuçlara ulaşırız ki bu kendi kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.”
İçinden dışına çürüyen, dıştan içine birbirinden beter hak gasplarına sahne edilen sahanın bir sonraki yıkımının her nereden çıkacağı da şu yukarıdaki işsizlik oranlarından açığa çıkar. Birbirini takip eden gündem dolgusu maddelerin yamacında, Covid19 pandemisini göz ardı eden muktedirin, tam tekmil cerahate bir o kadar açıktan ayrımcılığa ve şiddete olan meyli bir yandan, nefretin var ettiği cürümler öte yandayken taçlandıran hamlelerin o ekonomik çöküşü kamufle etmekle alakası takdirinizedir. Bir menzilde yaşama edimin en asgari müşterek bahis olan insanca hayat sürebilmenin önüne yeniden ve yeniden ve eksik gedik olmaksızın gasp edilmesinin hali işsizlik rakamlarında belirgin olur. 5.500 aileye ayni yardım yapıldığının reklamları dört bir yanda dolaşırken, ol muktedirin yoksunu daha da fazla eksik koyduğunun seçeresi karşımıza çıkar. Böylesidir artık yeni yeni daimi yeni ülke!
Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Diyarbakır’da bulunan demokratik kitle örgütleri, yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgınına ilişkin Diyarbakır halkına çağrıda bulundu. Yapılan yazılı açıklamada, can kayıplarını en aza indirmenin en akılcı yolunun önerilen tedbirlere uymak olduğu kaydedildi.
Salgının kontrol altına alındığına dair herhangi bir verinin olmadığının altı çizilen açıklamada, bu nedenle alınan tedbirlerin son derece önemli ve bir o kadar da gerekli olduğu belirtildi. Ancak tüm tedbirlere rağmen kentte vaka sayısının son günlerde olağanüstü artış gösterdiğine dikkat çekilen açıklamada, vaka sayısındaki artış bu hızla gittiği takdirde kentin sağlık alt yapısının zorlanacağı da ifade edildi.
“Salgında başarının yolu bulaşıcılığı-hastalanmayı önlemektir. İnsanların birbirleriyle temas oranlarını azaltarak virüsün hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşmasına engel olmaktır” denilen açıklamada, can kayıplarının yaşanmaması ve kentin sosyo-ekonomik yaşamının sekteye uğramaması için halka şu uyarıları yaptı:
* Kişisel hijyen kurallarına uyalım.
* Bu dönemde hasta kişilerle karşılaşmamıza ve hastalığın yayılmasına neden olacak toplu biraraya gelişlerimizi (ev ziyaretleri, düğün, nişan, mevlit gibi etkinlikleri) erteleyelim.
* Zorunlu haller dışında mümkün olduğunca dışarı çıkmayalım, evlerimizde kalalım.
* İnsanlarla temas ettiğimiz her yerde ağız ve burnumuzu kapatacak şekilde maske takalım.
* Toplu taşıma araçlarına, alış-veriş merkezleri gibi yerlerde fiziksel mesafe kurallarına (en az 2 metre uzaklık) titizlikle uyalım.
* Evimizden çıkmak zorunda kaldığınız her an maskemizi takmayı, ellerimizi sıkça sabunla yıkamayı ihmal etmeyelim. Kişisel hijyen kurallarına uyalım.
* Bu dönemde hasta kişilerle karşılaşmamıza ve hastalığın yayılmasına neden olacak toplu biraraya gelişlerimizi (ev ziyaretleri, düğün, nişan, mevlit gibi etkinlikleri) erteleyelim.
* Zorunlu haller dışında mümkün olduğunca dışarı çıkmayalım, evlerimizde kalalım.
* İnsanlarla temas ettiğimiz her yerde ağız ve burnumuzu kapatacak şekilde maske takalım.
* Toplu taşıma araçlarına, alış-veriş merkezleri gibi yerlerde fiziksel mesafe kurallarına (en az 2 metre uzaklık) titizlikle uyalım.
* Evimizden çıkmak zorunda kaldığınız her an maskemizi takmayı, ellerimizi sıkça sabunla yıkamayı ihmal etmeyelim.”
Tümleşik ve belirgin bir biçimde devamlılığı sağlanmış o normalleşmenin 83 milyonu bariz bir biçimde ateşe attığını ortaya serer bu Covid19 pandemi süreci. Erk, muktedir, iktidar tahayyülü olarak çıkagelen hamlelerin hayatlarımıza gölgesini düşürmeye hala inatla devam olunduğu artık saklanmaz. Şeffaflığın bir kenara terk edildiği, açıklaması yapılan rakamların dahi maniple edilerek kotarıldığı bir yerde, bütün sınırlandırmaların paldır küldür kaldırıldığı yerde çürüme kapının eşiğine dikilmiştir. 1 Haziran itibariyle var edilmiş normalleşmenin hepimize ödeteceği bedelin ucundan kıyısından olmadığı o yıkım halinin hayatı nasıl biçtiği artık kesintisizdir. Muktedir ve eli kanlı sermayedarlar için çarklar dönmüyor, çarklar dönsün, kölelik devam olunsun denile denilen varılan şey her gün bir yerin daha kendi küçük kıyametini bulmasıdır. Bu mudur yeni yeni yepyeni o ülke!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “"15-16 Haziran Direnişi", Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) tarafından Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı’nda düzenlenen etkinlikle kutlandı. Sosyalist parti ve örgütlerin de destek verdiği etkinlik öncesi direniş sırasında 2 işçinin yaşamını yitirdiği park girişindeki noktaya karanfiller bırakıldı.
Korornavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle fiziki mesafenin korunduğu etkinlikte parka “15-16 Haziran’ın 50. yılında yeni bir toplumsal düzen için sendikalı ol, DİSK’li ol” pankartı asıldı. “Yaşasın 15-16 Haziran direnişi”, “Yaşasın işçilerin birliği”, “15-16 Haziran’ın yolunda yürüyelim” dövizlerinin taşındığı etkinlikte yine “Yaşasın sınıf mücadelemiz”, “Yaşasın işçilerin birliği, halkların kardeşliği”, “Yaşasın 15-16 Haziran direnişimiz”,  “Kıdem hakkımız gasp edilemez” ve “Kıdem hakkımıza dokunan eller kırılsın” sloganları atıldı.
DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu konuştu. 15-16 Haziran Direnişi’nin önemi üzerinde duran Çerkezoğlu, o gün direnişe damga vuran taleplerin günümüzde de halen geçerli olduğunu ifade etti.
15-16 Haziran’ın sadece anılacak bir gün olmadığını belirten Çerkezoğlu, “Bugün her örgütlenmemizde işyerinde, fabrikada önümüze barajlar, yasaklar, bin bir türlü engel getiriyorlar ama nafile, DİSK yoluna devam ediyor. Bugün de işçi sınıfının kazanılmış bütün haklarının ortadan kaldırıldığı, sendikal örgütlenmelerin dağıtılmaya çalışıldığı, işçilerin, kadınların, gençlerin işsizlikle yüz yüze bırakıldığı, her gün 4-5 işçi arkadaşımızı iş cinayetlerine kurban verdiğimiz, çalışma saatlerinde rekor kırdığımız, pandemi koşullarında işçilerin hayatta kalmaya çalıştığı, sağlığını işini ve gelirini korumaya çalıştığı bu süreçte en temel kazanılmış hakkımız olan kıdem tazminatımıza el uzatmaya çalışıyorlar” dedi.
DİSK Genel Başkanı, milyonlarca emekçiyi ilgilendiren kıdem tazminatını iktidarın kapalı kapılar ardında konuştuğuna da dikkat çekti. Çerkezoğlu, “Çalışma Bakanı iki gün önce televizyon kanalında ‘açıklama yapamam müzakerelere devam ediyor’ dedi. Neyi, kiminle müzakere ediyorsunuz? DİSK’i yok sayarak bu müzakere süreçlerini kapalı kapılar ardından seçilmiş sendikalarla yapmak asla kabul edilemez” dedi.
Türkiye’de sendikal özgürlüklerin önünü açan sendikal örgütlenmenin, işçi ve emekçilerin haklarını korunduğu yeni bir toplumsal düzene ihtiyaç olduğunu vurgulayan Çerkezoğlu, “Türkiye'nin ve dünyanın işçi sınıfı ve emekçi halklarının yol ayrımına geldiği bu süreçte yeni bir toplumsal düzen şarttır. Eşitlik, demokrasi, özgürlük ve barışın olduğu bir dünya yaratmaya. Tüm işçi kardeşleri örgütlü olduğu sendikalı olmaya çağırıyorum” şeklinde konuştu.”
Kesintisiz yapılandırılan, her güne içkin kılınan devletin, yeni ülke tahayyülü yaşam edim ve istencini dört koldan her gün kuşatmaya devam eder. Bugün bir ülke tahayyülünün ulu orta, açık bir biçimde hiçleştirilmesi kesintisiz var edilendir. Düzen, mekanizma ve akımı, aklı ve zikriyle hayat mefhumunu delik deşik edendir. Van’daki katliamdan, Amed’deki o tedbir görünümlü Covid19 salgının yol verilmesine, ekonomik çürümeden, 15-16 Haziran direnişlerinin hala anlatmaya devam ettiği tavra rağmen, kıdem tazminatının gasbedilmesi halinin düşünüldüğü bir düzleme aralıksız olarak hayat tırpanlanmaya çalışılandır. Alenen bir sahanın yıkımı güncellenendir. Aleni olarak hayatlarımız, devletin var ettiği şablonlara ve şekli şemaili kaymış hizalamalara rehin edilendir. Bugün bir kez daha bildirilmelidir ki o müştereklerimiz meselinde olan her şey, şurada zikretmeye çalıştığımız her hak ancak ve ancak mücadeleyle muhafaza edilebildi, edilebilmiştir. Gördüğümüz, erdiğimiz ve hala sorguladığımız bu yıkıcı düzene karşı insanlığın geniş kitlelerce ne zaman hatırlanacağı meselidir. İş işten geçti geçiyor, uçurumun kıyısında bekletilenler olarak hayatlarımızın o biricikliği için mücadeleden gayri yol kalmadı. Yollar parçalanırken, bu noktadan gayri bir istikamet elimizde kalmadı / bırakılmadı. Umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller İçin Kaynakça: Evrensel Gazetesi
0 notes
jacktrow-blog · 7 years
Text
Adil Öksüz kimdir? Cemaat mensubu mu yoksa ajan mı? (1)
Selim Gündüz ABD ve Alman istihbarat teşkilatlarına, İngiltere Dışişleri Bakanlığı raporuna ve NATO’dan medyaya yansıyan görüşlere göre 15 Temmuz’un arkasında Fethullah Gülen’in olduğuna dair ‘kanıt’ yok. En uç rapora göre, ‘bireysel katılımlar’ var. AKP hükümeti ve medyası bu raporlar karşısında iyice köşeye sıkıştı. Bahsi geçen istihbarat teşkilatlarının dinleme ve bilgi toplama ağları tüm dünyayı kapsıyor. Bu ülkeler bilim ve teknolojide ne kadar önde ise istihbaratta da aynı ölçüde ileri. Üçünün bir konudaki ittifakı ve aynı yargıya varması iddia ettikleri konuda şüpheye yer bırakmaz. Tüm bu realitelerin AKP hükümeti ve medyasının gözünde bir önemi yok. Onlar işlerine gelen, tasfiye için kullanışlı hükmü daha o akşam verdiler: “Cemaat yaptı.” AKP ve yandaş medyanın elinde tek delil kaldı: Adil Öksüz. Her gün manşet yapıyorlar. Adil Öksüz’ü çekip alsanız darbe girişimini Cemaate yamamak için ellerinde başka bir şey kalmıyor. Bu nedenle Hürriyet’in yazarı Sedat Ergin de yazdığı yazıda sığınabileceği tek delil olarak onu buldu. İki seçenek var. Öksüz ya Cemaat’ten veya bir istihbarat örgütü elemanı. 1. VARSAYIM: ADİL ÖKSÜZ CEMAAT MENSUBU En büyük delil Adil Öksüz’ün Fethullah Gülen’le fotoğrafları olması. Gülen’in yanına binlerce insan gidiyor ve yüzlercesiyle fotoğraf çektiriyor. Buna AKP’li bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları dahil. Bu fotoğraflarla bu insanlar Cemaat’ten mi oluyor? Öksüz, bir ilahiyatçı bir akademisyen olarak pekala ziyaret etmiş hatta orada kalmış olabilir. Olsun yine de Öksüz Cemaat’ten diyerek devam edelim. 15 Temmuz akşamı 18.00’de darbe girişimi aleni olarak deşifre oldu. Genelkurmay tüm uçakların kalkışını yasaklattı. Peki Cemaat böyle bir darbe girişimini devam ettirecek kadar ‘akılsız’ olabilir mi? Bastırılmış bir darbeyi, köprü kapatarak, komik atraksiyonlarla devam ettirmek, Meclis bombalamak, Saray’ın uzak bir köşesine bomba atmak sizce Cemaate atfedilecek eylemler midir? Öksüz’ün o gece Akıncılar Üssü’nde bulunduğuna dair bir delil yok. Ne görüntü ne de fotoğrafı. 16 Temmuz’da sabah 10’da veya öğleden sonra 15’te Akıncılar üssüne 1 km. uzaklıkta bir tarlada göz altına alınıyor. Vaktiyle Cemaatin emniyet imamı olduğu iddia edilen Kemalettin Özdemir, 2012’de Adil Öksüz için “Cemaatin hava kuvvetleri imamıdır” ihbarını yaptığını söylüyor. ‘KONUŞUP SENARYOYU BERBAT ETMESİN’ MİT’in böyle bir ihbarı ciddiye almayıp Öksüz’ü takip etmediğini düşünmek saflık olur. Muhtemelen MİT, fiziki takiple sürekli Öksüz’ün peşindeydi. Adım adım izledi. Darbeye bulaştırmak için pusu kurup yakaladı. Akıncılar Üssü’ne sokmayı başaramayınca üs civarında bir tarlaya bıraktı. Yakalattı. Sonra “konuşup senaryoyu berbat etmesin” diye kaçırdı veya kaçmasına imkan verdi. Eğer Cemaat 2012’de deşifre olmuş bir elemanını hala o görevde tuttuysa kalan tek ihtimal bu. Bir insan püskürtülen bir darbe girişiminin ertesi günü üs civarında ne arar? O saate kadar niye bekler? 16 Temmuz ve sonrası günlerde uçan kuşu ‘ne olur ne olmaz’ diye tutuklayan mahkemelerin üs civarında yakalanan bir insanı serbest bırakması mümkün mü? Binlerce hakimin meslekten atıldığını ama Öksüz’ü serbest bırakan hâkimin sadece açığa alındığını unutmayalım. Asıl soru şu: 16–18 Temmuz şartlarında bir şüpheliyi kaybetmeyi MİT’ten başka kim başarabilirdi? Yandaş gazeteler Öksüz’ün 11 Temmuz’da darbe talimatını almak için ABD’ye gidip 13 Temmuz’da döndüğünü yazdı. Buna göre Öksüz 13’ünde yurda dönüyor, 2 gün içinde organize edip 15 Temmuz’da darbe girişimi yapıyor! Yandaş gazetelerin en komik iddiası şu: “Öksüz serbest kalınca iki cep telefonu da Öksüz’e teslim edilmiş. Bu sebeple Fethullah Gülen ile yaptığı görüşmeler tespit edilemedi.” Yani yandaş gazete, Adil Öksüz’ün Fethullah Gülen’le görüştüğünden emin. Ama bir tek delil eksik. Eğer telefonlar iade edilmeseymiş ortaya çıkacakmış! ‘ASKERLER SİYASAL İSLAMCI İKTİDARI YERİNDEN EDİYOR’ Dünyanın en güçlü istihbarat örgütleri darbenin arkasında “Gülen yok” diyor, bireysel katılımlar olabileceğinden söz ediyor. Hatta ABD Başkanı Donald Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Başdanışmanı EmekliGeneral Michael Flynn’ın 15 Temmuz darbesi yaşanıyorken (O sırada ABD’de gündüz) bir konferansta “ Beraber eğitim aldığımız bir generalle görüştüm. Türkiye’de şu anda bizim tanıdığımız askerler yönetime el koyuyor ve siyasal İslamcı iktidarı yerinden ediyor” diyor. Bunu 15 Temmuz’da 8 ay sonra Cem Küçük ve Rasim Ozan gibi MİT ve Saray’dan beslenen yandaş yazarlar da itiraf etti: “15 Temmuz ihanetinde F… dışındaki generallerden de büyük katılım olduğu yine somut bir bilgidir. %100 bilimsel gerçektir. Bu gerçeği inkâr eden komik duruma düşer. Devletin tüm birimleri bu bilgiyi teyit etmektedir.” “karma yapı” “Fakat darbecilerin önemli bir kısmı ve özellikle üst tabakanın çoğunluğu biyografik istihbarat açısından incelendiğinde F… asla değildir. Artık bu konuda ülke olarak kendimizi kandırmayalım.” ÖKSÜZ CEMAAT MENSUBU İSE Adil Öksüz, darbe hareketlenmesini öğrendi. Gülen’e bu girişimi haber vermek için 11 Temmuz’da ABD’ye gitti. Emir komuta zinciri içinde darbe yapılacağını Gülen’e iletti. 2012’deki Gazeteciler Yazarlar Vakfı açıklamasına göre Fethullah Gülen “1971 darbesinde haksız yere tutuklanan, 1980 darbesinde 6 yıl bir suçlu gibi kovalanan, 28 Şubat postmodern darbesinin ardından da 13 yıldır memleketinden uzak yaşamaya mecbur bırakılan” bir insan. 28 Şubat’ın çok öncesinde “Gölcük’te hareketlenmeler var” diye devletin zirvesine (Demirel) haberler gönderiyor. Bunu destekleyen bir haber yandaş medyada çıkmıştı. Eski YÖK üyesi Prof. Şerif Ali Tekalan ve MEB üst düzey bürokratı Aysal Aytaç’ın darbe girişimi tehlikesini Süleyman Demirel’e iletiyor. Bir başka bilgi, Gülen’in 28 Şubat darbesinin sıcak günleri başlamadan bir grup gazeteciye Ekim 1995’te endişelerini “Askeriyede bir grup, muhtıra hazırlığı içinde.” sözleriyle iletmiş olması. Gülen’in darbecilere karşı tutum alınmasını isteyen sözleri o gün merkez medyasında alabildiğinde eleştirilmişti. Çünkü bu gün sivil darbeye teslim olmuş medya o gün askeri darbe peşindeydi. Daha geçenlerde New York Times’a “Eğer Hizmet gönüllüsü gibi görünen birisi bilerek veya kandırılarak böyle bir darbe kalkışmasının parçası olmuşsa benim inandığım değer ve düşüncelere ihanet etmiştir” diyen ve darbelere karşı tutumu bu olan Gülen böyle bir duyum aldığında ne yapar? Bir varsayım olarak şunu demiş olabilir: “Darbeyi desteklemeyin. Ama emir komuta zinciri içindeki bir girişimin önünde de durulmaz. Benim böyle bir şeyi duyurmam artık doğru değil. AKP’liler bizi dinlemez. Bir tanıdığınız aracılığıyla MİT’e haber verin.” ‘NİYE DARBEYİ İHBAR ETTİN’ TUTUKLAMASI Bu tabi ki bir varsayım. Varsayımı güçlendiren gelişme 15 Temmuz günü “öğleye doğru” veya “14.45’te” Binbaşı H.A.’nın MİT’e ihbar yapması. Binbaşı H.A. bu ihbar sonrası terfi edeceğine veya ödüllendirileceğine şu an Cemaat bağlantısı iddiasıyla hapiste. Yani “niye darbeyi ihbar ettin” diye F…cü yaftasıyla tutuklandı. Özetle “darbeyi ihbar eden binbaşı”, Cemaat mensubu iddiasıyla yani “darbeci” diye tutuklanıyor! Bir başka iddia yandaş medyanın yere göğe koyamadığı “darbeci generali vuran kahraman astsubay” Ömer Halisdemir ile ilgili. Darbe yapmaya geldiği iddia edilen Tuğgeneral Semih Terzi, Ömer Halisdemir tarafından arkadan vurulmuştu. Halisdemir sonra bir başkası tarafından infaz edilmişti. HALİSDEMİR’DE BYLOCK VAR MIYDI? Pek çok haberinden MİT’ten bilgi aldığı çıkarımı yapılabilecek Emre Erciş geçtiğimiz şubat, şu tweet’i atmıştı: “Kulislerde dolaşan iddiaya göre 15 Temmuz gecesi şehid edilen Ömer Halisdemir’e ait telefonda ve hattında, BYLOCK bulunduğu yönünde!” Daha sonra şu tweet’i attı: “Şehid Ömer Halisdemir’in telefon veya hattında BYLOCK bulunması sadece BOMBA ETKİSİ yaratmaz. Aynı zamanda tüm ezberleri de bozar!” ByLock listeleri MİT’te olduğuna göre Erciş’in bunu öğrenmesi ve tweet atması gayet normal. Ama bu doğru olsa bile şu konjonktürde MİT’in bunu gizleyeceği aşikar. Bir gün ortaya çıkar ama eğer Halisdemir’in telefonunda ByLock var idiyse şehit edilmeseydi şu an F… iddiasıyla hapiste olacağı kesin. ByLock kullanan bir “Cemaat mensubu”nun darbecilere destek vermemesi bilakis darbecilerle mücadele etmesi Erciş’in dediği gibi tüm ezberleri bozacaktır. NİÇİN 3 YIL BEKLEDİLER? Adil Öksüz Cemaatin elemanı ve Cemaatin yüzleri aşkın generali var idiyse daha açık ifadeyle Cemaatin darbe yapmaya gücü yetiyor idiyse niçin bu kadrolar 3 yıl bekledi? Bu güç niçin, Erdoğan’ın Gülen’e ettiği binlerce ağza alınmayacak iftira ve hakarete sabretti? Neden Cemaate yakın binlerce kurum ve şirketlere el konulmasını, devletteki kadroların tasfiye edilmesini bekledi? Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaverleri, yüzlerce general ve 75 ilin emniyet müdürü, on binlerce polis, polis müdürü… her şey kaybedildikten sonra mı akılları başlarına geldi “Hadi artık darbe yapalım” dediler? Yoksa işin aslı Alman ZDF kanalında İstihbarat Uzmanı Erich Schmitdt– Eenboom’un dediği gibi miydi: “CIA analizlerine göre yaşanan sözde darbe girişimi, Erdoğan tarafından gerçek bir darbeye engel olmak için gerçekleştirildi..”
0 notes